๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 15 Mayıs 2010, 20:42:19



Konu Başlığı: Güle adanmış eserler
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 15 Mayıs 2010, 20:42:19
Güle Adanmış Eserler

Kitapçı, yaşlı biriydi. Varla yok arası. Az ötede haşlanmış nohut satan çocuktan aldığı bir külah nohutla eğleşmekteydi. Katran kazanına batmış gözlerinde yaşama tutkuları çalkalanıyor, esmerliğine karışmış dudaklarına takılı türkü yahut ilahi benzeri şey, inleyen bir pervane çırpınışıyla kulağıma varıyordu.

Beni nasıl bir cezbe oraya attı, yörüngem nasıl o yöne doğru eğrildi ve saptı bilemiyorum. Bir koku sanıyorum, onca kızartma, tütsü, baş, işkembe kokuları arkasından hafif bir esinti, yeni açmış bir gülün kokusunu fark ettirdi her ne hikmetse. Herhalde esansçının uzun, büyülü cam şişelerinin turistlerin isteğiyle deneme için açılan kapaklarından havaya karışıyordu. Onca ter kokusunu bastıran bu ab-ı hayat ilhamlı kokunun peşi sıra yürüdüm.

Kitapçı, esansçının hemen yanındaydı. Rengi hafiften atık kahverengi cellabesi içinde ısınmış, rahatlamış bir görünüşü vardı adamın. Kitapları karıştırırken bazı kapaklarda oyalanışı, bezdirici, müşkülpesent halime aldırış etmiyordu. Adamın hiçbir felsefesi olmayacağını düşünmüştüm o an. Çünkü o bir satıcıydı ve bulunduğu an'ı yaşıyordu; kitaplarını satacak, günlük kazancını sağlayacaktı. Ben öyle sanıyordum.

Ama benimle konuştuğunda bilgeliğini sezmem güç olmadı. Bir ara o kaygısız nohut yeyişinin ve etleri çekilmiş dişleri arasında bunları öğütme telaşının dışında yaşadığı hayatın sadeliğini farklı noktaya getirecek bir şey oldu. "Güle Adanmış Satırlar" diye tercüme edebildiğim bir kitabı tam elime almışken sayfalarından bir gül, evet evet, bir gül düştü... Saz benizli bir güldü bu... Doğuş uykusundaydı. Şafağın pembesiyle, tan ışığından örülme bir uyanış. Kitapçının söylediği ıslığa benzer türkü ya da zikir sustu.

Ayaklarımın dibine düşen bu tazeliğin (Hayır, saz benizli olsa da solmuş bir gül değildi o. Aksine yeni doğuyordu.) gülün neden orada sayfaların arasında olduğunu, oraya, sayfaları kabartmadan nasıl sığdığını, nasıl diri kalabildiğini, onu oraya kimin koyduğunu ve sebebini, saniyelerin içinde düşünürken satıcı kestirmeden söze girdi.

- Bir gezgin dervişin kitabıdır o. Bir gül uğruna dolaşıp durur. Kitabı yollarda iken yazmış. Kağıda benzer ne bulduysa onlara çiziktirmiş. Bir yayıncı arkadaşım vardı, o görmüş, basıverdi. Ömrünü güle adadı o....
- Peki, ya bu gül?
- O mu? Dervişin, kitabı okuyana hediyesi... "Kim okursa, o güle sahip olur." dedi.
- Ama ben henüz okumadım...
- Okumamış olabilirsiniz. Ama okuyacaksınız. Derviş, bunu biliyordur.
'Nasıl böyle diri kalabildi?' sorusu henüz dudağımdayken, ekledi:
-O gül hiç solmaz! Solmak dünya işidir, çürümek de... Şehidlerin toprağa girişine denk diridir, her daim o gül.

Hani, sanki bu gül o sayfalarda yetişiyor, o sayflarada neşv ü nema buluyor, o ruhla bezenip katmerlenerek olgunluğa dönüyordu. Heyecanıma ikide bir set çeken dünyeviye kelepçeli mantığımı bir yana koydum; menkıbenin çekiciliğine, efsununa bıraktım kendimi.

İçimde engelleyemediğim bir kuş çırpınışı vardı, hiç durulmadı o. Satırlar son buluncaya dek. Derviş'in sözleri belki gözyaşlarıyla silinmiş, belki yağmurda ıslanmış, okunamaz cümlelerden sonra şöyle başlıyor ya da devam ediyordu:

"Gül beni aldı götürdü derin sulara; dalgalar, güçsüz saman çöpü bedenimi o kıyıdan o kıyıya kondurdu. İnsan olmayı öğrenmeye koyuldum. Önce hiç olmayı kabullenerek. Yeni bir insan olma yolunda mıydım, yoksa bende var olan, ama bastırılmış, cılız kalmış bir yan mı sürgün veriyordu, bilemiyordum. Bildiğim, gülün bendesi olduğumdu.

"O gül için uyanmaya koyulmuştum; bedenim bir yandaydı, ruhum bir yanda. Yeni bir şafağın ilk ışığını görünceye dek yönümü bilmeden savruldum durdum. Bu hercümercin içinde ben o şafakla uyandım, o şafakla doğruldum, örü turdum. Gayrı o gülün dünyasındaydım ben. Varoluşum oradaydı, başlayışım orda.. Yokluğum da onda olacaktı."

Dervişin satırları sanki benim yüreğimden doğmuş, gül isteği ondan bana geçmişti. Kovuğuma çekildim ve okudum. Bir Mekke sabahında uyandım sonra, kavurdu kum sıcağı elimi ayağımı, ama içimin hararetine erişemezdi Mekke'nin güneşi... İçimde ayrı bir güneş sıcaklığı, kaynaması vardı. Dervişin sözleri suydu yüreğime, hem suydu hem de ateş; içim doldu, testim doldu, her ikisiyle kandım ve yandım ben. Mavera ışığıyla kutlandım, uyandım ben.

"Benimkisi bir gül yolculuğudur dostlar!" diyordu derviş. Nihayeti, bitimi olmayan bir yolculuk. Ya başladığı nokta? O dahi meçhul. Kör ve kanatsız, hatta elsiz ayaksız başladı yolculuğum. Uçurumdu yanım yörem; kandilim sönük, kırık bir değnekle yere tutunup yürüdüm. Ashab-ı Kehf uykularından uyanmışçasına şaşkın, zamanı yitirmiş, mekanı bellisiz. Aşkla dolulukla, Kıtmir'in sadakatiyle.

Gül özlemi, kurtuluş dileğiyle gülsüz dağların alacasında el yordamı yürüyordum. Yetim ve kimsesizlerin selamlarıyla, akşam yıldızının yol göstermesiyle. Onlardı gönül ehli, kainatın şiirini duyarak her satırında yaprağın, her cümlesinde dalın. Yaprağa yazılan, yağmur damlasına, çiğ habbesine yazılan gül destanını okuyarak. Yedi rengin demetinde bu bitimsiz destanın izini arayarak, mağfiret çiçeklerinden sepe sepe ruhuma yürüyor ve yağıyordum.

Kainatın şiiri ki, gören göze, duyan yüreğe ne mutlu! Her satırı birbiriyle tamamlanır, bir bütündür o. Bir akış... Aşkla dokunmuştur, ipliği aşktır, yüceliktir, erdemdir.

Satıcıya döndüm merakla:
-Kimdir bu derviş? Nerede? Onu bulabilir miyim? Hep gezgin midir böyle, belli midir meskeni mekanı? Bana yardımcı olun lütfen!
Kitapçı, çarşı kalabalığına dalmış, kırışan yüzünü bana çevirdi, elimdeki kitabı işaret etti çenesiyle:

-İşte! dedi. Kendisini bulmaya ne hacet? O kitap kendisidir. 'Güle Adanmış Satırlar' kitabı. Nerede olduğu mühim mi?
Onu bulacağım ümidiyle sayfaları araştırdım, sayfalar bir krep kumaş gibi dalgalandı puslandı; horasani sarıklı bir derviş Yunus çehresiyle o dalgalanışa yansıdı. Ve usuldan usuldan dedi ki:
"Biliyorum, yere göğe şifa yağdıran, bahar estiren içime dışıma o gül. O gülü sevmek, kainatı ve onu var edeni sevmektir bildim. Ki birer zerreyiz biz; O ise, nefes nefes içimizde, öğrettiği adıyla.

Ben bir gezginim, gezginciyim; bir sefil dervişim, katreden ummana giden yol üstündeyim. Bulunmazı bilinmezde arayan. Bir gül isterim, bir gül ki, uyandırsın beni dünyevi uykumdan. Tabiinden bir kulum en gerisinde halkın, rüzgar getirir rayihasını o gülün. Bana can, hem nefestir o gül.
Gül ki ömrümüzün her deminde açar
Gül ki ilk akla gelen, güzel dendiğinde
Çehredir, ruhtur, candır, sevgilidir o,
Dünyaya sunulmuş bir armağandır.
Bir armağan güzellikler adına,
Yeryüzünün yüz akıdır, insan olmanın
Yaşamanın tazeliği bir de...
Gül ki olgunluktur, eriştir, erişkinlik
Güzelliğin erdemin biçimlendirdiği.
Gül ki incedir narin ve nalan
Sevginin şelalesi, insanlığın çiçeği.

"Bir gül şiiridir bu, göğe yazılı, muttasıl kanayan bir gül. Görklü bir ad üzre baş veriyor göğe doğru, elifi üstünde. Aşktır o, sevdirir yaratılanları, gözettirir karıncayı, vermekten yanadır. Sevmekten yanadır, derd ü gamdan. Miskinlikten ve fuzulluktan yanadır.

"Yeryüzünde milyonlarca gül şiiri vardır. Milyonlarca gül şiiri arasından gülü en iyi duymuş olana selamlar... O gül için dökülen mürekkebe, o gül için hışırdayan kağıda ve akan gözyaşına, verilen nefeslere, iç çekmelere, o gül için şahitlik edenlere, o gülü görenlere, o güle bağlananlara, o gülün ardınca savaşanlara, o gülün kıyısında oturanlara...

Bir gezgin dervişin yüreğiyle yazılmış gül nağmeleridir bu. Yaprağı uykuda bir gülün derin çağrısı. "Uzak evlerin düşünde bir bahçeden göğerdi o. Yalnızdı, bir o bir de üç beş yoldaşı. Çöl içre güneşe kandı, suya tuttu göğsünü. Hicret akşamlarının manevisiyle bezendi, dostlukla belendi, hicranla dolundu, aşkla karıldı. Tekti, benzersizdi, güneşti, aydı; çileden doğdu o gül, çileye koştu. Bir gül ki, has bahçeden devşirilmiş yeni günlere, nevbahar üstü.

"Nevbahar üstü çisenti altında yeniden diriliştir o. Yeniden başlamaktır. Hiç eskimeyen, solmayan bir fermanı bildirmek üzre at koşturmuş bir kılavuzun elindedir. Bütün yönlere bütün iklimlere... Bir gül ki, gonca çağından olgunluğa yüz tutmuş. Taçlanmış o çağda güzelliklerle. Bir gül ki, fethetme anlamında teke yönelmiş, birliğe vurgun. Bir gül ki, çağdan çağa kol atmış, ses vermiş, renk vermiş asırlara. Eskimez zamanların gülüdür.

Kimi zaman fildişi beyazdan pembeye şevk verir, kimi zaman sevda ateşinin al'ından katmerlenir. Taif Çölü'nün sarısına bulanır sargarır, güneş yüzüyle turuncuya yol alır.

"Zikreder gülü cümle çiçekler, cümle dal ve yapraklar, toprağın cümle süsü. Gül güler katmer katmer, dal yaprak güler. Yağmur güler, ırmak güler, güle meftun toprak güler. O güle vurgundur gün batımı, gün doğumu, sular, yapraklar, hezaranlar, menevşeler, karanfiller, süsenler...

"Göçmen kuşum ben, konar göçerim dağ başlarına, bozkır çadırlarına, çoban duraklarına. Benim göçmen ufuklarımda biter yediverendir o gül. Bir'e giden, bir'e yürüyen, bir'e açan elvan gül."

Derviş bunları söylüyor, bulutsu, yeğni gövdesiyle bata çıka Horasan illerinde ilerliyordu. Elinde kiraz dalından asası, çoban kılığında meczup giysisiyle o satırların üzerinde kendi şeklini mühürlüyordu. Şimdi satırlarla birlikte onu iyice görüyordum iç gözlerimle.

"Gül çağrısıdır bu. Seherde başlar, eğleşir rüzgarla; sabah deminde gelir bir kuş kılığında bahçeme konar, bir gül çağrısıdır inceden ince. Çisenti gibi içten içe işleyen, serin ve sokulgan...

"Yağmurla, karla, uçan yaprakla, karınca adımı, böcek uçuşu, Yunus atlayışıyla. Cemrelerle düşer ki, gönül çiçeğidir, gönül yaprağından doğar. Budasan her bir dalını, o yine durur ayakta, o yine güldür. Yüzümüzde onun tebessümü açar, gözlerimize vuran onun ışığıdır. Soluğumuzda onun kokusu, onun ıtri... Kalbimizin örsünde parlayan bir umut ki, satır satır ezberimde, sabah düşümde, gece düşümde.

Ezberimdedir, düşlerimdedir okurum, hecelerim, döne döne yazarım, güne yazarım, geceye yazarım, çiçeğe, yaprağa, buluta.. Ebrularla bezenir, suya karışır, sudan doğar, suya yazılır. İncilenir, sıralanır, yağmurla, çiğle buluşur, Dost'a kavuşur, gül.
"Gül yorgunuyum serapa, gül bekleyenim çamurdan, kilden; kırdım elimle yonttuğum onulmaz putları; yürek puthanemin kapıları ardına kadar açık. Yere çaldım, hak ile yeksan ettim Azer'e inat. Ölü çağda nefsini kendine zincirlemiş insandan kurtuldum. Yeniden inşa ediyorum kendimi, harcımı sabırla yuğurup. Gül sırasındayım, gül sancısında, gül kuyruğunun en arkasında, gül derdindeyim, gül nöbetinde. Üzerimden akan aylar ve yıllar, samanyolları, yıldızlar. Gül umanım, her dertten her bela va dikenden. Bataktan çamurdan. Gül beklerim kış ortası sarısından, kızılından.

Beyaz ki, bulutlardan damıtılmıştır rengi. Kokusu safiyet, ahde vefadır, yiğitliktir, dostluktur o, orucun kutlu rengi, göklere yükselmektir. Kutlu Mi'rac' ın yardımcısı Burak gibi. Beyaz ki; ilahilerle fethidir Mekke'nin, zaferi doğruluğun, beyaz ki barışa kanatlı. O gül, beyaz giyer eğnine renklerin en kutlusudur diye.

Kimileyin sarıdan doğar güneşin eteklerinden. Yeşilin koynundan doğar apak... Kimileyin yaprak bozarmalarından. Sarı ki, zahmet ve mihnet gülüdür o; sabrı açar, gözyaşıyla sulanır, gözyaşından iz bulur, insanlığa ağlar, insanlığa yerinir.

Bazen de al benizli bir güldür o. Kızıl ki, ateşten doğar, yürek yangınlarından, hasret korlarından, sevdalardan... İbrahim'in özge ateşinde yanar. Nemrud'a inat kül yerine yine gül olur.

Gül ki doğuştur, merhabadır.
Seherde kavuşulan
Bir açılış koklanış..
Bir ürperti, dalgalanış
Çiğ damlasıyla gözyaşına garkoluş
Gül ki daüssıladır, Kabe eşiği
Kervanların taşıdığı bir coşku
Bir yöneliş ışığa.
Bir gidiş Dost'a..
İbrahim'in ahından doğma.
Nemrut ateşini söndüren o gül.
Gül ki yürek tomurcuğu
Şafağa sancılı kanayan bir gül
Gül ki doğuştur, merhabadır
Yeryüzünün müjdesi, hayra açan gül

O gül ki, bağbanın gözyaşlarıyla sulanmıştır. Bağban nice zahmet çekip, onu "bin gülzar"ın içinde bulmuştur. Rüzgar ona tutulduğundan beri, kokusu her yana dağılıp da akılları baştan almasın diye hep bir yöne eser. Aşkla karılmıştır toprağı. Ondan böyle sarı, böyle al aldır. Kokusu, rengi, duruşu bir başka haldir.
Ben de o gülün tutkunu oldum nicedir. Katmer katmer gül sabrının ince teline tütündüm. İmbiklerden geçip damla damla aktım, süzüldüm ter oldum alınlarda. Gül sabrının sınavında sınandım, denendim, terledim, sorgulandım, azad edildim. Onun çağrısıyla sermestim, onun çağrısıyla ağız ağıza dolu. Onun çağrısıyla gemi azıya almış. Gülle gülmekteyim ben dostlar, gülle ağlamakta...

Dolaştım ülke ülke, dağ dağ, deniz deniz aradım. Çağırdı düşlerimde açıp kollarını, çağırdı "Gel"lerle. Elif elif dalıyla, mimle mühürlenmiş dal üste gül. Gel'lerle karışmış, mimlerle durur ayakta 'dal dal' gül.

Ben de o gülün tutkunu oldum nicedir. Çağrısıyla uyandım üçyüz yıllık Ashab-ı Kehf uykusundan. Emekledim, el yordamı yürüdüm, yitirdiğim zamanlara hayıflanmadan, geriye bakmadan hiç, çıktım yarasa ötüşlü yosunlu mağaramdan, kurtuluşun fenerleriyle yıkandı karanlık sularım, çağrılarla inledi kulaklarım sayısız çağrı ve ünlemelerle. Zaman yitkini biriydim, emekledim süründüm, ben de o gülün varamadan eteğine uyandım.

Biz gül vurgunuyuz, düşmanımız çoktur; biz dostluğa gideriz onlar ayrılığa, bizi bize kırdırır fitne ve fesad ehli. Biz güle gideriz, yüreğimiz dopdolu. Güle gideriz aşkla hararetle, içimiz dışımızla. Bedenimizi yele verip ruhumuzla... Gül yolcusuyuz biz."

Dervişin son sayfası, uçuk saman rengiyle bir iç yangınından arta kalan solgunlukta ve yanmışlıktaydı. Gül vurgunu o dostu arayış yolculuğunda bir menzile varmış mıydı, gülü bulmuş muydu, bilmiyorum. Ama yüreğimdeki gül şimdi kitabın sayfalarından doğuyordu. İşte elimde, avuçlarımdaydı.

Sevinç ÇOKUM