๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 15 Mayıs 2010, 21:09:55



Konu Başlığı: Günümüzün meseleleri ve sevgi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 15 Mayıs 2010, 21:09:55
Yunus, Günümüzün Meseleleri ve Sevgi

Yunus'la ilgili bu konuya şu sorularla girmek istiyorum. Günümüzden yedi asır önce yaşayan Yunus, acaba günümüze kadar niçin unutulmadı? Yedi yüzyıl sonra niçin hala onun mısraları insanların dillerinde? Acaba niçin herkes onu seviyor? Her şeyi unutturan, her şeyi eskiten zaman, acaba neden Yunus'u unutturamadı, eskitemedi? Acaba niçin UNESCO, 1991 yılını Yunus Emre Sevgi Yılı ilan etti? Kim bu, Anadolu'nun bağrından yedi yüz sene önce çıkıp, bütün dünyaya seslenen insan? Yunus'u günümüzde değerli kılan şey nedir acaba?

Tarih boyunca çeşitli medeniyetler kuran insanoğlu, genellikle iki şeye değer verdi: Para (mal, mülk), makam mevki. İnsanlar bunlara sahip oldukları zaman, mutlu olacaklarını zannettiler. Ve sahip olunca da kendilerini yücelten değerleri unuttular. Böylece sadece maddeye inanan, madde dışında hiçbir şeye değer vermeyen toplumlar meydana geldi. Bu maddeci anlayış insanlar arasında gittikçe yayıldı. Özellikle 19. ve 20. yüzyılda pozitivist felsefenin hakimiyeti ile, insanlar sadece gözlem ve deneye, onun sonuçlarına inanır oldular. Fakat bu maddeci yaklaşım, yüzyıllar boyunca insanları mutlu etmedi. İşte Yunus Emre, ta 13. yüzyıldan günümüze kadar insanlığa, onları mutlu edecek, huzurlu kılacak ebedi değerleri haykırdı. Köylere kasabalara ama özellikle şehirlere seslendi. Yunus bir şiirinde,

"Kasdım budur şehre varam,feryad ü figan koyaram." der. Yunus'un gayesi şehri uyandırmaktır. Ama ona kendi zamanının şehirlerinden çok, bugünün şehirleri muhtaçtır. Zaten günümüzde dünya şehirleşmiş, adeta büyük bir şehir olmamış mıdır? Yunus, ümitsizlik, karamsarlık, kötümserlik, yalnızlık duyguları içinde kıvranan, birbirine karşı kin ve nefret ile dolu, sevgiyi unutmuş, gayesiz, lüks ve konfor içinde ne yapacağını şaşırmış insanlara, hayat ve kainatın manasını anlatır. Yunus'a göre Allah, insanı ve kainatı kendisini bildirmek, tanıtmak için yaratmıştır:

Vücuda gelmeyince kimse Hakk'ı bilmedi
Bu vücutddan gösterdi dost bize didarını.
Yarattın cümle milleti, bi-şek seni bilmeğiçin
Halk eyreği eyle sanır, oynayuban gülmeğiçin.

İnsanların yanılgısı Yaradan'ı arayacak yerde, O'nun yarattıkları ile oyalanmaları, dünyayı boş ve sahipsiz sanarak, oraya ebedi olarak yerleşmeye kalkmalarıdır. Yunus'a göre ölüm,
insanlara bu düşüncenin yanlışlığını gösterir:

Sana ibret gerek ise, gel göresin bu sinleri
Gel taş isen eriyesin, bakıp göricek bunları
Şunlar ki çoktur malları, gör nice oldu halleri
Sonucu bir gömlek giymiş, onun da yoktur yenleri
Kanı mülke benim diyen, köşk ü saray beğenmeyen?
Şimdi bir evde yatarlar, taşlar olmuş üstünleri.

Kanı ol şirin sözlüler, kanı ol güneş yüzlüler?
Şöyle gaip olmuş bunlar, hiç belirmez nişanları.
Bunlar bir vakt beğler idi, kapıcılar korlar idi
Gel imdi görbilmeyesin, beğ kangıdır ya kulları.
Ne kapu vardır giresi, ne nimet vardır yiyesi

Ne ışık vardır göresi, dün olmuştur gündüzleri.
Bir gün senin dahi Yunus, benim dediklerim kala
Seni dahi böyle ede, nitekim etti bunları.

Allah'a ve öteye inanmayan insan için ölüm bir yokluktur, bir hiçliktir. Dünyadan, dünyanın güzelliklerinden ve bütün sevdiklerinden insanı ayıran korkunç bir olgudur. Bu acı son, insanı devamlı bir şekilde meşgul eder ve insan yaşamak şartıyla her mihneti çekmeye razı olur. Günümüz insanının bu duygularını Cahit Sıtkı Tarancı ne güzel dile getirir:

Ne doğan güne hükmüm geçer
Ne halden anlayan bulunur.
Ah aklımdan ölümüm geçer
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.

Ve gönül Tanrı'sına der ki:
Pervam yok verdiğin elemden
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden.

Fakat insan, her mihneti kabule razı olsa da ölümden kurtulamaz. Ölüm bir kabus gibi insanı takip eder, ızdırap içinde bırakır. Günümüz insanının bu ızdırabını Cahit Sıtkı, bir başka şiirinde şöyle anlatır.

Hızla geç kalabalık caddelerden
Şoför milletine güven olmaz
Çabucak sapıver sokağına
Akşam karanlığı tekin değil.
Durma çal evinin kapısını
Taş düşebilir komşu duvardan
Ben geliyorum demez ki ölüm
Kaza, bela adım başınadır
Kişi evde gerek akşamları
Ölürse helallaşarak ölür.

Ölümden bu kadar korkan bir insan hayattan lezzet alabilir mi? Elbetteki hayır. Yunus bütün insanlara hayattan lezzet almanın yolunu gösterir:

Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil
diyen Yunus için ölüm, hiç de korkulacak bir şey değildir. O,

Kogıl ölüm endişesin, aşıklar ölmez bakidir
Ölüm aşıkın nesidir, çün nur-u ilahidir.
Ölümden ne korkarsın, çünkü Hakk'a yararsın
Bil ki ebedi varsın, ölmek fasitler işidir.

diye haykırır. Onun için ölüm, asıl vatana, güzel vatana gitmek, bu cihandan göçmek, dost iline uçmak, bütün dostlara ve Yüce Dost'a kavuşmaktır.

Bu dünyaya gelen kişi ahir yine gitse
Misafirdir vatanına bir gün sefer etse
Biz bu cihandan göçelim, ol dost iline uçalım;
Arzu hevadan geçelim, gel dosta gidelim gönül.

Allah'a ve öteye inanan Yunus, ölümü türküler söyleyerek karşılar. Herkesi korkutan ölüm, onun şiirinde güzelleşir, sevilecek bir olay halini alır:

Düşt'önüme hubbü’l vatan, gidem hey dost deyu deyu
Anda varan kalur heman, kalanı hey dost deyu deyu.
Gele şol Azrail duta, assı kalmaz ana ata
Binem şol ağaçtan ata, gidem hey dost deyu deyu.
Halvetlerde açılan gül olam, dayim açılan gül olam

Dost bağında bülbül olam, ötem hey dost deyu deyu.
Şol bir beş on arşın bezi, kefen edeler eğnime
Dikem şol dünya donların, giyem hey dost deyu deyu.
Mecnun oluban yürüyeni, yüce dağları bürüyem
Mum olubanı eriyem, yanam hey dost deyu deyu.
Günler geçe yıl çevrile, üstüme sinlem devrile
Ten çürüye toprak ola, tozam hey dost deyu deyu.

Hayatın manasını, yaradılışın gayesini çok iyi bilen Yunus, Allah'a ve öteye olan inancı ile, yüzyıllar boyu insanların korktuğu, tir tir titrediği ölümü bu kadar güzel bir hale getirir. Ona göre, bu meselenin anlaşılması çok önemlidir. Yunus'a göre ilmin bile gayesi budur. Eğer insan, ilim tahsil ettiği halde, okuduğu halde Hakk'ı bilmiyorsa emekleri boşunadır, onun dili ile bu gayret kuru bir emektir:

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.
Okumaktan mani ne, ilim kendin bilmektir
Çün okudın bilmedin, ha bir kuru emektir.

"Kendilerini ilime verenler bu iki hakikati unuttukları için, dünyayı taş ve topraktan ibaret sanırlar. Dikkatini dış aleme çeviren alim, kendisini ve kendisinde tecelli eden Tanrı'yı unutur. Bundan dolayı o, kainatı bir cehennemden ibaret görür. Gerçekten de insansız ve Tanrı 'sız bir alemin, sadece maddeden ibaret bir dünyanın cehennemden farkı yoktur."

Yunus'a göre, böyle bir insanı hiçbir şey tam olarak tatmin etmez. Bu durumda olan insan, iç sıkıntısından bir türlü kurtulamaz, gönlü daralır, bunalım ve buhran içinde yaşar. Fransız filozof Alain'in deyimi ile, büyük ve muhteşem sarayının ortasında kralın canı sıkılıyor ve kral gönlünü eğlendirmek için ziyafetler tertip ediyor, sürek avlarına çıkıyor, içiyor, insanları soytarı haline getiriyor. Bunlar da deli gönlünü oyalamazsa harp açıyor."

Yunus'un gayesi şehri uyandırmaktır. Ama ona kendi zamanının şehirlerinden çok, bugünün şehirleri muhtaçtır. Zaten günümüzde dünya şehirleşmiş, adeta büyük bir şehir olmamış mıdır? Yunus,ümitsizlik,karamsarlık, kötümserlik,yalnızlık duyguları içinde kıvranan, birbirine karşı kin ve nefret ile dolu, sevgiyi unutmuş, gayesiz, lüks ve konfor içinde ne yapacağını şaşırmış
insanlara, hayat ve kainatın manasını anlatır.

Mehmet Kaplan'ın ifadesiyle "çağımızın ızdırabı belki de, meseleleri sadece maddi bakımdan ele almasından ileri geliyor. Fransa'da felsefi ve edebi bir cereyan olarak meydana çıkan egzistansiyalizm, asrın hastalığını bütün vuzuhu ile belirtiyor. Egzistansiyalizm, her türlü kıymet hükümlerinden soyunmuş bir kainat tasavvuru karşısında duyulan dehşetin ifadesidir. Sadece varlık vardır ve varlığın hiçbir manası yoktur. Biz bir abesler dünyası içinde yaşıyoruz. Madde-varlık, bugünkü insanlığı bir hapishane duvarı gibi çevirmiştir. Bundan müthiş bir iç sıkıntısı doğuyor. Egzistansiyalizmin, iç sıkıntısına bu kadar ehemmiyet vermesi manasız değildir. Çünkü o, bu asrın en büyük hastalığıdır. Hiçbir şey bu iç sıkıntısını gideremiyor. Asrımızın eğlence düşkünlüğüne bakınız. İnsanlık öyle sanıyorum ki, hiçbir çağda asrımızda olduğu kadar eğlenmemiştir. Fakat eğlenceyi tetkik ediniz, arkasında korkunç bir can sıkıntısını bulacaksınız." Yunus bir şiirinde insanın bu durumunu ne güzel anlatır.

Kemdürür yoksulluktan nicelerin varlığı
Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.

İnsanı aldatan şey, sadece maddenin kendisini mutlu edeceğini sanmasıdır. Halbuki "Gönül darlığı, bu inancın yanlış olduğunun en büyük delilidir.(4) Yunus yukarıdaki iki mısra-da yüzyılımızın ve yüzyılların meselesini ne güzel özetliyor. Günümüz insanının trajedisi, ızdırabı Yunus'un yüzyıllar önce kavradığı bu gerçeği kavrayamamasından kaynaklanıyor.

Batı'da yirminci yüzyılın en tanınmış şair, oyun yazarı, eleştirmen ve fikir adamlarından biri olarak bilinen, çağdaşlarını ve kendisinden sonra gelen nesilleri derinden etkilemiş ve eleştirileri ile Nobel ödülü almış Thomas Stearns Eliot (1888-1965), çağdaş edebiyatı "maddecilik ve aşırı dünyevilikle yozlaşmış olmakla(5) suçlar. Gerçekten de çağdaş edebiyat maddenin altında ezilmiş, aşırı dünyevilikle yozlaşmış, madde dışında hiçbir şey görmez bir hale gelmiş, insanın mana tarafını fazlasıyla ihmal etmiştir. Yine Eliot'un ifadesiyle "çağdaş yazar, mananın, ruhun maddeye üstünlüğünün farkında değil ve onu anlamıyor bile.(6) Halbuki "sanatta en önemli mesele bu anlayıştır.(7) Bu anlayıştan mahrum çağdaş yazarlar ile Yunus ve Yunus'un sanat anlayışı arasında büyük farklar vardır.

Düşünme
Arzu et sade!
Bak, balıklar da öyle yapıyor.

diyen, sinek olmak, böcek olmak yani içgüdülerine göre yaşamak, hiç bir yüce ve manevi değere inanmamak isteyen yirminci asrın şairi ile, Yunus tam bir tezat teşkil eder. Yunus'a göre madde ve mana dengesinin kurulması çok önemlidir. Bu dengeyi kurmayan insanlar mutlu olamaz, hayat ve kainatı kolay kolay izah edemez, kendilerini boşlukta hissederler. Tevfik Fikret öyle bir insanın durumunu İnanmak İhtiyacı adlı şiirinde ne güzel dile getirir:

Bütün boşluk: Zemin boş, asuman boş, kal ü vicdan boş
Tutunmak isterim, bir nokta yok piş-i hasarımda
Bütün boşluk: Döner bir hiç-i müthiş civarımda;
Döner beynim beraber; ihtiyarım sanki sarhoş.

Böyle bir insan kendi hayatını karartır, yaşamayı azap haline getirir, hatta bu muhteşem kainatın, muhteşem güzellikleri bile onu tam olarak tatmin etmez. Hayret ve dehşet içinde kalır. Orhan Veli bir şiirinde:

Deli eder insanı bu dünya
Bu gece, bu yıldız, bu koku
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.

Mısraları ile işte böyle bir insanın muhteşem bir kainat karşısında duyduğu hayret ve dehşeti anlatır. Gerçekten de dünya muhteşem güzelliklerle doludur. Ama insan, bu güzellikleri açıklamak, hayat, ölüm, kainat ve kainatta cereyan eden olayları izah etmek mecburiyeti hisseder. Bu güzel dünyada insanı mutsuz eden şey, bunları izah edememek, bu sorulara tatmin edici cevap bulamamaktır. İnsan, bütün üstün vasıflarına rağmen bu güzelliklerden bir gün ayrılacak, ölüm gerçeği ile karşılaşacak, onu tadacaktır, işte bu acı gerçek insanı deli eder. Diyeceksiniz Orhan Veli'nin bu güzel şiiri ile Yunus'un ne ilgisi var. Birkaç yıl önce Yunus Divanı'nı karıştırırken şu mısraları ile karşılaşmış, donakalmıştım:

Seni deli eden şey yine sendedir sende

Yunus'u Yunus yapan özelliklerden biri de,onun çok mütevazi oluşu, insanlardan bir insan oluşudur. Günümüzde insanlığın muhtaç olduğu şeylerden birisi de bu değil midir? Hepimiz birbirimizin egosundan şikayet etmiyor muyuz?

Sanki, Yunus yirminci yüzyılda yaşamış, Orhan Veli'nin bu güzel şiirini okumuş, ona cevap veriyordu. Yunus'a göre Orhan Veli'yi "deli eden şey " yine kendisiydi. O gün hayretler içinde kalmış, Yunus'a karşı hayranlığım bir kat daha artmıştı.
Yunus'u Yunus yapan özelliklerden biri de, onun çok mütevazi oluşu, insanlardan bir insan oluşudur. Günümüzde insanlığın muhtaç olduğu şeylerden birisi de bu değil midir? Hepimiz birbirimizin egosundan şikayet etmiyor muyuz? Yunus bir şiirinde,

Miskin Yunus erenlere, tekebbür olma toprak ol.

der. Kibirlenmek insana yakışmayan, yaraşmayan bir şeydir. Yunus kendini bütün insanlardan değersiz, bütün suçlulardan daha suçlu görür. Kendini övenlere karşı gururlanmaz:

Ey bana iyi diyen, benim kamudan kemter
Şöyle mücrimem yolda, mücrimler benden server.

Ama bu alçak gönüllülük, ancak iyi insanlara, bu duyguyu istismar etmeyecek kişilere karşıdır.

Yunus sen toprak ol eren yolunda
Erenler menzili arştan uludur.

Onun "bir karıncaya bile ulu nazarı vardır.''Yunus aşırı bir şekilde kılık ve kıyafeti ile uğraşıp, nefsini unutan, enaniyetinin esiri olmuş, gurura kapılmış, sadece dışı ile meşgul insanlara, biraz da içlerine bakmalarını tavsiye eder. Bu insanlar sanki günümüz insanlarıdır:

Terkeylegil ten tertibin, gider senden benlik adın
İçin imaret olmadan, dışındaki mamur nedir?

Yunus, yüksekte gezmenin, insanlara tepeden bakmanın yanlışlığına da işaret eder:

Gönül yüksekte gezer, daima yoldan azar
Dış yüzüne o sızar, içinde ne var ise.

Bu yüce insan, bütün mükemmelliğine rağmen, ideal insan niteliklerini taşımasına rağmen kendini eksik görür:

Yunus eksikliğini Allah'ına arzeyle
Onun keremi çoktur, sen ettiğin ol etmez.

Yunus ve Yunus gibi dervişler,yüzyıllar boyunca arı gibi çalışmışlar, hep ellerinin emeğini yemişlerdir. Durmadan, maddeten ve manen çalışan bu insanlar, toprağı ekip biçmişler ve kazandıklarının, ürettiklerinin önemli bir kısmını diğer fakir insanlara vermişler, toplumu açların ve tokların, yiyenlerin ve bakanların toplumu olmaktan çıkarıp ve birbirini seven, kardeşçesine, barış içinde bir arada yaşayan bir toplum oluşmasına yardımcı olmuşlardır.

Yunus'a göre dünyada sen, ben diye, benlik davasına kalkışma çok manasız bir şeydir.

Sorun Taptuk'lu Yunus'a, bu dünyadan ne anladı
Bu dünyanın kararı yok, sen ne imiş,ben ne imiş.

Yunus'un güzel taraflarından biri de, onun çalışkan, üretken bir insan olmasıdır. Birçoğumuzun zannettikleri gibi Yunus, dünya ile ilgisini kesmiş, "bir lokma bir hırka" felsefesine inanmış bir derviş değildir. O, çalışmanın, elin emeğini yemenin gerektiğine inanır. Tembelliğe, başkasının sırtından geçinmeğe, asalaklığa karşı çıkar. Ona göre Peygamberler bile çalışmışlar, kendi emeklerini yemişlerdir. Çalışmak, başkalarına muhtaç olmamak, insana bir yaşama sevinci verir. Ve insanı mutlu kıldığı gibi topluma da bir dinamizm kazandırır. Yunus ne güzel anlatır:

Süleyman zembil ördü, kendi emeğin yedi,
Onun için buldular onlar berhüdarlığı.

Yunus, her çiçekten toz toplayıp bal yapan çalışkan arıyı insanlara örnek gösterir, insanları an gibi çalışıp güzel şeyler üretmeye davet eder:

Görmez misin sen arıyı, her bir çiçekten bal eder
Sinek ile pervanenin yuvasında bal olmaya.

Yunus ve Yunus gibi dervişler, yüzyıllar boyunca arı gibi çalışmışlar, hep ellerinin emeğini yemişlerdir. Durmadan, maddeten ve manen çalışan bu insanlar, toprağı ekip biçmişler ve kazandıklarının, ürettiklerinin önemli bir kısmını diğer fakir insanlara vermişler, toplumu açların ve tokların, yiyenlerin ve bakanların toplumu olmaktan çıkarıp ve birbirini seven, kardeşçesine, barış içinde bir arada yaşayan bir toplum oluşmasına yardımcı olmuşlardır. Yunus'a göre gerçek derviş, dünyadan gönlünü çekmiş fakat, eli ile arpa ekmiştir. Yani fiilen değil, kalben dünyayı terketmiştir. Gerçek derviş, çalışmış, didinmiş, kazanmış fakat kazandıkları altında ezilmemiş, dünyaya mağlup olmamış, onu aşmasını bilmiştir. Yunus bu dervişi ne güzel anlatır:

Dünyadan gönlünü çeke, eli ile arpa eke.

İnsana hayat ölçüsü veren harikulade bir mısradır bu.

O, insanlara çalışmayı, kazanmayı, yemeyi ve yediklerinden başkalarına da yedirmeyi tavsiye eder. Yunus, gönüllerin ancak bu şekilde kazanılacağına inanır:

Dürüş, kazan, ye, yedir, bir gönül ele gelir

Yunus'a göre insan, yaptığı iyiliklerin, hayırların karşılığını ötede fazlası ile görecektir.

Bir kez hayır ettin ise, birine bin az değil

Ona göre, insanın kazandığı malını Allah için vermesi, yoksulları hoş görmesi, insanı Cehennem ateşinden kurtarır:

Geçip gitmek diler isen, ya düşmeyeyim der isen
Şol kazandığın malını, Allah için vermek gerek.
Kazandığını veriben, yoksulları hoş görüben
Hak hazretine varıben, o oddan kurtulmak gerek

Bir hastaya varmak, bir içim su vermek, insanlara şefkatle yaklaşmak burada da, ötede de insanları mutlu edecektir. Yunus, bunu o kendine has üslubuyla ne güzel dile getirir:

Bir hastaya vardın ise, bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele, Hak şarabın içmiş gibi.

Fakat insanın başkaları için fedakarlık yapması, binbir zahmetle kazandıklarını, burada bir karşılık beklemeden başkalarına vermesi, hiç de kolay bir hadise değildir. İnsan tabiatını, onun zaaflarını çok iyi bilen Yunus, bin bir kahırla, güçlükle kazanıp, gönül rızası ile, kendi isteğiyle yoksul insanlara dağıtabilenlere müjdeler verir. Bunu yapanlara Allah, bütün perdeleri kaldırıp, kendi güzelliğini gösterecektir.

Şol kahr ile kazananlar, güle güle yedirenler
Götürdüm perdelerim, didarıma baksın demiş.

Yunus'a göre insan, öyle yaşamalı ki, halka, diğer insanlara öyle davranmalı ki ölünce, hiç kimse onun aleyhinde konuşmamalıdır. Ona göre ideal insan arkasında kötü bir ad bırakmayandır:

Şöyle dirilgil halk ile, öleceğiz söyleseler
Baki dirlik budur canım, yavuz ad ile gitmegil.

Yunus'u devrinde ve günümüzde büyük yapan ve gelecekte de büyük yapacak olan en güzel vasıflardan biri de şüphesiz onu herkesin sevmesi, hoş görmesidir. O, Anadolu'ya sevgi tohumları eken bir insandır. Yunus, günümüzün sevgiden yoksun, bencil, çıkarcı, kırıcı, yıkıcı, ortalığı karıştırıcı insanından, hoşgörüsüz insanından tamamıyla ayrılır. O, bütün insanlara sınırsız bir sevgi ve hoşgörü ile yaklaşır:

Yetmişiki millete bir göz ile bakmayan
Hakka müderris olsa hakikatte asidür.

Yunus'a göre bu sevgi ve hoşgörülü yaklaşım, onun inancının gereğidir. O, "Kendiniz için istediğinizi, başkaları için de istemedikçe, hakiki mü'min olamazsınız." diyen Hz. Mu-hammed'e (s.a.v.) ve O'nun getirdiği dine bütün samimiyeti ile inanır. Ve bu inancını destanlaştırır:

Sen seni ne sanırsan ayruğa da onu san,
Dört kitabın manası budur eğer var ise.

İnsanın kendisi için düşündüklerini, başkaları için de düşünmesi, kendisi için istediklerini, başkaları için de istemesi. Ne güzel bir bakış tarzıdır bu. Yunus'a göre dört kitabın manası, ruhu, özü, özeti budur. Ona göre Müslüman, bu manayı bu özü anlayan, kavrayan insandır. Bir kez gönül yıkan insan, bu manayı kavrayamamıştır:

Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi elin yüzün yumaz değil.
Bir gönül yaptın ise, er eteğin tuttun ise,
Bir kez hayır ettin ise, birine bin az değil.

Yunus gönüle niçin bu kadar önem verir? Bir kez gönül yıkmak niçin ibadetleri değersizleştirir? Çünkü gönül, Allah'ın tahtıdır. Hakk'ın nazargahıdır, devamlı baktığı yerdir. O, ilahi aşkın kaynağıdır. İşte bu gönlü kim yıkarsa iki cihanda da, ötede de bedbahttır:

Gönül Çalab'ın tahtı, Çalap gönüle baktı,
İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise

O, insanları o kadar çok sever ki kendisine vurmağa kasdedenin bile düşüp ayağını öper:

Kim bize taş atar ise, güller nisar olsun ona
Vurmaklığa kasdedenin, düşem öpem ayağını.

Yunus, Haçlı seferleri ile, Moğol istilasıyla, çeşitli isyanlarla, karışıklıklarla bunalmış Anadolu insanına, bu güzel şiirleri ile seslenmiş, onları birbirlerini tanımaya, sevmeye, sevilmeye, barışa, huzura davet etmiştir:

Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım
Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.

Onun bu sevgi dolu, barış dolu şiirleri, Anadolu insanını kardeş yapmış, içteki kavgalara son vermiş, inancın ve vatanseverliğin sesi olmuştur. Anadolu birliğinin duygu ve düşünce planında kurulmasında, onun bu şiirlerinin önemli bir rolü vardır. Hiçbir kuvvetin kolay kolay başaramayacağı işi, dağılmış, parçalanmış, çatlamış Anadolu'yu onun bu şiirleri birleştirmiştir. Bu birleştirici insanlara günümüz Türkiye'sinde ne kadar çok ihtiyaç vardır.

Burada belki, birçoğumuzun aklına şu sorular geliyor: Yunus Emre'nin insanlara bu kadar hoşgörü ile, sevgiyle yaklaşmasının kaynağı nedir? Biz, bugün yirminci yüzyılın insanları olarak niçin bu hoşgörüden, sevgiden mahrumuz? Niçin Yunus gibi sevemiyoruz insanları? Neden onlara hoşgörü ile bakamıyoruz? Yirminci yüzyılda insanlar, bu kadar eğitimden geçmelerine rağmen niçin kardeş olamıyorlar. Bu soruların cevabını Yunus çok açık bir şekilde verir:

Hakk'ı gerçek sevenlere, cümle alem kardeş gelir.

Ona göre, bütün insanları kardeş görmek, sevmek için Hakk'ı gerçekten sevmek gerekir. Hakk'ı gerçek sevmeyenler bunu başaramazlar.

Yunus'un insanlara karşı bu sınırsız sevgisinin kaynağı, hiç bir yoruma meydan vermeyecek kadar açıktır:

Elif okuduk ötürü, pazar eyledik götürü
Yaradılmışı severiz, Yaradan 'dan ötürü.
O, bütün yaradılmışı Yaradan'dan ötürü sever.

Diyeceksiniz Yunus'un hiç mi düşmanı yok, hep sevgi ile mi dolu kalbi? Onun da bir düşmanı var. Onun bu düşmanı kindir. Yunus, kin duygusuna kin bağlar, muhabbete muhabbet eder. Muhabbet fedaisidir o. Şöyle haykırır:

Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdir bize.

Bu öyle bir sadedir ki, on üçüncü yüzyıl Anadolusunun semalarında dalgalanmış, o devir Anadolu insanının dertlerine deva olmuş, onlara umut vermiş, onları hayata bağlamış, onları kardeş yapmış ve ta on üçüncü yüzyıldan günümüze kadar yedi asır boyunca Yunus'u ebedileştirmiştir.

Yunus'u böyle bir yazıyla anlatmak mümkün değildir. O, tekrar tekrar okunacak, mısraları üzerinde derin derin düşünülecek yüce bir insan. Onu anlamak demek, insan olmanın manasını anlamak, kavramak demek. Ondan haberi olmamak veya onu hiç anlayamamak da büyük nasipsizlik. Yazımızı onun,

Biz dünyadan gider olduk, kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun.

mısralarıyla bitiriyor ve yedi asır öncesinden bize selam çeken Yunus'a Anadolu'nun bağrından çıkıp bütün dünyaya seslenen Yunus'a, Hakk'ı ve halkı seven Yunus'a, insanlığa insanlığı öğreten, sevgiyi, barışı öğreten

Ben gelmedim da'vi için, benüm işüm sevi için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim

diyen Yunus'a, kuğunun son şarkısı kadar güzel olan şiirleriyle Türk dilini şahikalara çıkaran Yunus'a 'Yunusça" yazan Yunus'a bizden de binler selam olsun diyoruz.

Alıntı