> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > Tevekkül Makamının Şerhi
Sayfa: 1 [2]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tevekkül Makamının Şerhi  (Okunma Sayısı 2924 defa)
05 Ocak 2010, 16:03:49
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #5 : 05 Ocak 2010, 16:03:49 »



Geçim Ve Çalişma Hakkındadır:



Tevekkülü sağlıklı olan bir kimsenin çalışması ve kazanç peşinde koşması onun makamını sarsmadığı gibi halini de eksiltmeyen bir davranıştır. Allah Teala buyurdu ki: "Ve gündüzü de geçim zamanı kıldık" (Nebe/11); "Ve size dünyada geçim yolları yarattık. Ne ka­dar da az şükrediyorsunuz?" (A´raf/10)

Rivayete göre Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Kulun el emeği ile kazandığından ve iyi bir ticaretten elde ettiğinden ye­mesi helal kılınmıştır". [15] Ekmeğini elinin emeğiyle kazanan kimse, ilk müslümanlar nezdinde tüccardan daha üstün görülürdü. Tüc­car ise işsizlerden daha iyi görülürdü. İbni Mesud (ra) şöyle demiş­tir: Bir adamın boşta gezip ne dünya, ne de ahiret işiyle uğraşma­masından asla hoşlanmam´.

Tevekkül imanın şartı ve islaının da ayrılmaz bir sıfatıdır. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Eğer Allah´a inandıysa­nız, gerçekten müslümanlarsanız O´na tevekkül edin". (Yunus/84) Görüldüğü gibi yüce Allah kendisine iman ve islamda tevekkülü şart koşmuştur.

Tevekkül eden kimse yönlendirildiği işte çalışarak esbaba dahil olur, işinde sebepleri Yaratan´ı gözetip O´na dayanır ve hareketle­rinde O´na güvenirse Allah Teala´nm kendisini çekip çevirdiği dün­ya hayatında sebeplere uymuş ve kendisi için yaratılan sebeplerle geçimini temin etmiş olur.

Allah Teala dünyevi varlıkları insanların faydalanma kaynak­lan kılmış, onları hikmetinin hazineleri ve rızkının anahtarları olarak vazetmiştir. Böyle bir kul, lüksü ve sefahati terkederek sün­nete uyarsa, iş ve kazanç dünyasında bulunmasına rağmen tevek­külüne bir takım afetlerin bulaştığı kimseden daha faziletli görü­lür.

Ulemadan biri hakkında bize şöyle bir olay nakledilmişti: O alim ayaklarıyla buğday döverken görülmüştü. Halbuki yaklaşık kırk yıldır çalışmayı terkettiği biliniyordu. ´Terk ettiğin halde ne­den kazanç dünyasına tekrar girdin?´ diye soruldu. O da şu karşılı­ğı verdi: Be adam! Tamamen mahrum olduğumuzda tevekkül zor­laşır ve başkalarının önünde çekilen zillete sabredemez oluruz.

Aynı durum kazancı terkettiği için bir takım afetlere düçâr olan kimseler için de geçerlidir. Böyleleri bulundukları hali terkederek çalışmaya yönelmelidirler.

Yakini imana nail olup, ondan payını alan kimse, çalışmayı bı­rakabilir. Çalışmak, insanlara muhtaç olmaktan ve dilenmeye alış­maktan daha iyidir. Bir yol üzerinde bulunan kimse her ne olursa olsun, yolunun maksadına ulaşır. Şu var ki, Vekil olan Allah Tea-la´yı gözeterek tevekkül eden ve çalışmayı bırakan kimsenin duru­mu, kalbinin halktan uzak kalması sebebiyle tevekkülü sahih oldu­ğu için daha faziletlidir.

Böyle biri halktan çok Hâlık ile meşgul olduğu için girdiği yol Allah´a daha yakın bir yoldur. O da bu kulunu kendine yaklaştırır.

Çalışmayı terkederek insanlardan beklenti içine girmek, nefsin rahatını düşünmek, dilenmeyi alışmak ve arzulara uymak gibi olumsuz haller içinde bulunan kimse ise; Allah Teala´ya gayet uzak olan bir yolun yolcusu olmuş demektir. O kendisine zulmeden bir kimsedir.

Bu hususta Allah Resulü´nden (sav) şöyle bir hadis rivayet edil­miştir: "Sizden birinin baltasını ve ipini alarak ormana gitmesi ve oradan topladığı ağaçlarla geçimliğini kazanıp tasaddukta bulun­ması, kendisine verecek veya vermeyecek kimselerden dilenmesin­den daha hayırlıdır"[16]

Allah Resulü (sav) başka bir hadisinde ise şöyle buyurmaktadır: "Misvak çiğneyerek de olsa insanlara muhtariyetten kurtulun". O başka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: "Her kim bana bir me­ziyetini garanti ederse ben de ona cenneti garanti ederim: insan­lardan hiç bir şey istememek".

Alimlerimizden bir zat şöyle demiştir:

Her kim çalışmayı reddederse, sünneti ihlal etmiş olur. Her kim de çalışmaktan uzaklaşıp oturmayı reddederse tevhidi ihlal etmiş olur. Aynı zat şöyle demiştir: Allah Resulü (sav) insanlara peygam­ber olarak gönderildiğinde, onlar şu anda olduğu gibi farklı sınıf­larda bulunuyorlardı: Tüccarlar, zanaatkarlar, boş oturanlar, dile­nenler ve dilenmeyenler. Allah Resulü (sav) ne tüccarlara, ´ticareti terk edin´, ne de boş oturanlara ´çalışın´ demiştir. Aksine hepsine de bütün durumlarda imanı ve yakini telkin ederek iktisadi bakımdan onları Allah Teala ile başbaşa bırakmıştır. Hepsi de bulunduğu hal­de olmaya devam etmiştir.

Tevekkül ehlinden bir zat şöyle derdi: Üç gün açlığa sabredeme-yen kimsenin bulduğu bir işi terk edememesinden korkarını. Yine o şöyle demiştir: Sebepleri yitirdiğinde kalbi zayıflayan veya onla­ra ulaştığında kalbi sükunet bulan bir kimsenin, kazançları terk ederek boş oturması sahih olmaz. Çünkü bu davranışında Allah´tan başkasını gözleme sözkonusudur. Dokuz gün boyunca yokluğa mahkum olan bir alim, kalbinde insanlara karşı bir tamahın veya bir kula iltifatta bulunmanın ağır bastığını gören kimse için pazar yerinin camiiden daha hayırlı olduğunu söylemiştir.

Ebu Süleyman Darani şöyle demiştir: Bir sebep ortaya çıktığın­da başkasınmın kapısını çalmayı düşünen kimsenin, evinde boş oturmasında hiç bir hayır yoktur.

Ulemamızdan bir zat da şunu ifade etmiştir
: Sebebin varlığı ile yokluğu eşit olup, yoklukta da kalbi sakin ve huzurlu olan, bu hali kendisini Allah Teala´dan alıkoymayıp tasası da dünyevi konularla dağümadığı için çalışmayı terkeden ve evinde oturan kimse bakı­mından bu hali daha faziletlidir. Çünkü o, kendi hali ve ahir et azı­ğım düzmekle meşguldür. Böyle biri için tevekkülde bir makam sözkonusu olabilir.

Sehl, ´Kulun tevekkülü ne zaman sahih olur?´ şeklindeki bir so­ruya şu cevabı vermiştir: Vücuduna bir zarar, malına bir eksiklik gelip de buna bakmayarak üzüntü duymadığında ve kendi hali ile Meşgul olarak Allah Teala´mn takdirini gözlediğinde.

Son dönemde yaşayan tevekkül ehlinin imamı İbrahim el-Hav-vas dedi ki: Üç yer vardır ki, bunlarda azığı bulundurmak tevekkül adabmdandır: Mescitte oturmak; gemiye binmek; kervana katılmak.

Süfyan-ı Sevri (ra) dedi ki:
Alimin geçimliği olmadığında zalim­lerin vekili olur. Abidin geçimliği olmadığında ise dinini sermaye eder. Cahilin geçimliği bulunmadığında ise yoldan çıkmış fasıklara elçi olur.

Marifet ehlinden bir zat şöyle demiştir: İnsanlar üç sınıftır: Bir adam vardır ki ahiret azığı onu geçim kaygısından alıkoymuştur. Bu, kazananların derecesidir. Bir adam da vardır ki, geçim kaygı­sını ahiret azığına katmıştır. Bu da kurtulanların halidir. Üçüncü bir adam daha vardır ki, geçim tasası onu ahiret azığından alıkoy­muştur. Bu da helak olanların sıfatıdır.

Rivayete göre Ali (kv) şöyle demiştir: Rızık türlü türlüdür. Kimi rızık sizi arar, kimi rızkı da siz ararsınız. Ulemadan bir zat bu sö­zü açıklama mahiyetinde şunu demiştir: Sizi arayan rızık, gıdaya ait olan nzıktır. Sizin aradığınız rızık ise malik olma niteliğindeki nzıktır. Bu da gıdadan fazlasını talep etmektir.

Tevekkülde çok sağlam bir makama sahip olan Ebu Yakub es-Sûsi şöyle demiştir: Tevekkül üç türlüdür:
Genel; özel genel ve öze­lin özeli.

Her kim sebepler alemine girer ve ilme dayanarak Allah Tea-la´ya tevekkülde bulunur, buna rağmen yakine ulaşamazsa genel tevekkülde bulunmuş olur.

Her kim sebepleri terk ederek Allah´a tevekkül eder ve yakini imanın tahkikine ulaşırsa genelin özeli tevekkülde bulunmuş olur.

Kim de, yakinin varlığıyla birlikte hakikati üzere sebeplerden sıyrılır, ardından tekrar onlara dahil olarak başkası için çalışırsa özelin özeli bir tevekkülde bulunmuş olur. Bu da Allah Resulü´nün (sav) en üst derecedeki sahabilerine mahsus olan bir makamdır.

Onlar dünya hakkında yakini bilgi sahibiydiler. İlimleri, onları başkaları için sebepler alemine girmeye zorlamış ve başkalarının halleri onlara döndürülerek yakinin hakikati üzere ilimde genişlik kazanmışlardır.

İşte bu nedenledir ki el-Havvas şöyle demiştir: Allah Teala´nm havass kulları, başkaları için sebepler alemine girdiklerinde onla­rın halleri de kendilerine döndürülür ve onların rızık vasıtaları kı­lınırlar. Sebepler üzerinde onlar için tasarrufta bulunmakla bera­ber bu sebeplere bağlanmaktan uzak kalırlar.

Cüneyd´in hocası Ebu Cafer de, tevekkül ehlinin ileri gelenle-rindendi. Bir defasında şöyle demişti: Tevekkülü yirmi yıl gizledim. Bu süre zarfında pazardan ayrılmayarak her gün bir dinar ve on dirhem kazandım. Bu paradan rahatsız olarak akşamları, onun bir kıratına dahi tahammül edemeyerek tuvalete gider ve gece bitme­den tamamından kurtulurdum. Cüneyd, Ebu Yakub´un huzurunda tevekkül hakkında konuşmaz ve şöyle derdi: Hocam varken onun makamı hakkında konuşmaktan haya ederim.

Allah Resulü (sav) ilahi bağış için dilenmeyi ve zenginlere ilti­fatı terk etmeyi şart koşmuştur. Fakirleri ise Allah Teala´ya hava­le ederek bundan tenzih etmiştir. Çünkü fakir bir kulun dilenme­sinde zelil olarak zillete düşmek, celil olarak dünyaya rağbet etmek sözkonusudur. ´

Zenginlere iltifat etmekte ise yersiz bir tamahkârlık, Allah´taki başkasının elini gözleme ve evlere kapılarından girmeme sözkonu­sudur. Bu hususta Allah Resulü´nden (sav) şu hadis rivayet edil­miştir: "İnsanlardan istemek...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tevekkül Makamının Şerhi
« Posted on: 23 Nisan 2024, 21:30:28 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tevekkül Makamının Şerhi rüya tabiri,Tevekkül Makamının Şerhi mekke canlı, Tevekkül Makamının Şerhi kabe canlı yayın, Tevekkül Makamının Şerhi Üç boyutlu kuran oku Tevekkül Makamının Şerhi kuran ı kerim, Tevekkül Makamının Şerhi peygamber kıssaları,Tevekkül Makamının Şerhi ilitam ders soruları, Tevekkül Makamının Şerhi önlisans arapça,
Logged
05 Ocak 2010, 16:09:52
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #6 : 05 Ocak 2010, 16:09:52 »

Tevekkül Ve Mal Biriktirmek Hakkındadır:



Mal biriktirmek, Allah Teala için, O´nun yolunda, mal O´nun rıza­sına uygun olduğu sürece tevekkülün sıhhatine zarar vermez. Nef-sani arzular ve heva uğruna biriktirilen mal ise, tevekküle zarar verir. Allah için mal biriktiren kimse, Allah Teala´nm kendisine farz kıldığı haklar için bu birikimi yapıyor sayılır, Bu haklardan herhangi birini gördüğünde malını harcayacaktır. Allah Teala´mn haklarını eda etmek, kulun makamını eksiltmek bir yana daha da yükseltecek bir davranıştır.

Bişr b. El-Hars´ın dostlarından biri şunu anlatmıştır:
´Bir gün kuşluk vakti onun yanında oturuyordum. Esmer bir yetişkin içeri girdi. Yanakları hafif çöküktü. Bişr, onun için ayağa kalktı. Daha Önce başka biri için ayağa kalktığını görmemiştim. Bana bir avuç dirhem vererek, ´git bize alabildiğin en güzel yemek ve kokulardan getir* dedi. Daha önce bana hiç böyle bir şey söylememişti. Yemeği getirdim ve önüne koydum. O kimse ile birlikte yemeği yedi. Daha önce onu başka biriyle yemek yerken de görmemiştim. Sonra şöyle dedi: ´Yiyeceğimiz kadarını yedik´. Yemekten arta kalanları o misa­fir, giysisinin içine toplayarak koltuğunun altına aldı ve ayrıldı.

Bişr´in bu davranışına çok şaşırmış ve yadırgamış tim. Çünkü daha önce, müsade istemeksizin böyle bir emir verdiğini görmemiş­tim. Adamın gitmesinden sonra Bişr bana şöyle dedi: ´Zannederim misafirimizin yaptığını beğenmedin. Ben de, ´evet yemeğin kalanı­nı izin istemeksizin aldı dedim. Bana, ´onu tanıyor musun?´ diye sorduğunda, ´hayır dedim. Dedi ki: ´O, yakın dostumuz Feth el-Mu-suli´dir. Bugün Musul´dan gelerek bizi ziyaret etti ve şunu göster­mek istedi: Tevekkül sahih olduğu zaman, mal biriktirme ona za­rar vermez. Mal biriktirmeyi terk etmek ancak makamındaki ürmİ di kısa tutmanın gereğidir.

Uzun yaşama ümidiyle tevekkülde bulunmak da sahihtir. An­cak bunun şartı uzun hayatın, Allah´a itaat, O´na hizmet ve O´nun yolunda cihad ümidiyle olmasıdır. Bu da faziletli bir hal olup ric^ ve ünsiyet ehlinden bir topluluğun yoludur.

Kulun uzun yaşama ümidi, nefsini tatmin etmek ve arzularını doyurmak için ise, bu durum onun zühdünü eksilttiği gibi tevekkü­lünü de zedeler. Zühdü eksilten şey, aynı derecede tevekkülü de ek­silttiği gibi zühdü arttıran şey de tevekkülü aynı miktarda artırır. Çünkü zühd tevekkülün hususi şartlarmdandır. Tevekkül ise züh­dün umumi şartlarından biri değildir.

Tevekkülde bir makam sahibi olan her zat kaçınılmaz olarak zahid iken, makam sahibi her zahid tevekkül ehli olmayabilir. Çün­kü tevekkül bir makam, zühd ise bir haldir. Makamlar, Allah Tea-la´ya yakın kılman mukarrebun zümresi, haller ise kitapları sağ ta­raflarından verilecek ashab-ı yemin içindir.

Zühdün hakikatine eren kimseye, tevekkül makamı da kaçınıl­maz olarak verilir. Çünkü, hallerin hakikatine erilmesi, bunların sabit kalarak istikamet üzere devam etmesi, o hallere sahip olan kimselerin makamlara ulaşmalarını sağlar. Tevekkül eden bir kim­senin, bir ya da iki ay hayatta kalmayı ümid etmesi, aynı süre için birikimde bulunmasını caiz kılar. Ama tul-i emel yani uzun boylu ümidlere sahip olmak, el-Havvas´a göre kişiyi tevekkülün hakika­tinden çıkarırken bana göre tevekkülün sınırından çıkarmaz.

Ben, tevekkül sahibinin kırk günden fazlası için birikimde bu­lunmasını mekruh görürüm. Aynı şekilde, kırk günden fazla yaşa­mayı ümid etmek de mekruh görülmüştür. Kalbinin ıslahı ve nefsi-

nin sükuneti için mal biriktiren ve insanlara iltifatı bırakan kimse, eğer bilinen geçimle sükunet makamında bulunuyor ise mal birik­tirmesi kendisi için daha güzel olur. Ailesinin kalplerini teskin et­mek ve onların kendi üzerindeki haklarını yerine getirerek bütün zamanını Rabbi´nin kulluğuna hasretmek için mal biriktiren kim­se, bu birikiminde fazilet sahibi olarak görülür. Çünkü o, böyle dav­ranmakla bir yandan Rabbinin hükmünü ifa ederken, bir yandan da mesuliyeti altmdakileri gözetmektedir.

Allah Resulü (sav), bilinen bir sünnet oluşturmak için ailesinin bir yıllık geçimliğini biriktirmiştir. O, Ümmü Eymen (ra) ve diğer hanımlarını yarın için bir şey biriktirmekten ise menetmiştir. Aynı şekilde Bilal´e de (ra), makam ehlinin kendisine uyabilmesi için mal biriktirmeyi yasaklamıştır.

Rivayete göre Allah Resulü (sav) vefat ettiklerinde kendisi için dokunmuş iki kaftanı vardı. O, ümidini çok kısa tutardı. Mesela bevlettikten sonra su buluncaya kadar teyemmümle idare ederdi. Bu hususta kendisine, ´su çok da uzağınızda değilken niçin teyem­müm alıyorsunuz?´ diye sorulduğunda şöyle buyurmuştu: ´Kim bi­lir belki de ona ulaş anlayabilirim´.

Allah Resulü (sav) o kısa sürede vefat etme endişesiyle böyle yapmaktaydı. O´nun ümmetinden olup da tul-i emel sahibi kimse­nin bu fiili kurtuluş vesilesi sayılmıştır. Bu da, mal biriktirmenin ariflerin müşahedelerine bağlı olarak genişleyip daralabildiğini göstermektedir.

Şeriat ruhsat ve azimeti içermektedir. Dini emirlerde aİmet, güçlü ve tahammüllü kullara mahsustur. Ruhsatlar ise zayıf ve gevşek kimseler içindir. el-Havvas, tevekkülün şartlarında çok ti­tizlenir ve mal biriktirmenin kişiyi tevekkül dairesinden çıkardığı­nı belirtirdi. Dört şeyi asla ihmal etmez ve şöyle derdi: ´Bunlarda birikim sahibi olmak tevekkül sahibinin halini tamama erdirir. Çünkü bunlar dinin gereklerindendir: Küçük su destisi, ip, iğne ve makas.´ Sehl, mal biriktiren kimsenin, ümidini kısa veya uzun tutması hususunda şöyle misal verirdi: Mal biriktirmeyi bırakan kimse, ´Ey­le´ gideceğim´ diyen kimseye benzer. Ona, ´yanına bir somun al´ denir. Eğer, ´Abadan´a gideceğim´ derse, ´iki somun al´ denir. Eğer ´Asker´e gideceğim´ derse, o zaman da ´öyle ise dört somun al´ denir. Mal bi­riktiren kimse işte bu şekilde kısa veya uzun ümit sahibi olmalıdır.

Tul-i emeli terk etme hususunda duyduğum en ilginç haber, Musa (as) ile ilgilidir. O, Hızır (as) ile bir araya geldiğinde açlığın­dan yalanmıştı. Bunun üzerine Hızır (as), ´otur dedi.

Musa (as) da oturdu. Hızır (as) bir şeyler söyledi. Az sonra bir ceylan geldi ve ikisinin arasında durdu. Ardından ceylan, iki parça­ya ayrıldı. Bir yarısı kızarmış olarak Hızır´ın (as) önüne diğer yarı­sı da çiğ olarak Musa´nın (as) önüne indi. Hızır (as) O´na, "kalk ve bir ateş yak da nasibini kızart´ dedi. Kendisi kızarmış ceylan etini yemeye koyuldu. Musa (as) da onun emrettiğini yaptı ve ardından, ´niçin senin payın kızarmıştı?´ diye sordu. O, şu cevabı verdi: Benim dünya ile ilgili hiç bir emelim kalmamıştır. Bu bilgiler ışığında, mal biriktirmenin zahitlerin faziletlerini zühdün hakikatma engel ol­duğu ölçüde eksilttiğini söyleyebiliriz.

Şehr b. Havşeb, Ebu Ümame´den şu hadisi rivayet etmiştir:
Al­lah Resulü (sav), Ali ve Üsame´ye (ra) bir fakirin cenazesini yıka­malarını emretmişti. O ikisi fakiri yıkadıktan sonra, Allah Resulü de (sav) hırkasıyla onu kefenledi. Fakiri defnettikten sonra ashabı­na şöyle buyurdu: "O, kıyamet günü yüzü ayın on dördü gibi parla­yarak diriltilecektir. Eğer bir kusuru olmasaydı yüzü güneş gibi parlayarak diriltilecekti´.

Sahabe, ´Kusuru ne idi ey Allah Resulü?´ diye sordular. O da şöyle buyurdu: ´Bu kimse, çok oruç tutan, namaz kılan ve Allah´ı sürekli anan biriydi. Ama kış geldiğinde yazın elbisesini, yaz geldi­ğinde de kışın elbisesini hazırlardı´, Allah Resulü (sav) başka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: ´Size en az verilen şey; yakini iman ve sabır azmidir. Her kime bunlardan bolca verilmişse, kaçır­dığı gece namazlarını ve gündüz oruçlarını önemsemez´.

Ariflerden bir zatın şöyle dediğini naklettiler:
´Rüyamda kıyame­ti kopmuş gibi gördüm. İnsanlar zümre zümre cennetin farklı katla­rına sevkediliyorlardı. İnsanların en iyi ve en yüksek konumda olup, cennete en çabuk gidenlerine baktım ve kendi kendime, "bunlar cen­netliklerin en üstünleri, ben de bunlara katılayım´ dedim.

Onların arasına girerek yollarını paylaşmak istedim. Derhal onlara refakat eden melekler önüme çıktılar ve bana mani olarak

şöyle dediler: Yerinde kal ve kendi yoldaşlarını bekle, sen onlarla beraber gireceksin. Onlara, ´benim bu öncelik sahipleriyle birlikte girmeme niçin engel oluyorsunuz?´ diye sorduğumda şu karşılığı verdiler: ´Bu yola ancak tek bir gömleği ve her şeyden sadece bir ta­neye sahip olanlar girebilir. Senin ise iki gömleğin ve her eşyadan çift çift malin var\ O an ağlayarak uyandım ve kendime, her şey­den sadece bir taneye sahip olmaya söz verdim.

Huzeyfe el-Mar´aşi şöyle derdi: Kırk yıldır sadece bir gömleğim oldu. Selef-i Salihten bir çoğu, yeni bir giysi veya eşya aldıklarında öncekini elden çıkarır ve birçok eşyadan tekiyle yetinirlerdi. Bütün bunlar zühdün hakikatine ermenin işaretleridir. Tevekkül ehlinin fazileti de bunu gerektirir.

Meşhur bir hadiste de şu olay nakledilir: Suffe ashabından bir zat vefat etmiş, müslümanlar kefen alacak parasının olmadığını görmüşlerdi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) ´onun elbisesine ba­kın´ buyurdu. Elbisenin cebinde iki dinar çıktı. Bunun üzerine Al­lah Resulü (sav) şaşkınlığını ifade etti. O, ardında varlık bırakarak vefat eden müslümanlar için bu şaşkınlığı göstermezdi. Ancak ölen zat, zuhd haliyle tanındığı ve zahiren yoksul göründüğü için bu iki dinarı biriktirmesi yüzünden onu kusurlu bulmuştu. [20]


Tevekkül Sahibinin Tıb...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Ocak 2010, 16:15:19
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #7 : 05 Ocak 2010, 16:15:19 »

Bu konuda duyduğum haberlerin belki de en ilginci şudur:

Ariflerden bir zat dedi ki: Kalbimin en arı duru olduğu zaman, ateşimin aşırı yükseldiği zamandır.

Ariflerin vecdleri babında şöyle bir hadise anlatılmıştır:
Musa -s (as) ve Hızır (as), çöllük bir yerde buluşmuşlardı. Musa (as), Hızır´a \ (as) acıktığını söyledi. Bunun üzerine Hızır (as), ´otur dedi. Musa / (as) da oturdu. Hızır (as), bir şeyler söyleyerek dua etti. Az sonra bir ceylan geldi ve ikisinin arasında durdu. Ardından ceylan, iki parçaya ayrıldı. Bir yansı kızarmış olarak Hızır´ın (as) önüne, di­ğer yarısı da çiğ olarak Musa´nın (as) önüne devrildi.

Hızır (as), Musa´ya (as), ´Kendi tasalarım çektiğin gibi, şunun j tasasım da çek ve bir ateş yakarak payına düşeni kızart´ dedi. Mu-i sa (as), odun toplayıp ateş yaktı ve eti pişirip yedikten sonra, ´Cey lanın öbür yarısı, nasıl oldu da kızarmış olarak önüne devrildi?´ di­ye sordu. O da şu cevabı verdi: ´Benim için dünyada hiçbir emel kal- inadı´. Başka bir rivayette ise, ´Artık halka hiçbir ihtiyacım kalma- / di´ dediği nakledilmiştir.

Sehl de bu konuda şöyle bir görüş beyan etmiştir: ´Kulu ibadet­leri ifa etmekten alıkoysa ve farzları edada kusura yol açsa bile tedaviyi terketmek, ibadetleri yapabilmek için tedavi olmaktan daha üstündür´. Nitekim o, hastalığına rağmen tedavi olmamakta, ancak diğer insanların aynı hastalığını tedavi etmekteydi. Oturarak na­maz kıldığını ve bazı salih amelleri yapamadığım gördüğü bir ku­lun, ayakta namaz kılmak ve o amelleri yapabilmek için tedavi ol­duğunu gördüğünde buna hayret eder ve şöyle derdi:

Bu kimsenin, haline rıza gösterip oturarak namaz kılması, güç­lenip ayakta namaz kılabilmek için tedavi olmasından daha fazilet­lidir. Bir keresinde, tedavi maksadıyla ilaç içmenin hükmü sorul­muştu. O, şu cevabı verdi: ´Kişinin midesine ilaç namına giren her-şey, zaaf ehli için Allah Teala tarafından tanınmış bir ruhsattır. Mi­desine bu tür bir şey girmeyen kimse ise elbette daha faziletlidir. Sırf soğuk bir su dahi olsa, ilaç niyetiyle alman her şey için, onu ne­den aldığı sorulacaktır. Almayan kimse ise, bu tür bir soruya mu­hatap olmayacaktır.

Sehl (ra) bu meselede şöyle derdi: İlaç niyetiyle soğuk su içen kimse, bundan mesul olacaktır. Bu görüşünün dayandığı kural ise şuydu: Ona göre, kulun yapabildiği amellerin en faziletlisi; kuvve­tini azaltarak nefsinin hareketliliğini Allah için durdurmaktır. Ona göre, tevekkül, rıza ve sabır gibi kalbi amellerin zerresi dahi, uzuvlarla yapılan cismi amellerin dağlar kadar olanından daha fa­ziletlidir.

Bu görüş, aynı zamanda bedenin uzun süre açlık ve perhiz yo­luyla güçsüz kılınması sonucu nefsin de zayıflatılın asını esas alan Basra ekolünün görüşünü yansıtmaktadır. Onlara göre nefsin kuv­vetlenmesi, nefsani arzu ve sıfatların da galebe çalmasını gerekti­ren bir durumdu. Bu ise, günahların artması, nevanın güçlenmesi, dünya hırsının çoğalması ve uzun yaşama arzusunun güçlenmesi sonucunu doğurmaktaydı.

Onlara göre Allah Teala insan bedenine hiç umulmayan yerler­den bir hastalık musallat ettiğinde, kulun bu hastalıkları gidermek için tedavi olmaması gerekirdi. Çünkü hastalık, bedenin tadabile­ceği en büyük zayıflık ve şehveti en çok törpüleyen bir musibettir. O, şöyle derdi: Bedensel hastalıklar rahmet, kalbi hastalıklar ise cezadır. Başka bir defasında ise, şöyle demişti: Bedensel hastalık­lar sıddıklar içindir.

İbni Mesud (ra) bu konuda şöyle demiştir: Müminin, kalben en sıhhatli, bedenen en hastalıklı insan olduğunu görürsünüz. Müna­fığın ise, bedenen en sağlıklı, kalben ise en hastalıklı kimse oldu­ğunu görürsünüz.

Allah Resulü´nün (sav) ise bu hususta şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir
: "Diri eşekler gibi, hastalıksız ve dertsiz olmak istersi­niz". Denildi ki: Mümin, bedeninde bir hastalıktan veya malında bir eksilmeden uzak kalamaz. Başka bir haberde ise şöyle denilmiştir: Mümin, galip gelmekten veya zillete düşmekten uzak kalamaz.

Tedavi olmayı kabul etmeyen kullar için birçok güzel amel söz-konusudur. Bunlara örnek olarak; Allah Teala´nm imtihanına kar­şı sabırlı olmak, O´nun kazasına rıza göstermek ve O´nun hükmü­ne teslim olmak gibi amelleri zikredebiliriz.

Hastalık, yakini iman sahibi her mümin için sevinçle karşıla­nan bir durumdur. O, bu halde gizli olan hikmeti ve esas önemli olanın mutlu son olduğunu bilir. Çünkü o, hikmet ehlidir. Kul, Rab-bi´nin kendisini çok daha iyi bildiğini, tercih ve gözetiminde O´ndan daha iyisinin mevcut olmadığını yakinen bilir.

Mümin bir kul, Rabbi´nin kendisini hastalık kaydıyla bağlaya­rak günahlardan uzak tutmak istediğinin farkındadır. Nitekim bu meyanda Allah Teala´nın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Fa­kirlik Benim zindanım, hastalık ise Benim ipimdir. Kullarım ara­sında sevdiklerimi, onunla bağlarım".

Tedavi olan bir kul, iyileştiği zaman, nefsinin güç kazanarak kendisini ifsad etmesinden emin olamaz. Çünkü günahlar, çoğun­lukla sağlık halinde işlenirler. Bir yıl hasta kalmak, tek bir günah işlemekten daha hayırlıdır.

Halktan biri, ariflerden bir zat ile karşılaşmıştı. Arif ona şöyle dedi: Seni görmediğim zamandan beri nasılsın? Adam, ´Sıhhat ve afiyetteyim´ dedi. Bunun üzerine arif, ´Eğer bu sürede Allah Te-ala´ya karşı bir günah işlemediysen afiyettesin demektir. Eğer bir günah işlediysen, hangi hastalık günahtan daha ağır olabilir? Gü­nah işleyen asla afiyette olamaz dedi.

Ali (kv), Irak´ta bayram yapan Nabatilefiri süslerini görünce, ´Nedir bu giyinip kuşandıkları?´ diye sormuştu. Bunun üzerine ya­nındakiler, ´Ey müminlerin emiri, bu onların bayram günüdür dediler. Halife şu karşılığı verdi: Bize göre, Allah Teala´ya masiyette bulunulmayan her gün bayramdır.

Sözlerin en sadığını indiren Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Sizlere istediğinizi gösterdikten sonra isyan ettiniz (Al-i İm-ran/152) Ayetteki ´istediğiniz´ kelimesi ile, sağlık ve zenginliğin mu-rad edildiği söylenmiştir.

Müfessirlerden bir zat da şöyle demiştir: Firavun´u, ´Ben sizin en büyük rabbinizim´ demeye sevkeden, sağlıkla geçirdiği uzun ömür­dür. O, dört yüz yıl boyunca baş ağrısı bile çekmemiş, asla ateş nö­betine tutularak terlememiş olduğu için rubûbiyet iddiasında bu­lunmuştu. Eğer her gün, yarım baş ağrısı ve sıtmayla boğuşsaydı, bu hali onun rablik iddiasında bulunmasına izin vermeyecekti.

Şunu bilin ki insan oğlu, servetiyle olduğu gibi, sıhhat ve afiye­ti sebebiyle de eksilebilir. Çünkü o, servetle olduğu gibi, sıhhatiyle de kendisim müstağni görebilir. Nitekim Allah Teala şöyle buyur­muştur: "Hayır! İnsan azar; Kendini müstağni gördüğü için". (Alak/6-7) Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "İki nimet vardır ki in­sanların bir çoğu bunlarda aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman" [28]

Sağlık ve afiyet hallerinde günahtan korunmak, zenginlik halin­de günahtan korunmak gibi çok büyük bir nimettir. Allah Teala´nın, "Dünya hayatınızda bütün güzel işlerinizi zayi ettiniz" (Ahkaf/20) buyruğunun tefsiriyle ilgili görüşlerden biri de bu yöndedir. Bu me-yanda hastalıkların, günahlar için kefaret olduğu da söylenmiştir.

Kul, hastalıkları hoş görmediği zaman, günahları da boynunda asılı olarak durmaya devam edecektir. Bir hadiste Allah Resu-lü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kul, sıtma ve baş ağrısıyla yeryüzünde yürüdükçe, üzerinde bir günah kalmaz". Baş­ka bir hadiste ise, Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu nakle­dilmiştir: "Sıtma nobetiyle geçen tek bir gün, bir yıla kefaret olur".

Bu konuda duyduğum en güzel söz şudur:
Bir günlük sıtma nö­beti, insanı bir yıllık gücünden eder". Denildi ki: İnsan bedeninde üçyüz altmış mafsal vardır. Bir günlük sıtma, bu mafsalların tama­mına nüfuz eder ve bu şekilde her bir mafsal, onun bir günlük ke­fareti olur.

Allah Resulü (sav) sıtma nöbetinin günahlara kefaret olduğunu bildirdiği için, Zeyd b. Sabit (ra) sıtma ateşini devam ettirmesi di­leğiyle Rabbine niyazda bulunmuştu. Nitekim nöbetleri devam et­ti ve sonunda Hakk´m rahmetine kavuştu. Ensar´dan bir topluluk da, bu şekilde niyaz etmişlerdir.

Allah Resulü (sav), "Allah Teala, her kimin iki değerli şeyini alırsa, onun için cennetten daha aşağı bir sevaba razı olmaz"26 bu­yurduğunda Ensar´dan bir topluluğun kör olmayı niyaz ettikleri gö­rülmüştü. Medine civarında sıtma hastalığı çıkınca, bu topluluk O´ndan izin istemişlerdi. Bunun üzerine O da, kendilerine Küba´ya gitmelerini emretmişti.

Allah Teala´nın "Orada, temizlenmek isteyen erkekler vardır" (Tevbe/108) buyruğunun iki tefsirinden biri de bu doğrultuda yapıl­mış ve, bazı insanların hastalıklarla günahtan arınmak istedikle­rinin murad edilmiş olduğu söylenmiştir.

İsa´nın da (as) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
´Bedeni ve malına musibetler musallat olduğunda, bunun günahlarına kefaret olma­sını ümid ederek sevinmeyen kimse, gerçek alim olamaz´.

Sıddıklar, bedensel hastalıklarına önem vermezken, münafıklar da kalbi hastalıklarına önem vermezler. Sıddıklar bakımından bu­nun nedeni, bedensel hastalıkların, nefisleri zayıflatarak günahtan alıkoymasıdır. Münafıklar açısından ise, kalbi hastalıkların sadece uhrevi amelleri yapmaktan ve yakini imandan alıkoymasıdır.

Allah Teala´nm "Ve size açık ve gizli nimetlerini bol bol verdi" (Lokman/20) buyruğunun tefsirinde...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

05 Ocak 2010, 16:22:14
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #8 : 05 Ocak 2010, 16:22:14 »

Tedavi Ve Tedaviye Yanaşmama Hakkında Başka Bir Açıklama:



Tedaviye yönelme veya ona yanaşmama asıl itibarıyla mubah olan hallerdir. Ancak bunlardan biri, imam kuvvetli ve sabırlı olanların yoludur ki bu, tedaviye yan aşmamaktır. Bunu, kazanç için çalış­maya benzetmek mümkündür. Bedenin zaaf kapması anlamına ge­len açlık durumunda kazanç için çalışmak, kulun ekmek parası için tedavi olmasına benzer ve caizdir. Ayrıca kulun tevekkülüne de zarar vermez. Çünkü bu mubahtır ve kul ekmek parasını kazan­makla emrolunmuştur.

Eğer kişi, kazancı Allah Teala´ya daha çok ve daha güçlü bir şe­kilde ibadet edebilmek, iyilik ve takva üzerinde yardımlaşarak, Al­lah yolunda mücadele edebilmek için tercih ediyorsa, bu niyetiyle de fazilet sahibi olur. Eğer çalışmayla nefsin isteklerini karşıla­mak, arzularını tatmin etmek gibi amaçlar güdüyorsa bu onun te­vekkülünü eksiltir ve onu tevekkülün hakikatinden uzaklaştırır. Girdiği yol, dünya yollarından biri olur. ancak bu da asıl olarak mubah bir tercihdir.

Çalışmasında övünmek, mal biriktirmek ve başkalarına engel olmak gibi amaçlara sahip olursa, bu çabasıyla Allah Teala´ya isya­na yeltenmiş, Rabbi´nin buyruğuna aykırı hareket etmiş olur ki bu; heva yollarının en büyüğüdür. Eğer çalışmaz ve açlığa sabrederek, azlığa ve yoksulluğa rıza gösterirse, rızkı yine kaçınılmaz olarak kendisini bulacaktır. Çok rahat olmasa da, yokluktan ölmeyecektir. Ama bunu yapabilmek için; daha fazla sabır, daha çok rıza, daha derin bir nefs sükunet ve kalp huzuruna ihtiyacı olacaktır. Kul, bü­tün bunları gösterebilirse işte esas tevekkül budur. Böyle bir kul, yakini imanının güzelliği, Rızık Vereni´ne olan güveni, sonucu ken­disi için daha hayırlı ve faziletli olanla meşgul olması sebebiyle fa­zilet sahibi kılınır.

Eğer kişinin himmeti dağılır, nefsi şaşkınlığa düşer ve Rab­bi´nin kazasına rıza göstermezse, bu da onu serzenişe, ahü vah et­meye, karamsarlığa, şikayetçiliğe ve sitemkârhğa sevkedecektir. Böyle biri için, çalışarak kazanç sağlamak daha iyidir. Ancak te­vekkülü terkedişi sebebiyle eksilmeye uğrayacaktır.

Hastalığından sürekli yakınan, Rabbi´nin hükmüne serzenişte bulunan, karamsarlık ve sıkıntıya düşen, diğer insanları rahatsız ederek ahlakı bozulan kimse için de tedavi olmak daha hayırlıdır. Fakat tedaviye yönelmesi sebebiyle eksikliğe düşecektir.

Amr b. Kays, Atiyye-Ebu Said el-Hudri (ra) kanalıyla Allah Re-sulü´nün (sav) şu buyruğunu nakletmiştir:
"Allah´ı kızdırarak in­sanları memnun etmek, yakini imanın zayıflığındandır". Allah Te­ala´nm verdiği rızık için kullara minnet göstermek, O´nun vermedi­ği rızık için insanları kınamak bu tür davranışlardandır.

Allah Teala´nın rızkını, hırs sahibinin hırsı çekmediği gibi, is­teksizin isteksizliği de onu geri çevirmez. Allah Teala hilim ve cela­li gereği, rıza ve yakini imanda rahatlık ve mutluluğu, kuşku ve Öf­kede ise gam ve hüznü yaratmıştır. [35]


Sebeplerin Farklı Ortaya Çıkışının Tevekkül Ehline Göre Bir Olması Hakkındadır:




Havas ehline göre, yakini imanlarının bir sonucu olarak gerek kendi elleriyle, gerek kendi uğraşları vasıtasıyla, gerek başkalarının elle­riyle, gerekse başkalarının kazançlarıyla oluşan kazanmaların hep­sinde de sebepler birbirine denktir. Çünkü onlara göre Veren, Tek ve Bir olan Allah Allah Teala´dır. O´nun verdiği herşey de rızıktır.

Onlara göre eller, verme/ata´ araçlarıdır. Dolayısıyla elin kime ait olduğu önemli değildir. Sizin eliniz olduğu gibi, başka birinin eli de olabilir. Sağlanan kazanç, sizin elinizle olduğu gibi başka biri­nin eliyle de sağlanmış olabilir. Netice itibarıyla hepsi de sizin rız-kınızdır. Çünkü her şeyin bir hükmü ve her şeyin bir hikmeti oldu­ğu gibi, bizatihi herşey de O´nun nimetidir.

Allah Teala buyurdu ki: "Beldelerde eşi yaratılmayan sütunlu İrem şehri". (Fecr/7-8) İrem şehri, oranın halkı tarafından yapılmış ve bitirilmiş olmasına rağmen, Allah Teala yaratma fiilini Zatı´na izafe etmiştir. Yakin sahiplerine göre, yaratılan herşey, İlahi Kud­ret sayesinde ortaya çıkar.

İrem halkının ne yaratmaları, ne de vasıtaları sözkonusudur. Onların elinden çıkan eserler de, İlahi Hikmet ve örfün tertibi ge­reğidir. Çünkü kudret de, Allah Teala´mn verme fiilinin bir aracı konumundadır. O´nun verişi, kudret sayesinde açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla kudret, insanın kendi eli veya diğerlerinin ellerinden oluşan eller gibidir. Çünkü kudret ve hikmet, mülk ve nıelekût ha­zinelerinden iki hazinedir.

Sözkonusu üç husus; yani el emeğiniz, ticari kazancınız ve siz­den başkasının el emeği ve kazancıyla oluşan kazanmalarla, bilinen bir örf veya vasıta ortada görünmeksizin Kudret-i İlahi´nin açığa çıkardığı şeyler, yakin ehlinin nazarında birdir. îmanlarının gücü ve yakinlerinin kuvveti sebebiyle bunlar arasında tercih yapmaya girişmezler. Onlara göre, bunların tamamında Hakîm ve Kâdir-i Mutlak olan Allah Teala´nın hikmet ve kudreti mevcuttur.

Vasıtalar kanalıyla ortaya çıkanlarla, Kudret-i İlahi´nin izhai ettiklerinin aslında eşit ve bir olduklarının en güzel delili, alimlere göre şudur: Evliyanın kerametlerini ve sıddıklarm icabetlerini top­layan herkes görür ki, bunlarda o kimselere gösterilen kudret ile; ihtiyaç anlarında insanların hiçbir dilenme ve yaltaklanma olmak­sızın onlara verdikleri arasında hiçbir fark yoktur. İşte bu nedenle onlar, kerametler noktasında bu ikisini birleştirmiş ve her ikisini de icabetlerin bir bütünü kılmış ve bunların tamamam ilahi işaret­lerden kabul etmişlerdir.

Arifler de, kulların kendilerine ulaştırdıkları rızık kısmetleri­nin aslında kendileri için onlara verilmiş emanetler olduğunu bilir­ler. Bu kısmetler, ariflerin o kullar üzerindeki haklarıdır ve onlar kendi elleriyle bu hakları azar azar onlara tediye edeceklerdir. Ama kendileri bu kısmetleri o kullardan istemeyecek ve vermeleri için zorlamayacaklardır. Çünkü bu hakları, güzel bir edeb ve güzel bir gerektirme dairesinde almaları icap eder. Güzel gerektirmenin esas unsuru da, istememektir. Onlar, Rızık Verici´leri olan Rableri-ne duydukları yakini imanlarının güçlü olmasından dolayı nasiple­rinin eksiksiz olarak kendilerine eda edileceğini bilirler.

Bu hususta O´nun kadim vaadine ve cömertliğine güvenirler. Onlara kısmetlerini ulaştıran ve haklarını eda edenlerin müşahe­deleri de aynı şekildedir. Onlar da, bu insanlara aslında hakları olanı verdiklerini, emanetlerini iade ettiklerini düşünür ve bu dü­şüncenin etkisiyle de o malları verirken huzur duyarak, emanetle­ri eda etmelerinden dolayı sevinirler.

Allah Teala´ya da, kendilerini buna muvaffak ederek, sorumlu­luklarını ifada yardım ettiği için şükrederler. Onların sevinci, çok ağır bir borcu bulunup da onu ödeyerek rahatlayan kimsenin sevin­ci gibidir. İşte bu da, hakları sahiplerine ulaştıranların marifetteki makamları ve yakini imandaki halleridir. Bu, onların verdiklerini alan tevekkül ehline yönelik ulvi müşahedeleridir. [36]


Tevekkülün Zühde Benzetilmesi Hakkındadır:



Bilin ki tevekkül rızkı asla eksiltmez. Ama kişinin fakirliğini, açlı­ğını ve muhtariyetini artırabilir. Tevekkül ehlinin ve zahitlerin rız­kı, ahirettedir. Onlar dünya nasibinden, onu çoğaltıp genişletmek­ten sakınıp korunmalarına karşılık ahiret genişliğine ulaşacaklar-

dır. Tevekkül ve zühd bunun sebebi olur. Bunlar yüzünden dünye­vi rızkından mahrum olan kulun aihiretteki dereceleri daha yük­sek olacaktır.

Bu anlamda Allah Resulü´nün de şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir. "Dünyanın eksikliği ahiretin fazlalığı, dünyanın fazlalığı ise ahiretin eksikliğidir". Buna göre, her kime dünyada fazla bir şey verilirse, bu verilen onun ahiretteki makamını eksiltecektir. Allah Teala´mn Kerim olması da bunu engellemez.

Denildi ki: Dünya ve ahiret iki kuma gibidirler. Onlardan biri­ni memnun eden diğerini kızdırır. Bir adam, ulemadan bir zata şöyle demişti: Kendimden başka bakkal olmayan bir mahallede dükkan işletiyordum. Yanıma başka bir bakkal dükkanı daha açıl­dı. Bu yeni dükkanın rızkımı eksiltmesinden korkuyorum. Alim ona şöyle dedi: O senin rızkını eksiltemez. Ama işsizliğini arttırdı­ğı için dükkanda mal satmaksızm oturmana yol açabilir.

Bu meselede bir topluluk, hataya düşerek tevekkül ve zühd sa­hibi olduklarını iddia etmelerine rağmen giyim ve yiyecek bakımın­dan bolluğu tercih ettiler. Onlara göre kendi rızıkları olan bu var­lığı hiçbir şey eksiltemezdi. Bunlar, zühd ve tevekkül yolunu bilme­yen birtakım cahilleri kandırmaktan öte gidememişlerdir. [37]


Hastalıkların Açıklanması Hakkındadır:



Tedaviye yanaşmayan kimseler açısından hastalıkları gizlemek da­ha hayırlıdır. Çünkü bu, iyilik hazinelerinden biridir. Bu tür şeyler, kul ile Yaradan´ı arasında yaşanan muamelelerdendir. Dolayısıyla bunları gizlemek fazilet ve selamete daha yakındır. Ancak hastalı­ğı açıklama niyeti varsa, ya da insanlar tarafından sözü dinlenen, eserleri yazılan ve marifet sahasında vukuf sahibi olan bir kimse ise, kalbi Allah Teala´mn takdirine rıza göstererek bu hastalığını açıklayabilir.

Allah Teala´dan gelen belayı nimet olarak gören ariflerden biri­nin hastalığını açıklaması da, Allah Teala´mn nimetini anlatması mesabesindedir.

Bu istisnalar dışında tedavi görmeye yanaşmayan bir kimsenin hastalığını açıklaması, onun halinin eksikliğine ve Rabbine serze­nişte bulunduğuna yorulur. Serzeniş ve şikayette bulunmak, tıpkı ilaçla rahatlamak gibi nefsi rahatlatan bir davranıştır. Bu, alim biti zatın yapmayacağı bir davranıştır. Böyle bir durumda, Rabbininl, kendisine mubah kıldığı şekilde tedavi il...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes