> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > Zühd Makamının Şerhi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Zühd Makamının Şerhi  (Okunma Sayısı 3293 defa)
04 Ocak 2010, 16:15:22
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 04 Ocak 2010, 16:15:22 »



Zühd Makamının Şerhi Ve Zühd Ehlinin Sıfatları Hakkındadır
Yakin makamlarının altıncısı Zühd makamıdır. Allah Teala zühd ehlini aşağıdaki ayet-i kerimede alimler olarak vasfetmiştir: O Ka­run´un bütün haşmetiyle halkın arasına çıkışını naklettikten son­ra şöyle buyurmuştur: "Kendilerine ilim verilenler ise: ´Yazıklar ol­sun size, Allah´ın sevabı iman ve salih amel işleyen kimseler için daha hayırlıdır..´ dediler". (Kasas/80)

Bu ayetin tefsirinde ´İlim verilenler kelimesiyle dünya hayatın­daki zahidlerin murad edildiği söylenmiştir. Başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "İşte onlara, sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir". (Kasas/54) Bu ayetin tefsirinde de ´Zühd üzerinde sabredenler5 denilmiştir. Allah Teala başka bir ayet-i kerimede şöy­le buyurmuştur: "Ve melekler her kapıdan onların yanma girerek ´Sabrettiğiniz için size selam olsun´ diyerek (onları selamlarlar)". (Ra´d/24) Bu ayetin tefsirinde de, fakirlik üzere sabrettikleri için denilmiştir.

Allah Teala´nm şu iki ayeti de dünya nimetlerine karşı sabırlı olmaya delil teşkil etmektedir. O, zühd sahibi alimleri vasfederken Harura´da Hz. Ali (kv) ile savaşan Haricîler için kullanılan bir isimdir. şöyle buyurmuştur: "Kendilerine ilim verilenler ise: Tazıklar olsun size, Allah´ın sevabı iman ve salih amel işleyen kimseler için daha hayırlıdır..´ dediler". (Kasas/80) Bunun akabinde ise, onlara övgü­sünü sürdürerek "Buna da sabredenlerden başkası kavuşturul­maz" (Kasas/80) buyurmuştur. Burada da yine dünyalıklara karşı sabredenler murad edilmiştir.

Bir diğer ayet-i kerimede ise onları başka bir şekilde överek şöyle buyurmuştur: "İşte onlara, sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir". (Kasas/54) Şu halde zühd sahibine, yoksulluğu ve bununla beraber kanaatkarlığı ve zühdünden dolayı iki misli ecir verilecektir. Yokluk içindeki fakire, zühd sahibi olmayan zengine göre bir ecir daha fazla verilecektir.

Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen iki hadisin yorumu da bu şekilde yapılmıştır. Hadislerden ilkinde O şöyle buyurmaktadır: "Ümmetimin fakirleri, cennete zenginlerinden kırk güz daha önce girerler".[67]

Diğer hadisinde ise şöyle buyurmuştur:
"Müminlerin fakirleri cennete zenginlerden beşyüz yıl önce girerler".[68]Çünkü zühd ehli fakir, durumu düzgün zenginden beşyüz yıl önce cennete girer. Bunlar, fakirlerin havassıdır. Zühd sahibi olmayan fakirler ise zen­ginlerden kırk güz Önce cennete gireceklerdir. Bunun sebebi ise, sırf fakir olup zahid olmamalarıdır. Bunlar da fakirlerin avamıdır. Her iki halde de fakirler zenginlerden üstün tutulmuşlardır. Onla­rın dünyadaki zengin konumlarından dolayı fakirler cennete onlar­dan önce gireceklerdir.

Bu konuda ki üçüncü hadise göre zenginlerin avamı, ehli dün­ya oldukları için hesaba çekilecekler infakta bulunmuş olmaları ve hayır kazanmış olmaları talep edilecektir. Allah Resulü (sav) bu­yurdu ki: "Cennet ehlini gördüm ki onların çoğunluğu fakirlerdir. Cehennem ehlini de gördüm ki çoğunluğu zenginlerdir"[69]

Bu manada başka bir hadiste de şu ifade yer almaktadır: "He­men sordum: Zenginler neredeler? Dedi ki: Nasip onları hapsetti".[70] Allah Teala zühd sahibi fakirleri ihsan sahipleri ´Muhsinun´ olarak adlandırmış ve onlardan imkan ve haklarında yol bulma halini kaldırarak şöyle buyurmuştur: "İnfak edecek bir şey bula­mayanlar için de bir sıkıntı yoktur". (Tevbe/91); "İhsan sahiplerini (sorumlu tutma) yolu yoktur". (Tevbe/91) Daha sonra da üstlerin­de bu tür yol bulunanları beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Yol, ancak senden izin isteyenler üstündedir". (Tevbe/93) Bunlar, sava­şa gitmeyerek kadınlarla beraber geride kalmak için izin isteyen zenginlerdi.

Allah Teala´ın şu buyruğu da bu manaya yorulmuştur: "Mu­hakkak ki Biz, arzın üstündekileri dünya için bir süs kıldık, ta ki hangilerinin amel bakımından daha güzel olduğunu sınayalım". (Kehf/7) Bu ayetin tefsirinde de, Tdmlerin dünyada daha zahid ol­duğunun sınanması için böyle yapıldı´ denilmiştir. Böylelikle ihsan da, zühd sahipleri için bir makam olmaktadır. Bu da yakinin sıfat­larından biridir. Allah Resulü de (sav) onu bu şekilde açıklamış ve kendisine ihsanın ne olduğu sorulduğu zaman, "Allah Teala´ya O´nu görür gibi -yani yakin üzere- ibadet etmendir"[71] buyurmuştur ki bu da müşahededir.

Şunu kesinlikle biliniz ki zühd, yakin sahibinin halidir. Çünkü yakinin gereği zühddür. Vehim sahibi biri, zenginlerin fakirlerden üstün olduğunu söyleyerek şu ayet-i kerimeyi delil göstermeye ça­lışabilir: "Ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (so­rumluluk) yoktur". (Tevbe/92) Bu vehme kapılan kişi şunu bilme­mektedir: Kur´an-ı Kerim´i hakkıyla düşünüp anlayanlara göre fa­kirler için Kur*an´da büyük sevaptan sözedilmektedir. Onlar muh-sin olmaları itibarıyla tamam-ı hal üzeredirler.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "İhsan sahiplerine daha da arttıracağız". (Bakara/58) Onlar için arttırılan şey, hüzün, keder ve kusur etme endişesidir. Çünkü onlar, Rablerinin kendi üzerlerindeki hakkının büyüklüğünü gördükleri için kendilerini neredeyse günahkarlar olarak kabul etmekteydiler. Ta ki Allah Te­ala onlara müjde vererek kendilerini ihsan sahipleri ´Muhsinun olarak adlandırdı ve şöyle buyurdu: "İhsan sahiplerini (sorumlu tutma) yolu yoktur". (Tevbe/91) Böylelikle onları hayır sahibi zen­ginlere katmış ve lafzen de onlara izafe etmiştir.

Onların gözyaşları da, kaçırdıkları dünyalıklar veya zenginlik arzuları sebebiyle akmıyordu. Allah Teala, onların dünya nimetle­rine karşı gösterdikleri sabırlarını övmekte ve dünyayı onlar açı­sından kınamaktadır. Onların bütün hüzünleri, fakirlikten biraz daha üstte olarak infak edecek bir şey bularak onu Allah yolunda harcama isteklerinden kaynaklanıyordu. Böylece fakirliklerine rağmen infak edecekleri şeylerle daha da fakirleşeceklerdi.

Onların hüznü, infakı çoğaltarak dünyalık bakımından daha da fakir hale düşemenıekten kaynaklanıyordu. İşte bu da, fakirlerin ikinci üstünlükleridir. Sonuç itibarıyla sözkonusu ayet, malı topla­yıp biriktirenleri değil fakirleri üstün kılma hükmünü içermekte­dir. Ayetlerden hüküm çıkarmayı bilen ve tefekkür gücüne sahip olanlar için hakikat budur.

Herşeyden önce fakirler, Allah Resulü (sav) ile aynı hali paylaş­maktaydılar. Allah Teala, kendi Resulü´nü de (sav) onların haliyle vasfederek şöyle buyurmuştur: "Sizi bindirecek bir şey bulamıyo­rum, dediğinde". (Tevbe/92) Sonra da onları, Resulü gibi övmüştür. Çünkü onlar en çok benzeyen, Allah Resulü´nün (sav) haline en ya­kın olanlardı. O´na en çok benzeyenler, elbette daha üstün olacak­lardır. Nasıl olmasınlar ki? Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Müminin süsü fakirliktir". O, meşhur bir hadisinde de fakirliğe cok değer vererek şöyle buyurmuştur: "Müminin üstündeki fakir­lik, doru atın yanlarındaki yeleden daha güzel bir süstür".

Fakirlik, Allah Resulü´nün (sav) tercihi, diğer peygamberlerin şiarı, sahabe ve diğer büyüklerin de yoludur. Bir hadiste Allah Re­sulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Cennete en son girecek peygamber krallığının büyüklüğü sebebiyle Süleyman b. Davud´dur. Ashabımdan da cennete en son girecek olan, dünya­daki zenginliğinin çokluğundan dolayı Abdurrahman b. Avfdır".

Başka bir hadiste de bu sahabi hakkında şöyle buyurduğu riva­yet edilmektedir:
"Onun cennete sürünerek girdiğini gördüm". Üm-met-i İslam içinde bilebildiğimiz en faziletli iki topluluk vardır ki bunların ilki muhacirler, diğeri de Suffe ashabıdır. Allah Teala hepsini de fakirlik sıfatını teyid ederek övmüş ve şöyle buyurmuştur: "Kendilerini Allah yoluna adayanlar içindir". (Bakara/273) Allah Teala onların fakirlik ve adamışlık sıfatlarını öne almıştır. O, sev­diği kullarını ancak sevdiği sıfatlarla över ve O, tam olarak sevme­diği hiçbir kulunu vasfetmez.

Allah Teala´nın şu buyruğunun da dünyalıklara karşı sabırlı ol­mak hakkında olduğu söylenmiştir: "Ve onlar içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola ileten imamlar kıldık". (Secde/24) Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiş­tir: "Alimler dünyalığa dalmadıkça peygamberlerin sırdaşlarıdır. Onlar dünyalığa daldıkları zaman, dininiz hakkında onlardan sa­kının". Diğer bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmektedir: "Dünyalıklardan eksik olanları elde edin­ceye kadar Kelime-i Tevhid kulları Allah´ın gazabından korumaya devam eder". Bu hadisin başka bir rivayetinde ise, "Dünyevi işleri­ni dinlerine tercih etmelerine kadar.." ifadesi yeralmaktadır. Hadis şöyle devam etmektedir: "Onlar böyle yaptıkları ve ´Allah´tan baş­ka ilah yoktur" dedikleri zaman Allah Teala, ´Yalan söylüyorsunuz, bu sözünüzde samimi değilsiniz´ buyurur".

Ehl-i Beyt kanalıyla rivayet edilen bir hadis de şöyledir: "Allah Teala bir kulu sevdiği zaman onu imtihan eder, çok aşırı sevdiği za­man ise onu kendine alıkor. Bunun üzerine ´Kendine alıkor, ne de­mektir?´ diye sordu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Zühd Makamının Şerhi
« Posted on: 29 Mart 2024, 15:07:53 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Zühd Makamının Şerhi rüya tabiri,Zühd Makamının Şerhi mekke canlı, Zühd Makamının Şerhi kabe canlı yayın, Zühd Makamının Şerhi Üç boyutlu kuran oku Zühd Makamının Şerhi kuran ı kerim, Zühd Makamının Şerhi peygamber kıssaları,Zühd Makamının Şerhi ilitam ders soruları, Zühd Makamının Şerhiönlisans arapça,
Logged
04 Ocak 2010, 16:20:41
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 04 Ocak 2010, 16:20:41 »

Dünyaya rağbetin aslı, yakini imanın zayıflığından dır. Çünkü kulun yakini imanı kuvvetli olursa, onun nuruyla ahirete bakar, dünya onun gözünde kaybolmuştur. O, aslen kayıp olan dünya hak­kında zühd sahibi olmuş ve inancında mevcut olana rağbet etmiştir. O, kendisi için daha yararlı, daha kalıcı ve Rabbi için daha memnun edici olanı tercih etmiştir. Daimi ve sürekli olanı, fani ve geçici ola­nın önüne geçirmiştir. İşte zühdün sureti ve yakin sahibinin^şahit-liği budur. Akıllı olan, kaybolacak veya taşınacak olanı istemez.

Allah Teala´nm yakin sahiplerinden olmak isteyen İbrahim´le (as) ilgili anlattıklarını görmüyor musunuz? "Ben batıp gidenleri sevmem". (En´am/76) Yakin sahibi kul, İbrahim´in (as) dinine uy­makla emredilmiştir. Allah Teala bu dini vasfederek şöyle buyur­muştur: "Babanız İbrahim´in dinine". (Hacc/78) Yani, size düşen, babanız ibrahim´in (as) dinine uymaktır.

Ahiretteki azap ve mükafat vaatleri aklın nuruyla görülemez. Bunlar ancak yakin nuruyla müşahede edilebilir. Buna göre nurlar dört türdür. Kalp de dört cihete yönelmiştir: Mülk, Melekût, İzzet ve Ceberut. Aklın nuruyla ancak mülke şahit olunabilir. İman nu­ruyla melekûta şahit olunabilir ki o da ahirettir. Yakin nuruyla iz­zete şahit olunabilir ki o, sıfatlardan ibarettir. Marifet nuruyla ise ceberûta şahit olunur ki o da vahdaniyettir.

Cebbar olan Allah Teala, kalbin üstündedir ve onu kuşatmıştır. O, dilediğiyle ona açılır ve kalbe de O´nun şahit kıldığı şey galip ge­lir. Yakinin zayıflığı, kalbi herşeye sokabilir. Yakinin kuvveti ise, her amelde ihtiyaç duyulan bir haldir. Aksi halde kalp dünyevi bir şey olur ve ona aklın nuruyla ulaşılabilir. Kendisine yakin nuru ve­rilmeyen kimse, büyük mülkü göremeyerek küçük mülkü arzular. Sonuçta da kaybolacak olan dünyayı sever, yükselip yücelme gay­retinde olmaz. Sahip olduğu herşeyin üstünde bir şey vardır. [77]


Zühdün Mahiyeti Hakkındadır:




Zühd nedir? Hiçbir kul, dünyanın ne olduğunu öğrenmedikçe züh­dün ne olduğunu öğrenemez. Alimler, zühd hakkında birçok şey söylemişlerdir. Zühdün tarifi için bunları aktarmak durumunda değiliz. Çünkü Allah Teala şifa ve zenginlik kıldığı Kitabı´nda onun ne olduğunu beyan etmiştir.

Allah Resulü de (sav) Kitabullah için, "Kur'an, sağlam ip ve dos­doğru yoldur. Hidayeti onun dışında arayanları Allah Teala yoldan çıkarır"[78]Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Onda bir husus hakkın­da ihtilafa düştüğünüzde, onun hükmü Allah´a havale edilir". (Şu­ra/10) Yine O, şöyle buyurmaktadır: "Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ihtilafa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi". (Baka­ra/213)

Allah Teala, Kitab´ında dünyanın yedi şeyden ibaret olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur: "
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekin­lere duyulan şehvet tutkusu, insanlar için süslendi". (Al-i İm-ran/14) Allah Teala bu ayetinin devamında da şöyle buyurmuştur: "Bunlar, dünya hayatının metaldir". (Al-i İmran/14)

Allah Teala şehvetlere düşkünlüğü, süsleme, çekici kılma ifade­siyle anlatmış, sonra da nefse sevimli kılınan yedi tür dünya nime­tini sıralamıştır. Sonra da bunlara ´Zâlike=Bunlar´ kelimesindeki Kaf harfiyle işaret etmiştir. Kaf harfi, daha önce sıralı olarak anla­tılan şeyleri ifade etmek için kullanılan bir kinayedir. Za harfiyle Kaf harfi arasındaki Lam harfi ise tekid ve pekiştirme içindir. Al­lah´ın buyruğunun iyice düşünülmesi sonucunda ortaya çıkan şu­dur: Burada sayılan yedi şey, dünyanın bütünüdür. Yaşadığımız dünya bu yedi sıfattan ibarettir. Tabii ki bu asıllardan kaynaklanan bir takım ikincil şehvet ve arzular da bulunur. Bunların tamamını seven kimse, dünyayı bütünüyle sevmiş olur. Bunlardan herhangi birini veya bir kısmını seven ise, dünyayı kısmen sevmiş olur.

Ayetin nassmdan anladığımız, şehvetin dünya olduğudur. Bu­nun delaletiyle de şunu anlamaktayız ki, ihtiyaçlar dünya değildir. Çünkü bunlar zaruri olarak gelirler. İhtiyaç dünya olarak isimlen-dirilmediği zaman şehvet de olmamış olur. Bu ihtiyacın arzulanma­sı da bunu değiştirmez. Zira şehvet dünyadır. İsimlerin farklılaş­masından dolayı, hükümler de farklılaşır.

Bu, israiliyatta Allah Teala´dan nakledilen bir habere dayan­maktadır. Buna göre İbrahim (as) bir şeye ihtiyaç duymuştu. Bu­nun üzerine bir arkadaşına giderek ödünç istemişti. Ama o kendi­sine istediğini vermemişti. Bunun üzerine tasalı bir halde geri dön­müştü. Allah Teala kendisine vahyederek şöyle buyurdu: Eğer Ha­lil´inden isteseydin sana verirdi. Bunun üzerine İbrahim (as) şöyle dedi: Ey Rabbim, dünyaya buğzettiğini bildiğim için onu Sen´den istemekten korktum. Bana da buğzedebilirdin.

Buna üzerine Allah Teala şöyle buyurdu
: İhtiyaçlar, dünya de­ğildir. Daha sonra O´nun bu yedi sınıf dünyalığı sıraladığını gördü­ğümüzde dünyanın ne olduğunu daha iyi anladık. Başka bir yerde ise bu yedi sınıfı, beş sıfata dayandırmakta ve bir söz sahibinin ağ­zından şöyle buyurmaktadır: "Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme, mal ve çocuklarda bir çoğalma isteğidir". (Hadid/20) Yukarıdaki yedi sı­nıf şeyi seven kimselerin sıfatları bu beş sıfattır.

Bilahare bu beş sıfat, yedi unsuru da barındıran iki hususa in­dirgenmiştir:
"Dünya hayatı, ancak oyun ve eğlencedir". (Muham-med/36) Sonra bu ikisi de tek bir sıfata indirgenmiş ve bu iki ma­na ile ifade edilmiştir. Sonuçta dünya iki özlü ve kapsamlı şeye dönmektedir ki bunlardan herbiri dünya olmaya uygundur. Bu iki husus oyun ve eğlencedir.

Eğlence, bir anlamda hevadır. Üstteki ayette sıralanan yedi un­sur da bunun kapsamı altına girmektedir. Allah Teala bu manada şöyle buyurmuştur: "Kim de Rabbinin makamından korkar ve nef­si de hevadan sakmdırırsa artık şüphesiz cennet (onun için) barın­ma yeridir". (Nazi´at/40-41) Bu ayete göre dünya, nefsin hevaya ita­ati olmaktadır. Bunun delili de Allah Teala´mn şu buyruğudur: "Artık kim taşkınlık edip azar ve dünya hayatını seçerse, hiç şüphesiz cehennem (onun için) bir barınma yeridir". (Nazi´at/37-39)

Cennet cehennemin zıddı olduğuna göre heva da dünya olmak­tadır. Çünkü ondan sakındırmak, onu tercih etmenin zıddıdır. Her kim nefsini hevadan sakmdırırsa dünyayı tercih etmemiş olur. Dünyayı tercih etmediğinde ise zühde yönelmiş olur. Sonuçta da ce­hennemin zıddı olan cennete nail olur. Nefsini hevadan sakındır­mayan kimse ise, dünyayı tercih etmiş olur. Bu durumda dünya, hevaya itaat ve her işte onu tercih etmek olmaktadır. Buna göre zühd herşeyde hevaya karşı durmaktır.

Allah Teala´nm heva kavramıyla murad ettiği ve dünya kıldığı ikinci mana da, nefsin sürekli zevk alma isteğinden doğan dünya­da beka arzusudur. Bunu da Allah Teala´ın şu buyruğundan çıkar­maktayız: "Dediler ki: Rabbimiz, bize savaşı niçin farz kıldın? Keş­ke bizi yakın bir vadeye ertele şeydin". (Nisa/77) Savaş, dünya ha­yatından ayrılmaktır. Çünkü savaş, elde kılıç başka bir kılıcın üze­rine doğru yürümek, sonunda da iki kılıç arasında hayatı kaybet­mektir. Sonuçta savaşın farz kılınmasına karşı çıkarak şöyle de­mişlerdir: Keşke bizi başka bir zamana erteleseydin. O da bizim sa­vaşla değil ecelimizle öleceğimiz zamandır. İşte bu, dünyada kalma arzusudur.

Sonuç itibarıyla dünyada kalma arzusu, dünya olarak tefsir edilmiştir. İşte onların bu sözleri üzerine Allah Teala şöyle buyur­muştur: "De ki: Dünyanın meta´ı azdır, ahiret ise takva sahipleri için daha hayırlıdır". (Nisa/77) İşte bu noktada insanlar gerçeği görmüş ve münafıklar rezil olmuşlardır. Müminler, savaşın farz kı­lınmasıyla imtihan edilmişlerdir. Bu imtihanla O´nun yolunda kur­şundan kaleler gibi saf saf savaşacak muhibban da ortaya çıkmış­tır. Bu noktada kendilerini ve mallarım Allah´a satanlar kazanmış­lardır. Ahireti vererek dünya hayatını satın alanlar ise bu imtiha­nı kaybetmişlerdir.

Allah Teala bu manada şöyle buyurmuştur: "Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere-canlarmı ve mallarını satın almıştır". (Tevbe/111) Allah Teala satın aldığına göre, onlar da satın almış olmaktadırlar. O, başarısız müş­terileri de, ahiret karşılığında dünyayı satm alanlar olarak göstermistir. Yani onlar, daha fazla kalabilmek için dünyayı satın almış kimselerdir. Karşılığında ise ahireti satmışlardır.

Binlerce yıl ve sonsuzluk karşısında otuz veya kırk yılı satın alan kimsenin ticareti elbette ki karsız bir ticarettir. O, doğru yol­dan da uzaktır. İşte bu, dünya hayatına rağbet edenin ticaretidir. O, ebedi hayat karşılığında dünyayı satın almıştır. Böylelikle zıddı-nı alarak yüce bir hayatı satmış olmaktadır. Allah Teala´mn "Dün­ya hayatını satın almışlardır" (Bakara/86) buyruğunun tefekkü­ründen çıkan anlam budur. Onlar, ulvi hayatı satmışlardır.

İlk ticarette canım satan, bütün malını dağıtan ve bunlar da Al­lah Teala tarafından satın alman ve buna karşı bedel olarak ahiret yurdu ve kendi yakınlığı verilen kulun durumu sözkonusudur. Bu ku­lun ticareti kârlıdır ve o, yirmi otuz yılını ebedi hayat karşılığında sa­tarak doğru davranmıştır. İşte bu, ahiret tacirleri olan zahidlerin kâ­rıdır. İkincisi ise, hevayı arzulayanların zararıdır. Bu iki ticaret ara­sında ne kadar büyük fark vardır! Zühd sahiplerinin ölümden sonra k...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Ocak 2010, 16:26:03
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 04 Ocak 2010, 16:26:03 »

Zühdün Hakikati, Hükümlerinin İzahı Ve Zahidin Sıfatları:



Zühd, iki noktada olur. İlki, mevcut olan bir şey hakkında gös­terilecek zühddür. Bu noktadaki zühd; zühde konu olan şeyin akıl­dan çıkarılması ve kalbin ondan ayrılmasıdır. O şeyin kalpte baki kılınmasıyla birlikte zühdde bulunmak sahih olmaz. Çünkü bu, ki­şinin ona rağbet ettiğini gösterir. Bu tür bir zühd, ancak zenginle­rin zühdü olabilir.

Zühde konu olan şey kalpte mevcut değilse ve şartlar da onun yokluğu yönünde ise, bu durumdan memnun olmak zühddür. Bu, aynı zamanda yokluğa rıza göstermedir. Bu da fakirlerin zühdü­dür. Hevanın terkindeki zühd hakkındaki görüş de böyledir. Bu tür bir zühd, ancak o heva ile sınanma ve ona muktedir olma halinde sahih olur.

Bunu Yusufun (as) kıssasında kardeşlerinin o ve küçüğü hak­kında ´Muhakkak ki Yusuf ve kardeşi, babamıza bizden daha se­vimlidir´ derlerken gösterdikleri zühdde de görmekteyiz. Onlar kar­deşleri için "Yusuf u öldürün veya uzak bir yere atın ki babanız yal­nız sizi sevsin" dediklerinde, ona değer vermediklerini göstermele­rine rağmen Allah Teala onları zahid saymamıştır.

Onlar babalarına söyledikleri Tusufu bizimle gönder de, birlik­te koşup oynayalım´ dediklerinde onun hakkında zühd sahibi ol­mak istemiş, ama bu iradeleri zühdün hakikatine ermemiştir. Bila­hare onu satmaya azmederek zühdde bulunmuş ve onun aleyhin­deki kararı hep birlikte almışlar, fakat Allah Teala onları yine za-hidler olarak vasfetmemiştir. Halbuki Allah Teala fiillerini haber verirken "Nitekim onu götürdükleri ve onu kuyunun derinliklerine atmaya topluca davrandıkları zaman.." (Yusui/15) buyurmuştur. Bütün yaptıklarına rağmen onlar için ´zahidler* sıfatını kesinlikle kullanmamıştır.

Görüldüğü üzere bunlar zühdün bazı sebep ve kurallarıdır. Zühdün bu hakikatini bilmeyenler, bir takım değişik yaklaşımları görerek kuşkuya kapılabilir ve zühd olmayan bir hareketi zühd zannedebilirler. Bu çerçevede Yusuf peygamberin (as) kardeşleri­nin davranışları zühd değildi. Çünkü Yusuf (as) onların ellerindey-di. Onu bulanların elinden çıkıp da onun için başka birinden bedel istediklerinde Yusuf (as) hakkındaki zühdleri hak olmuştur. Nite­kim Allah Teala da bunu bildirerek şöyle buyurmuştur: "Ve onu ucuz bir fiyata, sayısı belli birkaç dirheme sattılar. Onun hakkında zahidlerdendiler". (Yusuf/20)

Aynı şekilde bir elbiseyi satmayı düşündüğünüz veya istediği­nizde, onu satmak fikri kalbinizde daha ağır bassa bile, o elbise hakkında ´zahid´ olamazsınız. Ama, zühd eğiliminin varlığıyla nite­lenebilirsiniz. Bu durum, onu satıp bedelini alıncaya kadar böyle­dir. İşte o an, o elbiseyle ilgili zühdünüz kesinleşmiş olur.

Allah Teala´mn "Onun hakkında zahidlerdendiler" (Yusuf/20) buyruğu iyice düşünüldüğü zaman ortaya çıkan şudur: Kim bir şe­yi gönül rızasıyla elden çıkarır ve nefsi de bu noktada kendine uyarsa, bu mücahedesinden dolayı zühde ait bir makamı olabilir. Her kim de bir şeye sıkıca sarılırsa- görünüşte onun hakkında zühd sahibi olduğunu ima etse bile- zühde dair bir makamı olmaz. Çün­kü bir şeye sarılıp ondan kopamamak, rağbet ve tamah alametidir.

Rağbet ve tamah, zühdün zıddıdır. Bir hal mevcutken, onun zıd­dıyla vasfedilmek mümkün müdür? Bir şey hakkında zahid oldu­ğunu sanıp kendini böyle göstermek isterken bir yandan da ona sı­kıca sarılan kişi için şu iki tanımdan biri uygun düşer: O kişi, ya zühdün ne demek olduğunu bilmiyordur, ya da nefs kaynaklı şeh­vetinin gizli yönlerinden habersizdir. Her ikisi de işine geldiği gibi davranmayanlar için geçerlidir.

Nefsinin arzu ettiği şeyi kalbinden çıkaran kişi, o hususta züh­dü gerçekleştirmiş kimsedir. Allah Teala´mn Yusufun (as) kardeşle­riyle ilgili tavsiflerinin özü budur. Bir şeyi sıkıca tutup onunla se­vinen, onun için kaygılanan ve bütün kalbiyle onu düşünen kimse ise tamah ve rağbete dalmış kimsedir. Bu da Allah Teala´mn Mısır Azizi´nin Yusuf a karşı tutumunu nitelemesinde açıkça ortaya çık­maktadır. Mısır Azizi, Yusufu (as) satın aldığı zaman, Allah Teala onun Yusuf (as) üzerindeki rağbetim tahakkuk ettirmiştir. Çünkü o, Yusufu (as) ailesinin yanında tutmak istemiştir. Allah Teala onun bu yöndeki sözlerini şöyle haber vermektedir: "Karısına, ´Ona güzel bak. Umulur ki bize bir yararı dokunur ya da onu evlat edi­niriz´dedi". (Yusuf/21)

Allah Teala, Mısır firavununun eşinin Musa´ya (as) olan düş­künlüğünü de bu şekilde vasfetmiş ve onun dilinden şöyle buyur­muştur:
"Benim için de, senin için de bir sevinçtir (o). Onu öldür­meyin, umulur ki bize yaran dokunur veya onu evlat ediniriz". (Kas as/9)

Bu ve benzeri şekilde, bir şey için emel besleyip onu kendine saklayan kimse, o şey hakkında zühd sahibi olmamış olur. Ancak onu elinden ve kalbinden çıkardığı zaman zahid olarak nitelenebi­lir. Bu ise, Yusuf ve kardeşleri hakkında sözkonusu değildir. Onla­rın Yusuf (as) hakkındaki zühdleri, sadece onu elden çıkarırken aşağılamak için az bir bedel istemeleri anında sözkonusu olmuştur.r
Kur´an-ı Kerim´den çıkarılan bir diğer hüküm de şöyledir: Yu-sufun (as) ahilerinin onun hakkındaki zühdleri, küçük kardeşi hakkındaki zühdlerine yaklaşık derecedeydi. Çünkü en küçükleri­nin babalarının kalbindeki yeri, Yusufunkine benzemekteydi. Böy­lelikle babalarının sadece kendileriyle ilgileneceğini düşünüyorlar­dı. Allah Teala bunu bildirerek şöyle buyurmuştur: "Yusuf ve kar­deşi, babamıza bizden daha sevimlidir" (Yusuf/8)

Rivayetlere göre, kuyuya ikisini birden atmak istemişlerdi. Ama içlerinden biri küçük kardeşine acıdığı için şefaatçi olmuş diğer kar­deşlerinin ona bir kötülük etmelerini engellemiştir. Bir rivayete gö­re de onlardan, bu kardeşi kendisine bağışlamalarını isteyerek şöy­le demiştir: Onu bari bırakın, yaşlı adam onunla teselli bulsun, her ikisini de yokederek onu acıya boğmayın, ona ikisini aynı anda kay­bettirmeyin. Bunun üzerine en küçük kardeşlerini ona hibe ettiler.

Ama Allah Teala bu yöndeki isteklerine, onu da uzaklaştırma teşebbüslerine rağmen, İki kardeşleri hakkında zahidlerdi´ buyur-mamıştır. Çünkü onlar, Yusuf (as) hakkındaki zühdlerini, küçüğü hakkında göstermemişlerdir. Zira o, ellerinde kalmış ve onu elden çıkarmamışlardır.

Aynı şekilde siz de bir şeye sahip olup onu kendiniz için sıkıca tuttuğunuzda, aklınızdan geçen bir takım düşüncelerle onun hak­kında zahid olduğunuzu sansanız ve zühdü murad etseniz bile, onu sıkıca tutmanızdan dolayı kendinizi kandırmış olursunuz.

Onun varlığını görmezden gelip zühd sahibi olduğunuzu bilerek kendinizi aldatmanız Veya Rabbinizi görmezlikten gelerek ulaştığı­nız bilgiyle asılsız bir vecde sahip olmanız ya da kendinizi zühdü bilmeyenlere zahid gibi göstermeniz hallerinin tümünde de, zühd hakkındaki zühdünüz ve dünyaya olan düşkünlük ve tamahınız or­taya çıkar.

Hakkında kendinizi zahid sandığınız şey, elinizden çıkmadıkça ve onun karşılığında Allah sevgisi ve O´nun rızasını, ya da O´nun katındaki sevabını kazanmadığınız sürece gerçek zahid olamazsı­nız. İşte böyle bir noktada, o şey hakındaki zühdünüz hakiki ilim üzere olur. Alimler nezdinde de samimi ve sadık olursunuz. İşte o safhada, zahid olarak nitelenirsiniz. Zahidler de sizi zahid olarak adlandırırlar.

Sahip olduğunuz bir şey bulunmayınca, bu durumda da sahip olmadığınız şeyler hakkında zühdde bulunmanız sıhhatli olmaz. Olmayan bir şey hakkındaki zühd batıl ve boştur. Çünkü sahip ol­madığınız bir şey üzerinde tasarrufta da bulunamazsınız. Eğer o şey mevcut olsaydı, belki de kalbiniz onunla değişecek ve onda çev­rilmeye başlayacaktı. Çünkü hiçbir ihbar, yakinen görme gibi değil­dir. Haber, daima vehim ve şüpheye yol açabilir. Yakinen görme ise, hakikati ortaya çıkarır ve insanlara ancak böyle hüküm verebilir­siniz. Çünkü insan nefsi, refahtan zevk alma arzusu üzerine yara­tıldığı için birden fazla görüşe sahiptir ve bunlardan işine en çok geleni tercih eder. Aslen varolmayan zan, varolan bir yakin gibi ola­maz. Eğer böyle olsaydı işler neye varmazdı ki?

Şu var ki, yokluk halinde de şartlarına uymanız şartıyla zühd sahibi olabilirsiniz. Bunun şekli ise, herhangi bir şeyin sizde olma­sını istememeniz ve onun yokluğundan dolayı üzülmem eniz dir. Onun yokluğundan dolayı memnun ve fakirliğinizden dolayı mutlu olmanız da zühddür. Allah Teala sizin bu gaybi halinizi bilir ve sır­rınıza vakıf olur. Bilir ki siz, onu bulsanız dahi varlığından mem­nun olmaz ve elinize geldiği an onu elden çıkarırsınız. Kalbiniz, dünyevi bakımdan yokluğunuza rağmen Allah Teala ile kanaatkar ve O´ndan razı olup bu hali zenginlikle değiştirmek istememekte­dir. Çünkü sizin, zühdün faziletine dair yakini bilgi ve inancınız sa­mimidir. Bu tür bir halde olduğunuz zaman da, bütünüyle zahidler arasında vasfedilirsiniz. Dolayısıyla, bu davranışınızdan dolayı za-hidlerin sevabına nail olursunuz. İşte bu, dünyalığa sahip olama­yan ihlaslı fakirlerin zühdü ve fakirliğin hakikatma ermedir.

Bir zat şöyle demiştir: Gerçek fakir o kimsedir ki, fakirliğinden memnundur ve onun elinden alınmasından korkar. Zengin de o kimsedir ki, zenginliğinden memnundur ve fakirlikten korkar. Ma­lik b.- Dinar (ra) kendisine, ´Sen zahid bir insansın´ denildiğinde şöyle derdi: Zahid, ancak Ömer b. Ab dül aziz´dir. Dünya onun aya­ğına gelmiş ve ona sahip olmuşken, onu reddetmiştir. Bana gelin­ce, ben nede zühd gösterdim ki?

Zühd, arif için varlığa rağmen sahih olabilir. Çünkü o, bu varlı­ğı kendine saklamamakta ve kendi nefsani zevkleri için kullanma­maktadır. O varlığı mülkü haline getirmediği gibi aynı zamanda ona da dayanmamaktadır. Bilakis onun varlığı Allah Teala´nm ha­zinesinde gibidir. O, her an Allah Teala´mn bu varlıkla ilgili hük­münü bekler. Bu varlık, kendisi için bi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Ocak 2010, 16:31:57
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 04 Ocak 2010, 16:31:57 »

Cömertliğin bu iki türü, isimde birleşmelerine rağmen hüküm bakımından farklılaşırlar. Sahip olduğunu Allah Teala için feda eden kimse, o hususta Allah için zühdde bulunmuş olur ve onun ec­ri Allah Teala´ya düşer. Malını insanlara sarfeden kişi de malı hak­kında zühd sahibi sayılır ve cömertlikle vasfedilir. Ama bu, kendi­si ve kendi arzusu içindir. Dolayısıyla bunun için Allah Teala üze­rinde herhangi bir ecir isteği olamaz. Çünkü o, Allah Teala için amel edenlerden değildir. Bu yüzden de ecri boşa gider. O, sırf ken­di nefsi için amelde bulunmuştur. Bu sayede de dünyada şükran ve minnetle anılmıştır. Onun yaptığı, sırf insanlar içindir.

İbnü´l-Mübarek bu manada şöyle demiştir: Fütüvvet ile kıraat arasında tek bir şey dışında hiç fark görmedim. Kıraatin yasakla­dığı hiçbir şey yoktur ki, fütüvvet onu çirkin görmüş olmasın. On­ların ayrıldıkları tek nokta ise şudur: Kıraat ile Allah Teala´mn yü­ce nzası murad edilirken, fütüvvet ile insanların teveccüh ve övgü­leri murad edilir.

Hocası Süfyan-ı Sevri de (ra) şöyle derdi:
Fütüvveti ihsan ile ya­pamayan, kıraati de ihsan üzere yapamaz. Bu sözün anlamı şudur: Fütüvvetin hükümlerini bilmeyen kişi, ehli fütüvvet olarak tanına­bilmek için onun hükümlerini layıkıyla yerine getirmelidir. Böyle biri, kıraatin hükümlerini yerine getirmedikçe ehli kıraat olarak da vasfedilmez.

Kul, nefsiyle zühd üzere mücahede eder. Yine onunla arzu ve nevalarına karşı durma noktasında da mücahede eder. Hak üzerin­de sabretmeye, sevilen bir şeyi -nefsin istememesine rağmen- infak etmek için onunla cihada devam eder ve nefse zühdle yüklenirse ne olur? Bütün bunları ihlasla yerine getiren bir kul, zühd makamına sahip olarak iyiliğe ulaştığı için Allah Teala´mn da övgüsüne layık olur.

Zühdü göstermelik olarak yapan kimseye gelince, o asla zahid olamaz. Böyle biri, yapmacık bir zühd tezahürü içinde onun esba­bına sarılarak, eşyaya değer vermediğini göstermeye ve her haline şükrünü izhar etmeye çalışır. Bunların durumu, sabrı hakkıyla bil­medikleri halde sabreder gibi görünenlere benzer. Oysa sabır ma­kamı, sadece sabrın hakikatini bilen ve nefsine bu bilgi üzere sab­reden kimse için sözkonusudur.

Zühdün özü, ölümü bekleyip dünyevi emelleri kısa tutmaktır. Çünkü bu ikisi, tasarruf ve mal yığma fikrini terkederek amelleri daha güzel yapmayı temin eder. İbni Uyeyne şöyle demiştir: Zahi­din sının, bollukta şükreden, darlıkta sabreden olmasıdır. Bişr b. el-Hara da (ra) şöyle derdi: Dünyada zühd sahibi olmak, insanlar hakkında zühd sahibi olmaktır. Onlar hakkında zühd sahibi olan, dünya hakkında da zühde ermiş olur. Hikmet ehlinden bir zat ise şunu söylemiştir: Zahid, insanlara talepte bulunduğu zaman, on­dan uzaklaş. İnsanlardan kaçtığında ise onun ardına düş.

Yahya b. Muaz´a (ra), ´Kişi ne zaman zahid olur?´ diye sorulmuş­tu. O da şu cevabı verdi: Dünyayı terketme noktasındaki hırsı, onu talep edenin hırsına ulaştığında. Kasım el-Cu´i şöyle demiştir: Dünyada zühd, karnında sahip olduğun kadar iç boşluğunda göste­receğin zühddür. Zühde işte böyle sahip olabilirsin. el-Cu´i´ye göre dünya, tokluk ve lezzetli şeyler yemek haliydi. Fudayl b. İyaz (ra) ise şöyle demiştir: Zühd, kanaattir, Ona göre de dünya, hırs ve ta­mahtı. Süfyan ise şunu söylemiştir: Zühd, emeli kısa tutmak, yani kasr-i emeldir. Buna göre dünya da, uzun emelli olmak, yani tûl-i emeldi.

Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle derdi: Dünya, sizi Allah Te-ala´dan alıkoyan herşeydir. Ona göre zühd; kendini Allah Teala´ya adamaktı. Yine o şunu söylemiştir: Zahid, ancak dünyadan sıyrıla­rak ibadet ve ictihadla meşgul olan kimsedir. Dünyayı terkederek ibadetle meşgul olmamaya gelince, o da rahatına düşkünlüktür.

Davud-i Tai (ra) şöyle derdi
: Seni Allah Teala´dan uzak tuttuğu sürece, ailen de, malın da senin için kötülüktür. Ebu Süleyman ed-Darani de bir defasında , ´Her kim evlenirse, hadis yazarsa veya ge­çimlik peşinde koşarsa dünyaya meyletmiş olur1 dedi ve şu ayet-i kerimeyi okudu: "Ancak Allah´a selim bir kalp ile gelenler başka". (Şuara/89) Sonra da şunu ilave etti: İşte o, içinde Allah Teala´dan başka birşeyin bulunmadığı kalptir. Başka bir vesilede de şöyle de­miştir: Zühd ehli, kalplerini dünyevi tasalardan arındırıp ahirete yönelttikleri için dünyada zühd sahibi olmuşlardır.

Üveys-i Karam (ra) de şöyle derdi
: Kişi bir taleple yola çıktığın­da zühd de ayrılıp gider. İmamımız ve şeyhimizin şeyhi Ebu Mu-hammed Sehl (ra) şöyle derdi: Zühdün başı tevekküldür. Ortası ise kudreti izhar etmektir.

Kul, geri dönüşü olmayan hakiki zühde, ancak kudreti müşahe­de ettikten sonra ulaşabilir. Kudretin başı ise, bana göre zühdü tel­kin eden Kadir-i Mutlak´m kelamını işittiğinde onu müşahede et­mesidir. O şöyle buyurmuştur: ´Bir süs veya bir meta sağlamak için ateşte üzerine yakıp-erittikleri şeylerden de bunun gibi bir köpük (posa) vardır. (Ra´d/17) Buradaki süs, altın ve gümüştür. Benlikle­ri esir edip, başları eğdiren bunlardır. Meta ise, bunlar dışındaki diğer madenlerdir.

Kul, dünyanın esası olan, müşriğin onun yüzünden şirke düştü­ğü, tuzağa kapılanların onun yüzünden tuzağa kapıldığı ve tadı birçok kalbe hoş gelen altın ve gümüşün özünü gördüğü zaman, su­yun üzerinde dağılan köpüğü müşahede eder. Ki o köpüğün hiçbir faydası, yararlığı ve kıymeti yoktur. Sonuçta altın ve gümüş hak­kında zühd sahibi olur. Onun bu zühdü, içten bir zühddür. Çünkü o, duyarak değil yakinen görmüştür. Böylelikle de Hak Teala´mn hak ile tavsif ettiği müminlerden olur.

Allah Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
"Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onlara Allah´ın ayetleri okunduğu zaman da, imanlarını arttırır". (Enfal/2) Zühd, imanın ziyadesi ve artma­sıdır. Allah Teala ayetine devam ederek şöyle buyurmuştur: "Ve on­lar Rab´lerine tevekkül ederler". (Enfal/2) Böylelikle zühd, tevek­küle dahil olmaktadır. Allah Teala daha sonra söyle buyurmuştur: "O´nu vekil edinin ve onların söylediklerine sabredin". (Müzzem-miV9-10)

Tevekkül, sabra bağlıdır. Allah Teala´mn kelamını bu şekilde dinleyip onu akleden kul, cennetler ve pınarlar arasındaki güvenli yurda ulaştırılacaktır. O, Allah Teala´mn ´mümin´ sıfatına da layık olmuştur. Çünkü o, Kur´an okuduğu zaman, onu bütün imanıyla okur. Allah Teala buyurdu ki: "Kendilerine Kitab verdiklerimiz onu hakkıyla okurlar. İşte onlar ona iman edenlerdir". (Bakara/121)

Üstteki ayette Allah Teala´mn koyduğu ´köpük´ ifadesi, aslında O´nun tarafından verilen başka bir misale benzetmedir. Allah Tea­la´ın misali hak ile batılın su ile köpüğe benzetilmesi şeklindedir. Bu benzetmede hak, faydası ve kalıcılığından dolayı suya, batıl da faydasızlığı ve geçiciliğinden dolayı köpüğe benzetilmiştir.

Allah Teala daha sonra, hakikatten uzaklığı sebebiyle altını da köpüğe benzetmiştir. Bu teşbih, mecazi bir teşbih olmayıp müma-selet teşbihidir. Nitekim Allah Teala, "Bunun gibi bir köpük (posa) vardır" (Ra´d/17) buyurmuştur. Mümasillik de araştırılmalıdır. Al­lah Teala daha sonra şöyle buyurmuştur: "İşte Allah misalleri böy­le vermektedir. Rablerinin çağrısına uyanlara daha güzeli vardır". (Ra´d/17-18) Yani onlar için cennet ve beka yurdu vardır. Allah Te­ala ahirete inanmayanlar hakkında da onların kötü örnek oldukla­rını ve dünya hayatını ve onun süsünü istediklerini, onunla hoşnut ve yetinir olduklarını haber vererek, kendileri için yalnız cehenne­min olduğunu bildirmiştir.

Bakışı, bütün bakışları sindiren, geceyle gündüzü çevirip duran ve katında herşeyden belli mikdar bulunan Hak Teala yüceler yü­cesidir. O, bizim göremediklerimizi görür. Bizim gücümüzün yet­mediği şeylere kKadir´dir. O, müşahede ehlini kendi müşahedesiy-le tahsis etmiş, yine onları kendi ilmiyle kuşatmıştır. Onları diledi­ği şeylerle ihata ederken dilediklerinden de önlemiştir. Altın ve gü­müş, O´nun bu tür kullan için, suyun üzerinde gezinen ve rüzgar­ların savurduğu köpükten başka bir şey değildir. Köpük, suyun üzerinde kaybolup giden bir şeydir. Altın ve gümüş, dağlardan çı­karılan madenlerdendir. Allah´ın bu halis kullarına göre dağlar, O´nun sağlamlaştırması sayesinde sabit duran dev dalgalar gibidir. Onlar, Allah Teala´mn verdiği hareketsizlikle cansız gibi dururlar. Bulutlar da, onlara uğrayıp geçerler.

Tüm bunlar, herşeyi en mükemmel şekilde yaratan Allah Tea­la´mn sanatıdır. Yeryüzü de bir duman denizi gibi olmuştur. Allah Teala ona dalgalarla vurarak düz yerler ve engebeler arasından şe­hirleri ve ıssız çölleri çıkarmıştır. İnsanlar ise seraplar içinde yü­zen varlıklar gibi, kah aşağılara iner, kah tepeleri aşarlar. Allah Te­ala tepeler ve ovalar arasında herşeyi tartılı ve oranlı olan varlık­ları ortaya çıkarmıştır. Tıpkı gündüzün geceyi uzatması ve akıntıyi örtmesi gibi. Tüm bunlar, O´nun hikmetinin, gizli kudretinin ve ince sanatının ortaya çıkması içindir. Mümin kullar da, O´nun bu nimetlerine şahit olarak şükrü ifa etmeye çalışırlar.

Allah Teala buyurdu ki: "Sizin için yeryüzüne boyun eğdiren O´dur. Şu halde onun tepelerinde yürüyün ve O´nun rızkından yi­yin". (Mülk/15); "Onlar her bir tepeden akın ederler". (Enbiya/96); "Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir". (Yusuf/100) O´nun bu planlaması sayesinde farklılıklar biraraya gelmiş, ayrıklar birleşmiş ve bütün dağınıklarla sınırlar gizlenmiştir. O´nun arşı da,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Ocak 2010, 16:38:35
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 04 Ocak 2010, 16:38:35 »

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Dünya süslerinden hangisi ba­na hoş ve parlak görünmüşse, onun batını da bana gösterilmiş ve o süsten uzaklaşmışımdır. İşte bu da, Allah Teala´nın sevdiği ve ya­kın kıldığı dostlarına olan bir yardım ve inayetidir. Dünyayı ilk sı­fatıyla müşahede edenler, onun sonu hakkında yanılgıya düşmez­ler. Onun batini hakikatini tanıyanlar da, zahiri görünümüne hay­ranlık duymazlar. Onun sonu kendilerine keşf yoluyla gösterilen kullar da, onun süs ve yaldızını asla arzu etmezler.

İsa b. Meryem (as) şöyle derdi: "Vay halinize ey şer alimleri! Si­zin durumunuz, arının iğnesine benzer. Onun dışı kireç, içi ise pis kokuludur". Malik b. Dinar (ra) şöyle demişti: En büyük büyücüden sakının. Çünkü o, alimlerin kalplerini büyüler. Bu sözde kasdedi-len dünyadır. Batıl ile dünyaya karşı ihtiras besleyen kimse, kendi kendini öldürür. Dünyaya yönelik hırsı ve ona duyduğu sevgi daha da güçlenirse, başkalarının da ölümüne sebep olur.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Mallarınızı aranızda batılla/haksız yollardan yemeyin ve kendinizi öldürmeyin". (Ni­sa/29) Allah Teala, kişinin başkasını öldürmesini, onu Allah yolun­dan çıkarmasıyla ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Yahudi din adamlarından ve rahiblerden çoğu insanların mallarını haksız yol­lardan yerler ve Allah yolundan çevirirler". (Tevbe/34)

İsa (as) ile ilgili haberler arasında şöyle bir olay nakledilir: "O, havarilerinden bir toplulukla seyahat ederken, yolda yere açılmış altınlar görmüşlerdi. İsa (as) altınların başında durmuş ve, ´Bu ka­tildir, bundan sakının´ demişti. Ardından arkadaşlarıyla beraber yoluna devam etmişti. Ama havarilerden üçü, altını almak için ge­ri döndüler. İkisi altının başında beklerken üçüncüyü en yakın şe­hirden yiyecek vs. almak için bir miktar altınla gönderdiler. Ama şeytan onlara şöyle fısıldıyordu: ´Bu malın üçe bölünmesine nasıl razı olurusunuz? Onu öldürün de mal sadece yarıya bölünsün´. Bu vesvesenin tesiriyle arkadaşlarını öldürmeye karar verdiler.

Arkadaşları ise yolda benzer bir fısıltıyla karşılaştı
: ´Malın üçte birine nasıl razı olursun? O ikisini öldür de malın tamamı senin ol­sun,´. O da bu vesveseye kanarak çarşıdan yiyecekle beraber zehir de aldı ve yiyecekleri zehirledi. Arkadaşlarının yanma döndüğün­de, üzerine atılarak kendisini öldürdüler, sonra da getirdiği yiye­cekleri yemeye başladılar. Yemekten kalkamadan ikisi de zehirle­nerek öldüler. İsa (as) gezisinden dönerken onları altınların yanın­da ölü olarak gördü. Yanındaki havariler, bu duruma çok şaşırdılar ve ´Bunlara ne olmuş?´ diye sordular. İsa (as) da kendilerine olup bi­teni anlattı."

İbnu´l-Mübarek´e, ´İnsanlar kimdir?´ diye sorulmuştu. O da, ´Alimler cevabını verdi. ´Peki krallar kimlerdir* diye sorulunca, ´Za-hidlerdir´ dedi. İbnu´l-Müseyyeb (ra) Ebu Zer´den (ra) şu hadisi nak-letmiştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Her kim dünyada zahid-lik yaparsa, Allah Teala onun kalbine hikmeti yerleştirir ve onu hikmetle konuşturur, dünyanın derdini de devasını da ona gösterir ve onu sağ selim cennete ulaştırır".

Başka bir hadiste ise şöyle buyrulmuştur: "Dünya, yurdu olma­yanın yurdu, malı olmayanın malıdır. Aklı olmayanlar onun için mal yığarlar".

Hasan el-Basri (ra) şöyle derdi: Bedir´de cihad eden sahabiler-den yetmişini gördüm. Onlar, Allah´ın helal kıldığı şeylerde, sizin haram kıldığı şeylerdeki çekingenliğinizden daha fazla çekingen ve zahidane davranıyorlardı.

Başka bir vesilede de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Zorluk ve darlık halleri onları varlık ve rahatlık hallerinden çok daha fazla sevindirirdi. Eğer onları görseydiniz, ´Bunlar delirmiş´ derdiniz. Onlar da sizin hayırlılarınızı görselerdi, ´Bunlarda ahlak çok zayıf derlerdi. Kötülerinizi gördüklerinde ise, ´Bunlar Hesab Günü´ne inanmıyorlar derlerdi. Yine o, şöyle demiştir: Onlardan birine he­lal bir mal teklif edildiği zaman onu almaz ve şöyle derdi: ´Onun kalbimi bozmasından endişe ederim".

Kalbi olan kimse onu bozulmaktan korur, değişmesinden ve rı-za-i ilahiden uzaklaşmasından endişe eder, onun İslah ve irşadı için gayret sarfeder. Kalbi olmayan kimse ise, hevanın karanlıklarında bocalayıp durur. Kimbilir yüzüstü düşer de hem dünyayı, hem de ahireti kaybeder. Ya da dünyadan razı olarak ehli dünya ve Allah Teala´nm ayetlerine karşı ehli gaflet saflarına katılır. Böylelikle de yokluğa razı olmuş ve bunu, hiçbir şeyin kendisine benzemediği Hak Teala´ya tercih etmiş olur. Allah Teala böylelerini nitelerken şöyle buyurmuştur: "Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya ha­yatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimiz­den habersiz olanlar". (Yunus/7)

Bu davranış, Allah Teala´dan yüz çevirmeyi hakettiren ve O´nun gazabını gerektiren bir davranıştır. Bunlar, Allah Teala´nm kendi­lerinden yüz çevrilmesini ve onlara yönelmenin terke dilmesini em­rettiği kimselerdir.

O, bu babda şöyle buyurmaktadır:
"Şu halde sen. Bizim zikrimi­ze sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyenden yüz çevir. İşte onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır) budur". (Necm/29) O, başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ´istek ve hevasma uyan ve işinde aşırılığa giden kimseye itaat etme". (Kehf/18) Yani o, Allah Teala´ın yasaklarım çiğnerken, emrettiklerini yapmada da kusur eder. Başka bir tefsirde ise, böyle birinin helake yönelmiş olduğu söylenmiştir.

Allah Teala, dünya ehline karşı buğzundan dolayı Resulü´ne (sav) de onlara gıptayla bakmayı yasaklamış ve onların taşıdıkları süslerin kendileri için yalnız fitne olduğunu haber vererek zühd ve kanaatin daha hayırlı ve kalıcı olduğunu bildirmiştir. O, bu mana­ları ihtiva eden ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Onlardan bazıları­na, kendilerini onunla sınamak için yararlandırdığımız dünya ha­yatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır". (Taha/131)

Ayette tavsiye edilenin kanaat olduğu söylenmiştir. Başka bir tefsirde ise, günübirlik geçim olduğu söylenmiştir. Diğer bir tefsirde ise, dünya hayatındaki zühd olduğu söylenmiştir. Allah Teala´mn Kitabı´na en uygun olan da budur. Şu ayet-i kerime de buna delalet etmektedir: "Ahiret, daha hayırlı ve daha kalıcıdır". (Ala/17) Yine "Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır" (Taha/131) ayetinin tefsirinde de dünyada zühd sahibi olmak denilmiştir. Yine O, başka bir ayetinde "Allah´ın bıraktığı, sizin için daha hayırlıdır" (Hud/86) buyurmuş ve tefsirde bunun kanaat olduğu söylenmiştir. Başka bir tefsirde ise, helal kazanç olduğu söylenmiştir.

Konuyla ilgili olarak rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir:
"Allah Resulü (sav) ashabıyla birlikte on aylık gebe develerden olu­şan bir sürünün yanından geçti. -Bunlar, sahabenin en sevimli ve en değerli hayvanlarıydı. Çünkü bunlar, bineğe uygun, ete, süte, yavruya ve tüye sahip hayvanlardı.

Allah Resulü (sav) bunları insanların hayırlılarına benzetmiş ve şöyle buyurmuştur
: İnsanlar, yüz deve gibidir ki içlerinde bir ta­ne hamile deve bulamazsın.[90] Yani develerin sayısı çoktur. Ama yukarıdaki beş meziyeti taşıyan dişi develer ise azınlıktır. Allah Te­ala bu meziyetleri taşıyan develerle ilgili şöyle buyurmuştur: "Ge­be develer, kendi başına terkedildiği zaman". (Tekvir/4) Yani Kıya-met´in dehşetinden dolayı sahipleri bu değerli develeri terkettiği zaman.- Allah Resulü (sav) gebe develerden yüzünü çevirdiği gibi onları görmemek için gözünü aşağı eğdi.

Bunun üzerine, ´Ey Allah Resulü, bunlar bizim en değerli mal­larımız, onlara niçin bakmıyorsun?´ dediler. Allah Resulü (sav)´Rabbim beni bundan menetti´ buyurdu ve şu ayet-i kerimeyi oku­du: "Onlardan bazılarına, kendilerini onunla sınamak için yarar­landırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbi­nin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır". (Taha/131)

Ömer (ra) de "Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda har-camayanlar ise, onlara da acıklı bir azap müjdele" (Tevbe/34) ayet-i kerimesinin nüzuluyla ilgili şu hadisi rivayet etmiştir: "Allah Re­sulü (sav) buyurdu ki: Dinar ve dirhem kahrolsun. ´Allah Teala bi­ze altın ve gümüş saklamayı yasakladı. Peki ne biriktirilebilir?´ di­ye sorduk. Buyurdu ki: ´Herbiriniz, zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve kendisine ahiret işlerinde yardım edecek saliha bir eş edin­sin".94 Huzeyfe´nin (ra) Allah Resulü´nden (sav) rivayet ettiği hadis-i şerif ise şöyledir: "Her kim dünyayı ahirete tercih ederse, Allah Teala onun kalbini üç şeye müptela eder: Kalbinden asla çıkmayan bir kaygı. Asla kurtulamadığı bir fakirlik. Asla doymayan bir hırs". Ali b. Ma´bed´den Ali b. Ebi Talha vasıtasıyla şu mürsel hadis ri­vayet edilmiştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Bilmemenin ken­disi için bilmekten daha sevimli olmasına ve bir şeyin azlığı onun çokluğundan daha sevimli görünmesine kadar kulun imanı kema­le ermez".[91]

İsa b. Meryem (as) hakkında nakledilen haberlerden biri de şöy­ledir: "Dünyaya ahirete geçmek için yapılmış bir köprüdür. Siz o köpr...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes