๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mayıs 2010, 18:07:39



Konu Başlığı: Çatılar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 19 Mayıs 2010, 18:07:39
Çatılar

Hani, hepiniz bilirsiniz; bazı Türk filmlerinde şahit olduğumuz vaatler vardır: “Seninle evleneyim, yeşil bahçeli, pembe panjurlu, kırmızı kiremitli evlerde oturtacağım…” Bu vaatteki hayâl, bahçeli, panjurlu, kırmızı çatılı, küçük ama kocaman mutluluklarla dolu bir evdir, yuvadır...

Kasnağa gerilmiş zihnimize, görünmez iğnelerle görünmez nakışlar vurup, tadı damağımızda kalan hayalleri kurdurarak, türlü ziyafet çekmek, güzel şeydir aslında. Kaf dağının ardındaki ulaşılmazlar da olsa güzeldir. Hayâllerin her çeşidi gibi, konumuzdaki hayâl de...

Lâkin gerçekleşmesi muammalı olan bu Türk filmi vaadindeki tarife uygun tipte evler var mıdır bilemiyorum? Belki bahçesi yeşil, panjuru pembe (veya ne renk arzulanıyorsa) küçük ev bulunabiliyordur da, kırmızı kiremitlisi bulunabiliyor mudur, açıkçası tereddütteyim...

Geçenlerde eski resimler geçti elime. Bir konuda araştırma yaparken, tevafuken bulduğum kırklı yıllardan kalma birkaç şehir manzarasıydı bu. Uzun uzun seyrettim... Eski bir dostumla hasbıhâl edercesine baktım, baktım... Aman Allah’ım... O ne sükûnet, o ne huzur, o ne âsudelikti... Resim siyah-beyazdı; ama tam hayalimdeki manzarayı aksettiriyordu. İstediğim renklerle tasavvur ettiğim bu eski zaman işi fotoğraf, gravür resimler gibi bol gölgeli, bol ağaçlıydı.

Göğe, fısıltıyla ilân-ı aşk eden nazlı servilerin arasından, toprak damların da kendini gösterdiği, çoğu oluklu kiremitle kaplı, insanı kıskandıracak bir beraberlik sergileyen bir dizi güzellikti. Birlik-beraberlik, sadakat duyguları taşıdığına inandığım bu doyumsuz tabur, ben diyeyim omuz omuza verip Abdurrahman Halayı çeken Yiğidolardı; siz deyin Çayda Çıra oynayan mum kokulu Gakkoşlar... Göç mevsimindeki üveyiklerde olabilirdi, turna katarı da... İntizam mevcuttu, saygı mevcuttu.

Eskiye olan hasret duygularım mı galeyana geldi bilemiyorum; ama eski ile yeniyi kıyaslamaya başladım ister istemez. İyice incelediğim sararmış fotoğraf karesinde, usta müteahhitlerin eline verilip, “Hakkımıza kaç kat düşer?” sorusuna muhatap olmuş, yerinde yellerin estiği, nice hatırayı bağrına gömmüş, şimdilerde izi bile bulunmayan yuvalara, kırmızı çatılara takılı kaldı gözlerim...

Taş, demir, beton yığınına tercih ettiğimiz evlerimizin, konaklarımızın kareye sindiği gün gibi aşikâr olan, öyle asil, öyle vakur bir duruşu vardı ki... Görmenizi isterdim. Ya o çatılardaki asalet? Hangi cani düşüncenin esiri olarak gözümüzü evvela çatıya, sonra tabiata çevirdik? İlk kiremidi koyulduktan sonra, nice kuşu arıyı, börtü böceği, hanedan yerin hanımefendisi gibi koruyup kollayan, kuş evlerine hamilik yapan yere, nasıl vefasızlık ettik? Aklım almıyor!

Gün geldi, saat çattı, o asil, o utangaç, isyan inat bilmeyen, başı yaşmaklı Anadolu gelini gibi utangaç duran çatıya çıktık, radyo dedik, televizyon dedik, anten dedik ve ukalâca didik didik edip, o vakur duruşuna hıyanette bulunduk.

O sırma saçlarının orasına burasına, adına anten dediğimiz, çeşitli madenî tellerden oluşmuş, çirkin bir taç taktık. O da yetmedi, her gün ayrı bir adla karşımıza çıkan, bilmem kaç ülkenin bilmem kaç kanalını ayağımıza getirerek ilmimizi irfanımızı artıran(!) çanak antenlerle o çirkinliğe daha da fazla katkıda bulunduk. Hepsinden önemlisi, en büyük kötülüğü yapıp o gelinin mizacını bozduk, utangaçlık kisvesini sıyırmasına sebep olduk.

***
Bir gün elinize unutulmuş eski bir fotoğraf, ya da mecmua köşesinde büzülüp kalmış bir resim geçerse, lütfen dikkatlice bakınız. Hiçbir madenî objenin, telin, ısıtıcı depolarının vs. yer almadığı, servi hışırtılarının kulağınıza kadar geldiği, sükûnetin kol gezdiği kanaatine erişerek, bana hak verecek misiniz?

Ola ki elinizdeki resim size hiçbir şey ifade etmeyecek olursa, o zaman perdeyi sıyırıp, gözlerinizin alabildiği ölçüdeki, ilim irfan mekteplerinin uzantısı gibi duran tabaklı-çanaklı antenlerin kuşatmasındaki çatılara, dolayısıyla da çevreye verdiği zevksizliğe, kirliliğe bakınız. O, kırmızı fesli Anadolu gelininin aksine, cinnete ramak kalmış, âsi gençliği temsil eden bir yeni yetme ile karşılaşırsanız sakın ola şaşırmayasınız... Çünkü birçok değerli varlığımız gibi, kırmızıya bürünmüş güzellerimiz, yani çatılarımız çağa ayak uydurarak, veda bile etmeden yok olmuş, yerlerini, alıcı verici baz istasyonu adı altında, ne idüğü belirsizlere bırakmışlardır...

Ben o, akik taşlarla bezeli başlık giymiş güzelleri, taklit takıya bürünmüş kumaların gelmesiyle yitireli çok oldu. İçinizden gören var mı?

 Fatma PEKŞEN