Konu Başlığı: Yakın Kılınanların Murakabeleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Aralık 2009, 18:04:22 Yakın Kılınanların (Mukarrebun) Murakabeleri Ve Yakini İman Sahiplerinin Makamlari Hakkındadır
Bu fasılda mukarrebunun murakabelerini ve yakini iman sahiplerinin (=mûkinun) makamlarını anlatacağız. [23] Murakabe´nin Birinci Makamı: Kulun yakini imanı güçlendiğinde kendi eğitimi için iyi değerlendirilmesi istenen ve hayat ve gelişmesinin kaynağı kılman bu vakitlerin, Berzah aleminde kendisine tekrar ettirileceğini, Kıyamet günü kendisine döndürüleceğini ve eğer girerse cennette kendisine iade edileceğini yakini bir ilim ile bilir. Yine o, kesin olarak bilir ki ahirette, sadece bu dünyadaki muamelesinin karşılığını görecek ve kendisine dünya hayatında muvaffak kılındığı şeylerin sevabı dışında hiçbir şey verilmeyecektir. Orada, geçirdiği bütün vakitlerden dolayı hesaba çekileceğini, tükettiği bütün saatlerinden dolayı sorgulanacağım ve kendisine, başka birinin değil yalnız kendisinin vakitlerinin verileceğini yakini olarak bilir. Kendisi başka birinin suretinde diriltilmeyeceği gibi, başka birine verilen karşılığı da almayacaktır. Orada, başka birinin göreceği muameleyi de değil, sadece kendi hakettiği muameleyi görecektir. İlk defa yarattığı gibi, öldürdükten sonra diriltecek olan da yine Allah Teala´dır. O buyurdu ki: "Sizi ilk defa yarattığı gibi O´na dönersiniz". (A´raf/29) Yine O, şöyle buyurmaktadır: "Hiç, müslümanlan suçlular gibi yapar mıyız?". (Kalem/35) "Bu, ayetlerini düşünmeleri için sana indirdiğimiz mübarek bir Kitab´dır". (Sad/29) "Yoksa iman edip salih ameller işleyenleri yeryüzünde fesad çıkaranlarla bir tutar mıyız? Yahut takva sahiplerini günahkar fasıklarla bir tutar mıyız?". (Sad/28) Allah´ın bu ayetlerini bir düşünün. Sizce o vasıftaki kimseler, bu vasıftaki kimselerle aynı karşılığı görebilirler mi? Veya bu vasıftaki kimselere bundan başka bir karşılık verilebilir mi? Allah Tea-la, bunu daha da açık hale getirerek şöyle buyurmuştur: "Ne sizin kuruntularınıza, ne de Kitab Ehli´nin kuruntularına göre değil.." (Nisa/123) Allah Teala, her iki zümrenin kuruntularını da *Ley-se=Değil´ edatı ile menfî kılmış ve ayette zahiren olmayan gizli bir ´Lakin=Fakat´ edatı ile kendi hükmünü isbat ederek şöyle buyurmuştur: "(Fakat) kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır". (Nisa/123) Allah Resulü de (sav) bu ayeti tefsir ederek şöyle buyurmuştur: "Mümin, işlediği günahtan dolayı dünya hayatında iken musibetler, açlık ve yokluk gibi bir kötülük ile cezalandırılır. Münafık ise, bir eşek gibi günahları üzerinde olduğu halde Kıyamet gününü karşılar ve ahirette onların cezasını görür". Hasan el-Basri (ra) şöyle derdi: Ey Allah´ın kulları, kuruntulardan sakının. Çünkü onlar, akılsızların dolaştıkları vadilerdir. Allah´a yemin ederim ki, hiçbir Allah kulu, kafasındaki kuruntusuy-la dünyada veya ahirette bir hayır sahibi olamaz. Bir alim de şöyle demiştir: Akıl azaldıkça, kuruntular çoğalır. Selef-i Salih´ten bir zat, dünya ehli kardeşlerinden birine yazdığı mektubunda ona öğütte bulunmak için şu ifadeye yer vermiştir: Bana, uğrunda kendini tükettiğin ve uğruna hırsla dolduğun dünyevi işlerinden haber ver. Ne oldu, istediklerine ulaşıp kafanda kurduklarına kavuştun mu? Dostunun bu soruya cevabı ´Allah´a yemin ederim ki hayır* olmuştu. Bunun üzerine aynı zat şunu yazdı: Ne dersin uğrunda mücadele ettiğin halde ona ulaşamamışsın, peki sırt çevirip yüz çevirdiğin ahiretteki nasibine nasıl ulaşacaksın? Görüyorum ki sen soğuk demir dövüyorsun! Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Her kim, ameli olmaksızın cennete girebileceğini zannederse kuruntu sahibi olur. Her kim de, ameliyle gireceğini söylerse, o da yüz çevirendir. Bir zat da şöyle demiştir: Kuruntular, aklı eksiltir. Konuyla ilgili bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "İman, ne süsle ne de kuruntuyladır. O kalpte yer bulan şeydir. Onun sıdkınm işareti ise ameldir". Allah Teala da bu manada şöyle buyurmuştur: "İyiliğin karşı ancak iyiliktir". (Rahman/60) Başka bir ayette ise bunun mukabilini beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Kim bir kötülük yaparsa, ancak onunla cezalandırılır". (Mümin/40) Yine bu manadan olarak şu ayet-i kerimeleri zikredebiliriz: "Yoksa Allah içinizden cihad edenleri bilinceye kadar (serbest) bırakılacağınızı mı sandınız?". (Tevbe/16); "Yoksa sizden öncekilerin başına gelenler sizin başınıza da gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Bakara/214); "Yoksa kötülükleri pervasızca işleyenler, kendilerini iman edip salih amel işleyenlerle bir tutacağımızı mı sandılar? Ne kadar da kötü hüküm veriyorlar". (Casiye/21) Allah Teala, böyle buyurarak onların zanlarını boşa çıkarmış ve hükümlerini geçersiz kılmıştır. Daha sonra da bu konudaki kendi hükmünü muhkem kılarak şöyle buyurmuştur: "Hayat ve ölümleri bir olacak öyle mi?". (Casiye/21) Dünya hayatında salih ameller işleyen ihsan sahipleri, ölümlerinde de ihsan ve güzellikle karşılaşacaklardır. Dünya hayatında kötülükler işleyerek fesad çıkaranlar ise, ölümlerinde kötülük ve çirkinliklerle karşılaşacaklardır. Bu ayetin, abidler için bir ağlama ayeti olduğu söylenmiştir. Çünkü ayet, müteşabih değil muhkem bir ayettir. Bu babda zikrettiğimiz ayetlerin tamamı da aynı şekilde muhkem ayetlerdendir. Muhkem ayetler, Kitab´m anası (=Üm-mü´1-Kitâb) olan ve mensuh, ya da müteşabih olmayan ayetlerdir. Şu- halde bu ayetler, Kur´an´ın azimet ihtiva eden ayetlerindendir. Bu vasıflarıyla da Allah Teala´nm bize indirdiği ayetlerin en güzellerini oluştururlar. O bize, bu ayetlere uymamızı emretmiş ve böyle davranan kullarını da hidayet ehli ve akıl sahipleri olarak vasfetmiştir: "O kimselerdir ki sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar". (Zümer/18) Denildi ki, sözün en güzeliyle kasdedüen; azimet ve tehdit ihtiva eden ayetlerdir. "Ve onlara, Allah Teala´dan hiç ummadıkları bir şey görünmüştür" (Zümer/47) ayetinin tefsiri hakkında da şöyle denilmiştir: Onlar aldanış içinde boş bir emele ve asılsız bir zanna sahip olmuşlardı. Başka bir tefsirde ise şöyle denilmiştir: Onlar, güzel sandıkları amellerde bulunmuş ve muhasebe anında onların kötülükten ibaret olduğunu görmüşlerdir. Salih amel; hesap gününde sıhhatli çıkan, hak da tartıda ağır basandır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "O gün, tartı haktır". (A´raf/8) Denildi ki Hak, ilim ve amel manasmdadır. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Onlara bir Kitab getirdik ve onu ilim üzere açıkladık". (A´rai/52) O, başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Kendilerine karşı olup biteni mutlak bir ilim ile anlatacağız". (A´raf/7) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Kazandıklarının kötülükleri kendilerine açıkça göründü ve alay edip durdukları (azap) onları kuşatıverdi". (Zümer/48) Bu ayetin tefsirinde ise şöyle denilmiştir: Onlar, günahları ısrarla işliyor, tevbeyi erteliyor ve mağfiret için oyalanıyorlardı. Bu ayet, korku ehli için hüzün, arifler için de korku kaynağıydı. Allah Teala, cehennem ateşini inkarcılar için hazırladığını haber verdikten sonra iman edenlere de ondan sakınmalarım emretmiştir. Kafirlerin vasfı olan cehennem ateşi, Allah´ın kulları için de korkulması gereken bir sondur. Allah Teala, bu babda şöyle buyurmuştur: "Kafirler için hazırlanmış olan ateşten sakının". (Al-i İm-ran/131) Yine O, şöyle buyurmaktadır: "Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da ateşten tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını onunla korkutur: Ey kullarım Ben´den korkun!" (Zümer/16) Denir ki: Kul, haram olduğunu öğrendikten sonra işlediği ilk günah ile cehennemi hakeder. Bundan sonra onun durumu, Allah Teala´mn iradesine kalmıştır. Her kulda, kendisini cehenneme sev-ketmesinden endişe duyulan çirkin bir haslet vardır. Abdülvahid b. Zeyd şöyle derdi: Cehenneme girmeyeceğini zanneden hiçbir korku sahibinin korkusu sıhhatli değildir. Aynı şekilde cehenneme gireceğini ama ondan çıkacağını zanneden kimsenin korkusu da samimi değildir. Buna göre korkunun aslı; cehenneme girmeyi ve orada ebedi kalmayı düşünmek olmalıdır. Benzer bir söz Hasan el-Basri´den de (ra) nakledilmiştir: Bir defasında Hasan´a, cehennemde bin yıl kaldıktan sonra çıkacak adamın durumu zikredilmişti. Bunun üzerine ağladı ve şöyle dedi: Keşke ben de onun gibi olabilsem! Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim ´Ben cennetteyim´ derse, o cehennemdedir. Kim de ´Ben alimim´ derse, o da cahildir". Yine O´ndan rivayet edilen bir hadis şöyledir: "Kim Allah katındaki ye- rinin nasıl olduğunu öğrenmek isterse, Allah Teala´mn kendi kalbindeki yerine baksın. Allah Teala kulunu, onun kendisini koyduğu makama koyar." [24] Konu Başlığı: Ynt: Yakın Kılınanların Murakabeleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Aralık 2009, 18:06:51 Murakabenin İkinci Makamı:
Kul, bundan sonra her salih amel için cennette bir nimet, Berzah´ta ise bir rahatlık bulunduğunu yakini olarak bilir. Güzel olan her amel ve halis olan her marifet için, cennette bir makam bulunur. Orada görülecek muamelenin taksimi burada yapılır. Aynı şekilde her kötü iş ve çirkin bilgi için de ahirette bir azap, Berzah´ta bir sıkıntı ve cehennemde bir derece bulunur. Orada görülecek karşılık da burada yapılanlara göre belirlenir. Allah Teala, hayır ve şer bakımından kulları için yaptığı bu taksimi gizler ve hakemler için onların amellerini ortaya çıkarır. Allah Teala, bütün kulları için ahirette iki ayrı yurda götüren iki yol yaratmıştır. Bu, O´nun hikmeti gereğidir. Sonra da amelleri öne alıp karşılıklarını vermeyi sona bırakmıştır. Bu da O´nun, fiilleri sağlam kılmak ve kulların imtihan dünyasındaki çabalarının görülmesi içindir. Allah Teala´mn lütuf, kudret, muhabbet ve takdiri gereği her nefis uğrunda çaba sarfettiği şeyin karşılığım görecektir. O, yaptıklarından sual edilemeyendir. Çünkü O, mülkün tek sahibi, Cebbar, Kahhar ve Aziz olandır. Halbuki kulları, yaptıklarından dolayı sorguya çekileceklerdir. Çünkü onlar, kuldurlar, zelildirler, güçsüzdürler ve mecburdurlar. O´nun için misaller verilmez. Çünkü O, delil bulma ve mutedil olma noktasını aşmıştır. Kullar, O´nunla bir tutulamaz. O, takdir ve tahdid seviyelerini aşkındır. O, herşeyde eşsiz bir hüccet ve kudret sahibidir. Bütün bu hususlarda hiçbir şeye benzemez. Allah Teala, anlattığımız bu hususlarla ilgili olarak zatının tekliğini irade ve fiilleriyle teyid etmiş, kendisine ortak koşulmasını yasaklamış ve bununla ilgili misaller vermiştir. Hükümleri bakımından kendisini yarattıklarıyla bir tutanlara karşı hayretini izhar etmiş ve bu tür hareketleri, nimeti inkar ve mülkünde kendisine ortak koşma olarak görmüştür. Allah Teala, müşrikleri haber verirken, bu insanların hüküm bakımından Zatı´nı yaratılmışlarla bir tutarak dalalete düştüklerini, bunun üzerine kendisinin de onları dalalate sevkettiğini bildirmektedir. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Onlar orada birbirleriyle çekişerek şöyle dediler: Allah´a yemin olsun ki, doğrusu biz, açık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü (ey taptıklarımız), biz sizi alemlerin Rabbiyle bir tutuyorduk. Ve bizi hep o suçlular saptırmıştı". (Şuara/96-98) Denildi ki: Bu ayet, Kaderiyye hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar, kötü işlerdeki yapma ve engelleme gücünü insanlara izafe etmiş ve bu tür fiillerde halk ile Hâlık´ı bir tutmuşlardır. Oysa Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Halbuki sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır". (Saffat/37) Görüldüğü gibi Allah Teala, onları olduğu gibi yaptıklarını da kendine izafe etmiştir. Bu ayet, Kaderiye´nin de aralarında zikredildiği, mücrimun yani suçlular hakkında nazil olmuştur. İnkarlarından dolayı Allah Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki mücrimler, şaşkınlıklar ve çılgınlıklar içindedirler. O gün yüzleri üstü ateşe sürüklenecekler: ´Tadın Sekar´ın (cehennemin) dokunuşunu´ (denilecek). Muhakkak ki Biz, her şeyi bir kaderle yaratmışızdır". (Kamer/47-49) Mücrimler; kendilerine tabi olan insanları yoldan çıkaran günahkarlar olup kendilerine uyanlarla birlikte ateşe sürükleneceklerdir. Allah Teala, yukarıda zikrettiğimiz hususların faziletini beş muhkem ayette daha da teyid etmiştir. Bu beş ayet, zikrettiklerimizi genel olarak ihtiva eden ifadelere sahiptir. Bunların şerh ve açıklamasını pek uzun tutmadık. Çünkü maksadımız, bu babda delil bularak bunların delalet yönlerini ortaya kovmak değildir. Bu ayetlerin ilki şudur: "Allah, rızık yönünden bir kısmınızı, bir kısmınızdan üstün kıldı. Kendilerine fazla rızık verilenler, rızıkla-rmı elleri altındakilere vermiyorlar ki, onda eşit olsunlar. Şimdi Allah´ın nimetini mi inkâr ediyorlar?". (Nahl/71) Bu ayette, rızık bakımından üstün kılınanlar, iş güç ve köle sahibi olanlar, alttakiler ise işçi ve kölelerdir. Birinci kısımda yer alanlar, sahip oldukları nimetleri, alttakilerle paylaşmayarak Allah´ın nimetini inkar etmiş olmaktadırlar. İkinci ayet ise şudur: "O size, kendinizden bir misal verdi. Size rızık olarak verdiklerimizde, sağ elinizin malik olduğu (kölelerin) size ortak olmasını ister de, siz o hususta anlayışlı olur ve aranızda birbirinizi saydığınız gibi onları da sayar mısınız?". (Rum/28) ´Ben aynı şekilde kullarımdan birini kendi mülküme ortak etmem. Siz de Benim kendime ortak kılmadığım kul ve kölelerimi Bana ortak koşmayın. Çünkü Ben sizinle kölelerinizi bir tutmadım. Şu halde kullarımı hükümranlığımda Bana denk tutmayın. Üçüncü ayet de şudur: "Allah şunu misal verdi: Bir köle var; hiçbir şeye gücü yetmez. Bir de kendisine katımızdan güzel bir rı-zık nasibettiğimiz ve o rızıktan gizli açık, Allah için sarfeden biri var. Bunlar hiç eşit olurlar mı?". (Nahl/75) Burada da, infak etme gücü olmayan bir köle ile, infak gücü olan bir mal sahibinin karşılaştırılması yapılmaktadır. Allah Teala infaka gücü olanları da iki kısma ayırmış ve bunlardan bir kısmını cimrilikle vasfederken bir kısmını da cömertlikle vasfetmiştir. Cimrilikle vasfettiklerini, infaka güç yetirememe haliyle zemmetmiştir. Onu, malı infak edemez hale getiren de yine O´dur. Diğerlerini ise malı infak edebilme gücüyle donatmış ve cömertliklerinden dolayı övmüştür. Allah Teala, dördüncü ayetinde de şöyle buyurmaktadır: "Allah şunu da misal verdi: İki kişi var; birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez. Efendisine sadece bir yük. Efendisi onu ne tarafa gönderse hiçbir hayırlı işe yaramaz. Böyle biri, adaletle emreden ve doğru bir yolda giden kimse ile eşit olabilir mi?". (Nahl/76) Burada bahsi geçen kişi, ilim ve hikmete gücü yetmeyen, onlardan habersiz olan kimsedir. Allah Teala bu ayette iki kulunu karşılaştırmıştır. Bunlardan biri, akılsız, cahil ve hikmete karşı kayıtsızdır. Allah Teala onu, ilme muktedir kılmadığı gibi ona istikamet de bahsetmemiştir. Daha sonra da onun halini kınamış ve bu sıfatlarından dolayı ona olan gazabını bildirmiştir. Diğerini ise, adaletle emreden, sırat üzerinde müstakim olan biri kılmıştır. Onu bu yol üzere kılan da O´dur. Kul, Allah Teala´nm gösterdiği iki yoldan birine, yine O´nun yönlendirmesiyle girer. Hangi kul, Allah Teala´nın yolunda O´nun gücü olmaksızın yürüyebilir? Allah Teala, ona nasibettiği hidayet ile kendisini medheder ve böyle güzel vasıflarla niteler. Allah Teala, bu ayetleriyle yarattıkları için teşbih ve misallen-dirmenin beşer aklına uygun olduğunu bildirmiştir. Bu misaller beşeri akıl bakımından Allah Teala´nm zatı için haksızlık ve uygunluk sınırlarını aşar. Çünkü Allah Teala iki kuluna farklı güçleri vermiş ve bu güçlere dayanarak yaptıklarından dolayı birini överken diğerini zemmetmiştir. Halbuki Allah Teala, övdüğü kuluna güç verir ve nimetini bahşederken diğerini çaresiz ve nasipsiz bırakmıştır. İnsan aklına göre bu, açık bir haksızlık ve zulümdür. Allah Teala, bu meseleyi halletme babında zatıyla misal verilmesini kesin olarak nehyetmiştir. Allah Teala aşağıdaki beşinci ayette, bu meseleyi kat´i olarak halletmiş ve biz kullara kendi zatıyla ilgili misal ve benzetmeleri kesin olarak yasak etmiştir. Beşinci ayet şudur: "Artık Allah"a ´Benzerler=misaller´ tutmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz". (Nahl/74) Allah Teala, ilminin hakikati, bizler ise ceheletimizin smırsızlığıyla böyle bir konumdayız. Allah Teala, bunu başka bir ayet ile teyid ederek şöyle buyurmuştur: "O, yaptığından dolayı sorulmaz. Onlar ise sorulurlar" (Enbiya/23). İlimde derinlik sahibi olanlar, hükümleri Hakim-i Mutlak olan Allah´a teslim etmiş ve bu suretle O´nun azabından beri olmuşlardır. Müminler, takdir edilen bütün kaderlerin Hüküm ve hikmet sahibi adil bir Rabbın hikmet ve adaletinin gereği olduğuna iman etmiş ve bu suretle O´nun cezasından emin olmuşlardır. Çünkü onlar, müte-şabihe iman etmişlerdir. Allah Teala da, lütfunun genişliğiyle onlara bolca sevap vermiştir. Şüphe ve te´villerin ardına düşen ayağı kaymış kimseler ise helak olmuşlardır. Çünkü onlar, dünyada böyle davranarak dalalete düşmüş, ahirette de helaka mahkûm olmuşlardır. Dahhak, İbni Abbas´dan (ra) yukarıda anlattıklarımızı teyid eden bir söz rivayet etmiştir. îbni Abbas, Allah Teala´nm "Onun yedi kapısı vardır. Her kapıya o azgınlardan bir kısmı tahsis olunmuştur" (Hicr/44) buyruğunun tefsiriyle ilgili olarak şöyle demiştir: Her tabakanın altında bir tabaka olacak şekilde, cehennemliklerin amellerine göre yerleştirilecekleri yedi tabaka vardır. Cehennem ehli, işledikleri günahların vehametine göre cehennem derecelerini işte böyle paylaşırlar. Cennetlikler de aynı şekilde amellerinin faziletlerine göre derecelerini kazanırlar. ´Her kapıya o azgınlardan bir kısmı tahsis olunmuştur´ ibaresi de, bilinen belli bir nasip ve pay manasmdadır. Her tabakanın sakinleri bellidir. Konu Başlığı: Ynt: Yakın Kılınanların Murakabeleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Aralık 2009, 18:08:26 Ulemadan bir zat da şöyle demiştir: Cennette hiçbir köşk, nehir ve nimet yoktur ki üzerinde sahibinin ve bu mükafatı hakettiren amelinin adı yazılmamış olsun. Aynı şekilde cehennemde de hiçbir, boyunduruk, zincir ve azap yoktur ki üzerinde ona sebep olan amelin ve bu amele sahip olan kişinin adı yazılı olmasın.
Allah Teala, cennete koyduğu kullarını kendisine itaat ve kullukta bulunmalarından önce oraya yerleştirmiş, cehenneme attığı kullarını da O´na karşı günah işlemelerinden önce oraya atmıştır. Ariflerden biri şöyle demiştir: Halk, Allah Teala´nm murad etmediği şeylerle O´na karşı gelme gücünden daha aşağı iken, Allah Teala sevdiği kullarının kendisini razı etmesinden daha yücedir. Allah Teala yokluk aleminde kullarından bir topluluğa gazap etmiş ve onları varettiğinde, kendilerini gazap yurdu olan cehenneme sokabilmek için gazap ehline yakışan işler yapmalarını takdir etmiştir. O, kıdemde kullarından bir topluluktan razı olmuş, onları varettiğinde de kendilerini rıza yurdu olan cennete yerleştirmek için rıza ehline yakışan amellerde bulunmalarını takdir etmiştir. Marifet ehlinden biri şöyle demiştir: Allah Teala, mahlukatı yoklukta izhar etti ve kudreti ile onları mevcut kıldı. Sonra onların amellerini izhar etti ve amelleri kendi tercihleriyle seçmelerini istedi. Her kul, kendi iradesiyle bir amel seçti. Bundan sonra amelleri onların içlerine yerleştirdi. Onları da tekrar gayba döndürdü. Daha sonra onları varlık alemine çıkardığında perdelerini akıl ile inceltti. Kullardan her biri de daha önce nefsi için tercih ettiği amelleri icra etti. Böylece onlar hakkındaki hüccet de tamama ermiş oldu. Allah Teala´nm bu alemde kendilerine perdelediği şeyler, yarın kendilerine çıklanacaktır. Konuyu bu şekilde gören biri şöyle demiştir: İçimde kaderle ilgili bir tereddüt vardı. Alimlere sorarak onu gidermeye çalışıyordum. Ama bir türlü tatmin edici cevaba ulaşamıyordum. Bir gün Allah Teala´nm lütfuyla abdal zümresinden bir kulla karşılaştım. Meseleyi ona arzettiğimde şöyle dedi: Vay haline, hüccet bulup ne yapacaksın. Bize melekutun sırları açılır. Biz, ibadetlerin suretler halinde semadan indiğini ve bazı insanların azalarına girdiklerini görürüz. Bundan sonra o azalar, o ibadetlerle hareket ederler. Aynı şekilde günahların da suretler halinde bazı kimselerin azalarına indiklerini ve o azaların, günahlarla harekete geçtiklerini görürüz. Bunun üzerine tereddütlü zat şunu söylemiştir: Kalbimdeki kaderle ilgili tereddüt tamamen kayboldu. İlim, kaderdeki kudreti müşahede etmemi sağlamıştı. Ben de bazı kardeşlerimize, fiile güç yetirmenin (=istitâ´at), fiilin ne Öncesine ne de sonrasına dayanmadığı hakkında Kelam ehlinin isbata dair fikirlerini müdafaa ederek anlatmıştım. Ama bu, müşahede yoluyla ilm-i yakine mazhar olmamdan önce idi. Bir gece rüyamda birinin şöyle dediğini gördüm: Kader, kudretten gelir. Kudret ise, Kadir-i Mutlak olan Allah´ın sıfatıdır. Kader, hareket üzerine vaki olur ama açık olmaz. Fiiller de uzuvlardan doğar. Ya da şöyle demişti: Fiiller, uzuvların hareketiyle oluşur ama açığa çıkmaz. Bunun üzerine düşündüm ki, açığa çıkmayan şeyler hakkında nasıl kelam yürütülebilir? Bundan sonra kendi kendime, hiç kimseyle bu tür meselelerde kelami münazaraya girmeme sözü verdim. Abidlerden birinden şu söz nakledilmiştir: Seher vakti iki rekat namazı kıldım. Sonra içim geçmiş ve uyuya kalmışım. Rüyamda üzerinde yıldızlar gibi parlayan beyaz şerefeleri bulunan yüksek bir saray gördüm. Bina çok hoşuma gitmişti. Kendi kendime, ´Acaba bu saray kimin?´ diye sordum. Denildi ki: Bu, kıldığın o iki rekat namazın sevabıdır. Bunun üzerine çok sevindim. Sarayın çevresini dolaşmaya başladım. Şerefelerden birinin sütunun üstünden devrilmiş olduğunu gördüm. Bunun üzerine tasalandım ve o şerefenin de yerinde duruyor olmasını istedim. O ara bir hizmetçi geldi ve bana şöyle dedi: Bu şerefe yerinde duruyordu. Ama sen, namazda başka bir şeye meyledince devrilip düştü. Zahidlerden biri hakkında şu hadise nakledilmiştir: Cennetteki makamı kendisine gösterilmişti. Orada hurileri görmüştü. Huriler kendisine: Biz, senin hanımlarınız, dediler. Zahid, anlatmaya devam ederek şöyle demiştir: Oradan çıkarken huriler bana yapıştılar ve şöyle dediler: Ne olur, amellerini daha da güzelleştir. Çünkü, sen onları güzelle ştirdikçe bizim de güzelliğimiz ve nimetlerimiz artıyor. Rabiatü´l-Adeviyye´den de (ra) şu söz nakledilmiştir: Bir gece, seher tesbihatımı çektikten sonra uyudum. Rüyamda büyüklük ve güzellik bakımından emsalini görmediğim parlayan yeşil bir ağaç gördüm. Ağacın üstünde üç çeşit meyva vardı. Meyvalar, dünyada gördüklerime benzemiyordu. Meyvalardan biri, bakire bir kızın göğüsleri gibi bembeyazdı. Biri kırmızı, diğeri de sarı idi. Hepsi de ağacın parıltıları arasından ay ve yıldızlar gibi parlıyordu. Ağacı çok beğenmiştim. ´Acaba bu kimin?´ diye sordum. Bir ses, ´Bunlar, senin az Önceki tesbihatımn sevabıdır dedi. Ağacın etrafını dolaşırken, yere saçılmış altın renkli meyvalar gördüm ve kendi kendime, ´Keşke bunlar da diğerleriyle birlikte ağacın üstünde olsaydı´ dedim. O zaman bir şahıs bana şöyle dedi: "Onlar da yukarıdaydılar. Fakat sen teşbih çekerken bir an, mayanın olup olmadığını düşündün, îşte o an, bu meyvalar yere saçıldı. Muhakkak ki bunlarda basiret sahipleri için ibret, takva sahipleri için öğütler vardır. [25] Konu Başlığı: Ynt: Yakın Kılınanların Murakabeleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Aralık 2009, 18:13:37 Murakabenin Üçüncü Makamı:
Rivayete göre Ka´bü´l-Ahbar, Ömer b. Hattab´a (ra) şöyle demiştir: Yetmiş peygamberin amelini yapıp götürmüş olsan, yine de Kıyamet gününün dehşetinden kurtulamama endişesini taşırsın. Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Kul, dünyanın ilk gününden Kıyamet anma kadar bütün ömrünü yüzüstü Allah´a kulluk ile geçirmiş olsa dahi, Kıyamet günü göreceği zelzele ve dehşetlerden dolayı Allah Teala karşısında hakir olacaktır. Bir hadiste de şu rivayet edilmiştir: Ölüm meleğinin işi, bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir. Bir kılın ölümden duyduğu acı bile çok büyüktür. Öyle ki, bütün mahlukat ile ile ölüm ayrı kefelere konulup tartılsa, ölüm daha ağır basar. Ölüm ile cennete giriş arasında yüzbin dehşet ve korku vardır. Bu korkulardan her biri, ölüm korkusunun yüzbin kat daha şiddetlisi dir. Kul, bu korkulardan her birinden bir rahmetle kurtulabilir. Buna göre kul, bu korkuların tamamından kurtulabilmek için yüzbin rahmete ihtiyaç duyar. Bu sayıdaki rahmet de kulun dünyada işlediği iyiliklere taksim edilmiştir. Kulun dünya hayatında yaptığı iyiliklerin hepsi, rahmetin ortaya çıkması için bir zemin ve ahirette kendisine bağışta bulunulması için bir yol teşkil eder. Bu, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah Teala´mn hikmeti, merhamet sahibi olan Rahim´in önceden tesbit edilmiş bir taksiminin neticesidir. Salih ameller, mükafaatm yollarıdır. İyilik ve güzellikler de, ahiretteki kurtuluşun öncesinde gelen rahmetin yollarıdır. Bundan sonra amellerin yolları üzerine sevaplar dökülür. Dünya hayatında Allah Teala tarafından bahşedilen bu fazilet, O´nun ilk bağışıdır. Allah Teala, kuluna olan tevfik ve inayetini güzel kılarak bu dünyada da onu ödüllendirmiş olur. Ama O´nun rahmet ve lütfunun tamamı yarın ahirette görülecektir. Muhakkak ki bu, her şeyi bilen ve her şeyden yüce olan Allah´ın takdiridir. O, bu babda şöyle buyurmuştur: "İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?" (Rahman/60) Kudsi bir hadiste de Allah Teala´mn şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Bizim tevhid ile nimetten dir diğimiz kimsenin ödülü, ancak cennettir". Ulemadan bir zat şöyle demiştir: ´La ilahe illallah´ diyen kimsenin ödülü, ancak Allah Teala´ya nazar etmektir. Cennet de, amellerin karşılığıdır. Görmez misiniz ki eğer Allah Teala, bugün bir kulunu tevhidden mahrum etmiş olsaydı cennetten de mahrum ederdi. Eğer bugün İslâm´dan uzaklaştır s aydı, kendisine asla mağfiret etmezdi. Allah Teala, cenneti Kendisine şirk koşanlara haram kıldığını kesin bir ifadeyle beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur: "İnkar eden ve insanları Allah´ın yolundan çeviren, sonra da kafirler olarak ölenlere Allah asla mağfiret etmez". (Muhammed/34) Böyle durumda olanlar için yapacak hiçbir şey, girilebilecek hiçbir yol yoktur. Allah Teala´mn mağfiretine mazhar olacaklar için, takva ve mağfiret ehlinden olacakları söylenmiştir. Bunlar, Allah Teala´mn takva lüt-funu kabule yatkın olan kimselerdir. Kendilerine takva fazileti nasip edilenler, elbette mağfirete de layık olacaklardır. Allah Teala bunu beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Ve onları takva kelimesine bağladı. Zaten onlar, buna layık ve ehildiler". (Fetih/26); "Allah´tan korkun, umulur ki merhamet görürsünüz". (En´am/155); "Muhakkak ki Allah´ın rahmeti iyilik edenlere daha yakındır". (A´raf/56); "İyilik edene tam olarak". (En´am/154); "İyilik edenlere daha da arttıracağız". (A´raf/161); "Her kim çalışır, bir güzellik kazanırsa, ona daha fazla bir güzellik veririz". (Şura/23) Amelleri iyilik ve hasenat olan kimse, iyilik sahipleri yani muhsinıın arasında sayılır. Amelleri şer ve kötülük olan kimseler ise, şerliler yani müsî´un arasında yer alır. ´Hasene´ yani iyilik kelimesi, ´Hasen´ yani güzel kelimesinden gelmedir. Hasene´nin karşılığı da Hüsna yani güzel son olacaktır ki o da, cennettir. ´Seyyi´e´ yani kötülük kelimesi, Sû´ yani kötülük kelimesinden gelmedir. Seyyi´e´nin karşılığı Sev´â yani kötü son olacaktır ki o da, cehennemdir. Allah Teala, cehennemi, varlıkları yaratmadan önce ve kulların cennetten olan nasiplerini tamamladıktan sonra yaratmıştır. Allah Resulü´ne (sav) ´İhsan nedir?´ diye sorulduğunda şöyle buyurmuştur: "Allah´a, O´nu görür gibi ibadet etmendir". [26] Murakabenin başı da budur. Çünkü Allah Teala´yı müşahede etmediğin halde O´nu Rakîb olarak görür ve murakabe edersin. Allah Teala, güzel amelleri, güzel kullarına mahsus kılmış, kötü işleri de kötü kullara bela kılmıştır. O, bu taksimi ilmi, kaderi ve hükmü ile tamamlamış ve lütfuyla da gizlemiştir. Allah Teala buyurdu ki: "Kötü kadınlar kötü erkekler içindir". (Nur/26) Denildi ki, buradaki kötü şeyler ile kasıd, kötü söz ve fiillerdir. Bu tür söz ve fiiller, kötü kimselere layıktır. "İyi kadınlar da, iyi erkekler içindir". (Nur/26) Denildi ki, iyi söz ve üilier iyi kimselere layıktır. Allah Teala kendi dostlarının sonlarının mutlu ve güzel, düşmanlarının sonlarının ise kötü ve mutsuz olarak geleceğini de haber vermiştir. O, iyi kimselerin vefatlarıyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Melekler, canlarını hoş olarak aldıklarında ´Selam size yapmış olduğunuz güzel işlerin mükafaatı olarak girin cennete´ derler". (Nahl/32) Denildi ki, onlar hayatlarını güzel ve temiz olarak sürdürmüş, güzel amellerde bulunmuş kimseler olup vefatları da hoş ve güzel olarak tamamlanmıştır. Ölüm bile onlar için güzel olmuştur. Allah Teala, zalimlerin ölümleri hakkında ise şunu haber vermektedir: "Nefislerine zulmeden kimselerin canlarını melekler aldıklarında ´Ne işte idiniz?´ dediler. Onlar da ´Biz yeryüzünde aciz zayıf kimselerdik´ dediler. Melekler de ´Allah´ın arzı geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya? dediler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne fena bir gidiş yeridir". (Nahl/28) Bu kimselerin hayatları ve amelleri olduğu gibi kabirleri de zulmet ve karanlık içindedir. Yukarıda zikrettiklerimize yakini olarak şahid olan kullar, murakabelerini devam ettirip muamelelerini güzelleştirirler. Onların virdleri arasında kopukluk olmayıp hayırları devamlı artar. Yakini imanlarmdaki saflıktan ve fazlasıyla yaptıkları ibadet ve taatlar-dan dolayı müşahedeleri keskin olur. Neticede Allah Teala´nın Övgüyle andığı kullar arasına girerler. Amel edenler, işte böyle bir mertebeye ulaşmak için amel etmelidirler: "İmrenenler, artık ona imrensinler". (Mutaffîfin/26) Allah Teala, böyle kullarını vasfettiği başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Hayırlarda yarışırlar ve onlarda öncüdürler". (Münıinun/61) Yani onlar, ölümle yarışır ve temiz bir hayatın onları geçmesine izin vermezler. Onlar gafillerle yarışır, Allah Teala´nın emirlerini boşlayanları geçerler. Allah´ın emirlerini boşlayan şatahat sahiplerinden biri, Hakim Teala´nın hikmetini bilmeden bizler hakkında vehimlere kapılabilir. Bizim, bir şeyin bir şeye karşılık verildiğini söylediğimizi iddia edebilir. Halbuki biz, bunu söylemeyiz. Bize göre Allah Teala, hiçbir şeye karşılık iki şey verebilir. Çünkü O, ibadet ve imanın zaman ve mekanı olan şeyi ilk verendir. Nimetler ve cennetleri temsil eden şeyi veren de O´dur. Ama O, bunları hikmeti gereği belli kanallara ayırmıştır. Bu, O´nun sabık ilminde mevcuttur. Daha sonra da onları malum olan aleminde yaratmıştır. O, hüküm ve hikmet sahibi, herşeyi bilendir. [27] Konu Başlığı: Ynt: Yakın Kılınanların Murakabeleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Aralık 2009, 18:16:12 Murakabe´nin dördüncü Makamı:
Yakin sahiplerinin murakabelerinde dördüncü makam; kulun, ahirette bütün yıllarının aylarıyla, aylarının da günleriyle, günlerinin de saatleriyle, saatlerinin de nefesleriyle önüne serileceğini yakini olarak bilmesidir. Kul, soluduğu her nefesten dolayı suale çekilecektir. Ne kadar küçük de olsa yaptığı bütün fiiller önüne konulacaktır. Kulun önünde üç defter açılacaktır. İlk defterde ´Niçin yaptın?´ sorusu yazılıdır. Bu defter, hükümlerle sınanmayı teşkil eder. Kul, eğer bu defterden sıyrılırsa ikinci defter açılır. Bu defterde ´Nasıl yaptın?´ sorusu mevcuttur. Burada da kulun yaptığı fiillerin herhangi bir ilme dayanıp dayanmadığı sorulacaktır. Eğer kul, bu defterin sorusundan da kurtulursa, üçüncü defter açılır. Üçüncü defterde ise ´Kimin için yaptın?´ sorusu sorulur. Bu defterde de amellerin ihlaslı olup olmadığı araştırılır. Eğer kul, niçin, nasıl ve kimin için sorularından herhangi birine sağlıklı cevap veremezse, helaka gitmesinden korkulur. Ama şefkatli ve iyiliksever olan Allah Teala´nm, kula bu noktada şefkat göstermesi ve hiç ummadığı bir anda onu bağışlaması mümkündür. Kul, bu noktada kurtarılmasını isteyebilir, Allah Teala da bunu hoşgörebilir. Allah Teala buyurdu ki: "Bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir tartıya koyarız". (Enbiya/48) Yani büyük küçük demeden yaptığı herşeyi getirir, karşılığını veririz. Allah Teala buyurdu ki: "Kim zerre mikdarı iyilik yaparsa onu görür. Kim de zerre mik-darı kötülük yaparsa onu görür". (Zilzal/7-8) Bu ayetin tefsirinde, ayetin Kur´an´da bulunan ve mücmel, mübhem ve umumi (=´âmm) olmasına rağmen en muhkem ayet olduğu söylenmiştir. Allah Resulü (sav) hakkında vahiy indirilmeyen bir husus kendisine sorulduğu zaman ´Bende sadece, herşeyi ihtiva eden bu ayet var derdi. Ferazdak´m dedesi Sa´sa´a, Kur´an´m sonundan doğru okurken bu sureye geldiği zaman, ´Bu bana yeter, bu bana yeter. İyiyi de kötüyü de artık öğrendim´demiştir. Bunun üzerine Allah Resulü de (sav) ´Adam, fakih olarak ayrıldı´ buyurmuştur. Ayette geçen ´Zerre´ kelimesinin, güneş ışığında görülen ve iğne uçları kadar ince olan toz zerresi manasında olduğu söylenmiştir. İbni Abbas´dan (ra) rivayet edildi ki: Avucunuzu toprağa değdirdikten sonra kaldırdığınızda avucunuza yapışan o tozlar, zerre olarak bilinir. Denildi ki, dört zerre birleştiğinde bir hardal tanesi teşekkül eder. Ulemadan bir zat da şöyle demiştir: Zerre, kılın bin parçasından birine denir. Amellerde ise böylesine belli belirsiz olan hususlar bile tartılıp görünmeyecek kadar gizli olan şeyler bile ağırlık yaparlar. İşte bu sebepledir ki herşeyden haberdar ve kullarına karşı şefkatli olan Allah Teala böyle haber vermiştir.´ Bu meyanda daha önce zikrettiğimiz bir hususu tekrar dile getirmek istiyoruz: Amel işleyerek cennete girebileceğini düşünen kimse ile, amel işlemeksizin cennete gireceğini uman kimseler, cennete giremeyebilirler. Çünkü kulun yapması gereken, üzerine düşen ameli ifa etmek ve ötesini düşünmeksizin Allah Teala´ya tevek- kül etmek, amellerini lütfü ile kabul etmesini ümit edip adaleti gereği reddetmesinden endişe etmektir. Allah Teala, Kendisi için sabreden, amellerinde O´na tevekkül eden kullarını medhetmiş ve onlara ecirlerini lütfetmiştir. O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Sabreden ve Rablerine tevekkül eden amel sahiplerinin ecirleri ne kadar da güzeldir". (Al-i İm-ran/136) Ecir ve sevabın fazlası, Allah Teala´nm lütuf ve rahmetiy-le cennette görülecektir. İşte bu, bugün dünya hayatında bahşedilen muamelenin mükafaatmm daimi kılınması ve amel sahibinin mükafaatmm sürekliliğinde ebediyete kadar daimi olmasıdır. Allah Teala´ın şu buyruklarını görmez misiniz? "Her kim çalışıp bir güzellik kazanırsa, ona daha fazla bir güzellik veririz". (Şura/23); "İyilik edenler için en güzel (son) yardır". (Yunus/26); "İşte onlar için, amellerine karşılık misliyle ecir vardır". (Sebe/37); "Herkese, amellerinden dolayı dereceler vardır". (En´am/132)- "Sabrettikleri ve kötülüğü güzellikle savdıkları için onların ecirleri iki kere verilir". (Ra´d/22) Yani onlar, yeni yaptıkları bir iyilikle, geçmişteki bir kötülüklerini savarlar. Allah Teala onlara dünya hayatında iki türlü amel nasip etmiştir: Bunların ilki sabır, ikincisi ise kötülükleri iyilikle savmalarıdır. Böylece onlara, ahirette de iki kat karşılık hazırlamıştır. İfadenin bu kısmı ayette hazfedilmiş olup ifadenin tam olarak takdiri şöyledir: Onlara, dünyada sabretmeleri ve kötülüğü iyilikle savmaları sebebiyle iki ecir verilir. Ayetteki bu ha-zif, mananın biraz kapalı olmasına yol açmıştır. Ayette geçen Vav harfi, atıf gayelidir. Kötülük ise, ondan önce gelir. Buna göre mananın düzeni, ´onlar daha önceki kötülüklerini, sonradan yaptıkları iyiliklerle savarlar1 şeklinde olmaktadır. Böylelikle daha önceki kötülüklerinden doğan azap ihtimali de ortadan kaldırılmış olur. Sabrın en güzel şekli, musibetler karşısındaki sabırdır. Hasenatın en güzeli ise, yapılan günah ve işlenen rezaletlerden sonra ifa edilen tevbe-i nasuhdur. İki ecre layık olanlar, arzu ve şehvetlerine karşı sabırlı oldukları ve kötülükleri tevbe ile savdıkları için iki amel işlemiş gibidirler. Allah Teala da bundan dolayı kendilerine iki ecirle lütufta bulunmuştur. Onlara bunu nasip eden de O´dur. Çünkü sabır O´nun verdiği güçle mümkün olurken, tevbe de yalnız O´nun içindir: "Senin sabrın, ancak Allah´ın yar dimiyi adır" (Nahl/127). Tevbenin kabulü deancak Allah Teala´ya mahsustur. Allah´ın lütfuyla olan bir hususta kula tevbe edilmediği takdirde, o tevbenin kul namına kabul görmesi de mümkün değildir. Aksi halde Allah Teala´mn zatı noktasında şirk koşulmuş olur. Hasenatm.en güzellerinden biri de, kalbe doğan fikirlerin tamamında Allah Teala´mn murakabe edilmesidir. Allah Teala´ya yakınlık sağlayan ibadetlerin (=Kurbât) en faziletlisi de, nefsin Hesaba Çekici Allah için muhasebe edilmesi ve Habib Teala için kulluk ve taata davet edilmesidir. O´nun cehennem ehliyle ilgi hikmeti de şöyledir: Onlar, azgınlık ve fesat bakımından derecelere ayrılmışlardır. Allah Teala buyurdu ki: "İnkar eden ve Allah yolundan çevirenlerin azaplarını (diğer) azaplardan artırdık". (Nahl/88) Yani onlara, sadece inkar eden ama Allah yolundan çevirmeyenlerin uğrayacakları azabın üstünde bir azap hazırladık. Allah Teala´mn bu manada olan başka bir buyruğu da şudur: "İnkar eden ve zulmedenlere gelince Allah onları bağışlayacak ve onları (doğru) bir yola iletecek değildir". (Nisa/168) Allah Teala onları, inkar ettikleri için bağışlamayacak ve zulmettikleri için de yollarını aydmlatmayacaktır. Allah Resulü de (sav) bu babda şöyle buyurmuştur: "Zulüm, Kıyamet günü zulmet ve karanlıklara dönüşecektir" [28] Allah Teala´mn şu buyruğu da bu manada görülebilir: "O kimseler ki, mümin erkek ve kadınlara işkence yapmış, sonra da tevbe etmemişlerdir, muhakkak ki onlar için cehennem azabı vardır. Onlar için çok yakıcı bir azap vardır" (Buruc/10). Ayette de görüldüğü üzere bu kimseler için iki türlü azap vardır: Bunların ilki, tevbe etmedikleri için uğrayacakları cehennem azabıdır. İkincisi ise, iman edenlere yaptıkları işkencelerden dolayı uğrayacakları yakıcı azaptır. Bunun bir benzeri de Allah Teala´ıun şu buyruğudur: "Onların malları ve evlattandım çokluğu) seni imrendirmesin. Sadece Allah onlan dünya hayatında bunlarla cezalandırmayı ve canlarının kafirler olarak çıkmasını istiyor" (Tevbe/55). Yani Allah Teala, bu servet ve evlatlar ile onlara dünya hayatında azap etmek ve ahirette de kendilerine azap edebilmek için canlarının kafirler olarak çıkmasını sağlamak istiyor. Bu ayet de gayet açık biçimde ortaya koymaktadır ki Allah Teala kafirin, küfür üzere ölmesini istemektedir. Ayetteki istemek fiili, masdar haline getirilen ve başındaki atıf vavı ile bir önceki me-ful ile birleştirilen ´canların çıkması´ fiilinin mefulü durumundadır. Bir başka tefsirde ise, ayette takdim ve tehir yapıldığı söylenmiştir. Buna göre ayetin manası şöyle olmaktadır: Onların malları ve evlatları dünya hayatında seni imrendirmesin. Allah Teala onlara, ahirette bunlarla azap etmek istemektedir. O, ahirette onlar için iki azabı birleştirmek ister. Bunların ilki malları ve evlatları, ikincisi ise, canlarının küfür üzere çıkmasını murad etmesidir. Konu Başlığı: Ynt: Yakın Kılınanların Murakabeleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Aralık 2009, 18:18:58 Malı ve evladı olmayanlara ise cehennemde tek azap olacaktır. Bunu da Allah Teala´mn üstteki buyruğundan çıkartmak mümkündür. Malı ve evladı olanlar, bunlar sebebiyle cehennemde iki azap göreceklerdir. Bir de bunu destekleyen bir hadis vardır ki bu hadise göre, inkar edenlerin fakirleri, cehenneme zenginlerden beşyüz yıl sonra gireceklerdir. Bunun sebebi de, fakir kafirlerin dünyada yaşadıkları yokluk ve mahrumiyettir. Müminlerin fakirleri de benzer şekilde cennete zenginlerden beşyüz yıl önce gireceklerdir. Bunun sebebi de zengin müminlerin, dünyada sürdükleri sefa ve yaşadıkları refahtır. Başka bir hadiste ise, hasta müminlerin cennete sağlıklı müminlerden kırk güz önce girecekleri bildirilmektedir. Allah yolunda istekli olarak şehit olan müminler de aynı şekilde, isteksizce şehit olanlardan kırk güz önce cennete gireceklerdir. Müslüman köleler de, müslüman köle sahiplerinden kırk güz önce cennete gireceklerdir. Süleyman b. Davud (as) da, dünya hayatında sahip olduğu mülk ve nimetlerden dolayı diğer peygamberlerden kırk güz mevsimi sonra cennete girecektir. [29]
Telafisi olmayan en büyük kaybediş ve en büyük pişmanlık ise, dünya hayatındaki vakitlerinizi boş yere geçirerek, başkalarına bahşedilen ahiret sevabından ebedi mahrumiyet derekesine düş-menizdir. Bu dünyada vakitleri dolu olarak geçirmek ise, ahiret sevabı ve saadetinin ebediliğini temin edecektir. En büyük aldanış işte budur: Amellerini boşa çıkaran işler yapan amel sahipleri aklanmıştır; vaatlarında durmayan öncüler de aldanmıştır; ihmal ettirip engelleyenler de iyilikte yarışsalar bile aldanmışlardır. Dünya hayatında aldanan ve Allah´ın hükümlerini boşa çıkaran kul, gafil amel sahibinin alacağı sevaptan ebedi olarak mahrum olacaktır. Bu manada Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Adem oğlunun üzerinden, Allah´ı zikretmediği hiçbir saat yoktur ki, cennete girse dahi onun için pişmanlık kaynağı olmasın". Hadisin başka bir lafzında ise "Kemale ermiş iken Allah´ı zikretmeden geçen hiçbir saat yoktur ki onun için kıyamet günü hesap ve sorgu sebebi olmasın". [30] Cennete girdikten ve cennet nimetini kazandıktan sonra duyulan pişmanlık, diğer amel sahiplerinin sahip oldukları ziyade sevap ve makamlardan ebediyen mahrum olmak sebebiyle duyulacak pişmanlıktır. Kul, diğer amel sahiplerinden daha aşağı bir derecede yer alacak ve bu eksiklik hali onun için ebedi olacaktır. Fakat her halükarda, üzerindeki nimetin eksilmemesi için bunu önemsemeyecek ve küçük görmeyecektir. Göz kırpması ve nefes alma süresi kadar kısa süre için dahi nefsin uyanıklık ve zikirden uzak olmaması gerekir. Allah Resulü´nün (sav) yukarıdaki hadisinde ´Saat´ ifadesini kullanarak daha kısa bir zaman süresini zikretmemiş olması bunu değiştirmez. Çünkü ´Saat´ kelimesi, Arap dilinde en kısa zaman aralığı için sıkça kullanılan bir kelimedir. Allah Teala´mn şu buyruğuna uygun olan da budur: "Ecelleri geldiği zaman ne bir saat Öne alınır, ne de tehir edilirler". (A´raf/34) Malum olduğu üzere, ecel geldiği zaman ne bir lahza, ne de bir solukluk süre kadar ileri de alınmaz, geri de bırakılmaz. Hadiste ´Saat´ kelimesinin kullanılması, Arapların bildiği en kısa zaman diliminin ima edilmesi ve gerek nefes alıp verme anı, gerekse göz kırpması anı kadar kısa olan zaman dilimlerinin bundan çıkartılabilmesi nedeniyledir. Allah Resulü (sav) ´Saat´ kelimesini kullanmak suretiyle Rab-bi´nin hikmet ve kelamına uygun olan yolu takip etmiş ve ondan daha kısa olan zaman dilimlerine böylece delalet etmiş olmaktadır. ´Saat´ kelimesi ve onun altındaki zaman dilimleri, Allah Teala´mn şu ayet-i kerimesinde de, günlerin muhtevasına dahil edilmiştir: "Geçmiş günlerde takdim ettiklerinize karşılık yeyin, için, afiyet olsun". (Hakka/24) Ayetin tefsirinde şöyle bir yorum getirildi: Bahsedilen günler, yaşadığınız bu günler olup gelecekte ´geçmiş/boşalmış günler5 olacaklardır, öyleyse onları, yanınızdan geçip gitmesinden ve sona ermesinden önce salih amellerle doldurun. Hasan el-Basri (ra) dedi ki: Ey Ademoğlu, ömrün duraklardan ibarettir. Geçen her gün veya gecede, bir durağı katetmiş olursun. Duraklar bittiğinde cennet veya cehennemdeki meskenine varmış olursun. Saatler bizi naklederken, günler de hesabımızı dürmekle meşguldür. Hikmet ehlinden biri şöyle demiştir: Kulun, ömrü esnasındaki hali yüzmekte olan bir gemide oturan adamın durumuna benzer. Kul da aynı şekilde, gaflet içinde ahirete yaklaşıp durur. Denir ki: Kula, gece ve gündüzünün saatleri sunulur. Kul, bu saatleri dizilmiş hazineler; yirmi dört hazine olarak görür. Dünya hayatında herbiri bir hazine olan bu saatlere koyduğu hasenat sebebiyle her hazinede nimet, lezzet, bağış ve sevap bulunduğunu müşahede eder. Bu da onu sevindirir ve bununla gıpta eder. Dünyadaki her hangi bir saatini Allah´ın zikriyle geçirmediği zaman ahirette bu saatin boş bir sandık olduğunu, ne sevap, ne de bağış taşımadığını görür. Bu da onu rahatsız eder. Hiçbir birikim sağlayamadığı böyle saatleri için pişmanlık duyar. Dolu geçirdiği saatlerinde ise sevap birikiminin varolduğunu görür ve nefsinde huzur ve hoşnutlukla karşılaşır. Kul, sadece hayırlar arasmd kaçırdığı nafile ve mendup-lar için pişmanlık duyar olsa, hayırlardaki yarış ve müsabakada kaybettikleri bile onun için pişmanlık kaynağı olacaktır. Hal böyle iken, Ömrünü kötülük ve günahlarla geçiren, kendisine kaybettirecek şeylerde aşırıya kaçan kimsenin pişmanlık ve nedameti nasıl olacaktır? Kul, Ömründe sadece helal ve mubah olanlarla meşgul olsa, bu bile kendisi için derece bakımından eksikliği getirecekken, ömrünü yasaklar ve haramlarla dolduran kimsenin hali nice olacaktır? Allah´ı teşbih ederiz, bu ne büyük bir tehlike ve ne zor bir iştir! Bunu görebilenler ise ne kadar da az! O´nun hükümlerini hiçe sayanlar ne kadar da gafildirler! Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Sonuçta kötülük eden kimseye mağfiret edilse dahi, hasenat ehline bahşedilen sevabı kaçırmış olmayacak mıdır? Bu hususta şu haberi de nakledebiliriz: Cennet ehli, nimetler içinde yaşarlarken üstlerinden bir nur doğar ve dünyadaki güneşin insanlara heryeri aydınlatması gibi evleri onunla aydınlanır. Cennetlikler, bu nur sayesinde kendilerinden üstte olan İlliyyun ehline bakar ve onları, gökyüzünde ışık saçan bir yıldız gibi görürler. Onlar, hem nur, hem güzellik, hem de nimetler bakımından kendilerinden daha üsttedirler. Onların kendilerine üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Onların havada diledikleri gibi uçtuklarını, birbirlerini ziyaret ettiklerini ve Allah Teala´ya konuk olduklarını görür ve kendilerine şöyle seslenirler: Ey kardeşlerimiz, bizi hoşgörün, biz de sizler gibi namaz kılar, sizler gibi oruç tutardık. Sizi bizden üstün kılan nedir, söyleyin? O zaman, Allah Teala´dan şöyle bir nida gelir: Siz doyduğunuzda onlar aç oluyor, siz suya kandığınızda onlar susuz kalıyor, siz giyindiğinizde onlar çıplak duruyor, siz gülerken onlar ağlıyor, siz uyurken onlar kıyam ediyor, siz güvendeyken onlar korkuyorlardı. İşte bu sebeblerle bugün sizden üstün kılındılar.[31] Allah Teala, bu manada şöyle buyurmaktadır: "Onların yapmış oldukları amellere mükafaat olarak, kendileri için göz aydınlığından nelerin gizlenmekte olduğunu şimdi hiç kimse bilmez". (Secde/17) Hadiste de şu rivayet edilmiştir: "Cennet ehlinin ekseriyeti, safdillerdir, İlliyyun ise akıl sahipleridir".[32] |