Konu Başlığı: Şükür Makamının Şerhi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 31 Aralık 2009, 19:32:51 Şükür Makamının Şerhi Ve Şükür Ehlinin Sıfatları
Şükür, Yakin makamlarının üçüncüsüdür. Allah Teala buyurdu ki: "Eğer şükreder ve inanırsanız, Allah size niye azap etsin?". (Nisa/147) Görüldüğü üzere Allah Teala, şükrü iman ile birlikte zikretmiş ve bu ikisinin birlikte varolmasını cehennem azabından kurtarma vesilesi olarak bildirmiştir. Yine O, şöyle buyurmaktadır: "Şükredenleri mükafaatlandıracağız". (Al-i İmran/145) Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Yemek yiyip şükreden, oruç tutup sabreden gibidir". [12] İbni Mesud da (ra) şöyle demiştir: Şükür, imanın yarısıdır. Allah Teala, müslümanlara şükrü emretmiş ve onu, zikirle beraber anmıştır: "Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve nankörlük etmeyin". (Bakara/152) Zikir ise, şanı yüceltilmiş bir fazilettir. Allah Teala bunu beyan ederken de şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki Allah´ı zikretmek, en büyüktür". (Ankebut/45) Bu durumda, zikir ile birlikte anıldığı için şükür de en büyük faziletlerden biri olmaktadır. Allah Teala´nm şükür ile razı edilmesi, ikramının bolluğundan dolayı kullarının ifa ettikleri bir karşılık mesabesindedir. Çünkü Allah Teala´nm "Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve nankörlük etmeyin". (Bakara/152) buyruğu, emrin tahakkuku ve şükrün ta´ziminden ötürü ´karşılık´ mefhumundan çıkışı ifade etmektedir. Ayette ´Fa´ harfi şart ve cezayı ifade ederken, önceki ibaredeki ´Kef harfi de misal-lendirmeyi ifade etmek içindir. Buna göre ´Beni zikredin ki´ diye başlayan kısım, "Size, sizden bir peygamber gönderdiğim gibi..." (Bakara/151) ayetiyle birleştirilmiş ve mana, mealen ´Size içinizden bir peygamber gönderdiğim gibi, Beni anın ki Ben de sizi anayım ve Bana şükredin´ şeklinde düşünülmüştür. Araplar, gelecek için kullanılan ´Sevfe´ kelimesi yerine ´Sin´ harfi ile iktifa ettikleri gibi, ´Ke-misli=gibi´ kelimesi yerine de ´Kef harfiyle iktifa ederlerdi. Bu; şükür için çok büyük bir tazim olup ancak Allah Teala´yı bilen alimler tarafından idrak edilebilir bir husustur. Eyyub Peygamberin (as) kıssasıyla ilgili olarak şu hadis rivayet edilir: "Allah Teala ona vahyederek şöyle buyurmuştu: Ben, velilerimden bir ödül olarak şükre razı oldum..". Allah Teala´mn "Onları saptırmak üzere Senin doğru yoluna oturacağım" (A´raf/16) buyruğunun tefsirinde de, ´şükür yolu´nun murad edildiği söylenmiştir. Buna göre, eğer şükür, Allah Teala´ya götüren bir yol olmasaydı, şeytan bu yolun üstüne oturarak onu kesmeye çalışmazdı. Eğer Allah Teala´ya hakkıyla şükreden kul O´nun habibi olmasaydı, lanetli İblis Allah Teala´ya karşı çıkarken şöyle demezdi: "Ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın". (A´raf/17) Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur; "Ve kullarımdan şükreden bir azınlık". (Sebe/13); "İblis´in onlar hakkındaki zannı doğru çıktı ve müminlerden bir topluluk dışında ona uydular". (Sebe/20) Allah Teala sevabın ziyadesini de, şükür ile kesinleştirmiş ve bunda hiçbir şeyi müstesna kılmamış tır. Allah Teala, yalnız şu beş hususu müstesna tutmuştur: Zengin kılma, duaya icabet, rızık verme, mağfiret etme ve tevbeleri kabul etme. Allah Teala buyurdu ki: "Allah sizi dilediğinde lütfü ile zenginleştirecektir". (Tevbe/28); "Yalnız O´na dua edersiniz de, dilerse O, feryada geldiğiniz belayı üzerinizden kaldırır". (En´am/42); "O, dilediğine rızık verir". (Bakara/212); "O, dilediğine mağfiret eder". (Feth/14); "Sonra Allah, bunun akabinde dilediğinin tevbesini kabul eder". (Tevbe/27) Şükürden doğan sevabım ise, istisnasız olarak zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Eğer şükrederseniz, size daha ziyadesini veririm". (İbrahim/7) Şükreden kişi (=şâkir) Allah Teala´mn ziyade lütfuna mazhar olurken çok şükreden (=şekûr) kişi ise, bu lütfün son noktasına ulaştırılır. Şekûr, az da olsa Allah Teala´dan gelen herşeye fazlasıyla şükreden kimsedir. Onun şükrü, sürekli tekerrür etmektedir. Birşey için yapılan övgü ve sena da nimet sayılır. Bu da Rubûbiyet ahlakının esaslarından biridir. Çünkü Allah Teala, çok şükreden kimseye, kendi ismini layık görmüştür. Ziyade lütuf, nimet sahibine kalmış olup bunu dilediği kuluna verir. Allah Teala tarafından verilen bu ziyade lütfün en faziletlisi, güzel bir yakin ve sıfatların müşahedesini temin etmesidir. Allah Teala tarafından bahşedilen ziyade lütfün başı, verilen nimetleri, nimet sahibinden gelen nimetler olarak görmek ve bunlarla ilgili olarak bütün güç ve engellemenin Allah Teala´mn elinde olduğunu bilmektir. O´nun ziyade lütfunun ortası ise; halin devamı, kulun ibadet ve hizmeti sürdürme sidir. Allah Teala tarafından şükreden kula lütfedilen ziyade, ahlak olabileceği gibi çeşitli ilimler de olabilir. Veya ahirette verilecek fazla bir mükafaat ya da dünyadan ayrılırken nasip edilecek metanet de olabilir. Allah Teala şükrü, cennet ehlinin sözlerinin açılışı ve temennilerinin de hitamı kılarak şöyle buyurmuştur: "Bize vaadinde doğru söyleyen Allah´a hamdolsun". (Zümer/74); "Sözlerinin sonu da ´Hamd alemlerin Rabbine olsun´ demeleridir". (Yunus/10) Eğer şükür, ameller arasında Allah Teala´ya en sevimli gelen olmasaydı, onu cennette de eda etmelerini istemezdi. Eyyub Peygamberin (as) münacaatmda şöyle bir ifade nakledilmiştir: ´Allah Teala ona sabredenler sıfatında -ki onların varacakları yer Darü´s-Selam´dır- şöyle vahyetti: Oraya girdiklerinde, kendilerine şükrü ilham ederim ki o, sözlerin en hayırlısıdır. Şükrettikleri anda da onlara olan lütfumu arttırırım. Beni düşünmeleri halinde de kendilerine ziyadesiyle veririm. Bu da lütfün nihai sınırıdır. Şükrün başı, nimetlerin Allah Teala´dan geldiğini bilmektir ki O´ndan başka ilah yoktur, bu nimetleri verme noktasında tek olup ortağı olmadığı gibi, bunları vermek için kendisine yardım eden de yoktur. Bütün şeylerin varlığından önce varolan Tek Allah, hiç bir şeyde yardımcı ve ortağa ihtiyaç duymadığı için bütün bunların Za-tı´ndan nefyetmiştir. Varlığı da yokluğu da veren O´dur ve bu ikisi Allah Teala´mn emriyle kullar için cari olurlar. O, bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Onların, her ikisinde de bir ortaklığı yoktur, Allah´ın, onlardan bir yardımcısı da yoktur". (Sebe´/22) Ayette geçen ´şirk´ kelimesi, ortak ve karışma manasında, ´Zahir´ kelimesi ise yardımcı manasmdadır. Allah Teala, daha sonra şöyle buyurmuştur: "Sizde nimet namına ne varsa hep Allah´tandır. Sonra sıkıntı dokununca Allah´a feryat edersiniz". (Nahl/53) Yine o şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah sana bir kötülük dokundurursa, onu O´ndan başka giderecek olan yoktur. Eğer sana bir iyilik nasip ederse bil ki O, herşeye Kadir5dir". (En´am/17) Allah Teala, bir cümle nimeti saydıktan sonra bunları kendi Za-tı´na izafe ederek şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde ne varsa, hepsini kendisinden (bir lütuf olarak) emrinize verdi". (Casiye/13) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Gizli ve açık olarak nimetlerini size bol bol vermiştir". (Lokman/20) Sebepler sıhhatleri, vasıtalar da sübûtları ile varolurlar. Bu nimetler ise, Allah Teala´nm hüküm ve hikmetleridir. O´nun vergisinin şartları ve verilenin eserleri, bunların hükmüne ve yaratılmasına tesir edemez. Bunlar hükme demedikleri gibi yaratma sıfatına da sahip değillerdir. Kendileri mahkum olan şeyler nasıl hüküm verebilirler? Kendileri yaratılmış olan şeyler nasıl birşey yaratabilirler? Neticede Allah Teala´dan başka hüküm veren yoktur. Ve O, hiç kimseyi hükmüne ortak etmez. Ayetin, Şamlılar nezdindeki bu kıraati daha makbuldür. Çünkü bu kıraata göre emir sigası gündeme gelmektedir. Onlar, şirkle ilgili fiili ´Ta´ harfi ile okumuş, sondaki ´Kef harfini de sükun ile kıraat etmişlerdir. Buna göre mana; ´Allah Teala´ya, hükmünde ortak koşma!´ şeklinde olmaktadır. Sebepler Hakkın hükümleri ve O´nun hikmetlerinin vasıtalarıdır. Nimet verenin, nimette müşahede edilmesi ve vergi sahibinin bahşettiği şeyde zuhur etmesi, nimet ve vergiyi O´ndan bilmeniz için elzemdir. Bu da kalbî şükürdür. Çünkü şükredenler nezdinde şükür; kalp ile bilmektir. Şükür, dil ile ifa edilecek bir fiil değildir. Rivayete göre Allah Resulü de (sav) şükrün ahirete dair bir mal olarak kazanılıp biriktirilme sini, dünyada mal kâzâhip biriktirmekten daha hayırlı bir karşılık olduğunu haber vermiştir. Sevban (ra) ve Ömer b. Hattab´dan (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Mallar hazineye indirildiği zaman Ömer (ra), ´Hangi malları edinelim?´ diye sordu. Allah Resulü de (sav) şöyle buyurdu: Sizden biri, zikreden bir dil ve şükreden bir kalp edinsin"[13] Musa (as) ve Davud Peygamberle (as) ilgili olarak şöyle bir rivayette bulunulmuştur: Onlar, şöyle derlerdi: ´Ey Rabbim, Sana nasıl şükredebilirim? Ben Sana, ancak nimetlerden bir diğeri ile şükredebilirim´. Bu sözün başka bir rivayetinde ise şu ifade yeral-maktadır: ´Sa-na şükrüm de, yine şükcrü gerektiren diğer bir nimetle olur. Allah Teala da onların bu sözü üzerine şöyle vahyetmiştir: ´Bunu bilmeniz bile, Bana şükretmeniz demektir´. Başka bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır: ´Nimetlerin Ben´den olduğunu bildiğin zaman, Ben de senden bunu bir şükür olarak kabul ederim´. Dille yapılan şükür, Allah Teala´yı en güzel şekilde övmek, hamd ve medhini arttırmak, nimet ve ikramlarını daima anlatmak, iyilik ve ihsanlarını sürekli nakletmekle olur. Malik olanı, memluk olana şikayet etmemek, izzet sahibi Ma´bud´u zelil bir kula serzenişle anlatmamak da şükrün edasmdandır. Bir hadiste de şu olay nakledilmiştir: ´Allah Resulü (sav) bir kişiye ´Nasıl sabahladın?´ diye sormuştu. O da, İyi´ demişti. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) soruyu tekrarlamıştı. Adam yine ´İyi´ deyince, soruyu üçüncü kez tekrarladı ve ´Nasılsın?´ diye sordu. Adam, yine ´İyiyim, Allah´a hamd ve şükrederim´ dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Senden söylemem istediğim buydu´ buyurdu". Yani Allah Resulü (sav) adama, hamd ve şükürü söyletebilmek için bu kadar ısrarla sormuştu. Selef-i Salih de (ra), karşılaştıkları zaman birbirlerine hal ve hatırlarını sormak suretiyle, hamd ve şükrü paylaşmak isterlerdi. Allah Teala´nm hamd ile zikrine sebep olmak suretiyle bunun sevabına da iştirak ettiklerine inanırlardı. Rabbinden yakındığını ve halini sorduğunuz zaman Allah Teala´nm kazasından hoşnutsuzluğunu ifade edeceğini bildiğiniz kimseye de halini sormamanız doğru olur. Çünkü bu tür bir soru, onun cehalet ve serzenişinin vebaline katılmak olacaktır. Kul için; Zatının misli olmayan ve herşeyi yed-i kudretin debulunduran Rabbini, hiçbirşeye gücü yetmeyen basit ve zelil bir kula şikayet etmek ne kadar da büyük bir kabahattir! Allah Teala´dan gelen en küçük bir nimete dahi şükretmek, şükürden sayılır. Çünkü Habib Teala´dan gelen şey, az da olsa bunu müdrik olan kulun gözünde çok büyüktür. Aynı zamanda Allah Teala eşsiz bir hikmete sahip olduğu için, nimeti daraltmasının veya kesmesinin de bir hikmeti olsa gerekir. Kul, O´nun hikmet ve kudretini iyi bildiği zaman; verme kudretine rağmen nimeti engellemesindeki hikmet yönünü de bilir ve bu engellemenin de aynı zamanda bir vergi olduğunu görür. Neticede de, nimetin engellenmesi verilmesiyle bir olduğu gibi, verilen az şey de çok olur. Kul; engelleme karşısında duyulan sabır ve zillet hislerinin, aslında izzet ve şeref olduğunu bilmelidir. Bu, ulema nezdinde kullarla ululanma ve onlarla şereflenme gayretinden çok daha faziletli ve değerli bir haldir. Kullara tamah edip onların önünde zeliî olmak, Allah Teala´nm kulu olan bir varlığa şeref borçlanmak, zelil biri önünde zillete düşmek gibidir. Halbuki Aziz olan Allah Teala karşısında zillet hissetmenin güzelliği, sevgilinin karşısında zelil olmanın güzelliğine benzer. Zelil birinin karşısında zillete düşmenin çirkinliği ise, düşman karşısında zillete düşmenin çirkinliğine benler. Allah Teala da bu manada şöyle buyurmuştur: "Allah dışında taptıklarınız size rızık vermeye muktedir olamazlar. Rızkı Allah´dan isteyin ve O´na ibadet edin". (Ankebut/17) Yine O, bu manada başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: "Allah dışında taptıklarınız da sizler gibi kullardır.". (A´raf/194) İbadet, hizmet etmek ve zilletle itaat etmek mana-smdadır. Sıkıntılı bir kul, ihtiyaç ve yokluğunu, onu giderebilecek olan Rabbinden başkasına açmamalıdır. Çünkü O, herşeyi bildiği ve herşeyden haberdar olduğu için kulunun derdini halledecektir. O, onu devamlı duymakta ve bulunduğu hali yakından görmektedir. Neticede ona uygun olanı da en iyi O bilmektedir. Allah Teala, bu manada şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah rızkı kullarına yaysaydı, yeryüzünde azgınlık yaparlardı". (Şura/27) Yakin sahibi olan kul; rızkın verilmesi ve bollaşmasında şükrettiği gibi, daraltılması ve engellenmesi halinde de şükretmen, kalbiyle de bu yakini şehadete sahip olmalıdır. Şunu da bilmelidir ki, onun sıfatı; kulluk, hükmü ise kulluk hükümleridir. Mahkum olduğu hükümler ise Rubûbiyet hükümleridir. Allah Teala üzerinde hiçbir hak iddia edemez. Allah Teala ise, onunla ilgili her türlü hakkın sahibidir. Çünkü kul, Allah´ın yapması ve yaratması neticesinde ortaya çıkan bir varlıktır. Alemlerin Rabbi, onun Yaratıcısı ve Malikidir. Kul, bu şehadete sahip olduğu zaman herşeyin Allah Teala´ya ait olduğunu görerek O´ndan gelen en küçük şeye dahi rıza gösterir. Allah Teala üzerinde bir hakkı bulunduğunu asla iddia etmediği gibi, O´nun tarafından verilen hiçbir şeye de kanaatsizlik göstermez. Bunların da ötesinde, Rabbinden hiçbir şey talep etmez. Allah Teala´yı devamlı zikretmek, hamd-ü senada bulunmak, nimetlerini sürekli anlatarak hayırla anmak, dil ile yapılan şükürden sayılır. Çünkü şükür kelimesinin sözlük anlamı, açıklamak ve izhar etmektir. Mesela ´Kesüra ve şekere´ denildiği zaman, sıkıntıları giderilen kimsenin bu halini izhar etmesi kasdedilir. Dolayısıyla Allah Teala´nm nimetlerini sürekli anmak ve anlatmak da bunları açıklamak anlamında dille yapılan şükrü ifade etmektedir. Bu meyanda Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen şu hadisi zikredebiliriz: "Zikirler arasında hiçbiri hamd kadar katlanarak se-vaplandırılmaz". Allah Resulü (sav) başka bir hadisinde de şöyle buyurmaktadır: "Kim ´Sübhanallah´ derse, on hasenesi olur. Kim ´La ilahe illallah´ derse, yirmi hasenesi olur. Kim de ´elhamdü lillah´ derse, otuz hasene yazılır". Burada hamdın Tevhid´den daha üstün tutulduğu gibi bir mana çıkarılmamalıdır. Aslolan, şükür ehlinin Allah Teala nezdindeki makamının yüksekliğidir. Allah Teala da Kitabı´na ´Hamd´ kelimesi ile başlamıştır. Bu konuda rivayet edilen bir hadis-i şerifte Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Hamd, Rahman´ın ridasıdır". Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Zikrin en hayırlısı ´La ilahe illallah, duanın en hayırlısı ise ´elhamdü lillahi Rabbil-âlemîn´dir".[14] Şükrün, kulun kalbinde güçlenerek ona hakim olması ise, kalple şükrü ifade eder. Allah Teala´nm kulun şükrünü kabul etmesi ise, ona gizlediği şeyleri açığa çıkarması, ilim ve kader namına ona perdelediği hususları izhar etmesidir. Bu da, kul için bir ziyade olup bunun sayesinde Allah Teala´yı daha iyi bilerek müşahedenin yükseklerine çıkar. Bütün bunlar, şükür meihumundaki açığa çıkarma ve izhar etme manasına raci olan faziletlerdir. Lütufda bulunan ve nimetler bahşeden Allah Teala´ya uzuvlarla şükretme hususuna gelince, bu da şöyle olur: Uzuvlarla şükreden kul, Rabbinin verdiği nimetle yine O´na karşı gelip günah işleyemez. Aksine O´nun verdiği nimetlerin yardımıyla O´na en güzel şekilde itaat etmeye çalışır. O´nun nimetlerinden aldığı güçle O´na karşı günah işlememelidir. Böyle yapması durumunda, Allah Tea-la´nm nimetlerine nankörlük etmiş ve küfranda bulunmuş olur. Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Allah´ın nimetini küfran ile değiştirenleri görmedin mi?". (Ibrahim/28) Burada gizlenen bir mana vardır ki, delilinin açıklığından dolayı bunu anlayabiliriz: Allah Teala o kullarına nimetler vererek kendisine itaat etmelerini emretmiştir. Ama onlar, kendisinekarşı çıkarak bu nimetlerden aldıkları güçle O´na isyan etmişlerdir. Bu ise, onların kendilerine emredileni değiştirmeleri demektir. Benzer bir gizli manayı, şu ayet-i kerimede de görmekteyiz: "Rızkınızı, O´nu yalanlamak mı kılıyorsunuz1?". (Vakı´a/82) Burada da murad edilen mana, rızkınızın şükrünü O´nun peygamberlerini yalanlayarak mı eda ediyorsunuz? şeklindedir. Görüldüğü gibi bu ayette de hazif vardır. Allah Resulü (sav) bu ayeti, açıklayarak ve tefsir ederek okumuştur: Rivayete göre O, ayetin tefsirini ´Şükrünüzü yalanlayarak mı eda ediyorsunuz?´ şeklinde okumuştur. Bu manada Allah Teala´nın bir başka buyruğu da şu ayet-i kerimedir: "Kim, kendisine geldikten sonra Allah´ın nimetini değiştirirse (bilsin ki) Allah, cezalandırması çok sert olandır". (Bakara/211) Yani Allah Teala, nimetine küfranda bulunan, onun sayesinde günah işlemek suretiyle şükrünü zayi eden kimse, Allah Teala tarafından çok ağır biçimde cezalandırılacaktır. Allah Teala´nın bir diğer buyruğu da şu ayet-i kerimesidir: "Eğer küfre düşerseniz, Benim azabım çok çetindir". (İbrahim/7) Ayetin tefsirinde denildi ki: Eğer nimetlerime nakörlük ederek onları inkar ederseniz.. -Allah Teala´nın azabı; dünyada o nimetin bela, aşağılanma ve zilletle değiştirilmesi şeklinde olabilir.- Azap, "Çünkü (cehennemin) azabı bir helaktir" (Furkan/65) ayetinde de ifade edildiği üzere ahirete tecil edilmiş de olabilir. Bu ayete göre Allah Teala kullarından nimetlerine karşı şükür talep etmiş ama onlar, bu karşılığı verememişlerdir. Bu durumda da nimetlerinin bedelini onlara borç olarak vermiş kabul edip kendilerini cehenneme hapsederek cezalandıracaktır. Allah Teala buyurdu ki: "Gizli ve açık olarak nimetleri üzerinize bol bol akıtmıştır". (Lokman/20) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Günahın açığını da gizlisini de bırakın". (En´am/120) Burada, sözü dinleyen akıl sahiplerine şöyle bir uyan yapılmaktadır: Öğüt alın ve nimetin zahirinin şükrüne binaen günahın zahirini terke-din. Sonra da, gizli nimetlerin şükrünü eda etmek babında günahın gizlisinijie terkedin. Zahiri nimetler, insanın bedeninde görülen sıhhat^ve~"âflyetle, mal mülk bakımından yeterliliktir. Zahiri günahlar ise, nefsin heva ve arzuları istikametinde uzuvlar tarafından yapılan fiillerdir. Batıni nimetler, kalplerin sıhhati ve niyetlerin selametidir. Batıni günahlar ise günahda ısrar, sû-i zan ve sû-i niyet gibi kalbi fiillerdir. Mutarraf b. Abdullah şöyle demiştir: Afiyette olup şükretmem, imtihan edilip de sabretmemden daha sevimlidir. Çünkü afiyet makamı, selamete daha yakındır. O, işte bu sebeple şükür halini sabır haline tercih etmiştir. Çünkü sabır, imtihan ehlinin halidir. Benzeri bir söz Hasan el-Basri´den de (ra) rivayet edilmiştir: Şükürle geçen afiyette ve sabırla geçen imtihanda hiçbir kötülük yoktur. Nimet verilen nice kimse vardır ki şükredici değildir. İmtihan edilen niceleri de vardır ki, sabırlı değildir. Allah Resulü´nden de (sav) bu manada şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir: "Afiyet vermen benim için daha sevimlidir". O, Ali´ye de (kv), hastalığı esnasında sabır niyaz ettiği zaman şöyle demiştir: "Allah Teala´dan imtihan niyaz ettin. O´ndan afiyet niyaz et".[15] Salih ameller de şükrün ifadesi olarak görülür. Allah Teala ve Resulü (sav), nimet verilen kimsenin eda ettiği şükrü amel mefhumuyla tefsir etmişlerdir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Ey Davud ailesi, şükür için amel edip çalışın". (Sebe713) Allah Resulü´nden de (sav) bu meyanda şu hadis nakledilmiştir: "O, ibadet ve amellerdeki gayretinden dolayı ayakları şiştiği için siteme uğradığı zaman şöyle buyurmuştu: ´Çok şükreden bir kul olmayayım mı?![16]Yine O, şunu haber vermiştir ki; nefsle mücahede ve Allah Teala´ya güzel amellerle yaklaşma, kulun şükrü ve nimet verenin mükafaatıdır. Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Kalp ile şükür; nimetlerin, başka birinden değil sadece nimet sahibi Allah Teala´dan geldiğini bilmektir. Ameli şükür ise, Allah Teala´mn nasip ettiği her amelden sonra buna şükür olarak ikinci bir amelde bulunmanız dır. Buna göre şükür; amellerin devamlılığıyla irtibatlı olmaktadır. Ariflere göre şükrün başı; Allah Teala´mn nasip ettiği nimetlerden biriyle O´na isyanda bulunup nimeti nevaya teslim etmemektir. Şükür ehlinin eda ettikleri şükre gelince; bu, sahip olunan bütün nimetlerle Allah Teala´ya itaat ederek, hepsini O´nun yoluna seferber etmektir. Bu, bütün kulların şükrüdür. Şükrün özü ve hakikati, takvadır. Takva, Allah Teala´mn kullarına emrettiği bütün ibadetleri ihtiva eden bir mefhumdur. Bunu da şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratmış olan Rabbinize ibadet ediniz, umulur ki takva sahibi olursunuz". (Bakara/21) Allah Teala, bundan sonra takva ile şükrün hakikatini ifade ederek, takvanın bizatihi şükür olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah´dan korkunuz, umulur ki şükredersiniz". (Al-i İmran/123) Şükürde, iki müşahedeye dayanan iki makam vardır. Bu ikisinden üstte olanı, ´Çok şükreden=Şekûr´ makamıdır. Bu makamda yeralan kul, sıkıntı, bela, zorluk ve imtihan hallerinde dahi şükreder. Bu mertebeye gelebilmesi için de, bütün olumsuzlukları şükre-dilmesi gereken nimetler olarak görebilme seviyesine yükselmesi şarttır. Bu da, yakini imanındaki sadakat ve zühdündeki ihlas ile mümkün olur. Bu, Rıza makamlarından biri olup aynı zamanda Muhabbet hallerinden birini ifade eder. Allah Teala, peygamberi Nuh´u (as) bu sıfat ile zikrederek şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki o, çok şükreden (şekûr) bir kul idi". (İsra/3) Ayetin tefsirinde de şöyle denilmiştir: Nuh Peygamber (as), hayır-şer, yarar-zarar demeksizin her halinde Rabbine şükreden bir kuldu. Bu babda Allah Resulü´nün (sav) şu hadisi rivayet edilmiştir: "Kıyamet günü bir tellal çıkarak şöyle seslenir: ´Çok hamdedenler ayağa kalksın!´ Bunun üzerine bir zümre ayağa kalkar. Onlara bir sancak verilir ve cennete girerler. ´Çok hamdedenler (=Hammâd olanlar) kimlerdir?´ diye sorulur. Bunun üzerine, ´Bulundukları her halde Rablerine şükredenlerdir denilir". Bu hadisin başka bir lafzında ise şu ifade yeralır: ´Varlıkta ve yoklukta..´. Ulemadan bir zat ise, Allah Teala´mn "Nimetleri zahiri ve batini olarak üzerinize bol bol yağdırdı" ayetinin tefsiriyle ilgili olarak şöyle demiştir: Zahiri nimetler, zenginlik, sıhhat ve afiyettir. Batıni nimetler ise, fakirlik ve diğer musibetlerdir. Çünkü bunlar, ahi-ret nimetleridir. Allah Resulü de (sav) bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Hayat, ancak Ahiret hayatıdır" [17] Şükrün ikinci makamı ise; kulun, kendinden daha aşağıda olanlara bakması, din ve dünya bakımdan üstün kılındığı kimseleri görmesidir. Böylelikle kalbinin ve dininin selametiyle, diğerlerinin imtihan edildikleri belalardan affedilişinden ötürü Allah Teala´mn kendi üzerindeki nimetini ta´zim eder. Aynı şekilde diğerinin muhtaç edildiği dünya malından da kendine yetecek kadar sahip kılınmasından ötürü Rabbinin nimetini yüceltir. Bütün bunlar için Rabbine şükreder, sonra da dini hali bakımından iman ilmi ve sağlam yakini ile kendinden üstün kılınmış olan kullara bakarak kendi nefsine kızıp onu aşağılar ve kendinden daha yukarıda gördüğü kişinin halleriyle rekabet ederek ona yetişmeyi arzular. Bu durumda olan bir kul, şükür ehlinden sayılarak, övülenler zümresine dahil olur. Bu manada Allah Resulü´nden de (sav) şu hadis-i şerif rivayet edilmiştir: "Dünyevi bakımdan kendinden aşağıdakine, dini bakımdan da kendinden yukarıdakine bakan kişi Allah Teala tarafından sabreden ve şükreden olarak yazılır"[18] Bu hadisi Rıza makamında şerhettiğimiz için burada tekrar izah etmeyi doğru görmüyoruz. Kulu, şükür ehli araşma sokan her sıfatta, kulun makamı şükür olur. Eğer nimete küfranda bulunursa, bunun zıddını yapması gerekir. Çünkü küfran, şükrün zıddıdır. Nimetlerin en büyükleri, şu üçüdür ki bunları bilmeyen kişi, şükrüzayi etmiş sayılır. Bunları bilmek ise, arifler için şükür ifade eder. Bu üç büyük nimetin ilki; Allah Teala´mn izzet ve kudretiyle kulların gözlerinden gizlenmiş olmasıdır. Eğer O, kullarına zahir olsaydı işleyecekleri her günah küfür olurdu. Kendilerine yasaklanan ma´siyetler bir sivrisinek kanadı kadar dahi olsun eksütilmezdi. Konu Başlığı: Ynt: Şükür Makamının Şerhi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 31 Aralık 2009, 19:40:56 Allah Teala, bütün sıfatlarıyla zahir olduğu zaman kulların gü-nahdan imtina etmeleri de çok güç olurdu. Bu, gaybun sırlarının arkasında olan bir husustur. Şu var ki, müşahedenin hürmetini çiğnemelerinden ötürü insanların çoğu O´nunla karşılaşmayı inkar ederlerdi. Ayrıca halihazırda gaybi olarak iman ettikleri için nail oldukları ulvi mertebelere ve övgülere de, asla nail olamazlardı. Çünkü bu derecelere ulaşmalarının sebebi olan gaybi iman, Allah Teala´mn müşahede edilmesi halinde ortadan kalkacaktır.
İkinci büyük nimet, kaderin ve mucizevi ayetlerinin halkın umumundan gizlenmiş olmasıdır. Bunlar, gaybi sırlar, kulların salah sebebi, din ve dünya işlerinin istikamet bulma vesilesidir. Eğer kullara zahir kıhnsalardı, onların küçük günahları, mucizeleri ya-kinen görmelerinden ötürü büyük günahlara dönüşür, iyi amelleri için misline katlanan sevapları da asla katlanmazdı. Çünkü halihazırda gaybi olarak iman ederek amel ettikleri için katlanan bu sevaplar, mucizelerin açıkça müşahede edilmesinden sonra katlanamaz. Üçüncü büyük nimet ise, kulların ecellerinin kendilerinden gizlenmiş olmasıdır. Eğer ecellerini bilmiş olsalardı hayır ve şer bakımından amellerini zerre mikdarı arttıramaz ve eksiltmezlerdi. Çünkü Allah Teala´mn onlardan talep ettiği ameller çok daha ağır olurken, haklarındaki delillerin kesinleşmesi de çok daha zorlayıcı olurdu. Allah Teala, bilmedikleri bir ecellerinin olmasını onlar için bir mazeret kılmış ve beklemedikleri bir yerden gelecek eceller tayin ederek onları düşünmüştür. Allah Teala´mn, bütün kulların kusur ve kabahatlarını örtmesi de, onlara olan nimetinin inceliklerindendir. Böyle yapmak suretiyle onların kabahatlarını birbirlerinden, ulema ve salihlerin gözlerinden gizler. Eğer böyle yapmamış olsaydı hiçbiri kabahatlan ortada olan kişiye bakmazdı. Yine O, salihleri ve velileri de onlardan gizlemiştir. Eğer bu kimselerin işaret ve alametlerini herkese izhar etmiş olsaydı, herkes bunları tanır ve cahiller dahi, onların Allah Teala´mn velayetine mazhar olduklarını yakinen bilirlerdi. Böyle olduğu zaman da, onlara ihsanda bulunanların sevapları boşa gittiği gibi, amellerinin kabulünden de mahrum olurlardı. Onlara kötülük edenlerin yaptıkları da boşa giderdi. Allah Teala´mn bunları perdelemesi ve gizlemesi;, amel sahiplerinin hayır ve şer namına yaptıkları amelleri, rica ve ümit üzere, ahiretle ilgili olarak hüsn-ü zan ile yapmalarını temin etmesi bakımından mühimdir. Allah Teala´mn velilerine ve salih kullarına eziyet edenlerin cezaları da, onların Allah katındaki mühim mevkileri ve kıymetleri izhar edilmediği için tehir edilecektir. Bunun gizlenmesinde, salihlerin nefsleri bakımından da çok büyük nimetler mevcuttur. Böylelikle dinlerinin selametini temin edecek, fitneye de mümkün olduğunca az maruz kalacaklardır. Tabii onların kıymetlerini bilmeyen cahillerin yaptıkları rencide edici hareketler ve Allah Teala´mn hükümlerini onlar sebebiyle hafife almaları da, bir nevi perde arkasından yapıldığı için bu zevata çok zarar vermeyecektir. Bu da kullarına çok bahşedici olan Allah Teala´mn nimetlerinden bir lütuftur. Bu mevzuda rivayet edilen kudsi bir hadiste Allah Teala´mn şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Kim Benim velilerimden birine eziyet ederse, Bana savaş için meydan okumuş demektir. Ben de velimin intikamını alır ve ona yardımı Zatımdan başkasına bırakmam".[19] Gizliliğinden dolayı şükrü gerektirdiğini ifade ettiğimiz bu nimetler hakkında İmam Cafer-i Sadık da (ra) şöyle demiştir: Allah Teala üç şeyi, üç şeye saklamıştır: Rızasını taatine; dolayısıyla taatiyle ilgili hiçbir işi hor görmeyin. Çünkü o, Allah Teala´mn rızasını mucib olabilir. Gazabını da günahlarına; dolayısıyla günahlanyla ilgili hiçbir işi hor görmeyin. Çünkü o, Allah Teala´mn gazabını mucib olabilir. Velayetini mümin kullarına saklamıştır; Dolayısıyla onlardan hiçbirini hor görmeyin. Çünkü o, Allah Teala´mn velilerinden biri olabilir1. Böyle biri, nübüvvetini bilmediği bir peygambere eziyet eden kimseye benzer. Allah Teala, o kimseyi peygamber olarak göndermeden önce, ona eziyet eden kimseye onun peygamberliğini bildirmemiş olabilir. Böyle birinin günahı, elbette eziyet ettiği kişinin peygamber olduğunu bile bile eziyet eden kimsenin günahı gibi olmaz. Çünkü nübüvvet çok yüce bir makam olup hürmetin azamisine layık olan bir mertebedir. Şükür ehli için iki yol vardır. Bunlardan biri, diğerinden daha üstündür. Bu yolların ilki, rica ehlinin şükrüdür. Bunlar, şahid oldukları zahiri nimetlere bakarak bunların tamama erdirilmesi noktasında Allah Teala´dan ümitvâr ve ricacı olup hüsn-ü muamelede bulunanlardır. Bunların hali, hayırlı işlerde ve salih amellerde acele edip birbirleriyle yarışmaktır. Bu hallerinin sebebi ise; Allah Teala´nm diğer insanlar dışında kendilerine mahsus kıldığı nimetleri müdrik olmalarıdır. Şükür ehlinin ikinci ve daha üstün olan yolu ise, Korku ehlinin şükrüdür. Bu hale sahip olanlar, kötü bir son ile vefat etmekten ve Allah Teala´nm sabık hükmüyle, ahirette çile ve azaba düçâr olmaktan korku duyan kimselerdir. Onların bu korkusu, Allah Teala´nm kendilerine bahşettiği iman vergisiyle seviniyor olmalarının da delilidir. Onların bu sevinçleri, İslam´ın kalplerindeki büyük ve eşsiz yerine delalet eder. Onların bu halleri sebebiyle, Allah Teala´nm üzerlerindeki nimeti de gözlerinde çok büyümüştür. Korku ehlinin işte bu hakikat-lan bilmesi, onların şükrünü ifade eder. Korku ve endişe, Rızık verene karşı şükürlerinde, kendileri için bir şükretme şekli haline gelmiştir. Allah Teala, bunu da bir nimet kılmıştır. O´nun "Al-lah´dan korkan ve Allah´ın nimet verdiklerinden iki kişi dedi ki.." (Maide/23) buyruğunda olduğu gibi, her nimet de şükür gerektirir. Bir müfessir ayette bahsedilen iki kişi için, ´Allah Teala´nm korku ile nimetlendirdiği iki kişi´ olarak tefsir etmiştir. Ayetin tefsiriyle ilgili iki görüşten birisi budur. Kul, Rabbine şükretmese de Allah Teala, izzet ve celal sahibi olarak bu sıfatlar ve sıfatlarını teşkil eden ahlak üzeredir. O´nun ahlakı, sonsuz bir ikrama ve cömertliğe sahiptir. O´nun lütuf ve hil-mi de sonsuzdur. Dolayısıyla bu güzel ahlak ve eşsiz sıfatlara sahip olan Hak Teala, kulları tarafından Zatı ile şükre layık olup sırf nimet ve fiillerinden ötürü şükre müstehak değildir. İşte bu da muhabbet ehlinin zikridir. Çünkü O, bu ahlak ve sıfatlardan başkalarına sahip olmuş olsaydı, Zatı´nı bunlar sayesinde bilen ariflerin bizzat O´nu görmeleri gerekirdi. Eğer böyle olsaydı, kullar ne yaparlardı, ellerinden ne gelirdi? Netice itibarıyla hamd da O´nadır, şükür de yalnız O´nun içindir. Çünkü şükre de, hamde de tek ehil ve layık olan O´dur. Hamd ve şükür, yalnız O´nun Zatı, Zatı´mn yüceliği ve izzetinin celali için olmalıdır. Çünkü O, her zaman olduğu gibi ilelebed de, bu güzel sıfatlar, kemal-i ahlak ve en yüce misaller üzere olmaya devam edecektir. Bunu bilmek de, ariflerin şükrüdür. O´nun müşahedesi ise, Mukarrebun´un şükrüdür. Onların şükrü, Allah Teala´nm yalnız yüce Zatı içindir. Onların duaları, hamd ve tesbihden ibarettir. Amelleri ise Azim ve Celil olan Allah Teala´yı tazim ve yüceltmekle sınırlıdır. Bütün niyazları ise, O´nun sıfatlarının kendilerinde tecelli etmesi, Zatı´yla ilgili müşahedelerden bir pay alabilmektir. Bunlar da, anlatılamayacak haller ve akli ilimlerle açıklanamayacak hususlardır. Çünkü bunların tamamı ,Allah Teala´nm, Kelam´m sırrına şahit olan kimsenin müşahedesiyle ilgili olarak indirdiği "O´nun gibi bir şey yoktur" (Şura/İl) buyruğuna dahil olan meselelerdir. Musa Peygamber de (as), bu müşahede sayesinde Rububiyet ile sevinmiş, Allah Teala´nm yakınlaştırması ile aşinalık kazanmış ve O´nun imanda metanet sahibi kılmasıyla bahtiyar olarak Rabbine şöyle demiştir: Benim için varolup Sen´in için olmayan birşey var. Allah Teala da, ´Nedir o?´ diye buyurmuştur. O da, {Benim bir benzerim var. Ama Sen´in benzerin yoktur5 demişti. Bunun üzerine Allah Teala, ´Doğru söyledin´ buyurmuştur. Musa´nın (as) söylemek istediğini şerhetmemiz gerekirse şunu söyleyebiliriz: ´Benim için, talep sahiplerinin varacakları son durak ve arzu edenlerin daha fazlasını istemeyeceği kadar eşsiz sıfatları haiz olan Sen varsın. Halbuki, Sen´in için Sen´in gibisi yok, çünkü Sen´in bir benzerin yoktur. Sen´den başka ilah da yoktur. Allah Teala´nm gizli nimetleri olan üstte anlattığımız türdeki hususlar için de şükretmek gerekir. Bunların şükrü ise; fuzuli dünyevi işlerle meşgul olmayarak onlardan uzaklaşmak suretiyle olur. Böyle yapmak, meşguliyet ve alakayı azaltıcı, hesabı kolaşlaştıncı-dır. Senden başkası bununla imtihan edildiğinde, dünya ile meşgul olup kaygısını ona yönlendirerek Allah Teala´ya şükürden uzaklaşmasında ve O´nun seni dünyadan uzaklaştırmasında da, iki defa şükür gereken iki nimet mevzubahistir. Din noktasında münafıkların sıfatlarıyla veya nefsiyle ilgili olarak kibir ehlinin sıfatlarıyla, ya da fasıkların fiilleriyle imtihan edilen birilerini gördüğünüz zaman, bunu da sizi öyle kılmadığı için Allah Teala´nm nimetlerinden sayabilirsiniz. Bunun için dahi şükretmek gerekir. Çünkü Allah Teala´nm size karşı lütfü ve rahmeti olmasaydı, siz de onlar gibi olabilirdiniz. Sizden başkasına yöneltilen her şerri ve sizden gayrısmdan uzaklaştırılan her hayrı nimet saydığınız gibi, size yöneltilen her hayrı ve sizden savılan her şerri de nimet addetmeniz gerekir. Çünkü bütün nefsier,-kötülüğü emretme, irade ve kader noktasında tek bir nefs gibidir. Allah Teala şerri savmak suretiyle size merhamet etmiş olur. Zira bu, Allah Teala´nm size olan lütfudur. Bunu böyle bilmeniz de, sizin Allah Teala´ya olan şükrünüzün bir fadesidir. İnsanların çekecekleri cezaların çoğu, nimetlere edilmesi gereken şükrün azlığından kaynaklanır. Şükür azlığının özünde de, nimetleri hakkıyla bilmemek yatar. Nimetleri bilmemenin sebebi ise, Allah Teala´yı layıkıyla bilmemek, nimet verene karşı uzun süre gaflet içinde kalmak, nimetleri ve lütfü üzerinde tefekkür ve ibret almayı terketmektir. Allah Teala ise, bunun mukabilinde şöyle emretmektedir: "Allah´ın lütuflarmı bolca anın, umulur ki felaha erersiniz". (A´raf/69) yani, ´nimetlerini anın ki´ denilmiştir. Müfessirler, bu çerçevede olmak üzere şu ayet-i kerimeleri de zikretmişlerdir: "Allah´ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği Kitab ve hikmeti hatırlayın". (Bakara/231); "Sayıyı ikmal eyleyesiniz de, size hidayet buyurduğu için Allah´ı yüce tamyasmız. Umulur ki şükredersiniz". (Bakara/185) Bu ayetlerde şükredümesi ve zikredilmesi istenen nimetler, hidayete erdirilme ve Allah Teala´ya ibadete muvaffak kılınma nimetleridir. Kul, nimetin cahili olduğu zaman onun kıymetini de bilmez. Kıymetini bilmediği zaman da onun için şükretmez. Şükretmediği zaman ise, sevabının ziyadesi kesilir. Sevabının ziyadesi kesilen kişi de, iddia ettiği batılın noksanlığı içinde kalır. Nimetleri bilmemesinden ötürü, onlar için şükretmeyen kimselerin, küfre düşmelerinden de emin olunamaz. Eğer bu nimetlere küfrederek nankörlükte bulunursa, o zaman da Rabbinden bir lütuf gelmediği takdirde vaadedilen ağır azaba maruz kalır. Kulların hayatlarının altyapısını oluşturan nimetlerin asılları şu dört nimettir: 1.Hayvanlar ve bütün canlıların mevcudiyetlerini muhafaza etmeleri için rahimlerden çıkartılan nutfe; 2.Arzdan çıkan bütün mahsullerin arkasındaki tohum ekme; 3. Bizler için içecek olan ve ağaçların yetişmesini temin eden su; 4. Basiret ehlinin ibret aldıkları, yiyecekleri hazırlamada ve aydınlanmada kullanılan ateş. Bu nimetlerin tamamının sahibi olan Allah Teala, bunları Vakıa suresinin son kısmında zikrederek hepsini de Zatı´na izafe etmiştir. Bunlar hakkında hiçbir varlığı kendisine ortak koşmamış-tır. Allah Teala, amel eden kullarına bu nimetlerin tamamının kapılarını açmıştır. Nimetlerin en değerlisi ve en yücesi, Allah Teala´ya iman etme nimetidir. Bundan sonra Allah Resulü´nün (sav) gönderilme nimeti, ardından da Kur´an nimeti gelir. Bunların peşinden, insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmet olmamız gelir. Bunların öncesinde aklımızla kavradığımız ilk nimetler; yoklar arasından varedilmemiz; cansızlar arasında canlı kılınmamız, bütün canlılar arasında insan türünden yaratılmamız, insanlar arasında kadın olarak değil de (cinsiyet bakımından daha zahmetsiz olan) erkek olarak yaratılmamız dır. Sonra Allah Teala´nm bizleri, en güzel şekilde yaratmış olması gelir. Bunun ardından kalplerimizin sünnetten sapma temayülünden ve kötülüğü emreden nefsin isteklerine meyletmekten uzak kılınmış olması gelir. Bunları takiben, vücudun muhtelif hastalıklardan selim kılınmış olması nimeti gelir. Sonra Allah Teala´nm ihtiyaçlarımıza en güzel şekilde yetmesi de mühim bir nimettir. Bundan başka gıda olarak yarattığı çift çift hayvanlar da bizim için bir nimettir. Nihayet gökler ve yer arasındaki herşeyi emrimize vermiş olması da bizler için çok büyük bir nimettir. Yukarıda saydığımız nimetler, Allah Teala´nm bizlere lütfettiği nimetlerin en bariz olanlarıdır. Bunlar sayı ve güzellik bakımından arttıkça, nimetlerin büyüklüğünden dolayı şükrün de artması icap eder. Kaldı ki Allah Teala´nm nimetlerini tamamen saymaya kal-kışsanız bunu başarmanıza imkan yoktur. Ebu Muhammed Seni (ra) şöyle derdi: Allah Teala, nimetlerini bilip hilminin büyüklüğünü ve kabahatlan örtmesini takdir etme sıfatını sıddıklara mahsus kılmıştır. Söz sahiplerinin en sadığı ve sıfatları en güzel tesbit eden Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah´ın nimetlerini saymaya kalksanız, onları sayamazsınız. Muhakkak ki Allah mağfiret edici ve merhametlidir". (Nahl/18) Allah Teala´nm nimeti, Kendisinin layık olduğu Mağfiret ve Rahmet sıfatlarıyla tamama ermiştir. O, benzeri bir ayetinde de şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah´ın nimetlerini saymaya kalksanız, onları sayamazsınız. Muhakkak ki insan çok zulmedici ve çok nankördür". (İbrahim/34) Allah Teala, insanoğlunun bu iki temel vasfına rağmen, nimet verme, lütfetme ve ikramda bulunma noktasında eşsiz bir büyüklüğe sahiptir. İnsanın nankörlük ve zulmü karşısında Allah Teala çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir. Allah Teala takva ve mağfiret ehlidir. Kul da, Rabbinin kendisini vasfettiği sıfatlara sahip olmaya ehildir. Kul, Rabbinin kendisine bol bol verdiği nimetlere karşı O´na ibadet etmelidir. O´nun için amel eden kullar da, yine O´nun nimetiyle bu amellerini ifa edip Zatı´na itaat etmiş olurlar. Allah Teala da onları, yine nimetiyle mükafaatlandırır. Cahiller ise, O´nun nimetlerini kullanarak kendisine karşı gelirler. Buna rağmen O, nimeti ve hilmi sayesinde onların kabahatlarım örterek kendilerini utandırmaz. Allah Teala´nm güzel işleri açık edip kabahatlan örtmesi de, O´nun nimetlerindendir. Ancak biz, güzellikleri izhar etme ve kabahatlan örtme nimetlerinden hangisinin daha büyük bir nimet olduğunu bilemiyoruz. Rivayet edilen bir dua metninde, bu iki vasfıyla da övülerek şöyle denilmiştir: ´Ey güzel işi izhar edip kabahati örten´. Sıhhat ve boş vakit de Allah Teala´nm kullarına bahşettiği nimetlerdendir. Bunlar, dünya hayatının ilk nimetleri, ahirete matuf amellerin de dayanaklarıdır. Kullann ekserisi, bunlarda aldanmış-tır. Allah Resulü (sav) şöyle buyurur: "İki nimet vardır ki insanların ekserisi onlar hakkında aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit". [20] Fu-dayl b. Iyaz şöyle derdi: ´Nimetler için devamlı şükredin. Çünkü nimetlerden pek azı, ayrıldığı kavme geri döner*. Seleften bir zat da şöyle demiştir: ´Nimetler vahşidir. Onları şükürle bağlayın´. Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu riayet edilmiştir: "Allah Teala´nm bir nimeti, kulun gözünde ne kadar büyürse insanların ona olan ihtiyaçîan da o kadar artar. Eğer o bu nimeti hafife alırsa, onu kaybolmaya mahkum etmiş olur". Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Bir kavim kendi nefslerin-dekini değiştirmedikçe, Allah da onları değiştirmez". (Ra´d/11) Ayetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Onlar Allah Teala´nm, üzerlerindeki nimetlerini, şükrü terketmek suretiyle değiştirmedikçe, Allah da nimetlerini değiştirmez. Ama onlar, bu nimetler için şükretmeyi bıraktıklarında Allah da onlar üzerindeki nimetlerini değiştirerek kendilerini cezalandırır. Ayetin bir diğer tefsiri de, bunun tam mukabili bir anlam içermektedir. Buna göre de, O´na karşı günah işleyen bir toplum, tevbe ederek günahlarından vazgeçmedikçe Allah Teala da onlar üzerindeki azabını kaldırmayacaktır. Allah Teala, böyle buyurarak hükmünün ilk sebebini bildirmiş olmaktadır. Sonra hikmetiyle ilgili ikinci sebebi zikretmiştir. O, sebepleri hikmet ve iradesi mucibince yaratandır. Denir ki: Kulun vücudunun üzerindeki her kılın altında bir nimet vardır. Onun her damarında da iki nimet vardır ki bunlardan biri sükunet, diğeri de hareket içindir. Her kemiğinde dört nimet vardır. Her mafsalında ise yedi nimet vardır. İnsan vücudunda üç-yüz altmış mafsal, bir o kadar da kemik vardır. Her göz açıp kapamada iki nimet vardır. Her nefeste iki nimet vardır. Kulun ömründen geçen her dakikada kendisine sayılamayacak kadar nimet verilir. Dakika, Şa´ire´nin oniki parçasından biridir. Şa´ire ise, saatin on iki parçasından biridir. Bir günün gece ve gündüzündeki nefeslerin sayısı, yirmidört bin adettir. Musa Peygamberden (as) rivayet edilen bir haberde de onun şöyle dua ettiği bildirilmiştir: Ta Rabbi, Sen´in şükrünü nasıl ifa edebilirim? Kökünü yumuşatsam ve ucunu tıraş etsem de vücu-dumdaki her kıl için Sen´in bana iki nimetin vardır. Seleften rivayet edilen bir haberde ise şöyle denilmektedir: ´Yiyecek ve içeceği dışında Allah Teala´nm kendi üzerindeki nimetlerini bilmeyen kimsenin ilmi az, azabı yakın demektir5. Bu durum, hali vakti yerinde, orta halli veya sıkıntıda olan herkes için geçerlidir. Denir ki: Vücudun içindeki nimetler, dışındaki nimetlerin yedi katıdır. Kalpte ise, bütün vücuttaki nimetlerin katlarca fazlası vardır. Elbette ki Allah Teala´ya iman, ilim ve yakin nimetleri, vücut-lardaki diğer nimetlerin tamamından katlarca fazladır. Vücutlar-daki ve kalplerdeki nimetler, birbirini takip eden ve katlarıyla ifade edilen nimetlerdir. Bunların tamamını ise, ancak onları bahşeden Allah Teala teker teker sayabilir ve bütün tafsilatıyla bilebilir: ´Taratan hiç bilmez mi? Muhakkak ki O, işlerin inceliklerine vakıf ve herşeyden haberdardır". (Mülk/14) Ancak yeme, içme, giyinme ve nikahlanma gibi nimetleri bunun dışında tutmak gerekir. Bunların insan vücuduna girmesi, çıkması, devamlı tekerrür etmesi ve artması sebebiyle girmeleri mihnetle, çıkmaları da eziyetle olur. Şu var ki bunların giriş ve çıkışlarını güzellikle ve mutlu edecek şekilde yaparak faydalarını vücutta baki kılmak ve bunların suret ve sıfatlarım değiştirmek de zühd, alçakgönüllülük, ibret ve öğüt alma ile olur ki bunlar da yine Allah Teala´mn nimet-lerindendir. Denir ki: Bir ekmek yuvarlanıp pişirilinceye kadar gökler ile yer arasında üçyüz altmış değişik sanat icra edilir. Bunları icra edenler arasında çeşitli cisimler, arazlar, yörüngeler, rüzgarlar, gece, gündüz, Ademoğlu ile onun sanatları, hayvanlar ve madenler gibi birçok varlık bulunur. Bunların başında Mikail (as) gelir. O, dünyaya verilecek suyu tartar ve onu buluta indirir. Sonra da o bulutları hareket ettirir. Bunun ardından su yüklü bulutlar rüzgarlar tarafından taşınır. Sonra gök gürültüsü ve şimşek ile beraber rüzgarları sevkeden iki de melek vardır. En sonunda ise fırıncı yer alır. Hamur yuvarlanıp çörek olduğu zaman ona yedibin sanaatkar talip olur. Bunlardan herbirinin de yukarıda zikrettiğimiz sanatlardan bir payı vardır. Bir çöreğin hazırlanmasında bunca nimet mevzubahis iken, onun ötesinde varolan şeylerde kimbilir daha ne kadar çok nimet gizlidir. Her nimet için şükretmek, kula düşer. Eğer o, her nimetin devamı için hakiki manada şükretmekle mükellef kılınsa ve Rab-binden bir rahmet gelip de kendisini bütün nimetlerle kuşatmamış olsaydı kesinlikle helak olup giderdi. Allah Resulü´nden (sav) rivayet edildi ki: "O, bir adamın, ´Alla-hım, Sen´den nimetin tamamını niyaz ederim´ diyerek dua ettiğim işitti. Bunun üzerine o kişiye, ´Sen, nimetin tamamının ne olduğunu biliyor musun?´ diye sordu. Adam da, ´Hayır1 dedi. Allah Resulü de (sav), ´Cennete girmektir buyurdu"[21] Hikmet ehlinden bir zata sorulmuştu: ´Na´im nedir?´ O da şu cevabı vermişti: Kimseye muhtaç olmamaktır. Çünkü ben, fakirin bir hayatı olmadığını görüyorum. ´Daha nedir?´ diye sorulduğunda, ´Sağlık ve afiyettir. Çünkü ben, hasta kişinin de hayatı olmadığını görüyorum´ dedi. Bunun üzerine, ´Daha nedir?´ diye sordular. Hakim şöyle dedi: Gençliktir, çünkü ben, yaşlı kimsenin de hayatı olmadığı kanaatindeyim. ´Daha nedir?´ diye soru tekrarlanınca, ´Bundan ötesini bulamıyorum´ dedi. Bu hikmet sahibinin zikrettiği hususların bir kısmı, bir anlamda Allah Teala´nm şu buyruğunda da görülmektedir: "Siz bütün lezzetlerinizi dünya hayatında (tadarak) geldiniz ve onlarla sefa sürdünüz". (Ahkaf/20) Ayetin tefsirinde mezkûr lezzetlerle, gençlik; boş vakit; emniyet ve sıhhatin murad edildiği söylenmiştir. Yine bu manada Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Ta ki Allah, sevdiğiniz şeyi size gösterdikten sonra isyan ettiniz". (Al-i İm-ran/152) Bununla ilgili olarak da, sıhhat, afiyet ve zenginliğin kas-dedildiği söylenmiştir. Bu manada Allah Teala´nm şu buyruğu da zikredilebilir: "Nimetlerini size açık ve gizli olarak bol bol verdi". (Lokman/20) Bu ayette ise, açık nimetler ile, sıhhat ve afiyetin, gizli nimetlerle de ahiret nimetlerinin sebepleri olan imtihanların murad edildiği söylenmiştir. Bunların ziyadesi de Allah Teala´nm şu buyruğunda görüldüğü gibidir: "Biz sizi biraz açlık, biraz korku, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele". (Bakara/155) Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kim beden bakımından sıhhatli olarak sabaha çıkar, yolculuğunda emin olur ve o gününün rızkına malik olursa, dünya sanki bütün kenarlarıyla onunmuş gibi olur".[22] Ben de bu manada kanaat ehlinden bir zata şu şiiri söylemiştim: Geldiğinde sana gıda, Sıhhat ve emniyet, Olursun hüzne kardeş Ayrılmaz senden hüzün. Başka biri de şöyle bir şiir söylemiştir: Öyle ol ki; bir parça ekmek, Bir maşrapa su ve emniyet, Tatlı gelsin sana öyle bir hayattan ki Her yeri bulut ve zindandır. Şöyle bir hadise anlatılmıştır: Zamanın birinde, abidin teki altmış yıl boyunca Allah Teala´ya ibadet etmişti. Allah Teala da o kuluna, rahmeti sayesinde cennete gireceğini müjdeleyen bir melek göndermişti. Abidin kalbinden, ´Bilakis kendi amelimle´ şeklinde bir düşünce geçti. Allah Teala onun bu düşüncesine muttali olunca, sakin duran damarlarından birine hareket etmesini emretti. Bunun akabinde abidin hay atı.altüst oldu, kafası karıştı ve ibadetten uzaklaşmaya başladı. Nefsiyle meşgul olmaktan amellere vakit bulamaz oldu. Bir müddet sonra Allah Teala aynı damara sakinleşmesini vahyetti. Damar da sakinleşti. Abid de bunun üzerine tekrar ibadet ve taate döndü. Allah Teala da kendisine şöyle vahyetti: Senin bütün ibadetinin değeri, damarların arasında sakin duran tek bir damar kadardır. Kul da suçunu itirafla tevbe etti. Bu manada, Allah Resulü´nden de (sav) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Adamın biri Allah Teala´ya yetmiş sene ibadette bulundu. Allah Teala, rahmetiyle onun cennete girmesini emrettiği zaman o şöyle dedi: Aksine kendi amelimle. Bunun üzerine Allah Teala meleklerine, ´Kulumu ameliyle cennete koyun´ diye emretti. Cennete girdi ve orada yetmiş sene kaldı. Daha sonra Allah Teala onun çıkartılmasını emretti ve kendisine şöyle buyurdu: Amelinin tanı karşılığını aldın! Bunun üzerine kul, O´nun huzuruna kapandı ve nedametini ifade etti. Sonra Rabbi ile arasında olabilecek en güçlü bağı düşündü ve bunun, rica ve hüsn-i zan olacağını anladı. Ardından Rabbine şöyle dedi: Ya Rabbi, beni cennetinde amelimle değil rahmetinle bırak! Bunun üzerine Allah Teala da meleklerine şöyle emretti: Kulumu cennetimde rahmetimle bırakın!" Konuyla ilgili şöyle bir hadise anlatılmıştır: Medine sakinlerinden biri, fakirliğinden yakmıyor ve bundan dolayı duyduğu tasayı herkese bildiriyordu. Hadiseyi anlatan ona şöyle der: Kör olsan da onbin dinarın olsa sevinir misin? Adam ´Hayır der. ´Peki sağır olsan da, onbin dinarın olsa sevinir misin?´ deyince, ´Hayır´ der. ´Peki ellerin ve ayakların kesik olsa da, onbin dinarın olsa sevinir misin?´ deyince, yine ´Hayır5 der. Teki mecnun olsan da, onbin dinarın olsa sevinir misin?´ deyince, ´Hayır´ der. Bunun üzerine soruları soran zat şöyle der: Sana ellibin dinarlık sermaye vermiş olan Rabbini sağa sola şikayet etmekten utanmıyor musun? Gerçek de tıpkı onun söylediği gibidir. Çünkü insanda bu eşyanın karşılığı olan uzuvlar varolup bunların o maldan fazlalığı vardır. Zira eğer kesilecek olursa, bu uzuvlardan herbiri için belirlenmiş diyetler vardır. Bir şeyh de aynı anlamda başka bir hadise nakletmiştir: Allah´a yakın kılınmış kârilerden bir zat yoksulluğa düşmüş ve bu durum kendisini son derece hüzne boğmuş, bunalıma düşürmüştü. Bir gün şöyle bir rüya gördü: Biri kendine şöyle sesleniyordu: İster misin bin dinarın olsun da sana Enam suresini unutturalım? Hayır, dedi. Ya Hud suresi? Yine hayır dedi. Ya Yusuf suresi? dedi. Hayır, dedi. Bunun üzerine ses şöyle dedi: Yüz bin dinarlık servetin olduğu halde nasıl olur da yoksulluktan yakınırsın? Kâri sabaha erdiğinde bütün tasası son bulmuştu. Bir hadis-i şerifte de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kur´an ile zenginlesin. -Yani, Kur´an ile müstağni olun.- Allah´ın ayetleriyle müstağni olmayanı Allah da zengin ve müstağni kılmaz. Kur´an zenginliğin ta kendisi olup onun varlığında muhtariyetten sözedilemez. Ondan daha büyük bir zenginlik yoktur. Allah Teala´nm kendisine ayetlerini nasip etmesine rağmen başka birinin kendinden daha zengin olduğunu sanan kimse, O´nun ayetlerini açıkça küçümsemiştir. -Başka bir lafızda ´Allah´ın indirdiğini hafife almıştır-". Bir diğer hadis-i şerifte ise Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Kur´an ile müstağni olmayan bizden değildir"[23]Veciz bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmaktadır: "Zenginlik olarak yakin (kafi iman) yeter" Kur'an, hiç kuşkusuz yakinin ta kendisidir. Selef-i salihden bir zat şunu nakletmiştir: Allah Teala buyurdu ki: Üç şeyden müstağni kıldığım kişiye nimetimi tamam etmişimdir: Yardımına koşacak bir sultandan, kendisini tedavi edecek bir hekimden ve kardeşinin elindeki maldan. Eyyub´ün fas) Rabbine yakarışında da şu ibareyi görmekteyiz: "Allah Teala kendisine şöyle vahyetmişti: Adem oğullarından hiçbir kul yoktur ki yanında iki melek bulunmasın. O nimetlerim için şükrettiğinde iki melek de şöyle derler: Allahım, ona olan nimetlerini arttır. Muhakkak ki Sen hamd ve şükür ehlisin. Şükreden kullarına yakın ol. Onların şükürlerini arttır ve onlara verdiğin nimetleri de arttır. Ey Eyyub, şükredenlere Benim ve meleklerimin katındaki yüce mertebe yeter. Ben onların şükürlerini kabul eylerken, meleklerim de onlar için dua ederler. Topraklar onları severken, eserler onlar için gözyaşı dökerler. Ey Eyyub, Benim için şükreden bir kul ol! Nimetlerimi hatırlayan ve Ben hatırlatmadan Beni anan ol! Amellerinden dolayı sana şükretmemden önce sen Bana şükreden!erden ol! Muhakkak ki Ben veli kullarımı salih amellere muvaffak kılar, muvaffak kıldığım amellerden dolayı onlara şükran duyarım. Onlara da şükrü gerekli kılarım. Mükafaat olarak da onların şükürlerine razı olurum. Ben, çoğa rağmen azla razı olurum. Az olanı kabul buyururken onu çokla ödüllendiririm. Benim katımda kulların en kötüsü, ancak ihtiyaç anında Bana şükredendir. O, ancak ceza gününde Benim huzurumda yakarır". Bu sözü zikrettikten sonra şunu bilmek gerekir ki Allah Teala şükredenleri, sarihler, yakın kılınanlar ve âlilerin sıfatlarıyla an-mıştır. Bu sıfatlar ise, yakin ehlinin makamlarına ait en yüce sıfatlardandır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Kullarımdan şükreden azdır". (Sebe/13); "Ancak iman edip salih amel işleyenler hariç. Onlar ne kadar da azdır". (Sad/24) Yine O, mukarreb kullarını vasfederken şöyle buyurmaktadır: "Çoğu öncekilerden, birazı da sonrakilerden". (Vakıa/13-14); "Onları bilen azdır". (Kehf/22) Ebu Bekir-i Sıddık´m (ra) Allah Resu-lü´nden (sav) rivayet ettiği hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: "Allah´tan afiyet isteyin. Kula afiyetten daha üstün olarak verilen tek şey yakindir".[24] Görüldüğü gibi Allah Resulü (sav) afiyeti her türlü ilahi verginin üstüne yükseltmiş, yakini de onun üstüne yükseltmiştir. Çünkü dünya nimetlerinden istifade ancak afiyet/sıhhat ile olurken, ahiret nimetlerinden istifadenin tek yolu da yakindir. Yerleşik hayat göçebelikten nasıl üstünse, yakin de afiyetten daha üstündür. Afiyet, bedenin her türlü hastalık ve rahatsızlıktan uzak olmasıdır. Yakin ise, inançların heva ve eğriliklerden uzak olmasıdır. Her iki nimet de, kulun şükrünün büyük kısmını kapsamaktadır. Tıpkı kalp ve bedenin kainatta en büyük nimetleri kapsaması gibi. Allah Teala bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Öyle bir gün ki, Allah´a selim bir kalp ile gelen dışında ne mallar, ne de çocuklar fayda sağlar". (Şuara/88) Bu ayetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Yani şirk günahından selamette olarak gelen. Salim, sağlıklı ve afiyette olan demektir. Kalplerde yakinin afiyetinin bulunması, şüphe ve nifakın bulunmamasıdır. Çünkü bunlar, en bariz kalp hastalıklarıdır. Nitekim Allah Teala´nın "Kalplerinde hastalık vardır" (Bakara/10) ayetinin tefsirinde, yani şüphe ve nifak denilmiştir. Tabii kalbin büyük günahlardan uzak olması da gereklidir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Kalbinde hastalık bulunan tamah eder" (Ahzab/32) Bu ayetin tefsirinde, yani ´riya´ denilmiştir. Denir ki: Hiçbir bela yoktur ki, Allah Teala´nın o belada beş nimeti bulunmasın: 1. İlki bu musibetin din konusunda olmamasıdır. Denir ki: Dinle ilgili olmayan her musibet, dine götüren bir yol mesabesindedir. 2. ikincisi, yaşanan musibetin daha ağırının başa gelmemiş olmasıdır. 3. Üçüncüsü, bu musibetin kaderde yazılı olmasından dolayı kaçınılmaz oluşu ve başa gelmek suretiyle savılmış olmasıdır. 4. Dördüncüsü, musibetin ahirete ertelenmeyerek dünyada yaşanmış olmasıdır. Aksi takdirde ahiret azabına ilave edilerek onu ağırlaştıracaktır. 5. Beşincisi, musibetten doğan sevap, musibetin kendisinden daha hayırlıdır. Musibet dünyevi bir konuda ise, ahirete götüren bir vesiledir. Allah Teala´nm "Muhakkak ki insan çok zulmedici ve çok inkarcıdır"fİbrahim/34) buyruğuyla ilgili şöyle bir açıklama yapılmıştır: İnsanoğlu, öfkesinden dolayı çok zulmedici, günahlar ve nimetler için de çok inkarcıdır. Bir rivayette de şu hadise nakledilmiştir: Abbas (ra) vefat ettiğinde, oğlu Abdullah taziyeleri kabul için oturmuştu. Halk bölük bölük içeri giriyor ve taziyetlerini bildiriyordu. Bunlar arasında bir bedevi çıkarak şöyle bir şiir söyledi: Sen sabret ki biz de sayende sabredelim, Çünkü tebaanın sabrı, baştakinin sabrından sonradır. Ondan sonra kazanacağın ecir, Abbas´dan daha hayırlı, Allah da, Abbas için senden daha hayırlıdır. Bunun üzerine İbni Abbas (ra) şöyle dedi: Şu bedevi dışında hiç kimse hakkıyla taziye ve tesellide bulunmadı. Köylünün sözlerini yerinde bulmuştu. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki insan Rabbine karşı çok nankördür". (Adiyat/6) Bu ayetin tefsiri yapılırken şöyle denmiştir: İnsan, başına gelen belalardan dolayı sürekli yakınırken, kendisine verilen nimetleri daima unutur. Eğer başına gelen her musibette kendisine buna denk veya daha büyük on nimet verildiğini bilseydi, yakınması azalır ve bunun yerini şükür alırdı. Musibetler üç kısma ayrılır ve hepsinin de kendine göre ilahi nimetleri vardır. Bu nimetler, ya bir derecedir ki bu yakin sahipleri ve ihsan ehli içindir. Veya bir kefaret olur ki bu da, ashab-ı yemin ve ebrar zümresinin havassı içindir. Ya da bir ceza olur ki bu da müslümanlarm geneli içindir. Cezanın dünyada acilen verilmesi ise, rahmet ve nimettir. Bu nimetleri bilmek, şükredenlerin işidir. Ulema nezdinde nimetlerin en yücesi, iman nimeti ve onun devamıdır. Çünkü bir şeyin devamı, ikinci bir nimettir. Zira o, ikinci bir irade sonunda ortaya çıkan ikinci bir karardır. Allah Teala´nm bir şeyin izharı hususundaki iradesi, onun devamını gerektirmez. O´nun iradesiyle ortaya çıkan bir şey, zamanla kaybolup gider ve hiç olmamış gibi olur. Ancak O, ikinci bir hükümde bulunarak ikinci bir nimet bahşeder ve o şeyin sebat ve devamını teinin eder. Nitekim O dilemeseydi gökler ve yer devam etmez, yine O dilemesey-di dağlar yerlerinde sabit kalmazdı. Aynı şekilde imanın kalplerde yazılmasından sonra sebat ve devamını dilememiş olsaydı, yazgıyla ortaya çıkan iman, zamanla silinerek kaybolur ve kalpler yine küfre dönerdi. Ama O, sayılmayacak kadar nimetler lütfederek imanm kalplerde sebat ve devamını sağlamıştır. Bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit kılar". (Ra´d/39) Yani O, sebat ve devamlılığını istemediği şeyleri silip atarken dilediklerini de sabit ve daim kılar. Kul, iman nimetinin şükrünü asla eda edemez. O, kendisine yapılan lütufları ve kendi rolü ve hakedişi olmaksızın yapılan iyilikleri asla bilemez. Ona yapılan bütün lütuf ve iyilikler, Allah´ın lütuf ve rahmeti sayesindedir. "Hayır, insan Allah´ın emrettiğini yapmadı" (Abese/23) ayetinin tefsirlerinden biri bu şekildedir. Yani kul, Allah Teala´nm kendisine dünya ve ahiretteki nimetlerin anası olan İslam nimeti adına emrettiklerinin şükrünü asla eda etmemiştir. Halbuki islam, cehennem ateşinden kurtulmanın vesilesi, cennete girmenin de anahtarıdır. Orada kulun Allah Teala önünde İslam dışında hiçbir öncüsü ve şefaatçisi da olmayacaktır. Bu nimetin Allah Teala´nm yardım ve inayetiyle hareket ve nefeslerde sebat ve devam etmesi de ayrı bir nimettir. Çünkü Allah Teala bir ayet-i kerimede bunu beyan ederek şöyle buyurmaktadır: "Kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir". (Mücadele/22) Yani Allah, kalplerindeki imanı sürekli destekleriyle sabit kılarak onları takviye etmiştir. O, aynı manada şöyle buyurmuştur: "Allah, iman edenleri dünya ve ahirette sabit söz ile metin kılar". (İbrahim/27) Allah Resulü de (sav) bir duasında şöyle buyurmaktadır: "Ey kalpleri döndüren -Yani imandan şüphe ve şirke çeviren- Kalbimi Sana itaatta metin kıl".[25] Bu zarif ve çok büyük nimeti hakkıyla tanımak, kulun kalbindeki kötü son korkusunu çıkarıp atar. Çünkü böyle bir kul, kalpleri döndüren Allah´ın bunu ne kadar süratle yaptığını yakinen müşahede etmektedir. Bu nimetin şükrünün se´vabı da budur. Bu husus, Allah Resulü´nün (sav) şu buyruğunun kapsamına girmektedir: "Size verdiği nimetten ve sizi onunla beslemesinden dolayı Allah´ı sevin". Allah Teala´mn bize verdiği gıdaların en faziletlisi, hiç kuşkusuz imandır. Bu nimeti ve Allah´ın verdiği diğer nimetleri hakkıyla bilmek, nimetin devamını sağlarken, Kendinden bir ruhla bizi desteklemesi ve değişen hallerde bizi iman üzere metin kılması da nimetlerin en büyüğüdür. Çünkü o, amellerin temelidir. Allah rızasına nail olmanın vesilesi de bu amellerdir. Eğer O, uzuvlarımızı günahlara çevirdiği gibi kalplerimizi de tevhidden çevirerek şüphe ve şirke dolamış olsaydı ne yapardık? Böyle yapsaydı karşı durmak için neye dayanır, neye güvenir ve neye ümit beslerdik? Görüldüğü gibi bu, nimetlerin en büyüklerinden biridir. Bu nimeti layıkıyla bilmek, iman nimetinin şükrü babmdandır. Onu bilmemek ise, iman nimeti karşısında gafil kalmaktır. Bu ise, cezayı gerektirir. İmanın aklen kazanıldığı veya başka bir kuvvetle elde edildiği yönündeki iddialar ise iman nimetinin inkarından ibarettir. İmanın bu tür iddia sahiplerinden çekilip alınmasından endişe ederim. Çünkü bunlar, Allah´ın nimetinin şükrünü inkar ve nankörlükle değiştirmişlerdir. Allah Teala hayırları imanın kazançlarından kılmıştır. Bize kazandırılan hayırlarda bizim hiçbir etkimiz yoktur. Aksine Allah Teala bizi imana iletmek suretiyle lütufta bulunarak, imanı iyilik ve ihsanı kazanmada bize vesile kılmıştır. O, şöyle buyurmaktadır: "Ya da imanında hayır kazanmamış olan kimseye". (En´am/158) Ayetin tefsiri yapılırken, kasdedilen hayrın tevbe olduğu söylenmiştir. Başka bir tefsirde ise, salih amellerin tamamı, imanın kazançlarıdır denmiştir. İmandan sonraki bir nimet de, güzel işler yapmaya muvaffak kılınmamız, işlerimizin kolaylaştırılması, küfürden, kafirlerin iş ve ahlakından uzak tutulmamız dır. Allah Teala´mn lütfuyla bize imanın güzelleştirilip sevdirilmesi, ftsk ve günahkarlığın çirkin gösterilmesi de büyük bir nimettir. Görüldüğü üzere Allah´ın bize olan nimetleri sayılmayacak kadar fazladır. Bu nimetlere karşı şükür de, yine O´nun bize bahşettiği bilgi ve yardım sayesinde eda edilmektedir. Nimetlerin ardarda gelmesinden dolayı duyulan haya da şükür babmdandır. Şükrü hakkıyla eda edemediğini bilmek şükür olduğu gibi, şükrün azlığından dolayı özür dilemek de bir şükürdür. Allah Teala´mn hoşgörüsünün büyüklüğünü, bizi örten perdesinin kalınlığını itiraf etmek de bir şükürdür. Halk içinda kendisine nasip olan güzel övgü ve itibarın kulun hakedişi olmaksızın Allah´ın lütuf ve inayetiyle olduğunu itiraf da bir şükürdür. Hatta bu onun nimetlerine katılır ve şükür babından sayılır. Nimetlere güzel bir tevazu ile yaklaşmak ve zillet hissine kapılmak da bir şükürdür. Halkın, nimet verilenlere hayır duada ve övgüde bulunmalarına gelince, bu da doğrudur. Çünkü onlar, bağışın vesileleri ve asıl verenin vasıtalarıdır. Bu şekilde Mevla´nın ahlakıyla ahlaki anmamız da bir şükürdür. Nimet verenin huzurunda az itirazda bulunmak, edepli davranmak, nimetleri güzellikle kabul etmek, küçüğünü çoğaltmak ve basitini önemsemek de şükürdür. Nitekim geçmişte bir topluluk, Allah´ın hikmetini görmezlikten gelerek eşyayı küçümsedikleri ve onlardaki yararları hafife aldıkları için helak olmuşlardır. Allah Teala´mn bir nimetim küçümsemek, nimetleri inkardan ibarettir. Bazıları sabrın şükürden daha faziletli olduğunu söylemiştir. Tahsil sahiplerine göre bu ikisinden birini diğerinin üstüne koymak mümkün değildir. Çünkü şükür, müminlerin cümlesinin makamıdır. Müminlerden bir cemaati diğerinden üstün tutmak, mü-şahedelerdeki yakini imanlarında farklılaşmadan dolayı sıhhatli olmaz. Çünkü sabredenlerden bir kısmı, şükredenlerin bir kısmından daha üstün olabilir. Bu üstünlük de, marifetinin fazlalığı veya sabrının güzelliği noktasında görülebilir. Şükredenlerin havassı, yakinlerinin güzelliği ve müşahedesinin yüceliğinden dolayı sabredenlerin avamından daha faziletlidir. Bunların haller ve makamlar bakımından üstünlüğü noktasına gelince şunu söyleyebiliriz: Allah daha iyi bilir, ancak nimetlere karşı sabırlı olmak daha üstündür. Çünkü bunda zühd ve korku sözkonusudur. Bu ikisi ise, makamların en üstündedirler. Sıkıntılara karşı şükür daha üstündür. Çünkü bunda da imtihan edilme ve takdire razı olma sözkonusudur. Darlık ve sıkıntılara karşı sabır, nimet ve rahatlığa şükretmekten daha faziletlidir. Çünkü ilki,nefse daha ağır gelir. Zenginlik ve günaha muktedir olma halinde sabır ise, nimetlere karşı sabırdan daha faziletlidir. Nimetlere rağmen günahlara karşı sabırlı olmak, bu nimetlere karşı nefs cihadı yapanlar için bunlarla taatte bulunmaktan daha faziletlidir. Sabredeceği bir duruma şükreden kişi için, bela bir nimet olmuş olur. Bu daha faziletlidir. Çünkü bu, mukarrebun zümresinin müşahede sidir. Şükredeceği nimetlere karşı sabırlı olana gelince, bu ondan da faziletlidir. Zira bu, mücahede halidir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Biz peygamberler topluluğu, insanların en ağır imtihan edileniyiz. Sonra da en fazla benzeyenler." Hadiste geçen "Emsel=En çok benzeyen" ifadesi, benzerlik bakımından peygamberlere en yakın olanlar anlamındadır. Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav) bela ve imtihan ehlini, kendisine en yakın olanlar şeklinde nitelemiş ve onları, en çok benzeyenler kılmıştır. Allah Resulü´ne (sav) en çok benzeyen kimse ise, elbette fazilet bakımından en üstün kimsedir. Allah Resulü (sav) imtihanının ağırlığına şükredenlerdendi. Sabredenler zümresindeki şükreden ise, imtihanlarına karşı şükürle dolu olduğu için daha üstündür. Çünkü o, peygamberlere en yakın ve en çok benzeyen kimsedir. Mukarrebun zümresinin makamlarının hepsi de sabır ve şükrü gerektirir. Çünkü bunlardan her biri, ancak diğerinin varolmasıy-lâ tamam olur. Sabır, kemale erebilmek için üzerine şükrü gerektiren bir nimettir. Sabır da, sevabının ziyadesini temin etmek için üzerine şükrü gerektiren bir nimettir. Allah Teala da bu ikisini birleştirerek zikretmiş ve müminleri her ikisiyle birlikte vasfederek şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki bunda her çok sabreden ve çok şükreden için ayetler mevcuttur". (İbrahim/5) Allah Teala, şükre-denleri, "Fe´ûl" veznini kullanarak mübalağa ile vasfederken, sabredenleri de "Fa´al" veznini kullanarak mübalağa ile nitelemiştir. İşte bu nedenledir ki, bir hadis-i şerifte de buyruiduğu gibi iman ikiye ayrılmıştır: "Sabır imanın yarısıdır. Şükür de imanın yarısıdır." Yakin ise, imanın bütünüdür. Çünkü o, imanın aslı, sabır ve şükür ise imanın meyvalarıdır. Her ikisi de ancak yakin ile meydana gelirler. Şöyle ki: Şükreden kul, kendisine verilen nimetin Nimet Veren Allah tarafından olduğunu yakinen bildiği için Allah Teala´ya vaadim gerçekleştirmesi sebebiyle şükreder. Sabreden kul da, başına gelen musibetin kulları sınayan Allah Teala tarafından olduğunu yakinen bildiği ve bu musibete karşı sabredene sena ettiğiğine inandığı için sabreder. Güç ve engelleme ancak yüceler yücesi, ulular ulusu Allah iledir. Sabır ve şükür hallerinin her ikisi de yakin sahibinin hallerin-dendir. Çünkü o, her zaman imtihan ve esenlik halinden birindedir. Zira onun için her halde bir ayet, bir işaret gizlidir. İmtihan anındaki hali sabır, esenlikteki hali ise şükürdür. Allah Teala sabredenleri ve şükredenleri sever. Şükür makamının açıklaması da böylece tamama ermiş oldu. Alemlerin Rabbine hamdolsun. [26] |