๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kutul Kulub => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 01 Ocak 2010, 18:12:35



Konu Başlığı: Rica Makamının Şerhi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 01 Ocak 2010, 18:12:35
Rica Makamının Şerhi Ve Rica Ehlinin Sıfatları
Allah Teala buyurdu ki: "Allah kullarına karşı latiftir, dilediğine rızık verir" (Şura/19); "Ey nefisleri hakkında aşırıya kaçan kullarım, Allah´ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah, bü­tün günahları affeder". (Zümer/53) Bize ulaşan bir rivayette Allah Resulü´nün (sav) bu ayetle ilgili olarak "Günahların çokluğunu önemsemez, çünkü O çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir" buyur­duğu bildirilmektedir.

Meşhur hadislerden birinde de Allah Resulü´nün (sav) şöyle bu­yurduğu nakledilir: "Allah Teala kullarından bir topluluğu kabza-sıyia tuttu ve ´Bunlar cennettedir. (Günahlarının çokluğunu) Önem­semem´ buyurdu". Allah en iyi bilendir. Bize göre mana, Allah Tea-la´nın şu kudsi hadisteki buyruğu istikametindedir: "Rahmetim herşeyi kapsadı. Rahmetim o kullarıma dar gelmeyecektir. Onların da cennete girmesini büyüksemem". Dolayısıyla onlar da cennete girerler. Allah Teala onların bütün kötü fiillerini önemsemez.

O, takva ehlini vasfederken şöyle buyurmuştur: "Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman Allah´ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günah­ları da Allah´tan başka kim bağışlayabilir?". (Al-i İmran/135)

Yine O, tevekkül edenleri vasfederken şöyle buyurmuştur: "Yal­nız bazı küçük kusurlar işleyebilirler. Şüphesiz Rabbinin affı geniş­tir". (Necm/32) Allah Teala arşının çevresinde dolanan melekleri haber verirken de şöyle buyurmuştur: "Ve melekler Rablerini hamd ile teşbih eder, yeryüzündekiler için bağışlama dilerler". (Şura/5)

O, cehennem ateşini düşmanları için hazırladığını, dostlarını ise onunla korkuttuğunu haber verirken de şöyle buyurmuştur: "Onların üstlerinden ateşten gölgeler, altlarında da (ateşten) gölge­ler var. İşte Allah kullarını bundan korkutuyor". (Zümer/16) Yine O, Kur´an´ın başka yerlerinde şöyle buyurmaktadır: "Kafirler için hazırlanmış olan ateşten korkun". (Al-i İmran/131); "Ben sizi, alev saçan bir ateşe karşı uyardım. Ona ancak bedbaht kimse girer. O yalanladı ve yüz çevirdi". (Leyl/14-16)

Allah Teala, zulmeden kullarına karşı bağışlayıcılığı hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki Rabbin, zulümlerine rağ­men insanlar için bağış sahibidir". (Ra´d/6)

Rivayete göre Allah Resulü (sav) ümmetine ısrarla mağfiret di­lediği için kendisine "Sana şu ayeti indirdiğim halde hala razı ol­maz mısın: Muhakkak ki Rabbin, zulümlerine rağmen insanlar için bağış sahibidir" diye bir nida gelmiştir.

"Rabbin sana verecek ta ki razı olacaksın" (Duha/5) ayet-i keri­mesinin tefsirinde de şöyle denilmiştir: Hazret-i Muhammed (sav) ümmetinden bir ferdin dahi cehenneme girmesine razı olmayacak­tır. Ebu Cafer Muhammed b. Ali (ra) şöyle derdi: "Siz Iraklılar, Kur´an-ı Kerim´de rica ile ilgili en açık ayetin "Ey nefisleri hakkın­da aşırıya giden kullarım, Allah´ın rahmetinden ümidinizi kesme­yin. Muhakkak ki Allah, bütün günahları affeder". (Zümer/53) aye­ti olduğunu söylüyorsunuz. Biz Ehl-i Beyt ise, Allah´ın Kitabı´nda rica ile ilgili en kuvvetli ayetin "Rabbin sana verecek ta ki razı ola­caksın" (Duha/5) ayeti olduğuna inanırız. Çünkü Allah Teala O´na, ümmeti konusunda kendisini razı etmeyi vaadetmiştir".

Ebu Bürde (ra) babası vasıtasıyla Ebu Musa el-Eş´ari´den (ra) şunu naklet mistir: "Ümmetim, merhamet olunmuş bir ümmettir. Ahirette ona azap edilmeyecektir. Allah onların azabını, dünyada­ki zelzele ve fitnelerde kılmıştır. Kıyamet günü geldiğinde ümme­timden her birine Kitab Ehli´nden bir adam verilecek ve ´İşte bu, cehenneme karşı senin fıdyendir  denilecektir".[27]

Aynı hadisin başka bir rivayetinde ise şu lafız yeralmaktadır: "Bu ümmetten her adam, bir yahudi veya hıristiyan getirerek ´Bu, cehenneme karşı fidyemdir der ve o getirdiği ateşe atılır" lafzı yeralmaktadır. Bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Ateş nöbeti, ce­hennemdendir ve müminlerin cehennem adına kısmetleri odur".

"Allah´ın, Peygamber"! ve onunla beraber iman edenleri utandır­mayacağı günde.." (Tahrim/8) ayet-i kerimesinin tefsiriyle ilgili ola­rak bize şöyle bir rivayet geldi: "Allah Teala vahyetti ki: Ey Mu­hammed, ümmetinin hesabını sana havale etmemi ister misin? O da şu cevabı verdi: Hayır ey Rabbim! Onlar için Sen benden daha hayırlısın. Bunun üzerine Allah Teala: Öyleyse onlar hakkında se­ni utandırmayacağız, buyurdu".

Süfyan-ı Sevri şöyle derdi: Hesabımın kendi anne babama ha­vale edilmesini dahi istemem. Çünkü bilirim ki Allah Teala, bana karşı o ikisinden daha merhametlidir. Seleme b. Verdan vasıtasıy­la Enes b. Malik´ten (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Allah Resulü (sav) ümmetinin günahlarının affedilmesi hususunda Rabbine ni­yazda bulunarak şöyle buyurdu: Ey Rabbim, kötülüklerine başka birinin muttali olmaması için onların hesabını bana havale et. Bu­nun üzerine Allah Teala ona şöyle vahyetti: Onlar senin ümmetin, Benim ise kullarım. Ben onlara karşı senden bile daha merhamet­liyim. Onların hesabını kendim görürüm. Ta ki kötülüklerine ne sen, ne de başkası vakıf olabilsin".

Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hayatım da ölümüm de sizler için hayırdır. Ha­yatta iken size sünnetleri açıklar, gerekli kuralları koyarım. Ölü­mümün hayır oluşuna gelince, o zaman da sizde gördüğüm güzel­likler için Allah´a hamdederim. Kötülüğünüzü gördüğümde ise, siz­ler için Allah Teala´dan mağfiret niyaz ederim". Bir diğer hadiste de şu ifade yeralmaktadır: "Kul günahlarından dolayı tevbe ettiği za­man, Allah Teala meleklerine ve yeryüzünün parçalarına onun gü­nahlarını unutturarak onları iyiliklere çevirir. Ta ki kıyamet günü geldiğinde aleyhinde şahitlik edecek hiçbir şey olmaz".

Denir ki: "Mümin bir günah işlediğinde, Allah Teala aleyhinde şahitlik edememeleri için onu meleklerin bakışlarından gizler". Al­lah Resulü (sav) bir gün "Ey affı kerim olan" diye seslendi. Bunun üzerine Cebrail (as) kendisine şöyle dedi: "Affı kerim olan"m tefsi­rini bilir misin? Onun anlamı şudur: O, günahları rahmetiyle ba­ğışlayarak keremiyle onları iyiliğe döndürür".

Allah Resulü (sav) bir adamın "Allahım, Sen´den nimetin tama­mını niyaz ederim" dediğini duydu ve ona şöyle dedi: "Nimetin ta­mamının ne olduğunu bilir misin?" Adam, "Hayır" deyince şöyle bu­yurdu: "Cennete girmektir".[28]Allah Teala, bizler için din olarak İs­lam´dan razı olmasıyla üzerimizdeki nimetini tamamlamış olduğu­nu haber vermektedir ki bu da cennete girmenin delilidir.

Allah Teala bu manada şöyle buyurmuştur: "Bugün dininizi ke­male erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizler için din olarak İslam´dan razı oldum". (Maide/3) Bu hususta Allah Re­sulü (sav) ile aynı konumu paylaşıyor ve biz de lütfuyla günahları­mızı bağışlaması için Allah´a niyazda bulunuyoruz.

Bir rivayette de şöyle denilmiştir: "Karşılaştığınızda ´Allah Tea­la gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışlasın ve üzerindeki nime­tini tamamlasın´ diyenler ne kadar da azdır!" Ali´den (kv) şu söz nakledilmiştir: "Kim bir günah işler de Allah Teala onu dünya ha­yatında örterse, ahirette o Örtüyü kaldırmayacak kadar kerem sa­hibidir. Kim de bir günah işleyip dünya hayatında günahının ceza­sını çekerse, ahirette kulunun cezasını ikilemeyecek kadar adildir". Bu sözün başka bir lafzında ise şöyle denilmektedir: "Kul dünyada Allah Teala tarafından örtülen hiçbir günah işlemez ki, Allah onu ahirette bağışlamasın".

Selef-i Salih´ten bir zat da şöyle demiştir: "Günah işleyen her kul, Allah Teala´nm huzurunda (=kenf) günah işler. -İnsan için kenf, kucağı ve sinesidir-. Allah hangi kuluna ellerini uzatırsa, onun açı­ğını örtmüş olur. Kimden de çekerse rezil etmiş olur". Denir ki: İş­lediği günahtan dolayı dünyada rezil edilen kimse için bu hal kefa­ret olur ve ondan dolayı ahirette rezil edilmez. Bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Bir kul günah işleyip de Allah´dan mağfiret dile­diği zaman Allah Teala meleklerine şöyle buyurur: ´Kuluma bakın! Bir günah işlediğinde onu bağışlayacak ve silecek bir Rabbinin ol­duğunu biliyor. Sizi şahit tutarım ki günahını bağışladım."

Muhammet! b. Mus´ab´dan şunu naklet mistirler: "Esved b. Sa­lim bana kendi el yazısıyla şunu yazıp göndermişti: Kul nefsine karşı aşırı zorlayıcı olduğunda ellerini kaldırarak dua eder ve şöy­le der: ´Ey Rabbim!´ Melekler onun sesini perdelerler. O ikinci kez´Ey Rabbim!´ dediğinde yine perdelerler. Üçüncü kez ´Ey Rabbim? dediğinde yine perdelerler. Dördüncü kez yine dediğinde Allah Te­ala şöyle buyurur: ´Kulumun sesini duymamam için daha ne kadar perdeleyeceksiniz? Kulum, işlediği günahları Ben´den başka bağış­layacak bir Rabbi olmadığını iyi biliyor. Sizi şahit tutarım ki gü­nahlarını bağışladım".

Bir diğer kudsi hadiste ise Allah Teala´nm şöyle buyurduğu ri­vayet edilmektedir: "Kul, günahları gökyüzüne varıncaya kadar günah işlediğinde bile istiğfar edip Ben´den ricada bulunduğu süre­ce günahlarım bağışlarım". Başka bir hadiste ise Allah Teala´nm şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kulum Bana dünya dolusu günahla bile gelse, Bana hiçbirşeyi ortak koşmadıkça onu dünya dolusu günahı bağışlanmış olarak karşılarım".

Bir başka rivayette ise şöyle buyrulmaktadır: "Kul günah işledi­ği zaman melek altı saat kalem oynatmaz. Eğer günahından dolayı tevbe ve istiğfarda bulunursa o günahı yazmaz. Aksi halde bir gü­nah yazar". Bu hadisin başka bir rivayetinde şu ifade yeralmakta-dır: "Melek onun aleyhine olarak bir günah yazıp kul da bir iyilik iş­lediğinde sağ taraftaki yazıcı melek emri altında olan sol yandaki yazıcıya şöyle der: Kulun bu günahını sil, ben de iyiliğinin katların­dan birini şileyim ve onun için dokuz iyilik yazayım. O melek de bu­nun üzerine kulun işlediği günahı siler". Denir ki: Diğerinin emri altına koymasına rağmen sağ taraftaki meleğin kalbini, sol yanda­ki melekten katlarca fazla merhametle doldurmuştur. Kul bir iyilik yaptığında sağ taraftaki melek sevince boğulur. Denir ki: Bütün me­lekler kulun yaptığı iyilikten sevinç duyarlar. Sağ taraftaki melek de sevincinden dolayı kulun hanesine birçok sevap yazar.

Enes b. Malik´ten (ra) rivayet edilen uzun hadis-i şerifte de şu ifade yeralmaktadır: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Kul bir günah işlediğinde bu günahı defterine yazılır. Bedevi sorar: Tevbe ettiği zaman ne olur? Allah Resulü de ´Defterinden silinir1 buyurur. Bede­vi, ´Aynı günahı tekrar işlediğinde ne olur?´ diye sorar. Allah Resu­lü de, Tine günah yazılır  buyurur. Bedevi, ´Tevbe ettiğinde?´ diye sorar. Allah Resulü de ´Defterinden silinir´ buyurur. Bedevi, ´Ne za­mana kadar ey Allah Resulü?´ diye sorduğunda Allah Resulü (sav) şöyle buyurur: ´Tevbe edip Allah´tan mağfiret dileyinceye kadar.

Kul mağfiret dilemekten bıkmadıkça Allah Teala mağfiret etmek­ten bıkmaz".

Kul bir iyiliğe niyetlendiğinde sağ taraftaki melek, kul onu yap­madan önce bir iyilik olarak deftere yazar. Yaptığında ise on iyilik olarak yazar. Allah Teala da bu iyiliği yedi yüz kat arttırır. Bir gü­naha niyetlendiğinde ise yazılmaz. O günahı işlediğinde sadece bir günah yazılır. Bunun ardından da Allah Teala´nın güzel affı gelir.

"Bir adam Allah Resulü´ne (sav) geldi ve şöyle dedi: ´Ey Allah Resulü, ben (Ramazan) ayı orucu dışında oruç tutmanı. Bu ayın orucuna başka bir oruç eklemem. Beş vakit namaz dışında namaz kılmam ve bu vakitlere başka bir namaz eklemem. Malımda da Al­lah Teala için sadaka verme ve hacca gitme imkanı bulunmamak­tadır. Nafile amel de yapmam. Öldüğüm zaman nerede olurum?´Al­lah Resulü ´Cennette´buyurdu. Bunun üzerine adam, ´Ey Allah Re­sulü, seninle beraber mi?´ diye sordu. O da şöyle buyurdu: ´Evet, kalbini kin ve hasetten, dilini gıybet ve yalandan, gözünü de Al­lah´ın haram kıldığına bakmaktan ve onunla bir müslümanı horla­maktan koruduğun takdirde benimle beraber, şu avuçlarımda cen­nete girersin´ buyurdu".

Enes b. Malik´in rivayet ettiği mezkûr uzun hadiste şu ifade ye-ralmaktadır: "Bedevi, ´Ey Allah Resulü, insanları hesaba çekmeyi kim üstlenecek?´ O da, ´Bizzat Allah Teala üstlenecek´ buyurdu. Bu ce­vap üzerine bedevi tebessüm etti. Allah Resulü, ´Niye güldün ey be­devi?´ diye sordu. Bedevi şöyle dedi:´ Kerem sahibi, kudretli olduğun­da affeder. İhlalleri iyice ölçer. Hesaba çektiğinde de hoşgörülü olur1.

Bunun üzerine Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: ´Doğrudur. Bi­liniz ki, Allah Teala´dan daha fazla kerem sahibi olan yoktur. O, ke­rem sahiplerinin eri büyüğüdür. Allah Resulü (sav) bilahare ´Bede­vi iyi anlamış´ buyurdu. Allah Resulü (sav) aynı hadisin başka bir yerinde ise şöyle buyurmaktadır: "Allah Teala Kabe´ye çok büyük bir değer vermiş ve onu yüceltmiştir. Buna rağmen onda taş üstün­de taş bırakmayıp sonra da yakan bir kişi dahi, Allah´ın velilerin­den birini hafife alanın işlediği kadar ağır bir günah işlemiş olmaz´. Bedevi ´Allah´ın velileri kimlerdir?´ diye sordu. O da, ´Bütün mü­minlerdir. Allah Teala´nın şu buyruğunu duymadın mı? ´Allah iman edenlerin velisidir ve onları karanlıklardan nura çıkarır".

Müfred olarak rivayet edilen bir hadiste Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Mümin Kabe´den daha fa­ziletlidir. Mümin temiz ve güzeldir. Mümin Allah Teala nezdinde meleklerden daha değerlidir". Abdullah b. Anır, Ka´bü´l-ahbar ve Ebu Hüreyre´den (ra) rivayet edilen meşhur bir hadis de şöyledir: "Allah Resulü (sav) Kabe´ye baktı ve şöyle buyurdu: Ne kadar da değerli, ne kadar da yücesin! Müminin hürmeti ise Allah katında senden daha fazladır. Allah Teala, velilerine hizmet gayesiyle evi­nin temizlenmesini onlara verdiği değer sebebiyle peygamberlerine emretmiştir. O Ev de, onlarla şeref kazanmıştır".[29]

Kudsi bir hadiste ise Allah Teala´nm şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Benim bir velimi aşağılayan kimse, Bana savaş aç­mış demektir. Ben de velimin öcünü hem dünya hem de ahirette alırım". Yakub (as) ile ilgili olarak şu haber nakledilmiştir: "Allah Teala ona vahiyde bulunarak şöyle buyurmuştur: ´Seninle Yusufu bu kadar zaman niçin ayırdığımı bilir misin?´Yakub (as) ´Hayır de­di. Allah Teala şöyle buyurdu: ´Kardeşlerine, ´Siz ondan habersiz­ken kurtların onu yemesinden korkarım´ demenden dolayı. Nasıl olur da onun için kurttan korkarsın da Ben´den ricacı olmazsın? Nasıl olur da onların Yusufu unutmalarından korkarak Benim onu korumamı beklemezsin? Sana Ben´den daha çok inayet gösteren bi­ri mi var? Kendimi senin için merhametlilerin en merhametlisi kıl­dım ki Ben´den ricacı olasın. Eğer böyle olmasaydı, kendimi senin için cimrilerin en cimrisi kılardım".

Rica, korkunun tam tersine bir şeye duyulan aşırı isteğe verilen isimdir. Korku ise, bir şeyden duyulan aşırı çekinmeye verilen isimdir. İşte bu nedenledir ki Allah Teala isteği (=tama!) ricanın ye­rine, çekinmeyi de (=hazr) korkunun yerine kullanmıştır. Bunu şu ayet-i kerimelerde görmekteyiz: "Rablerine korku ve tama´ ile dua ederler". (Secde/16); "Ahiretten çekinir ve Rabbinin merhametini rica eder". (Zümer/9) Bu sıfat da müminlerin taşıdıkları sıfatlar­dan, iman ahlakının esaslarmdandır. İman ancak bu sıfat ile sıh­hat bulur. Tıpkı korku sıfatı olmaksızın sıhhat kazanmadığı gibi.

Rica ve ümit, bir kuşun iki kanadından biri durumundadır. Bi­linir ki kuş? ancak iki kanadının yardımıyla uçabilir. Aynı şekilde inandığı Rab´den ricacı olmayan ve O´ndan korkmayan kişi de iman etmiş olmaz. Rica, aynı zamanda Allah Teala´ya karşı hüsnü zan besleme ve O´ndan güzellik ümit etmenin makamlarından biri­dir. İşte bu nedenledir ki Allah Resulü (sav) müminlere şu öğütte bulunmuştur: "Sizden biri yalnız Allah´a karşı hüsnü zan besleye­rek ölsün".[30] Çünkü bir kudsi hadiste Allah Teala´nm şöyle buyur­duğu rivayet edilmiştir: "Ben, kulumun zannettiği yerdeyim. Be­nim hakkında dilediğini zannetsin"[31]

Abdullah b. Mesud (ra) Allah´ın adıyla yemin ederek şöyle der­di: "Kul, Allah hakkında hiçbir hüsnü zanda bulunmaz ki, Allah Te­ala ona bunu vermesin. Çünkü haynın tamamı O´nun elindedir". Yani Allah Teala bir kuluna kendisine karşı hüsnü zan nimetini verdiği zaman, zannettiği şeyi de ona verir. Çünkü onun kendisiy­le ilgili zannını güzel kılan, onun dileğini vermeyi de murad etmiş demektir.

Yusuf b. Esbat´tan nakledildi ki: Süfyan-ı Sevri´nin (ra) Allah Teala´nm "İhsanda bulunun, çünkü Allah ihsan edenleri sever" (Ba­kara/195) ayetinin tefsirini yaparken şöyle dediğini duydum: Al­lah´a karşı hüsnü zan besleyin". Allah Resulü (sav) ölüm döşeğin­deki bir adamı ziyaret etti ve ona ´Nasılsın?´ diye sordu. Adam da, ´Günahlarımdan dolayı korkuyor, Rabbimin rahmetini umuyorum´ dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: ´Böyle bir anda bu ikisi hiçbir kulun kalbinde biraraya gelmez ki Allah Teala umduğunu verip korktuklarından güvende kılmasın".

İşte bu nedenledir ki Ali (kv), aklını kaçırarak tam bir teslimi­yete düşen adama şöyle demiştir: Ey kişi, senin Allah´ın rahmetin­den ümitsizliğin, işlediğin günahlardan daha ağırdır.

Çünkü günahlardan dolayı bunalan kişinin huzur bulduğu Al­lah´ın-rahmetinden ümit kesmek ve günahlarla sınanan bir kulun ümitvâr olduğu Allah´ın merhametinden yeise kapılmak, işlenen o günahlardan daha büyük ve bütün günahlarından daha ağır bir günahtır. Böyle davranan biri, kendi nevasına dayanarak Allah Te­ala´nm rica ve ümide dayanak olan sıfatlarından ayrılarak O´nun zatına kendi kınanmış sıfatıyla hüküm vermiştir. Bu ise, -eğer işlediği günahlar büyük günah türündense- büyük günahlardan daha büyük bir günahtır.


Konu Başlığı: Ynt: Rica Makamının Şerhi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 01 Ocak 2010, 18:17:06
"Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayınız" (Bakara/195) ayet-i kerimesinin tefsirinde şöyle denilmiştir: Burada sözedilen kimse­ler büyük günah işledikten sonra kendilerini tehlikeye atarak tev-be etmeyen ve ´Biz zaten helak olduk, hiçbir amel bize fayda etmez´ diyenlerdir. Müslümanlar, bundan menedilmiştirler. Şu var ki rica makamı kıymetli bir makam ve çok değerli bir hal olup ancak ilim ve haya ehli arasındaki kerem sahiplerine nasip olur.

Bu hal, onlara korku makamından sonra gelen bir hal olup sı­kıntılar karşısında onunla ricacı ve ümitvâr olurlar. Israrla günah işlemeye düşmekten de onunla korunurlar. Korkuyu bilmeyen kim­se, rica ve ümidi bilemez. Korku makamında bulunmayan kimse de, arılık ve sıhhat üzere rica ehlinin makamlarına yükseltilmez. Her kulun rica ve ümidi, korkusunun cihetinden doğar. Ümit edi­len ahlaka dair mükaşefesi ise, kendisine keşfedilen korkutucu sı­fatlardan dolayıdır.

Eğer kul, günah, sebepler ve ayıplar gibi yaratılmış korkutucu­ların makamına konulmuşsa, vaadin gerçekleşmesi, günahlarının bağışlanması ve cennetin teşvikiyle korku makamlarından rica makamlarına yükseltilir. Tabii ki bunlarda birçok güzel sıfat mev­cuttur. İşte kitapları sağdan verilecek olanları bekleyen son budur. Eğer Zatın manalarının müşahedesi noktasında -misal olarak bil­gisizlik, kötü son, gizli tuzak, gizli istidrâc, kudretin ezmesi, kibir ve ceberut hükmü gibi sıfatlardan doğan korkuların makamına ko­nulmuşsa, bu makamlardan da muhabbet ve rıza makamına yük­seltilirler. Bu noktada ise ahlakın özünü, kerem, ihsan, lütuf, şef­kat ve minnet gibi sıfatları ricacı olur.

Rica ehlinin, rica makamlarmdaki şahitliğiyle ilgili olarak bil­diğimiz bütün hakikatleri zikretmemiz doğru olmaz. Bu herşeyden önce müslümanlarm avamı için münasip değildir. Ayrıca fesada karşı dayanma gücü verilmemiş olanları da ifsad edebilir. Dolayı­sıyla bu bilgiler, ancak müminlerin havassı için uygundur. Mümin­lerin havassı bunlara dayanıp sadece bunlara uymadığı için rica­nın hükmünü sadece muhabbetten çıkarır.

Muhabbet ise ancak kalbin korkuyla ıslah olmasından sonra or­taya çıkar. İnsanların çoğu için uygun olan yalnızca korkudur. Tıpki kötü köleler gibi ki onlar, ancak kırbaç ve değnekle yola gelir, ak­si halde kılıçlarla yüzleşirler.

Kulun ricasının sıhhat işareti, ricasında korkunun da gizli ol­masıdır. Çünkü kul, kaybetmekten korktuğu bir şeyi rica ettiği za­man, rica edilen şey onun kalbinde daha büyük bir yere sahip olur ve ona karşı özlemi büyür. Dolayısıyla da rica halinde bile, ricacı olduğu şeyin gerçekleşmemesi yönündeki korkusundan uzaklaşa-maz. Rica, korku sahiplerinin rahatlatılın asıdır. İşte bu nedenledir ki Araplar ricayı korku olarak adlandırmışlardır. Çünkü bu ikisi, birbirlerinden ayrılmayan bir bütün gibidirler.

Arap dilbilimcilerden bir mezhebe göre birşey başka bir şeyin ayrılmaz parçası, sıfatı veya sebebi olduğu zaman, onu onunla ifa­de etmek mümkündür. Örneğin ´Sana ne oluyor da ricacı olmuyor­sun?´ derler ki bu, ´Sana ne oluyor da korkmuyorsun?´ anlamında­dır. Allah Teala´nm "Size ne oluyor ki, Allah´tan bir vakarı ummu­yorsunuz?" (Nuh/13) buyruğu da bu anlamda değerlendirilmiştir. Müfessirler bu ayetin anlamının ´Size ne oluyor da Allah´ın azame­tinden korkmuyorsunuz?´ şeklinde olduğu üzerinde ittifak etmiş­lerdir. "Kim Rabbi ile karşılaşmayı umuyorsa" (Kehf/110) ayetinin iki tefsir şeklinden biri de böyle olup ´O´nunla karşılaşmaktan kor-karsa´ şeklinde anlaşılmaktadır.

Korkunun ricaya göre durumu, günün geceye göre durumuna benzer. Çünkü bu ikisi de sonuç itibarıyla birbirinden ayrılmayan kavramlardır. Dolayısıyla bir günlük sürenin her ikisiyle ifade edil­mesi de caizdir. Mesela üç günü ifade etmek için üç gece denilebil-diği gibi aksi de söylenebilir. Buna örnek olarak Allah Teala´ın şu buyruğunu zikredebiliriz: "Senin mucizen, insanlara üç tam gece konuşmamandır" (Meryem/10)

Allah Teala üç günü, ancak sembol olarak buyurmuştur. Gün, geceden ayrı olmadığı gibi gece de günden ayrı değildir. Allah Tea­la birini bildirerek diğerini de murad etmiş olmaktadır. Çünkü bi­ri diğerine benzetilmekte ve onun kapsamına girmektedir. Ama Al­lah Teala´nm hikmet ve kudreti gereği ve her biri için farklı hü­kümler konmuş olduğu için ayrı ayrı ortaya çıkmaktadırlar. Allah Teala´nm her ikisindeki nimetleri de farklı farklıdır. Gün belirdi­ğinde gece Allah´ın kudretiyle onun içinde kaybolur. Gece ortaya çıktığında ise gün yine O´nun hikmetiyle onun içinde kaybolur. Bu da Allah Teala´nm geceyi gündüze, gündüzü geceye katması ve bi­rini diğerinin üzerine dürmesinin hakikatidir.

Melekûtî manalarıyla korku ve ricanın hakikati de böyledir. Korku zahir olduğu zaman, kul korku sahibi olur ve hakkında kor­kutucu bir sıfatın tecellisini müşahede ettiği için korku hükümleri hakim olur. Bu durumdaki kul, üzerindeki etkisinden dolayı korku sahibi olarak adlandırılır.

Rica ise, korkusunun içine gizlenir. Rica zahir olduğunda ise, ru-bubiyetin ricaya davet eden bir sıfatla tecellisini müşahede ettiği için rica hükümleri hakim olur ve kul, rica ile vasfedilir. Çünkü o an­da kendisine hakim olan hal, rica hali olup korku hali bunun altına girmiş olmaktadır. Zira her ikisi de imanın ayrılmaz sıfatlarıdır.

Bu ikisini bir kuşun iki kanadına benzetmek doğru olur. Korku ile rica arasındaki mümin, iki kanadı arasındaki bir kuş, ya da te­razinin iki kefesi arasındaki dil gibidir. Bu meyanda Mutarrafm şu sözünü zikretmek yerinde olur: "Müminin korkusu ile ricası tartıl-saydı denk gelirlerdi". Ricanın hakikatini bilme ve rica edilen şey hakkındaki isteğin doğruluğu noktasında aslolan budur.

Müminler açısından korku ile ricanın denk oluşunda iki makam sözkonusudur. Bunların üstte olanı, mukarrebun zümresinin ma­kamı olup korkutucu sıfatlarla rica ve ümit edilen ahlakın müşahe­de edilmesi makamıdır, ikincisi ise, kitapları sağ taraflarından ve­rilecek ashab-ı yeminin makamı olup eşsiz hükümlerden ve farklı kısımlardan öğrendikleri makamdır.

Onlar Allah Teala´nm kullarını lütfuyla nimetlendirdiğini ve bunun cebren olmayıp tercihen olduğunu bilirler. Bunu bildikleri için de, nimetin başladığı gibi tamamlanmasını rica ve ümit eder­ler. Firavun´un huzurundaki sihirbazların, iman ettikleri anda Al­lah Teala´nm mağfiretini arzu etmeleri de bu bağlamda ele alınma­lıdır. Onlar Kur´an´da yazılı olduğu gibi şöyle demişlerdi: "Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin bizim ha­talarımızı bağışlayacağını ummaktayız". (Şuara/51) Yani, Allah Te­ala bizi bu mekanda ilk iman edenler kıldığı için, bizi kendisine iman eden kılması sebebiyle günahlarımızı bağışlamasını rica edi­yoruz. Onlar Allah Teala´dan bu affı ümit etmişlerdir.

Allah Teala kendisine nimet verip geri aldıktan sonra bu nime­tin kendisine dönmesinden ümidim kesen kulu kötüleyerek şöyle buyurmuştur: "Andolsun biz insana tarafımızdan bir rahmet tattı­rıp sonra bunu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o, (artık) umu­dunu kesmiş bir nankördür". (Hud/9) Allah Teala daha sonra bu duruma sabrederek kendisine bağlı kalan kullarını bundan müs­tesna tutarak şöyle buyurmuştur: "Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka". (Hud/11)

Lokman´m (as) oğluna şöyle dediği rivayet edilir: "Allah´tan öy­le bir korkuyla kork ki, O´nun tuzağından emin olma. O´ndan öyle bir ricayla ricacı ol ki, korkun daha fazla olsun. Oğlu şöyle demiş­ti: Bunu nasıl başarabilirim? Benim sadece bir kalbim var.

Lokman (as) şu cevabı verdi: Bilmez misin ki mümin iki kalpli gibidir. Biriyle korkarken diğeriyle ümit eder?" Bundan çıkarılan anlam, korku ve ricanın müminin iki sıfatı olduğu ve hiçbir mümi­nin kalbinin bunlardan hali kalamayacağıdır. Bu şekildeki mümin de iki kalpli olacaktır.

Ayrıca şunu da bilmek gerekir ki insanlar dört tabaka üzere ya­ratılmışlardır. Bu tabakalardan her birinde bir zümre yaşar. Bun­lardan biri mümin olarak yaşar ve mümin olarak ölür. Bunların ri­ca ve ümitleri hem kendileri, hem de diğer müminler içindir. Çün­kü Allah Teala onlara lütufta bulunduğu zaman, üzerlerindeki ni­metini tamamlamasını ve nimetini çekip almamasını rica ederler.

İnsanlardan bir zümre de mümin olarak yaşayıp kafir olarak Ölürler. Bunlar hem kendileri hem de başkaları için korku duyar­lar. Çünkü Allah Teala´nın kendileri hakkındaki sabık ilmi gereği olan gaybi hükmünü bilirler.

İnsanların diğer iki zümresi ise, kafir olarak yaşayıp mümin olarak ölenler ve kafir olarak yaşayıp kafir olarak ölenlerdir. Bu iki hüküm, müşrikler için ikinci ricalarını gerektirir. Çünkü onu gör­düklerinde, zahiri görünüme bakarak ümitsizliğe kapılmazlar. Bu ümidin korkusu, kişinin bu hal üzere ölmesi olarak görülen ikinci bir korkudur. Bunun, Allah katında hakikat olması mümkündür.

Müminin bu dört hükmü de bilmesi, ona korku ve rica hallerini birlikte kazandırır. Böylelikle durumu da dengelenmiş olur. Çünkü onun imanı, bu bilgiyle dengelenmiştir. O, insanlar hakkında zahire göre hüküm verirken, insanların vicdanlarını gaybları bilici olan Allah´a havale eder. Hiçbir kul hakkında, zahirine bakarak kesin kötü hükmü vermeyerek, Allah Teala nezdinde onun için gizli olan hayrı rica ve ümit eder. Ne kendisi, ne de başkası için zahire baka­rak iyiliğe hükmetmez. Bilakis Allah katında bir kötülüğün gizlen­miş olmasından korku duyar.

Mükemmel olan hal, kulun kendisi için korku duyarken başka­ları için ümitvâr ve ricacı olmasıdır. Çünkü bu, müminlerin hüsnü zan sahibi olarak ibadet etmelerinden önceki vecdidir. Onlar bu şe­kilde bütün insanlara karşı hüsnü zan besler, kaplerinin selim ol­duğuna hükmederek onlar için bahaneler bulurlar. Gaybi hususla­rı ise, işlerin kendisine döndüğü Allah Teala´ya havale ederler.

Kendileri hakkında ise sürekli kötü zan beslerler. Çünkü kendi sıfatlarını bilir ve bu yüzden kendilerine eleştiri yağdırırlar. Kendi­lerine karşı şefkatli olmak için kötü sıfatlarına ve bahanelere dayan­mazlar. Korku, onlar için kendilerini aklamak olamaz. Bu iki husu­sun aksini taşıyanlar, tuzağa düşerek kendileri hakkında hüsnü zan beslerken başkaları hakkında kötü zanda bulunur ve başkaları için korku duyarken, kendileri için ricacı ve ümitvâr olurlar. Kendileri için bahane bulucu ve gerekçe bulucu olurken, başkaları için kınayı-cı ve eleştirici olurlar. Bu ise münafıkların ahlakmdandır.

Rica ehli için makamlarından bir hal sözkonusudur. Bu hal için de ricalarından bir alamet vardır. Rica edilenin müşahedesi nokta­sında ricanın alameti, amellere devam ve Allah´a güzelce yaklaşa­rak nafile ibadetlere yaklaşmayı hızlandırın ası dır. Çünkü o, Rabbi-ne karşı hüsnü zan sahibidir ve ondan güzellik ümit eder. Allah Te­ala da, kendisinden bir lütuf olarak emrettiği salih amelleri kabul buyurur. O, bunu kendisine vacip olduğu ve ya hakettiğimiz için değil kerem sahibi olduğu için yapar. Yine O, kulunun yaptığı kötü işleri kefaret eder. Bunu da kendinden bir ihsan, lütuf ve bize olan şefkatinden dolayı yapar. Çünkü O, çok yüce ahlak ve gizli lütuflar sahibidir. Bütün bunları, kendisine gerektiği için değil, O´na duyu­lan hüsnü zandan dolayı yapar.

Bu meyanda Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle demiştir: Kim bir günah işler ve bu günahı işleme gücünü Allah´ın verdiğini bilerek O´nun bağışım rica ederse, Allah Teala onun günahını bağışlar. Yine o şöyle demiştir: "Allah Teala bir kavmi ayıplayarak şöyle buyurmuştu: "İşte bu, sizin Rabbiniz hakkındaki zannmızdır. Onu size geri çevi­riyorum". Allah Teala benzeri bir vesilede şöyle buyurmuştur: "Ve kötü bir zan ile zanda bulundunuz da, yıkıma uğramış bir kavim oldunuz". (Fetih/12) Allah Teala´mn bu hitabından çıkarılacak de­lil, güzel zanda bulunanların kurtulanlardan olacağıdır. Bir başka rivayette şöyle denilmektedir: "Kim bir günah işler ve bu onu üzer­se, bağışlanma dilemese dahi günahı bağışlanır".

Yakin makamlarının diğerleri gibi rica makamında da farz ve fazilet olan kısımlar vardır. Kula farz kılınan, Rabbi, Yaratanı, Ma­budu ve Rızık Vereni olan Allah Teala´dan ricacı ve ümitvâr olma­sıdır. Kul bunu, kendi sıfatlarına bakarak değil, Allah Teala´mn lü­tuf ve keremini düşünerek yapmalıdır.

Sehl (ra) şöyle derdi: Kim Allah Teala´dan bir şey rica eder ve kendi nefsiyle yaptığı amellere bakarsa karşılık göremez. Ta ki yal­nız Allah Teala´ya, O´nun lütuf ve keremine bakmcaya kadar. İşte o zaman karşılığı yakinen görür. Hayret o kimseye ki Allah Tea­la´dan bir şey diler, arzular ve ricacı olurken kendi nefsine ve amel­lerine bakar. Böyle biri, ricasında samimi değildir. Çünkü o, kendi yaptıklarına bakmakla Allah´a ortak koşmaktadır. Samimi olmadı­ğı zaman da, tam inanmış olmayacaktır. Allah Teala ise, ancak ka­bul edileceğine yakinen inanan kullarının dua ve amellerini kabul buyurur. Kul, tevhide şahit olup vahdaniyete nazar ettiğinde, ihlas ve yakin sahibi olmuş olur. Bir hadiste de bu husus teyid edilmiş­tir: "Dua ettiğinizde kabule yakinen inanınız. Çünkü Allah Teala ancak yakin sahibinin ve kalpten açık olarak dua edenin duasını kabul eder". Zira Allah Teala tarafından kendisine dua etmekle gö­revlendirilen kişi için Allah Teala bir ibadet kapısı açmış demektir.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: "Dua, ibadetin yarısı­dır. Allah Teala duanın ancak halis olanını kabul eder". Allah Tea­la´mn dua karşılığında verdiği şeylerin en azı, bir hasene olup Al­lah Teala onu da on kattan yediyüz kata kadar arttırmaktadır. Ver­diği şeylerin en üstünü ise, ahiret hayatında onun için bütün dün­yadan daha hayırlı bir gelecek hazırlamasıdır ki orada verilecekle­rin biri dahi onun aklından geçemez. Bu da Allah Teala´dan o kul için güzel bir bakış ve tercihtir: Verdiği karşılıkların ortancası ise, kulun bilmesi halinde geri dönmesinin kendisi için daha önemli ve kendisi için istediği şeyden daha hayırlı olacak bir beladan uzak tu­tulmasıdır.


Konu Başlığı: Ynt: Rica Makamının Şerhi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 01 Ocak 2010, 18:21:02
Allah Resulü (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Dua eden hiç kimse yoktur ki, günaha götüren ve aile bağını kopa­ran bir konu olmadıkça kabulüne yakinen inandığı bir dua etmesin de Allah Teala kendisine şu üçünden birini takdir etmesin: Ya iste­diği hususla ilgili duasını kabul eder. Ya onu bir kötülükten uzak tu­tar. Veya ahirette kendisi için daha hayırlı bir şey hazırlar".[32]

Musa (as) ile ilgili nakledilen haberler arasında onun şu sözü geçmektedir: "Ey Rabbim, yarattıklarından hangisine karşı daha gazaplısmdır? Allah Teala buyurdu ki: Takdirime rıza göstermeyen ve bir işte Bana istihare edip işini görecek kararı ilham etmeme rağmen bundan hoşlanmayandır".

Başka bir haberde ise şu ifade yeralmaktadır: "Ey Rabbim, Sa­na ne en sevimli ve ne de en kızdırıcı gelen nedir? Allah Teala bu­yurdu ki: Benim takdirime rıza göstermek Bana en sevimli gelen­dir. Beni en çok kızdıran ise, kendini övmendir".

Bir hadis-i şerifte Allah Resulü´nün (sav) kendinden öğüt iste­yen bir adama şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Allah Teala´yı senin için takdir ettiği bir şeyle ilgili olarak suçlama"[33]Bir başka hadis-i şerifte ise şu olay nakledilmiştir: "Allah Resulü (sav) gökyüzüne baktı ve gülümsedi. Kendisine bunun sebebi sorulduğu zaman şöy­le buyurdu: Allah Teala´mn mümin için takdir ettiği herşeyde onun için hayır bulunmasına şaştım. Yararlı bir şey takdir ettiğinde mü­min buna rıza gösterir ve bu kendisi için hayır olur. Mümin için za­rarlı bir şey takdir ettiğinde de yine rıza gösterir ve bu kendisi için hayır olur". Allah Teala´ya karşı hüsnüzan içinde olmanın bir şekli de, O´na karşı daima zillet içinde olmaktır. Bu, Allah Teala´ya yöne­lik arzunun gücünü gösterir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmakta­dır: "Allah Teala´ya karşı hüsnüzan sahibi olmak, O´na kulluğun güzelliğindendir".[34]

Allah Teala´nm "Adem, Rabbinden kelimeleri aldı ve Allah da onun tevbesini kabul etti" (Bakara/37) buyruğunun tefsiriyle ilgili olarak da şu nakledilir: "Adem (as) dedi ki: Ey Rabbim, şu işledi­ğim günah kendimden kaynaklanan bir şey miydi, yoksa beni ya­ratmazdan önce Senin ilminde varolup da gerçekleştirdiğin bir şey miydi? Allah Teala buyurdu ki: Benim ilmimde varolup senin için yazdığım bir şeydi. Bunun üzerine Adem (as), ´Öyleyse bana onu takdir ettiğin gibi ondan dolayı da beni bağışla´ dedi. Tefsirde Adem´e (as) verilen kelimelerin işte bunlar olduğu söylenmiştir.

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Allah Teala Kıyamet günü kuluna şöyle buyuracaktır: Çirkin olan nıün-keri gördüğünde onu çirkin görmekten seni meneden nedir? Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: Eğer Allah Teala kuluna delilini telkin etmişse kul şöyle der: Ey Rabbim, ben Sen´den ricacı oldum ve in­sanlardan korktum. Bu cevap üzerine Allah Teala, ´Öyleyse seni ba­ğışladım´ buyurur". Meşhur bir rivayette şu olaya yer verilmiştir: "Bir adam insanlara borç verir, onlara karşı hoşgörülü davranarak zorda olanları bağışlardı. Bu adam hiç bir hayır işlemeden Allah Teala´mn huzuruna çıktı. Allah Teala ona ´Senin dünyada yaptığı­nı Biz daha iyi yaparız´buyurdu ve gerek ricacı oluşu, gerekse Ken­di hakkındaki hüsnüzanm sebebiyle günahlarım bağışladı"[35]

Rica ehli, ricanın faziletleri noktasında farklı derecelere sahip­tirler. Onlar arasında mukarrebun zümresinde bulunanlar, bildik­leri ve marifetleri ona erdiği için, sıfatların manalarının tecellisi, mücalese ve yakınlıkta nasibibin en büyüğünü rica ve ümit ederler. Ashab-ı yeminden olan rica ehli de, O´nun vaadine iman ettikleri için Allah Teala´mn sevabından en büyük payı ve bağışından en bü­yük dilimi rica ve ümit ederler.

Yüreklerin güzel amellerle genişlemesi, bunları kaçırma korku­suyla yapılmasında acele edilmesi ve kabulünün ümid edilmesi de rica babından sayılır. Aynı şekilde kötülükleri terketmek, nefsle mücahedede bulunmak da rica kabilindendir. Çünkü bunlarda va-adedilenin gerçekleşmesi ve merhamet sahibi Hak Teala´ya yakın­laşma ümidi mevcuttur. Söz sahiplerinin en sadığı olan Allah Tea­la bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki iman eden ve Allah yolunda hicret ve cihad edenler var ya, işte onlar Allah´ın rahmetini rica ederler". (Bakara/218)

Allah Resulü (sav) bu ayet-i kerimenin tefsirini yaparken cihad ve hicretle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Muhacir, kötülüğü ter-keden, mücahid de Allah uğruna nefsiyle cihad eden, Mabud´un hizmeti olan namazı ikame eden, gizli-açık, az veya çok malı Allah yolunda sarfeden ve dünya ticaretinin kendisini meşgul etmesine izin vermeyen kimsedir".[36]

Allah Teala, tahkik sahibi rica ehlini vasfederken şöyle buyur­muştur: "Muhakkak ki Allah´ın kitabını okuyan, namazı kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli açık infak edenler, asla zarar etmeyecek bir ticaret umarlar". (Fatır/29)

Gecenin ilerleyen saatlerinde kunut etmek de rica babmdandır. Kunut, teheccüd namazında kıyamı uzatmak ve kalbe dolan endi­şe ve korkulardan dolayı yataklardan uzaklaşıldığmda bolca dua etmektir. Allah Teala işte bu sebeple rica ehlini vasfederken şöyle buyurmuştur: "Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kı­yama durarak gönülden itaat eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini rica eden gibi midir? De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer/9)

Görüldüğü üzere, rica ve sakınma ehliyle gecenin geç saatlerin­de teheccüde kalkanlar ilim sahipleri olarak adlandırılmaktadır. Bu ayetin siyakından çıkarılan bir delil de; Allah Teala´dan kork­mayan ve O´na ricacı olmayan kimsenin ilim sahibi olamayışıdır. Çünkü ayet, anılan iki zümre arasında eşitliği reddetmektedir. Bu; delaletin kafi oluşundan dolayı sıfatlardan birinin zikriyle yetinile-rek haberin hazfedildiği ifade türünün de bir örneğidir.

Rica ve ümit, mukarrebun zümresi nezdinde yakin makamları­nın ilkidir. O, sıddıkların sıfatları arasında da en açık olandır. Şu sıfatlar kendinde toplanmadıkça hiçbir kulun kalbinde kemale erip sahibi tarafından kesin olarak bilinemez: Allah Teala´ya iman; O´nun için hicret etmek; O´nun için cihad etmek, Kur' an okumak; Namaz kılmak; Allah rızası için infak etmek; Gece saatlerinde sec­deye varmak, kıyam etmek ve sakınmak. Rica ehlinin sıfatlarının tamamı olan bu hususlar, aynı zaman da yakin sahiplerinin halle­rinin de ilkini oluşturur.

Bilahare bu noktada uzuvlar ve kalp vasıtasıyla yapılan zahiri ve batini ameller artmaya başlar. Çünkü nurlar, ilimler ve mevcut sıfatlara ilişkin gaybi keşifler artmıştır. Sözü hülasa etmek gere­kirse, korku ve rica, iki ayrı makama götüren iki ayrı yoldur. Kor­ku, ilim makamına götüren alimlerin yolu, rica ise amel ehlinin makamına götüren âmillerin yoludur.

Allah Teala, korkuyla beraber hissettikleri rica ve ümidin kuv­vetinden dolayı rica ehlini salih amellerle birlikte zikretmiştir. Bu, onların ümitlerindeki sadakati olgunlaştırmakta ve bundan duy­dukları büyük sevinci kemale erdirmektedir. Allah Teala bu me-yanda şöyle buyurmaktadır: "Vermekte olduklarım kalpleri ürpere-rek verenler". (Mü´minun/60) Allah Teala, onların vefakarlıklarını ve salih amellerini haber verirken de şöyle buyurmaktadır: "Biz doğrusu daha önce ailemiz için de endişe edip korkanlardık. Şimdi Allah bize lütufta bulundu". (Tur/26-27) Yine O şöyle buyurmakta­dır: "Adaklarını yerine getirir ve bir günden korkarlar" (İnsan/7)

Korku, rica ile çok yakından irtibatlıdır. Ricanın hakikatma eren kişi, rica ve ümit ettiği şeyin engellenmesi korkusuyla müca­dele etmeye başlar. Arap dilbilimciler, "İman etmekte olanlara de ki: Allah´ın onları kazanmakta olduklarıyla cezalandırması için, Al­lah´ın günlerini ümit etmeyenleri (şimdilik) bağışlasınlar" (Casi-ye/14) ayet-i kerimesinin anlamı hakkında şöyle derler: Yani Allah Teala´nm cezalarından korkmayanlar.

Allah Teala rica ehlinden olmayanlar için böylesine bağış tale­binde bulunursa, rica ve ümit ehli olanlar için nasıl bir bağış ve lü­tufta bulunacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.

Bir zat, Allah Teala´nm "Oysa siz, onların ümit etmediklerini Allah´tan ümit ediyorsunuz" (Nisa/104) buyruğunun anlamı hak­kında şöyle demiştir: Yani onların korkmadıkları hususlarda Al­lah´tan korkarsınız. Korku ve rica alimlere göre tek bir şeyi ifade ediyor olmasalardı, hiçbir alim bu kelimelerden birini diğeriyle tef­sir etmezdi.

Halvetlerde Allah Teala´ya ünsiyette bulunmak da ricanın şekil-lerindendir. Allah Teala´ya ünsiyet; alimlere ısınma, evliyaya ya­kınlaşma, hayır ehlinin meclislerini paylaşarak yalnızlıktan kur­tulmak ve öyle kimselerin yanında yürek ferahlığı bulmaktır.

İyilik ve takva üzerinde yardımlaşmanın nefse yönelen ağırlığı­nın kalkması da ricanın şekillerinden biridir. Çünkü bunda amel­lerin tadının alınması, amellerde acele etme, amel sahiplerinin on­lara teşviki, kaçırılmalarından dolayı üzüntü duyma ve idrak etme halinde sevinme gibi hususlar sözkonusudur.

Bu babda Allah Resulü´nden (sav) şöyle bir hadis-i şerif rivayet edilmiştir: "İyiliği kendini sevindiren, kötülüğü de kendini üzen kimse mümindir".[37] Bir diğer hadisinde ise Allah Resulü (sav) şöy­le buyurmaktadır: "Ümmetimin hayırlıları, iyilik yaptıklarında se­vinen, kötülük yaptıklarında ise mağfiret dileyenlerdir".[38]Çünkü mümin; işinde yakini iman, dininde basiret sahibidir.

Korku ve rica, Allah Teala´ya yakini olarak iman eden kimsenin sıfatlarıdır. Böyle biri iyi bir amelde bulunduğu zaman, Allah Tea-la´nın vaadinin doğruluğundan ve vaat sahibinin kereminden dola­yı sevabı kazandığına yakinen inanır. Bir kötülük yaptığında ise onun çirkinliğini yakinen bilerek bundan dolayı Allah Teala´nm ga­zabına uğramaktan korkar. Çünkü o, Allah Teala´nm azap vaadin­den korkmakta ve Vaatte bulunanın ululuğunu iyi bilmektedir.

Müminin Allah´ın taatine girmesi, O´nun muhabbet ve rızası da­iresine girmesidir. Çünkü ilim buna delalet etmektedir. Allah Tea­la´nm dünya hayatındaki rızası böyle olunca, hangi kul O´nun rıza­sından dolayı mutlu olmaz. Kulun masiyet ve günaha girmesi ise, Allah Teala´nm gazab ve hoşlanmayışı dairesine girmesidir. Çünkü ilim buna delalet etmektedir. Bu da mümini üzer. Zira Allah Tea-la´nın kendisine isyan edene bugün gazap etmesi, yarın azap etme­si demektir.

Söz sahiplerinin en doğrusu Hak Teala bu babda şöyle buyur­maktadır: "Allah´ın gazaplanması, elbette sizin kendi nefislerinize gazaplanmanızdan daha büyüktür" (Mümin/10). Ayetin tefsirinde şöyle denilmektedir: Cehennemde yananlar, ateşte bozulan beden­lerine baktıkları zaman kendi kendilerine gazaplanacaklar, o anda kendilerine şöyle nida edilecektir: Allah Teala´nm dünya hayatında emrine uymayanlara olan gazabı, bugün azap içindeki sizlerin ken­dinize yönelik gazabınızdan çok daha büyüktür.


Konu Başlığı: Ynt: Rica Makamının Şerhi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 01 Ocak 2010, 18:30:26
Allah Teala´nm rızası da ahirette sevdiği kullarının cennetlerde nimetlere boğulması şeklinde tezahür edecektir. O´nun dünya ha­yatındaki rızası ise, kullarının O´nun rıza ve itaati dairesinde amel etmeleridir. Bu da, yakin ilmini keşfetmesi istenen kulun bir özel­liğidir. Bu babda, Zeyd el-Hayl´la ilgili şu hadisi zikretmemiz gere­kir: "O, Allah Resulü´ne (sav) ´Sana şunu sormak için geldim: Allah Teala´nm murad ettiği kulla murad etmediği kul hakkındaki ala­meti nedir?´ Allah Resulü (sav) ona ´Nasıl oldun?´ diye sordu. O da şu cevabı verdi: ´Hayrı ve hayır ehlini seven biri oldum. Hayır adı­na bir şeye gücüm yettiğinde ona koşarım ve sevabına yakinen ina­nırım. Hayır adına bir şeyi kaçırdığımda ise onun için üzülür ve öz­lemini hissederim´. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) şöyle buyur­du: ´İşte bu, Allah Teala´nm murad ettiği kuldaki alametidir. Eğer O, senin için ahireti murad etmişse, seni ona hazırlar ve senin han­gi vadide öleceğini umursamaz".

Allah Teala´ya güzellikle yönelmeye devam edip O´na yakar­maktan tad almak, O Karib´in sözlerine güzelce kulak verip O Ha-bib´e karşı zillet ve teslimiyet içinde olmak, güzel bir af ve bol lütuf hususunda O´na karşı hüsnüzan sahibi olmak da rica kapsamına girer. Ariflerden bir zat şöyle demiştir: Tevhidin bir nuru, şirkin ise bir narı/ateşi vardır. Tevhidin nuru, müminin günahlarını yakma noktasında, müşriğin iyiliklerim yakması noktasındaki şirk ateşin­den daha tesirlidir.

Süleyman et-Teymi ölüm döşeğine düşünce oğluna şöyle der: ´Ey oğlum, bana ruhsatlardan sözet, rica ve ümidi sürekli hatırlat ki Rabbim´e hüsnüzan dolu olarak kavuşayım´. Süfyan-ı Sevri de (ra) kendisine ölüm yaklaştığı zaman alimleri çevresine toplamış ve onun için ricacı olmalarım istemiştir. Ahmed b. Hanbel´den de (ra) şu hadise nakledilmiştir: Vefatı yaklaştığı zaman oğluna şöyle demiştir: Bana, içinde rica ve hüsnüzan ifadeleri bulunan hadisle­ri hatırlat.

Rica ve Allah Teala´ya karşı hüsnüzan beslemek, makamların en yücelerinden olmasaydı, sözkonusu alimler, hayatlarının son demlerinde, ölümün eşiğinde ve Mevla´ya kavuşma anında bunları talep etmezlerdi. Onlar bu makamların yüceliğini bildikleri için, hüsnü hatimelerinin bunlarla olmasını istemişlerdir. Onlar hayatlan boyunca Allah Teala´dan hüsnü hatime yani en güzel sonu ni­yaz etmiş kimselerdir.

Rica ve ümidin bu derece yüksek bir öneme sahip olmasından dolayı şöyle denilmiştir: Hayat sürdükçe korku daha faziletlidir. Ölüm yaklaştığında ise rica ve ümit daha faziletlidir. Yahya b. Mu~ az (ra) rica makamları hakkında şöyle derdi: Tevhidle dolu bir sa­at, elli yılın günahını bertaraf ederse, elli yıllık tevhid günahları acaba ne yapar? Ebu Muhammed Sehl (ra) şöyle derdi: Korku, an­cak rica ehline sahih olur. Yine o, bir defasında şöyle demişti: Kor­kanlar dışında bütün alimler mahrumdur. Rica edenler dışında bü­tün korku sahipleri mahrumdur. O, ricayı muhabbet makamları arasında sayardı. Rica, ulema nezdinde muhabbet makamlarının ilkidir. Kul, muhabbet makamında, rica ve hüsnüzanmndaki yük­selmeye paralel olarak yükselebilir.

Allah Resulü (sav) rica hakkında öyle hadisler buyurmuştur ki, bunları müslümanlarm avamına zikretmek doğru olmaz. Ama şu hadisleri zikredebiliriz: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Allah Tea­la rahmetinin büyüklüğünden dolayı cehennem için öyle bir kamçı yaratmıştır ki, bununla kullarını cennete sevkeder". "Ben kulları, onlar aleyhinde kazançlı çıkmak için değil, onların Benim aleyhim­de kazanzçlı çıkmaları için yarattım".

Ata b. Yesartn Ebu Said el-Hudri´den (ra) rivayet ettiği hadis-i şerif ise şöyledir:"Aliah Teala hiçbir şey yaratmamıştır ki ona galip gelecek bir şey yaratmamış ve rahmetini de gazabını aşacak kılmış olmasın". Meşhur bir hadis-i şerif de şöyledir: "Allah Teala, varlık­ları yaratmadan önce kendi üzerine ´Rahmetim gazabımı bastıra­caktır esasını farz kılmıştır"[39]

Muaz b. Cebel (ra) ve Enes b. Malik´ten (ra) rivayet edilen meş­hur hadislerden bazıları da şöyledir: "Kim ´Allah´dan başka ilah yoktur1 derse cennete girer. Kimin son sözü ´Allah´dan başka ilah yoktur1 olursa ona ateş dokunmaz. Kim Allah Teala´ya O!na ortak koşmamış olarak kavuşursa ateş ona haram kılınır. Kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunan da cehenneme girmez".[40]

Başka bir hadiste ise Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Eğer kafir Allah Teala´nm rahmetinin genişliğini bilseydi, hiçkim-se O´nun rahmetinden ümidini kesmezdi".

Allah Teala, mucizelerin gösterilmesinden sonra işlenen günah­ların en büyüklerini dahi güzellikle bağışlayacağına dair şöyle bu­yurmaktadır: "Açık deliller geldikten sonra buzağıyı (ilah) edindi­ler. Biz de bunu affettik". (Nisa/153)

Allah Teala, onlar hakkındaki hükümlerinin kesinliğini ve ira­desinin haklarında cari olduğunu öğreten bir tarzda ifade ettiği in­ce hitabında şöyle buyurmuştur: "Size apaçık belgeler geldikten sonra yine ayağınız kayarsa, bilin ki Allah gerçekten üstündür, hü­küm ve hikmet sahibidir". (Bakara/209) Allah Teala o kadar Aziz ve Üstündür ki O´na ancak kendisiyle ulaşılır.

Hakim yani hüküm sahibidir ve kullarına kendi iradesiyle hük­metmektedir. Allah Teala bundan sonra bütün günahları bağışla­yacak ve hiçbirşeyi önemsemeyecektir. Nitekim alemlere üstün kıl­dığı kimseler hakkında da böyle hükmetmiştir. Bu babda inkar edenlerin sözleri, onlara zarar vermemiştir. Onlar Musa´ya (as) şöyle demişlerdi: "Onların ilahı olduğu gibi bize de bir ilah yap". (A´raf/138) O da kendilerine cevaben şöyle demiştir: "Sizi alemlere üstün kılmışken sizler için Allah´tan başka bir ilah mı arayayım?". (A´raf/140) Harun (as) da kendisine, Teygamberinizin ölümünden sadece otuz yıl geçtikten birbirinizi kılıçla vurmaya başladınız´ di­yen Calut´a işte bu manada ´Sizler de henüz ayaklarınız daki deniz suyu kurumadan Musa´ya (as) ´Onların ilahı olduğu gibi sen de bi­ze bir ilah yap´ demiştiniz´ diyerek karşılıkta bulunmuştur.

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "İnsanla­ra Ilah´mızı anlatırken korkutacak ve soğutacak şekilde konuşma­yın". Başka bir hadis-i şerifinde ise şöyle buyurmaktadır: "Müjde­leyin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın zorlaştırmayın"[41]Allah Re­sulü (sav) müslümanlara vaaz ederken de şöyle buyururdu: "Eğer benim bildiklerimi bilseniz, az güler ve çok ağlardınız".[42]

Cebrail (as), Allah Resulü´ne (sav) indi ve şöyle dedi: "Allah Teala buyurdu ki: Kullarımı niçin ye´se düşürürsün? Bunun üzerine Allah Resulü (sav) insanların arasına çıktı ve onlara rica ve ümidi telkin ederek teşvik etmeye başladı.

Allah Resulü (sav) "Muhakkak ki kıyamet gününün sarsıntısı büyük bir şeydir" (Hac/l) ayet-i kerimesini okuduğu zaman çevre­sindekilere ´Bu günün hangi gün olduğunu bilir misiniz? Bu, Adem´e (as) Kalk ve soyundan ateşe nasip olanları gönder, denile­ceği gündür. Adem (as) ´Kaç tanesini?´ diye sorduğunda kendisine şöyle denilecektir: ´Her 1999 kişi ateşe, bir kişi cennete´ buyurmuş­tu. O gün müslümanlar hep ağlaştılar. İşi gücü bıraktılar. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) halkın arasına çıktı ve ´Size ne oluyor? Sizin diğer ümmetler içindeki sayınız, kara bir öküzün üzerindeki tek bir beyaz bir kıl kadardır".

Meşhur bir hadis-i şerifte ise Allah Resulü (sav) şöyle buyur­maktadır: "Eğer siz günah işlemezseniz, Allah Teala günah işleyen başka bir halk yaratacaktır ki onları bağışlayabilsin". Bu hadisin bir diğer lafzı ise şöyledir: "Sizi götürecek ve ve günah işleyen bir kavim getirerek onları bağışlayacaktır. Muhakkak ki Allah çok ba­ğışlayan ve çok merhametli olandır".[43]

Allah Teala, mağfiret ve merhamet sıfatlarına sahip olduğu için, bu sıfatları izhar edebileceği vaziyeti yaratacaktır. O´nun bu sıfatlar­la nitelenmesi ancak bu şekilde mümkün olabilecektir. Marifet il­minde de bununla ilgili olarak şöyle denilmiştir: Allah Teala´nm her isminde bir sıfatı, her sıfatında da bir fiili sözkonusudur. Marifetin sırrı da bunda gizlidir. Havassın marifeti de burdan çıkar.

İbraKım b. Edhem´den (ra) şöyle bir hadise nakledilmiştir: "Bir gece Kabe´yi tavaf ediyordum. Çok yağmurlu ve çok karanlık bir geceydi. Kapının girişinde durdum ve şöyle dedim: ´Ey Rabbim, be­ni Sana asla karşı gelmeyecek şekilde günahtan uzak tut´. Ka­be´nin içinden bir ses şöyle dedi: Ey İbrahim, sen Ben´den masumi­yet istiyorsun. Bütün mümin kullarım da Ben´den bunu istiyorlar... Eğer onları masum kılarsam, Ben kime lütufta bulunacak,.kimi ba­ğışlayacağım?!". . - -

Hasan el-Basri (ra) şöyle derdi: "Eğer mümin hiç günah işleme-seydi, bir kuş gibi uçardı. Ama Allah Teala onu günahlarla tartaklamıştır". Bir hadiste de Allah Resulü´nun (sav) şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir: "Eğer günah işlemezseniz, başınıza günahlardan daha kötü bir şeyin gelmesinden korkarım. Bunun üzerine ´O ne­dir?´ sorulmuş ve Allah Resulü (sav) ´Övünmedir buyurmuştur". Ye­min olsun ki, övünme azgın nefsin sıfatlarından biridir.

Övünme, bütün amelleri boşa çıkaran bir sıfattır. O, kalbi fiiller arasındaki en büyük günahlardandır. Günahlar ise şehvani nefsin davranışlarmdandır. Şehvetine düşkün bir kulun, nefsi şehvetler­den onuna müptela kılınması, kendisi için nefs sıfatlarından birine müptela kılınmasından daha hayırlıdır ki bu sıfatlara Örnek ola­rak; kibir, övünme, azgınlık, haset, methedilme arzusu ve hatırlan­mayı istemeyi zikredebiliriz. Çünkü bunlarda Rububiyet sıfatları­nın bazı anlamlarıyla iblis ahlakının izleri mevcuttur. İblis de bu sıfatlarından dolayı helak olmuştur. Nefsani şehvetler ise, yaratı­lıştan gelen sıfatlardır. Adem de (as) bu sıfatlardan dolayı Rabbinin emrine karşı gelmiş ve daha sonra Rabbi tarafından seçilerek tev-besi kabul edilmiş ve hidayete ermiştir.

Bişr b. Hars şöyle derdi: "Nefsin övülmeye meyletmesi, onun için günahlardan daha zararlıdır". Yusuf b. Hüseyin kadınsı davra­nan bir erkek gördü ve kendisini aşağılayarak ondan yüz çevirdi. O kişi, ona dönerek şöyle dedi: Sen de mi? Oysa seninki sana yeter. Yusuf adamın sözünden korktu ve ´Ne biliyorsun?´ diye sordu. Adam da şöyle dedi: Çünkü sana göre sen benden çok hayırlısın. Yusuf adamın sözünün maksadım anladı ve tevbe ederek istiğfar­da bulundu.

Arifler zümresinden ricacı bir zat Bakara süresindeki borçla il­gili bir ayet-i kerimeyi okur ve onunla sevinerek mutlu olurdu. O ayeti okudukça rica ve ümidi daha da artardı. Kendisine bu ayet-i kerimede ümidi ve bununla sevinmeyi gerektirecek bir ifade bulun­madığı söylendi. O da, ´Hayır, bu ayette çok büyük bir rica ve ümit mevcuttur´ dedi. Diğerleri ´Nasıl oluyor?´ diye merakla sordular. O şu cevabı verdi: ´Dünyanın tamamı çok azdır. İnsanın oradaki rızkı ise azdan azdır. O´nun rızkından olan bu borç da azdır. Allah Teala buna rağmen borç konusunda ihtiyatlı davranmıştır. Bana bakışın­da ise yumuşak olmuş ve benim borcumu, şahitler ve yazıyla teyid ederek onun hakkında Kitab´mdaki en uzun ayet-i kerimeyi inzal etmiştir. Bu borcu kaçırmak pek önemli değil. Halbuki kendime karşı hiçbir telafide bulunamayacağım ahirette bana layık görece­ği son nasıl olabilir?"

Rica ehlinden bir zat, Allah Teala´mn "Oysa onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah´tan kendileri için açığa çıkmıştır" (Zü-mer/47) buyruğunu okuduğu zaman bununla, Allah Teala´dan dün­yada asla hesap etmediği ihsan, cömertlik ve iyilik nişanelerini ümit ediyordu.

Cüneyd-i Bağdadi şöyle derdi: Allah Teala´mn kereminden bir pınar kaynadığında kötülük edenler bile iyilik sahiplerine katıla­caklardır". Bu anlamda rivayet edilen bir hadis-i şerif de şöyledir: "Allah Teala Kıyamet günü hiçkimsenin aklına gelmeyecek bir ba­ğışta bulunacaktır. Öyle ki iblis bile bu mağfiretten nasiplenebil­mek için rica ve ümidini uzun süre koruyacaktır.

Bir hadis-i şerifte ise Allah Resulü´nun (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Muhakkak ki Allah Teala´mn 99 rahmeti vardır. O, bu dünyada sözkonusu rahmetlerinden yalnız birini iz­har etmiştir ve bütün yarattıkları O´nun bu rahmetiyle merhamet görmektedirler. Anne kendi çocuğuna, hayvan da yavrusuna bu­nunla şefkat göstermektedir. Kıyamet günü geldiğinde bu bir rah­met de, 99 rahmete katılacak ve Allah Teala rahmetinin tamamını yarattıklarına yayacaktır. Bu rahmetlerden her biri gök ve yer kat­larını kaplayacak kadar geniştir. O gün helak olan dışında hiç kim­se Allah Teala sebebiyle helak olmayacaktır".

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Allah Teala kıyamet günü bir kulu için bağışladığı günahı, onu işleyen bütün kulları için bağışla­yacaktır. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Amel edin ve müjdeleyin. Ve bilin ki, hiç kimseyi kendi ameli kurtarmayacaktır".[44]O, başka bir hadisinde de şöyle buyurmaktadır: "Sizden hiçbirini işlediği amel cennete sokmayacağı gibi, cehennemden de kurtaramayacak­tır. Bunun üzerine Sahabe, ´Seni de mi ey Allah Resulü?´ diye sor­dular. Allah Resulü şöyle buyurdu: Evet, Allah Teala rahmeti ve lütfuyla sarmadıkça beni de".[45]

Allah Resulü (sav) başka bir hadisinde ise şöyle buyurmuştur: "Şefaatimi, ümmetimden büyük günah sahiplerine sakladım".[46]Bu hadisin diğer bir lafzı da şöyledir: "Şefaatimin saf ve takva sahipleri için mi olduğunu sanırsınız? Aksine o, kirlenmiş ihlaslılar içindir".[47]

Allah Resulü (sav), Yemen´e vali olarak gönderdiği Muaz ve Ebu Musa´ya (ra) öğütte bulunarak şöyle demişti: "Kolaylaştırın, zorlaş-tırmaym, müjdeleyin nefret ettirmeyin".[48]

Müminlerin Allah Teala´nm keremini, gizli ve açık lütuflarını bilmeleri, onları O´na karşı ümitvar olmaktan uzaklaştırmadığı gi­bi ricadan geri kalmalarına da yol açmaz. O´na karşı besledikleri hüsnüzan da böyle davranmalarına neden olmaz. Aynı zamanda korkuları da aşırı derecede artarak rahmetinden ümitsizliğe kapıl­malarına sebep olmaz. Çünkü müminler, Allah Teala´nm ceberut ve ululuğunu ve herşey bir yana Korkulan olduğu gibi Sevilen olduğu­nu da bilirler.

O´na duydukları sevgi kendilerini O´na ısındırır ve ümit dolu kı­larken, O´ndan duydukları korku da kendilerini sıkar ve endişelen­dirir. Allah Teala´nm ululuğu karşısındaki korkuları bir zevktir. O´nun ululuğu karşısında duydukları sevgiden istifadeleri de böy­ledir. Müminler, korku ve muhabbet makamında mutedildirler. Her ikisini de bilmeleri sayesinde yerlerini sağlamlaştırırlar. Kor­ku telkin eden ve sevilen Allah Teala´nm müşahedesinde istikamet üzeredirler. Bu makam da, yakin ehli ariflerin vasıflarının bulun­duğu makamdır. Bunlar, kemal-ı iman sahiplerini ve yakin ehlinin havassımn seçkinlerini teşkil ederler. Çünkü onlar, Allah Teala´nm tüm sıfatlarında Kamil olduğunu ve sıfatları noktasında O´na hiç­bir eksikliğin uzanmadığını iyi bilirler.

Rahmet, ancak ilmin genişliğindendir. İlim ise güç ve kudretin genişliğidir. Müminler, Allah Teala´nm kelamından duydukları arasında ´O´nun ilim ve kudret sahibi olduğuna ´ (Fatır/44) şahit ol­muşlardır. Yine O şöyle buyurmaktadır: "ilim ve rahmet bakımın­dan herşeyi kuşattın". (Mümin/7) Bazıları da Allah Teala´nm "Rah­metim herşeyi kuşattı" (A´raf/156) buyruğundan, cehennemin boşalacağı anlamını çıkarmışlardır. Onlara göre şey kelimesi bütün var­lıklar için kullanılması nedeniyle cehennemi ve onun dışmdakileri de kapsamaktadır.

Allah Teala bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Onu (rahmet) takva sahiplerine yazacağım". (A´raf/156) Burada rahme­tin hususiyeti ifade edilmektedir. Çünkü Allah Teala onu, ´Yazaca­ğım´ buyruğuyla ifade etmiştir. Rahmetin ise sonu yoktur. Zira o,

Cehennem, eşi görülmemiş ateş ve diğerleri, O´nun azabının özünü ve azabının bütünü teşkil etmezler. Kim böyle zannederse, Allah Teala´yı bilmiyor demektir. Çünkü Allah Teala nimet ve mül­künden ancak kullarının anlayabileceği kadarını izhar ettiği gibi azap ve cezasından da ancak o kadarını açığa çıkarmıştır. İnsanlar gerek nimet, gerekse azap adına O´nun açıkladıkları dışındakilere tahammül edemedikleri için bunları izhar etmesi uygun düşme­miştir. Ayrıca onların kendilerine açıklanandan fazlasını öğrenme­ye çalışmaları da yerinde olmaz. Çünkü Allah Teala´nm nimet ve azabının sonu, O´nun Zatı ile kaim olan mülküyle, kudret ve salta­natının son noktası demektir ki yaratılmışların hiçbiri, bu derece­de bir bilgiye dayanamaz.

Yine bu, O´nun sıfatlarının yüceliği ve sonsuz isimlerinin güzel­liğidir. Gayblardaki bu bilgilerin açıklanma imkanı yoktur. Kudre­tinin nihayeti, ululuğunun sınırı ve saltanatının bitişi olmayan Al­lah Teala, her türlü eksiklikten münezzehtir. Müminler de O´nun "O, hum/yumuş aklık ve mağfiret sahibidir" (İsra/44) buyruğu ile "O, hilm sahibi ve herşeyi bilendir" (Ahzab/51) buyruğunu işittikle­rinde buna şahit olmuşlar ve şunu öğrenmişlerdir: Mağfiret, hilm ve yumuşaklığın genişliğine göredir. Hilm ise, ilmin genişliğine gö­redir. Onlar Hak Teala´nm hilminin büyüklüğünü gördüklerinde O´nun büyük mağfiretini ümit ve rica etmiş, günahları sıkça Örtme­sini gördüklerinde de güzel affını ummuşlardır.

Bu meyanda şöyle denilmiştir: Arş´ı taşımakla görevli Hamele-i Arş melekleri, şu ifadeleri tekrarlarlar: "Allahım ilminden sonra hilmin üzere Seni teşbih ederim. Allahım kudretinden sonra affın üzere Seni teşbih ederim". Arifler zümresindeki rica ehli için, Al­lah´ın kelamını işittiklerinde türlü anlayışlar sözkonusudur. Bu da O´nun sıfatlarının manaları hakkındaki ilimlerinin yüksekliğinden kaynaklanan derin düşüncelerine dayanır.

Her makam sahibi, Kelam-ı îlahi´ye kendi makamından şahit­lik ederken, kendi şahitliğine göre onu dinler. Bunlar arasında en yükseği, sıddıklarm şahitliğidir. Sonra sırasıyla, şehitlerin, salihle-rin ve müminlerin havassmm şahitliği gelir. Bunların hepsi de Al­lah Teala sayesinde O´nun delilini bulur, O´ndan yine O´na nazar ederler. Hepsi de Allah Teala nezdinde farklı derecelere sahiptirler. Allah Teala da yaptıklarını yakından görmektedir. Sehl (ra) şöyle derdi: İhsan sahibi, Allah Teala´nm rahmetinin genişliğinde yaşar. Kötülük sahibi ise, O´nun hilminin genişliğinde yaşar.

O´nun bütün sıfatları kemal üzeredir. Her kim bunlardan bir kısmını diğerleri üstüne tercihe yeltenirse, kendi üstündeki şahit­lik sahiplerinin ilimlerine göre kendi ilmindeki kusurdan dolayı gö­rüşünde hata etmiş olur. Onun için murad edilen makamın, kuvvet sahibi sıddıklarm yoluna henüz ulaşmamış olması da buna neden olmuş olabilir. Bu ise sonuç itibarıyla Hak Teala´ya yakınlık ve uzaklık bakımından onun makamını belirler. Kendisine şahitlik edilen Allah Teala ise, her türlü eksiklik ve tahditten uzaktır.

Korku karşısında ricanın durumu, dini bakımdan azimetler karşısındaki ruhsatların durumuna benzer. Allah Resulü (sav) bu­yurdu ki: "Muhakkak ki Allah Teala, azimetleriyle amel edilmesini istediği gibi ruhsatlarıyla amel edilmesini de ister".[49] Bundan da­ha açık ve daha vurgulayıcı bir lafızda ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Allah Teala, masiyetlerin işlenmesini çirkin gördü­ğü gibi ruhsatlarını kabul etmeyi de sever".

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Muhakkak ki bu Din, çok sağlamdır. Sen ona yumuşaklıkla dal ve nefsini Allah´a kulluktan soğutma. Din´de hayırlısı en kolayıdır". Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Aşırı derinleşenler helak oldular. Aşırıya kaçanlar helak oldular".[50]

Yine O, başka bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Ben, kolay ve hoşgörülü Haniflik ile gönderildim".[51] Allah Resulü (sav) diğer bir hadisinde de şöyle buyurmaktadır: "Kitab Ehli´nin bizim dini­mizde hoşgörü olduğunu bilmelerini isterim". Allah Teala mümin­lerin "Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme" (Bakara/286) ayet-i kerimesindeki isteklerine karşılık vererek "Onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor" (A´raf/157) buyruğuyla arzularını gerçekleştirmiştir.

Bütün bu bilgiler, akıl sahiplerinde rica ve ümidin kuvvet se­beplerini teşkil etmektedir. Nasıl böyle olmasın ki, Allah Teala şu kudsi hadiste de nakledildiği üzere rica ve ümidin hükmünü galip kılmış ve şöyle buyurmuştur: "Ben, cezadan çok rahmet ve affa da­ha yakınını". Bir hadis-i şerifte de Allah Resulü´nün (sav) şöyle bu­yurduğu rivayet edilmektedir: "İnsanlara Rab´lerini anlatırken on­ları korkutacak ve nefislerine ağır gelecek şekilde konuşmayın".

Ali´ye (kv) ait bir söz de şöyledir: "Alim, ancak o kimsedir ki in­sanları Allah´ın rahmetinden yeise düşürmez, Allah´ın tuzağına karşı da güvenlik hissi vermez". Allah Teala Davud´a (as) şöyle vah-yetmiştir: "Ne oldu da tek basmasın? Davud (as), ´Senin için insan­larla arama düşmanlık girdi´ cevabını verir.


Konu Başlığı: Ynt: Rica Makamının Şerhi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 01 Ocak 2010, 18:36:32
Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurdu: ´Bilmez misin ki Be­nim sevgim kullarıma karşı şefkatli olman ve onlara lütufkar ol-mandadır. Seni ancak o zaman velilerim ve dostlarım arasına ya­zarım. Kullarıma sert ve dik nazarla bakma. Kendi ecrini boşa çı­kardığında bile Benim hakkımda şu üç şeyi muhafaza et: Sevdiği­me ihlasla samimi ol. Dünyacılara açıkça muhalefet et. Dinine uy". Davud ve diğer peygamberlerden (as) Allah Teala´nm şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir: "Beni sev, Ben Beni seveni severim. Kullarıma da Beni sevdir. Bunun üzerine peygamber şöyle demek­tedir: ´Ey Rabbim, işte ben Seni ve Seni sevenleri seviyorum. Ama Seni kullarına nasıl sevdirebilirim?´ Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurdu: ´Beni güzellikle an, nimetlerimi ve iyiliklerimi zik­ret. Onlara bunları o kadar çok hatırlat ki, Benimle ilgili ancak gü­zellikleri bilsinler". Yezid er-Rekaşi kanalıyla Enes´ten (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu nakledildi: "Sizlere, peygamber ve şehit olmadıkları halde Allah katında tanındıkları nurdan min­berler üzerindeki yerlerinden dolayı her iki zümre tarafından da gıpta edilen toplulukları haber vereyim mi?´ Sahabe (ra) ´Onlar kimdir?´ diye sordular. Allah Resulü de (sav) şöyle buyurdu: Onlar Allah´ın kullarına Allah´ı, Allah´a da kullarını sevdiren ve yeryü­zünde öğütçüler olarak yürüyenlerdir. Dedik ki: ´Allah Teala´yı kullarına sevdiriyorlar, bu tamam. Ama kullarını Allah Teala´ya nasıl sevdiriyorlar?´ Buyurdu ki: ´Onlara Allah Teala´nın sevdiği şeyleri emreder, O´nun haram kıldıklarından sakındırırlar. İnsan­lar da onlara uydukları zaman Allah Teala tarafından sevilirler".

Eban b. Ayaş uykuda ölümünden sonrasını gördü. O, alimler arasında ruhsatlar ve rica kapıları hakkında en çok hadis nakleden zat idi. Dedi ki: "Rabbim beni huzurunda durdurdu ve şöyle buyur­du: ´Seni Benim hakkımda bu kadar ruhsat nakletmeye sevkeden neydi?´ Dedim ki: ´Ey Rabbim, Seni yarattıklarına sevdirmek iste­dim´. Bunun üzerine Allah Teala, ´Ben de sana mağfiret ettim´ bu­yurdu".

Malik b. Dinar´dan şu hadise nakledilir: "Bir gün Eban ile kar­şılaştı ve ona şöyle dedi: ´Ey Eban, insanlara daha ne kadar ruhsat­ları nakledeceksin?´ Eban şu cevabı verdi:´Ey Ebu Yahya, umarım ki Kıyamet günü Allah Teala´dan öyle bir af göreceksin ki, sevinç­ten şu urbanı parçalayacaksın?"

Tabiun´un seçkinlerinden ve ölümünden sonra insanlarla ko­nuşmuş olan, Rabe´i b. Harraş´m kardeşiyle ilgili şu hadise nakle­dilir: "Kardeşim öldüğü zaman elbisesi üzerine örtüldü. Biz de onu naaşmın üzerine bıraktık. Elbiseyi yüzünden kaldırdı ve doğrula­rak oturdu. Sonra da şöyle dedi: Ben Rabbimle karşılaştım. Beni sevgi ve merhametle karşıladı. Rabbim gazapkâr değildi. Hesap işini zannettiğinizden daha kolay gördüm. Sakın aldanmayın. Haz-ret-i Muhammed (sav) ve ashabı da kendilerine dönmemi bekliyor. Sonra kendini, leğene düşen taş gibi bırakıverdi. Biz de kendisini alarak mezarlığa götürdük ve defnettik.

Bekr b. Süleyman dedi ki: "Vefat ettiği gece Malik merhumu zi­yaret ettik. Kendisine ´Nasılsın?´ diye sorduk. Şöyle dedi: ´Size ne diyeceğimi bilemiyorum. Ancak şunu bilin ki, yarın ahirette Allah Teala´nın affından hesap etmediğiniz kadar fazlasını bulacaksınız.

Biz ayrıldıktan hemen sonra vefat eden merhumun gözlerini ka­pattık ve kendisim defnettik.

Yahya b. Ekseni rüyada görülmüştü. Kendisine, ´Allah Teala sana ne yaptı?´ diye sorulunca şöyle dedi:´Beni huzurunda durdurdu ve şöyle hitap etti: Ey kötülük şeyhi, sen şöyle şöyle yaptın!´Allah bili­yor ya beni bir korku ve titreme sarmıştı. Şöyle dedim: ´Ey Rabbim, ben Senin hakkında böyle bir hadis nakletmedim´ Bunun üzerine Al­lah Teala, ´Peki ne naklettin?´ diye sordu. Ben de, ´Abdürrezzak bize Ma´mer´den, o Zühri´den, o Enes b. Malik´ten o Senin Peygamberin­den, o da Sen´den, yüceler yücesi olan Sen´den nakletti ki: ´Ben kulu­mun zannettiği yerdeyim. Benim hakkımda dilediği gibi zannetsin´. Ben de buna güvenerek Sen´in bana azab etmeyeceğini zannederdim.

Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurdu: ´Peygamber doğru söyledi, Enes doğru söyledi, Zühri doğru söyledi, Ma´mer doğru söy­ledi, Abdürrezzak doğru söyledi ve sen de doğru söyledin´. Sonra önüme perde gerildi, soyundum ve cennet elbiselerim giyerek, cen­net oğlanlarının arasında yürüyüp gittim. Kendi kendime (Bu ne büyük bir sevinç´ dedim".

Bir haberde de şu hadise nakledilmiştir: "İsrailoğullarından bir adam, insanlara dini zorlaştırıyor ve onları Allah´ın rahmeti husu­sunda yeise düşürüyordu. Allah Teala Kıyamet günü ona şöyle bu­yurur: ´Sen kullarımı ye´se düşürdüğün gibi, Bugün de ben seni rahmetimden ye´se düşürüyorum".

Başka bir rivayette ise şu olay nakledilmektedir: "İsrailoğulla­rından iki adam Allah yolunda birleştiler. Bunlardan biri, ibadetle uğraşan bir abid, diğeri ise nefsinde aşırıya kaçan biriydi. Abid olan, diğerini sürekli sakındırır ve caydırıcı konuşurdu. O da abide şöyle derdi: Beni Rabbimle başbaşa bırak. Sen benim üzerime bek­çi olarak mı gönderildin?

Abid bir gün onu büyük günah işlerken gördü. Kendisine hid­detlenerek, ´Allah Teala sana mağfiret etmez´ dedi. Kıyamet günü Allah Teala o suçluya şöyle buyuracaktır: ´Kim Benim rahmetimi kullarımden menedebilir? Sen git, seni bağışladım´. Sonra abide dönerek şöyle buyurur: Sana gelince, cehennemi sana farz kıldım´. Nefsim yed-i kudretinde olana andolsun ki bu abid, Öyle bir kelime söyledi ki, hem dünyasını, hem de ahiretini helak etti".

Bu meyanda şöyle bir rivayet nakledilir: İsrailoğulları arasında kırk yıldır yol kesicilik yapan bir hırsız vardı. İsa (as) onun bölge­sinden geçti. Ardından da İsrail oğullarının abidlerinden ve havari­lerden olan bir kişi geliyordu.

Hırsız kendi kendine şöyle dedi: Allah Teala´ın peygamberi ve yanında da havarisi gelmişler. Eğer yanlarına gidersem, üçüncüleri ben olurum. Sonra havariye yaklaşma niyetiyle aşağı inmeye başla­dı. Havariyi yücelterek kendini düşük görüyor ve kendi kendine, ´Benim gibi biri, böyle abid birinin yanından gidemez´ diyordu.

Havari, onun arkadan geldiğini farketti ve kendi kendine, ´Şu­na bak benim yanımda yürüyor5 diyerek toparlandı ve ilerleyerek İsa (as) ile yanyana yürümeye başladı. Hırsız, ikisinin de arkasın­da kaldı. Bu esnada Allah Teala İsa´ya vahyederek şöyle buyurdu: ´O ikisine de ki, amel etmeye devam etsinler. Ben her ikisinin de geçmiş amellerini boşa çıkardım. Havariye gelince, onun bütün iyi­liklerini kendini beğenmişliğinden dolayı boşa çıkardım. Diğerinin bütün kötülüklerini ise, kendini hakir gördüğü için boşa çıkardım´. İsa (as) da durumu her ikisine bildirdi ve yolculuğunda hırsızı ya­nına alarak onu havarilerinden biri yaptı.

Mesruk b. Ecda´dan şu haber rivayet edilmiştir:

Peygamberlerden biri, secdede iken zorbanın biri boynuna bas­mış ve yerdeki çakılların alnına batmasına sebep olmuştu. Pey­gamber, hiddetle kalkarak ´Defol git, Allah Teala sana asla mağfi­ret etmeyecek´ dedi.

Bunun üzerine Allah Teala kendisine şöyle vahyetti: ´Kullarım hakkında Bana dayatma mı yapıyorsun? Ben onu kesinlikle bağış­ladım´.

İbni Abbas (ra) Allah Resulü´yle (sav) ilgili şu hadiseyi naklet-mistir:

"Allah Resulü (sav) bazan namazdan sonra müşriklere beddua ederdi. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu: "Küfre sapanla­rın ileri gelenlerini kessin, ya da umutları suya düşmüşler olarak onları tepesi aşağı getirsin de geri dönüp gitsinler. Allah´ın onların tevbelerini kabul etmesi veya zalimler olduklarından dolayı ceza­landırması işinden sana birşey (görev ve sorumluluk) düşmez" (Al-i İmran/127-128)

Allah Resulü (sav) bu ayetten sonra onlara beddua etmeyi bıra­karak şöyle demeye başladı: Allah onların hepsini İslam´a iletsin".[52] Rica, ümit ve hüsnüzanna ilişkin rivayetler sayılamayacak ka­dar çoktur. Burada bunların tamamını zikretmek niyetinde değiliz. Azım zikretmek suretiyle çoğunu delillendirmek istedik. Basiret sa­hiplerinin akıllarını biraz olsun uyandırmaya çalıştık. Allah Teala buyurdu ki: "Ey insan, kerem sahibi Rabbine karşı seni gurura ve al­danışa sevkeden nedir?" (İnfitar/6) Görüldüğü gibi kul, aldanış ve gururuna rağmen Rabbinin keremi noktasında uyarılmıştır. Kendi­sinin ne güzel şekilde tesviye edildiğini bilmeyen kula, buna rağmen hatırlatma yapılması da, Allah Teala´nm nimet ve ihsanını gösterir. Dahhak´tan şu söz rivayet edilmiştir: "Hesaba arzedilme anında, kul Rabbine yaklaşır ve Allah Teala şöyle buyurur: ´Ey kulum, yap­tığın işleri sayabilir misin?" Kul da, ´Allahım, Sen olmaksızın ben onları nasıl sayabilirim? Herşeyi kaydedip koruyan Sensin´ der. Al­lah Teala, dünya hayatında işlediği bütün günahları ona saatleriy­le bildirir ve şöyle buyurur: ´Sen ey kulum, sana bildirdiklerimi ve hatırlattıklarımı ikrar et´. Kul da ´Evet Rabbim!´ der. Bunun üzeri­ne Allah Teala şöyle buyurur: ´Dünya hayatında bütün günahlarını Ben Örttüm. Günahların sebebiyle senden bir koku çıkarmadım ve alnına leke sürmedim. Bana olan imanından ve peygamberleri tas­dik etmenden dolayı bugün de onları senin için bağışlıyorum".

Muhammed b. Hanefİyye (ra), babası Ali´den (kv) şunu rivayet etmiştir: -"Öyleyse güzellike hoşgör". (Hicr/85) ayet-i kerimesini kasdederek- bu ayet Allah Resulü´ne (sav) nazil olduğunda şöyle buyurdu: Ey Cebrail, güzellikle hoşgörme nedir? O da şu cevabı verdi: Ey Muhamnıed, sana haksızlık edeni affetmen ve onu azar­layıp kmamamandır. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) ´Ey Cebra­il, öyleyse Allah Teala´nm affettiği kulunu azarlayıp kınamaması daha evladır. Bunun üzerine Cebrail (as) ağladı, Allah Resulü de (sav) onunla beraber ağladı. Allah Teala da Mikail´i (as) yanlarına gönderdi ve selamını bildirerek şu buyruğunu iletmesini istedi: ´Af­fettiğim birini nasıl kınarım? Bu Benim keremime asla yakışmaz". Kerem sahibi Allah Teala´mn teşvik ettiği şeye karşı aşırı arzu­lu olmak da rica ve ümit babmdandır. O´nun hoşgördüğü herşeyde yarışmak da böyledir. Günahlara boğulan ve masiyetlere daldıkça dalan insanların himmeti olarak gündeme gelen bağışlanma ve ik­ram yönündeki rica ve ümitlere gelince, alimlere göre onların bu hali rica ve ümit değildir. Çünkü rica, yakini imanın makamların­dan biridir. Yakini iman sahipleri ise yukarıdaki hale benzeyen hal­lerde bulunmazlar. Zira bunlar, Allah Teala hakkında aldanışa düş­müş, O´ndan gafil kalmış ve O´nun hükümlerini öğrenmemiş kim­selerdir.

Allah Teala bu zihniyette olan, dünya sevgisinde ısrar ederek bundan hoşnut olan ve tüm bunlara rağmen bağışlanmayı ümit eden bir topluluğu azapla tehdit etmiş ve kendilerini ´Hulf olarak adlandırmıştır. ´Hulf ´ise bayağı ve adi insanlar için kullanılan bir sıfattır. Yine onları çok ağır cezalarla tehdit ederek şöyle buyur­muştur: "Onların ardından yerlerine Kitab´a varis olan bir takım ´bayağı kimseler geçti. Bunlar, şu değersiz dünyanın geçici menfa­atini alıyor ve Takında bağışlanacağız´ diyorlar". (A´raf/169)

Ricanın hakikatiyle ilgili haber ve hadisler, aldanış ve gurura kapılanların bu hallerini güçlendirirken günaha yavaş yavaş da­lanları da günahların üzerindeki örtü ve tattığı nimetten dolayı zi­yan bakımından derinleştirmektedir. Öte yandan aynı bilgiler, ih-lasla tevbe edenler için de daha çok sevab, muhlis Allah dostları için gönül huzuru, kerem ve haya sahipleri için mutluluk, arınma ve vefa duygusu taşıyanlar için rahatlık teşkil etmektedir. Onlar bu bilgilerden istifade etmekte, hayaları artarken, kederleri dağıl­makta ve akılları huzur bulmaktadır.

Onların ümit ve hüsnüzanları, korkunun çehresini gizlemeye­cek şekilde ibadetlerde bulunmalarını sağlar. Çünkü korku ve en­dişeler, amellerin birçoğundan alıkoyar. Böylelikle rica ve ümit, ona ehil olanların hayat tarzı haline gelir ve onunla tanınmaya başlarlar. Nitekim Ömer (ra.) Suhayb (ra) için şöyle demiştir: "Eğer Allah´tan korkmazsa, O´na karşı gelmez". Yani korku sebebiyle de­ğil rica ve ümidi sayesinde günahları terkeder. Rica, onun hayat tarzı olmuştur. İşte onlar gerçek rica ve ümit sahipleridir. Onların alametleri de anlattığımız hususlardır. Biz de işte böyleleri için ri­ca ve ümidi gerektiren, safa ehlinin kalplerinde hüsnüzan doğuran vasıtaları zikrettik. Halka karşı ahlak ve davranışları güzelleştirmek, onlar karşı­sında tahammülle sabretmek, güzellikle hoşgörmek ve Allah Tea-la´ya yaklaşmak gayesiyle onlara yumuşak davranmak da ricadan­dır. Bu gaye ile Allah Teala´mn sevabını ümit etme, vaadini gerçek­leştirmesini arzu etme ve Resulü´nün (sav) sünnetine tabi olma ba­bından olarak O´nun ahlakıyla ahlaklanmak da rica ve ümittendir.

Adi arzuları ve azdırıcı şehvetleri terketmek ve bu noktalarda Allah Teala´mn hazırladığı eşsiz nimetlere dayanarak kanaatkar olmak da rica ve ümit babandandır. Humeyd kanalıyla Enes b. Ma-lik´ten fra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Rahman´m arşının karşı­sında bir oda vardır. Cebrail oraya gönderilir. Oraya vardığı zaman Allah Teala´mn huzurunda secdeye kapanır ve şöyle der: Ey Rab-bim, bu odayı kimin için yarattın? Hangi peygamber, hangi sıddık veya hangi şehit için halkettin? Allah Teala da şöyle buyurur: Be­nim arzumu, kendi arzularına tercih edenler için yarattım".

İbadetlerin edası ve güzel tevafuklar da rica babmdandır. Kul, bunlara niyet eder ve kendisine karşı hüsnüzan içinde olması bakı­mından Rabbi´nden ona değerli hibeler ve teşvikler nasip etmesini niyaz eder. Bu meyanda Allah Resulü´nden (sav) şu hadis-i şerif ri­vayet edilmiştir: "Allah Teala´ya dua ettiğinizde, rağbetinizi büyük tutun ve O´ndan Firdevs-i A´lâ´yı isteyin. Çünkü hiçbir şey O´na bü­yük ve ağır gelmez". Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurmak­tadır: "Duayı çoğaltın ve en yüksek dereceleri niyaz edin. Çünkü siz, En cömert ve En büyük kerem sahibinden istemektesiniz".

Konuyla ilgili rivayetlerden birinde ise şu hadise nakledilir: "Abidler zümresinden iki adam vardı. İbadet bakımından eşit dere­cedeydiler. Cennete girdikleri zaman, biri arkadaşından daha üst derecelere yükseltildi. Bunun üzerine diğeri şöyle dedi: Ey Rabbim, bu adam dünyada Sana benden daha fazla ibadet etmiş değildi. Ama Sen onu benim üstümdeki derecelere yükselttin. Bunun üze­rine Allah Teala şöyle buyurdu: O, dünya hayatında Ben´den en üst dereceleri niyaz ederdi. Sen ise, sadece cehennemden kurtulmayı niyaz ederdin. Ben her kula istediğini veririm".

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Bir adam, cehennemden çıkartılarak Allah Teala´mn huzuruna getiri­lir ve O adama sorar: Yerini nasıl buldun? Adam da şöyle der: Ey Rabbim, olabilecek en kötü yer. Bunun üzerine Allah Teala, ´Onu yerine geri götürün´ buyurur. Adam, arkasına bakarak yürümeye başladı. Bunun üzerine Allah Teala, ´Niçin ardına bakıyorsun?´ bu­yurur. Adam da, ´Ey Rabbim, beni çıkarttıktan sonra aynı yere dön­dürmeyeceğini ümit etmiştim´ der. Bu cevap üzerine Allah Teala, ´Onu cennete götürün´ buyurur".

Görüldüğü üzere rica ve ümit, cennete götüren bir yoldur. Aynı şekilde dünya hayatındaki korku da sahibini cennete götüren bir yoldur. Üstte naklettiğimiz hadisin devamında, bir diğerinin hali de aktarılmaktadır: "Diğeri hızla cehenneme doğru uzaklaştı. Bu­nun üzerine Allah Teala niçin böyle yaptığını sorunca adam şu kar­şılığı verdi: ´Ey Rabbim, ben ahirette azabından korktuğum masi-yetin vebalini dünylah Teala, ´Onu da cennete götürün´ buyurdu".

Allah Teala bir topluluğu vasfederken de şöyle buyurmuştur:ada tattım´. Bunun üzerine Al "Onların taptıkları da, ´Hangisi yakındır diyerek Rablerine yaklaş­mak için vesile arıyorlar, O´nun rahmetini umuyor ve azabından korkuyorlar". (İsra/57) Allah Teala, velilerinin kendisine yaklaşma çabalarına ve vesile aramalarına göz yummuştur. Yine O, kendisin­den korkmalarına da göz yummuştur.

Üstteki ayet-i kerimenin kıraat şekillerinden biri, bu buyruğun müşriklerin taptıkları putlar hakkında olmayıp müminlere dönük olduğunu göstermektedir. Talha b. Musarrıfm kıraatine göre Ted´une=ararlar fiili, ´Ted´une=ararsınız´ şeklinde okunmaktadır. Böylelikle müminlerin Allah Teala´ya yaklaşma çabalan da men-dub görülmüş olmaktadır. Nitekim Allah Teala diğer bir ayetinde "Ey iman edenler, Allah´tan korkun ve O´na bir vesile arayın" (Ma-ide/35) buyurmaktadır.

Rica ve ümidin genel hükümleriyle rica ehlinin sıfatları, genel olarak bunlardan ibarettir. Bu hüküm ve sıfatların tümünü birara-da taşıyan müminler, rica ehlinin yüksek derecelerini haketmiş olurlar. Böyle kimseler, Allah katında mukarrebun zümresinde yer alırlar. Kendisinde bu sıfatların bulunduğu kişi de, rica makamla­rından birine sahip olur.

Biliniz ki, yakin makamlarından biri diğerini silmez. Ancak her makamın belli bir derecesi vardır. Kimin müşahede hali kendine baskın çıkarsa, kendisine baskın çıkan hal ile nitelenir ve bunun dışındaki makamları muhafaza etmeye de devam eder. Bu makam­lardan birinin şartına göre amel eden ve bu makamda Allah Tea-la´nm ilgili hükmüne göre hareket eden biri, başka bir makama in­tikal edebilir. Onun önceki makam veya makamları ilmen mevcut iken, yeni konduğu makam fiilen mevcut olur. O da mevcut olanı gizler, çünkü bu onun sırrıdır. İlmen var olanı ise ifade eder, çünkü o makamı aşmıştır ve bu durumu herkes için aşikar olmuştur.

Rica makamı, Allah Teala´nm askerlerinden biri olup bazı abid-lerden çıkarken bazılarından da çıkmaz. Çünkü bazı kalpler tabia­tları gereği yumuşaktır. Bunlar Allah Teala´nm kerem ve ihsanının müşahedesine cevap verir ve ancak ihsan ve in´am muamelesiyle mutmain olurlar. Korkutma ve caydırma gibi etkenlerde bu huzu­ru bulamazlar. Hatta tehdit ve korkutmalar, kalplerini Allah´dan uzaklaştırarak yalnızlığa bile itebilir. Çünkü onların kalbine giden yol, rica ve ümitten geçmektedir. Kalpleri, ancak rica ve ümit ha­linde devreye girmektedir.

Bir hal olarak rica ve ümit, insanın sıhhat ve zenginliğine ben­zer. Bazı insanların kalpleri, ancak bu ikisinin mevcudiyeti duru­munda bir şeye arzu duyar ve o yönde gayretkeş olur. Zenginlik ve sıhhat halinde iken cevval olur ve güzel amellerde bulunurlar.

Nitekim kudsi bir hadiste Allah Teala´nm şöyle buyurduğu riva­yet edilmektedir: "Kullarımdan Öyle kimseler vardır ki, onları an­cak zenginlik İslah eder. Eğer onları yoksullaştınrsam bozulurlar. Kullarımdan Öyle kimseler de vardır ki, bunları ancak sıhhat ıslah eder. Eğer bunlara rahatsızlık verirsem bu onları ifsad eder. Ben de kullarım hakkında herşeyden haberdar olduğum için ilmimle onla­rın durumlarını düzenlerim. Yine kullarımdan öyle kimseler vardır ki, bunları ancak rica ve ümit İslah eder. Bunların kalpleri ancak rica ile istikamet bulur. Amel ve davranışları da ancak hüsnüzan ile güzelleşir". Çünkü bu kimselerin Allah Teala´ya yaklaşma yolu ricadır. Makamları da rica makamıdır. Allah Teala´yı da onunla bi­lirler. Kalbini de ancak rica halinde Allah ile beraber bulur.

Her ne kadar rica Allah Teala´ya götüren bir yol olsa da, korku O´na daha çabuk ulaştıran bir yoldur. Daha çabuk ulaştıran tabii ki daha üstün olandır. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Zenginlik ve sağlık, Allah Teala´ya götüren iki yoldur. Ancak yoksulluk ve bela, ba­na göre O´na daha çabuk götüren iki yoldur. Ve bu ikisi Ötekilerden daha üstündür. Allah Teala muhakkak ki işine Hakim olandır.

Ma´raer, Hasan el-Basri´den (ra) şunu nakletmiştir: İnsanlar, ancak Rableri hakkında besledikleri zanlara göre amel ederler. Mümin, Allah Teala´ya karşı hüsnüzan besler ve bu sebeple güzel amellerde bulunur. Kafir ve münafık ise, Allah Teala hakkında kö­tü zan sahibidir. Ama insanların çoğu bunu bilmez. [53]