> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub >  Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır  (Okunma Sayısı 4114 defa)
09 Ocak 2010, 16:14:20
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 09 Ocak 2010, 16:14:20 »



Yiyecekler, Bunlarla İlgili Âdâb Ve Sünnetler, Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır
Allah Teala buyurdu ki: "Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkla-rm temizlerinden yeyin ve şükredin". (Bakara/172) Görüldüğü üze­re ´yeym´ emri, ´şükredin´ emrinin önüne alınmıştır. Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl (yollarla) yemeyin". (Nisa/29) Burada da, haram ye­mekten sakındırma, insan hayatına son vermenin önüne alınmış­tır. Bunun sebebi ise; helal yemenin üstünlüğü ve müslümanlann mallarını batıl yollarla yeme günahının ağırlığıdır.

Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Kişi, ken­di ağzına veya hanımının ağzına koyduğu lokma için bile sevap ka­zanır". [44] Yine O´nun şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişinin kendine ve ailesine yedirdiği rızık, onun için sadaka gibidir". Allah Resulü´ne (sav) ´İman nedir?´ diye sorulduğunda ise, "Yemek yedir­mek ve selam vermektir" buyurmuştur [45] Yine O, kefaretler ve de­receler hakkında konuşurken de, yemek yedirmeye ve insanlar uy­kuda iken teheccüd namazı kılmaya işaret etmiştir. [46]

Allah Resulü´ne (sav) kabul edilmiş haccın (=hacc-ı mebrûr) hangisi olduğu sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
"Yemek yedir­mek ve yumuşak söz söylemek". .

Rivayete göre İbni Ömer (ra) şöyle derdi: Kişinin cömertliğinin ifadesi, yolculukta yanına aldığı azığın güzelliği ve onu arkadaşla­rına ikram etmesidir.

Ali (kv) de şöyle demiştir: Dostlarımı bir yi­yeceğin etrafina toplamam, bir köle azad etmemden daha sevimlidir.

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Bir kenarda sofra hazırken namaz vakti geldiyse namazdan önce ye­meğe başlayın"[47]İbni Ömer (ra) kameti, hatta imamın kıraatini duysa dahi sofradan kalkmazdı.

Konuyla ilgili olarak Aişe validemiz (ra), Allah Resulü´nden (sav) şunu rivayet etmiştir: "Yemeğin en faziletlisi, uzanan ellerin en çok olduğu yemektir". Allah Resulü (sav) Aişe (ra) hakkında şöy­le buyurmuştur: "Aişe´nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir".[48]

Allah Resulü (sav) başka bir hadislerinde de şöyle buyurmuş­tur:
"Yemekten önce alman abdest, fakirliği giderir. Sonra alınan ise, küçük günahları giderir ve gözü iyileştirir". Buradaki abdest ile kasdedilen, ellerin yıkanmasıdır.

Ahnıed b. Hanbel´den de (ra) şu söz rivayet edilmiştir: Helalin­den ve temizinden yemek, Allah Teala tarafından amelin önüne ge­çirilmiştir. Nitekim O şöyle buyurmuştur: ´Temiz rızıklardan yeyin ve salih amel işleyin". (Müminun/51)

Sehl (ra) ise şöyle demiştir: Yeme adabına güzellikle uymayan kimse, amel adabım da güzelce yerine getiremez. Yemekte yapma­cık davranan, amelde de yapmacık davranır. Başka bir defasında da şunu söylemiştir: Yemekte yerine getirilen şey, namazda da ye­rine getirilir.

Selef-i Salih´ten bir zat ise şöyle demiştir: Yaptığım her şeyde sabık bir niyetimin bulunmasını isterim. Yeme ve uyuma hususun­da dahi niyetsiz olmam. Selef-i Salih´in yemekli ilgili de salih bir niyetleri bulunurdu. Aynı şekilde açlıkla ilgili de salih bir niyete sa­hip olurlardı. Ahiret niyeti bulunmaksızın yenilen her yemek, alış­kanlık ve arzuların tatmini içindir. Ahiret niyeti bulunmaksızın aç kalan da, alışkanlık, arzuların tatmini ve insanlara şirin görün­mek gibi maksatlarla aç kalandır. Bunlar da nefsin gizli afetlerin-dendir.

Ahiret niyetiyle ve Allah rızası için yemek yiyen kimsenin gü­zelliği, ahiret niyetiyle ve Allah rızası için aç kalan kimsenin güzel­liği gibidir. Aksi halde dünya kapılarından birine girilmiş olur.

Yemek ve yemek yemek, farzdan sünnete, müstehaptan mekru­ha, cömertlikten ikrama dek uzanan yüz yetmiş hasleti barındırır. Bunları Selefin siretinde ve Arapların tarihlerinde görmekteyiz.

Sözkonusu hasletlerin başı, yenilen şeyin helal olmasıdır. Bir şeyin helalliğinin alametleri ise üçtür:


1.Yenilen şeyin kaynağı iyi bilinmeli ve ilim tarafından kötü ola­rak nitelenen şeylerle karışmış olmamalıdır. Sözkonusu şeyin kay­nağı, ihanet ve zulüm gibi unsurlara bulaşmış olmamalıdır. Kayna­ğı mubah olan bir şey, vasıtasının şer*i bakımdan mahzurlu olması nedeniyle onunla aynı hükmü taşıyabilir. Mahzurlu olması, heva-dan veya dini hafife almadan kaynaklanmış olabilir. Eğer kaynak hüküm bakımından sünnete uygunsa, mekruh bir sıfat taşımaz.

2.Yenilecek şeyi yerken iyilik ve takva üzere niyet sahibi olun­malıdır. Yemekte, Rabbine hizmet için takva ve istikamet üzere ol­ma yönünde bir niyet bulunmalıdır. Verilen nimetin, Nimet Ve-ren´den geldiği, O´nun eşi ve ortağı olmadığı iyi bilinmeli, verdiği nimetten dolayı şükredilmesi gerektiğine inanılmak, az çoğa, ka­naat hırsa, edep açgözlülüğe tercih edilmelidir.

3.Yemeğin başında elleri yıkamak müstehaptır. Yemekten sonra da elleri yıkayarak temizlemek gerekir. Yemeğin başmda besmele çekmek, sonunda da hamdetmek (=elhamdü lillah demek) gerekir.

Yemeği sağ elle yemek, tuz ile başlayıp yine tuz ile bitirmek gü­zeldir. Hiç bir yemeği yermemek ve kusur bulmamak gerekir. Hoş­landığını yeyip hoşlanmadığını terketmek doğru görülmemiştir. Ye­mekten kendine düşen paya kanaat etmek ve varolan rızka rıza göstermek de güzel görülmüştür. Yemek kabına uzanan ellerin faz-lalılığı teşvik edilmiştir.

Bir hadislerinde de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir:
´Temek vakti toplanın ki yemeğiniz bereketli ol­sun". Yemekte lokmaları küçük tutmak, iyice çiğnemek ve yemek

yiyenlerin yüzlerine bakmamak da tavsiye edilmiştir. İnsanların yediklerini gözetlememek gerekir,

Yemek sofrasında sol ayak üzerine oturmak ve sağı dikmek gü­zel görülmüştür. Bir yere yaslanarak veya uzandığı yerden yemek yememek gerekir. Yemeğe ilk başlayan olmamak ve ev sahibinden önce davranmamak tavsiye edilmiştir. Bu noktada büyüklere de öncelik vermek gerekir. İzlenmesi gereken kişi, arkasında namaz kılınan imam olabilir. Sofradakiler başlamaya sıkılıyorlarsa, yeme­ğe başlayan kimse, onları rahatlatmış olabilir.

Hurma ile çekirdekleri aynı kaba konmamalıdır. Bu ikisi aynı avuçta da tutulmamalıdır. Hurmanın çekirdeği ağızdan elin dış yü­züne konulmalı, oradan da atılmalıdır. Diğer çekirdekli yiyecekler de aynı şekilde yenir. Hurmaları tekli sayıda yemek de müstehap­tır. Bu sayı yedi, onbir veya yirmibir olabilir. Oruçlu, iftarını bula-bilirse tek bir yaş hurma ile açmalıdır. Bulamazsa kuru hurma ile açar. Onu da bulamazsa suyla açar.

Vehb b. Münebbih şöyle derdi: Oruçlunun gözü kayar. İftarım tatlı ile açtığı zaman gözü eski haline döner. Cemaat içinde iki hur­mayı birlikte yememelidir. Diğerleri de böyle yaparsa veya açlık halinden dolayı izin isteyerek yerse bunda bir mahzur olmaz. Kul, karnı doymadan, üçte biri ya da yarısı dolduktan sonra sofradan kalkmalıdır. Selef-i Salih´in sünnetleri böyle idi. Bize göre de bu miktarda yemek, sağlık bakımından da daha faydalıdır.

Tıp ehlinden bir bilge şöyle demiştir: Dermanı olmayan dert, ar­zu edinceye kadar yemek yemenıeniz ve -arzu ettiğiniz halde- ye­meğe el uz atmam anızdır. Konuyla ilgili bir rivayette şöyle denil­miştir: Her derdin anası, şişmanlıktır.

Konuyla ilgili olarak Aristo´yla ilgili şöyle bir hadise anlatılmış­tır: Büyük filozof Aristotales´in hizmetiçisi servet sahiplerinden bi­rine bir ihtiyaç için başvurmuş ve yardımcı olmasını istemişti. Ama adam, ihtiyacı giderme hususunda ona yardımcı olmadı. Hizmetçi, ´Belki bir gün efendime ihtiyaç duyarsınız´ deyince zengin adam, ´Bizim ona ne ihtiyacımız olabilir ki?´ dedi. Hizmetçi bunu Aristo´ya bildirdiği zaman büyük filozof şöyle dedi: Eğer acıkmadan yiyor, doymadan kalkıyor ve bu ikisi arasında da az atıştırıyorsa doğru söylemiş! Onun bize ihtiyacı olmaz.

Allah Resulü (sav) de bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Adem oğlunun doldurduğu en kötü kap karnıdır". [49]Yine O, şöyle buyurmuştur: "Adem oğlu, birkaç lokmacıkla sulbünü güçlendirdi­ğini zanneder".

Kişi yemeğin ve içeceğin üçte biriyle yetinmelidir. Allah Resulü (sav) bu üçte biri, açlığın dermanı olarak vazetmiştir. Yiyecek bir şey bulduğunuzda, onunla açlığınızı giderirsiniz. Bulamadığınızda ise yemek sizin için dert olur. Yemekte çekilen sıkıntı, açlıkta çeki­len sıkıntı gibi, hatta ondan daha büyüktür. Kişi, meyve dışında önüne getirileni parmaklarıyla yemelidir.

Meyve yerken el kullanılır. Diğer yemeklerde ise üç parmağı kullanmak gerekir. Bunun istisnası tirid yemeği olup onu yerken bütün parmaklar kullanılabilir. Tabağın en üst noktasından veya ortasından almamalı, aksine kenardan doğru yemelidir.

Yemek yerken susmamak gerekir. Çünkü bu, farisilerin adeti­dir. Buna uymamak için ortama uygun konularda konuşmalıdır. Eti bıçakla kesmemek gerekir. Bu, nehyedilmiştir. Eti, ısırarak ye­mek daha doğrudur. Aynı şekilde ekmeği de bıçakla kesmemek ge­rekir. Sofradakiler kalabalık, ekmek az olmadıkça yuvarlak somu­nu bölmeden yemek iyi olur. Aksi takdird...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır
« Posted on: 29 Mart 2024, 11:29:26 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır rüya tabiri, Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır mekke canlı, Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır kabe canlı yayın, Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır Üç boyutlu kuran oku Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır kuran ı kerim, Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır peygamber kıssaları, Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadır ilitam ders soruları, Yemekle İlgili Mekruh Ve Müstehaplar Hakkındadırönlisans arapça,
Logged
09 Ocak 2010, 16:19:04
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 09 Ocak 2010, 16:19:04 »

Yemeğe davet ettiği dostlarına güzel görünmek için, bütçesinin üstünde para harcamak, borçlanmak, yemek parasını kazanmak için aşırı yorucu bir işte çalışmak veya şüpheli bir iş yapmak mek­ruh görülmüştür. Elindekileri dostlarına ikram etmeyerek tasarruf etmeye çalışmak veya ikram etmesi halinde ailesine dokunmaya­cak bir yiyeceği sırf kendine saklamak da hoş görülmemiştir.

Rivayet edilir ki: Bir adam Ali´yi (kv) yemek için evine davet et­mişti. Ali (kv) şöyle dedi: ´Davetini şu üç şartla kabul ederim: Sof­rana pazardan alınmış hazır bir yemek koymaman; Evindeki yiye­cekleri benden saklamaman; Davet yüzünden ailene zarar vermemen.

Selef-i Salih bir dostlarını yemeğe çağırdıklarında, evdeki her şeyi sofraya koyar veya her yiyecekten bir parçayı sofraya yerleşti­rirlerdi. Cömertliğiyle tanınan kabile şeyhlerinden biri, dostlarım yemeğe davet etmiş ve bir aşçı çağırtarak ve ona şöyle demişti: Da­vetlilere, yapabildiğin yemekleri söyle. Davet ettiği kimseler gele­rek seçtikleri yemekleri yediler. Yemeğin sonuna doğru ev sahibi geğirdi ve bir parça dizine düştü. Elini uzatarak onu aldı ve yedi. Ardından davetlilere şöyle dedi: Yemeği bol yiyerek bana yardım edin, Allah yediklerinizi bereketli kılsın! Selef-i Salih, onun bu ade­tini güzel görürlerdi.

Kişinin her hangi bir meclise tam yemek vaktini hesap ederek gitmesi sünnete uygun değildir. Çünkü bu sürpriz yapmak olup ya­saklanmış bir davranıştır. Allah Teala şöyle buyur­muştur: "Ey iman edenler! Yemeğe izin verilmeksizin, vaktine de bakmaksızın Peygamber´in odalarına girmeyiniz". (Ahzab/53)

Konuyla ilgili bir hadiste de şöyle buyrulduğu rivayet edilmiş­tir:
"Her kim davet edilmediği bir yemek için yürüdüğünde fasık olarak yürür ve yediği de kendisine haramdır". Ama yanlarına git­tiği kimselere sofrada tevafuk edip onlar da yemeğe katılmasını is­ter ve o da, yemeğe katılmasını samimi olarak istediklerini bilirse bunda bir mahzur yoktur. Bu tür tevafuklar, sürpriz babından sa­yılmaz. Eğer yemeğe katılmasını samimi olarak istemeyip adet yerini bulsun diye davet ettiklerini hissederse, onlarla yemek yemesi mekruhtur.

Kişi aç ise ve yemek vaktini kollamaksızm karnını doyurması için bir kardeşinin evine gitmişse bunda hiç bir sakınca yoktur. Ni­tekim Allah Resulü (sav), Ebu Bekir-i Sıddık (ra) ve Ömer (ra), ka­rınlarını doyurmaları için Ensar´dan Ebu´l-Heysem b. et-Tıhan (ra) ve Ebu Eyyub el-Ensari´nin (ra) evlerine müteaddit defalar gitmiş­lerdir. Bu sahabilerin evlerine gidişlerinin tek sebebi, aç kalmış ol­maları idi.

Kişi, çıkmak üzere evin kapısına yönelen misafirine eşlik etme­lidir. Sünnete uygun olan budur. Misafirin, ev sahibinin iznini al­maksızın evden ayrılması sünnete uygun değildir. Misafir, konuk olduğu evde üç günden fazla kalmamalıdır. Bu sürenin uzaması ha­linde ev sahibinin sıkılması sözkonusu olabileceği gibi konuğunu evden çıkartması da mümkündür.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Birini ziyaret edeceğiniz za­man, yanınızda hazır olanı takdim edin. Size bir misafir geldiğinde ise evinizde ne var ne yok ikram edin. Seleften bir zat şunu naklet-miştir: Cabir b. Abdullah´a (ra) misafir olmuştuk. Bize ekmek ve tatlı ikram ettikten sonra şöyle dedi: Eğer sakındırılmış olmasay­dık size şirin görünmek için başka şeyler de sunmaya çalışırdık.

Rivayete göre Yunus (as), dostları tarafindan ziyaret edilmişti. Onlara arpa kırması ikram ettikten sonra bir de kendi yetiştirdiği sebzelerden pişirdi. Ardından şöyle dedi: Yiyiniz, eğer Allah Teala şirin görünmeye çalışanları lanetlemiş olmasaydı, ikramlarımla si­ze şirin görünmeye çalışırdım.

Enes b. Malik (ra) ve diğer sahabiler kendilerine konuk olan dostlarına kuru yemiş, kuru ekmek ve düşük kaliteli hurma tak­dim eder ve şöyle derlerdi: Şu ikisinden hangisinin daha ağır veba­li olduğunu bilemiyoruz: Kendisine sunulanı hakir gören mi? Yok­sa evindekini dostuna sunamayacak kadar değersiz bulan mı? Bu anlamda müsned bir hadis de rivayet edilmiştir. Enes (ra) ve diğer­leri, misafirlerine ellerinde bulunanı ikram eder ve, Temek için toplanmak güzel ahlaktandır derlerdi. Rivayete göre Allah Resu-lü´nün (sav) ashabı, ancak Kur´an okumak ve zikirde bulunmak toplanır, yemeği de topluca yerlerdi.

Yemeğe davet edilen birinin, davet sahibine belli bir yemeği önererek, ´Şunu isterim´ demesi yakışık almaz. Bu, kanaatkârlığa da ters bir yaklaşımdır. Eğer iki yemek arasında seçimi sorulursa, ev sahibinin ulaşması daha yakın ve ona daha hafif geleni tercih et­melidir. Sünnete uygun olan da budur. Rivayete göre "Allah Resu­lü (sav) iki şey arasında serbest bırakıldığında, kolay olanı seçer­di".[53]

A´meş, Ebu Va´il´den şunu nakletmiştir: Bir dostumla Selman´ı (ra) ziyarete gittik. Bize arpa ekmeği ve ceriş tuzu ikram etti. Dos­tum, ´Şu tuzda kimyon olsaydı ne güzel olurdu´ dedi. Selman (ra) bunun üzerine evden ayrıldı ve temizlik aracını rehin vererek kim­yon aldı. Yemeği bitirdiğimizde dostum şöyle dedi: Verdiği rızkı bi­ze yetiren Allah´a hamdolsun! Bunun üzerine Selman (ra) şöyle de­di: Eğer sana verilen rızık yetseydi, temizlik aracım rehincide ol­mazdı!

Eğer kişinin dostu, çok aşina ve yakın ise ona her hangi bir ye­mek önermesinde bir mahzur yoktur. Nitekim İmam Şafii (ra), ko­nuğu olduğu Za´ferani´ye böyle bir öneride bulunmuştur. Şafii, Bağ­dat´ta ona misafir olmuştu. Cuma namazı için evden birlikte çıkı­yorlardı. Namaza gitmeden önce, Za´ferani neler hazırlaması ge­rektiğini bir kağıda yazarak hizmetçisine veriyordu. Şafii bir gün hizmetçiyi çağırdı ve elindeki listeye baktıktan sonra, sevdiği bir yemeği ilave etti.

Za´ferani eve gelip de yemekleri kontrol ettiğinde kendi yazdır­madığı yemeği görünce şaşırdı ve hizmetçisine sordu. Hizmetçi du­rumu kendisine bildirince ´Listeyi getir* dedi. Listede Şafii´nin ey yazısını görünce sevindi ve o kadar hoşuna gitti ki, cariye olan hiz­metçisine, ´Allah rızası için seni azat ettim´ dedi. İmam Şafii´nin bu hareketinden duyduğu mutluluk, o cariyenin azat edilmesine vesi­le olmuştu. Bu olay üzerine onun adı, Bağdat´ın batı kısmındaki Babü´ş-şa´îr´deki büyük girişe verilmiş ve o girişin adı Derbü´z-Za´feranî olarak bilinir olmuştur.

Kişinin her hangi bir yiyeceği canı çeker ve dostundan onu rica ederse bunda bir sakınca olmaz. ´Canının çektiği bir şeyi ona bildirerek hazırlatmasında da bir mahzur yoktur. Böyle bir ricayı kar­şılamanın faziletine dair bir çok hadis rivayet edilmiştir. Bunlar­dan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

"Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Her kim bir dostunun arzusu­nu tedarik ederse, kendisine mağfiret olunur".

"Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Mümin kardeşini mutlu eden kimse, Allah Teala´yı da mutlu etmiş olur".

Abdullah b. Zübeyr vasıtasıyla Cabir´den (ra) şöyle rivayet edil­miştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Her kim din kardeşinin ca­nının çektiğini ona verirse Allah Teala ona bir milyon hasene yazar, onun bir milyon günahını siler, onu bin derece yükseltir ve onu üç cennetin meyveleriyle besler: Firdevs cenneti, Adn cenneti ve Huld cenneti".

Yemekten sonra dişleri temizlemek güzel bir alışkanlıktır. An­cak bunu, diğer insanların gözü önünde yapmamak gerekir. Elleri, tas içinde yıkamanın bir mahzuru yoktur. Balgamı tas içine boşat­mak, edebe uygun değildir. Bu meyanda Sahabe-i Kiram´dan şöyle bir hadise nakledilmiştir: Enes b. Malik (ra) Sabit el-Benani ile bir­likte yemek yemişti. Yemekten sonra ellerini yıkaması için Sabit´e su tası uzatıldı. Sabit, bundan imtina etti. Bunun üzerine Enes (ra), ´Bir kardeşin sana ikramda bulunduğu zaman, onu kabul et, sakın geri çevirme! O bu ikramı Allah rızası için yapar!´ dedi.

Harun Reşid, Ebu Muaviye ed-Darir´i (ed-Darîr=görme Özürlü) yemeğe davet etmişti. Ebu Muaviye ellerini yıkamak için tasa uzattı. Elini dökülen su ile yıkadıktan sonra Harun Reşid, ´Ey Ebu Muaviye! Suyu kimin döktüğünü biliyor musun?´ dedi. O da, ´Hayır ey müminlerin emin!´ dedi. Harun, ´Müminlerin emiri!´ dedi. Ebu Muaviye buna şöyle karşılık verdi: Böyle davranmakla ilmi ve ilim ehlini yüceltmiş oldunuz! Siz ilmi yüceltip ilim ehline değer verdi­ğiniz gibi Allah Teala da sizi yüceltsin ve değer versin!

El yıkamak için su döken hizmetçinin ayakta durmasını mek­ruh görürüz. Suyu oturarak dökmesi daha güzeldir. Aynı tasta iki veya üç kişinin aynı anda el yıkayarak suyun bir anda toplanması daha güzeldir. Tevazünün gereği de budur. Kendine başına olan bi­rinin el yıkadığı tasa sümkürmesi ve elini ağzını yıkadıktan sonra ağzını temizlemesinde mahzur yoktur.Halife Ömer b. Abdülaziz (ra) şehir valilerine gönderdiği bir ta­limatta şöyle demiştir: Sofradan kalkanlar için el yıkamak maksa­dıyla konulan taslar, iyice dolmadan kaldırılmasın. Sakın yabancı­lara benzemeyin! îbni Mesud´un da (ra)bu konuda şöyle dediği ri­vayet edilmiştir: Ellerinizi hep beraber aynı tasta yıkayın ve ya­bancıların adetlerini benimsemeyin.

Dişlerin arasında kalan yemek artıkları asla yutulmamalıdır. Bu, bir tür hastalıktır ve mekruh görülmüştür. Dişleriyle geveleye-bildiklerini yutmasında mahzur yoktur. Dişler iyice temizlendikten sonra, ağız güzelce çalkalanmalıdır. Ehli Beyt´ten bu konuda bir hadis nakledilmiştir.

Yemek bittikten sonra şöyle demelidir:

"Elhamdü lillahillezî et´amenâ ve sekânâ ve kefânâ ve âvânâ Seyyidenâ ve Mevlânâ kâfâ min külli şey´in ve lâyekfı minhu şey´ün, et´amte min c...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

09 Ocak 2010, 16:30:12
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 09 Ocak 2010, 16:30:12 »

Süfyan-ı Sevri (ra) ise şöyle derdi: Bir kardeşiniz size geldiğin­de, ´Yer misin?´ veya ´Bir şeyler hazırlayayım mı?´ demeyin! Eviniz­de olanı ona ikram edin! Yerse ne âlâ, aksi takdirde kaldırın! Ha­san el-Basri (ra) ve Abdullah b. Mübarek (ra) öğle veya akşam ye­meklerini yiyecekleri zaman dış kapılarını açar ve o esnada biri ge­lirse, yemeği onunla birlikte yerlerdi. Kimisi de evin hol kısmında oturur ve kapıyı açık bırakırdı. Yoldan geçen herkesi yemeğe buyur ederdi. Yemek daveti hususunda Selef-i Salih´in izledikleri yol bu îdi; yemek yiyecekleri zaman kapılarını ardına kadar açar, zengin fakir demeden yoldan geçen herkesi sofraya davet ederlerdi.

Tabiun´dan bir zat şöyle demiştir
: En hayırlılarınız, yemekleri­ni avluda yiyen, tabaklan en geniş ve kaymakları en tatlı olanlar­dır! En şerlileriniz ise, yemeği kapalı yerde yiyen ve tabakları kü­çük olanlardır!

Her kim birini yemeğe davet ederse ve en iyisinin onunla bera­ber yemek yememek olduğunu bildiği halde onunla yemeğini pay­laştığında mekruh işlemiş olur. Kişi, davet edenin sözünün altında­ki hakiki etkeni bildiğinde, onun yemeğini yememelidir. Eğer haki­ki anlamda bilmiyorsa, sözün zahirinden haraket ederek yemeğini yiyebilir. Bu noktada su-i zanda bulunmaya mahal vermemelidir.

Bir yolculukta adamın biri Ahnef b. Kays´ı yemeğini paylaşma­ya çağırmıştı. Ahnef, ´Belki sen de arızlardansın´ dedi. Adam, ´On­lar da kimdir?´ diye sorunca Ahnef şu cevabı verdi: Gönülden yap­mamalarına rağmen halk tarafından övülmek isteyenler!- Bu söz üzerine adam sükut etti. Ahnef de onun davetine icabet etmedi.

Süfyan-ı Sevri (ra) bir adamla yürüyordu. Adamın evinin kapı­sına geldiklerinde, ´Buyrun bir şeyler yiyelim! dedi. Süfyan, ´Sora­cağım şeye lütfen doğru cevap ver! Kalbine hangisi daha sevimli geliyor? Kalmam mı, yoksa gitmem mi?!´ dedi. Adam sükut etti. Süfyan da eve girmeyerek oradan ayrıldı.

Kişi, çok yakın dost olduğu ve yemeğini yemesinden hoşlanaca­ğını yakinen bildiği kimsenin yemeğini onun izni olmaksızın yiye­bilir. Aralarındaki derin sevgi, iznin yerini alır. Muhammed b. Va­si´ ve arkadaşları, Hasan el-Basri´nin (ra) evine girer ve buldukla­rını yerlerdi. Onlar yemek yerken Hasan (ra) gelirse çok sevinir ve şöyle derdi: Biz de böyle yapardık!

Rivayete göre Hasan el-Basri de (ra) semtindeki bakkaldan di­lediği gibi yer, bir sepetten incir, bir diğerinden fıstık alır yerdi. Ha-şim el-Evkas kendisine, ´Ey Ebu İshak, adamın malını izinsiz yi­yorsun? Olur mu?´ dediğinde şu cevabı vermiştir: Bre gafil, Allah Teala´nın şu ayetini hiç okumadın mı? "Sizin de eşlerinize yahut ço­cuklarınıza ait evlerinizden, babalarınızın evlerinden, annelerini­zin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kızkardeşlerini-zin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, yahut anahtar­ları size bırakılmış sahip çıkmanız istenen yerlerden ve dostlarını­zın evlerinden yemek yemenizde mahzur yoktur". (Nur/61)

Hasan el-Basri (ra) ayetteki ´dost´ kelimesini şöyle tarif etmiş­tir: ´Dost´, nefsin huzur bulup kalbin itmi´nan bulduğu kimsedir. Böyle birinin yemek için izin istemesine gerek yoktur.

Süfyan-ı Sevri´nin evine bir grup gelmişti. Onu evde bulamadı­lar. Bunun üzerine kapıyı açarak içeri girdiler ve tepsiyi indirdiler. Ardından yemek hazırlayıp yemeye başladılar. O esnada Süfyan eve geldi. Onları bu halde görünce şöyle dedi: Sağolun, bana Se­lefin ahlakını hatırlattınız! Onlar da böyle yaparlardı.

Birkaç kişi, Tabiun´dan bir zatı ziyaret etmişti. Evinde yiyecek bir şey yoktu. Bunun üzerine çok samimi bir komşusunun evine gitti. Komşusu evde yoktu. Eve girdi ve pişmiş yemek bulunan bir tencere ve taze ekmek gördü. Bunları alarak evine götürdü. Yeme­ği ve ekmeği misafirlerine ikram etti. Bir süre sonra komşusu eve dönüp yemek dolu tencereyi ve ekmekleri göremeyince ev halkına sordu. Onlar da, olup biteni anlattılar. O da, ´İyi etmiş!´ dedi. Kar­şılaştıklarında da şöyle dedi: Can dostum! Eğer misafirlerin tekrar gelirlerse, yine aynısını yapabilirsin!

Allah Resulü (sav) de, Berire´ye (ra) tasadduk ettiği etten onun izni olmaksızın yemiştir. Ama O, Berire´nin (ra) bunu bilmesi halin­de çok sevineceğini iyi bilmekte idi. O, Berire´nin (ra) pişirdiği eti yedikten sonra şöyle buyurmuştur: "Sadaka yerine ulaştı; onun için sadaka, bizim için de hediye oldu" [56] Yine O, başka bir vesilede şöyle buyurmuştur: "Adamın adama elçisi onun iznidir". Yani, onun elçisini görmek, girmek için izin verildiğini gösterdiği için tekrar izin istemek gereği kalmaz.

Allah Resulü´nün (sav) fiilleri üzerinde düşünüldüğünde ortaya çıkan hakikatlardan biri de şudur: Bir adamın, onunla beraber ye­mek yemenizden hoşlanmadığını hissettiğiniz zaman onunla ye­mek yemeyin. Sözle müsaade etmiş olsa dahi, yememeniz daha uy­gundur.

Konuyla ilgili bir diğer misal de şu hadisedir: Seleften bir zat, birilerini yemeğe davet etmişti. Ama elçi, davetlilerden birini bula­mamış ve geç bir zamanda haber vermişti. Vakit iyice ilerlemiş ol­duğu için davetliler evden ayrılmışlardı. Sonradan haberi olan kişi eve yine de gitti. Kapıyı çaldı. Davet veren kişi kapıya çıkarak, ´Bir arzunuz mu var?´ diye sordu. O da, ´Beni yemeğe davet etmişsin, geç öğrendim, şimdi gelebildim´ dedi. Ev sahibi, ´Ama davetlilerin hepsi ayrıldılar* deyince geç kalan, ´Onların yediklerinden artan bir şey yokmu?´ diye sordu. Adam da, ´Hayır* dedi. Teki kırıntı da mı yok?´ deyince, ev sahibi ´Hiç bir şey kalmadı!´ dedi. Geç kalan, ´Öy­leyse tencere diplerini alayım´ dedi. Ev sahibi, ´Hepsini yıkadık´ de­yince, Allah´a hamd ederek oradan ayrıldı.

Davete geç kalan bu zata, niçin bu kadar ısrar ettiği soruldu­ğunda şöyle demiştir: O kimse, bir ihsanda bulunmuş ve davetini belli bir niyetle yapmıştır. Sözkonusu zatın yukarıda gösterdiği zil­let ve alçalma hali, nefsinin izzet ve kibir derecelerinden iyice sıy­rıldığım göstermektedir. O, bu hali ile Ebul-Kasım el-Cüneyd´in hocası İbnul-Küdeyni´ye benzemektedir. Bir gün delikanlının biri ona, babasının davetini ulaştırmıştı. Çocuğun babası, bîr davette onu dört kez dışarı atmış, ama o her defasında yine gelmişti. Bun­lar, tevhid ile itmi´nan bulmuş ve Mevla´dan gelen imtihan ve bela­ları sebepleriyle müşahede edebilen nefslerdir. Tevazu ile yoğrul­muş ve zillet ile ezilmiş bu kimselerin nefsleri, ferdlere mahsus yal­nız bir yolun yolcusu, enderlere mahsus mücerred bir halin ehlidir.

Kibirli kimseler ise davetlere icabet etmezler. Bazılarına göre bu, izzet-i nefsle bağdaşmayan hareketlerdendir. Onlardan birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben hiç bir davete icabet etmem! ´Niçin?´ diye sorulduğunda ise şu cevabı vermiştir: Yufka ekmeği beklemek züldür! Kibir ehlinden bir diğerinin ise şöyle dediği nak­ledilmiştir: Ellerim başka birine ait tabağa uzandığında boynum da onun önünde eğilmiş olur!

Kibir ehli içinde, hakir gördüğü yoksulların davetlerine katıl­mayıp gözünde büyüttüğü zenginlerin davetlerine katılmaktan şe­ref duyan kimseler de vardır. Ehli dünya içinde bazıları da, ancak kendi seviyelerinde olan kimselerin davetlerine icabet eder ve da­ha aşağıda gördüğü kimselerin davetlerine katılmazlardı. Bütünbunlar, Allah Resulü´nün (sav) sünnetine aykırı yaklaşımlardır. O, kara bir kölenin davetine icabet ettiği gibi, yoksul birinin yemeği­ne de katılırdı.

Allah Resulü´nün (sav) konuyla ilgili hadislerinden biri şöyle­dir: Ne kötü yemektir o! Yoksulları dışlayıp zenginlere verilen ziya­fet yemeği![57] Yine O, davete icabet konusunda şöyle buyurmuştur: "Her kim davete icabet etmezse, Allah Teala´ya isyan etmiş gibi olur".[58]

Hüseyin b. Ali (ra) yol kenarında insanlardan dilenen bir yok­sullar grubunun yanından geçiyordu. O esnada, kumun üzerine yaydıkları bir takı ekmek parçalarını yiyorlardı. Hüseyin (ra) bine­ği üzerinde yanlarından geçerken, onlara selam verdi. Onlar da se­lamına mukabele ettiler ve ´Haydi Allah Resulü´nün kızının oğlu! Bizimle bir şeyler ye!´ dediler. O da, ´Peki! Muhakkak Allah kibirle-nenleri sevmez!´ dedikten sonra bineğinden indi ve onlarla beraber yere oturdu. Yemeklerini paylaştıktan sonra veda ederek bineğine bindi ve yoluna devam etti.

Bu hadisenin başka bir rivayetinde şöyle bir fazlalık vardır:
Hü­seyin (ra) onlara, ´Ben size icabet ettim, siz de bana icabet edin´ de­miş, onlar da ´Peki´ demişlerdi. Bunun üzerine onları günün belli bir vaktinde yemeğe davet etti. Hüseyin´in (ra) evine gittiklerinde onun tarafından sıcak bir şekilde karşılanıp sofraya oturtuldular. Ardından da Hüseyin (ra), ´Ey Vâzât! Bugüne dek biriktirdiği ni­metleri getir ve sofrayı donat dedi. Cariye de, evdeki en kıymetli yi­yecekleri getirerek çok güzel bir sofra hazırladı. Sofra iyice bezen-dikten sonra Hüseyin (ra) de yoksul misafirleriyle beraber yemeğe başladı.

Ibnü´l-Mübarek (ra) dostlarına evinde bulunan hurmaların en kıymetli olanlarını ikram eder ve şöyle derdi: Kim daha fazla yer­se, ona çekirdek başına bir dirhem vereceğim! Sonra da fazla yiyen­lerin çekirdeklerini sayarak, bir o kadar dirhem verirdi.

Öğüt ehlinden bir zat şöyle demiştir: Yemek davetlerine katıl­mamın tek sebebi, bana cennet sofralarını hatırlatmasıdır. Çünkü oraki sofralar da, sıkıntı ve tasaya gerek kalmaksızın önünüze ko­nulacaktır. İşte bu nedenledir ki dostların toplu yemekleri hakkın­da şöyle denilmiştir: Yakınlık ve birbirlerine yeterlik...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

09 Ocak 2010, 16:45:15
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 09 Ocak 2010, 16:45:15 »

Yemekten Sonra El Yıkamak



Çoğu kimse, yemekten sonra el yıkamayı edebine uygun olarak ya­pamaz. Yemek yemenin sünnetleri iyi bilinmediği gibi, el yıkama adabı da pek iyi bilinmez. Ellerini çövenle yıkayan kimse, yemek yerken kullandığı üç parmağını yıkayarak başlar. Ardından kuru çöveni sol avucuna koyarak dudaklarının üzerinden gezdirmelidir. Ağzını parmaklarıyla güzelce yıkamalıdır. Dişlerinin iç ve dış yüz­lerini de güzelce temizlemelidir. Damak ve dil de iyice yıkanmalı­dır. Bu temizliğin peşinden parmaklar su ile yıkanmalıdır. Kalan kuru çövenle, parmakların iç ve dış kısımları güzelce ovularak te­mizlenmelidir.

Bundan sonra ağza bir daha çöven konulmamalıdır. Temizlikte iki kez yeterlidir. Davetine gelen dostların ellerini yıkayacak kim­se, ellerine temiz su döker. Bu, edebin gereğidir. Davet sahiplerinin sürekli daha güzel olam aramaları, bu gibi davranışlarında kendi­ni gösterir. Riayet ehlinin edebi gözetmeleri de bu şekilde açığa çı­kar. Konuyla ilgili olarak ariflerden bir zat şöyle demiştir: Dostla­rını yemeğe davet edip en güzel yiyecekleri sunan, ardından tathlar ikram eden bir kişinin, ellerini ve ağızlarını yıkamaları için mi­safirlerine tuzlu su ikram etmesi, adabı gözetme ve inceliklere ri­ayette gösterdiği kusura bağlanır. [63]


Yiyecekler Ve Yemek Adabıyla İlgiili  Rivayetler




Konuyla ilgili hadis ve haberlerin bir kısmını bu faslın muhtelif yerlerinde eksiği ve fazlasıyla zikrettik. Bunlarda Selef-i Salih´in sünnetlerini ve Araplar´ın yemekle ilgili örf ve adetlerini gördük. Bu nakilleri, konuyla ilgili söylediklerimizin aralarına serpiştirdik.

İshak b. Nüceyh, Ata b. Meysere vasıtasıyla Ebu Hüreyre´den (ra) şunu rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki:
"Sofra­dan düşeni yiyen kimse, rahatlık içinde yaşar ve çocukları bakı­mından afiyette olur".

Said b. Lokman, Abdurrahman el-Ensari vasıtasıyla Ebu Hü­reyre´den (ra) şunu rivayet etmiştir
: "Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: Pazarda yemek yemek aşağılıktır". Bize göre bu, garib bir isnaddır. İşin aslı, bu sözün Tabiun´dan İbrahim en-Neha´i ve başkalarına ait olmasıdır. Cüveybir, Dahhak´tan, o Nizal b. Sebere vasıtasıyla Ali´den (kv) şunu nakletmiş tir: Allah Teala, yemeğe tuz ile başlayan kimseyi yetmiş türlü beladan uzak tutar. Günde yedi acve hurması yiyen kimse de midesindeki canlıları öl­dürür. Günde yirmi bir adet kırmızı kuru üzüm tanesi yiyen de be­deninde hoşuna gitmeyen bir şey görmez.

Et, et yapar. Tirid, Araplar´ın en çok bilinen yemeğidir. Sürü hayvanlarının etleri karnı büyütüp kalçaları genişletir. İnek eti ra­hatsızlık kaynağı iken inek sütü şifadır. İnek sütünden yapılma te­reyağı da birçok derdin devasıdır. Hayvan yağları da bir tür deva­dır. Nefslerin en çok şifa buldukları yiyecekler yaş hurma ve balık­tır. Bunlar, vücudun yağlarını eritirler.

Kuran okumak ve dişleri misvaklamak, balgamı bitirir. Uzun yaşamak isteyenler taze gıdalar yemeli, kadınlarla az birlikte ol­malı ve borçlanmamalıdırlar.

Emirlerin hayatlarıyla ilgili anlatılan olaylar arasında şöyle bir hadise nakledilmiştir
: Haccac, tabip Benâdik´a şöyle demişti: Bana, gereğini yapıp saymakla uğraşmayacağım bir tavsiyede bulun! Benâdık şunları önerdi: Evleneceksen genç kızla evlen, etin iyice doğ­ranmış olanını ye, pişmiş yemeği iyice gevşemeden yeme, hastalı­ğın olmaksızın ilaç içme, sadece olmuş meyve ye, yediğin her şeyi iyice öğüt, bir yemeğe çağrıldığında ardından içme, içtiğinde de ar­kasından bir şey yeme, büyük ve küçük abdestini fazla tutma, gün­düz yediğinde uyu, gece yediğinde ise uykudan önce yüz adım dahi olsun yürü.

Filozofun biri de kitaplarda yeralmış hikmetli bir tavsiyede bu­lunmuştur. Bu tavsiye, maktu´ hadis olarak da rivayet edilmiştir. Ebul-Hattab b. Abdullah b. Bekir tarafından rivayet edilen bu hik­metli söz şudur: Kendine mahsus bir hastalığı olan kimse tedavi ol­mamalıdır. Nice deva vardır ki kullananda başka hastalıklar çıkartır.

Bir başka filozof ise şöyle demiştir: Gücün hastalığa yettiği ka­dar devadan uzak dur. Bir başka söz de şöyledir: İlaç içmek, elbise­yi sabunla silmek gibidir. Sabun elbiseyi temizler, ama iz bırakır.

Büyük filozof Hipokrat´m da şöyle dediği rivayet edilmiştir: De­va yukarıdan, dert ise aşağıdandır. Derdi karnında, göbeğinin üst kısmında olan kimseye ilaç içirilir. Derdi karnın altında olan kim­seye ise lavman yapılır. Derdi, aşağıdan da yukarıdan olmayan kimseye ilaç içirilmez. Eğer derdi tesbit edilmeden ilaç içirilirse, sıhhat halinde yan etki yaparak hastalığa neden olur.

Konuyla ilgili bir rivayette de şöyle denilmektedir: Damarı kes­mek kanı temizlemek, akşam yamağını terk ise yaşlılıktır. Araplar şöyle derdi: Öğle yemeğim bırakmak, kalça yağlarını eritir. Biri de şunu söylemişti: Tabipler yemek esnasında içmemi yasak ettiler. Araplar, yemekle ilgili şöyle bir deyim kullanırlardı: Akşamı ye yü­rü, öğleyi ye uzan!

Büyük abdestin tutulması konusunda bir filozof şöyle demiştir:
Yemek, mideden altı saatten önce çıktığında mide bakımından hoş değildir. Orada yirmi dört saatten fazla kaldığında ise mide için za­rarlıdır. Küçük abdestle ilgili olarak da şöyle denilmiştir: Mecra­sından taşan nehir nasıl çevresine zarar verirse, tutulan küçük ab-dest de bedene öyle zarar verir. Mafsallarda oluşan kulunçların, ye­li tutmaktan kaynaklandığı söylenmiştir.

Şeyh Ebu Talib şöyle demiştir
: Hikmet ihtiva eden kitaplardan birinde şunu okumuştum: İşler, şu dördü ile düzen bulur:

1. İştah olmadıkça yemek yenmemesi;

2. Kadının kocasından başkasına bakmaması;

3
. Krala itaat edilmesi;

4.
Tebaaya adaletle hükmedilmesi.

Romalı filozoflardan birine, ´Yemek için en uygun vakit hangisi­dir?´ diye sorulmuştu. O da şöyle cevap vermiştir: İradesi kuvvetli olan için tam olarak acıktığında, iradesi kuvvetli olmayan içinse bulduğunda! Başka bir yerde de, kişinin irade kuvveti arttıkça ar­zu ve şehvetlerinin eksildiği söylenmiştir.

Kisra, huzurunda oturanlara şunu sormuştu
: İnsanda en zarar­lı huy nedir? Mecliste oturanlar, ´Fakirlik´ dediler. Kisra da, ´Cimri­lik, fakirlikten daha beterdir! Çünkü fakir bulamaz. Cimri ise, bul­duğu halde yiyemez!´ dedi. Şişman görünen birine, ´Nasıl şişmanla­dın?´ diye sorulmuştu. Şöyle cevap verdi: Acılı yemek, soğuk içmek, sol yanıma yaslanmak ve bana ait olmayanı yemekle! Dengeli ya­pısı olan başka birine de, ´Nasıl böyle dengeli bir vücuda sahip ol­dun?´ diye sorulmuştu. O da şöyle cevap verdi: Az düşünmek, sakin yaşamak ve hasır üstünde uyumakla!

Hikmet ehlinden bir zat, gördüğü şişman birine şöyle demişt
i: Üzerinde azı dişlerinle dokuduğun bir kadife görüyorum, nedir o? Adam şöyle karşılık verdi: Halis un ve taze keçi eti yer, gümüş ku­pa dolusu menekşe suyu içer ve ketenden yapılma elbiseler giye­rim. Kilolarım bu yüzden olsa gerek!

Bir Arap atasözüne göre, yemek yiyen birini gören kimse, aç ol­masa ve yemeği düşünmese dahi onu gördükten sonra yemek yeme ihtiyacı duymaya başlar. el-Esma^ şunu nakletmiştir: Hikmet eh­linden bir zat oğluna Öğüt verirken şöyle demişti: Ey oğul, öğle ye­meğini yemeden evden çıkma! Aynı tavsiye, çarşı pazara çıkan için de yapılabilir. Dışarı çıkmadan bir şeyler atıştıran kimse, iştahını daha kolay bastıracak ve insanlarla karşılaştığında yemekten da­ha rahat uzaklaşabilecektir.

Hilal b. Mücessem bu konuda şöyle bir beyit okumuştur:

Mide az doluyken şişirmene gerek kalmaz, Sakınman da günahlara fırsat bırakmaz!

Sufilerden biri, çarşıda bir şeyler yiyerek yürüyordu. Kendisine tanınan bir şahsiyetti. ´Çarşıda nasıl yersiniz?´ diye sorulunca şöyle cevap verdi: Allah afiyet versin! Ben çarşıda acıktığımda evde ye­rim. ´Bir mescide falan girip yeseniz daha doğru olmaz mı?´ denildi. Buna da cevaben, ´Sırf yemek için Allah´ın evlerinden birine gir­mekten haya ederim´ dedi. Ona göre yemek yemek, dünya kapıla­rından birine girmekti.

Başka bir yerde de, çarşı pazarın kaçanların sofraları olduğu söylenmiştir. Oralarda kalanlar, hizmetten kaçtıkları için çarşı pa­zarda oturanlardır. Konuyla ilgili olarak ibni Ömer´in (ra) şöyle de­diği rivayet edilmiştir: Bizler Allah Resulü´nün (sav) devrinde hem yürür, hem de bir şeyler içerdik.

Tıp ehlinden biri, terlemenin iki durumu olduğunu, sağlıklı bi­ri için zararlı, hasta biri içinse yararlı olduğunu beyan etmiştir. Terlemeye karşı ilaç çare olmadığında, kişi sıhhatini kazanacak de­mektir.

Arap şairlerinden biri, konuyla ilgili olarak şöyle bir beyit oku­muştur:


Nice tedbir vardır ki kul için derttir,

Derdi uzaklaştırmanın yolu az yemeye devam etmektir.

Lokman´ın (as) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Her kim yüksek ateşe yakalanırsa, hoş olmayan bir iş yaptığından kesinlikle emin, helal rızık yediği hususunda da şüphede olur. Bu konuda şöyle de­nirdi: Gerçek tabip, krallara perhiz tavsiye edip onları değişik lez­zetlerden m...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes