> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Aşk Sensin Ey Sevgili
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Aşk Sensin Ey Sevgili  (Okunma Sayısı 1205 defa)
20 Mayıs 2010, 17:08:38
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 20 Mayıs 2010, 17:08:38 »



Aşk Sensin Ey Sevgili

Mekke… Bir rüya mı? Eğer rüya ise ne olur uyku hâli devam etsin. Mekke ve Kâbe! Nurdan helezonlardan müteşekkil merdivenleriyle döne döne hâk katına yükselinen cazibe mekânı. Allah’a açılan sırlı bir koridor... Gözleri kamaştıran ışıkları kalplere vuruyor, yanaklar ıslanıyor. Buhur gibi binlerce selâm yayılıyor bütün şiirselliğiyle…

“Selâm sana gökyüzü, rûhuma akan ırmak
Acının toprağında filizlenen kardelen
Selâm fırtınalara verdiğim hatıralar
Doğduğun güne selâm ey mühürlü gezginim
Sen yokken dumanlıydı içimdeki yaralar”

Resûlullah sanki Kâbe’ye akan yollardan düşünceli ve mûsikî dolu bir ahenkle geliyor. Tavaf ediyor, bazen ellerinin ellerimize dokunduğunu hissediyoruz. Kimi zaman Makâm-ı İbrahim’de secde eden insanlığın yüz akı Nebi’nin başına müşrikler tarafından deve işkembesinin atıldığını görüyor, bazen ağızlarından iğrenç köpükler saçılan Allah düşmanlarının kahkahalarını duyuyoruz. Canların canı, kâinatın nûru Nebi’nin, bir gün olsun şu fâni dünyada şen yaşamadığını anlıyoruz.

Sabah namazlarında, Mescîd-i Haram’ın üstünde karanlık ve aydınlık muharebe ânında iken, sabah kuşları ümit neşideleri söylemeye devam ediyor. Anneleri namaza duran bebeklerin, tahiyyat sessizliğini bozan ağlama sesleri, aydınlık istikballer müjdeliyor gönüllere. Kuşlar, bebek çığlıkları, sükût ve dualar tavaf ediyor boyuna. Dua… Dua kesiliyor baştan başa kâinat. İnsan kozayla örülen bir kelebek gibi hafifliyor, koruma altında hissediyor kendini... Dua, durmadan büyüyor, her şeyi içine alıyor.

Ah, benim Sultanımın, canım Efendimin diyarıydı buralar. Bu topraklara kutsallık bağışlayan merhametin kalbiydi O. Ayaklarını işte şu ılık kumlara bastı. Ne bahtiyar topraktı ki öptü ayaklarını Sultanımın. Suyunu içtiğin çeşmeler öptü dudaklarını. Ellerinle dokunduğun taş duvarlara bakmaya, dokunmaya geldim Efendim. Bedevî bir topluluğu sahabe yaptığın, başlarına bir çelenk gibi cenneti taktığın yerleri görmeye geldim. Her dokunduğun kerpiçte, havadaki kuşta, izlerini koruyamamış yokuşlarda, Ebû Kubeys Tepesi’nde “Şu tepenin ardından düşman geliyor desem…” diyen bir haykırışta, her baktığım Mekkeli yüzde, Medineli bir hurma dalının yaprağında seni görmeye geldim Sultanım.

Hira Dağı’nda seni düşündüm, nasıl kıydın ayaklarına Sultanım? Kırk kusur yaşına bile aldırış etmeden, neydi seni şehirden uzağa iten? Hira Dağı’na çıkıp inerken nasıl da bitkin düştün, nasıl da yorgundun Sultanım. Mübarek ayakların kim bilir kaç bin kez kaydı taşların üzerinden. Dokunduğu her şeye hayat bahşeden ellerin kaç kez topraklara bulandı Sultanım. Ve topraklar kaç kez sevindi. Soluklarını emen hava kaç defa sevinç çığlıklarını yüreğine bastı seni rahatsız etmemek için. Alnından süzülen gül kokulu terini belki de hâlâ saklamaktadır bahtiyar kayalar. Üzerine terinin düştüğü bir kaya olmak bile mesut edecekken, yıllarca uzağında kalmak ne yaman talihsizliktir Sultanım!

A benim canım Efendim! Neydi seni uzaklara, ıssız dağlara çağıran, kayalıklardan örülü Nur Mağarası’nda inleten. Evlatlarını bile diri diri gömen baştan çıkmış bir insanlık gürûhunun, inci taneleri hâline gelmesi için en ücra yerlerde zehirden beter ıstırapları yudumlaman mı gerekiyordu? “Kendini harap edeceksin, unutma ki kalpler Allah’ın elindedir.” ilâhî uyarısına muhatap olacak kadar büyük çileleri, başkalarının yer ve gök sadetleri uğruna yudumluyordun.

Canların Canı Efendim, Nur Mağarası’na çıktım ama sen yoktun. O kutlu dağın zirvesinden senin baktığın gibi Mekke’ye baktım. Mekke yine cayır cayır ateşler içindeydi. Mekke yeniden bir doğuma gebeydi, seni çağırıyordu bir kere daha. Senin gözlerinle baktım ben de. Gözyaşlarım burnumun kanatlarından süzülürken dudaklarımda na’t-ı şerîflerle kalbimi teselli etmeye çalıştım...

“En son çocuk atılırken çukura,
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu
Ve tebessüm ederek Hira Nur dağını gösterdi
Melekler süslüyordu Hira’yı,
Efendisine hazırlanıyordu Cebel-i Nur
Efendisine hazırlanıyordu Mekke
Âlem, Efendisine hazırlanıyordu.
Kâinatın gözü Hz. Amine’deydi
Toprak yalvarıyordu Rabbine...
Gel diye ağlıyordu mazlumlar
Gözleri Sema’da”

Resûlullah [s.a.s] Mekke’den çıkarılınca Medineli Müslümanlar çıkmış ve İnsanlığın İftiharını bağrına basmıştı. Mekke’den çıkarılan Resûl-i Ekrem Medine’de vefat ederek ve oraya defnedilmesini vasiyet ederek, Medine’yi şâd etmişti. Doğduğu, çocukluğunun geçtiği, atalarının medfun bulunduğu Kâbe diyarının gurbetine bakmadan ebedî istirahatgâh olarak Yesrib’i, yani Medine’yi sinesine sarmıştı. Nasıl ki ılık çöl kumlarının arasından yapılan yolculuktan sonra aşkla sarmışsa sinesine ensar muhâciri, o da öyle sarılarak zor zaman dostlarını yalnız bırakmamıştı. Bu vak’a bile başlı başına yüce peygamberin ne ölçüde bir vefa taşıdığını göstermeye yeter.

Mescid-i Nebevî. Kalbinde Ravza-ı Mutahhara. Resûlullah’ın kabrinin önünde, onun huzurunda “Selâmün aleyküm ya Resûlullah!” derken tüyler diken diken oluyor. Gözlerde durmuyor yaşlar. Ellerimiz böğrümüzde.
O’nun ümmeti olarak fakat ona layık olamayışımızı bilerek boynumuz bükük duruyoruz huzurunda. Sessiz bir deyişle içten içe nefis murâkabesine duruyoruz.

Hayâlhanemde bütün günah bohçalarını açıp, sessiz bir çığlıkla sesleniyorum. Filistin’de evleri yıkılan, kolları kırılan insanların korkuları ve kocasını zindanlarda kaybeden annenin çaresizliğiyle, hüznüyle geldim. Çeçenistan’da başlarından bombalar yağan yiğitlerin kırık kollarıyla, çocukların burukluğuyla geldim.

İşgal edilen toprakları bırakıp, tutsak rûhumla geldim. Bıraktığın özgürlüğü, refâhı, mutluluğu, hayranlığı yitirmiş olarak geldim. Geçmişine âsi, vefasız, utancından kafası yerde bir serseri evlât nedametiyle geldim. Çalışmanın neşesini yitirmiş, tembelliğin mazeretini üreterek yaşayan paslı bir mantıkla geldim. Ziyaretimin makbul olamayacağı ürpertisiyle geldim ey Nebi!

Uhud’a vardığımızda hâlâ kokusu gitmemişti savaş öncesi sessizliğinin. Kılıç şakırtılarının ürpertisi göklerini terk etmemişti hâlâ Uhud’un. Dağlar, hâlâ şaşkınlığını yaşıyordu gördüklerinin. Şehitlerini kumlarının içine alan toprağın hüznü; atların kişnemeleri, kolları doğranan şehitlerin şahadet sesleri…

Uhud’a varıp da Allah’ın aslanı Hz. Hamza’nın [r.a.] mezarını bile görememek çok acıydı. Kâinatın Efendisi’nin canına kasteden küfür kılıçlarına başını uzatan Musab’ın mezar taşına ellerimle dokunamamak çok ağırdı. Zira dört duvarla çevrilmiş ancak parmaklıklar arasından dünyadaki istirahatgâhına bakmak zorunda kalmak; onların mezarlarının yerinde birkaç taş görmekten daha yıkıcı değildi.

Anladım ey Sevgili! Seni anlatma cüretim, cehaletimde gizliymiş. Cehaletim seni anlatmayı denemekten. Adının ilk harfi bile binlerce kalbi durdurabilecekken adını bağırmışım kalabalıklara. Can evinden vurulması gerekirken kalabalıkların, ben olmuşum mâni onlara. Bedenim perde olmuş gözlere.

Başımdan büyük işlere giriştiğimi çizdiğim gül resimlerini senin ayaklarına düşürünce anladım. Sen öyle eşsiz bir gülsün ki, sana gül demek, gül üstüne şiirler yazmak, hasretini yaşadığımı sanmak, yalnızca kendimi avutmakmış, hatta aklın kendini kandırmasıymış.

Aşk sensin ey sevgili, sen aşksın…
Ötesi suskunluk ey sevgili, suskunluk sensin.
Aşkı, yani seni anlatmaya kalkmak çaresizlikmiş,
Çaresizlik benim,
Ben taşıyorum çaresizliğin kurşundan çekirdeğini.
Aşk, anlatılmak istenip de anlatılamayanmış anladım.
Aşk, bağırmak isteyip de susulanmış anladım.
Aşk, kavuşmak varken hep uzaklara kaçılanmış,
Aşk, sevinçle ölmek dururken acıyla yaşanılanmış…

Anladım, anladım ki aşk kıvırcık saçlı, uzuna yakın boylu, siyah gözlü, ince dudaklı bir suretmiş; aşk sureti aşan bir sîretmiş.

Aşk sensin ey sevgililer sevgilisi…
Sen aşksın!

Sevgili, şimdi uzak bir sessizliğin kalbinde mahzun durursun. İsminle özdeş bir hüzün tavaf eder evini. Yalnızsın, yalnız bırakmadıklarının yanında. Yalnızlığın aşar çöllerin bunaltıcı sıcaklarını. Yollar utanır sana taşıdıklarının sana olan yabancılığından. Yollar acır, yollara düşmeyi bile akıllarına getirmeyen kaygısızlardan.

Hüzün, hicretle başlamadı, kıtaların anahtarı avuçlarına konulduğunda da sona ermedi ey Sevgili! Zaman tane tane, ilmik ilmik, adım adım, çığlıksız bir gözyaşı ile hüznünü getirdi. Işıklar kırıldı göz bebeklerimizde, emin bellediğimiz yollarımız sarpa sardı bizi. Biliyorum seni çok üzdük sevgililer sevgilisi, çok üzüldün hâl-i perişanımıza.

Ve veda!

Elveda Medine, elvedâ Mescid-i Nebevî, Kubbe-i Hadrâ, Ravza-ı Mütahhara ve ey Cennet-ül Bakî elvedâ!

Resûlullah’a veda zamanı gelmişti. O’na vuslat ne denli şerbetli ve sevinçli ise; ayrılığı da o denli yakıcı ve hicrân doluymuş, bildim.

Evine son kez uğradık. Ravza’nın önünde, Kâinatın Efendisi’nin huzurunda, hocasının olanca itimadına rağmen dersine yeteri kadar çalışmamış birer öğrenci gibiydik. Başımız öne eğik “Esselâmü aleyke Ya Resûlullah” dedik. Ve selâmımızı aldı. Otobüsümüze binip mescidine yönelerek son defa selâmlarken sanki dışarıdan bizi uğurluyordu. Şöyle dediğini duyuyordum: “Size çok güveniyorum, sizin yanınızdayım, ne olur gayret edin, yolunuz açık olsun, aleyna aleyküm selâm!”

Öyle bir divana çıkmıştık ki, belki çıktığımız divanın re’fetinin farkında değildik. Cahil cesaretiydi yaptığımız. Sonra; bir kere daha dönmek üzere ayrıldık, gözyaşlarının tesellisi, adanmış bir kalple yeniden vuslattı.

 Bekir Biçer

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Aşk Sensin Ey Sevgili
« Posted on: 24 Nisan 2024, 23:58:38 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Aşk Sensin Ey Sevgili rüya tabiri,Aşk Sensin Ey Sevgili mekke canlı, Aşk Sensin Ey Sevgili kabe canlı yayın, Aşk Sensin Ey Sevgili Üç boyutlu kuran oku Aşk Sensin Ey Sevgili kuran ı kerim, Aşk Sensin Ey Sevgili peygamber kıssaları,Aşk Sensin Ey Sevgili ilitam ders soruları, Aşk Sensin Ey Sevgili önlisans arapça,
Logged
07 Mart 2011, 20:52:56
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #1 : 07 Mart 2011, 20:52:56 »


     Aşk sensin ey sevgili, sen aşksın…
Ötesi suskunluk ey sevgili, suskunluk sensin.
Aşkı, yani seni anlatmaya kalkmak çaresizlikmiş,
Çaresizlik benim,
Ben taşıyorum çaresizliğin kurşundan çekirdeğini.
Aşk, anlatılmak istenip de anlatılamayanmış anladım.
Aşk, bağırmak isteyip de susulanmış anladım.
Aşk, kavuşmak varken hep uzaklara kaçılanmış,
Aşk, sevinçle ölmek dururken acıyla yaşanılanmış…


    Allah razı olsun..Bizi farklı iklimlere götürdünüz..
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes