> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Bir Anne-Çocuk Hikayesi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bir Anne-Çocuk Hikayesi  (Okunma Sayısı 2806 defa)
10 Şubat 2011, 22:15:54
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 10 Şubat 2011, 22:15:54 »



BİR ANNE -ÇOCUK HİKAYESİ
Nice söz işitmişti olmadık kişilerden… Üvey ana mısın nesin, demişti biri… Ne demeye bırakıp gittin bu çocuğu!

Hani dile gelmez binbir sancıyla doğurduğu öz be öz çocuğu olmasa, bu kadar zoruna gitmeyecekti belki ama… Pek dokunmuştu bu soru yüreğine… Cevap da verememiş, şaşkınlıkla bakakalmıştı öylece…

Yıllarca hep, sıkıntısını yaşamıştı anneliğin… Öyle tadına vara vara çocuk büyütememişti. Kâh geçim derdi, kâh kendi iç buhranları sebebiyle, hep buruk ve problemli geçmişti yıllar…

Arasıra çocuğuna bakar, içlenirdi… Üzerinde, çocuğuna ait ne de çok hak bulunduğunu düşünerek ürperirdi. Belki de bu nedenle, bir arkadaş gibi, karşılıklı oturup konuşabilecek yaşa geldiği günden beri, sık sık, çocuğuyla helalleşir, onu büyütürken göstermiş olduğu gayri ihtiyârî ihmaller için, ondan özür dilerdi.

Doğrusu, geçen süre içinde, çocuğuyla ilgili bir şeyler hissedecek hâli bile olmamıştı. Kendi annesi bile, onun bu durumunu tuhaf bulur, “sen ne biçim annesin Allah aşkına!?”, diyerek, zaman zaman tepki gösterirdi. Ama annelik icâbı kızına kıyamaz, onun bu vaziyetini, prelaktin hormonunun düşüklüğüne bağlardı. “Evet evet, sende kesin prelaktin hormonu düşük. Geçen gün bi programda duydum, doktor dedi ki, prelaktini düşük olan hanımlarda, annelik duygusu zayıf oluyormuş…”

Hâsılı, kendisi dışında bir çok kişi, çocuğuyla ilgili tarzı için onu yadırgamış ve suçlamıştı yıllardır… Kendisinin ise, ne kendini, ne de başkasını yadırgamaya hâli olmamıştı…

Çocuk ona, “anne, sen bu dünyada en çok kimi seviyorsun?”, diye sorduğu zamanlarda, tıkanıp kalmış, kalbini yoklamış, yalan da söyleyememiş ve sadece acı acı gülmüştü senelerce… Çocuk, sorusunun cevabı acı bir gülümseyiş olunca, çok tabii olarak üzülmüş, yalandan da olsa, “en çok seni seviyorum!”, sözünü duyup, rahatlayamamıştı. Çünkü anne, çocuğuna karşı bir defa bile yalan söylememişti ve eğer ona “en çok seni seviyorum” derse, yalancı olacağını hissetti…

Çocuğunu bırakıp, defalarca başka yerlere gitmişti. Bu gidişlerinin hiçbiri keyfi gezmeler değildi ama, çocuk ruhu bunu nasıl anlayabilirdi? Bir zaman, kendini bulmak için… Bir zaman da gerçekten gözü, evini, çoluk çocuğunu görmez olduğu için… Kendini sık sık yapayalnız bir yerlerde bulmuş, herkesten kaçarak, bir sevdânın peşinde koşmuştu.

Çocuğu nereye bıraktın, diye soranlara, Allah’a bıraktım, cevabını verir, bu hâliyle çokça da tepki alırdı. Dostluğu sadece bir kabuktan ibaret olan bu insanların, kendisini her fırsatta suçlamaya hazır tavırlarından hoşlanmadığı için, onların tepkilerine karşı da, son derece rahat davranırdı. Zira bu yadırgayanlar, ona çocuğu hususunda bir defa bile yardım teklif etmeyen kişilerdi. Sanki bu yabancılar karşısında, Allah ile böylesine dost olmaktan da, ayrı bir haz duyar gibiydi. Zira onlar, çocuklarını hiç bırakmazlardı ama…Çocuklarını bırakacak bir Allah’ları da yoktu. Onlar, “Allah’a kaldıysa işimiz” diyen, işini O’na bırakmayı istemeyen kişilerdi. E durum bu olunca da, küçücük bebeğini Allah’a bırakan bir anne, onların gözünde, kesinlikle bir üvey anne oluyordu.

Çocuk, beş – altı yaşlarında, bolca küfür öğrendi. Onun küfürlü konuşmalarından ötürü de yine anneyi suçladılar. Anne, sahip çıksaydı çocuğuna, hiç o kötü lafları öğrenir miydi çocuk? Ama unuttukları bir detay vardı: Bizimki bu küfürleri, o anneleri tarafından hiç ihmal edilmeyerek büyümüş olan, abisi yaşındaki diğer çocuklardan öğrenmişti. Bu çocuklar, kendi aralarında ayıp konuşmalar yapar, anne ve babalarının yanında ise, pek terbiyeli kesilirlerdi. Bizimkinin, yaşı küçük, kendi de pek saf olduğu için, öğrendiği küfrü gizlemeye ihtiyacı yoktu. Çünkü zaten, söylediğinin anlamını kavrayacak yaşta bile değildi. Hasılı, her küçük çocuk gibi, küfür etmek onun için, anlamını bilmediği, yeni birkaç kelimeyi tekrarlamaktan ibaretti. Bir dönem devam etti ve geçti…

Anne bu arada, kendisiyle uğraşmada olduğu, kendince çok daha derin dertlere boğulduğu için, çocuğunun bu halini dert gibi görmezdi. Hani, beterin beteri vardır derler ya, sanki anne, en beter sıkıntının içindeydi de, çocuğunun hali ona, kendi haline kıyasla, nimet gibi gelirdi.

Ne zaman biraz aklı başına gelir gibi olsa, o zaman da, benim mi canım, senin o, der… Çocuğunu yine Allah’a bırakırdı. Onu bana emanet ettin, benim durumum da malum… der, bu sözlerle rahatlar ve çocuğuna dair tüm endişelerden kurtulurdu.

Yapı itibarıyla hareketli olan çocuğu, iki yaşında kaydıraktan düşüp de kol kemiğini çatlattığında, onun için üzülmemiş, “iyi ki de bizim çocuk düştü, ya bana emanet edilen şu çocuklardan biri düşeydi, ne yapardım” diyerek, şükretmişti.

Sık sık, kendi halinden kederlenir, “benim kendi başıma bile sözüm geçmiyor Allah’ım! Bu çocuğu sen eğit! Bu çocuğa sen öğret! Bana bırakma ne olur!” diyerek dua ederdi.

Zaten, ilk dönmeye başladığı bebeklik dönemlerinde de, sık sık yatağından düşen çocuğu için, “eğer bana kalsaydı, çoktan ölür ya da sakat kalırdı bu yavrucak… Bunu Allah koruyor” der, gülümserdi.

Bir sabah, çocuğunu okula uğurlamak için uyanmıştı. Bütün gün dışarıda olacaktı ve onu, okul dönüşü yine evde karşılayamayacaktı. Beslenme çantasını hazırlarken, evde hiç ekmek olmadığını fark etti. Çocuk bütün gün okulda olacaktı ve ona, doyurucu bir beslenme hazırlamak gerekirdi.

Dolapta bulduğu biraz bisküvi ile birkaç çikolatayı beslenme çantasına koyduktan sonra, su şişesini de doldurdu ve çocuğuna:

- Yavrum, unutturma da, sana poğaça parası vereyim. Bunlar karın doyurmaz, kantinden poğaça alır yersin, tamam mı, dedi.

Çocuk, tamam demişti demesine ama, tam o sırada okul servisi geliverince, o telaş arasında, para unutuldu. Çocuk gidip, anne evde kaldığında, aklına, ona para vermediği geldi. Yıllar sonra ilk defa, işte tam o sırada, farklı bir his kapladı içini…

Bu his, iç yakan bir acıydı. Senelerce, farklı sebeplerle çok defa içi yandığı için, yabancılık hissetmedi. Bu, pek tanıdık bir histi. Farklı olan, bu hissi ilk defa çocuğu için duymuş olmasıydı.

İçi, çocuğunun aç kalacağı endişesiyle, öylesine yandı ki, gözleri, bu yangını, gözyaşlarıyla söndürmek istercesine coştu. Hayret ediyordu ağladığına… “Belki de artık, anne gibi hissetmeye başladım” dedi içindeki şaşkın ses…

Ve bu sesi umursamayan bir başka ses, içli bir duaya koyuldu: Gözlerinde yaşlarla, şunu diledi Rabbinden anne:

-Allah’ım, ben yine kötü bir emanetçi oldum. Bak, emanetine, karnını doyurması için para vermeyi unuttum. Ne olur, onu sen doyur! Allah’ım, çocuğumu sen doyur! İşte, emânetin için emân diliyorum senden! Kimselere bırakma Rabbim, onu sen doyur!

Evden çıkarken, gelince yemesi için bir şeyler hazırladı ve şöyle bir not bıraktı tabağın yanına:

- Yavrum, sana poğaça parası vermeyi unutmuşum. Ne kadar üzüldüm bilemezsin. Çok acıktın değil mi? Hadi ye bunları da, doy bir tanem… Seni çok seviyorum… Annen…

Sonra o tanıdık rahatlık hissi kapladı yine her yanını. Sanki az önceki yakıcı ateş birden bire söndü ve içi kaygısız, şen bir kır yerine dönüştü. O andan itibaren, çocuğunu ikinci bir defa düşünmedi. Zaten buna vakti de olmadı.

Akşam olup da eve geldiğinde, kapıda çocuk karşıladı onu her zamanki gibi… Selamlaştılar, hal hatır ettiler… Mutfak tezgahına bakıp da, tabaktakilerin yenmediğini görünce, sabahki konuyu hatırladı anne…

-Oğlum, notumu aldın mı, diye sordu…

-Evet anne, dedi çocuk gülümseyerek… Notu almış ve pek mutlu olmuştu…

-Ama hiçbir şey yememişsin, bari beslenmeni bitirdin mi, diye sordu anne…

-Hayır anne, duruyor, dedi çocuk….

-Ama neden, deyince anne, çocuk şöyle cevapladı:

-Bilmem ki anne, bugün hiç acıkmadım…

Bu cevabı duyar duymaz, gözleri yaşardı annenin… Çocuk, niye ağlıyorsun anneciğim, dedi endişeyle… Anne, yavrusunun gözlerine baktı ve şunları söyledi:

-Yavrum! Bu sabah, senin bütün gün aç kalacağın düşüncesi içimi öylesine yaktı ki, Allah’a yalvardım. İşte şimdi sen, “bugün hiç acıkmadım” deyince, içimden bir ses bana:

- Ah benim unutkan kulum! Sen onu bana bırakmadın mı? Benden onu doyurmamı dilemedin mi? dedi. Bu sesi duymanın sevincinden… Ve böylesi bir rahmet karşısında duyduğum mahcubiyetten ağlıyorum yavrum…

Neslihan NUR TÜRK
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bir Anne-Çocuk Hikayesi
« Posted on: 23 Nisan 2024, 22:56:52 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bir Anne-Çocuk Hikayesi rüya tabiri,Bir Anne-Çocuk Hikayesi mekke canlı, Bir Anne-Çocuk Hikayesi kabe canlı yayın, Bir Anne-Çocuk Hikayesi Üç boyutlu kuran oku Bir Anne-Çocuk Hikayesi kuran ı kerim, Bir Anne-Çocuk Hikayesi peygamber kıssaları,Bir Anne-Çocuk Hikayesi ilitam ders soruları, Bir Anne-Çocuk Hikayesiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes