๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kutul Kulub => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 29 Aralık 2009, 18:20:55



Konu Başlığı: Sükut İlimlerinin Fazileti
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Aralık 2009, 18:20:55
Sükut İlimlerinin Fazileti Ve Vera Sahiplerinin İlimde Takip Ettkleri Yol
Allah Resulü´nün (sav) bir hadisinde şöyle bir taksim rivayet edil­miştir: "İlim, üç çeşittir: Konuşan bir Kitab; yaşayan bir Sünnet ve ´Bilmiyorum ´La edrî´ demek". Şa´bi´den de şu söz nakledilmiştir: ´Bilmiyorum´ demek, ilmin yarısıdır. Onun bu sözle kasdettiği, böy­le söylemenin vera´a daha uygun oluşudur.

Süfyan-ı Sevri (ra) ise şöyle derdi: İlim sadece, güvenilir (=sika) birinden alman ruhsattır. Titizlenmeye gelince, onlardan her biri bunu hasen görürdü. Onun muradı ise, vera´ ve titizliğin, alim ol­masalar dahi bütün müminler tarafından takip edilmesi gereken bir yol olduğudur. Çünkü vera´, hemen atılmaktan sakınmak ve şüphelere hücum etmeyerek kapalı meselelerde sükun veya sükut ile duraklamaktır. Yakin, meselelere basirete dayanarak, tedbirli bir şekilde yaklaşmaktır. Bir mesele hakkında ilme dayanarak kafi bir görüşe varmak, ilimlerine itimad edilen alimlerin en bariz sıfatlarından biridir. Onlar dışında hiç kimse bunu hasen görmez. Bu meyanda Ali (kv), Cemel vakasının olduğu gün oğlu Muham-med b. Hanefîyye´yi (ra) öne çıkardı ve şöyle dedi: Allah´a yemin ederim ki bu, kör ve karanlık fitnedir. Sonra mızrağıyla onu dürte­rek ´Ey anası olmayasıca önüme gel´ diyerek şunu ilave etti: Baba­nın komutanı ve sevkedicisi olduğu bir fitne olabilir mi? Kişi, ´Bil­miyorum´ dediği zaman, ilmiyle amel etmiş ve haliyle kaim olmuş olur. Böyle biri için bilen ve haliyle kaim olarak ilmiyle amel eden ve onu izhar eden kişinin yaptığı amelin sevabı kadar sevap vardır. İşte bu sebepie ´Bilmiyorum´ sözü, ilmin yarısı olmuştur. Aynı şekil­de vera´ için Allah Teala yolunda sükut eden kimsenin güzelliği de, O´nun yolunda insanlara faydalı olmak için ilme dayanarak konu­şanın güzelliği gibidir.

Ali b. Hasan ve Muhammed b. Aclan şöyle demişlerdir: Alim ´Bilmiyorum´ sözünü söylemekte yanlışa düştüğü zaman, sözleri musibete duçar olur. Aynı ifade, bu iki zattan sonra İmam Malik ve İmam Şafii tarafından da dile getirilmiştir. İnsanların farklılaşma­sı bakımından ilim ve cehalet, akıllılık ve deliliğe benzer. Deliler, tabaka tabakadır. Aynı şekilde akıllılar da tabaka tabakadır. Cahiller de alimler gibi tabaka tabakadır. Cahillerin havassı, alimlerin avammına benzerler. Bu sebeple de bunları tanımak, halkın avamı bakımından zor olur. Hatta bunları ulemadan sayabilirler. Halbu­ki onların hali, hakiki alimler nezdinde apaçık ortadadır. Ariflerin durumu da böyledir. Ulemanın avam tabakası bunları tanımakta zorlanırken yakin sahipleri onları hemen tanırlar.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: İlim, iki türlüdür: Emirlerin ilmi; takva ehlinin ilmi. Emirlerin ilmi, muhakeme ve hüküm ilmi­dir. Takva sahibi müttakilerin ilmi ise, Yakin ve Marifet ilmidir. Al­lah Teala, müminlerin ilimlerini vasfedip iman ilmini zikrederken şöyle buyurmuştur: "Ki Allah, sizden iman edenleri yüceltsin ve kendilerine ilim verilenlere ise derecler ihsan etsin". (Mücadele/11)

Görüldüğü, üzere Allah Teala iman edenleri ´alimler olarak vas-fetmiştir. Bu da ilim ve imanın ayrılmaz bir bütün olduklarını ga­yet açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayette geçen ´Vav´ harfi dil alimlerine göre, atıf değil övgü ifade etmektedir. Araplar vasıfları överken ´Vav´ harfini kullanarak mübalağa ifade ederlerdi. Mesela ´Fülanun el-akılü ve´1-alimu ve´l-edibu=Falanca akıllı, alim ve edeb sahibidir´ ifadesindeki ´Vav´ harfleri, o sıfatlardaki mübalağayı ifa­de eder.

Bunun bir diğer misali de, Allah Teala´nm şu buyruğudur: "Fa­kat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlarla mümin olanlar, senden önce indirilenlerle beraber sana indirilene de iman ediyorlar. Na­mazı ikame edenler, zekatı verenler, Allah´a ve ahiret gününe ina­nanlar; işte onlara büyük bir mükafaat vereceğiz". (Nisa/162) Ayet­te namaz kılanlar ile başlayan kısım tamamen sıfatlardan ibaret­tir. Müminler, ilimde derinleşmiş insanlar olup, namazlarını ikame eder ve zekatlarını verirlerdi. Bir başka açıdan bakıldığında bütün hepsi ´İlimde derinleşmiş olanlardın sıfatlarıdır. İşte bu sebepledir ki ´İkame edenler kelimesi mansub kılınmıştır. Çünkü o, övgü ifa­de etmektedir.

Araplar, Övgü için kullandıkları kelimeleri nasbeder ve ref eder­ler, yani sonlarını fethalı ve ötreli okurlardı. Allah Teala´nm "İlim­de derinleşmiş olanlar ´İman ettik´ derler" (Al-i İmran/7) buyruğu da bu manadadır. Burada da, müminler ilini ile vasfedildikleri gibi ilim sahipleri ´İman´ ile vasfedilmişlerdir. Allah Teala başka birayet-i kerimesinde de şöyle buyurmaktadır: "İlim ve iman verilen­ler". (Rum/56)

Bu babdan olmak üzere Enes´in (ra) şu hadisini de zikredebili­riz: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Ümmetim beş tabakadır. Her tabaka, kırk yıldır. Benim ve ashabımın tabakası, ilim ve iman eh­lidir. Seksen yıla kadar onları takip edenler birr ve takva ehlidir­ler. Yüzyirmi yıla kadar onları takip edenler ise, akrabalık ve er-ham bağlarını kaynaşık tutanlardır,."[12]

Görüldüğü gibi Allah Resulü (sav) ilim ile imam birleştirmiş ve bunları bütün tabakaların üstünde zikretmiştir. Allah Teala da imanı ilmin bizzat kendisi olan Kur´an ile birleştirmiştir. Yine O, Kurân´ı iman ile birleştirerek şöyle buyurmuştur: "İşte Allah onla­rın kalperine iman yazmış ve tarafından bir ruh ile desteklemiştir". (Mücadele/22) Bu ayetin tefsiri yapılırken ´Ruh´ kelimesi ile Kur´an´m murad edildiği söylenmiştir. Ayetteki ´Ha=O´ndan´ zami­rinin, Allah Teala´ya raci olduğu istikametindeki görüş, müfesshie-rin ekseriyeti tarafından paylaşılmaktadır. Yine O, şöyle buyur­maktadır: "Sen ne kitap nedir biliyordun, ne de iman. Ama Biz onu bir nur kıldık". (Şura/52) Allah Teala´nm Kelamı´na göre iman ehli, aynı zamanda Kur´an ehlidir. Kur´an ehli ise, Allah Teala´nm ehli ve O´nun has kullarıdır.

Mehdi, ulemadan bir zat olan Süfyan b. Hüseyn´in yanma girdi­ğinde ona şöyle dedi: Sen ulemadan mısın? O sükut etti. Bunun üzerine sorusunu tekrarladı. O yine sükut etti. Bunun üzerine çev­redekiler ´Müminlerin emirine cevap vermeyecek misin?´ dediler. O da şu cevabı verdi: Bana öyle bir soru soruyor ki cevabı yoktur. Eğer ´alim değilim´ desem, Allah Teala´nm Kitabı´nı okuduğum için yalan söylemiş olurum. Eğer ´Alimim´ desem, o zaman da cahil biri olurum.

Ebu Cafer er-Razi, Rebi vasıtasıyla Enes´ten (ra) Allah Tea-la´ntn "Allah´dan ancak alim kulları layıkıyla korkar" (Fatır/28) ayetinin tefsiriyle ilgili olarak şunu rivayet etmiştir: Yani Allah Te-ala´dan korkmayan biri alim olamaz. Davud´un da (as) bunu söyle­diğini görmüyor musun? Allahım, ilmi Senin korkun, hikmet ve imanı da Zatının sayesinde mevcut kıldın. Sen´den korkmayan, ilim sahibi olamayacağı gibi, Sana iman etmeyen de hüküm ve hik­met sahibi olamaz. Abdullah b. Revvaha ise, ilmi iman olarak isim­lendirmiştir. O, arkadaşlarına şöyle derdi: Haydi oturun da bir sa­at iman edelim. Sonra oturup iman ilmini müzakere ederlerdi.

Allah Teala, müminler için kulak, göz ve kalpler yaratmıştır. İş­te bunlar, ilmi elde etme vasıtaları ve ilim yollarıdır. İlme bunlar vasıtasıyla ulaşılır. Bunlar, ilmin asılları ve Allah Teala´nm yarat­tıklarına lütfettiği nimetlerdir. O, kullarından bu nimetleri için şükranda bulunmalarını da talep etmiştir. Nitekim O, bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Allah sizi analarınızın karınlarından o halde çıkardı ki hiçbir şey bilmiyordunuz. Öyle iken şükredesiniz diye si­ze kulak, gözler ve gönüller verdi". (Nahl/78)

Görüldüğü gibi Allah Teala, önce nefyettiği ilmi, kulaklar, göz­ler ve gönüller sayesinde isbat etmektedir. Yine O, mümin olma­yanları anlatırken onların ilim ile müstağni olamayacaklarım bil­direrek şöyle buyurmuştur: "Hem kendileri için kulaklar, gözler ve gönüller yaratmıştık. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülle­ri kendilerine bir fayda verdi. Zira onlar Allah´ın ayetlerini inkar ediyorlardı". (Ahkaf/26) Görüldüğü üzere iman etmeyenlere ne duydukları, ne gördükleri, ne de düşündükleri fayda etmeyecektir. Ancak iman eden insanlar, kulakları, gözleri ve gönülleriyle ulaş­tıkları ilim ile diğerlerine muhtaç olmaktan kurtulacaklardır. Bu vasıtalar, sadece onlar için ilim vasıtaları olacaktır.

Bu manada Allah Teala´nm şu buyruğu da zikredilebilir: "Hak­kında ilmin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gö­nül, bütün bunlar ondan mesul olacaktır". (İsra/36) Eğer ilim, ku­lak, göz ve gönül ile vaki olan bir fazilet olmasaydı, bilinmeyen bir şeyin ardına düşmekten menedilmezlerdi. Bu vasıtaların bilmediği şeylerin ardına düşmekten menedilmelerine bağlı olan hakikat da, ilmin bunlar vasıtasıyla isbat edilmesidir. Kulak, göz ve gönül sa­hibi her mümin, Allah Teala´nm lütuf ve rahmetini bilen kimsedir.

Allah Teala, bu ümmeti diğer ümmetlerinden farklı üç husus ile üstün kılmıştır. O, bu üç hususu İslam Ümmeti´ne mahsus kıl­mıştır.

Bunların ilki, ümmetin nesilleri arasındaki sened zincirinin sağ­lam olarak baki kılınmış olmasıdır. Buna göre ümmetin her nesli, ilmi selefden halefe taşıyarak Allah Resulü´ne (sav) dayandıracak bir sened zincirine sahip olmuştur. İlim bu şekilde günümüzdeki alim­lere kadar sağlam olarak gelmiştir. Alimler ilmi sahifelere yazarak çoğaltmışlardır. Bu sahifelerden birinde ihtilafa düşüldüğü vakit, o sahife diğerleriyle mukayese edilerek tashih edilmiştir.

İkincisi ise, gaybdan vahiy yoluyla indirilen Kitab´m muhafaza edilmesidir. Diğer ümmetler, Allah Teala´nm indirdiği Kitab´ı baka­rak okumuşlardı. Bu sebebledir ki Kur´an-ı Kerim dışında hiçbir Ki­tab´m tamamı muhafaza edilememiştir. Buhtennasr Beyt-i Makdis´i yaktığı zaman Tevrat´ın da tamamını yaktırmıştı. Yehud´un torun­larından biri de, Allah Teala´nm kendisini tahsis etmesi ve eşsiz kıl­ması sebebiyle bu halin tamamen üstünde kaldığım, çünkü Allah´ın oğlu olup Tevrat´ın tamamını hıfzetmiş olduğunu söylemiştir.

Üçüncüsü de şudur: İslam Ümmeti´nden her mümin, iman il­minden sorumludur. Bundan ötürü sözü dinlenip görüşü alınır. O, yaşının küçüklüğüne rağmen ilim sahibi olabilir. Halbuki önceki ümmetlerde insanlar ilmi, rahipler, papazlar, hahamlar ve keşiş­lerden dinlerlerdi. Diğer insanlar ilme ancak bu şekilde sahip ola­bilirlerdi.

İslam Ümmeti´nin sadece Musa´nın (as) ümmetine (=yahudiler) karşı olan dördüncü bir üstünlüğü daha vardır ki o da şudur: İslam Ümmeti, iman kalplerinde sebat bulan ye kalplerin günahlara çev-rilmesiyle şek ve şirke bulaşmayan insanlardan teşekkül etmekte­dir. Halbuki Musa´nın (as) ümmeti, kalpleri şek ve şirk içinde sü­ratle çevrilen, uzuvları da hemen günahlara meyledebilen insan­lardan oluş marktaydı. İşte bu sebepledir ki denizin yarılması, onun arasından yürüyüp gitmeleri ve peşlerinden gelen Firavun´un ka­panan denizde boğularak helak edilmesi gibi büyük mucizelere biz­zat şahit olmalarına rağmen Musa´ya (as) şunu söyleyebilmişler­dir: "Ey Musa, bize de onların ilahları gibi bir ilah yap". (A´raf/138) Önceki ümmetlerle ilgili olarak şöyle bir haber nakledilmiştir: Semavi kitaplardan birinde Allah Teala´nm şu buyruğu rivayet edilmektedir: Ey İsrailoğulları, ´ilim göklerdedir onu kim indire­cek? ilim arzın derinlerindedir, onu kim çıkartacak?; ilim denizle­rin altındadır, kim ona ulaşıp getirecek?´ demeyin. İlim sizin kalp­leriniz dedir. Huzurumda ruhanilerin adabına uyarak edebli olun ve Bana karşı sıddıklarm ahlakıyla ahlaklamn. Sizi örtüp ğarke-dinceye kadar ilmi kalplerinizde açık edin. İncil´de ise şöyle yazıl­dığı rivayet edilmiştir: Bildiklerinizle amel edinceye kadar bilme­diklerinizi öğrenmeye çalışmayın.

Selef-i Salih´den bize ulaşan haberlerde ise şu ifadeler zikredil­mektedir: Bildiği ile amel eden, Allah Teala tarafından bilmedikle­rinin ilmine varis kılınır. Başka bir haberde ise şöyle denilmekte­dir: Bildiklerinin onda biriyle amel eden, Allah Teala tarafından bilmediklerinin ilmine varis kılınır.

Huzeyfe b. el-Yeman´dan (ra) şu söz rivayet edilmiştir: Sizler öy­le bir zamanda yaşıyorsunuz ki bildiğinin onda birini terkeden da­hi helak olacaktır. İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, bildiğinin onda biriyle amel eden bile kurtuluşa erecektir. İşte o, amel edenlerin azınlık, Allah´ı emirlerini hiçe sayanların çoğurnluk olduğu zamandır.

Kur´an-ı Kerim´de de bu manada kısa ve özlü buyruklar mevcut­tur: "Allah´dan korkun ki Allah size bildirsin". (Bakara/282); "Al-lah´dan korkun ve bilin ki..." (Bakara/194); "Allah´dan korkun ve dinleyin-ki.." (Maide/108)

Bil ki, bir ilim ile amel eden veya onu dile getiren kimse, Allah Teala katında hakikata isabet etmiş olur ve iki ecir kazanır. Bu ecirlerden biri muvaffakiyet ecri, ikincisi ise amel ecridir. Bu da ariflerin makamıdır. Cehaletle konuşan veya onunla amel eden kimse ise hakikati bulmada hata etmiş ve iki günah kazanmış olur. Bu da cahillerin makamıdır. Kendi ilmiyle konuşan veya amelde bulunan, ancak hakikati bulmada hata eden kimsenin de sahip ol­duğu ilimden dolayı bir ecri olur. Bu da zahir ulemasının makamı­dır. Cehaletle konuşan veya amelde bulunan, ancak hakikata isa­bet eden kimseye de ilim talebini reddetttiği için bir günah yazılır. Bu da, cahil abidlerin makamıdır.

Alim, hâkim gibidir. Allah Resulü (sav) hâkimleri üç gruba tak­sim etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Kadılar üç zümredir: İlim sahibi olarak hak ile hükmeden kadı ki, cennettedir. İlim sahibi olduğu halde zulüm ile hükmeden kadı ile bilmediği halde zulümle hükme­den kadıya gelince bu ikisi de cehennemdedir".[13]

Allah Teala´mn buyrukları arasında en güzel bulduğum şu ayet-i kerimedir: "Ey Ademoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek örtü, bir de süs elbisesi indirdik". (A´raf/26) Ayetteki örtünün ilim, süsün ise yakın olduğu söylenmiştir. Vehb b. MünebbüYten de şu manada bir hadis rivayet edilmiştir: "İman çıplaktır, onun elbisesi takva, süsü haya, meyvesi de ilimdir". Bu hadis, Hamza el-Horasani tarafından Süfyan-ı Sevri´ye isnad edilmiştir. Abdullah ise, onu Allah Resu-lü´nden (sav) merfu olarak rivayet etmiştir. Bize de müsned olarak rivayet edilmiştir.

Müs´ir, Sa´d b. İbrahim´den şunu nakletmiştir: Bir kişi ona Me­dine´de en fakih olan alimin kim olduğunu sormuştu. O da şu ceva­bı vermişti: Aralarında Allah Teala´dan en fazla korkandır. Ulema­dan bir zat da şöyle demiştir: Biri çıkıp bana ´İnsanların hangisi daha bilgilidir?´ diye sorarsa ´Vera1 bakımından en ileri olan´ derim. Eğer biri de çıkıp bu şehrin en hayırlısını sorarsa ona da şöyle de­rim: ´Siz, şehir halkının en fazla öğütte bulunanını tanıyor musu­nuz?´ ´Evet´ dedikleri zaman, ´En hayırlıları işte odur1 derim. Başka bir alim de şöyle demiştir: Eğer bana, ´İnsanların en ahmağı kim­dir?´ diye sorulursa, hemen kadının elini tutar ve İşte budur1 derim.

Allah Teala buyurmuştur ki: "Allah´dan korkun ve dinleyin". (Maide/108); "Allah´dan korkun ve doğru söz söyleyin". (Ahzab/70) Görüldüğü üzere Allah Teala, doğru sözün, sağlam ilmin ve sağlık­lı bir dinlemenin anahtarı olarak takvayı göstermektedir. Bu, Allah Teala´nın bizden önceki ümmetlere ve bize yaptığı bir vasiyetidir. Çünkü O, şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki sizden önce kitab ve­rilenlere ve size Allah´tan korkmanızı vasiyet ettik". (Nisa/131) Bu ayet, Kur´an-ı^Kerim´in kutbudur. Kur´an, bir değirmenin çark üze­rinde dönmesi misali bir bütün olarak bu ayet üzerinde döner.

İsa peygamberin (as) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ahirete gi­den yolda dünyaya yönelen biri nasıl ilim ehlinden olabilir? Amel etmek için değil de sadece başkalarına anlatmak için ilim talep eden biri nasıl ilim ehlinden olabilir? Dahhak b. Müzahim şöyle de­mişti: Seleften idrak ettiği zatlar, birbirlerinden sadece vera´ı öğre­niyorlardı. Bugünün insanları ise Kelam öğreniyorlar.

Bu manada rivayet edilen bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Hidayet üzere olan bir kavim, ancak cedel yani tartışma ilmine müptela kılındıkları için yoldan çıkmıştır. Allah Rsulü (sav) bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu: ´Dunu sana sadece bir tartışma konusu (cedel) olarak misal veriyor­lar. Doğrusu onlar tartışmada çok hırslı adamlar (Zuhruf/58)". [14] "Kalplerinde eğrilik bulunanlara gelince.." (Al-i İmran/7) ayetinin tefsirinde de Allah Resulü´nün (sav) ´Bunlar cedel ehlidir´ buyurdu­ğu rivayet edilmiştir. Allah Teala, bu tür kimselerden sakınmamızı emretmiştir.

Selef-i Salih´ten bir zattan şu söz rivayet edilmiştir: Ahir za­manda öyle alimler çıkacaktır ki, onlara amel kapısı kapanıp Cedel kapısı açılacaktır. Bir haberde de şu ifade rivayet edilmiştir: Siz öy­le bir zamanda yaşıyorsunuz ki daima amele ilham ediliyorsunuz. Sizden sonra öyle bir kavim gelecektir ki onlara sadece cedel ilham edilecektir. Ibni Mesud´dan (ra) da şu söz rivayet edilmiştir: Bugün öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki en hayırlınız, amellere koşanı-nızdır. Sizden sonra öyle bir zaman gelecek ki en hayırlınız, hayrı tanımaya çalışanınız olacaktır.

Çünkü ilk devirde, hak ve yakin gayet açık idi. Sonrasında ya­ni bizim yaşadığımız devirlerde şüpheler ve bidatların artması ne­ticesinde yollar kararacak ve insanlar ne yapacaklarını bilemez ha­le düşeceklerdir. Böyle bir zamanda Selefin yollarını bilen kimsele­re düşen vazife, bidatların tamamından uzak durmaktır. Ulema­dan bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Teala bir kulu için hayır nıurad ettiği zaman ona amel kapısını açarak cedel kapı­sını yüzüne kapatır. Bir kul için kötülük istediğinde ise, amel kapı­sını yüzüne kapatarak cedel kapısını ardına kadar açar. Meşhur bir hadiste de Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Allah Tea-la´nm yarattıkları arasında en çok buğzettiği kimse, en azılı tartış­macıdır".

Başka bir hadiste de şöyle buyrulmaktadır: Haya ve acizlik, imanın iki şub´esidir. Edebsizlik ve beyan ise nifakın iki şubesidir. Bu haberin tefsiri mhiyetinde şöyle denilmiştir: Acizlik, dilin aciz­liği olup kalp acizliği değildir. Konuyla ilgili başka bir hadis de, Ha­kem b. Uyeyne tarafından Abdurrahman b. Ebi Leyla´dan rivayet edilmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Bir kavme mantık ilmi verilirse, amelden menedilirler". Bir diğer hadiste de Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Allah Teala, ineğin otu diliyle kurcala­ması gibi sözü diliyle kurcalayan belagat sahibine buğzeder".[15]

Ahmed b. Hanbel (ra) şöyle derdi: İlim, ancak yukarıdan gelen­dir. Yani öğretme olmaksızın ilham yoluyla gelendir. Yine o, şöyle demiştir: Kelam ehlinin uleması, zındıklardır. Ondan önce yaşamış olan Ebu Yusuf ise şöyle demiştir: Kelam konusunda ilim talep et­mek, zındıkl aşmaktır.

Batın ilminin Zahir ilmine üstünlüğü hakkında başka bir açıklama:

Alimlerin üstün tuttukları, zikrini yücelttikleri, önemini teyid et­tikleri, ´İlim´ olarak niteleyip övdükleri, hakkında müteaddit hadis ve sözlerin rivayet edildiği, mendup görülen ve sahipleri hadisler tarafından fazilet erbabı olarak müjdelenen ilim; İlmullah´dır. Bu ilim, Allah Teala´nm yolunu gösteren, insanı O´na döndüren, iman ve yakin ilminde tevhide şahit olan ilimdir.

Marifet ve muamele ilmi, ahkam ve fetva ilimlerinden farklıdır. Bu ilme sahip olanlar, ilmiyle amel eden, ameli ilimle beraber zik­reden ve bunların tamamını da Allah korkusu ve huşu´ olarak vas-fedenlerdir. O, dil değil kalp ilmidir. Zaten ilmin yolu da budur. On­lar, yakinin makamları ve müttakilerin vasıflan olan kalbi ameller gibi imani amellerden kaynaklanan muameleleri de kaçırmazlar. İmanlarında ziyade sağlayan ve uzuvlarla ifa edilen salih amelleri de asla ihmal etmezler.

Bu amel ve muamelelerin erbapları, fakr ve zühd ehlinden olup tevekkül ve~korku hallerine sahip olan, şevk ve muhabbet sahiple­ridir. Onlar, insanın ahkam ve fetva ilimlerini bildiği için ilmiyle amel ederek bu ilimlerin hükümlerine bağlı kalmalarını ve bu su­retle mesela muhakeme ilmine talip olup insanlar arasında hüküm veren bir kadı olmalarını veya zekat ve alışveriş hükümlerini bildi­ği için ticarete atılmasını, ya da nikah ve talak hükümlerini bildik­leri için evlenmelerini pek önemsemezler.

İnsanın bu gibi ilimlerle âmil olması alimler nezdinde mühim değildir. Bu, onlardan birinin söylediği bir sözden de ibaret değildir. Bilakis onlardan bunun kerahatine ve z emme dilişine dair ha­berler rivayet edilmiştir. Bu gibi ilimlerin ehli olanlar, dünyaya rağbet etmek ve dünya malını toplamada hırslanmak gibi kötü sı­fatlarla vasfedilmişler dir. Onlar emir sahipleriyle içice yaşadıkları için muamelelerini de onlara tahsis ederler. Onlar; ilme itina gös­tererek huşu´ ve zühd sıfatlarıyla vasfedilenler arasına sokulma­mışlardır.

Bunun bir diğer misali de Selef ulemasının ekseriyetinin ilmi amelden üstün tutmalarıdır. Onların bu meyandaki sözlerine bak­tığımızda şunları görürüz: ´İlimden bir zerre, keza mikdar amelden daha faziletlidir´. ´Alimin kıldığı iki rekat, abidin kıldığı bin rekat­tan daha faziletlidir´. Bu babda Ebu Said el-Hudri de (ra) Allah Re-sulü´nden (sav) şunu rivayet etmiştir: "Alimin abide üstünlüğü, be­nim ümmetime üstünlüğüm gibidir". Meşhur bir hadiste ise "Ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir [16] buyrulmaktadır. İbni Ab-bas ve Sa´d´ın fra) şu hadisleri de müsned olarak rivayet edilmiştir: "Bir alim, şeytan için bin abidden daha çetindir". Başka bir hadis­te de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Bir alimin ölümü, bin abidin ölümünden daha üzüntü vericidir".

Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav) ve Selef-i Salih, bu sözleriy­le ilmin amelden daha faziletli olduğunu teyid etmişlerdir. Çünkü îlmullah, yani Allah Teala´mn ilmi, aynı zamanda imanın sıfatla­rından ve yakinin esaslarından biridir. Semadan indirilenler ara­sında hiçbir şey onun kadar aziz ve kıymetli değildir. Hiçbir şey de ona denk tutulamaz. Hiçbir amel, onsuz sahih olmadığı gibi, onsuz kabul da edilmez. Çünkü o, bütün amellerin mihengidir. Ameller, onun terazisiyle tartılarak kabul görür. Bu teraziye göre de onlar­dan bir kısmı diğerlerinden üstün tutulup ağırlık bakımından çok daha ağır basar. Amel sahipleri de ilimlerinin derecelerine göre İl-liyyun derecelerinde yerlerini alır ve birbirlerinin üstlerine yerle­şirler.

Allah Teala da ilmin ehemmiyetim teyid ederek şöyle buyur­muştur: "Andolsun onlara bir Kitab getirdik ve onu ilme dayanarak açıkladık". (A´raf/52); "Ta ki onlara ilim ile anlatalım". (A´raf/7)- "O gün tartı haktır. Kimlerin tartıları ağır basarsa, işte onlar kurtulu­şa erecektir". (A´raf/8) Bunun rububiyete râci olması daha yakın ve daha uygun bir neticedir. Amel, amel sahibinin vasfı ve kulluğunun icabıdır.

Selef-i Salih, yukarıda zikrettiğimiz sözlerinde fetva, hüküm ve muhakemeyle ilgili ilimleri kasdetmiş değilllerdir. Çünkü bunlar, insanların yaşadıkları hususlar olup bizzat kendileriyle ilgili bilgi­lerdir. Bunların, Allah Teala´ya kalplerle yapılan muamelelerden daha faziletli olması mümkün değildir. Çünkü bunlar, Mukarrebun zümresinin makamı olun yakin ile teması ifade eden rıza, muhab­bet ve tevekkül makamlarını temsil eder. Hiçbir alim de bunun ak­sini söylememiştir.

Abdurrahman b. Ganem, Muaz b. Cebel´in (ra) Allah Resu-lü´nden (sav) şunu rivayet ettiğini nakleder: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: İnsanlar arasında nübüvvet derecesine en yakın olan­lar, ilim ve cihad ehlidirler. İlim ehli, insanları peygamberlerin ge­tirdikleri hakkı gösterirler. Cihad ehli ise, peygamberlerin getir­dikleri uğruna kılıçlarıyla cihad eden kimselerdir". İlmin, nasıl da cihad gibi Allah Teala´ya sevkedici kılındığını görmüyor musunuz?

Bu manadaki başka bir hadisinde de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "İlk şefaat edecek peygam­berlerdir. Sonra şehitler gelir". Başka bir hadiste ise şöyle buyrul-maktadır: "Peygamberlerin alimler üzerinde bir derece üstünlükle­ri vardır. Alimlerin ise şehitler üzerinde iki derece üstünlükleri vardır"[17]

İbni Abbas (ra) Allah Teala´mn "Allah, sizden iman edenleri yü­celtsin ve kendilerine ilim verilenlere ise dereceler ihsan etsin" (Mücadele/11) buyruğunun tefsirini yaparken şöyle demiştir: Alim­lerin iman edenler üzerindeki üstünlükleri yediyüz derecedir. Bu derecelerden her ikisi arasındaki,mesafe beşyüz senedir. Ömer (ra) vefat ettiği zaman İbni Mesjm (ra) şöyle demişti: Zannederim onunla beraber ilmin onda dokuzu da gitmiştir. Bunun üzerine çev­resindekiler şöyle dediler: Sahabe´nin büyük bir ekseriyeti aramız­da bulunurken nasıL-böyle "elersin? Dedi ki: İlim ile kasdettiğim, si­zin murad ettiğiniz ilim değildir. Benim kasdettiğim İlmullah´dır.

Ibni Mesud´un (ra) bu sözüyle, malumat ile oluşan ilmin hakiki ilim olmadığı ortaya çıkmaktadır. O, yine bu sözüyle Allah ilmini malumat ilminden on kat üstün görmüştür. Zahir ilmi, amellere çok fazla bir katkıda bulunmaz. Çünkü zahir ilmi de zahiri amel­lerdendir. Zira o, dilin sıfatlarından biri olup ümmetin avammı için geçerlidir. Zahiri amellerin en yüksek makamı ihlastır. Eğer bu makamın altındakiler yitirilirse, bu da diğer şehvani bilgiler gibi dünyalık için olur. İhlas, ilm-i batında Allah Teala´yı bilme halinin ilk basamağıdır. Bu istikametteki makamların ise sonu yoktur. Bu makamlar, ariflerin makamlarının ve sıddıkların derecelerinin en üstlerine kadar uzanır. [18]