๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kutul Kulub => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 31 Aralık 2009, 19:08:20



Konu Başlığı: Sabrın Ehlinin Sıfatları
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 31 Aralık 2009, 19:08:20
Yakin Makamlarının İkincisi Olan Sabır Makamının Şerhi Ve Sabır Ehlinin Sıfatları Hakkındadır
Allah Teala, sabredenleri müttakilerin imamları kılmış ve dinle il­gili en güzel vaadi onlar üzerinde tahakkuk ettirerek şöyle buyur­muştur: "Onlardan da sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola sevkedecek imamlar varetmiştik". (Secde/24); "Böylece Rabbinin, Israiloğullarma olan o güzel vaadi sabniarı sebebiyle tahakkuk et­ti". (A´raf/137)

Allah Resulü (sav) ise sabır hakkında şöyle buyurmuştur: "Mu­hakkak ki sevmediğiniz birşeye karşı sabırda, birçok hayır gizli­dir". [1] İsa Peygamber´in de (as) şöye buyurduğu rivayet edilmiştir: ´Sevdiğiniz şeylere ulaşmanızın tek yolu, sevmediğiniz şeylere kar­şı sabretmenizdir\

Sahabe´den (ra) bir zat da şöyle demiştir: Allah Teala´nm takdir ettiği çile ve lütuf, takva ve sabırdadır. Rivayete göre İbni Mesud (ra) şöyle derdi: Sabır, imanın yarısıdır. Ali de (kv) sabrı, imanın esaslarından biri olarak ifade etmiş, onu cihad, adalet ve yakin ile birlikte zikretmiştir. O, iman hakkındaki bir soruya şu cevabı ver­mişti: İman, dört esas üzerine bina edilmiştir: Yakin, sabır, cihad ve adalet. Yine o, şöyle demiştir: Sabrın iman için önemi, kafanın be­den için önemi gibidir. Başı olmayan birinin bedeni olmayacağı gi­bi, sabrı olmayanın da imanı olmaz.

Allah Resulü (sav) sabrın ulviyet ve üstünlüğünü hayli yukarı çıkartarak onu Yakin mertebesine koymuş ve bir hadisinde bu iki­sini birlikte zikretmiştir.

Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Onlardan da sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola sevkedecek imamlar çı­karmıştık. Onlar, ayetlerimize de yakini imanla sarılmışlardı". (Secde/24) Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen bir hadiste de, ya­kini iman ve sabra mazhar kılman bir kulun, geçmişte kaçırdıkla­rından dolayı hesaba çekilmeyecekleri haber verilmektedir. O, baş­ka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: "Sabır, amel ve ecrin kema­lidir".

Yine O, Şehr b. Havşeb el-Eş´ari tarafından Ebi Ümame el-Ba-hili´den (ra) rivayet edilen bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Al­lah tarafından size verilenlerin en azı, yakin ve sabırda azimet sa­hibi olmaktır. Bu ikisinden kendisine pay verilen kimse, kaçırdığı gece namazı ve gündüz oruçlarını Önemsemez. Bulunduğunuz hal üzerinde sabırlı olmanız, benim için sizden her birinin, diğerlerinin tamamının ameliyle yanıma gelmesinden daha sevimlidir. Ama ben, benden sonra dünyanın kapılarının sizlere açılmasından ve birbirinizi tanımaz hale, sema ehlinin de sizi tanımaz hale düşme­nizden korkarım. Böyle bir durumda her kim sabreder ve mükafa-atını Allah Teala´dan beklerse, sevabının tamamım kazanmış olur". Allah Resulü (sav) bunları söyledikten sonra "Sizin yanınızdaki tü­kenir. Allah´ın yanındaki ise tükenmez. O, sabredenlere mükafaat-larını yaptıkları amellerin daha güzeli ile elbette vereceğiz" (Nahl/96) ayet-i kerimesini okudu.

İbnu´l-Münkedir´in Cabir´den (ra) rivayet ettiği hadiste ise Allah Resulü´ne (sav) imanın ne olduğu sorulunca şu cevabı verdiği nak­ledilir; "Sabır ve hoşgörüdür".13 Söz sahiplerinin en sadığı olan Al­lah Teala da şöyle buyurmuştur: "İşte onlara, sabretmelerinden ötürü ecirleri iki misliyle verilir". (Kasas/54); "Sabredenlere ise ecirleri hesapsızca Ödenir". (Zümer/10) Görüldüğü üzere Allah Tea­la, sabredenlere normalden iki kat fazla ecir vermekte ve bununla iktifa etmeyip sabredenlerin mükafaatlarım daha da arttırarak sı­nırsız ve sonsuz hale getirmektedir. Bu da sabrın, makamların en faziletlisi oluşuna delalet etmektedir.

Allah Teala, sabredenler için üç fazileti biraraya getirmiş, son­ra da bunları ibadet ehlinin cümlesi üzerine dağıtmıştır ki bunlar; ahiretteki müjdeden sonra salat, rahmet ve hidayettir. Ömer (ra) şöyle derdi: Ne güzel iki karşılık ve ne güzel bir ilave! O, iki karşı­lık ile salat ve rahmeti, ilave ile hidayeti kasdederdi. ´İlave´, hayva­nın üstündeki yüke uzanabilmek için ayağın altına konan ilave ta­koz manasmdadır. Bu manasıyla da üçüncü bir karşılık olması mümkündür.

Allah Teala, sabredenlerle beraber olduğunu haber vermiştir. O´nun beraber olduğu kimse, hiçbir güç tarafından mağlup edile­mez. O´nunla beraber olanın derecesi de yükselir. Allah Teala bu­yurdu ki: "Sabredin, muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir". (Enfal/46); "Sizler üstünsünüz ve Allah da sizinle beraberdir". (Mu-hammed/35)

Allah Teala, kullarını kendi ordularıyla desteklemek ve onları zafere ulaştırmak için sabretmelerini şart koşmuş ve şöyle buyur­muştur: "Evet siz sabır ve sebat ederek itaatsızlıktan sakınırsanız, şunlar da şu dakikada üzerinize geliverirlerse Rabbiniz size beşbin tane belirli işaretleri olan melaike ile yardım edecektir". (Al-i İm-ran/125)

Ebu Muhammed Sehl şöyle derdi: Sabır, sıdkın tasdikidir. Allah Teala´ya itaat derecelerinin en faziletlisi, ma´siyet karşısında sabır­lı olmaktır. Bunun ardından taat üzerinde sabırlı olmak gelir. Sehl, Allah Teala´mn "Allah´dan yardım isteyin ve sabredin" (A´raf/128) buyruğuyla ilgili olarak da şöyle demiştir: Yani Allah Teala´dan O´nun emrini yerine getirme noktasında yardım dilerken, O´nun edebi noktasında da sabırlı olun.

Sehl, başka bir vesilede de şöyle demiştir: Allah Teala, çile ve zorluk karşısında sabreden dışında hiç kimseyi övmemiştir. O, şöy­le derdi: Müminler arasında salihler azınlıktır. Salihler arasında da sadıklar azınlıktır. Sadıklar arasında da sabredenler azınlıktır. Sehl, bu sözüyle sabrı sıdkın hususiyetlerinden biri kılmış ve sab­redenleri de sadıkların havassı olarak takdim etmiştir.

Sözlerin en doğrusunu vahyeden Allah Teala da, makamların tertibinde sabredenleri sadıkların üstüne yükseltmiş ve müteakip sıfatlar müslümanlar için tek bir sıfat ifade etmek için kulanılmış-sa, o takdirde de sabrı sıdkın içinde bir makam saymıştır. Bu sıfat­lar arasındaki Vav´ atıf harfi medh ve övgü içindir. Eğer sadece iki makam varsa, bu takdirde ´vav´ tertib ve sıralama içindir. Allah Te­ala, sabredenleri sadıkların ve kunût edenlerin üstüne yükseltmiş­tir. Bunu şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "Muhakkak ki müslü-man erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadmar...". (Ahzab/35)

Ata´, İbni Abbas´dan (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: ´Allah Resu­lü (sav) Ensar´m yanma gidince kendilerine, ´Sizler mümin misi­niz?´ diye sordu. Onlar da sükut ettiler. Bunun üzerine Ömer (ra) ´Evet, ya Resulellah´ dedi. Allah Resulü de (sav), İmanınızın alame­ti nedir?´ diye sordu. O da, ´Bollukta şükreder, musibetlerde sabre­der ve Allah´dan gelen kazaya razı oluruz´ dedi. Allah Resulü (sav) bu cevap üzerine şöyle buyurdu: Kabe´nin Rabbi adına! Müminler". Sabır, iki amele ayrılır. Bunlardan biri, dinin salah ve ıslahı için elzemdir. İkincisi de, dinin bozulmamasının temelidir. Sabır, bun­lardan başka türlere de sahiptir. Kul, dinin islahıyla ilgili bir hu­susta sabırlı olarak bununla imanını kemale erdirir. Kimisi de di­nin ifsadına sebep olan bir şeye yaklaşmamak noktasında sabırlı davranarak bununla yakinini güzelleştirebilir.

Bu manada Ali´den (kv) şu söz rivayet edilmiştir: ´O, Basra´ya girip de denetimi eline aldığı zaman Basra camiine girmiş ve ora­da kıssa anatan kassasları ´Kıssacılık bidattir* diyerek dışarı atma­ya başlamıştı. Nihayetinde, cemaata konuşan bir genç gördü. Du­rup dinlediği zaman söyedikleri hoşuna gitti. Yanma giderek şöyle dedi: Delikanlı, sana iki şey soracağım, eğer onları bilirsen halka öğütte bulunman için seni serbest bırakırım. Aksi takdirde arka­daşlarını çıkardığım gibi seni de çıkarırım. Genç, ´Sor ey müminle­rin emiri´ dedi. Bunun üzerine Ali (kv), ´Dinin salah ve fesadı ne­dir?´ diye sordu. Genç vaiz de, ´Dinin salah ve selameti vera´, fesa­dı ise tamahtır5 dedi. Bu cevap üzerine Ali (kv) ´Doğru söyledin. Ar­tık konuşabilirsin. Çünkü halka senin gibilerin konuşması doğru olur´ dedi. Rivayete göre bu genç, bizim bu ilimdeki imamımız, En-sar´ın azatlısı Hasan b. Yesar el-Basri (ra) idi.

Meymun b. Mehran şöyle derdi: ´İman, tasdik, marifet ve sabır tek bir şeydir1. Ebu´d-Derda (ra) ise şöyle derdi: İmanın zirvesi, hükme sabır, kadere rıza göstermektir. Vera´, zühdün başıdır. Zühd, ahiret kapılarının ilkidir. Tamah ise, arzu ve rağbetin başıdır. O, dünya kapılarının da en büyüklerinden biridir. Tamahın işa­reti, dünya sevgisidir. Dünya sevgisi ise, bütün günahların başıdır.

Denir ki, kainatta işlenen ilk günah, tamah olmuştur. Buna gö­re Adem (as) ebedi hayata tamah ederek, menedildiği ağacın mey-vasmdan yemiştir. İblis de, Adem´i (as) cennetten çıkarmak istedi­ği için isyan etmiş ve ona vesvesede bulunmaya başlamıştır. Neti­ce itibarıyla her ikisi de aynı günahta birleşmiştir. Tamah bakımın­dan aynı fiil içinde olmalarına rağmen, tamah ettikleri şeyler nok­tasında birbirlerinden farklılaşmışlardır.

işlenen bu masiyetlere verilen ceza bakımından da sonları farklı olmuş ve Adem (as) daha önceki güzel davranışlarına binaen affedi­lirken, şeytan geçmişte yazılan bedbahtlık ve tamahına binaen he­lak olmuştur. O, zannı tasdik ettiği için asla geri adım atmamış ve Allah Teala da kendisini düşman olarak nitelemiştir: "Andolsun ki İblis, onlar aleyhindeki zannı doğru çıkardı". (Sebe´/20) Zan, yakinin zıddı olup hak namına hiçbir şey ifade etmez. Allah Teala müşrikle­ri vasfederken de şöyle buyurmuştur: "Yalnız bir zandan ibarettir sa­nıyoruz. Fakat biz yakini bilgi sahipleri değiliz". (Casiye/32)

Yaratılanlara karşı tamah duygusuna gem vurarak sabırlı olan kimse, bu sabrı sayesinde vera´ makamına yükseltilir. Dini nokta­sında vera´ sahibi olmak hususunda sabırlı olan kimse ise, bu sab­rı sayesinde zühd makamına ulaşır. Bunun mukabilinde asılsız bir zannı tasdik etmeye tamah eden kimse de, bu tamahı yüzünden dünya sevgisine duçar olur. Dünya sevgisine duçar edilen ise, bu sevgi yüzünden dinin hakikatmdan yüz çevirmeye başlar.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: ´Bizler, eziyete uğramayan ve eziyete tahammül göstererek ona karşı sabretmeyen kimsenin imanını iman saymazdık´. Allah Teala da, müminleri sınamak ve imanlarını denemek için kullarına eza edebilir. Ama O, bunun bir azap olmayıp sadece dilediği kulan için bir imtihan ve insanlar için de bir sınama olduğunu haber vermektedir. Böylelikle bu eziyet ve cefa, ona maruz kalan kul için bir rahmet ve hayır vesilesi olabil­mektedir.

Allah Teala bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "İnsanlar içinde öyle kimseler vardır ki, ´Allah´a iman ettik´ der de, Allah uğ­runda bir eziyet edildi mi insanların fitnesini Allah´ın azabı gibi tutar". (Ankebut/10) Yani insanlardan gördüğü eziyet ve işkenceyi Al­lah Teala´nm azabı gibi görür. Halbuki bu, Allah Teala´dan bir azap olmayıp aksine O´ndan gelen batmi bir rahmettir. O, bu manada şöyle buyurmuştur: "Ama insan, her ne zaman Rabbi onu imtihan edip rızkını daraltırsa, o vakit de ´Rabbim bana ihanet etti´ der. As­la". (Fecr/16-17) Rabbi onu fakirlik sebebiyle aş ağılamamış tır. Aynı şekilde diğerlerini de nimet ve ikramda bulunarak yüceltmemiştir. Allah Teala bizzat Resulü´ne de (sav) bu manada hitap ederek şöyle buyurmuştur: "Onlann söylediklerine karşı sabırlı ol ve kulu­muz Davud´u an". (Sad/17) Görüldüğü gibi Allah Teala, iftiralardan bunalan Peygamberi´ni (sav) sabır ile teselli etmiş ve kendisine sa­bır lütfetmiştir.

KOnuyla ilgili rivayet edilen bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Arz ehlinin en fazla şükredeni getirilir. Allah Teala da ona, şükre-denlerin mükafaatmı verir. Sonra arz ehlinin en sabırlısı getirilir ve kendisine şöyle denilir: Seni de şükredenler gibi mükafaatlan-dırmamıza razı olur musun? O da, ´Evet, ey Rabbim´ der. Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurur: Ona nimet verdiğimde şükretti­ği gibi sen de imtihan ettiğimde sabrettin. Onun için ecrini bir mis­li arttıracağım. Böylelikle sabreden kişi, şükredenden misliyle faz­la ecir alır".

İbnu EM Nüceyh, halifelerden birini sabra teşvik etmek için yazdığı mektubunda şöyle demiştir: ´Allah Teala´nm hakkım bilme­ye en layık olan kimse, kendinde bıraktıkları noktasında Allah´ın hakkı vicdanına en ağır gelen kimsedir. Bil ki senden önce geçmiş olan mazi, senin için baki kalandır. Senden sonra baki kalan ise, ecre layık olacağın şeylerdir. Bil ki, başlarına gelen musibet ve be­lalara karşı sabredenlerin ecri, afiyette olduklan anda kendilerine bahşedilen nimetlerden çok daha fazladır..

Bu konuda rivayet edilen haberlerden birinde de şöyle denil­mektedir: ´Sabredenler dışında her kulun ecri, hesap ve ölçü iledir. Sabredenlere ise hesapsız ve tartısız şekilde ecir ve mükafaat veri­lir. Başka bir haberde ise şöyle denilmektedir: ´Cennetin kapılan iki kanatlıdır ve önlerine çok kalabalık topluluklar doluşur. Sabır kapısı ise, tek kanatlıdır ve ondan yalnızca dünyada musibetlere maruz kalmış sabır ehli, birer birer girerler.

Allah Teala ihlas ehlinin ecirleri hakkında şöyle buyurur: "İşte onlara bilinen bir rızık vardır". (Saffat/41) Sabredenlerin ecirleri hakkında ise şöyle buyurmuştur: "Sabredenlere ecirleri hesapsızca verilir". (Zümer/10) Bu ayetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Sabre­denlerin ecirleri, tartıyla değil avuçla verilir.

Sabredenlerin ecirlerinin bu şekilde hesapsız ve misliyle olma­sının sebebi şudur: Sabır, nefse en ağır gelen ve nefs tarafından en fazla nefret edilen bir fazilettir. Sabır, insan tabiatı için de, en acı veren şeydir. Onun için en güç olan da, alçakgönüllülük ve hoşgörü noktasında Öfkeyi bastırıp hüzünlenmektir. Tevazu ve insanın ken­dini tutması da, sabırdan sayılır. Sabır, edepli ve güzel ahlaklı ol­maktır. Sabır sayesinde halka eziyet vermezken, onlardan gelebile­cek eziyetlere karşı tahammül gösterilir.

Bunlar, çok kuvvetli bir iradeyi icap ettiren faziletlerdir. İnsan­ların çoğunluğu, bu tür durumlarda kendilerine hakim olamadıkla­rı için yürekleri daralır. Allah Teala da işte bu yüzden müttakilere ve sadıklara, zorluklarda ve hoş olmayan durumlarda sabırlı olma­yı şart koşmuştur. Onların sadakat ve takvalarını sabır ile tahak­kuk ettirmiş, sıfatlarını ve salih amellerini yine onunla kemale er­dirmiştir. O, bu manada şöyle buyurmuştur: "Sıkıntılı ve ferah za­manlarında ve muharebe anında sabrederler; işte sadık olanlar on­lardır, işte müttakiler de onlardır". (Bakara/177)

Sabır; nefsin heva ve arzularının peşinde koşmasının engellen­mesi ve Rabbini razı edecek şekilde nefs ile mücadelede sebat gös­terilmesidir. Kulun nefsiyle yaptığı mücahede, uğradığı bela ve im­tihanın büyüklüğüne göre olmalıdır. Çünkü mücahede, yaşanılan imtihanın büyüklüğüne göre olur. Kul, bunun dışında nefsini şerre karşı hapsetmeli ve onu devamlı surette taat üzere tutmaya çalış­malıdır. Tabii, Rabbinin huzurunda kötü davranışlar sergilemek is­teyen beşeri tabiatının açgözlülüğüne karşı da sabin olmalıdır. Mu­amelesinde güzel ahlakı koruma noktasında da sabırlı olmalıdır.

Sabır, hususiyetleri bakımından da birçok türe aynlır. Bu me-yanda, nevaların tasallutuna karşı sabır gösterildiği gibi Hak Tea-la´nın hizmetinde sebat etmek de sabrın türlerin dendir. Bu babda nefs mücahedesinin icaplarından biri de, hevanm hatırları, şeyta­nın tahrikleri ve dünyanın süslerine karşı kalbi ve niyeti an duru tutmaktır. İnsanı bekleyen ve sabredilmesi gereken sayısız afet ve bela karşısında uzuvları bunlardan uzak tutmak ve nefsi onlann yolunda yürümekten alıkoymak da sabnn tezahürlerinden sayılır. Nefsi, hak üzerinde tutarak, dil, kalp ve beden ibadetiyle hak üzerinde yoğunlaşmak da sabrın türlerinden biridir. Allah Teala, salih amel işleyen müminleri bu şekilde vasfetmiş ve amellerinin salahı için sabn şart koşmuştur. O, Asr suresinde sabır ve hak eh­li olmayanlar dışında bütün insanların hüsranda olduklarını haber vermiştir. Yine bu surede sabrı, karşılıklı olarak tavsiye edilmesi gereken bir fazilet olarak yüceltmiştir.

Nefsin, yaratanı olan Allah Teala´ya ibadete hasredilmesi, ka­naat üzere tahammüle zorlanması ve nzık veren Allah´ın yaptıkla­rı karşısında imanını yitirmemeye sevkedilmesi de sabnn tezahür-lerindendir. Halka eza veren şeylerden el çekilmesi de sabnn tür­lerinden biri olup böyle yapanlar adalet makamında yeralarak Al­lah Teala´ın şu buyruğunda bahsedilen kimseler arasına girerler: "Muhakkak ki Allah, adaleti emreder". (Nahl/90)

Halktan gelen eza ve cefaya sabredenlere gelince, bunlar da ih­san ehlinin makamında yeralır ve Allah Teala´nm "Ve ihsanı (em­reder)" (Nahl/90) buyruğu kapsamına girerler. İnfak ve tasaddukta sabrederek, hak sahiplerine haklanm vererek yakın olana yakın­dan vermek de sabrın türlerindendir. Sabrın bu türünü ifa edenler de infak edenler makamında yeralır ve Allah Teala´nm "Ve yakın­lara vermeyi (emreder)" (Nahl/90) buyruğunun kapsamına girerler. İlim ve iman bakımından Tuhşiyat´ olarak nitelenen fiillerden uzak durmak da sabır şekillerinden biridir. Tuhşiyat´, ulema tara­fından çirkin görünen hal ve hareketlerdir. Azgınlığa kapılmamak da sabnn tezahürlerinden biridir. Azgınlık (=bağy); aşmlık, müba­lağa ve kibre kapılarak sınırları çiğneme fiilidir. Dünyevi hususlar­da müsrif olmak da, bağy kapsamına girer. Nahl suresi 90. ayeti, bütün bunları ihtiva eden kapsamlı bir ayet-i kerimedir. Kur´an´ın kutbu olan bu ayet, sabnn hemen bütün şekillerini içermektedir. Ayette tavsiye edilen sabrın ilk üç türü yapma istikametinde olup; adalet, ihsan ve yakınlara infakta bulunma fiillerindeki sabrı ifade eder. Diğer üç türü ise, uzak durma yönünde olup fuhşiyat, münke-rat ve bağyden uzak durma noktasında gösterilmesi gereken sabrı ifade eder. İbni Mesud (ra) şöyle derdi: Kur´an-ı Kerim´in emir ve yasakları en iyi birleştiren ayeti bu ayet-i kerimedir.

Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Amel edenlerin ecirleri ne ka­dar da güzeldir ki onlar, sabredip yalnız Rablerine tevekkül eder­ler". (Ankebut/58-59) Sabredenlerin mükafaatları ne kadar da gü­zeldir ki, Allah Teala tarafından vasfedilmeye değer bulunmuştur. Onların rızıkları ne kadar da değerlidir ki Allah tarafından zikre­dilmiştir. Onlar ne yüksek bir dereceye sahiptirler ki Allah Teala onları anlatmış ve sabırları sebebiyle övmüştür.

Sabır, amelin öncesinde, esnasında ve sonrasında ihtiyaç duyu­lan bir fazilettir. Amelin başında ihtiyaç duyulan sabır; amele dö­nük olarak ortaya çıkan niyetin düzeltilmesi, amele kesin olarak azmetme ve kararlı olarak yönelme için elzemdir. Amellerin sıhhat bulabilmesi için bu, birinci şarttır. Allah Resulü de (sav) bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Her kimse için niyet ettiği vardır"[2]Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Onlar sadece dini Allah´a halis kılarak O´na ibadet etmekle emro-lundular". (Beyyine/5") Niyetin hakikati, ihlastır. Allah Teala, sabrı amelin önüne geçirerek şöyle buyurmuştur: "Ancak sabreden ve sa-lih ameller işleyenler müstesna. İşte onlar için mağfiret ve büyük bir mükafaat vardır". (Hud/11) Sabır; amel tamama erinceye kadar yavaş hareket ederek beklemektir. Allah Teala, bu şekilde amel edenler hakkında da şöyle buyurmuştur: "O amel edenlerin ecri ne kadar da güzeldir ki onlar sabrederler". (Ankebut/58-59) Amelden sonraki sabır ise, onu gizleme, onunla gösterişte bulunmama ve onu dillendirerek övünç ve itibar kazanma illetinden kurtulma noktasında gösterilen sabırdır. Böylelikle amelin riyadan uzak ve sevabı bakımından mükemmel olması temin edilmiş olur. Allah Te­ala, bu meyanda da şöyle buyurmuştur: "Allah´a itaat edin, Resul´e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın". (Muhamme6V33); "Minnet bekleyip eza ederek verdiğiniz sadakaları boşa çıkarma­yın". (Bakara/264)

Seleften bir zat şöyle demiştir: Ma´ruf bir amel, ancak şu üç şey­le tamama erer: Acele etme, gözde büyütmeme ve gizleme. Kişinin, nefsini ödüllendirmemesi de sabrın çeşitlerinden biridir. Allah Tea-la´yâ tevekkül ederek ezave cefalara katlanmak da sabrın tezahür-lerindendir. Bu babda da Allah Teala´nm şu buyruğunu zikredebi­liriz: "Bize yaptığınız eziyetlere elbette sabredeceğiz. Onun için te­vekkül edecek olanlar, hep Allah´a tevekkül etmelidirler". (İbra­him/12) Bu, havassa mahsus olan sabır türlerindendir.

Marifet ehlinden bir zat şöyle derdi: Kulun tevekkülde bir ma­kam sahibi olabilmesi için eziyet görmesi ve bu eziyetlere karşı sabretmiş olması elzemdir. Allah Teala da bu manada şöyle buyur­muştur: "Onların ezalarım bir kenara at ve Allah´a tevekkül et". (Ahzab/48); "O´nu vekil edin ve söylediklerine karşı sabırlı ol". (Müzzemmil/9-10) Bu, rızanın ilk makamıdır.

Rızanın ikinci makamı ise, hükümlere karşı sabırlı olmaktır. Bu da misal olmaya en layık olan imtihana tâbi tutulanların sabrı­dır. Misal olmaya en layık olanlar, Allah Resulü´nün de (sav) hadi­sinde buyurduğu gibi peygamberlerdir: "Biz peygamberler zümre­si, insanlar arasında imtihanı en ağır olanlarız". Misal olmaya en layık olanı, Allah Teala´nm mücmel olan şu buyruğunda görmekte­yiz: "Rabbin için de sabret". (Müddessir/7) Allah Teala, bu buyruğu­nu daha sonra tefsir ederek şöyle buyurmuştur: "Rabbinin hükmü­ne sabret. Çünkü sen Bizim nezaretimiz altındasın". (Tur/48)

Nefsi takvaya hasretmek de sabrın türlerinden biridir. Takva, bütün hayırları ihtiva eden kapsamlı bir isimdir. Sabır ise, bütün iyiliklere dahil olan bir mefhumdur. Kul, bu ikisine birden sahip ol­duğu zaman ihsan ehlinden olur. "İyilik edenleri (ayıplamaya) bir yol yoktur". (Tevbe/91)

Bu hususu teyid eden ayetlerden biri de şudur: "Kim takva sa­hibi olur ve sabrederse (bilsin ki) Allah, ihsan sahiplerinin ecrini asla zayi etmez". (Yusuf/90) Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle bu­yurmaktadır: "Andolsun ki mallarınız ve canlarınız hususunda mutlaka imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine Kitab ve­rilenlerden ve müşriklerden birçok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takva yoluna giderek korunur iseniz, işte bu az-medilmesi gereken mühim işlerdendir". (Al-i İmran/186) Yani mü-kafaattan Önce ezaya karşı sabrederseniz, bela ve imtihanlar kar­şısında takvadan" ayrılmazsamz, bu sizin çok daha hayırlı olur. Allah Teala, bu hususla ilgili şöyle buyurur: "Ceza verdiğiniz zaman size verilene denk olanla ceza verin. Eğer sabrederseniz, bu sabre­denler için daha hayırlıdır". (Nahl/126)

"Zulme uğradıktan sonra hakkını alan kimse için (cezaya) yol yoktur". (Şura/41); "Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu, hiç şüphesiz azmedilmeğe değer işlerdendir". (Şura/43)

Üstteki ayetlerin ilkinde yeralan hüküm, mükafaat ve hakkı al­maktır. Hakkı almak adaletin neticesidir. Adalet ise hasen yani gü­zeldir. İkincisinde ise affetme ve sabretme vardır. Bu da faziletin neticesi olup Ahsen yani en güzelidir. Allah Teala´nın şu buyruğun-daki mecazi mana da budur: "O kimseler ki sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah Teala´nın hidayet ettiği kimseler­dir. Onlar akıl sahipleridir". (Zümer/18) Sözü dinlemek, adalettir. Adalet ise Hasen´dir ve hakkı almaktır. Affetmek ise, Ahsen´dir. Al­lah Teala, böyle davranan kullarını hidayet ve akıl sıfatlarıyla öv­mektedir ki bu, Muhbitûn´un (^Allah´tan korkup alçakgönüllü olanlar) makamıdır. Denildi ki: Muhbitûn; zulmetmeyen, zulme uğ­radıkları zaman da hak talep etmeyen kimselerdir.

Yukarıdaki sıfatlarla övülmek bu makamın ehline layıktır. Bu makamdakiler, huşu ehli olup ahirette Allah´tan gelecek karşılığın güzelliğiyle mutma´indirler. Çünkü onlar, dünya hayatının çok kı­sa sürede fena bulacağını ve Allah Teala ile karşılaşmanın ise çok yakın olduğunu bilirler. Allah Teala da bu manada şöyle buyurmuş­tur: "Ve o (kıyamet) saati elbette gelecektir. Sen şimdi hoşgörü ile muamele et". (Hicr/85)

Takva ve sabır, biri diğerine bağlı olan mefhumlardır. Bunlar­dan herhangi biri yekdiğeri olmaksızın kemale eremez. Makamı takva olan kulun, halinin de sabır olması gerekir. Takva, makam­ların en yükseği olduğu için sabır da hallerin en yücesi olmuştur. Allah Teala´dan en fazla korkan muttaki kul, O´nun katında en de­ğerli kul olur. O´nun katında en değerli olan da, elbette en faziletli ve üstün olandır.

Allah Teala, sabrı emrettikten sonra kendi zatına izafe etmek suretiyle şereflendirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Sabret, senin sab­rın ancak Allah sayesindedir". (Nahl/127); "Rabbin için sabret". (Müddessir/7) Herşey O´nun sayesinde olduğu ve her salih amel O´nun rızası için eda edildiği için Allah Teala, imtihan etmediği hiç­bir kulunu övgüyle vasfetmediği gibi senada da bulunmaz. İmtiha­na tabi tuttuğu kulu, bu imtihandan sağlam olarak çıkarsa kendi­sini över ve takva sıfatıyla anar. Aksi halde onun yalancılığını ve if­tiracılığını beyan eder.

Süfyan-ı Sevri´ye (ra), ´Amellerin en faziletlisi hangisidir?´ diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: İmtihan anında sabırlı olmak. Ulemadan bir zat da şöyle demiştir: Sabırdan daha faziletli ne ola­bilir ki? Allah Teala, Ritabı´nın doksan küsur yerinde onu zikret­miştir. O´nun Kur´an´da sabır kadar hiçbirşeyi bu kadar çok zikret­mediğini biliyoruz. Allah Teala tarafından bir imtihana tabi tutul­duğunda ona sabretmeyen hiç kimse, O´nun medhü senasına nail olmayı ummasın. Allah Teala tarafından medhü sena ile anılmayan hiç kimse de imanın hakikatma ve yakine ermeyi beklemesin.

Zahir uzuvlanyla salih ameller işlese dahi, Allah Teala tarafın­dan mdhü sena ile zikredilip hayır ile anılmayan kimsenin, hüsn-i hatime ile vefat etmesinden endişe edilir. Çünkü Allah Teala bir kulu sevdiği ve onun amelinden razı olduğu zaman, kendisini öve­rek vasfeder. O´nun tarafından istenmeyen bir durumla veya bir sı­kıntıyla, ya da arzu ve şehvetle sınanan bir kul, bunlar karşısında sabır ve metanet gösterdiği vakit Allah Teala´nın izzet ve ikramına mazhar olarak hamdü sena ile vasfedilir. Böyle bir kulun ismi, vas-fedilen kulların isimleri arasına girerken, kendisi de övgüye nail olanlardan biri kılınır. İşte bu noktadan sonra, ayağının sürçmesi­ne karşı emniyette olarak, hüsn-i hatimeye nail olur.

Sabrın çeşitlerinden biri de bolluk ve refahda sabırlı olarak bunlar yüzünden Allah Teala´nın emir ve yasaklarıyla çelişkiye düşmemektir. Zenginlikte sabır, servet ve malı heva uğrunda har­camamaktır. Kendisine nasip edilen bir nimete sabretmek ise, o ni­meti bir ma´siyet işlemek için kullanmamaktır. Müminin bu tür hallerde sabırlı olmaya davet edilme ihtiyacı, zorluk ve sıkıntılar karşısında sabra davet edilme ihtiyacıyla aynıdır. Denir ki: Fakir­lik ve imtihanlar karşısında her mümin sabredebilir. Ancak refah ve bollukta ancak sıddıklar sabredebilir.

Sehl şöyle derdi: İyi hale sabretmek, bela ve musibete karşı sab­retmekten daha zordur. Sahabe de (ra), dünyanın zenginlik kapıları kendilerine açılıp rahatlığa ve bolluğa kavuştukları zaman şöyle demişlerdir: Yokluklarla imtihan edildiğimizde sabrettik. Varlık ve refahla imtihan edildiğimizde ise sabredemedik.

Selef-i Salih, varlık ve zenginlikle imtihan edilmeyi, yokluk ve sıkıntıyla imtihan edilmekten daha ağır ve zor görürlerdi. Allah Te-ala da bu babda şöyle buyurmuştur: "O müttakiler ki bollukta ve darlıkta infak ederler". (Al-i İmran/137) Allah Teala onları, imanla­rının güzelliği, zühdlerinin hakikiliği ve nefslerinin cömertliğinden dolayı farklı iki hallerinde de tek bir sıfat ile medhetmiştir.

Bu manada başka bir ayette ise şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah´ı zikretmekten alıkoy­masın". (Münafîkun/9) Çünkü mallar ve çocuklar, kişiyi mutlu ede­rek Zikrullah´dan alıkoyabilecek şeylerdir. Bir diğer ayet-i kerime­de ise şöyle buyurmaktadır: "Eşleriniz ve çocuklarınızdan sizin için düşmanınız olanlar vardır, onlardan sakının". (Teğabün/14) Çünkü kişi, eşleri ve çocuklarıyla mutlu olup şımararak hevaya uygun dü­şecek işler yapıp onların varlığından dolayı Rabbinin emirlerine muhalefet edebilir. Neticede eşleri ve çocukları ahirette düşmanla­rı olarak karşısına çıkabilirler.

Bu babda Allah Resulü´nden (sav) şu hadise nakledilmiştir: "O, torunu Hasan´m elbisesi yüzünden tökezlediğini görünce minber­den inmiş ve onu kucaklayarak şöyle demiştir: Allah Teala hakika­ten doğruyu söyledi: Mallarınız ve çocuklarınız sizler için bir imti­han vesilesidir. Yavrumu bu halde görünce kendimi tutamadım ve kucağıma aldım. Muhakkak ki bunda görenler için ibret vardır".[3]

Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Çocuklar, hüzün, cimrilik ve korkaklıktır"[4]Gerçekten de onlar, genellikle hüzün, cimrilik ve korkaklığın kay­naklarını teşkil ederler. Çocuklara ve mala düşkünlük, insanı bu hallere itebilir. Varlığa, zenginliğe ve çocuklarla imtihanlarına kar­şı sabırlı olan ve bunlardan herbirini hakettiği yere koyabilen kim­se, şükreden ve sabredenler arasındaki yerini alır. Yoksulluk ve musibetlerle sınanan kimselerin böyle birine üstünlükleri, şükür ve rızanın hakikatma varmış olmalarından başka bir şey değildir.Allah Teala, üstte zikrettiğimiz ayet-i kerimesinde varlık ve dar­lık hallerini birleştirerek, müttakiler için ortak bir sıfat olarak koy­muş ve onları her iki halde de ihsanda bulunmakla överek şöyle bu­yurmuştur: "Bir cennete ki, eni gökler ve yer genişliğinde olup müt­takiler için hazırlanmıştır. Onlar ki bollukta ve darlıkta infak eder­ler ve kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını af­federler. Allah da o ihsan sahiplerini sever". (Al-i İmran/133-134)

Acı ve musibetleri gizleyerek, bunları serzenişle dile getirmeyi bırakmak da sabrın tezahürlerinden biridir. Sabr-ı Cemil yani Gü­zel Sabır olarak bilinen sabır da işte budur. Denildi ki: Sabr-ı Ce­mil, şikayet ve insanlara yakınmanın olmadığı sabırdır. îbni Ab-bas´dan (ra) şunu rivayet ettik: Sabır, Kur´an´da şu üç şekilde yera-lir: Allah Teala´nm rızası için farz kılman ibadeleri eda etmede gös­terilen sabır; Allah Teala´nm menettiği haramlara yaklaşmama noktasında gösterilen sabır; Musibetlerde ilk darbede gösterilen sabır. Allah Teala´nm farzlarım eda etmede sabır gösterene üçyüz derece vardır. Allah Teala´nm haram kıldıklarından uzak durma noktasında sabır gösterene altıyüz derece vardır. Musibetlerde, ilk darbe karşısında sabredene ise dokuzyüz derece vardır.

Görüldüğü üzere, bu ifadenin tefsiri gereklidir. İbni Abbas (ra) musibete karşı sabrı, farzlar ve haramlarda sabırlı olmaktan üstün olduğu için üstün tutmuş değildir. Bunun hakiki sebebi şudur: Farzlar ve haramlarda sabır göstermek, müslümanlarm genel hal-lerindendir. Halbuki musibetler karşısında sabır göstermek, yakin makamlarından biridir. Yakini iman makamı, elbette İslam maka­mından daha üstün bir makamdır.

Bu meyanda Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen şu dua da zikredilebilir: "Sen´den, sayesinde dünyevi musibetleri hafif kılaca­ğın bir Yakin nasip etmeni niyaz ederim".[5] Musibetler karşısında en güzel şekilde sabreden kişi, yakin bakımından en güçlü olan ki­şidir. Musibet ve belalar karşısında en fazla yakman kişi ise, yakin bakımından en zayıf olan kişidir.

Bu babda Seleme b. Verdan, Enes b. Malik´ten (ra) şu hadisi ri­vayet etmiştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Hakka ererek şüp­heyi terkeden kimse için cennetin en üstünde bir ev bina edilir. Batılı kaldırarak şüpheyi terkeden kimse için de cennetin ortasında bir ev bina edilir. Yalanı terkeden için de cennetin bir köşesinde ev bina edilir".[6]

İlk bakışta yalanı terketmekle, batılı kaldırarak şüpheyi terket-menin çok daha öncelikli bir fariza ve vecibe olduğunu görüp bun­ların daha üstün olmaları gerektiğini söyleyebilirsiniz. Ancak batıl karşısında şüphe ve yalanı terketmek, müslümanlarm umumu için geçerli olan bir durumdur. Hakikata ermiş ve sadık olan bir kulun şüphesine gelince, böyle biri içine düştüğü şüphe halini insanlara açıklamadığı, sükutu ve selameti tercih ettiği için diğerlerinden da­ha üstün olur. Çünkü böyle bir şüpheli duruma, ancak yakin sahip­leri tahammül edebilirler. Onlar da müminlerin havassıdırlar. Ma­kamları ise, yakin ve zühddür.

Konuşma ve diğerlerine anlatma arzusunu bırakarak sükut ve sessizliği tercih etmek elbette daha faziletlidir. Bu tür davranış, ya-kini imanın icaplarmdandır. Böyle bir mümin de sahip olduğu ma­kam ile, müslümanlarm umumundan daha üstün bir yere yerleşti­rilmiştir. Onlar, farz ve vecibe olmaya daha layık olsalar da yalanı ve şüpheyi terkederler. İbni Abbas´ın (ra) yukarıdaki sözünün açık­laması budur.

Hayır işlerini gizleyerek, bunları anlatmaktan duyulan haz ve zevke karşı nefse gem vurmak da sabrın türlerinden biridir. Hayır­lı amellerin ve sadakaların gizlenmesi de bu çerçevede değerlendi­rilir. İlan etmede bir beis olmamasına rağmen bunları gizlemek, edebe daha uygundur. Her halkürda iyi işleri ve verilen sadakala­rı gizlemek, daha faziletli, daha nezih ve Allah Teala için de daha sevimlidir. Hatta onlar iyilik hazinelerindendir. Kasdettiğimiz, acı­ları, musibetleri ve sadakaları gizlemektir. Bunlar, Allah Teala´nın katındaki en değerli hazinelerdir.

Fakirlik halini saklayıp gizlemek de, sabrın tezahürlerindendir. Yoklukla dolu gecelerde yaşanılan imtihanlara karşı sabırlı olmak ise, rıza ve zühd ehlinin halidir. Sabrın en güzeli; Allah Teala ile başbaşa kalmakta, O´nu dinlemekte ve bütün kalbiyle O´na yönele­rek vecdi O´nunla güçlendirme hususunda gösterilen sabırdır. Bu, Mukrrebun´a mahsus olan bir fazilettir.

Allah Teala´dan haya duyma, O´nu sevme, O´na teslim olma ve işleri O´na havale etme noktasında gösterilen sabır da sabırların en güzelidir. Bu, kaderlerin akışı altında sükuneti bulmak, onları ba­ğış ve lütuf olarak görmek, Allah Teala´ya niyazda bulunma ve ka­derlerle ilgili olarak O´nun hikmetini görme noktasında işlerin na­sıl güzel tasarlandığına şahit olmak ve onlarla imtihan edilme ga­yesine sahip olmaktır. Bütün bunlar da Allah Teala´nın şu buyruk­larının muhtevasmdandır: "Rabbin için sabret" (Müddessir/7); "Rabbinin hükmüne sabret. Muhakkak ki sen, Bizim nezaretimiz-desin" (Tur/48).

Ömer b. Abdülaziz (ra) ve ondan başka birçok imam şunu söyle­mişlerdir: Sabaha çıktığımda, kaderin tecelli ettiği yerler dışında hiçbir sevincim olmaz. Bu sözün başka bir rivayetinde ise, ´Kazayı beklemem dışında..´ ifadesi yeralmaktadır. Denir ki: Yakini imanın alametlerinden biri de, başa gelen kazaya güzelce sabredip rıza göstererek teslim olmaktır. Bu da ariflerin makamıdır. Ebu Mu-hammed Sehl (ra), Ali´nin (kv) ´Allah Teala her kulu için aynı uyku­dan haz alır sözünün tefsirinde şöyle demiştir: Yani hükümlerin ca­ri oluşları esnasında sükunetini muhafaza ederek itiraz ve hoşnut­suzluk ifade etmeyen kulunu sever.

Musibete karşı sabırda, sabrın ilk darbede olmasının şart ko­şulmasına gelince, bu hususta Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuş­tur: "Sabır, sadece ilk d arbede dedir".[7] Denir ki: Herşeyde asıl olan, önce küçük gelip giderek büyümesidir. Ancak musibet ve belalar bunun dışındadır. Onlar ilk anda büyük gelip sonra küçülmeye baş­larlar. Bu yüzdendir ki, sabırdan doğacak sevabın büyük olabilme­si için, acının ilk anında gösterilmesi istenmiştir.

İnsan, musibeti ilk duyduğu ve kalbi bu şiddetli darbeyle sarsıl­dığı zaman sabır ve metanet göstermelidir. Böyle bir durumla kar­şılaştığı ilk anda Allah Teala´yı düşünerek O´ndan haya eden kul, sabrı güzelce ifa edebilir. O´nun ´Sen Bizim nezaretimizdesin´buyru­ğu da, Allah Teala´ya tevekkül edenlerin makamını göstermektedir. Keramet gösterme, sahip olduğu kudret ve işaretleri haber ver­me noktasında kendini tutmak da sabrın tezahürlerindendir. Bu,aynı zamanda muamele bakımından da güzel bir terbiyenin ifade­sidir. Bu da, Allah Teala´yı sevenlerin yolu ve zühdün hakikatidir. Sabrın en faziletli olan şekillerinden biri de övülme, lider olma gi­bi arzular karşısında nefsine hakim olabilmektir. Bu meyanda Al­lah Resulü´nden (sav) maktu´ olarak şu hadis rivayet edilmiştir: "Sabır üç şeyde olur: Nefsi temize çıkarmaya karşı sabır; Musibet­ten yakınmaya karşı sabır; Hayrı ve şerliyle Allah´dan gelen kaza­ya rıza göstermede sabır".

Ahireti dünyaya tercih edip Allah Teala´ya kaçarak, ubudiyet sı­fatını tahakkuk ettirip Rubûbiyet sıfatlarının mefhumlarına olsun benzemeye çalışmayı terketmek, Uluhiyet´e teslim olup Ehadiyet´e teslimiyet gösterme noktasında nefsi alçakgönüllülük, tevazu ve suskunluğa mahkum etmek de sabrın tezahürlerin dendir.

Sabırsızlığın sizi bu tür bir densizliğe sevketm e sinden sakının. Aksi halde sağlam basan ayağınız kayıverir. Böyle bir duruma düş­mekten Allah Teala´ya sığınırız. Kendileri için geçim temin etme, harcamada bulunma ve yaptıkları eziyetlere karşı tahammül gös­terme noktasında eş ve çocuklara karşı da sabırlı olmak gerekir. Kulun Allah Teala karşısında eş ve çocuklarıyla ilgili olarak takip etmesi gereken kuralları vardır. Bunların en altında kendileriyle ilgilenme, en üstünde ise onlarhakkmda Allah Teala´dan razı ola­rak O´na tevekkül etme vardır. Ortada ise, onlara harcamada bulu­narak, nefsi onlara meyletmekten uzak tutma vardır.

Bilin ki günahların çoğunluğu şu iki şeyden kaynaklanır: Sev­diği şeylere karşı nefsine hakim olmada ve sevmediği şeylere kat­lanma noktasında sabırsızlık.

Allah Teala, bir ayet-i kerimede sevilen bir şeyin kul için şer, se­vilmeyen bir şeyin de tam aksine hayır getirebileceğini bildirerek şöyle buyurmuştur: "Siz birşeyden hoşlanmazsınız halbuki o, hak­kınızda bir hayırdır ve olur ki birşeyi seversiniz, halbuki hakkınız­da serdir". (Bakara/216)

Sabrın hükmüne gelince; sabrın başı aynı İhlasın başı gibi farz­dır. Sabır, aynı zamanda silahı olmayan kimse için iyi bir silahtır. Çünkü iş, başka birinin elinde olduğu zaman, sabretmekten başka yapacak birşey yoktur. Muhtaç olduğunuz birşey size az geldiği za­man, sabırla beklemekten beşka yapacak birşeyiniz yoktur. Aksi takdirde o az da tamamen kesilecektir.

Sabırsızlığın temelinde yatan, uğruna sabrettiğin kişinin vere­ceği güzel karşılığa dair varolan inancın zayıflığıdır. Çünkü buna dair inancı kuvvetli olan kişi için geç gelecek olan vaad bile derhal gerçekleşecek gibidir. Vaad sahibi sadık olduğu zaman, onun vaa­dine inanan kişi de sabrı en güzel şekilde gösterir. Çünkü o, netice­de nail olacağı mükafaattan emindir.

Kul, ancak şu iki esasa dayanarak sabreder: 1.Sabrın karşılığı olan şeyi görmek; ki bu, iki esasın düşük olanıdır. Genel olarak mü­minler ve kitapları sağ taraflarından verilecek Ashab-ı Yemin için geçerli olan sabır sebebi budur. 2. Karşılığı verecek olana bakıp O´nu düşünmek; bu da yakin ehlinin hali ve Mukarrebun´un maka­mıdır. Sabır karşılığında vaadedilen bedeli gören kul, sabırlı olma­ya özen gösterir. Bunu, vaaden Zat-ı İlahi´yi düşünen kul ise, O´nun kudret ve azametini görerek sabra yönelir.


Konu Başlığı: Ynt: Sabrın Ehlinin Sıfatları
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 31 Aralık 2009, 19:23:57
Ariflerden bir zat, sabrı üç esasa taksim etmiş ve bu üçü için de üç makam tesbit etmiştir:

1.Şikayet ve serzenişi terketmek; bu, tevbekârlarm derecesidir.

2.Takdir edilene rıza göstermek; bu, zahidlerin derecesidir.

3. Mevla´nın kendisine yapacağı herşeyi sevmek; bu da, sadık­ların derecesidir.

Selef-i Salih´in (ra) ileri gelenleri de sabrı genellikle üçe ayır­mışlardır. Bu babda Hasan el-Basri (ra) ve diğerlerinden şu bilgi nakledilmiştir: Sabır, üç türlüdür:

1. Masiyetten uzak durmada sabır; sabrın en faziletlisidir.

2.Allah Teala´ya itaat ve ibadette sabır;

3.Musibetler karşısında sabır. Bunlar da, yukarıda anlattığımız sabır türleri kapsamına girmektedir. Anlattıklarımızın özü şudur ki sabır; bir farz ve bir fazilettir. Onun bu hususiyeti, muhtelif hüküm­lerin bilinmesiyle bilinmektedir. Farz veya emir mahiyeti taşıyan bir amelle ilgili olarak sabretmek de farzdır ve emredilmiştir.

Teşvik ve mendubiyete mazhar olan bir amelde sabır göstermek ise fazilet ve nafile hükmündedir. Tasabbur, yani sabretmeye çalış­mak, bizatihi sabır olmayıp nefs mücahedesi ve nefsi sabra sevk ve teşvik etme gayretidir. Bunu bir tür sabır için çabalamak olarak görebiliriz. Buna misal olarak da Tezehhüd mefhumunu zikredebi­liriz. Tezehhüd; zühd hasıl oluncaya kadar zühd vesilelerini değer­lendirmeye çalışmaktır. Sabır ise, bir sıfatın tahakkuk etmiş halini ifade etmek için kullanılan bir isimdir. Bu yüzden, mevzusu ol­duğu makam da onunla bilinir.

Nefsin isteksizliği, acının tadılması ve çekilen elem, kulu sabır dairesinden çıkarmaz. Bilakis bunların mevcudiyetine rağmen sa­bırlı olmak mümkündür. Çünkü beşeri tabiat bunu icap ettirmek­tedir. İnsan, tabiatı itibarıyla sabır anında üstte zikrettiğimiz his­lerle çatışır. Sabrın şu fayda-"1, vardır ki, Mevla´nın hükmü karşısın­da kulun serzenişini bastırmasını ve öfkesini yutabilmesini sağlar. Çünkü Allah Teala´nm hükmü karşısında yakınma ve öfkeyi ter-ketmek, rıza ve tevekkülün Özünü teşkil eder. Bu da yakini imamn en üstün mertebelerinden biridir. Dolayısıyla böyle bir haldeki kul, sabır dairesinden çıkmaz.

Kulu sabır dairesinden çıkaran şey; sabrın zıddı olan şeydir. Bu da, Hükm-i İlahi karşısında yakınma, ilimde haddi aşma, öfkeyi iz­har etme, serzenişi arttırma, can sıkıntısı ve zemmetmedir. Tasab­bur yolunda nefs riyazeti yapmak, Tasabbur ehlinin makamı olup zaaf içindeki müridlerin de halidir.

Nefs-i Emmâre, sizi fuzuli şehvetlere meylettirdiği veya önceki alışkanlıklarınıza dönmeye zorladığı zaman, onun bu yöndeki her türlü ihtiyacından menetmeniz gerekir. İhtiyacın men´i ve fuzuli şehvetlerden önce düşünülmesi elzem olan daimi bir sıkıntı halinin varlığı onu oyalayacaktır. Helale karşı dahi sabır göstermek sure­tiyle onu terbiye edip isteklerini reddettiğiniz zaman emriniz altı­na girecek ve fuzuli sehvetlerekarşı sabırlı olmayı öğrenecektir.

Neticede, mubahlardan önce düşünülmesi gereken acil bir bede­lin varlığından Ötürü fuzuli şehvetini terketmiş ve acil olan gıda ih­tiyacını karşılamak için daha sonra tamah edebileceği heva ve şeh­vetlere karşı sabrı tercih etmiş olacaktır. Tamahkâr nefislerin ter­biyesinde izlenecek yolların en başında bu yol gelir.

Tasabbur ehli içinde güçlü olanlar, nefslerinin kendilerine sabır ve namaz ile icabet etmediği, açlık ve susuzluk ile teslim olmadığı kimselerdir. Üçüncü tabakada bulunanlar arasındaki zayıf iradeli kimseler ise, birinciler gibi oruç ve namaz ehlinden, ya da açlık ve susuzluk ehlinden olmayanlardır. Bunlar, ihtiyaçları karşısında nefslerini sabra zorlama noktasında tahammül gösteremedikleri gibi, nefslerinin şehvet tutkuları karşısında da sabırlı olamazlar.

Bunların terbiyesi, nefslerini helal manasında olan bütün haram­lardan uzak tutmaları, helaka sevkedici şehvetleri terkederek orta yollu şehvetle iktifa etmeye çalışmalarıdır.

Böylelikle nefsleri sükunet bulacak, haramlardan uzak durur­ken şehvet ve arzuları da dinecektir. Halbuki bunların ötesinde ku­lu helaka sürükleyecek durumlar mevcuttur. Zayıf nefsler de işte bu riyazet ile huzur ve itmi´nan bulurlar.

Alimler, sabır ve şükürden hangisinin daha faziletli olduğunu tesbit etme hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bu iki makam ara­sında tercih yapmak mümkün değildir. Çünkü her iki makamda da birbirlerinden üstte ve altta yeralanlar vardır. Marifet ehli içinde tahkik sahibi olanlar şöyle derler: İki kul, aynı makamda dahi bir­birlerine müsavi olmazlar. Bilakis bunlardan birinin ilim, amel, vecd ve müşahede hususunda diğerinden üstün olması gerekir. An­cak doğruluk, maksad ve dayanakları bakımından müşterektirler. Kullar arasındaki farklılaşmanın en bariz olanı, yöneldiği yöne ait müşahedeleri noktasında görülür. Söz söyleyenlerin en sadığı olan Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Herkesin kendine mahsus yö­neldiği bir yön vardır ve ona yönelir". (Bakara/148); "De ki: Herkes kendi yaratılış kabiliyetine göre hareket eder. O halde yolca en doğ­ru olanın kim olduğunu ancak Rabbiniz bilir". (İsra/84) Bu ayetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Allah´a götüren yol bakımından hangi­sinin daha yakın ve daha mutedil olduğunu yalnız O bilir.

Kitab ve Sünnet´in zahiri de, sabrın çeşitli derecelere sahip ol­duğuna delalet etmektedir ki bunu Allah Teala´nm şu buyruğunda görmekteyiz: "İşte bunlar, mükafaatları iki kere verilecek olanlar­dır. Çünkü bunlar sabretmişlerdir". (Kasas/54) Şükredenlere ise ecir ve mükafaatları bir kere verilir.

Sabır makamına en çok benzeyen makam, Korku makamıdır. Şükür makamına en çok benzeyen makam ise, Rica (=ümit) maka­mıdır. Allah Teala buyurdu ki: "Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet vardır". (Rahman/46) Marifet ehli Korku maka­mının Rica makamından üstünlüğü hususunda ittifak etmişlerdir. Bu ittifakın kaynağında ise, ilmi amele üstün tutmaları yatmakta­dır. Sabır da, Korku makamının hallerinden biridir. Fazilet bakı­mından sabır haline sahip olan kişi, Korku makamına daha yakın olur. Şükür ise, Rica makamından bir haldir. Şükredenin hali de, Rica makamına daha yakın olur.

Bu noktada Sünnet-i Nebevi´den de daha önce rivayet ettiğimiz şu hadisi zikredebiliriz: "Size en az verilen şey, Yakin ve sabır az­midir. Bu ikisinden nasibine mazhar olan kimse, geçmişte kaçır­dıklarını önemsemez". Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav), sabin yakin ile aynı kefeye koymuştur. Herkes de bilir ki, yakin (-yakini iman) kadar kıymetli ve yüce bir şey yoktur. Amellerin edası ve ya-kinin onunla yücelmesi hususunda Eyyub Peygamber´in (as) şu münacaatını zikredebiliriz: "Allah Teala ona vahyederek şöyle bu­yurdu: Ya Eyyub, Zatım üzerine yemin ettim ki sabredenler için hiçbir kınama defteri açtırmayacağım. Onlar sıratın inceliğini de düşünmeyecekler. Tartının eksikliği de onları korkutmayacak ve oradaki yurtları da Darü´s-Selam olacak".[8]


Sabrın Üstünlüğüne Dair Başka Bir Beyan:



Sabır, bir imtihan ve sınama halidir. Şükür ise nimet halidir. İmti­han ve musibet hali, elbette daha üstündür. Çünkü o, nefse daha ağır gelir. Allah Teala´nm şu buyruğu da bunu teyid etmektedir: "Sabredenlere mükafaatları hesapsızca verilir". (Zümer/10) Şükre-denlere ise, ecirleri hesap edilerek verilir. Bu ayette görüldüğü gi­bi, sabır sıfatı için tahsis edilen bir meziyet diğerleri için geçerli kı­lınmam aktadır.

Sabrın üstünlüğüne dair başka bir açıklama da şöyledir: Ali (kv), imanın şubelerini anlattığı uzun bir konuşmasında, sabrı ya-kinin dört makamı üstüne çıkarmış ve bunların, sabrın temel taş­ları olduğunu bildirerek şöyle demiştir: ´Sabır, dört temele dayanır: Şevk, Korku, Zühd ve Bekleme. Cehennem ateşinden korkan kişi, Allah Teala´nm haram kıldıklarından uzak durur. Cennete şevk duyan kişi de, şehvetlerine gem vurur. Dünyada zühd sahibi olan kişi ise, başına gelen musibetleri gözünde büyütmez. Ölümü bekle­yen de, hayırlarda yarışır. Görüldüğü gibi Ali (kv) bu makamları, sabrın temelleri olarak takdim etmiştir. Çünkü bunlar, sabrın kay­naklan ve sabırda ihtiyaç duyulan hususlardır.

Allah Teala sabn takvanın bir hali kılmış ve müttakilere olan ikramını da derecelerce arttırarak şöyle buyurmuştur: "Kim Al-lah´dan korkar ve sabrederse..". (Yusuf/90) Başka bir ayet-i kerime-de ise, "Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, takvaca en ileri olanmızdır". (Hucurat/13) Allah katında en değerli (=ekram) ve takvaca en ileri (=etkâ) kelimelerinin kullanılması, ´değerlileriniz (=kirâm) ve takva sahipleriniz (=müttakûn)´ kelimelerinin kullanıl­masından daha üstündür. Çünkü en değerli (=ekram) ve takvaca en ileri (=etkâ) kelimelerinin kullanılması bir farklılığa delalet et­mektedir. Takvaca en ileri olan, Allah katında en değerli olandır. Takvanın icaplarına tahammül etme noktasında en çok sabreden de, takvaca en ileri olandır.

Bil ki sabır, cennete giriş sebebi ve cehennemden kurtuluş vesi­lesidir. Çünkü bu babda rivayet edilen bir hadiste Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu bildirilmektedir: "Cennet sıkıntı ve zorlukla­ra karşı verilir. Cehennem ise şehvet ve arzular karşı verilir". Mü­min, cennete girebilmek için sıkıntı ve zorluklar karşısında sabra ihtiyaç duyarken, cehennemden kurtulabilmek için de şehvet ve ar-zulanna karşı sabra ihtiyaç duyar.

Sabır ve şükrün üstünlük derecelerine gelince bunu üç noktada belirlemek mümkündür:

1.Bu noktaların başında, makamların hallerden üstün olması gelir. Sabır ve şükür, iki hal olduklan gibi, makam da olabilirler. Makamı sabır olan kişinin hali de bunun için şükür olur. Bu du­rumda sabreden daha üstündür. Çünkü o, makam sahibidir. Maka­mı şükür olup da hali bunun üzerinde sabır etme olan kişiye gelin­ce, böyle biri için hali, makamından ayrı bir fazlalık içerir. Bu du­rumda da sabır hali, şükür makamı için bir fazlalık olmaktadır.

2.Üstünlük derecelerinin ikinci noktası şudur: Allah Teala´ya yakın kılınanlar (=Mukarrebun), amel defterleri sağdan verilecek olanlardan (=Ashab-ı Yemin) daha üstündürler. Mukarrebun ara­sında sabreden kişiler, Ashab-ı Yemin arasındaki şükredenlerden daha üstündürler. Mukarrebun içinde şükredenler de, Ashab-ı Ye­min arasındaki sabredenlerden daha üstündürler.

Denilebilir ki: Sabreden ve şükreden kişilerin her ikisi de Mu­karrebun zümresi içindeyse o zaman hangisi daha üstün olacaktır? Böyle bir durum olması mümkün değildir. Çünkü daha önce de be­lirttiğimiz üzere Allah Teala´nm koymuş olduğu ince kıstaslardan dolayı, bu ikisi aynı makamda biraraya gelemezler. Allah Teala bu makamları vazederken sanatının bütün inceliğini göstermiş ve sı­fatlarının benzeşmesine, sebeplerinin müşterek olmasına rağmen onları birbirinden ayırmıştır. Bu tür bir durumda üstün olan, Allah Teala´yı en iyi bilendir. Çünkü o, Allah Teala için daha sevimli, O´na daha yakın ve yakin bakımından daha seviyelidir. Yakin de, Allah Teala´nm indirdiği şeylerin en yücesidir.

3.Üstünlük derecelerinde üçüncü nokta ise şudur: Şükrü ge­rektirecek şeylere karşı sabırlı olmak, daha faziletlidir. Sabrı ge­rektiren hususlarda ise şükretmek daha hayırlıdır. Bu da, hallere bağlı olarak farklılaşır.

Bunun açıklamasını şöyle yapabiliriz: Nimet halinde bulunan bir kulun, nefsani hazlara, nimetlerden yararlanmaya ve refah sür­meye karşı sabırlı olması daha faziletlidir. Nimetlere ve zenginliğe karşı sabır göstererek geri durmak, Marifet makamlarından biridir. Bu daha üstün ve faziletlidir, çünkü bunda, daha hayırlı olduğu hu­susunda icma bulunan zühd faziletinin tecellisi mevzubahistir.

Kulun hali, bela ve fakirlik ise, fakirlik, bela ve musibetler kar­şısında Allah Teala´ya şükretmsi daha faziletlidir. Böyle bir durum­da şükretmek de, marifet makamlarından biridir. Böyle bir kul, it­tifakla daha üstündür. Çünkü yaptığı işte, üstünlüğü tartışılma­yan rıza fazileti mevzubahistir.

Sabreden kişinin üstünlüğü ve sabrın üstün bir dereceye yerleş­tirilmesine delil teşkil eden bir diğer husus da şu cümledir: Sabre­den arif, şükreden arifden daha üstündür. Çünkü sabır fakirlik ha­li iken, şükür zenginlik halidir. Mefhum bakımından şükrü sabra tercih edip ondan üstün tutan kimse, zenginliği fakirliğe tercih eden kimse demektir.

Bu, Selef ulemasından hiçbirinin yapmadıkları birşey olup an­cak dünya ehli olan ulemaya yakışan bir tutumdur. Onlar kendi nefslerini buna sevkettikleri gibi, halkı da kendi nefslerinin telkin­lerine sevketmişlerdir. Zenginliğin yoksulluktan üstün tutulması, arzuların zühde, büyüklenmenin alçakgönüllülüğe, kibirin tevazu-ya üstün tutulması demektir. Bu da arzuları peşinde koşanların za-hidlere, zenginlerin fakirlere üstünlüğü neticesini doğurur. Bunun da neticesi, dünya düşkünlerinin ahiret düşkünlerinden üstün tu­tulmasıdır.

Biz, cümleten ve mefhum olarak sabrı şükürden üstün görmek­teyiz. Çünkü sabır bir hal olup, imtihan da onun makammdandır. imtihan ehli ise, misal olmaya en layık olanlardır. Onlar da pey­gamberleri en çok örnek alanlardır. Ayrıca sabır, nefslerin heva ve arzularına olabildiğince uzak, darlık ve sıkıntıya ise olabildiğince yakın olan bir haldir. Sabır, nefsin istemediği şeyler noktasında çok ağır ve beşer tabiatının en çok nefret ettiği bir haldir.

Sabır, nefse hoş gelen şeylere de zıd düşen bir davranış şeklidir. Nefs onunla sükunet bulup da vecde ulaştığında onu tarif etmek mümkün olmadığı gibi yaşadığı huzur da hayran olunacak bir sevi­yeye çıkar. Neticede bu sükunet ve iç huzur ile övülerek razı olmuş ve razı olunmuş nefs (=nefs-i razİye; nefs-i marziyye) haline gelir.

Allah Teala da sabrı emretmiş ve sabırda yarışma hususunda kullarını ısrarla teşvik etmiş ve bunu murabata ile teyid etmiştir: "Ey iman edenler, sabredin ve sabır yarışında ileri geçin, cihad için hazır ve rabıtalı (murabıt) bulunun". (Al-i İmran/200) Ayetin bir tef­sirinde ´Sabır ve sabırda yarışma hususlarında rabıtalı ve hazırlık­lı olun´ ifadesi murad edilmiştir, denilmektedir. Her halükârda aynı yerde birlikte zikredilen bu üç emir de sabırla aynı anlamdadır.

Bu da, Allah Teala´nm sabrı ne derece yücelttiğini ve onu ne ka­dar sevdiğini göstermesi bakımından mühim bir delildir. Kendisin­de bu fazileti taşıyan bir mümin, Allah Teala´nm emir ve işaretleri­ne çok daha büyük bir hürmet hissi içinde olacaktır. O´nun işaret­lerini yücelten kişi, elbette O´ndan en çok sakınan, en takvalı kişi olacaktır. Takvaca en ileri olanlar ise, Allah Teala´nm katında en değerliler arasında yeralacaktır. Bunu da, şu ayet-i kerimede gör­mekteyiz: "Bu böyledir. Kim, Allah´ın muhterem kıldığı işaretlere hürmet edip onları yüceltirse şüphesiz ki bu, kalplerin takvasm-dandır". (Hac/32) O, başka bir ayet-i kerimede de, takva bakımın­dan ileri olanların durumunu haber vererek şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, takva bakımından en ileri olamnızdır". (Hucurat/13)

Sabır, aynı zamanda Ulü´1-azm yani azimet erbabı peygmberle-rin makamıdır. Allah Resulü de (sav), onlara misal olmakla emro-lunmuş ve Allah Teala, kuluna karşı onlarla övünerek şöyle buyur­muştur: "O halde azimet sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret". (Ahkaf/35) Dini bakımdan azimetler, ruhsatlardan daha evladır. Bu babda Süfyan-ı Sevri´nin (ra), Habib b. Ebi Sa-bit´ten şunu naklettiğini rivayet ettik: Müslim el-Battin´e, sabır ve şükürden hangisinin daha üstün olduğu sorulmuştu. Şunu söyledi: Sabır. Şükür ve esenlik ise bize daha sevimli gelir.

Allah Teala´nın "Onlar ki sözü dinlerler sonra da en güzeline uyarlar" (Zümer/18) buyruğunun tefsiriyle ilgili olarak da, ´yani en ağır ve azimeti mucip olanlarına uyarlar denmiştir. Çünkü dünya hayatında helal kılınmış olan birşeyi mubah görüp yapmak Hasen yani güzeldir. Bunlar hususunda zühdü tercih etmek ise Ahsen ya­ni daha güzeldir. Allah Teala, sabrı azim gerektiren işlerden saya­rak şöyle buyurmuştur: "Her kim de sabreder ve affederse, işte bu, hiç şüphesiz azmedilmeğe değer işlerdendir". (Şura/43)

Allah Teala, şükür konusunda kullarını müşterek kılarken sa­bır konusunda kendisini tek kılmıştır. Muhakkak ki, Allah Teala tarafından Zatı´na mahsus olarak zikredilen bir sıfat, kullarla müşterek olan bir sıfattan daha üstündür. O, bu mey anda şöyle bu­yurmuştur: "Bana ve anne babana şükret (diye de tavsiye ettik)". (Lokman/14) Resulü de (sav) de şöyle buyurmuştur: "İnsanlara şükretmeyen, Allah´a da şükretmez".[9] Sabır konusunda ise, kulla­rından hiçbirini Zatı´yla müşterek kılmamış ve onu yalnız kendine mahsus kılarak şöyle buyurmuştur: "Rabbin için sabret". (Müddes-sir/7); "Rabbinin hükmüne sabret". (Tur/48)

Bil ki şükür, sabır mefhumunun muhtevasına dahildir. Sabır, şükürü de cami olan bir mefhumdur. Çünkü bir nimetiyle ilgili ola­rak Rabbine karşı çıkmama hususunda sabır gösteren kişi, aynı za­manda o nimetin şükrünü de ifa etmiş olmaktadır. Aynı şekilde, Rabbine ibadet ve taati noktasında nefsine hakim olarak sabır gös­teren kişi de Rabbinin nimeti karşısında şükür vecibesini ifa etmiş olmaktadır.

Cüneyd-i Bağdadi´ye (ra), şükreden bir zengin ile sabreden bir fakirden hangisinin daha üstün olduğu sorulmuştu. O da şöyle de­di: Ne zengin varlıktan ötürü, ne de fakir yokluktan ötürü övülebi-lir. Her ikisinde de Övgüye layık olan, bulundukları halin şartları­nı hakkıyla yerine getirmeleridir. Zenginin hali, ondaki zenginliğin

nimettlerini tatması ve bunlardan zevk almasıdır ki bu, beşer tabi­atına daha uygundur. Fakirin durumu ise, nefsine acı veren bir sı­kıntı ve darlık içinde olmasıdır. Bunlardan her ikisi de Allah Teala karşısında yapmaları gerekeni yapıyorlarsa, bu durumda sıfatı üzülmek ve acı çekmek olan kişi hal bakımından daha iyidir. Cü-neyd´in (ra) bu babda söyledikleri mealen böyledir.

Ebu´l-Abbas b. Ata ise bu meselede kendisine muhalefet etmiş­tir. Denir ki: Bunun üzerine Cüneyd ona beddua etmiş ve Ebu´l-Ab-bas´m başına gelmedik bela kalmamıştır. Çocukları Öldürülmüş, malı yağmalanmış ve ondört sene boyunca aklını kaybetmiştir. O yollarda divane gibi gezerken, ´Cüneyd´in bedduası beni yaktı´ diye söylenirdi. Neticede zenginliğin fakirlikten üstün olduğuna dair söylediklerinden rücu etmiş ve fakirliği üstün ve şerefli bir hal ola­rak görmeye başlamıştır.

Rivayet edilen bir hadiste de şu ifade geçmektedir: "İçinizde nefsini en iyi tanıyanınız, ona karşı imtihan edildiği şeyi ve kendi­sine karşı nefsinin imtihanını en iyi bilen kişidir". Allah Teala´nın bizi tabi tuttuğu en ağır imtihan, nefsimize olan sevgimiz, onu ta­bi tuttuğu imtihan da bize olan düşmanlığıdır".

Rububiyet sıfatlarına özendiği için Allah´ın düşmanı olduğunu bilerek kendi düşmanıyla mücahede yolunda sabreden kişiden da­ha üstün kimse olur mu? Senin muhabbetiyle onun ise sana düş­manlığıyla imtihan edildiğiniz bir imtihandan daha zor bir imtihan olabilir mi? Siz ki bu durumda Allah Teala´mn muhabbeti uğruna onun sevgisini terkeder ve O´nu razı edebilmek için kendisiyle de­vamlı cihad ederek nefsinizin size olan düşmanlığına göğüs gerip sabredersiniz. Muhakkak ki bu, adaletin zirvesi ve faziletlerin do­ruğudur. Bunu yapabilmenin tek yolu da, Allah Teala´mn inayet ve taltifine, sürekli nazarına mazhar olabilmektir. Çünkü muvaffaki­yet, güç ve sabır ancak O´nun sayesindedir.

Geçmiş alimlerden birine sorulan meşhur meseleye gelince, bu­rada iki kuldan bahsedilmektedir. Kullardan biri bir musibetle im­tihan edildiği vakit buna karşı sabretmiş, diğeri ise kendisine na­sip edilen bir nimet için Rabbine olan şükrünü eda etmiştir.

O alim, her ikisinin de müsavi olduklarını söyledikten sonra se­bebini şöyle beyan etmiştir: Çünkü Allah Teala, biri sabreden diğeri de şükreden iki kulunu da aynı sena ve övgü ile anmıştır. O, Ey-yub Peygamberi (as) vasfederken "Ne güzel kul! Çünkü, hep Allah´a yönelir" (Sad/44) buyurmuş, Süleyman Peygamberi (as) vasfeder­ken de aynı şekilde "Ne güzel kul! Çünkü, hep Allah´a yönelir" (Sad/30) buyurmuştur.

Bize göre bu zatın sözü, anlayışın inceliklerine dair bir gaflet ve Allah Teala´nm kelamının hakikatim düşünme noktasında bir zaaf arz etmektedir. Kanaatimize göre Allah Teala´nm Eyyub´a (as) olan övgüsü, fazilet bakımından Süleyman´a (as) olan övgüsünden daha üstündür. Bu üstünlük de, onüç hususta kendini göstermektedir. Allah Teala, bu onüç husustan sonra Eyyub (as) ile Süleyman´ı (as) iki sıfatta müşterek kılmıştır. O, Eyyub Peygambere (as) onüç fark­lı medh ve senayı mahsus kılarak, kendisine Süleyman´dan (as) üs­tün tutmuştur.

Bunların başında Allah Teala´nm Resulü Mustafa´ya (sav) kar­şı, Eyyub (as) ile övünmesi gelir. O, şu buyruğu ile Eyyub´u şeref­lendirmiş ve kendisini üstün kılmıştır: "Kulumuz Eyyub´u zikret". (Sad/41) Buradaki zikretme emiri, ona uyma ve kendisini örnek al­ma manasmdadır: "Ve azim sahibi peygamberler gibi sabret". (Ah-kaf/35) Ayetin tefsirinde denildi ki: Bunlar, büyük sıkıntı ve belala­ra maruz kalmış peygamberlerdir.

Eyyub Peygamber de (as) bunlardan biridir. Bunlar, makaslar­la kesilmiş, testerelerle lime lime edilmiş insanlardı. Bazılarına gö­re, bunların sayısı yetmişti. Başkaları ise, peygamberlerin ataları ve en faziletlileri sayılan İbrahim (as), İshak (as) ve Yakub (as) pey­gamber olduklarını söylemişlerdir. Bu görüşü teyid eden ayet-i ke­rimeler de şunlardır: "Kitab´da İbrahim´i zikret". (Meryem/41); "El ve göz sahibi kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub´u an". (Sad/45) Burada murad edilen, onların kuvvet ve metanete sahip olup basi­ret ve yakin ehli olduklarıdır.

Allah Teala bilahare Eyyub (as) peygamberi de onların mertebe­sine yükseltmiş ve onu Allah Resulü (sav) için, bir teselli kılmıştır. Daha sonra da O´ndan Eyyub´u anmasını ve misal almasını isteyerek ´Kulumuz´ ifadesini kullanmıştır. Allah Teala, ´Kulumuz´ ifadesini kullanmak suretiyle Eyyub Peygamberi kendi Zatına izafe etmiştir.

O´nun bu izafesi, kendisi için bir tahsis ve yakınlaştırma manası taşır. Çünkü kendi Zatı ile onun arasına mülkiyet ifade eden ´Lam´ harfini koymamıştır. Bu harfi, kullanmamak suretiyle, onu da benzeri olan imtihan ehli kullarına dahil etmiş olmaktadır ki onlar da üstteki ayet-i kerimesinde görülmektedir: "El ve göz sahibi kul­larımız İbrahim, İshak ve Yakub´u an". (Sad/45) Onlar, Allah Tea­la´nm imtihan ehli olan kullarıdır ve O, diğer peygamberlere karşı bu kullarıyla övünerek onların zürriyetlerini de seçilmişler kılmış­tır. Eyyub Peygamberi de, övgünün güzelliği noktasında onlara katmıştır.

Onu anarak ibret alınmasını istemesi de ona yönelen sena-ı ila­hidendir. Allah Teala daha sonra şöyle buyurmuştur: "Bir vakit o, Rabbine şöyle nida etmişti:". (Sad/41) Görüldüğü üzere Allah Tea­la, Eyyub Peygamberi´n yalnız kendisine nida ederek hitabını tah­sis ettiğini haber vermektedir. Eyyub (as) Rabbine hitabında şöyle demektedir: "Bana gerçekten bir dert isabet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin". (Enbiya/83) Görüldüğü üzere Allah Teala onu, yakaran ve münacat eden sıfatında anlatmakta ve Za-tı´nm onun için rahmet sıfatıyla malum olduğunu haber vererek yaşadığı büyük ızdıraba rağmen Zatı´na yönelerek huzur bulup kendisine nida ettiğini ve O´na serzenişte bulunarak O´ndan yar­dım dilediğini haber vermektedir.

Allah Teala Eyyub´un (as) makamını, Musa (as) ve Yunus´un (as) makamlarına benzetmektedir. Çünkü onlar da benzer hallerde şöyle demişlerdir: "Allahım, Seni tenzih ederim. Sana tevbe ettim". (A´raf/143); "Sen´den başka ilah yoktur Allahım, Seni tenzih ede­rim. Muhakkak ki ben zulmedenlerden oldum". (Enbiya/86) Bura­daki hitaplar, müşahededen ve yüzleşmeden doğan hitaplardır.

Allah Teala, Eyyub Peygamberin (as) niyazına icabet ettiğini ve ondaki ve ailesindeki derdi giderdiğini haber vermektedir. O, onun sözünü kudretini tecelli etme vasıtası, hikmetinin cari olma yeri ve icabetini açan kapı olarak bildirmiştir.

Bütün bunlardan sonra şöyle buyurmuştur: "Ve ona bütün aile­sini ve beraberinde bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet olarak bahşettik". (Sad/43) Burada da Eyyub Peygamber´in (as) Süleyman Peygamber´e (as) üstün tutulması sözkonusudur. Çünkü kişinin ai­lesine bahsedilmesi ile ailenin kişiye bahsedilmesi arasında fark vardır. İkincisi övgü bakımından daha yüksek bir mertebededir. Al­lah Teala Süleyman Peygamberle (as) ilgili olarak "Ve Davud´a Sü­leyman´ı bahşettik" (Sad/30) buyurmaktadır. Bu noktadan bakıldı­ğında Eyyub Peygamber´in (as) Süleyman Peygamber´e (as) üstün­lüğü, Musa Peygamber´in (as) Harun´a (as) olan üstünlüğü gibidir.

Allah Teala Musa Peygamber´in (as) kardeşine olan üstünlüğü­nü bildirirken de şöyle buyurmuştur: "Ve ona, rahmetimizin eseri olarak kardeşi Harun´u peygamber olarak bahşettik". (Meryem/53) Allah Teala Davud Peygamberi (as) medhederken de, benzer şekil­de "Ve Davud´a Süleyman´ı bahşettik" (Sad/30) buyurmuştur. O, Musa Peygamber´e (as) kardeşi Harun´u (as) bahşettiği gibi, Davud Peygamber´e de (as) oğlunu bahsetmiştir.

Kendisiyle övünülme ve hatırlanıp ibret alınma noktasında Ey­yub Peygamber´in (as) makamı, Davud Peygamber´in (as) makamı­na benzer. Çünkü Allah Teala, Resulü´ne (sav) Davud Peygamberi (as) anlatırken şöyle buyurmuştur: "Onların söylediklerine sabret ve kulumuz Davud´u hatırla". (Sad/17)

O, Eyyub Peygamberi (as) anlatırken de aynı tavsif ile şöyle bu­yurmuştur: "Kulumuz Eyyub´u hatırla. Bir vakit o, Rabbine şöyle nida etmişti:". (Sad/41) Göi´üldüğü gibi Allah Teala, Eyyub Peygam­beri (as) manevi bakımdan Davud ve Musa Peygamberlere (as) benzetirken, makam bakımından da onların makamına yükselt­miştir. Bu iki Peygamber de, bizim kalplerimizde Süleyman Pey-gamber´den (as) daha üstün bir mevkiiye sahiptirler.

Bütün bunların ışığında Eyyub Peygamber´in (as) makamının, Süleyman Peygamber´in (as) makamından daha üstün olması muh­temel olmaktadır. Şüphesiz Allah Teala´nm sabık ilmi daha doğru­dur. Ancak bizim gönüllerimiz buna daha yakın durmaktadır. Her halükârda en iyisini bilen Allah Teala´dır.

Allah Teala, yukarıdaki ayetinin devamında ´Biz´den bir rahmet olarak´ buyurmaktadır. Böylece onu Zat´mdan sayarak ve kulu ola­rak vasfederek şereflendirmiş ve hürmete değer kılmış olmaktadır. Ardından da ´Ve akıl sahipleri için de bir hatırlatma´ diye buyura­rak, kendisini akıl sahiplerine imam, sabır ve imtihan ehline bir numune, velileri için de sıkıntılara karşı bir ibret ve teselli kılmış olmaktadır.

Allah Teala daha sonra yine kendi Zatı´nı zikrederek şöyle bu­yurmuştur: "Muhakkak ki Biz onu sabırlı bulduk. (Sad/44) Burada da kendisini ikinci kez, Zatı ile birlikte zikretmekte, ismini ismine katarak onu kendisine yakınlaştırmaktadır. Çünkü ´Vecednâ=bul-duk´ fiilinin sonundaki ´Nâ=Biz" zamiri de Allah Teala´nm ism-i ce­hlidir. Aynı fiilin sonuna bitişik olan ´Hu=Onu´ zamiri de, kulu Ey-yub´un (as) ismidir.

Daha sonra ´Sabırlı´ olarak vasfederken de onun metanetini ifa­de buyurarak onun ahlakını kendi ahlakına katmıştır. Ardından da "O ne güzel kul.. Çünkü daima Allah´a yönelir" (Sad/44) buyurmuş­tur. Bu iki sıfatın zikredildiği ayet, Süleyman Peygamber´in (as) se­na ve Övgü bakımından Eyyub Peygamber (as) ile müşterek kılın­dıkları ilk ve sor ayettir. Eyyub Peygamber (as) bunun öncesinde gördüğümüz sıfatlarla ona göre daha fazla övgü ve senaya mazhar kılınmış olmaktadır. Öncesinde yeralan sıfatlar ise, hiçbir şeyin ye­rini dolduramayacağı türden sıfatlardır.

"Kulumuz Eyyub´u da hatırla.." (Sad/41) ayetinden "O ne güzel kul.. Çünkü daima Allah´a yönelir" (Sad/44) ayetine kadar geçen ayetler, anlayış ve beyan ehli nezdinde Rur´an-ı Kerim´in en yüce ayetlerinden birini teşkil ederler. Halbuki Süleyman Peygamber (as) ile ilgili olarak, babası Davud Peygamber´e (as) bahşedilme sin­den sözedilmiştir. Buna göre de o, Davud Peygamber´in (as) hase­natından biri sayılmış olmaktadır. Allah Teala´nm "O ne güzel kul.. Çünkü daima Allah´a yönelir" (Sad/44) buyruğu, Eyyub Peygam­ber´in (as) ilk, orta ve son sıfatını ihtiva ettiği gibi, bütün peygam­berleri de (as) kapsar.

Allah Resulü (sav), bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Pey­gamberler arasında cennete en son girecek olan; krallığının büyük­lüğünden dolayı Süleyman olacaktır. Sahabe arasında en son gire­cek olan ise, zenginliğinden dolayı Abdurrahman b. Avf olacaktır".

Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmaktadır: "Süleyman b. Davud, cennete diğer peygamberlerden kırk güz sonra girecektir". Bu hususla ilgili olarak rivayet edilen hadislerde, cennete ilk gire­nin imtihan ve musibet ehli olacağı, imamlarının ise Eyyub Pey­gamber (as) olacağı bildirilmiştir. Çünkü o, imtihan ehlinin imamı­dır. ´Sabır kapısı dışında, cennetin bütün kapıları iki kanatlıdır.

Onun tek kanadı vardır. Ondan ilk giren de imtihan ehli olacaktır. Bu babda rivayet edilen bütün hadislerde Eyyub Peygamber´in (as) Süleyman Peygambere (as) olan üstünlüğü teyid edilmektedir. Zi­ra o, imtihan ve dert ehlinin imamı, akıl sahipleri için bir ibret ve-öğüt, sıkıntı, musibet ve sabır ehlinin de önderidir.

Yukarıda anlattıklarımız, peygamberlerden bir kısmını diğerle­rinden üstün tutma maksadını gütmemektedir. Çünkü bizler, Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen bir hadis-i şerif ile bundan mene-dilmişizdir: "Peygamberleri birbirlerinden üstün tutmayın".[10] Ama Allah Teala, peygamberlerden bazılarını, bazılarından üstün kıldı­ğını haber vererek şöyle buyurmuştur: "O peygamberlerden bazıla­rını bazısından üstün kıldık". (Bakara/253)

Biz, Kur´an-ı Kerim´deki övgü ve senaların üstünlüğünü izhar ederek Eyyub (as) ve Süleyman (as) kıssalarında tekrar edilen sı­fatların batınını ortaya çıkarmak istedik. Bunu da Kelam-ı İlahi üzerindeki tefekkür ve tedebbürümüzün elverdiği Ölçüde yapmaya çalıştık. Elbetteki işin hakikati Allah Teala´nm sabık ilminde mev­cuttur ve O, her şeyin en iyisini bilen, hikmetçe en ileri olandır. Fa­kat biz, Allah Resulü´nün (sav) şu hadisine özenerek böyle bir istin-bata giriştik: "Kur´an´ı okuyun ve onun garip görünen yerlerini araştırın".

Ayrıca bunda, imtihan ve sabır ehlinin yüceltilmesi, kalplerinin takviye edilmesi, Allah Teala´nm onlar üzerindeki güzel nimetlerin anlatılması, gizli nimetlerinin izhar edilmesi, Kelam-ı İlahi´nin in­celiklerine dikkat çekilmesi, nefs ve dünya konusunda zühdün özendirilmesi, ahiret ve sabra teşvik, misal olmaya en layık olan ve peygamberleri misal alan imtihan ehlinin üstün tutulması sözko-nusudur. Yine bunda, imtihana tabi tutulan kulun, imtihana gös­terdiği sabır, Rabbinin hükmüne gösterdiği rıza ve O´nu razı ede­cek şeye teslimiyeti sebebiyle kendisine nimet verilen ve bu nimet­ler için Rabbine şükreden kuldan üstün tutulması sözkonusudur.

Bilindiği üzere nimetler, beşer tabiatına daha uygun iken, imti­han ve sıkıntılar ona tam ters ve nefs için de hoş olmayan şeyler­dir. Dolayısıyla böyle bir durumdaki kul, nefsine baskı yapmak ve ona meşakkat çektirmek zorunda kalır. Nefsin sevmediği şeyler, kul için daha hayırlı ve daha faziletlidir. Bu da ancak Allah Tea-la´dan gelecek bir sekine sayesinde mümkün olur. Sabretmek için, Allah Teala´nm güç vermesi ve inayetini esirgememesi şarttır: "Sabret, senin sabrın ancak Allah sayesindedir". (Nahl/127) Sabır makamının şerhi de böylece bitmiş oldu. [11]