๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 20 Mayıs 2010, 14:15:43



Konu Başlığı: Dostun Evi Gönüllerdir
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Mayıs 2010, 14:15:43
Dostun Evi Gönüllerdir

Düşmanı dahi dost bilen anlayışı dillendirenler ve bunu bir gönül düstûru hâlinde âleme tâlim ettirmeye gayret edenler dünyanın asıl varisleridir. Yunus'un bu İlâhî kaynaklı yüksek anlayışıdır ki ona ahlâkla, inançla ilgisi olmayanların bile sevgisini kazandırmıştır.

"Elif okuduk ötürü, pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş gördük, Yaratan'dan ötürü."

Kâinatta abes olan hiçbir şey yok. İyi-kötü, güzel-çirkin, dost-düşman... her şey bir saat gibi işleyen düzenin âhengi için gerekli. Dostluğun, iyiliğin, güzelliğin değeri zıtlarıyla bilinir, anlaşılır.

Kötüden, kötülükten etkilenmek ayrı şeydir, varlığına tahammül etmek ayrı şey. Kötülük, çirkinlik, düşmanlık olmasaydı yaşadığımız yurdun adı 'Dünya' değil; 'cennet' olurdu. Dünya yurdunu cennetle taçlandıracak hayatın temel şartı; iyinin kötüyle, dostun düşmanla imtihanı. İnsan, 'bir hikmeti vardır' nazarıyla bakınca, her şeyi hoş görür bir gönül genişliğine varabiliyor.

Şu zulümler, kötülükler, eziyetler, sahtekârlıklar, münkirlikler... insanlar, iyi olan zıtlarına yönelmeyi akıl etsinler diye gereklidir. Yaratılan her şeyin bir anlamı, hikmeti vardır. Sınırlı kavrayışımız, bazı sırları çözmede yetersiz kalıyor diye yanlış yorumlara düşmemeli. Bunlar bu kadar açıkken, insanlar arasındaki küçük farklılıklardan dolayı koparılan fırtınalara ne demeli? Irk, anlayış, renk, dil, meşrep farklılığından dolayı birbirine düşen insanlar 'Yunusça' duyuşu, bakışı ne kadar incitiyorlar? Kendi seçimi olmayan aidiyetlerden dolayı böbürlenmek, başkalarını hor görmek ne acınası bir erdemsizliktir. Öyleyse her kötülüğün de, menfîliğin de, tersliğin de bir hikmeti vardır.

Dünya yüzünde eğitime muhtaç, maneviyat yoksulu insanların bulunması görünürde şerdir ama ya irfan ehli eğitim erlerinin ülke ülke dağılıp bu insanların elinden tutmasına vesile olduğu için şer gibi görünen bu durum, hayırlara kapı aralıyorsa buna ne demeli?

Her kim bizi yerer ise Hak dileğin virsün ona
Urmaklığa kast idünün düşem, öpem ayağını
Kim bize taş atarısa güller nisar olsun ona
Çırağıma kast idenün Hak yandırsun çırağını

Yerilmek hem iyilik, hem şans. Yaptıkların yanlış olduğu için yeriliyorsan bu senin için büyük iyilik, büyük şans. Farkında değilsen seni kendine getirir. Meğer ben ne yapıyormuşum, der yanlıştan dönersin. Seni yanlıştan döndürene minnettar kalırsın. Yaptıkların yanlış olmadığı hâlde yeriliyorsan bu da durup düşünme, kendini tartma, hesaba çekme fırsatı verir. Demek, gizli bir kusurum var ki bu yergilere maruz kalıyorum, dersin. Hem, yerilmek o kadar kötü değil ki! Kaldırabilirsen bir tevazu penceresi açar sana. Kabarmış, köpürmüş enaniyetini yola getirirsin. Yunus'un tevazu, mahviyet ve hoşgörü anlayışına bakın ki kendisini yerene, kendisine vurana iyilikler, güzellikler düşünen bir geniş ufuk... İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârı...

Yunus, bize bir ders veriyor: Bırakın kötülük etmeyi, bırakın bir karşılık sonucunda iyilikte bulunmayı, kötülük karşısında bile iyilikten geri durmayın, diyor. O zaman, karşınızdaki sert kaya, hicabından yumuşar, kendine çeki düzen verir. Kötülük karşısında hakkı olduğu hâlde talepte bulunmayanın ecri Hak katındadır. Her gönül bu mertebeye çıkamaz. Bir hakaret karşısında, öfke, intikam hissi hemen harekete geçer. Hakaret, kötülük karşısında insanın tamamen elsiz, dilsiz ve gönülsüz bir hâl takınması üst bir ruh keyfiyetidir. Bunu dil ile söylemek nefse kolay gelir de bu durumla karşılaşınca asıl gerçek yiğit ortaya çıkar.

Nice büyük büyük mevki sahibi görmüşüz ki kendilerine yönelik bir tavır karşısında hemen savunmaya, hatta hücuma geçmişlerdir. "Dövene elsiz, sövene dilsiz" bir gönül yüceliği uzun çile merhalelerinden geçen gönül ehline bağışlanır. Gönül ehli, Kur'ân ahlakıyla ahlaklanmıştır ki "Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu görürsün." (Fussilet-34) âyetinin sırrına ermişler.
Kötülüklere kötülükle karşılık vermek kötülüğü azdırır; hâlbuki iyilikle savmak kötülüğün canına zehir olur gider. Kötülüğün en büyük azdırıcısı yine kötülük değil midir; oysa iyiliğin saltanatı etrafa yayıldı mı kötülük süklüm püklüm olur.

Giderdim gönlümden kini, kin dutanın yokdur dini
İy yarenler ben bu sözü Ulu'dan işitdim ahi

Yunus'un beslendiği kaynaklar, Kur'ân ve Efendimiz'in sözleri. Bütün şiirlerinde bu iki temel kaynağın ışıltısı hiç eksik olmaz. Yunus, kendinden konuşmaz. Onun sözlerindeki parıltılar İlahi güneşten. Ama Yunus'umuza da güneşi yansıtacak bir cevher bağışlanmış. Bu cevher olmasaydı, "Ete kemiğe büründüm, Yunus gibi göründüm." sırrı inkişaf etmezdi. Her insan etten kemikten oluşmuştur; ama her insan Yunus misali sese, soluğa, derin nefese sahip değildir. Yunus "Ey yarenler, bu sözü Ulu'dan işitdim." diyorsa sen bu söze bütün varlığınla boyun eğ. Ve Yunus sözleriyle davranışlarıyla Ulu'dan beslendiğine göre onun sözlerine itibar et.

Ayın ışığı güneşten. Güneş nazar etmez oldu mu ayda ne ışık kalır ne nur. Yunus, güneşten besleniyorsa ışığı nice asırlara kandil. Yunus bize "Giderdim gönlümden kini, kin dutanın yokdur dini." diyor. Bu kadar ağır diyorsa kin ile yaşamanın ne büyük felaket olduğu anlamalı insan. Kin, kahredici bir ateştir. Damarlara yürüyünce insaf, vicdan sağduyu kayıplara karışır; çünkü kin şeytani bir hastalıktır. Benlik damarlarını köpürtür, intikam, hesaplaşma duygusuyla insanın dengesini bozar. Bütün güzel duyguları kendi karanlığında boğar.

Kin tutan insanda kendini sorgulama, gönlüne eğilme duygusu iptal olmuştur. Kin, hesap sordukça yatışan, sönen bir duygu değildir; aksine gittikçe katmerleşen, azgınlaşan bir yapıya sahiptir. Onun için bir inanç hassasiyeti gönlünde yer edenlerin kinle işleri olmaz. İnanç hassasiyeti; insaf, diğergamlık, hakkaniyet demektir. Sevgi, hoşgörü; kötülüğe rağmen iyilik demektir. İnanç hassasiyetiyle kin birbirine düşmandır. Biri gelince diğeri silinir, kaybolur.

"Kimseyi düşman tutmazuz ağyar dahi yardur bize."

Düşmanı dahi dost bilen anlayışı dillendirenler ve bunu bir gönül düsturu hâlinde âleme talim ettirmeye gayret edenler dünyanın asıl varisleridir. Yunus'un bu İlahi kaynaklı yüksek anlayışıdır ki ona ahlâkla, inançla ilgisi olmayanların bile sevgisini kazandırmıştır. Dünyada saptığı çıkmazlar, karanlıklar ne olursa olsun, her insan kendisine yönelen insaflı, anlayışlı tavırdan etkilenir. Yunus'un dili, yılanın bile muzırlığını hafifleten bir dil.
"Kimseyi düşman tutmazuz" sözü bir gönül yasasıdır. Bu sözü yeryüzü ücralarına yürüyüşlerinde bir kandil bilenler, inancımızın çağlar boyu biriktikçe zenginleşen, derinleşen hoşgörü ve muhabbet meyvelerinin varisleridir. Onlar, çağlarının büyük gönül mimarlarının kılavuzluğuyla bu meyvelerine en verimli şekilde sahip çıkmaya çalışırlar.

"Sözüm ay, gün için degül, sevenlere bir söz yeter
Sevdügüm söylemez isem, sevmek derdi beni boğar."

Sevgi, yeraltı madenleri gibi gönülde saklı kaldıkça, ne kadar zengin olursa olsun, bir gönlü coşturmaz, bir yaraya merhem olmaz. Sevginin tezahürleridir ki insanlık vasfımızı zenginleştiren, renklendiren. Sevgiden anlayanlar için bir bakış, bir tebessüm, bir söz yeter; ama insanlık bahçesinde, rengârenk çiçeklerin açması, meyvelerin olgunlaşması sevginin bin bir tezahürüne bağlı. Ne kadar yüce, zengin de olsa, her yürek sevgiye muhtaç. Her yürek kendisine duyulan sevginin ilanına müştak.

Yunus, sevgisini söylememeyi bir dert olarak görüyorsa, bu dert en çok da bizde var. Bir gurur, çekinme meselesi yapıp sevgimizi izhar etmemenin faturası, bütün ağırlığıyla bize geri dönmektedir. Hâlbuki gönüllerin birbirinden ışıklanması, bu ışığı çoğaltarak İlahi sevgi göklerine kanatlanması, bu izhar edişle olacaksa bunu perdelemeye ne hakkımız var? Sevgi paylaşıldıkça çoğalıyorsa onu paylaşmamakla azaltmanın, yok etmenin vebalini kim üstlenecek?

Herkes, Yunus'ça bir gönül kuşanmanın sevdasına düşerse dünyanın taşı, toprağı, kuşu, ağacı, insanı birer sevgi elçisi gibi birbiriyle kucaklaşırdı. Samimi ve beklentisiz bir gönül nidası olarak "Seni seviyorum." demek insana varlığın coşkun ve huzur dolu ufuklarını açar. Kâinatın mayasında sevgi vardır. Bu sevgi sayesinde ağaç yeşerir, bulut hareketlenir, kelebek uçar, insan coşar...

Bütün varlıkların hamurundaki sevgi şifresi, ancak sevginin pazarlıksız, karşılıksız izharıyla çözülebilir. Sevgisini söylemek, karşısındakinin ne kadar katı olursa olsun, gönül kapılarını insani hasletlere açmaktır.

"Ben gelmedüm daviyiçün benim işüm seviyiçün
Dostun evi gönüllerdür, gönüller yapmağa geldüm."

Sevgi, davaların en yücesidir. İşi sevgi olanın başkaca bir dâvaya ihtiyacı olmaz. Dünyadaki varlıklar arasında bir sevgi te'sis edilseydi başka davalara gerek kalmazdı. Sevgi, başlı başına bir dâvadır ve bütün dâvaların başıdır, bütün dâvaların üstündedir. Kâinatın varlığı şuur sahiplerinin, Yüce Yaratıcı'ya sevgiyle yönelmeleri içindir. Her şey, ilahi sevgi potasında erimek için seferber. Yunus'un işi sevgi. Yunus, sevgi sayesinde gönelleri kendi meltemiyle coşturdu. Yunus'un sevgisi, İlahi aşk madeninden. Şurdan anla ki bir söz asırların kulağına fısıldandıkça mânası parlıyorsa, bu söz fani bir bedenin işi değil. İlahi kaynaktan beslenmedikçe bir söz nasıl asırların yüreğine kandil olur?

Yunus, "Dostun evi" dosta layık bir letafet, bir nezafet edinsin diye kendisini bir ömrün çile ırmaklarında arındırdı, gönlünü sevgi teknesinde yoğurdu; elsiz, dilsiz, gönülsüz bir teslimiyet içinde Yüce Sultan'ın emrine ram oldu.

Bu dünyada kalmayalım, fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım, gel Dosta gidelim gönül

Bu dünyaya kalmak, bu dünyaya gönül vermektir. Bu dünyaya gönül verenlerin "öte" nasipleri kesilmiştir. Ne kadar uzun olursa olsun, faniliğin karanlığına saplandıktan sonra dünya hayatının ne kıymeti var? Yaratılışında uyum, ahenk ve birlik şuuru olan insan daha sonraları edindikleriyle kendi varlığını güzele, hayra doğru zenginleştirir. Ya da fıtratının aksine kötülükler, çirkinlikler yönünde yol alır.

Varlığında birlik, kardeşlik, dayanışma mayası bulunan insan neden ayrılık fırtınalarına esir edecek bir yöne sapar? Gönüllerimizde parlak kandiller yakan bütün Allah dostları, bizi birlik olmaya çağırıyor; çünkü birlikte İlahi rahmet, bereket, kuvvet ve siyanet var. Yüce Rabbimiz, Yunus'ların, Mevlâna'ların, Bediüzzamanların gönlüne hoşgörü tohumları serpti de bu gönülleri, asırları derin soluklarıyla selametli bir inanç atmosferinde birleştirdi ve devir devir biriken, zenginleşen inanç meyveleri yeni zamanların süzülmüş tabiatlı yüreklerine dünyanın köşe bucaklarına sevgi nefhaları taşıma şuuru kazandırdı.

 M. Said Türkoğlu