> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi  (Okunma Sayısı 4179 defa)
28 Aralık 2009, 16:53:01
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 28 Aralık 2009, 16:53:01 »





Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi


Bu fasılda nefis muhasebesini ve vakitlere riayet edilmesini anla­tacağız.

Allah Teala buyurdu ki:
"Biz Kıyamet günü için adalet terazile­ri koruz da hiçbir nefse zerrece zulmedilmez. Bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir teraziye koruz. Hesap görücü olarak Biz yeteriz". (Enbiya/47) Ayetteki

Ebu Bekir (ra) vefatı yaklaştığında Ömer´e (ra) şöyle vasiyet et­mişti:
Muhakkak ki Hak, ağır ve ağırlığıyla beraber kolaydır. Batıl da hafif, ama hafifliğiyle beraber zorludur. Allah Teala´nm da gün­düz olan ama gece kabul etmediği bir hakkı, gece olan lakin gün­düz kabul etmediği bir hakkı vardır. Eğer bütün insanlara adil dav­ranıp sadece birine zulmetsen bundan sonra zulmün artar. Eğer şu vasiyetimi korursan, hiçbir şey sana Ölüm kadar sevimli gelmez ve ölüm bir gün seni bulacaktır. Eğer bu vasiyetimi zayi edersen, hiç­bir şey sana ölüm kadar nefret ettirici gelmez ama sen de onu aciz bırakamazsın!

Ömer (ra) daima şöyle derdi: Nefislerinizi, siz hesaba çekilme­den önce muhasebe edin. Onları siz tartılmadan önce tartın. Sonra da nefislerinizi Allah Teala´nm karşısında olacak büyük sunuşa hazırlayın. O gün Allah´a sunulcaksmız ve hiçbir şeyiniz gizli kalma­yacak!

Ahirette hesabı hafif olanlar, dünyada iken nefislerini daima muhasebe eden bir topluluktur. Tartıları ağır gelecek olanlar da, dünyada iken sürekli kendilerini tartanlar olacaktır. O gün gerçek ve kusursuz tartı konacak ve sadece hakta olanların kefesi ağır ba­sacaktır. Nefs muhasebesi, Vera´ yani Allah korkusuyla olur. Tart­ma ise, yakini müşahede etme ile hasıl olur. Büyük sunuş için ha­zırlanma ise, Melik-i Ekber olan Allah Teala´mn korkusuyla hasıl olur ki zühdün özü de budur.

Allah Resulü (sav) Ebu Zerr´e (ra) vasiyette bulunarak şöyle de­miştir: "Nerede olursan ol, Allah´tan kork. Kötülüğü iyilikle takip ettir ki onun izini silsin. İnsanlara güzel ahlak ile davran".[93]

Bu vasiyetin benzerini Allah Teala´nm yüce Kitabı´nda da gör­mekteyiz. O, kullarına buyurdu ki:"Andolsun Biz, sizden önce Ki-tab verilenlere ve size de ´Allah´tan korkunuz´ diye vasiyet ettik" (Nisa/131) Allah Resulü´nün (sav) vasiyetinin ikinci kısmını ise şu ayette görmekteyiz: "Ve kötülüğü iyilikle savarlar". (Kasas/54) ya­ni, hata ile yaptıkları bir kötülüğün ardından hemen iyilik yaparak ona kefaret olmasını umarlar. Vasiyetinin üçüncü kısmını ise şu ayette görmekteyiz: "İnsanlara güzel söz söyleyin". (Bakara/83)

Allah Teala, salih kullarına yaptığı vasiyetinde üç vasfı haber vermektedir:
"Muhakkak ki insan ziyandadır". (Asr/2) Yani, hüs­randa, vakitlerinin sürekli geçmesinden ve yapacağı kazançlardan mahrum olmasından dolayı kayıptadır. Daha sonra bundan istis­naya giderek şöyle buyurmuştur: "Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve ve sabrı tavsiye edenler hariç". (Asr/3) Üçüncü vasıf ise şu ayet-i kerimede bildirilmektedir: "Birbirlerine merha­meti tavsiye edenler". (Beled/17) Hevalara muhalefet ederek hakka tabi olmakta kul için salah ve kurtuluş vardır. Halbuki, hevaya tes­lim olmada, kul için fesad ve hüsran vardır. Sabr, amelin temelidir. Kulun kazancının mikdarı da ona göre ölçülür.

Mahlukata gösterilecek merhamet, Hâlık´dan gelecek merha­met için bir kapı ve güzel ahlâk için bir anahtar gibidir. Hüsnü zan ve kalp selameti de onunla birlikte gelir. İşte o noktada; hased vekin ortadan kalkarak yerini tevazu ve Hak yolunda zillet alır. Al­lah Teala´nm, Resulü´ne (sav) arkadaşlık etmek için seçtiği Asha-bı´nm (ra) vasıfları da aynen böyleydi ve Allah Teala onlara Sekine indirerek, kendilerini Ruh´u ile destekledi ve haklarında şöyle bu­yurdu: "Kendi aralarında çok merhametlidirler". (Feth/29). Allah Teala, merhametin özü ve hakikati hakkında da şöyle buyurmak­tadır: "Onlara merhametle tevazu kanadım ger". (İsra/24)

Allah Teala, Resulü´nün (sav) dostlarını anlatırken bir de şöyle buyurmuştur
: "Müminlere karşı mütevazıdırlar". (Maide/54) İşte bu üç sıfat, kalp rikkatinin anahtarları, kalp kasvetinin mühürleri mesabesindedir. Kalbin rikkatmda (=yumuşak ve ince oluşunda); Allah Teala´ya ve ahir et yurduna yönelme, O´nun emirlerine karşı teyakkuz halinde olma, cennet ve cehennemle vaad ve tehditleri üzerinde tefekkür etme vardır. Kalbin kasavetinde (^katılığında) ise; yüz çevirme ve daimi gaflet vardır.

Nefis muhasebesi vera´ ile, nefsin tartılması ayne´l-yakin´i mü­şahede ile, büyük sunuşa hazırlık ise, Melik-i Ekber korkusuyla olur. Zühdün hakikati ve ruhu budur. Ali´den (kv) şu söz rivayet edilmiştir: İnsanı, kaçırmayacağı bir şeyi yakalaması sevindirir­ken, yakalayamayacağı bir şeyi kaçırması üzer. Sana dünyadan ge­lene sakın fazla sevinme ve kaybettiğin dünyalık için de sakın üzülme. Sevincin, yaptığın güzel ameller, hüznün ise yapamadıkla­rın için olsun. Meşguliyetin ahiretin için, tasan ise ölümden sonra­sı için olsun!

Yine Ali (kv) şöyle demektedir:
Heva, körlüğün ortağıdır. Şaşkın­lık anında durmak, tevfik-i ilahidendir. Dünyevi tasayı kovan şeyle­rin en güzeli, yakini imandır. Yalanın akıbeti, muhakkak kötülen-mektir. Doğrulukta ise selamet vardır. Nice uzak olan vardır ki, ya-kındakinden daha yakındır. Sevdiği olmayan kimse garibdir. Dost ise, kişinin gıyabında dost ve sadık olandır. Kötü zan, seni dosttan mahrum etmesin. İkramseverlik ve alçakgönüllülük ne kadar da güzel bir ahlaktır. Haya, her türlü güzelliğe götüren yoldur. Kulpla­rın en sağlamı, takvadır. Sarıldığın sebeplerin en sağlamı da, Allah ile arandaki sebeptir. Dünyada sana en çok yarayan, ahiretteki yu­vanı İslah edebileceğin şeydir. Rızık da iki türlüdür. Biri senin ara­dığın rızık, diğeri ise seni arayan rızıktır. Sen ona gitmesen de o sana gelecektir. Eğer ellerinin arasından yokettiklerine sızlanıyorsan, bari sana henüz gelmemiş olanlar için sızlanma. Olana bakarak, henüz olmamış olanı gör. Çünkü işler, birbirlerine benzer.

Abdullah b. Abbas (ra) şöyle derdi: Her şeyin bir afeti vardır. İl­min afeti unutmak, ibadetin afeti tembellik, aklın afeti Övünme, ha­lin afeti hayırsızlık, ticaretin afeti yalan, cömertliğin afeti saçıp sa­vurma, güzelliğin afeti kibir ve İslâm´ın afeti nevadır. Allah Resulü de (sav) şöyle buyurur: "Ümmetimin afeti dinar ve dirhemdir[94]Ve-bere es-Sülemi, Mücahid´in şu sözünü rivayet etmiştir: İbni Abbas (ra) bana beş şey tavsiye etti ve bunların iyi incelenmiş dirhemden ve saflaştınlmış altından daha güzel olduğunu teyid ederek şöyle dedi: Seni ilgilendirmeyen bir konuda asla konuşma. Çünkü bu, se­nin esenliğine daha yakındır. Kendini asla hatadan emin sanma. Seni ilgilendiren bir konuda, yeri gelinceye kadar asla konuşma. Kendini ilgilendiren bir konuda konuşan nice kimseler vardır ki, sö­zü yerine koyamazlar da tepkiyle karşılaşırlar. Hilim sahibiyle ve kendini bilmezle münazara etme. Hilim sahibi seni altüst edebilir, kendini bilmez de canını yakabilir. Bir kardeşin senden ayrıldığın­da, sen ondan ayrıldığında seni nasıl anmasını istersen sen de onu öyle an. Ona istediğini bağışla ki, o da sana onu bağışlasın. Bir şey yapacağın zaman, iyilik yaptığında mükafaat, kötülük yaptığında ise ceza göreceğini iyi bilen bir adam gibi davran.

İbni Abbas´m (ra), oğlu Abdullah´a vasiyeti ise şöyledir:
Ey oğul, bu adamın seni bir çok yaşlıdan üstün tuttuğunu ve sana çok değer verdiğini görüyorum. Benim için şu hasletleri iyi muhafaza et! Bu adamın bir sırrını dahi ifşa etme. Bir emrine dahi baş kaldırma. Onun yanında kimsenin gıybetini yapma. O da senden bir ihanet görmesin. Senden bir yalana şahit olmasın! İbni Abbas´m (ra) bu vasiyeti, iki değişik rivayetle bize ulaşmış olup biri diğeriyle çakış­maktadır. Diğer rivayette şöyle bir lafız mevcuttur: Şa´bi´ye dedim ki: Bu tavsiyelerin her biri, bin tavsiyeden daha hayırlıdır. Diğer ri­vayette ise ´Her biri onbin tavsiyeden hayırlıdır denilmiştir.

Yusuf b. Esbat da (ra) şöyle demiştir:
Üç şey vardır ki, bunları taşıyan kimsenin imanı kemale ermiş demektir: Kişi bir şeye razı olduğunda, rızasının onu batıla götürmemesi; Bir şeye kızdığında,kızgınlığının onu haktan çıkarmaması ve gücü yettiğinde, sadece hakkı olanı alması.

Bir ravi zincirinden müsned olarak şöyle bir söz rivayet edilmiş­tir: Serî b. el-Muğalles şöyle dedi: Üç şey vardır ki yakini iman bun­larla belli olur: Helake sebep olacak mevkilerde hakkı ayakta tut­mak; Bela geldiği zaman Allah Teala´nm emrine teslim olmak ve nimet gittiğinde Allah´ın kazasına rıza göstermek. Bunların şerrin­den Allah´a sığınırız.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi
« Posted on: 29 Mart 2024, 13:30:58 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi rüya tabiri,Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi mekke canlı, Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi kabe canlı yayın, Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi Üç boyutlu kuran oku Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi kuran ı kerim, Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi peygamber kıssaları,Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesi ilitam ders soruları, Nefis Muhasebesi Ve Vakitlere Riayet Edilmesiönlisans arapça,
Logged
28 Aralık 2009, 17:01:50
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 28 Aralık 2009, 17:01:50 »

Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: Üç şey vardır ki, bunlar olan kişinin imanı kemal bulur: Allah´ın diniyle il­gili olarak hiç bir kmayıcınm kınamasından korkmamak; Amelinin hiç bir kısmında riyakarlık etmemek; Biri dünya diğeri ahiret için olan iki durumla karşılaştığında ahireti dünyaya tercih etmek". Yi­ne Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen meşhur bir hadiste şöyle buyrulm akta dır: "Üç şey vardır ki kurtarıcıdırlar. Üç şey de vardır ki helak edicidirler. Kurtarıcılar şunlardır: Gizli ve açık hallerde Allah´tan korkmak; Hoşnutluk ve kızgınlık hallerinde adaletli ko­nuşmak; Zenginlikte ve yoksullukta kanaatkar olmak. Helak edici­ler ise şunlardır: İtaat edilen bir cimrilik; Tabi olunan bir heva; Ki­şinin kendisine hayran olması".

Bir başka hadiste ise şöyle denilmektedir: "Kerem sahibi olmak takva, şereflilik tevazu, zenginlik ise yakini imandır". Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edil­mektedir: "İman çıplaktır. Onun elbisesi takva, zineti haya, seme­resi ise ilimdir". Ammar´m (ra) Allah Resulü´ne (sav) isnad ettiği hadisinde ise şöyle buyrulmaktadır: "Vaiz olarak ölüm, ilim olarak Allah korkusu, yakin olarak zenginlik, ibadet olarak da meşguliyet yeter".

Hatiplerin serdarı, hatipler hatibi, bilgeler bilgesi Allah Resu­lü´nün (sav) meşhur veda hutbesinde söylediklerinden şunları ak­tarmayı uygun görüyoruz. Bilinir ki O´nun bu hutbedeki sözleri, kı­sa ama özlü sözler olup, vaaz, ibret alma, tefekkür etme ve zühde teşvik etme noktasında emsalsiz bir hitabet örneğidir. Söylediği her kelime, taşıdığı anlam ile tam bir uyum içerisindedir. İban b. Ayyaş (ra) Enes b. Malik´ten (ra) nakleder ki Allah Resulü (sav), de­vesinin üzerinden hitab ederek şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Şu dünyada ölüm sanki bizden başkasına yazılmış, hak sanki bizden başkasına farz kılınmış?! Az önce teşyi etmemizden sonra sefer eden şu ölüler, sanki bize geri döneceklermiş gibi kabir­ler hazırlıyor ve miraslarını yiyorken kendimizi ebediler mi sanıyo­ruz. Onların gitmesinden sonra alınacak türlü türlü ibreti unutuyor, kapımızı çalacak her türlü tehlikeden eminmişiz gibi davranıyoruz. Kendi kusuruyla uğraşmaktan başkalarının kusurlarına zamanı kalmayan, haramdan kazanmadığını Allah yolunda harcayan, teva­zu ve alçakgönüllük sahiplerine merhamet eden, hikmet ve fıkıh eh­li ile içice olanlara ne mutlu! Nefsini zelil kılan, ahlakı güzel olan, kalbi salah bulan ve şerrini insanlardan uzak tutanlara ne mutlu! İl­miyle amel eden, malının fazlasını infak eden, sözünün fazlasıyla tu­tan, sünnetle genişleyip bidate yer vermeyenlere ne mutlu!".

Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen başka bir hadis ise, yu­karıda dağınık olarak yeralan tavsiye ve fikirleri toplu alarak, la­fız ve mana bakımından kısa olarak ihtiva etmektedir. Allah Resu­lü (sav) bu özlü hadisinde şöyle buyurmaktadır
: "Kişinin islamının güzelliği, kendisini ilgilendirmeyen şeyi terketmesidir"[95]

Kulun, yapması emredilen bir farz, yapması hoş görülen bir fa­zilet ve ihtiyacı olan bir mubah dışında bir şeyle uğraşmaması, kendisini ilgilendirmeyen şeyi terketmesidir. Başka bir hadiste ise, kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyi terketmesi "Vera´ın yarısı" ola­rak bildirilmektedir.

Allah Resulü (sav) başka bir hadisinde ise şöyle buyurmaktadır
: "Senin şüphelediren şeyi bırakarak şüphelendirmeyene sarıl. Kö­tülük, kalplerin komşusudur"[96]Bu hadisin anlamı şudur: Hakkın­da kuşkuya düştüğün söz veya fiili terket. Çünkü bu davranışında senin için bir ganimet veya bir selamet vardır. Bunlar sayesinde de kesin bir fazilete nail olur veya onunla selamete erersin. Kalbine bulanık gelen ve içinde huzursuzluk doğuran şeyden de uaak dur, çünkü ne kadar gizli ve belirsiz olsa da onda bir günah ve kötülük

sö zkonusudur.

Allah Resulü (sav), Rabbinin velilerini vasfedişi gibi, bir hadisin­de müminlerin vasıflarını anlatmıştır. "Bir gün ashabının (ra) arasında oturmaktaydı. Neden sonra´secdeye kapandı ve secdesini hay­li uzun tuttu. Daha sonra secdeden başım kaldırdı ve ellerini uzata­rak şöyle dua etti: ´Allahım, bize değer ver, bizi aşağılama, bizi art­tır eksiltme, bizi yücelt zelil kılma!´ Bunun üzerine kendisine sor­duk: Ey Allah Resulü, bu nedir? Buyurdu ki: ´Bana öyle ayetler indi­rildi ki, onları yerine getiren cennete girer1 Sonra da "Şu müminler felah buldu ki:..." (Mü´minun/1-9) diye başlayan aşırı okudu".[97]

Başka bir kısa hadis rivayetinde ise şöyle nakledilmektedir:
"Bir adam Allah Reulü´ne (sav) şöyle sordu:´Ey Allah Resulü, cen­netlik olduğumu -başka bir lafzında, hakiki mümin olduğumu- ne zaman bilebilirim?´ Allah Resulü (sav), ´Şu vasıfları kendinde taşı­dığın zaman´ dedi ve "Şu müminler felah buldu ki:..." (Mü´minun/1-9) diye başlayan aşırı okudu.

Allah Resulü´nün (sav), büyük hikmet sahibi sıfatıyla, imanın­da ve amelinde ihlaslı olan kulu, nasıl kısa ama özlü olarak tarif et­tiğini şu hadis-i şerifte görmekteyiz: "Bana sadece şu ayet nazil ol­saydı, o bile yeterdi, dedikten sonra Kehf suresinin son ayetinin şu kısmını okudu: "Her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse salih amel işlesin ve Rabbinin ibadetinde O´na hiçbir ortak koşmasın". (Kehf/110)". Bunlar, akıl sahiplerine nefis muhasebesi hususunda söylenebilecek en açık ve nihai sözlerdi. Salih amel, ibadette ihlas­lı olmak, mahlukatı şirk koşmamak ise, Halik Teala´nm tevhidine yakinen iman etmektir.

Sözlerin en güzeline sahip olan Allah Teala, Zatı´ndan korkan dostlarını vasfederken şöyle buyurur:
"Gerçekten Rablerinin kor­kusundan titreyenler, Rablerinin ayetlerine iman edenler. Rableri-ne ortak koşmayanlar ve Rablerinin huzuruna döneceklerinden yü­rekleri çarparak zekatlarını verenler var ya, işte onlar, hayırlarda yarışan ve hayır için Önde gidenlerdir", (Mü´minun/57-61) Allah Te­ala, kendisinden korkan dost ve velilerini bu ayetlerde yedi mü­kemmel makama yerleştirmiştir ki bunlar Muhasebe Ehli´nin ma­kamları olarak bilinir. Murakabe Ehli´nin hallerinin manaları da bu makamların muhtevasmdandır.

Allah Teala bu makamlara, korku ve titreme (=Haşyet ve İşfâk) ile başlamış yürek çarpması (=Vecil) ve infak ile noktalamıştır. Bumakamların icabı da Yakini İman´dır. Allah Teala, takva ehlinin tartısını takva ile ağırlaştırmış ve bunu, sıfatlarının sonuncusu olarak vazederek "Rablerinin huzuruna döneceklerinden.." buyur­muştur. Yani onlar, Rablerinin huzuruna dönme noktasında yakini bir imana sahip oldukları için O´ndan korkmakta, titremekte, iman etmekte, ihlaslı davranmakta, canlarım ve mallarını O´nun yoluna sebil etmektedirler.

Bu, aynen Allah Teala´ın şu buyruğundaki gibidir:
"Allah´tan korkun ve bilin ki O´nunla karşılaşacaksınız ve müminleri müjde­le!" (Bakara/223) Burada müminlerin Allah huzurunda korkudan emin olduklarına, güzel bir şekilde ağırlanıp O´na yakınlıkla müj-deleneceklerine işaret edilmektedir.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

28 Aralık 2009, 17:04:51
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 28 Aralık 2009, 17:04:51 »

Nefis muhasebesi şöyle yapılır: Kul, nefsinde bir himmet doğdu­ğu ve hareket başladığı zaman şöyle bir durur. Hatır´mı (=kalbe ge­len his ve fikir) yoklar ve tanımaya çalışır. Hatır, kalbin hareketi­ni, Izdırab (=dalgalanma) ise bedenin hareketini ifade eder. Kulun kalbinde doğan his veya fikir, bir niyet, azmetme, karar verme, ça­ba sarfetme veya yapma cihetinde bir himmete sebeb olur. Eğer bunlar, Allah için (=Lillâh), Allah yolunda (=Fillâh) ve Allah ile bir­likte (=Billâh) ise ona devam eder.

Allah için olması; sadece Allah´a has ve halis olması manasm­dadır. Allah ile birlikte olması; nefis ve hevaya yakınlaşma suretiy­le değil de Allah´ın yakınlığının müşahedesiyle birlikte olması, ma­nasmdadır. Allah yolunda olması ise, Allah uğrunda, O´nun rızası­nı kazanma cihetinde olması manasmdadır. Eğer himmetini mucib olan şey, böyle bir şey ise onu bir an önce tamamlamak için çaba sarfeder ve bunda acele eder.

Eğer beşeri tabiata uygun ve beşeriyet vasfına uygun dünyevi bir çıkar, nefsani bir heva, eğlence ve gaflet içinse o hatırı hemen redde­der ve onu kafasından ve kalbinden çıkartıp atmak ister, içinden ge­len bu kötü sese kulak vermeyip onu zihninde üretmeyerek kalbinde yer etmemesi için çabalar. Aksi halde kalbinde yereden bu kötü fik­rin atılması çok zor olur. Oraya yerleşen bu fena fikir, zamanla orada bir tesir doğurur ve bu da zaman içinde fiil olarak ortaya çıkar.

Kalbe doğan his ve fikrin Allah için olması, O´na halis kılınma­sı anlamındadır. Allah ile olması, nefsin ve nevaların değil O´nunyakınlığının müşahedesiyle olması anlamındadır. Allah yolunda ol­ması ise, dünyevi bir kazanç için değil, Allah rızası için olması an­lamındadır. Kul, kalbine doğan bu fikrin (=hatır) tahlilini yapamaz ve onun üzerinde şüpheye düşerek hakikatini göremez, onun Allah Teala katında övülen, rızasına mazhar olacak, kul için öne geçirici-lik vasfı taşıyan bir şey mi yoksa Allah Teala katında çirkin ve mekruh görülen, kulun onu terketmesinde Allah´a yakınlık ve se­vapta fazlalık getiren bir şey mi olduğunu bilemezse, o zaman bir kapalılık (—işkâl) ortaya çıkar. Bu kapalılığın sebebi, şu üç husus­tan biridir: 1. Allah Teala´yı yeterince bilememekten kaynaklanan yakini iman eksikliği; 2. Batıl hükümlerin kapalı yönlerini bileme­mekten doğan ilim eksikliği; 3. Beşer tabiatından doğan ve nefse yerleşen heva ve heveslerin galib gelmesi.

Bir alim şöyle demiştir;
Alim, hayrı serden ayırabilen kimse de­ğildir. Çünkü bunu her akıl sahibi yapar. Halbuki alim, iki serden hayırlı olanı bilen ve zaruret halinde onu yapabilendir. Kul, zaru­rete düştüğü zaman böyle yapar. İki hayırdan şer olanını bilendir. Yani dayandığı şeylerden dolayı bunlardan birinden sakınandır.

Şüpheli hususlarda Allah Teala´nm hükmü; geri durma ve uzaklaşmadır. Eğer bu husus, kalbi amellerden biri ise, kul bunun için azmetmez ve niyetlenmez. Eğer bedenle yapılan bir amel ise, onun için koşmaz ve çaba sarfetmez. Aksine, işin içyüzü ortaya çı­kıncaya kadar durur ve diğerlerini de durdurur. Vera´ (=titizlik, en­dişe) işte budur. Vera´, kapalı hususlardan geri durmak ve bunları yapmaktan çekinmektir. Şüpheli konulara -hakikat ortaya çıkınca­ya kadar-, niyet, söz veya fiille dalmaktan sakınmak, vera´ın gere­ğidir. Bunların açığa çıkması da, ilimdeki kapalılığın giderilmesi, manaların iyice tedkik edilmesiyle olur.

Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen bir hadiste de bu husus teyid edilerek şöyle buyrulmaktadır: "İnsanların en alimi, onlar ih­tilafa düştüklerinde hakkı en iyi tanıyandır". Yine Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki Allah Teala, şüpheler doğduğu zaman basiretli ve tenkidciyi, şehvetlerin hücumunda da kamil aklı sever".

İbni Mesud´dan (ra) şüphelerin çoğalmasıyla ilgili olarak şöyle bir söz nakledilmiştir: Bugün, öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki,en hayırlınız en hızlmızdır. Öyle bir zaman da gelecek ki, en hayır­lınız en yavaşınız olacaktır. Nitekim sahabeden (ra) bir cemaat Irak ehli ile Şam ehli arasında savaş kopunca geri durmuş ve bek­lemeyi tercih etmişlerdir ki bunlar arasında Sa´d, İbni Ömer, Üsa-me, Muhammed b. Mesleme (ra) gibi sahabiler mevcuttu.

Şüpheli noktalarda geri durmayarak onlara atılanlar, kendi gö­rüşüyle övünen ve nefsinin hevasına uyanlardır. Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen bir hadiste de, böyle davrananlar zemmedil-mektedir: "İtaat edilen bir cimrilik, tabi olunan bir heva ve her gö­rüş sahibinin kendi görüşüyle övünmesini gördüğünde, kendi nef­sinin hususiyetine bağlı kal"[98]Dikkat edilirse hadiste zemmedi­len, cimrilik değil ´İtaat edilen cimrilik´tir. Çünkü cimrilik, her nef­sin sıfatıdır.

Kişi, nefsindeki bu cimriliğe itaat ettiği ve sevdiği malı başka­larından kıskanarak sadece kendine saklamaya çalıştığı zaman zemmedilir. Aynı şekilde heva da tek başına zemmedilin emiştir. Çünkü heva da nefsin özünde olan bir özelliktir. Zemmedilen, kişi­nin bu hevaya gem vurmayıp ona tabi olmasıdır. Kişinin kendi gö­rüşüyle övünmesinde zemmedilen boyut ise, kişinin bu görüşü sırf kendi akıl ve zihninin ürün ve neticesi olarak görerek, ona ulaşma­sını sağlayan Allah Teala´nm hidayetini inkar etmesi ve kendi gö­rüşüyle iftihar ederek, kendisinden daha bilgili olan kimselerin gö­rüşlerini hor görmesidir.

Allah Teala buyurduki: "Nefislerinizi temize çıkarmayın". (Necm/32) O, kendi dostları arasındaki görüş sahiplerini vasfeder-ken de şöyle buyurur: "Keskin anlayışlılar için elbette bunda ibret­ler vardır". (Hicr/75) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Basiret üzere Al­lah´a davet ediyoruz. Ben ve bana tabi olanlar". (Yusuf/108) Bir ha­diste de şöyle buyrulmaktadır: "Müminlerin ´güzel´ gördükleri şey, Allah katında da ´güzel´dir. Müminlerin, ´çirkin´ gördükleri şey ise, Allah katında da ´çirkin´dir. Siz Allah Teala´nm arzmdaki şahitler­siniz". Seleften rivayet edilen bir söz de şöyledir: ibadetin en fazi­letlisi, güzel görüştür.

Misallerin çatışmasından dolayı, durum müşkil bir hale gelip hangi misale uyucağmız açıkça belli olmadığı zaman, vera´ın gereği, durup hiçbir şey yapmamak ve durumun kesinlik kazanmasını beklemektir.

İlim eksikliğinden dolayı hasıl olan şüpheye gelince, bu husus­ta bilmeniz gereken; haram ve helal olarak iki aslı kesin olarak ta­nımanız ve benzerlerine buna göre yaklaşmanız dır. Bu, gayet açık bir hükümdür. Mesela bazıları, güzel yüzlü bir gence bakmayı, er­kek olduğu için helal görmüşlerdir. Bu meseleyi -şüpheli olduğu için- iki asıldan birine dayandırmak istediğinizde, Allah Teala´nm şu ayetini görürsünüz: "Meyvasmı verdiğinde onun meyvasma ba­kın". (En´am/99) Bir diğer ayet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır: "Mümin erkeklere, gözlerini sakınmalarını söyle". (Nur/30) Dolayı­sıyla, parlak gence bakmakta da cinsel haz sözkonusu olabileceği için, üstteki asla göre hüküm verilir.

Bu durum, aynen mubah olan şiir ve kasideleri dinlemeye ben­zer. Kur´an dinlemek helal, ama şarkı dinlemek haramdır. Kaside­ler ise daha çok şarkıyı andırmaktadır. Bu sebeble bunların dinlen­mesini, ehli olanlar dışındakiler için mekruh görürüz. Aynı durum, Kur´an okurken ´Lahn=makam´ ile okuma için de geçerlidir. Kuı^an´ı bu şekilde okuyan kimse, kısaltmaları uzatıp, uzatmaları kısaltacak şekilde makama uymaya çalışırsa, onu şarkıya benzet­tiği için mekruh işlemiş olacaktır. Benzer bir durum pamuk ipek karışımından yapılan giysileri giyme konusunda da geçerlidir. Bize göre, bu tür kumaşlar giymek ve bunlar giyinikken amel etmek mekruhtur. Çünkü bunlar, pamuktan çok ipeğe benzerler.

Ne gözün, ne de kulağın gerçek hükmüne ulaşamadığı kapalı hu­suslara gelince kalpler, bunlar hakkındaki kötü zanları, ve zahiri üzere ameli kesinleştirmeyi sorgularlar. Allah Teala´nm aşağıdaki buyruğu da bu manadadır. İlmi açıklanmayan şeylerden uzak durul­ması gerekir. Kul, kendisine ilim verilmeyen bu tür muğlak konular­dan uzak durmalıdır. Aksi halde uzuvları tarafından sorgulanacağı tehdidi gayet açıktır. Allah Teala buyurdu ki: "Bir de bilmediğin bir şeyin ardınca gitme". (İsra/36) Yani onun ardına düşme, onu merak edip irdelemeye girişme. Bilmediğin bir şeyin izini sürerek, gözünü, kulağını ve kalbini ona şahit etme. Çünkü ilmin hakikati, görme, duyma ve müşahededir. İşte bu sebeple"Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların her biri ondan sorumludur" (İsra/36) buyrulmuştur.

Allah Resulü de (sav) bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Zan-dan sakının. Çünkü zan, sözün en yalan olanıdır".[99]

Kim, şüpheli bir meselede sırf kendi hevasma uyarak kati bir karara varırsa; kim de, içyüzünü bilmediği bir fiil veya işe hemen atılır, onu arkadaşlarına da açıklayarak haber varirse çok büyük bir kötülük etmiş olur. Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Kim gö­zünün gördüğü veya kulağının duyduğunu yayarsa, Allah Teala onu iman edenler arasında kötülüğü yaymaya çalışanlardan biri olarak yazar". Bu hadis, Allah Teala´nm kulları üzerindeki örtüsü­nü ve kullarının ayıplarını örtenleri sevdiğini ortaya koymaktadır. Ebu Bekir de (ra) duasında bu gerçekleri teyid ederek şöyle der­di: "Allahım, bize hakkı hak olarak göster ki ona uyalım. Batılı da batıl olarak göster ki ondan sakınalım. Bunlardan hiçbirini benzeş-meli gönderme, yoksa hevaya uyarız".

İsa´dan (as) şu söz rivayet edilmiştir: "İşler üç türlüdür: Bir iş vardır ki doğruluğu sana açıkça belli olur, ona uy. ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

28 Aralık 2009, 17:08:47
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 28 Aralık 2009, 17:08:47 »

Ali (kv) şöyle dua ederdi: "Allahım, ilim hakkında ilimsiz konuş­maktan Sana sığınırım". Allah Teala´nm batılı batıl olarak ortaya çıkarıp, dalaleti dalalet olarak beyan etmesi de, hakkı ortaya çıka­rıp doğru ve sadık olanı beyan etmesi gibi O´nun nimetlerindendir. Çünkü o da, yakini bilginin kapılarından biridir. İşte bu sebebledir ki Allah Teala kulu ve peygamberi Muhammed´e (sav) bir iyilikte bulunarak ayetlerini ona açıklamış ve şöyle buyurmuştur: "Ayetle­ri işte bu şekilde açıklarız ki, suçluların yolunu açıkça görebilesin". (En´am/55)

Ayetteki ´Sebü=yol´ kelimesinin fethalı okunması, Allah Resu-lü´nün (sav) bunları tanıması, ötreli okunması ise, suçluların yolla­rının gösterilmesi ve açığa çıkarılması, anlamında bir ifade doğu­rur. Allah Teala, takva sahiplerine bunu vaadetmiş, hatta günahla­rın kefaretinden ve mağfiretten bile öne alarak zikretmiştir. O, bu­nun büyük bir lütuf olduğunu haber vererek şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, Allah´tan korkarsanız, O da size bir kıstas (furkan) kılar, günahlarınızı kefaret eder". (Enfal/29) Yani kalplerinize, şüpheli halleri ayırabileceğiniz bir ışık koyar.

Aynı şekilde Allah´tan hakkıyla korkan müttakiler için bir de kapalı konulardan çıkış varedilmiş ve onlar, hiç ummadıkları yer­den nzıklandmlmakla müjdelenmişlerdir.[100] Bu da öğretilmeksizin bilme olarak anlaşılan, ilahi ilham ve her şeyden haberdar ve her-şeyi bilgisine sahip olan Allah katından verilen tevfik-i ilahi olarak kendini gösterir.

Allah Teala, ilim ehli kendi aralarında saldırganlık için ihtilafa düştüklerinde takva sahibi müminlere böyle bir çıkış vaadetmiştir. Kitab Ehli´nin alimleri arasındaki saldırganlık ise, hased ve kibir afetlerin dendir. Allah´ın gaybi ayetlerini ve kaderi gönülden tasdik etmeyen münafıklar ise, bu vaatten mahrum bırakılmışlardır. Al­lah Teala, bu hususta şöyle buyurmaktadır: "Halbuki kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirlerine karşı olan kibir ve ha­setten ötürü ihtilafa düşenler, o Kitab verilenlerden başkası değil­dir. İşte Allah, iman edenleri, kendi iradesiyle, üzerinde ihtilafa düştükleri hakka hidayet etti". (Bakara/213)

Hakka hidayetin oluşumu şöyledir:
Takva sahibi kimseye hida­yet verildiği zaman hak ortaya çıkardır ve kul, imtihan için başla­tılan batılı ve onunla ilgili olarak kendine raci olan hükümleri bilir. Batıl, kimi zaman bir düşmanın ismi, kimi zaman da nefsin bir sı­fatıdır. Allah Teala´nm şu buyruğunu işitmediniz mi? "De ki: ´Hak geldi, artık batıl ne yeniden başlar, ne de geri döner". (Sebe´/49) Ya­ni hak geldiği zaman, batılı açığa çıkarıp tekrar göstererek başlama ve tekrarlama emrinin hakikatini ortaya koyar. Denildi ki: Ayette ´Batıl´ ile murad edilen İblis´dir, bunu iyi düşünün. Allah Teala bu­yurur ki: "Allah´ın ayetlerine iman etmeyenleri, Allah da hidayete erdirmeyecektir". (Nahl/104) Allah Teala´nm hükümleri açıklaması f=beyân) bir nimettir. Çünkü bu da kudret-i ilahinin bir eseridir. Ni­tekim O şöyle buyurmaktadır: "(Hakikat) ona beyan olunca ´Bilirim ki Allah, herşeye kadirdir´ dedi". (Bakara/259) Hal böyle olunca ku­la düşen, bu nimetten dolayı Allah Teala´ya şükretmesidir.

Kulun sürekli şükrü, Allah Teala´nm beyân nimetini bahşetme­sine bir vesile olabilir. Kaldı ki Allah Teala, şükredilmesi halinde daha fazlasını vereceğini vaadetmektedir: "Belki şükredersiniz di­ye Allah size ayetlerini işte böyle beyan edip açıklar". (Maide/89) Ayetlerin açıklanmasına şükredenler için şükrün karşılığının ziya­desiyle verileceğinin en güzel delili de yine O´nun şu buyruğudur: "Şükreden bir kavim için ayetleri işte böyle açıklarız". (A´raf/58)

Şüpheli işlerde kalbinin sesini duymayarak duraklayan ve Allah Teala´nm daha fazla ilim, yakini bir kuvvet veya heva perdesini kal­dırmak suretiyle hakikati açmasını bekleyen kul, doğru olana yön­lendirilmiş bir kuldur. Bu manada Allah Teala şöyle buyurmakta­dır: "Kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırma gücü vermiştik". (Sad/20) Böyle bir kul, Allah Teala´nm vasfettiği şu zümreye dahil olacaktır: "Kime hikmet verilmişse, ona çok hayır verilmiş (demek­tir)". (Bakara/269) Kulun bu hali, talep etmediği ve başka bir alimi onu açıklama mevkiine koymadığı durumlar için geçerlidir.

Böyle bir durumda dostları için hakikati öğrenmek ve kendisi­ne yol göstermeleri noktasında alimleri rehber mevkiine koymak isteyen kul ise, zaruri olarak Allah´ı bilen, O´nun hükümlerinin iç­yüzüne vakıf olan, Allah Teala´nm gerdiği perdenin inceliğini ve keşfinin gizemini arif olan bir alime sorması gerekir. Hakikati ken­di kalbiyle mükâşefe edip bulamayan bir kimse ise, o alîm kendisi­ne anlayacağı dilden bu işin hakikatim açıklayacaktır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun". (Nahl/43) Kul, böyle davranmakla Allah Teala´nm şu buyruğunu da tasdik etmiş olacaktır: "Onu, haberdar olana sor". (Furkan/59)

Allah Teala, ilk yürüten ve son açıklayandır. Ancak yürümek ve sormak kula, hidayete iletmek ve beyan etmek ise hidayeti elinde tu­tan Hak Teala´ya aittir. O, şöyle buyurmaktadır: "De ki: Yeryüzünde yürüyün ve bakın". (Nahl/36) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Eğer sen, sana indirdiğimizden kuşkuluysan, Kitab okuyanlara sor". (Yunus/94)

Konuyla ilgili olarak muhtelif ayetlerinde şöyle buyurmuştur: "Onu beyan etmek Bize düşer". (Kıyamet/19) "Hidayeti göstermek de Bize düşer". (Leyl/12) "Yolu doğrultmak da Allah´a düşer". (Nahl/9) Allah Teala´nm geçmiş ümmetler içinde yaşayan sünnetle­ri bunlardır ve bu sünnetler asla değişmeyecek, değiştirilemeye­cektir. Allah Teala´nm şu buyruğunu da işitmediniz mi? "Ve Adem´e bütün isimleri öğretti". (Bakara/31)

Öğretilmek için seçilen insan, o idi. Adem de (as) seçici olan Al­lah Teala´mn tahsisi ile, ilimden nasibini aldı. Sonra şöyle buyur­du: "Ey Adem, onlara isimleri haber ver. O, isimleri onlara haber verdiğinde". (Bakara/33) Bundan sonra Adem´i bırakarak kendi Za-tı´na döndü ve ilminin vasıtasını göstermesinin ardından Kendinin ilmin sahibi olduğunu teyid ederek şöyle buyurdu: "Size ´Muhak­kak ki Ben bilirim´ dememiş miydim". (Bakara/33) Dikkat edilirse, ´Adem bilir´ buyurmuyor. Çünkü Adem (as) ilimden nasibine düşe­ni Râzık´ı olan Allah Teala´dan almıştır. Bunun sebebi de, Allah ka­tındaki yüksek mevkiidir.

Melekler de isimlerin ilminden paylarına düşen nasibi, Allah Teala´dan Adem (as) vasıtasıyla almışlardır. Şu halde ilmi bahşe­den, çetin kuvvet sahibi Allah Teala´dır. Her şeyi yaratıcı olan O´dur: "Size rızık veren Allah´tan başka yaratıcı mı var?". (Fatır/3) Kullar, Allah Teala´mn ilim rızkından nasiplerini, vasıtalarına ve yollarına göre alırlar. Şu halde, hesaba çekici olan Allah Tea­la´mn müşahedesiyle ilgili muhasebenin ilk makamı budur. Muha­sebe hakkında tahkik sahibi olmak ise, murakabe edip gözetleyen Allah Teala´mn görülmesi sayesinde gerçekleşen Murakabe maka­mının başlangıcıdır. Murakabe´nin bu makamı, yakini iman sahip­lerinin (=Mûkinûn) hallerinden biridir. Yakin ilmi, îman ilminin bittiği yerde başlar. Kulun Yakin ilminden alacağı son nasip, aynı zamanda Ayne´l-Yakin makamının başlangıcıdır. O da Marifetin müşahede edilmesidir.

Bu vasfı haiz olan Marifet, Müşahede makamının başlangıcım teşkil eder. Bu da, yakın kılınanların (=Mukarrebûn) makamıdır. Bununla kasdettiğimiz ise, nefsin uzaklığını kuşatıp onu istila eden Karîb´in sıfatının müşahede edilmesidir. Böylece uzaklığı ya­kınlıkta kaybolur ve aklı, O´nun zannı altında uyanıp hikmeti O´nun kudreti altında durulur. Bunu ay ışığının, güneş ışınları içinde kaybolmasına benzetebiliriz. Muhakkak ki Allah Teala, em­rinde galib gelendir.

İsim ve sıfatların manalarının bilinmesi, ilahi ahlak ve hüküm­lerinin içyüzünün tanınması, Allah´a yakınlık (=Kurb) makamla­rında, Zat´m nurunun aynasıyla gerçekleşir. Mekan hükmünün nu­ru kaldırılır ve kul, sanki aynanın yapısının (=kevn) kaldırılışına şahit olarak Zat´ı, bütün nuru ile müşahede eder. Ayna, yapısından kaybolur ve kul, Allah Teala´mn Kayyumiyeti´nin baskısıyla ayakta durur. Kul, o anda ölü gibi olur ve bütün dikkatiyle Zat´ı müşahe­de eder. Ama bu müşahedesi, aynanın nuruyla ve onun cismiyle gerçekleşen müşahede gibi olmaz. Bu da ancak vasfın yakından muayene edilmesi, muamelenin tamamında murakabenin güzelce yapılması ve şer taşıyan hatırların derhal kovularak hayır taşıyan hatırların hemen uygulanmasında kendini gösteren Rabbin huzu­rundaki edebin güzelleştirilmesinden sonra hasıl olur. İşte bu, Mü­şahede ve Kurb halidir.

Bu hal kulu, ilme´l-yakin ile kalp saflığına, kalp sağlığı ise onu ayne´l-yakin müşahedesin deki çeşitli makamlara yükseltir. Kul, Öy­le bir hale ulaşır ki, ondan sonra kalbinde haktan başka hiçbir ha­tır kalmaz. Dolayısıyla kalbinin sesine (=hâtır) karşı çıktığında, Hakk´a karşı çıkmış olur. Bu vasıfların terkedilmesi ise, kalbin bu­lanmasına yol açar. Kalp bulanıklığı ise, kalbin kararmasına ve zulmetine neden olur. Bunlar da kasvet makamlarını teşkil eder ki bu, Allah´tan uzaklaşmanın (=bu´d) ilk safhasıdır.

Bize şöyle bir haber ulaştı: Küçük de olsa hiçbir fiil yoktur ki, onun için üç defter açılmasın:
İlk defterde ´Neden?´ İkinci defterde ´Nasıl?´ üçüncü defterde ise *Kimin için?´ sorula...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

28 Aralık 2009, 17:09:53
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 28 Aralık 2009, 17:09:53 »

Kul, yaptığı ameli ilim üzere yapmış olabilir. Ama kimin için yaptığı önemlidir. Eğer halisane şekilde Allah Teala´nm rızasını he­defleyerek yapmış ise, o amelin ecrini vermek Allah´a düşer. Şayet kendisi gibi kul olan başka birinin rızası için yapmışsa, o zaman ec­rini ondan istemelidir. Dünyevi bir menfaat için yapmış da olabilir. Onun karşılığı da dünyada verilmiştir.

Amel, hata ve dalgınlıkla karışık olarak yapılmışsa, o zaman da ecir verilmez. Çünkü amel için gerekli olan niyet ve azim mevcut değildir. Allah Teala dışında neyi olursa olsun, başka bir şeyin rıza­sını umarak yapılan her şey, Allah Teala´nm gazabını ve cezasını gerektirir. Çünkü bu, kulun gerçek mesuliyetini terketmesi ve Al­lah´ın haklarını bilmemesidir. Allah´ın kulu olduğu halde, O´ndan başkasını nasıl dost edinebilir? O´nun verdiği rızkı yerken, nasıl başkası için amel edebilir? Din, yalnız Allah´ın olduğu halde, nasıl dini başka kaynaklarda arayabilir? Yoksa o, Allah Teala´nm ´Dik­kat edin, din yalnız Bana halis kılınır" buyruğunu duymamış mıdır?

O´nun "Onlar, ancak hanifler olarak dini Allah´a has kılarak O´na kullukla emrolundular" (Beyyine/5) ayetini duyamadığı için mi, O´nun emirlerini kabul etmez? Ya da O´nun "Allah dışında tap­tıklarınız size rızık veremezler. Rızkı Allah´tan umun ve O´na kul­luk edin" (Ankebut/17) buyruğunu duymamış mıdır?

İşte bunlar, Kur´an´m misalleridir ve alimler de bu misallerden delil çıkarırlar. Şu halde hitab-ı ilahi iyice tefekkür edildiği zaman, arifler de bu misaller vasıtasıyla zikirlerini anlarlar. Allah Teala´nm ayıplama ve kınaması ise, O´nun yüce hitabından uzak duran gafil­lere yöneliktir. O´nun hitabındaki ağır doz, onlar için ahirette göre­cekleri azaptan bile daha fazla can yakıcıdır. Çünkü Allah Teala, di­nin yalnız Kendine halis kılınmasını istemiş ve bu noktada yarat­tıklarından hiçbirinin Kendine ortak koşulmamasını emretmiştir.

O buyurur ki: "Dikkat edin, Din yalnız Allah´a halis kılınır". (Zümer/3) Şu halde Allah´ın yolu, halis ve tevhidle birleşmiş bir yol olup, bulanık ve başkaları tarafından da ortaklaşılan bir yol olma­malıdır. Çünkü ihlas, şehvet ve hevamn bulaşıklarından arındırma ve temizleme demek iken, onun zıddı olan şirk, Allah´a ibadete nef­si ve diğer insanları karıştırmaktır.

İhlas, kan ve işkembedeki besinlerden süzülerek çıkan saf ve temiz bir süt gibidir. Allah Teala üzerimizdeki nimetini onunla ta­mamlar. Bize düşen de, aynı O´nun yaptığı gibi, heva ve hevesin ha­kim olduğu nefsimizden halis ve pâk ameller çıkarabilmektir. Sü­tün içinde bir kan veya işkembe artığı gördüğümüzde ondan nasıl tiksinir ve içmezsek, Hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah Teala da bizim amellerimizde bir riya, şehvet ve heva bulaşı­ğı gördüğünde onları asla kabul etmeyecektir. O´nun, kudretiyle bizler için hayvanlar ve diğer canlılardan binek ve yiyecek edinme-mezi sağladıysa, biz de yalnız O´na şükretmeli ve amellerimizi O´na halis kılmalıyız. O´nun nimetlerini yedikten sonra kazandığımız kuvvetle, salih ameller işlemeliyiz.

Kim, Allah Teala´nm onun için yarattığı nimetleri bilmezlik eder, emrettiği gibi dininde ihlasa yönelmezse, elbetteki gazab-ı ila­hiye maruz ve azab-ı ilahiye müstehak olur. Çünkü böyle davran­makla, O´nun nimetlerine nankörlük etmiş, emirlerine başkaldır-mış olur.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız hususlarda düşünen insanlar, halktan mümkün olduğunca kaçarak, Hak´la karşılaşmanın endi­şesiyle sürekli gözyaşı döken kullar olurlar. Onlar, huzur-u ilahiye çağrılan, orada durdurulan, şahit kılman ve oradan asla geri çev­rilmeyen kimselerdir. [101]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes