๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Makale Dünyası => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 30 Temmuz 2010, 14:05:48



Konu Başlığı: Bir gedâ kuyunun içinde hep sana yazdım
Gönderen: Sümeyye üzerinde 30 Temmuz 2010, 14:05:48
Bir Gedâ Kuyunun İçinde Hep Sana Yazdım ...

“Kerem eyle kesme kerem bi-nevâlardan
Kerem-kâne yakışır mı kerem kesmek gedâlardan”
Alvarlı Efe Muhammed Lütfî Erzurûmî Hazretleri (kds)
Ben, seni bulmak için yollara düştüm dede Aramakla bulunmaz diyordu ya o lâhuti ses? Ben, İbn-ül Arabî hazretlerinin sözünün bu tarafına pek kulak asmadım Çünkü devamında gelen “bulanlar ancak arayanlardır “sadâsına kulak verdim Galaksilerin kıvrımlarından, kelebeklerin kanatlarına kadar her zerrede hep o esrarlı ses vardı Nasıl bağlı kalırdı ki ruhum yıldızdan zincirlerle? Senden sonra Yûsuf’un düştüğü, hani senin de yana yakıla anlattığın o gedâ kuyunun içine atıldım Göklerden bir “Târık” yıldızı düştü kuyumun içine Meryem’e inen sofralara eş sofralar açıldı önüme Ezelden ebede uzanan bu sonsuzlukta, sonsuz susuzlukta cılız bir kalem kurnasından hep içtim Seni özleyince yazdım Tek yoldaşım sendin dede Ben bu gedâ kuyunun içinde bir tek ceddimiz İbrahim Peygamberin Rabbi’ne inandım Çünkü O olmasaydı ne kuyular olurdu ne Yûsûfiyeler… Çünkü O olmasaydı ne gökler olurdu ne de yerler… Çünkü O olmasaydı ne yol olurdu ne de varılacak menziller… Ben… Ben bu gedâ kuyunun içinde hep yandım dede, hep yandım
Bu gedâ kuyunun içinde yalnız göklerim vardı bir de kırık- dökük kelimelerim Her kelimede senin kokun vardı, gökteki ay senin rengin Ben her gece göğe bakıp sermest olsam da karabulutlar örtüp hazân etti bahârımı Bir ağacım kökleri gibi taşa geçmiş parmaklarım çeşme olup aktı bir bir Hangi kurnaya dayasam ağzımı daha çok susadımHangi sofra indiyese göklerden doymadım Hangi Kerem vuslat kapısına çağırdıysa beni, ben hiçlik eşiğinde kaldım Düştüm gedâ kuyusuna, düştüm gayyâ kuyusuna düştüm!Ben her atıldığımda kuyuya mahzûn kalmadım Çünkü… Çünkü düştüğüm kuyu O’nun dede Yitirdiğim her yol, kaybolduğum her yön O’nun "Bir dağ ne kadar yüce olsa bir kenarı yol olur“ demiştin ya? Ben başı dumanlı dağlara koştum kalemimle, ummâna koşan ırmaklar gibi hep aktım uzaklara Kuyuma akan yağmur sularına, yanıma uçan eflâtun kanatlı kelebeklere bakıp avucumda avundum Açan bir gül görmek istedim, gülzârları özledim, her arıya, gökte uçan kuşlara seni sordum Yaz daha yaz dedi hepsi, daha çok yol aşmalısın kaleminle, her şey ötede Gittim, dağlar vâdiler aştım ama her defasında harâmiler çıktı önüme „Dur, şurada bekle daha yol yok ileriye!“ dedilerAma ben başımı kaldırıp dumanlı göklere, galaksilerin tepesine diktim gözlerimi dede Kuytularda hep onu tespih ettim Geçtim her şeyden geçtim! Ne cân ne cânan Yalnız Rabbimi istedim Ne yazı kurtadırdı beni ne binlerce söz Benim adım ne? Hangi rüyanın tabiriyim? Bu kuyuda işim ne? Hepsini O’nun kudret elimdedir bildim, bildim
Ben Rabb’imden başka kime yanayım, içimi kime açayım dede? Geceleri O’nun rahmet salıncağında korunup uyuduğumu, gündüz O’nun merhametiyle yeniden dirildiğimi? Ben ona hep şöyle yakardım; „Ey bütün mahsun gönüllerin dermânı Ey bütün âşıkların pinhânı İncil’deki „Ahyed“ aşkına, Zebûr’daki Dâvut aşkına bize inâyet et Çöl gecelerinde ağan bir yıldız gibi toprağa girip bir fidan gibi dikileyim aşk toprağına „Bağlığında bir dikene sezâyım, sen dilemezsen ben yol yürüyemem, konuşamam, gülemem Yüreğimin puslanmış pencerelerini şefkat cilasıyla parlat Dert verdiysen Şâfiî sen, izzet ancak senin kereminledir, bizi bağışla“ Şimdi ve her zaman olduğu gibi ellerimden tut dede Bana dua buyur ki; Rabbim bir çift tatlı söze, dünya çer-çöpüne mahkûm etmesin bu âciz yüreğimi Gül bahçende bir dikene sezâyım, dûa lbuyur ki; bitsin bu gedâ kuyunun içindeki tutsaklığım, Mısır sarayında Sultan’lığa uyanayım

Ne kasabalar, ne köyler aşıyorum kelimelerimle Kâf Dağında Ankâ ile söyleşiyorum Bir an bütün sözler bitiyor ama Rabbim kalıyor sadece Sonra köpüklü ummanlara dalıyorum, deniz bitiyor, O kalıyor Kıyılara vuruyorum Üç’lerin sahilinde, onlar gidiyor, bir tek O kalıyor kimsesiz yetim yüreğimde Ben dilsiz, ben kulaksız O Sem’î, O Basîr Lâlezarımda çiçeklerim soldukça dirilten O O üflemezse ben söyleyemem, o baktırmazsa ben çöllerdeki işaret taşlarını göremem Her dem târumar edilen Sultân bahçesini O nevbahar salar diriltir O olmazsa ne dostluk kalır bu âlemde ne vefâ Kâh hüthüt gazelini söylüyor sabah yakazasında, kâh bülbül şakıyor bu gedâ kuyunun başında Bazen bir yarasa kanatlarını yüzüme geriyor heyula bakışlarla Bu da O’ndan, o da O’ndan, hep O’ndan
Ben, bir gedâ kuyunun içinde hep sana yazdım dede
Hep sana yazdım…


ALINTI