> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Edebiyat Eserleri > Makale Dünyası > Ahlak Hukuk Adalet
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Ahlak Hukuk Adalet  (Okunma Sayısı 1016 defa)
06 Eylül 2010, 20:27:19
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 06 Eylül 2010, 20:27:19 »



Ahlak, Hukuk, Adalet

Akif Gültepe

Hukuk kuralları, uyuşmazlıkları adalet esasına uygun olarak çözerse kendinden beklenilen faydayı yerine getirmiş olur. Adaletin temini için hukukun muhteviyatının toplumun kabul ettiği meşruiyet zeminine dayanması, vazettiği kurallarda boşluk olmaması, uyuşmazlığın ve taraflarının doğru tahlil edilerek vakıaya en uygun olan hüküm ile anlaşmazlığın sona erdirilmesi gerekli olan şartlardan bazılarıdır. Hukuk kurallarının gerek adaleti tesis ederken gerekse hakkı seri olarak ihtiyaç sahiplerine tevdi ederken üzerinde dikkatle durması gereken bir konu vardır ki o da hukukun tatbikçisi, uyuşmazlığın çözücüsü ve adaletin tevzi makamı sıfatıyla hakimdir. Hukuk, felsefi ya da pratikteki tatbikat açısından eksiklerini, boşluklarını ikmal etse, kuralları ile tüm uyuşmazlıkları kapsayan ve bunları çözebilecek gücü kudreti haiz olacak bir konuma sahip de olsa, soyut kuralların elinde şekillendiği, kalıbını bulduğu kişi sıfatıyla uyuşmazlıkta son sözü söyleyecek olan hakim adaletin oluşumunu etkileyecektir.
Soyut bir şekilde ifade edilen kanunlar, bu özelliklerden dolayı mütevellit her hâdiseyi çözme gibi bir iddiaya sahip olsalar da mezkur iddiaları şöyle ya da böyle hakim eliyle olur. Hakim olayları çözerken birbirine benzer sayısız olayı soyut ve sabit metinlere dayamak zorundadır. Tabiîdir ki bu durumda hakim, etrafını çevreleyip sınırlandıran soyut kurallar arasında kalan takdir hakkını kullanarak hukukun oluşumuna yorumlarıyla, uygulamalarıyla ve oluşturduğu teamüllerle katkıda bulunmaktadır. Takdir hakkı da hukuku yorumlamada hukukun süjelerine dar bir saha bırakmaktadır.

Hukukun süjelerinin hukukun oluşumuna etkileri, uzun vadede hukukun sadece maddî yönüyle ilgili görünse de hukukun ruhuna da sirayet edecek bir gücü haizdir. Ahlâk kurallarının hukukun maddî yönüne etkisi önemlidir. Bununla birlikte vurgulamak istediğimiz gerçek: Adalet idesine ulaşılması istenirken maddî hukuk hükümlerinin uyuşmazlıklara uygulanmasında hukukun süjelerinin yeterli hukukî malumata/tecrübeye sahip olup olamamalarının yanında en az bunlar kadar önemli bir eksiklik olan ahlâkî değerlerin de varlığı/yokluğudur.

Hukuk birbirinden ayrı biçimde yakın ve uzak sayısız amaçlara hizmet eder. Hukuk bunu, toplumun gerçekleri doğrultusunda gerçekleştirmelidir. Bu amaçlar içinde bazıları durum ve şartlara göre önceliğe sahip olurlar. Öncelikler, öne geçen değer yargılarına göre belirlenmelidir. Hukukun geçerli değerlendirmelerinden söz edildiği zaman, o dönemde topluma egemen olan eğilimler etkileyici olmalıdır. Kuralları belirlemesi gereken eğilimleri oluşturan ahlâkî değerler, toplumsal ilişkilerin genel anlamda yansımalarıdır. Toplumların sürekli değişim geçirmeleri gerçeğiyle, süregelen değişim içinde toplum yönetimine egemen olan kimselerin ahlâkî tutumları, davranışları, anlayışları hukuka yansır ve hukuk düzeninin oluşumunu biçimlendirir. Hukukun amacı, öne geçen değer yargılarına göre belirmeye başlar. Bundan sonra ise yeni düzenlemeler, değişmiş olan yeni amaca göre yapılır. Hukukun amacı da bir değer yargısı olduğundan, diğer değerlere öncülük eder, onları yönlendirir, kurallar biçiminde gerçekliğe kavuşmalarına yardımcı olur.

Hukukun objektif yanı olduğu gibi sübjektif yanı da vardır. Hukukun meydana getirilmesi sürecinde, hukukun uygulanmasında esneklik söz konusudur. Hukukun süjeleri, karşılaştıkları somut meseleleri çözerken ister istemez kendi sübjektif değer yargılarının etkisinde kalacaklardır. Hukukun süjelerinin verecekleri kararlarda, ne kadar genel kurala bağlı olurlarsa olsunlar, kuralların somut olaylara yansıması söz konusu olduğundan sübjektif değer yargıları hukuk uygulamasında özel bir yere sahiptir.

Hukuk ile ahlâk ve bunlara bağlı olarak adaletin birbirinden ayrılmaz değerler olduğu bir gerçektir. Hukuk felsefesi açısından hukuk ile ahlâk arasında bazı farkların olması bütünüyle her iki olgunun fonksiyonel olarak birbirinden ayrı ve bağımsız düşünülmesinden ileri gelir. Hukuk ve ahlâk arasındaki ilişkiye kaynak, ulaşılmak istenen toplumsal uzlaşma, davranışlara meşruiyet zemininde yön verme gibi farklı pencerelerden bakılacak olursa fonksiyonel yaklaşımın açtığı uçurumlar azaltılmış, hatta bazı noktalarda kapatılmış olunur. Laik kökenli hukuk sistemleri her ne kadar ahlâkı hukukun oluşum kaynakları arasında sayıyorsa da bu, samimiyetle ve içtenlikle söylenilen bir söz gibi gözükmemektedir. İçtenlikle söylendiğini kabul etsek bile meseleye sadece fonksiyonel yaklaşım, aradaki ilişkiyi kısır ve şekilci kılmaktadır. Şayet hukuk ile ahlâk arasındaki münasebet şekilcilikten ve kısırlıktan uzak olmasaydı, aynı kaynaktan gıdalanan, aynı toplumun malı olan, aynı meşruiyet zemininde toplumsal uzlaşmayı sağlamaya yönelen bu iki kavram, ahenk içinde arz-ı endam ederdi. Halbuki pek çok ülkede ve özellikle ülkemizde yerel ahlâkî anlayışlar bir yana, evrensel ahlâk kurallarına uygun kanunlar yapılması yoluna gidilir, ya da böylesi ahlâkî ilkeleri ihlal eden kanunların ilgası düşünülürdü.

Hukuk-ahlâk ilişkisi sadece hukukun kökeni, oluşumu ile ilgili bir mesele değildir. Felsefî düzlemde tartışılıp hayata aktarılamayan ahlâk-hukuk ilişkisinin entelektüel gevezelikten öte mânâsı yoktur. Ahlâkın en azından evrensel ilkeler dahilinde hukuka taşınması ve hukukun oluşumunda rol oynaması gerekir. Hukuk bilimi, karakteristik yapısından kaynaklanan bir defada oluşup artık ikinci müdahaleye kadar sabit kalan bir olgu olmayıp, hak sahibini her tespit edişte yeniden ona bir şeyler katıldığına, yani bünyesinin sürekli yenilendiğine göre ahlâkî hükümlerle de dinamikliği nispetinde ilişkisi var demektir. Hukukun süjeleri, adalet ilkesini yerine getirmeye çalışırken ve hukuk biliminin dinamik yapısı içinde ona yorumlarıyla yön verirken, başka bir ifade ile hukuku belirlerken baz alacakları ahlâkî kaideleri içselleştirmiş olmaları gerekir. Hukuka yön verecek olan hukukun süjeleri tarafından yaşanmayan, anlaşılmayan ve hatta karşı çıkılan ahlâk kurallarının, ne hakim söylemin aksine hukuka kaynaklık etmesi, ne de bu ahlâk kurallarının toplum menfaatine kullanılması bahis mevzudur.

Hukukun kaynağı konusunda Duguit ve Kelsen gibi iki büyük hukukçu farklı cümlelerle de olsa toplum şuuruna, din, ahlâk gibi evrensel değerlere göndermeler yapmaktadır. Pozitivizmi temsil eden Duguit’e göre hukuk kurallarının kaynağı toplumu meydana getiren insanların kolektif şuurudur. Bu şuura aykırı olarak konulan kurallar ölü doğacağından yürürlük şansı olmayacaktır. Kelsen’e göre, anayasa dahil tüm normlar geçerliliğini temel bir normdan alır. Temel normun geçerliliği siyaset, ahlâk ve dine dayanır. Hukuk felsefesi açısından hukukun kaynağı konusunda yapılan tartışmalarda örnek olarak verdiğimiz hukukçuların düşünceleri gibi bu konuya hakim olan düşünce: hukukun kaynağının toplum vicdanı, halk şuuru, ahlâk, din gibi evrensel referanslar olması şeklindedir. Laik hukuk felsefesinin isabetli görüşlerine karşın tenkit edilecek durum uygulamanın hukuk-ahlâk arasında kurduğu illüzyonik bağdır. Hukukun kaynaklarının sayıldığı yerlerde kaynaklar ile ortaya konan hükümler arasında kayda değer bir bağın gösterilemeyişi uygulamanın illüzyonunun ortaya çıktığı yerdir. Bu meyanda felsefi düzlemde ne söylenirse söylensin ortadaki hakikat, vâzı-ı kânun olan “kanun koyucu”ların sayılan kaynaklarla ilgisiz-alâkasız hükümler sevk edebilmeleri bu yolda kendilerine engel olabilecek bir üst normun ya da denetcinin olmayışıdır.

Dinler, yeryüzünde ahlâk anlayışının ve ahlâk kurallarının tebliğcisi olmak ve müntesiplerine tebliğlerini teklif etmek sıfatıyla ister istemez ahlâk-hukuk arasında bir bağ kurar. Lâik hukuk açısından ilkin yadsınacak bu durum, hukukî ve ahlâkî yönleri ilâhî olan bir İslâm hukuk sisteminde ise çok büyük bir öneme sahiptir. Lâik kökenli hukuk sistemlerinde hukukun kaynağı ne olursa olsun sonuçta bu kaynak ilâhîliğin dışındadır. Lâik bakış açısından ahlâk kurallarının kökeni ilâhî bile olsa –ki bu dahi ilâhî olmaktan çıkıp içtimaî olmuştur– hukuk ile iki ayrı membadan beslendiği için biri diğerini göz önüne almak zorunda kalmamıştır. Günümüzde bunun o kadar çok misali vardır. Hukuk, ahlâksızlığı yer yer meşrulaştırmakta, hukukun süjeleri ister istemez bu meşruiyet kazanmış gayr-i meşru kuralları uygulamak zorunda kalmaktadırlar.

İnsanlarda adalet, hukuka bağlılık şuuru, hukukun üstünlüğüne olan inanç, mer’î kanunlarla sağlanamaz. İnsanların kanunları anlama ve uyma zorunluluğuna erişebilmeleri için geçen zaman, onlara aynı zamanda mer’î kanunlara karşı takınılacak tavrı da öğretmektedir. Bunun aksini iddia etmek, insanı yetiştiği zeminden ayrı, hüdâyı nâbit görmenin ifadesidir. İnsanlar, içinde yetişmiş oldukları ortam, eğitim seviyeleri ve hepsinden önemli olarak daha belirleyici faktör olan ahlâkî değerlere bağlı olarak hayatlarını sürdürürler. Toplumsal hayatta düzeni ifade edecek olan adalet, hukukun üstünlüğüne olan inanç ve hukuka bağlılık şuuru, insanın hayat perspektifine sıkı sıkıya bağlıdır.

Bir tarafta cüz’î dahi olsa hukukun oluşumuna katkıda bulunan hukukun süjeleri vardır; diğer tarafta keyfemayeşa denebilecek rahatlıkta herhangi bir üst referansa bağlılık hissetmeden vâzı-ı kânun (kanun koyucu) bulunmaktadır. Birisi bağlı olması gereken ahlâk ilkeleri dahil hemen hiçbir kuralla bağlı değildir ve başıboş şekilde kanun koyabilme imkânına sahiptir. Diğeri ise ister istemez kanun koyucunun kurallarını uygulamak durumdadır.

Hukuk, ahlâk ve adalet üzerinde derin düşünülmesi gereken kavramlardır. Hemen her safhada hukukun oluşumunun ahlâk kuralları ile desteklenmemesinin yanında kanun koyucu’dan asgari seviyede ahlâkî davranış beklenmemektedir. Yürürlükteki normlarda kanun koyucunun ahlâkî davranışları belirtilmemiştir. Herhangi bir ahlâkî kural ile çerçevelenmemiş kanun koyucu, nasıl olur da ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Ahlak Hukuk Adalet
« Posted on: 19 Nisan 2024, 19:03:17 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Ahlak Hukuk Adalet rüya tabiri,Ahlak Hukuk Adalet mekke canlı, Ahlak Hukuk Adalet kabe canlı yayın, Ahlak Hukuk Adalet Üç boyutlu kuran oku Ahlak Hukuk Adalet kuran ı kerim, Ahlak Hukuk Adalet peygamber kıssaları,Ahlak Hukuk Adalet ilitam ders soruları, Ahlak Hukuk Adaletönlisans arapça,
Logged
06 Eylül 2010, 20:27:40
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 06 Eylül 2010, 20:27:40 »

Kanun koyucu, koyduğu kanunlarla dar mânâda hukuku da tespit ediyor demektir. İnkârı kabil olmayan bir gerçektir ki kanunlar şeklinde dondurulan hukuk içinde adaleti de barındırmaktadır. Her ne kadar adalet çok yönlü bir kavram olsa da yazılı hukukla ilişkisi olmadığı söylenemez; konunun felsefî boyutu bir yana, üst mahkemelerin denetimi açısından meseleye yaklaşacak olursak, yazılı hukukun belirlediği çerçeveye tâbi olmadığı da iddia edilemez. Realite plânında insanlar, haklarını olması gereken hukukta değil, el’an mevcut olan hukukta aramaktadır. Bu durumda kanun koyucu, yürürlüğe koyduğu kanunla hakları, sorumlulukları, yetkileri aynı zamanda doğru veya yanlış adaleti de tespit ediyor demektir. Adaletin evrensel ve yerel ahlâk kurallarının dışında ma'şerî vicdanda nefret uyandıracak bir şekilde oluşması, mevcut kanunlarla sağlandığı için toplumsal birliği sağlaması gerekirken bizzat hukukun kendisi bu birliği ihlal etmesi anlamını taşır.

Adalet, toplumların ahlâk anlayışlarından ortaya çıkar. Ayrıca tüm insan ilişkilerinin üstünde, hukukun genel ilkesi olarak da onlara yol gösterir. Bazı hukukçulara göre: Adalet, aynı zamanda görünüş anlamında hukukun kültürel işlevidir. Adalet denilen değere yönelmesi hukuka kültür görünümü kazandırır. Kültür genel olarak değerlerin gerçekleşmesiyle oluşan bir bütündür. Zaman içerisinde kültür süreci göz önüne getirilirse, onun değerler uğrunda büyük ve sürekli bir çaba olduğu görülür. Gerçekleştirilmesi ile kültürün meydana geldiği değerler arasında hukuksal değerler de yer alır. Bu nedenle adalet denilen hukuksal değeri gerçekleştirmeye yönelen hukuk, kültürel bir işlev görür. Hukuk, değere bağlı, değerlere hizmet etmek anlamı taşıyan gerçeklik kavramıdır. Gerçekleştirilmiş adaleti deyimlemekle hukuk bir kültür görünümü kazanır. Kısmen aktardığımız bu görüşler, İslâm hukuku açısından bazı yönleriyle kabul edilemese de, laik hukuk açısından bir gerçeği ifade ettiği söylenebilir. Bu gerçek de hukukun ve dolayısıyla adaletin toplumun topyekün katılımıyla meydana gelen bir değer oluşudur. Ahlâkın bu değer içindeki yeri, toplumdan topluma farklı ölçeklerde değişkenlik arzetse de, küçümsenmeyecek bir öneme sahiptir. Hele bizim toplumumuz gibi ahlâkî değerlerini toplumsal oluşumların ötesinde dini ile aynı kaynaktan alan toplumlarda ahlâkın belirleyici rolü daha fazladır.

Görülüyor ki hukuk kuralları ile ahlâk kuralları arasında yüzeysel olmayan ciddi bir ilişki vardır. Laik kökenli hukukun samimiyetsizce dahi olsa kendine meşru kök arama cehdi içinde ahlâkı neseb-i sahih kabul etmesi boşuna değildir. Laik kökenli hukuk sistemlerinde bütünüyle, ilâhî kökenli hukuk sistemlerinde kısmen de olsa hukuku meydana getirme özelliği, bunun yanında hukuku yorumlama, adalet tevzi etme vazifesi insanın omuzlarındadır. Kaynağından mamul hüküm haline kadar hukuk ile yapıcı statüde ilişkisi olan insan, hukuk ile derinlemesine etkileşim halindeki ahlâk ile dahi insan olması hasebiyle mecburen münasebet halindedir. Hukukun süjeleri ve onlardan daha fazla hukukî oluşuma beşerî faaliyetleri ile yön verenler, hukukî çalışmalarından dolayı ahlâk kurallarını hayatlarına rehber ittihaz etmelidirler. Hukukun süjelerine rehber olup yol gösterecek ahlâk kuralları İslâm hukukunda aynı zamanda hukukun referanslarından sayıldığı için sübjektiflik arz etmez. Aynı hususu maalesef laik hukuk için söyleyemiyoruz. Ancak laik hukukun evrensel hukuku göz önünde bulundurması gerektiği izahtan varestedir.

Buraya kadarki tartışmalarımızda adalet, ahlâk gibi çok yönlü kavramlara, mamul hukukî hükümler doğrultusunda yön verecek hukukun süjelerini etkileyecek ahlâkî durumları üzerinde durduk. Gördük ki kuru, yalın ve tek başlarına sadece “var olmaları” çözüm olmayan hukuk kuralları, ahlâk ile birleşip şekillenince ancak adalete varmak mümkün olabiliyor. Kanunlar ortaya konulurken, kanun koyucu evrensel çapta ahlâk kurallarına dayanmazsa, ortaya konulan kanun, içinde ahlâkın olmadığı ama ahlâklı olmak iddiasında olan illüzyonik bir kavram olur. Örneğin: 2802 sayılı kanunda hakim ve savcıların tâbi olduğu ahlâkî yükümlülükler benzeri düzenlemeler, gönül isterdi ki kanun koyucu için de geçerli olsaydı. Vaz’ edilen kanunlar en azından evrensel ahlâkî değerlere uygun olabilecek bir denetime tâbi tutulsa ve evrensel ahlâkî kriterlere uymayan kanunların iptali yoluna gidilmesi daha iyi olurdu.

Ahlâk ile hukukun süjeleri ve kanun koyucular arasında kurulmaya çalışılan bağda ve birazdan aktaracağımız İslâm hukukunun konu ile ilgili görüşlerinde, amaç, hatadan masun, beş başı mamur hukuk adamı aramak değildir; fakat ahlâkî açıdan hataları en aza inmiş hukuk adamı arzulamaktır. Her türlü hatadan beri insan aramak beyhude bir uğraştır. Dinler, laik kökenli düşüncelerden üstün olarak insan gerçeğinin farkındadır. Kavramsal açıdan insana yaklaşımda dinler daha gerçekçi ve tutarlıdır. İlahî yapı olarak insanın kötülüğe meyli dikkate alınarak en azından iyiliğe doğru tergîb (teşvik), kötülüğe doğru da terhîb (korkutma) yapılmaktadır. İnsana yapılması gereken en büyük iyilik, Kur’ân’ın dediği gibi, ona iyiyi hatırlatmaktır. Nitekim ayet-i kerimede “Hatırlat! Çünkü hatırlatmak mü’minlere fayda verir.” (Tûr/55). “İnanan erkeklerle inanan kadınlar birbirlerinin hayırhâhıdırlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar.” (Tevbe/71).7

İslâm, hukuk ile gerek teşri’ sahada gerek tatbikat sahasında uğraşanlardan belli bir ahlâkî davranış isteyerek toplumun hak alma bazında düzenini sağlamayı hedeflemiştir. İslâm, Müslüman sıfatını taşıyan herkesten beklediği ahlâkî yükümlülüğün daha fazlasını hukuk ile iştigal eden kimselerden beklemektedir.

Devlet sisteminin ve otoritesinin bugünkü yapısının henüz teşekkül etmediği dönemlerde İslâm’ın, hakim ve idarecilerin ahlâkî yönleri üzerinde fazlasıyla durması dikkat çekicidir. Hukukun hükümlerinin ve süjelerinin ahlâkî normlara bağlılığı bütünüyle adalete yönelik olduğu göz önüne alınırsa İslâm hukukunun sarf ettiği kuralların yerindeliği kendiliğinden anlaşılır. Bazı ülkelerde siyasetçilerin uymak zorunda oldukları ahlâk yasalarının bulunması düşündürücüdür. Çünkü kendisi herhangi bir ahlâk kuralı ile bağlı olmayan kanun koyucu, toplumun vicdanına tercüman olamaz. Yetkisi dahilinde bulunan teşri’ faaliyetinin ahlâk temelinden uzak olması, adalet ve hukuk facialarına yol açabilir.

İslâm hukuku, evrensel yapısıyla genel kurallarına ters olmayan yerel örfleri-âdetleri kabul etmiş, toplumların güzel ve doğru törelerini kabul etmiş ve onları tarihlerinden gelen yerleşik geleneklerinden koparmamıştır. İslâm dininin emretmek veya nehyetmek yoluyla ilga etmeyip, açıkça ya da zımnen kabul ettiği örf ve âdetler gibi, müçtehidlerin içtihadları da İslâm hukukunun tam teşekküllü olarak oluşmasında çok faydalı katkılarda bulunmuştur. İslâmî bilimler tarihinin de ortaya koyduğu ve alimlerin görüşbirliği halinde kabul ettiği gerçek şudur ki, İslâm hukukunun kaynakları temelde şu ana unsurlarda bir araya gelir: Kitap, Sünnet, İcmâ, Kıyas. Bunlara ilaveten İstihsan, Maslahat, Tasavvuf, Kelâm, Örf, Âdet ve Teâmül gibi kaynaklar da ayrıca düşünülebilir. “Kültür Mirasımızın Temel Kaynakları”8 olarak da ele alınan bu 11 unsurla İslâm hukuku, ilâhî olma vasfının sağladığı büyük üstünlük ve aşkınlıkla bütün beşerî hukukların zirvesinde durmuş asırlarca mükemmel seviyede onlarca büyük devletin hukuku olmuş, değişik din ve ırklardan yüzlerce milleti gerçek ahlâk, hukuk ve adalet cennetinde mesut kılmıştır, mutlu etmiştir.o


DİPNOTLAR
1) Yurtcan, Henkel’den yaptığı iktibasta yargılamada rol alan bağımsız haklar kullanan ve yargılama sırasında kendisine yükümlülükler yüklenen kişileri yargılamanın süjeleri olarak değerlendirir. Biz bu makalemizde hukukun süjeleri derken bu kavramı Yurtcan’ın kullanımından daha geniş mânâda hukukun her kademedeki tatbikçileri mânâsına kullanacağız. Bkz Yurtcan ERDENER. Ceza Yargılaması Hukuku, İstanbul, 1991.
2) Çeçen, Anıl, Adalet Kavramı, s. 218, İstanbul, 1981. Bazı değişiklikler ve ilavelerle.
3) Çeçen, 219. Hüseyin Hatemi’den naklen.
4) Güriz Adnan, Hukuk felsefesi ders notları, s 268 272
5) Çeçen, s. 93
6) Çeçen, s. 92
7) Bu meyanda İbrahimî dinlerden Hıristiyanlığın kitabı İncil’de de iyiliği ve tanrının emirlerini anlatmaya dair benzeri ayetler bulunmaktadır: "ama kim bu buyrukları yerine getirir ve başkalarına öğretirse...” Matta 5/19; “İnsan yalnız ekmekle değil tanrının ağzından çıkmış her sözle yaşar.” Matta 4/4; “İsa ona neden bana iyi diyorsun dedi. İyi olan bir tek tanrıdır.” Luka 18/19; “İsa şöyle devam etti insanı kirleten insanın içinden çıkandır. Çünkü kötü düşünceler, ahlâksızlık, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahet, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık, içten, insanın yüreğinden kaynaklanır.. ve insanı kirletir.” Markos 7/20-23.
8) Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 46-47, s. 2-5, Yıl: 1999-2000,

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes