๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 05 Eylül 2010, 02:52:30



Konu Başlığı: Cezanın cinsi
Gönderen: Zehibe üzerinde 05 Eylül 2010, 02:52:30
Cezanın cinsi

 Nice zalimler vardır; aslında kendi nefislerine zulmettiklerinden habersiz bir şekilde, ömürleri hep zulümle geçer...

Hele imana, Kur’ân’a ve İslam’a düşmanlığı ömürleri boyunca terk etmemiş; ve zulümlerden bu en büyüğünü yapma uğruna “zulmün önderleri” derekesinde bulunabilmiş ‘ileri zavallılar’?... Öyle büyük tahriplere yol açmışlar, öyle gönülleri kanatmışlardır ki; nice vicdanların ahına ve nice mahlukatın da feryadına sebep olmuşlardır böyleleri.

İşte bu zavallılara ve takipçilerine, o suçlarının karşılığı olarak -daha bu dünyada- verilebilecek cezaların en büyüklerinden birisi; insana, “Muntakîm Rabbim, sen nasıl da Hakîm ve Âdilsin” de dedirten bir cezadır ki, onunla nasıl da rahatlar insan o zalimleri hatırladıkça...

Yani, gün gelip de; “Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da te'yid ve takviye eder“ (1) sırrı hükmünü icra ettirince, bir bir hizmete koşturulurlar ya bunlar... Ve alemlerin Rabb’i, böylelikle bazen zalimlerin eliyle de dinini yüceltir ya...

Hele, bazen kendi varlıklarıyla bir iman hakikatinin anlaşılmasına, veya bizzat Resulullah aleyhissalatü vesselamın ya da bir Kur’ân mucizesinin tasdikine birer vasıta kılınabiliyorlar ya o zalimler!...

İşte bu yolla, o inkarcıların bazen kendi elleriyle bu dine hizmet ettirilmeleri; onlara verilebilecek en büyük cezalardan biridir de aynı zamanda... Çünkü bunların, niyetlerinin aksine, kendi yaptıklarıyla kimi zaman inananlar için birçok hayırlı sonuca vesile kılınmaları; o niyetlerinden dolayı, kendileri için çok büyük, çok ‘özel’, ‘tam kahreden’ bir ceza hükmündedir.

Üstelik bu şekilde, din düşmanlarının dine hizmetkarlıkla cezalandırılmalarının, inananlar için başka güzel bir anlamı da bulunmakta...

“Ümmetin Firavunu” Ebu Leheb’e bakalım mesela; küfürdeki inadıyla, en başta Kur’ân-ı Kerîm’in kendisi hakkında yaptığı bedduayı doğrulatmaya, nasıl da hizmet etmiş oluyor?:

Ebu Leheb de birgün gelip “Ben de Müslüman oldum” diyebilirdi. Bunu içtenlikle söylediği anda da geçmiş günahları bağışlanır, anadan doğmuşçasına tertemiz bir şekilde yeni bir hayata başlardı.
Tabii ki, o zaman, Kur’ân’ın Ebu Leheb hakkındaki haberi—hâşâ—asılsız çıkmış olurdu.

Lâkin Ebu Leheb, bu sûrenin inişinden sonra on beş sene kadar daha kâfir olarak yaşadı ve kâfir olarak öldü.
Pek garip ve ibret verici bir durumdur: Ebu Leheb’in elinde, Müslüman olmak suretiyle Kur’ân’ın bir haberini yalanlamak ve kendi bâtıl iddiasını ispat etmek imkânı vardı.
Fakat o kâfir olarak yaşamak suretiyle Kur’ân’ın haberini tasdik etti. (2)

Böylelikle o “Firavun”, Tebbet Sûresinin nazil olmasından sonra yaşadığı 15 yılla, bilfiil, bir Kur’ân mucizesini doğrulamış oldu şüphesiz.
Ancak, bu mucizenin tüm ‘düşünenlerin’ nazarlarına her an sunuluyor olması da, eminim ki “kendisine özel” en büyük kahredici cezalardan biri daha hükmüne geçiyor.

Ayrıca, böylesine bir mucizeye vesile kılındığının belki kendisine elân hissettirildiğini de düşündüğümüzde; bu cezanın, o zalimi kahredecek ayrı bir sonucu da gelmiş oluyor insanın aklına.

Üstelik, icraatlarına ait bu hayırlı sonuçların kendisine ayan edilebileceğinden dolayı; bir yandan, tarifi zor hislerle, kendi adıma Ebu Leheb’den intikamımı aldığıma dair rahatlatan bir duyguyu da kapılmaktayım. Diğer yandansa, o icraatlarının beni rahatlatan böylesi duyguları netice vermesinden, bu defa da bu yüzden, ayriyeten kahrolduğunu da düşünmekteyim...
Yani kim bilir daha ne hayırlı sonuçlarla, ne derece kahroluyordur o ve onun gibiler!...

İkinci bir misal; o “firavunun”, kendisinin yolunda giden “firavuncuk” oğlu Utbe’de de durum farklı değildir.

Aslında, peygamberlikten önce, Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam’ın damadı olma şerefini yaşayan bu şahıs, Nübüvvetten sonra sırf İslam’a düşmanlığından ve babasının direktiflerinden dolayı eşi Hz. Rukiyye R.anha’yı boşamış; ve küfrünü ilan etmiştir. İnkar ve zulümde babasıyla birlik olan bu Utbe, bir defasında Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam’a gelerek hakaretlerde bulunmuş, bununla da yetinmeyerek o canlar kurban Zat’ın gömleğinden çekerek yırtma terbiyesizliğini dahi işleyebilmiştir. Bunun üzerine de Efendimiz aleyhissalatü vesselam: “Allah’ım ona bir itini musallat et” buyurarak kendisine beddua etmiştir.

İşte Utbe de bu olaydan sonra yaşadığı günler adedince, tıpkı babası gibi, aldığı bedduayı doğrulayarak, Peygamberimiz aleyhissalatü vesselamın bir tasdikçisi kılınmıştır bir yönüyle!...

Şöyleki, bu olaydan sonra Utbe ticaret kafilesi ile birlikte Şam’a gitmek üzere yola çıkar.(3) Kervan Şam yolu üzerinde bulunan Ğadıra Vadisinde geceyi geçirmek üzere konaklar. Oradaki yerliler onlara, geceleri vahşi hayvanların geldiğini söylerler. Ebu Leheb arkadaşlarına, "Ey ehl-i Kureyş, oğlumu korumak için bir tedbir alın. Çünkü Muhammed ona beddua etti" der. Bunun üzerine, kafilede bulunanlar bir saf halinde dizilirler ve Utbe de bu safın ortasına alınır. Develer de arka ve öne yerleştirilerek bir kalkan oluşturulur. Ancak gece bir aslan gelerek develerin arasından geçer ve Uteybe'yi parçalar. Diğer bir rivayette de, kâfilede bulunan Hebbar bin Esved şöyle der: “Gece bir arslan develerin arasından gelerek sıra ile herkesi kokladı. Sıra Utbe’ye geldiğinde onu pençeleri arasına alarak parçaladı.”
 
Bediüzzaman Hz. de, Mucizât-ı Ahmediyye Risalesinde, bu olayı şöyle nakleder:

“Utbe İbn-i Ebî Leheb hakkında şöyle beddua etti:  “Allahümme sallit aleyhi kelben min kilâbik”, Yani: "Yâ Rab! Ona bir itini musallat et." Sonra Utbe sefere giderken, bir arslan gelip, kafile içinde onu arayıp bulmuş, parçalamış. Şu vakıa meşhurdur. Eimme-i hadîs, nakl ve tashih etmişler.” (4)

Yani Ebu Leheb’in oğlu da, tıpkı babası gibi; küfürdeki ve zulümdeki inadının şekillendirdiği yaşantısı ve bu hal üzere olan ölümüyle, doğruluğunu yalanlamakta olduğu kendi hakkındaki “fermanı”, tasdik etmiş olur!...

Bunlar, yalanladıkları Zat’ın aleyhissalatü vesselam’ın doğruluğuna, aslında o inkarları ve yalanlamalarıyla şahitlik etmiş olurlar böylelikle!... Zira yalanlamada ileri gidenler, hem de o yalanlarıyla, parlak ve kuvvetli bir tasdike vesile kılınırlar çoğunlukla.
Bu en feci cezalardan biri değil midir böyleler için?

İşte bu yüzden, “Cezanın amelin cinsinden olması” kaidesinin, din-i İslam’a sağladığı faydalı sonuçları yanında, mazlumu ve mağduru hissen rahatlatan ayrı bir yönünün bulunduğunu da şahit oluruz.

Yusuf’ları kuyulara atanlara verilecek en büyük cezalardan birinin, o Yusuf’ların Mısır’a sultan kılınmalarında bulunması gibi; Yusuf aşıklarının bu neticeden aldıkları huzurun da, aynı zamanda, o zalimlere ayrı birer şamar olduklarını da görürüz!...

Özellikle de asrımız Müslümanlarına uyguladıkları zulümleriyle ünlü nice hainlerin ve ‘modern Ebu Leheblerin’ –ve bunların takipçilerinin-; kimi zaman hikmet-i İlahi iktiza ettikçe, kendi şerlerinin, inananlar için nasıl da hayırlara dönüştüğünü gördüklerinde kahırlarından çatlamaları çok anlamlıdır işte bunun için...

Üzerinden yarım asır da geçmesine rağmen, sıkıntılarla ve maruz kalınan zulümlerle tamamlanmış bir ömürden yeşeren tohumların, çok şükür artık ağaç, hatta orman olmaya durmalarına bakarak; “öyle bir zulmün faillerine de, işte böyle bir ‘ceza’ ayriyeten gerekiyordu”, demekten kendimi alamıyorum bunun için. Zamanında Allah için gösterilen gayretlerin ve çekilen çilelerin, her meşrepten müminler arasında nasıl da bir uyanışla ve dirilişle netice verdiğini, ayrıca bu sonuçlardan dolayı duyulan mesruriyeti de gördükçe; nazarımda, o çileyi çektirenlerden bu yönleriyle intikamımızı da –şimdilik- almış oluyoruz böylelikle...

Ve madem mukaddesatı yok etmeye çalıştınız ve çalışıyorsunuz; işte bakın, cezanız amelinizin cinsinden çok şükür: O icraatlarınızın neticesi işte milyonlar imanlı gönüller!, hadi kahrolmayın elinizdeyse, diyoruz!...

Kaynakça:
1-Buhari-Cihad Bl.181; Müslüm-İman II.Bl.178; Sözler,Envâr Neşr.,İst.2007,s.473.
2-Ümit Şimşek,“Bir Kur’ân Mucizesi”, http://umitsimsek.blogspot.com/2006_01_01_archive. html
3-Tefhim-ul Kur’ân’da, bu kişinin Ebu Leheb’in diğer oğlu Uteybe olabileceği belirtilmektedir. Bkz. Tefhim-ul Kur’ân, Tebbet Sûresi.
4-Mektubat, Envâr Neşr. İst.1989, s.147.

MUSTAFA KURT