Konu Başlığı: Dünyanın yaşanan üç günü Gönderen: Hadice üzerinde 12 Kasım 2010, 09:56:06 Dünyanın yaşanan üç günü
Üç günlük dünya deriz... Dün, bugün ve yarından oluşan üç gün... Yarına girince yarını bugün yapıp, iyisiyle-kötüsüyle bugünü yaşayıp, düne gönderiyoruz. Kaybettiklerimizle, kazandıklarımızla, payımıza düşenlerle bir günü daha uğurluyoruz. Ama, eğer daha çok kazanmak istiyorsak, kaybettiklerimizin ardından fazla ah edip, üzülmemeli, yeni kazançlar için harekete geçmeliyiz. Şöyle bir söz vardır. "Güneşi göremedim diye üzülürsen, yıldızları da göremezsin." Geçmişimizde önümüze pekçok fırsatlar çıktı, bir çoğunu değerlendirmesini bilemedik. Başarısız olduğumuz, yokuşlarda kaldığımız, kapıların yüzümüze kapandığı zamanlarımız oldu. Yani, güneşi göremediğimiz zamanlarımız oldu. Ama şu an elimizde, ortamımızda yıldızlarımız var. Geçmişimizde kaybettiklerimize üzüleceğimiz yerde elimizdekileri, bugünümüzü değerlendirmeliyiz. Aksi takdirde yıldızları da göremeyiz. Dünlerin acılarını hatırlamak ya da gelecek yarınlara ümitsiz ve kuşkulu bakmak yerine, içinde bulunduğumuz bugünü en verimli hale getirip düne göndermeyi başarmalıyız. Dün geçti, yarın da henüz gelmedi. O halde barizim uzun ömrümüz, içinde bulunduğumuz şu saatlerimizdir. . Elimizde yalnızca içinde bulunduğumuz şu bir günümüz vardır. Güneşin doğmasıyla başladı. Her doğan yeni günde temiz ve yeni bir sayfa açıldı önümüze. Güzel hasletlerle, hayırlı işlerle yazılmayı bekleyen yeni bir yaprak... Ve gün batımında o yaprak, iyisivle kötüsüyle yazdığımız o yaprak, âhirette bize gösterilmek ve hesaba çekilmek üzere kaldırıldı. Ertesi gün yeni bir sayfa ve yeni işler başlayacaktır. Kimbilir vakitlerimizi nelerle, kimlerle geçirdik şimdiye kadar ve temiz yaprakları kimbilir nelerle doldurduk. "Geçmişin acıları" dedik. Bizleri en çok üzen, bize en çok acı veren ve bugünümüze yiyip kendimizi yıprattı ğımız olaylar, genelde geçmişte yaptığımız yanlışlar, kırdığımız gönüller ve işlediğimiz günahlar oluyor. Aklımıza getirip getirip adeta kendimizi yiyoruz. "Geçer sene niçin şu günahı işledim. Geçen gün niçin onun gönlünü kırdım, falana niçin böyle söyledim" diye yakınıyoruz. Vicdan azaplarımız vurgulamalarımızla kendimizi yıpratıyoruz. İşlediğimiz hatalardan dolayı, ya da bize karşı hatalı davranan dostlarımızın kışlarından, bizi kırmalarından dolayı günümüzü boşa geçiriyoruz. İzzet-i nefsimize indirilen küçük darbeler, saygısızlıklar, şahsiyetimizin incitilmesinden doğan acılar aslında kederlerimizin büyük bir çoğunluğunu teşkil ediyor. Bizler de alıngan insanlar topluluğu olup çıkıyoruz. Geçmişimiz çok hatalı, günahlarla dolu geçti. .Ama hatalarımızı tevbeyle ter temiz hale getirebiliriz. Tevbe, insan psikolojisini, vicdan azabı çeken insanın manevî halini ne güzel düzeltip, rahatlatıyor. Bizi kıranları, bize karşı hatalı davrananları da affederiz, biraz anlayışlı hoşgörülü, geniş yürelkli şahsiyetler oluruz, olur biter. O halde, nedir geçmişimizden günümüze taşıdığımız acılar, mutsuzluklar? Geçip giden dünlerdeki kötü olayları habire düşünüp kendimizi üzmeye, günümüzü mahvetmeye ne lüzum var? Geçen dünleri düşünerek, bugünü kaybetmeye değer mi? Andre Moris şöyle diyor: "Hayat çok kısa olduğu için değeri büyüktür. Bu sözlerin birçok acı tecrübelerde bana yardımı olmuştur. Önem vermeyip, unutmamız gereken küçük şeylerin, bizi alt üst etmesine çok kere izin vermekteyiz. İşte bu dünya üzerindeyiz. Birkaç günlük ömrümüz kaldı. Bir daha yerine gelmeyecek birçok saatleri ziyan etmekteyiz. Bir sene sonra bizim ve herkesin unutacağı dertleri düşünüp duruyoruz. Hayır. Hayatımızı değerli işlere ve teşebbüslere, büyük fikirlere, hakiki sevgilere adayalım!.. Gerçekten de hayatımız kısa olduğu için değeri büyük. Altmış yaşına kadar sağ kalabilenler varsa onlar bile kısalığından şikâyet ederler. Aslında faydalanmak için uzun bir süredir, ama dünyaya dalanlar için gayet kısadır. Üstelik bir milyar senelik ömrümüz bile olsa, sonsuzluğun yanında hiçbir sayının kıymeti kalmıyor ve yine de bir milyar sene bile kısa kalıyor bu durumda. Kısa bir ömrün sonsuzluğu kazanmaya vesile olacağını bilen insanlar, hayırların peşinden koşuyorlar. Özellikle biz inananlar, bu kısacık ömrümüzde yaptıklarımızla sonsuz cenneti satın alma mücadelesi veriyoruz. Bunu gerçekten istiyorsak yılları değil de, günlerin ve saatlerimizin, hattâ saniyelerimizin hesabını iyi tutmamız gerekiyor. Ömür sermayemizle âhiretlik alış verişler yaptığımıza göre, sonsuz cennete aday olmak anlamında şu an burada yaptıklarımızın neler olduğunu iyi gözden geçirmemiz gerekiyor. Bunun için de geçmişe fazla takılı kalmayıp, yarını da fazla düşünmeyip, bugünü güzel eylemenin yollarını aramalıyız. Unutmayalım ki geçmişimizden faydalanmanın tek yolu, geçmişteki hatalarımızı dürüstçe belirlemek, ibret almak ve unutmaktır. Dale Carnagie şöyle diyor: "Geçmişi dışarıda bırakın. Aptallara ölüm toprağının yolunu gösteren dünleri dışarıda bırakın. Yarının yükü dünküne ilave edilerek bugüne taşınırsa, en kuvvetli insanlar bile sendeler. Geleceğin, istikbalin kapılarını da sım sıkı kapayarak dışarda bırakın. İstikbâl bugündür. Yarın yoktur. İnsanın kurtuluş günü şimdidir. Kuvvetin israfı, ruhi yeis, asabî üzüntüler, geleceğini merak eden insanların ayaklarına dolaşır." Elbetteki yarınlarımız hakkında belli plânlarımız, programlarımız olacaktır. Bir idealimiz, belirlediğimiz bir hedef ve o hedefe ulaşmaya çalışma mücadelemiz olacaktır. Bu anlamda yarını düşüneceğiz. Plân yapacağız, hazırlanacağız, ama merak etmeyeceğiz. Bizlere gerisini merak etme yetkisi verilmiyor. Çünkü, biz elimizden geleni yaptıktan sonra, tüm imkânlarımızı seferber ettikten sonra tevekkül devreye girmeli. Gerisini Allah'a havale edip, yükümüzü sırtımızdan indirmeliyiz. Kendi acziyetimizle ağır yükleri yüklenmeye tahammül edemeyiz. Bir gemide gittiğinizi düşünün. Sırtınızda da valiziniz, kocaman çantanız var. Gemi de giderken o çantayı sırtımızda taşımak, boşuna yorulmak ne abes ve düşüncesizliktir. Görmüyor musunuz? Bohçacı kadınlar bile gemide, otobüste giderken bohçalarını yere bırakıyorlar. Bu dünya da bir gemiden ya da bir otobüsten farksız değil. Sonsuz kudrete yükümüzü havale edelim, Ona bırakalım. Sonucu da ne olursa olsun gönül rahatlığıyla, "hayırlısı" deyip kabul ederiz. Yani, tevekkülü hiçbir zaman hayatımızın anlarından uzak tutmayalım. Hülya Kartal |