Konu Başlığı: Muhabbetin Hükümleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Ocak 2010, 17:24:32 Muhabbetin Hükümleri Ve Muhabbet Ehlinin Sıfatları Hakkındadır
Yakin makamlarının dokuzuncusu, Muhabbet makamıdır. Muhabbet, ariflerin makamlarının en yükseğidir. O; Allah Teala´nın ihlas-lı kullarını tercih edişidir. İlahi lütfün son noktası da budur. Yüce Allah buyurdu ki: "Allah onları sever, onlar da Allah Teala´yı severler". (Maide/54); "Bu, Allah Teala´nın dilediklerine bahşettiği lütfu-dur". (Cum´a/4) Bu haber, mübtedası ile anlam bakımından bitişik- tir. Çünkü Allah Teala, seven kulları, onlara olan lütfü ile vasfet-miş ve bu ikisi arasına başka bir şey koymamıştır. Bu da, sevilen kulların övgüyle vasfedilişidir. Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala, sevdiğine ateş ile azap edecek değildir". [19] Allah Teala da, Resulü´nün (sav) bu sözünü tasdik edip O´na muhabbet iddiasında bulunanların sözlerinin boş olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur: "De ki: O halde niçin Allah günahlarınızdan dolayı size azap ediyor? Hayır! Siz de O´nun yarattıklarından birer insansınız". (Maide/18) Zeyd b. Eşlem dedi ki: Allah Teala kulunu sever. Hatta sevgisi o dereceye varır ki ona, ´Dilediğini yap, seni bağışladım´ buyurur. İsmail b. Eban, Enes b. Malik´ten (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah Teala bir kulunu sevdiği zaman, işlediği günah ona zarar vermez. Günahından tevbe eden, hiç günahı olmayan gibidir. Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Muhakkak ki Allah çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri sever". [20] Allah Teala, muhabbeti için günahların bağışlanmasını şart koşmuştur. Bunu da şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "Ki Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın". (Al-i İmran/31) Allah Teala´ya inanan her mümin, O´nu sever. Ama O´na olan sevgi ve muhabbeti, imanı, müşahedesinin açıklığı ve Mahbub´un herhangi bir sıfatta ona tecellisi oranındadır. Bunun delili de, onların tevhide icabetleri, O´nun emir ve yasaklarına bağlı kalmaları ve hükmü O´na teslim etmeleridir. Bundan sonra tevhidin müşahedeleri, emir ve yasaklara bağlılığın devamı ve hükümleri O´na teslimde farklı derecelere sahip olurlar. Bu da ancak, muhabbetten kaynaklanır. Allah Teala´yı sevenler, kısımlarına göre farklılaşabilirler. Alt derecelerdeki biri de Allah Teala´nm sevgisinden mahrum kalmayabilir. Tıpkı marifet sahibinin, marifetten geri kalmadığı gibi. Hiçbir büyük de, kendini tevbeden müstağni göremez. Bütün ilimlere vakıf olsa dahi bu durum değişmez. Çünkü Allah Teala müminleri, Zatı´na aşırı sevgi ile vasfetmiş ve şöyle buyurmuştur: "İman edenler ise en çok Allah Teala´yı severler". (Bakara/165) Ayette geçen (Eşedd=daha çok´ kelimesi, onların muhabbet bakımından farklı derecelerde oluşlarına delalet eder. Çünkü ´Eşedd´ kelimesi, bu anlamı ihtiva etmektedir. Allah Teala, ´Şedîd=çok´ buyurmuştur. Allah Teala´yı sevme babında kullanılan bu hitap, "Allah katında en değerliniz, en takvalı olanmızdır" (Hucurat/13) buyruğuna benzer. Bu ikinci ayet de, müminlerin takvalarındaki farklılaşmaya orantılı olarak değerli oluş bakımından da farklı derecelerde olduklarını göstermektedir. Allah Teala, bu buyruğunda da, ´Değerli takva sahipleri´ ifadesini kullanmamıştır. Allah Resulü (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Allah Teala dünyayı, sevdiğine de, sevmediğine de verir. îmanı ise, sadece sevdiklerine verir".[21] Müminler, Allah sevgisi noktasında farklı derecelere sahiptirler. Bu farklılığın sebebi, marifet ve müşahede bakımından farklı seviyelerde bulunmalarıdır. Allah Resulü (sav) Allah sevgisini imanın şartlarından biri olarak görmüş ve şöyle buyurmuştur: "Sizden biri Allah ve Resulü, kendisine diğerlerinden daha sevimli gelmedikçe iman etmiş olmaz"[22] Bu hadisten daha açık ve kesin ifade taşıyan bir hadis-i şerif de şöyledir: "Allah´a yemin olsun ki bir kul Ben kendisine ailesinden, malından ve bütün insanlardan daha sevimli gelmedikçe iman etmiş olmaz".[23] Başka bir rivayette, ´Kendi canından´ ifadesi yeraltı aktadır. Allah Resulü (sav) vazettiği bütün hükümlerde Allah sevgisini emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Size verdiği nimetlerden dolayı Allah Teala´yı sevin. Allah Teala´yı sevmeniz sebebiyle de beni sevin"[24] Bu emir, Allah sevgisinin farziyetinin delilidir. Müminler, Allah Teala´nm lütufları bakımından farklı derecelere sahip olsalar da,bu lütufların en büyüğü Marifetullah yani Allah Teala´yı layıkıyla bilmektir. Allah sevgisinin en üstünü ise, müşahededen doğan sevgidir. Allah Teala´yı seven muhibban, muhabbetin farklı mertebelerine sahiptirler. Bu mertebelerden bazıları, diğerlerinden üsttedir. Onlar arasında Allah Teala´yı en çok sevenler, O´nun ahlakına en çok sarılanlardır. O´nun ahlakının esasları ise, ilim, hilim, af, güzel davranış ve halkın kusurlarını örtmek ve benzerleridir. O´nun sıfatlarının manalarını en iyi bilenler; sıfatları noktasında O´nunla mücadeleden en çok kaçınan ve O´nu en çok sevenlerdir. Onlar, kibir, övünç, övülmeyi sevme, zenginlik, ululuk ve zikredilmek isteme gibi sıfatlara meylederek O´na şirk koşmaktan uzak dururlar. Bunların ardından, Allah Resulü´nü (sav) en çok sevenler gelir. Çünkü O, Habib Teala´nm habibi, O´nun eserlerinin takipçisi ve ahlakına en çok benzemeye çalışandır. Rivayet edilir ki: "Bir adam O´na gelerek, ´Ey Allah Resulü, seni seviyorum´ demişti. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Fakirliğe hazır ol´ buyurdu. Adam, ´Allah Teala´yı d& seviyorum´ deyince, O ´Öyleyse imtihana hazır ol´ buyurdu". Bu ikisi arasındaki fark şudur: Musibetlerle imtihan etmek, Allah Tfeala´nın ahlakmdandır. O, kullarını imtihan ederek seçendir. Dolayısıyla adam Allah Teala´yı sevdiğini söyleyince, ahlakı üzerinde sabırlı olması için O´nun kendisini imtihan edeceğini haber vermiştir. Nitekim Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Rabbin için sabret". (Müddessir/7) Yani O´nun hükümlerine ve imtihan için verdiği musibetlere sabret. Fakirlik ise Allah Resulü´nün (sav) sıfatlarındandır. Dolayısıyla adam, Allah Resulü´nü sevdiğini söylediği zaman, kendi sıfatlarına uymasını ve izlerini sürmesini tavsiye etmiştir. O, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Allahım, beni fakir olarak dirilt, fakir olarak canımı al ve beni fakirlerin arasında hasret".56 Muhabbetin alametlerinden biri de, Habib Teala´yı çok zikretmektir. Zikrullah, aynı zamanda Allah Teala´nm kuluna duyduğu sevginin de delilidir. Bu, kullarına olan lütuflarmın en büyüklerindendir. Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivavet edilmektedir: "Allah Teala´nm her gün için bir sadakası vardır ve onu yarattıklarına lütfeder". O´nun bir kuluna sadaka ile lütfetmesi, ona zikrini ilham etmesinden daha faziletlidir. Süfyan, Malik b. Mu´avvel´den şunu nakletmiştir: "Allah Resu-lü´ne (sav), ´Hangi amel daha faziletlidir?´ diye soruldu. Buyurdu ki: ´Haramlardan uzak durmak ve ağzının sürekli zikrullah ile ıslak kalması" [25] O, Allah sevgisini emrettiği gibi, Allah Teala´yı çok zikretmeyi de emretmiştir". Çünkü Allah Teala´yı zikretmek, muhabbetin gereklerindendir. Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı o kadar çok zikret ki, senin için ´deli´desinler". [26] Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı o kadar çok zikredin ki, münafıklar, ´Sizler riyakârsınız´ desinler". Ebu Mesleme el-Medeni, babası kanalıyla dedesinden şu hadisi nakletmiştir: "Bir gün Allah Resulü (sav) bize Küba mescidine geldi. Uzun bir konuşma yaptı. Hadisin sonunda şöyle buyurdu: ´Kim, Allah Teala için tevazuda bulunursa Allah Teala onu yükseltir. Kim de büyüklük taslarsa, onu alçaltır. Kim Allah Teala´yı çok zikrederse, Allah da onu sever [27] Allah Resulü (sav), zikredenlerin Öne geçen ferdler olduğunu haber vermiş ve onları günahın kaldırılması ve zikrin yükseltilmesi bakımından peygamberlerin derecesine yükseltmiştir. O´nun şu hadisinde de zikir, Allah sevgisinin icaplarından biri olarak takdim edilmiştir: "Yürüyün, ferdler geçtiler. Bunun üzerine, ´Ferdler kimdir?´ diye soruldu. Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: ´Allah Teala´yı çok zikredenlerdir. Allah Teala, zikirleri sebebiyle onların günah yüklerini kaldırmıştır. Onlar Kıyamet günü hafiflemiş olarak gelirler". [28] Muhabbetin en büyük alametlerinden biri ise, Allah Teala´ya O´nu görerek kavuşmak, ahiret yurdu ve yakınlık makamında keşifte bulunabilmektir. Bu da ölüme duyulan özlemdir. Çünkü ölüm, Allah Teala´ya kavuşmanın anahtarı ve O´nu bizzat görme makamına girmenin kapısıdır. Bir hadiste de Allah Re-sulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kim Allah´a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister"[29] Huzeyfe (ra) Ölüm anında şöyle demişti: "Habibim, ihtiyaç üzerine geldi, bense nedametten kurtulamıyorum". Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala için, kulunda O´na kavuşma isteğinden sonra çok secde etmek kadar sevimli bir haslet yoktur. Görüldüğü gibi Allah sevgisi daima öne çıkarılmaktadır. Allah Teala, kulunun sıdkınm hakikatini isbat etmesi için Kendi yolunda savaşmasını şart koşmuştur. O, sevdiğinin Kendi yolunda savaşmasını istediğini haber vererek şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah, Kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf tutarak savaşanları sever". (Saf/4) Bundan önce de, onlara ikrar telkin ederek şöyle buyurmuştur: ´Tapmadığınız şeyleri niçin söylersiniz?" (Saf/2) Çünkü onlar, Allah Teala´yı sevdiklerini söylemişlerdi. O da bunun üzerine, sevgilerini sınamak için savaşı farz kılmıştır. O´nun sevgisinin alametlerinden biri de, sevdiğinin malını ve canını istemesidir. O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler". (Tevbe/111) Ebu Bekir´in (ra), Ömer´e (ra) vasiyetinde şu söz yer almaktadır: "Hak ağırdır. Ağırlığıyla birlikte de, hoştur. Batıl ise hafiftir. Hafif-ligiyle beraber de tiksindiricidir. Eğer vasiyetimi iyi muhafaza edersen, hiçbir gayb sana ölümden daha sevimli gelmez, ölüm sana ulaşacaktır. Eğer vasiyetimi zayi edersen, hiçbir gayb sana ölümden daha soğuk gelmeyecektir, ama onu etkisiz kılamazsın". Sevri ve Bişr b. el-Hars şöyle derlerdi: "Kuşkuda olan dışında hiç kimse ölümü çirkin görmez". Gerçek de onların ifade ettikleri gibidir. Çünkü seven kimse, hiçbir şartta sevdiğine kavuşmayı çirkin görmez. Sevginin bu şekli, ancak Allah Teala´yı bütün kalbiyle seven muhibbana mahsustur. Böyle bir sevgiye ulaşan kimseyi ise Rabbızler Kalp, uzaklığın doğurduğu özlemle çile çeker, bir an önce sevdiğine kavuşmak ister. Rivayet edilir ki: Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Zum´a, azatlısı Salim´i evlendirdiği zaman bütün Kureyş onu kınamış ve, ´Kureyş´in iffetli hanımlarından birini, bir köleyle mi nikahladın?´ demişlerdi. O da şu karşığılı vermişti: ´Vallahi, onu onunla nikahladım. Ve biliyorum ki o köle, o hanımdan daha hayırlıdır*. Bu söz, Kureyşliler´in ağrına gitti. Ona şöyle dediler: ´Biri kölen, biri kızkardeşin, bunu nasıl yaparsın?´ O da şu karşılığı verdi: ´Ben, Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: ´Allah Teala´yı bütün kalbiyle seven bir adama bakmak isteyen Salim´e baksın". Bu hadisten çıkartılacak bir anlam da, bazı müminlerin Allah Teala´yı kalplerinin bir kısmıyla sevdikleridir. Onlar, kalplerinin yalnız bir kısmını O´na adayanlardır. Bunların kalplerinde başka sevgilerin de yeri vardır. Allah Teala´yı bütün kalpleriyle seven müminler, O´nu bütün masivaya tercih ederler. İşte bunlar, Allah Teala´nm saf ve halis kullarıdır. Bunlar için Allah Teala´dan başka ma´bud yoktur. O´ndan başka hiçbir ilah yoktur. Yine aynı hadiste şuna delalet edilmektedir: Müminler, Allah sevgisi noktasında değişik makamlar üzeredirler. Bu da, ilahi sıfatların müşahedelerinin derecelerine göre belirlenir. Bazı kalpler, bütünüyle müşahede ederken, bazıları kısmen müşahede ederler. Nu´ayman her günah işlediğinde Allah Resulü´ne (sav) getirilirdi. Yine bir defasında suç işlediği için O´na getirilmiş, Allah Resulü (sav) de ona had cezası uygulamıştı. Bunun üzerine, mecliste bulunan biri onu lanetleyerek, ´Allah Resulü´ne (sav) ne kadar da çok getiriliyor dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), ´Böyle deme, muhakkak ki o da, Allah Teala´yı seviyor buyurdu". Görüldüğü gibi Allah Resulü (sav) o günahkârı, işlediği suçlara rağmen Allah sevgisi dairesinden çıkartmamıştır. Ariflerden bir zat şöyle demiştir: İman kalbin dışında, yani yürekte olduğu zaman mümin Allah Teala´yı orta derecede sever, iman kalbin içine girdiği zaman, onda bulunan siyah noktaya yerleşmiş olur ki bu durumda Allah Teala´yı en yüksek derecede sever. muhabbetine bakılır: Eğer Allah Teala´yı bütün heva ve arzularına tercih ediyorsa, Allah sevgisi kulun nevasına galip gelir ve muhabbetullah olur. Bu, kulun herşeyden dolayı Allah Teala´yı sevnıesidir. Böylesi bir kul, Allah Teala´ya hakkıyla iman ettiği gibi, O´nu hakkıyla seven kuldur. Eğer kalbinizi bu dereceden aşağıda görüyorsunuz, sevgiden nasibiniz o kadardır. Muhabbetin en açık alameti, Mahbub Teala´yı kalbin bütün hazinelerine tercih etmektir. Bu yüzden de Allah Teala nıuhibbam tercih etmekle vasfetmiştir. Arifler de, onları bu şekilde nitelemişlerdir. Allah Teala muhibbam vasfederken şöyle buyurmuştur: "Kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen (ganimetlerden dolayı yüreklerinde bir sıkıntı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (muhacirleri) kendi canlarına tercih ederler". (Haşr/9) Allah Teala başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Vallahi, Allah seni bize tercih etti". (Yusuf/91) Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Kalbin zahiri yani dış yüzü İslam´ın yeridir. Batını yani iç yüzü ise, imanın mekanıdır. İşte bu noktada muhibbanın dereceleri farklılaşmıştır. Çünkü imanın islam, batının zahir üzerindeki üstünlüğü açıktır. Basra alimlerinden bir zat ise, ´Kalp´ ile ´Fu´âd=Yürek´i birbirinden ayırmış ve şöyle demiştir: Fu´âd, kalbin konduğu ve attığı yerdir. Kalp onun aslı ve genişleyen kısmıdır. Başka bir vesilede ise şöyle demiştir: Kalpte iki boşluk vardır. Zahir yani görünen boşluk fu´âddır ki aklın konağıdır. Batın yani görünmeyen boşluk ise, kalptir ki işitme, görme, anlama ve müşahede etme melekeleri onda bulunur. Orası da imanın konağıdır. Allah Teala da, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Allah onların kalplerine imanı yazdı". (Mücadele/22); "Muhakkak ki bunda, kalbi olan veya şahit olarak kulak veren kimse için bir hatırlatma vardır". (Kaf/37) İslam sevgisi, bütün insanlara farz kılınmış bir sevgidir. Bu sevgi, Allah Teala´ya itaat ve O´nun muhabbeti için farzları eda edip haramlardan sakınmayla irtibatl anmış tır. Mukarrebun´un muhabbet ve sevgisi ise, sıfatların manalarını müşahede etmekten kaynaklanır. Bu muhabbet, O´nun ahlakının bilinmesiyle ortaya çıkar. Muhabbetin bu şekli, Allah Teala´nm havas kullarına mahsus bir sevgidir. Bu sevginin aslı ve özü olan marifetullah yani Allah Teala´yı bilme de, umum ve husus olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ariflerin ha-vassı için, muhabbetin çok hususi bir şekli sözkonusudur. Onların umumu için ise, muhabbetin umumu geçerlidir. Geçmiş ümmetlerin haberleri arasında şu hadise nakledilmiştir: "Züleyha iman ettiği zaman, Yusuf (as) onunla evlenmişti. Evlendikten sonra Züleyha uzlete çekildi ve kendini ibadete hasrederek insanlardan uzaklaştı. Yusuf (as) onu gündüz yatağa davet ettiği zaman, onu geceye havale ederek isteğini geri çeviriyordu. Gece çağırdığında ise, gündüze erteliyor ve şöyle diyordu: ´Ey Yusuf! Ben seni Allah Teala´yı bilmezden önce seviyordum. Ama O´nu bildikten sonra sevgisi kalbimde hiçbir sevgiye yer bırakmadı. Bu sevgiyi değiştirmek de istemiyorum´. Sonunda Yusuf (as) ona şöyle dedi: ´Allah Teala bunu . emretti ve bana, senden iki erkek çocuk doğacağını ve bunları peygamber kılacağını haber verdi´. Züleyha, bunun üzerine, ´Allah Teala böyle emir buyurmuş ve beni bir şeye vasıta kılmayı murad etmişse, o zaman Allah Tet ala´mn emrine boyun eğmek gerekir dedi ve Yusuf (as) ile beraber oldu". Allah Teala´yı hakkıyla bilen ulemadan bir zat şöyle demiştir: Tevhid kemale erdiğinde, muhabbet de tamam bulur. Muhabbet geldiğinde ise, tevekkül tamama erer ve kulun imanı kemal bularak farzları halis olur. Bu da yakin olarak adlandırılır Fudayl b. lyaz muhabbetin farziyeti hakkında şöyle demiştir ´ Size, ´Allah Teala´yı seviyor musunuz?´ diye sorulduğunda susun. ´Hayır dediğinizde küfre düşersiniz. ´Evet´ dediğinizde ise, muhibbanın sıfatına sahip değilseniz Allah Teala´nm gazabına uğrayabilirsiniz. Alimlerimizden biri şöyle demiştir: Cennette, marifet ve muhabbet nimetlerinden daha üstün bir nimet yoktur. Cehennemde ise, marifet ve muhabbet iddiasında bulununup bunların aslına vakıf olmayanların çektiklerinden daha ağır bir azap yoktur. Onun üstünde başka bir alim de şunu ifade etmiştir: Bütün makam sa-i hiplerinin affedilmesi ve hoş görülmeleri umulur. Ancak marifet ve muhabbet iddiasında bulunanlar bunun dışındadır. Onlar, her ses, her hareket, her duruş, her bakış ve her dşünüşleri için, Allah yolunda, O´nun için ve O´nunla beraber olup olmaması noktasında hesaba çekileceklerdir. Allah Teala´nın kuluna muhabbeti, insanların sevgi ve muhabbeti gibi değildir. Çünkü insanların sevgisi, şu yedi sebepten biriyle ortaya çıkar: Tabiat, cinsiyet, fayda, sıfat, arzu, merhamet ve bu sevgiyle Allah´a yakın olma. Bunlar, birbirine benzeyen şeyler, insanlar için ihdas edilmiş sebeplerdir. Bu tür sevgiler, sözkonusu sebeplerden, doğan ve ortaya çıkan sevgilerdir. Zamanın değişimi veya sıfatların şekil değiştirmesiyle değişiklik arzedebilirler. Allah Teala´nın sevgisi ise, O´nun güzel kelimesinden kaynaklanan, bütün sebeplerin evvelinde varolan, hadisâttan çok önce kıdem sıfatını taşıyan bir sevgidir. O´nun yüce inayeti ile varolan bu muhabbet, ebediyen değişmez ve yeni gelişmelerle şekil değiştirmez. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Ama Biz´den kendilerine güzellik geçmiş olanlar". (Enbiya/101) Yani haklarında güzel sözümüz geçmiş olan kimseler. Başka bir tefsirde ise, ´güzel makamları´ önceden kesinleşmiş olanlar, denilmiştir. Allah Teala´nın önceden belirlenmiş olan hükmünü, kulların değiştirmesi caiz değildir. O´nun hükmü, bütün hükümlerin öncesinde yer alır. Nitekim O´nun şu buyrukları da, buna delalet etmektedir: "Andolsun Biz, İbrahim´e de önceden doğru yolu bulma kabiliyetini vermiştik. Zaten Biz onu biliyorduk". (Enbiya/51); "O, sizleri önceden müslümanlar olarak adlandırmıştı". (Hacc/78); "Kendileri için bir doğruluk kademesi olduğunu müjdele". (Yunus/2) Allah Teala, onların son işaretleriyle ilgili olarakta şöyle buyurmuştur: "Güçlü Padişah´m huzurunda doğruluk koltuklanndadıriar". (Kamer/55) Allah Teala´nın kıdeminden önce onların doğruluk makamında bulunmaları mümkün değildir. Yine O´nun ilminden önce bu tür bir amellerinin olması da imkansızdır. Çünkü Allah Teaîa´nın ameli, malumdan öncedir. O´nun dostlarına olan muhabbeti de, onların Kendisi´ne sevgilerinden ve gösterdikleri amellerden çok öncedir. Ayrıca bu, Allah Teala´nın Zatı´na mahsus hükümlerinden birinin özelliği, O´nun nasibinin lütfü ve ihlas ehline nimetlerinin en güzelini verenin nimetlerini tamama erdirmesidir. Yine o, sabık doğruluk kademeleri sebebiyle tercih edilenlerin tercih edilişidir. Onlar Sıdk Sahibi´nin huzurundaki doğruluk koltuğuna daha önceden oturtulmuşlardır. Bunun için akla uygun bir sebep bulmak mümkün değildir. Önceden yapılmış bir amel için de neden bulunamaz. Bütün bunlar, kaderin sırlarında cari ve Kadir-i Mutlak´m lütfuna mahsus durumlardır. Kaderin sırrını ifşa etmek ise, küfürdür. Onu, ancak bir peygamber veya bir sıddık bilebilir. Allah Teala, ancak gösterdiği kullarını bu sırra mazhar kılar. Birtakım rivayetlerde görülen sebepler, ahbabın yolundan ve akıl sahibi mukarrebunun makamlarından ibarettir. Muhabbet; ancak kulun güzel işlere muvaffak kılınması, ismetinin gözetilmesi, Allah Teala´nın ilminin gizli yönlerinin öğretilmesi ve her şeyde derhal O´na dönecek şekilde lütfunun gizliliklerinin bildirilmesi sayesinde açığa çıkıp zahir olur. Kulların O´nun huzurunda durması, hiçbirşeye iltifat etmeksizin O´na bakmaları, O´na herşeyden daha yakın olmaları, O´nun rızasını çekecek amelleri çok işlemeleri, O´nun sıfatlarının manalarına muttali kılınmaları, gizli sırlarını kendilerine bildirmesi, onların fikirlerini nimetlerinin batini yönlerine açması, onlara halis şükür ve zikrin hakikatini nasip etmesi de muhabbet-i ilahinin ala-metlerindendir. Bunlar, Allah Teala´nın ayne´l-yakin olarak keşfi bildirimlerde bulunduğu muhibban zümresinin yollarıdır. Denir ki: Allah Teala bir kulu sevdiği zaman, onu istihdam eder. Onu istihdam ettiğinde de yalnız Kendi´ne hasreder. Başka bir söz de şöyledir: "Allah Teala bir kulu sevdiği zaman ona nazar eder. O, bir kula nazar ettiği zaman ona azap etmez". Allah Resulü´nden (sav) de bu anlamda hadisler rivayet edilmiştir. Konu Başlığı: Ynt: Muhabbetin Hükümleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Ocak 2010, 17:32:18 Allah Resulü´nün (sav) bir hadislerinde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala bir kulunu sevdiğinde onu imtihan eder. Onu tam olarak sevdiğinde iktina eder. Denildi ki: ´İktina nedir ey Allah Resulü?´ Şu cevaba verdi: Yani onda ne aile, ne de mal bırakır".
Muhabbet, Muhibb-i Evvel olan Allah Teala´nın kulunu tercih edişinden doğan bir sevap ve mahbub olan kuldan kaynaklanan bir takım hükümleri ihtiva eder. Bu hükümler, onun güzel amelleri veya Allah Teala´nın kendisine bahşettiği ilmin hakikati ile alakalıdır. Nitekim Yusufun (as) kardeşleri, Allah Teala´nın ona karşı muhabbetini gördükleri zaman şöyle demişlerdi: "Andolsun ki Allah seni bizden üstün tuttu". (Yusuf/91) Ardından da şunu ifade etmişlerdi: "Doğrusu biz suç işlemiştik". (Yusuf/91) Onlar, geçmişte işledikleri suçu itiraf etmişlerdi. Allah Teala da, yaptıkları sebebiyle onları değil Yusufu (as) seçmişti. Allah Teala, Yusufu (as) vasfederken şöyle buyurmaktadır: "Beni arzın hazineleri üstüne (memur) kıl. Çünkü ben, onları iyi korurum". (Yusuf/55) Allah Teala, onun yeteneğini haber verirken de şöyle buyurmaktadır: "Güç ve kuvvetine ulaşınca, ona hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, güzel hareket edenleri böyle ödüllendiririz". (Yusuf/22) Allah Teala, onu seçiş sebebi olarak da geçmişte yaptığı güzellikleri göstermektedir. Peygamberler de şöyle buyurmuşlardır: "Biz de sizler gibi insandan başka bir şey değiliz. Fakat Allah, kullarından dilediğine nimetini lütfeder". (İbrahim/İl) Allah Teala başka bir ayetinde de şöyle buyurmaktadır: "Allah meleklerden de, insanlardan da elçiler seçer". (Hacc/75) Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala bir kulu sevdiğinde onu imtihan eder. Eğer sabrederse onu ayırır. Eğer rıza gösterirse onu seçer". Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Allah Teala´yı sevdiğinizi düşünüyor ve sınandığınızı görüyorsanız, bilin ki O sizi arındırmak istemektedir. Müridlerden biri, şeyhine şöyle demişti: Galiba muhabbetten bir bahşa muttali kılındım. Bunun üzerine şeyh şöyle dedi: ´Ey oğul, seni kendinden başka bir sevgili ile sınayıp sen de Allah Teala´yı ona tercih edebildin mi?´ Mürid, ´Hayır" dedi. Bunun üzerine şeyh şunu söyledi: ´Öyleyse muhabbete tamah etme. Allah Teala imtihan etmediği kuluna onu bahşetmez´. Muhabbetin emarelerinden biri de, Habib Teala´nın Kelam´ını sevmek ve onu sürekli dilde ve kalpte tekrarlamaktır. Müridlerden biri hakkında şunu naklettiler: Kötü bir şeye niyetlendiğimde Allah´a yakarmanın tadına ermeyi öğrenmiş ve gece gündüz Kur´an okur olmuştum. Sonra bir soğukluk oldu ve tilavetten uzaklaştım. Uykuda bir nida sahibinin şöyle seslendiğim işittim: Beni sevdiğini iddia ediyorsan, Kitab´ıma niçin cefa ettin? Ondaki kınamalarımı görmüyor musun? Bunun üzerine o soğukluktan kurtuldum ve kalbim yine Kur´an sevgisiyle doldu. Tekrar eski halime döndüm. Ariflerden bir zat şöyle demiştir: Kul, Kur´an´da bütün aradığını bulamadıkça mürid olamaz. Rivayete göre İbni Mesud (ra) şöyle derdi: "Hiçbiriniz, Kur´an´dan başka bir şeyle kendini sorgulama-malıdır. Eğer Kur´an´ı seviyorsa, Allah Teala´yı da seviyor demektir. Eğer Kur´an´ı sevmiyorsa, Allah Teala´yı da sevmiyor demektir". Kur´an sevgisinin bir alameti de, Kur´an ehlini sevmek, gecenin değişik vakitleriyle günün aralıklarında Kur´an tilavet etmektir. Sehl b. Abdullah şöyle demiştir: Allah sevgisinin alameti, Kur´an sevgisidir. Allah ve Kur´an sevgisinin alameti ise, Allah Re-sulü´nü (sav) sevmektir. Allah Resulü´nü (sav) sevmenin alameti de sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alameti ise, ahireti sevmektir. Ahiret sevgisinin alameti ise, dünyaya buğzetmektir. Dünyaya buğzetmenin alameti de, ondan ancak yeteri kadarını ve ahirete ulaştıracak olanı almaktır. Söz sahiplerinin en güzeli Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse, Allah sevdiği ve onların da Kendisi´ni sevdikleri bir kavim getirecektir". (Maide/54) Getirdiği o kavim de mürted olmayacaklardır. Zaten Allah Teala´nın sevdiği kulların böyle olması yakışmaz. Nitekim başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: "Sizi başka bir kavimle değiştirir ve onlar da, sizler gibi olmazlar". (Muhammed/38) Allah sevgisinin bir alameti de, Habib Teala´ya yaklaştıracak uhrevi amelleri nefsin arzuladığı dünya işlerine tercih etmek, Allah Teala´nın emirlerini derhal ifa ederek, nefsi arzuların önüne koymaktır. O´nun sevgisini, hevanıza tercih etmeniz de, Allah sevgisinin alametlerindendir. Emir ve yasaklarında Allah Resulü´ne (sav) tabi olmak, Allah dostu alim ve abidlere alçakgönüllü davranmak, ehli dünya karşısında aziz olmak da bu sevginin işaretlerin-dendir. Bir defasında Abdullah b. el-Mübarek´e, ´Tevazu nedir?´ diye sorulmuştu. O, ´Büyüklenenlere karşı büyüklenmektir cevabını vermişti. el-Feth b. Şahref şöyle demiştir: Ah b. Ebu Talib´i (kv) rüyamda gördüm. Ona, ´Bana bir hayır haber ver dedim. ´Zenginlerin, Allah Teala´nm sevabını umarak fakirlere gösterdikleri tevazu ne kadar da güzeldir! Bundan da güzeli, fakirlerin Allah Teala´ya güvenerek zenginler karşısında büyüklenmeleridir" dedi. Allah Teala sevdiklerini, dostlarına karşı alçakgönüllü, düşmanlarına karşı izzetli davranmakla vasfetmiştir. Çünkü O, sevdiklerini sıfatların en güzeli ile tavsif etmektedir. Habibe alçakgönüllü davranmak güzeldir. Düşmana karşı gösterilen izzet de, güzelliği bakımından zelile karşı gösterilen izzet gibidir. İşte bu nedenle Allah Teala sevdiği kullarım, dosta karşı alçakgönüllü, düşmana karşı aziz olarak tavsif etmiştir. Dosta karşı kibirlenmeyi ise düşmana karşı alçakgönüllülükte olduğu gibi çirkin görmüştür. Allah Teala, sevdiklerini çirkin sıfatlarla anmaz. Allah sevgisinin alametlerinden biri de, Mahbub Teala´nm yolunda, O´na yaklaşabilmek ve rızasına kavuşabilmek için mal ve can ile cihad etmek, bu yolda önüne çıkan her engeli safdışı etmektir. O, bu anlamda şöyle buyurmuştur: "Ya Rabbi, razı olasın diye Sana çabuk geldim". (Taha/84) O, Habibi´ne (sav) de şöyle emir buyurmuştur: "Herşeyden kalbini boşaltarak bütün gönlünle O´na yö-nel". (Müzzemmil/8) Buradaki emrin iki anlamı vardır. İlkine göre, herşeyi bırakarak kendini ihlas ile Rabbi´ne hasret ve O´nu herşe-ye tercih et, anlamı sözkonusudur. Diğerine göre ise, Allah Teala´ya ulaşıncaya kadar önüne çıkan her engeli bertaraf et, anlamı sözkonusudur. Bu ikisi de, kulun Allah sevgisi noktasında hiçbir kmayı-cınm kınamasından korkmaması, nefsi zora koşarak O´na yönelmesi, dünyayı dışlaması, malı mülkü terketmesi, sevgisinde hiçbir övücünün övgüsüne ihtiyaç duymaması, Allah Teala´yı mala mülke tercih edişi sebebiyle insanların övgü ve senalarını arzu etmemesi gereklerine işaret eden en açık delillerdir. Yine bunlar, yalnızlıkta aşinalık, halvette rahatlık, yakarışta boyun eğiş, O´nun Kelamı ile nimetlenmek, hükümlerinin acısından zevk almak, hizmetin tadına varmak ve Allah´tan gelen belayı nimet görmek konusunda açık delillerdir. Sabit el-Benani dedi ki: Yirmi yıl Kuran ile hemhal oldum, lezzetini yirmi yıl aldım. Mahbub Teala´dan başka birine yaslanmamak da, muhabbetin alametlerindendir. Çünkü bu, O´na ısınmak, aşina olmaktır. Ebu Muhammed (ra) şöyle demiştir: Allah katında sevenin ihaneti, avam masiyetinden çok daha ağırdır. Onun ihaneti, Allah´tan sına dayanmak, O´ndan başkasından aşinalık beklemektir. Musa´nın (as) su istediği zenci köle Berah´m hikayesinde de buna ait bir ders vardır: "Allah Teala, Musa´ya (as) şöyle buyurdu: ´Beratı Benim için ne kadar da güzel bir kuldur. Ama onun bir kusuru var\ Musa, ´Ey Rabbim, onun kusuru nedir?´ diye sordu. Allah Teala da, ´Seher yeli onun çok hoşuna gidyor ve kendim ona veriyor. Beni seven bir kul, kendini Ben´den başkasına vermez´ buyurdu". Rivayette geçen ´sükûn´ kelimesi, burada bir şeyden rahat duymak, ona aşina olmak anlamındadır. Kelimenin bunun dışında, bir şeye bakmak, onu delil görmek, ondan kesin emin olmak ve onunla mutmain olmak gibi anlamları da vardır. Yukarıdaki kıssa, marifet ehlinden bir zata anlatıldığında şöyle demişti: ´Allah Teala bu buyruğu ile, Berah´ı değil Musa´yı (as) kas-detmektedir. Çünkü muhabbet makamına koyduğu Musa Peygamberdir. Ancak Allah Teala, bizzat kendisine ifadeden haya ederek Berah´ı öne çıkarmıştır. Bu, Allah Teala´dan şöyle bir cevap olmuştur: ´Ben, onu zikrederek Musa´nın kusurunu yüzüne vurmadım´. Allah Teala, peygamberini sevdiği için kusurunu yüzüne vurmak-sızm haber vermiştir". Allah Teala´yı seven muhibbanm nimetleri; yalnız O´nunla birlikte olmaları, O´nun tarafından imtihan edildiklerinde de huzur ve rahatı ancak O´na yönelerek bulmalarında olur. Onlar, bu huzur ve rahatlığı O´ndan başkasında buldukları zaman, düştükleri gafletten dolayı günah işlemiş sayılırlar ve bundan dolayı tevbe etmeleri gerekir. Allah Teala da onlara mağfiret buyurur. Rivayete göre bir abid, uzun yıllar ormanda Allah Teala´ya kullukta bulunmuştu. Bir gün, sığındığı ağaca bir kuşun yuva yaptığını ve öttüğünü gördü. Kendi kendine şöyle dedi: Keşke şu ağacım mescide dönüşse, bu kuşun sesinde aşinalık bulurdum. Allah Teala da, ağacı mescide çevirdi. Sonra da zamanın peygamberine şöyle vahyetti: Falan abide şu buyruğumu söyle: Bir mahlukta aşinalık bulduğun için seni öyle bir dereceden indireceğim ki, yaptığın amellerle o dereceye asla çıkamayacaksın. Muhabbetin doğruluk ve ihlas alametlerinden biri de, aşinalığı yalnız O´nda bularak, kendini O´na adamaktır. Kul, O´nun meclisinde bulunarak Zatı ile konuştuğu zaman huzur ve sükunet bul- malıdır. Halvette Rabbi´ne yakarmalıdır. Nimetlerin tadını almak; O´nun rızasına uygun davranmak ağır bastığı için O´na karşı çıkmayı terketmekle olur. Bir zat, muhibbandan birinin şu beytini okumuştu: Güzel sabrın en tatlısı, en tatlıyı terketmede gösterilen sabırdır, Arzuladıklarımın en arzu edileni ise, o arzuyu en çok terketmektir. Bir diğeri ise şöyle bir beyit söylemiştir: Arzu ettiğimi, arzu ettiğim Zat için terkederim, Nefsim öfkeyle dolsa da, O´nun razı olduğuna razı olurum. Habib Teala ile mutmain olmak, bütün tasayı Rarib olan Hak Teala´ya hasretmek gerekir. Ayrıca sürekli O´na bakmak ve O´nu tefekkür etmek de Allah sevgisinin samimiyet alametlerindendir. Çünkü O´nu bilen, O´nu sever, O´nu seven O´na bakar, O´na bakan ise O´nun üzerinde yoğunlaşır. Bunu, Allah Teala´nın şu buyruğundan anlamak da mümkündür: "Şimdi durup yaptığın tanrına bak. Biz onu yakacağız". (Taha/97) Muhabbetin farz ve faziletlerinden biri de, sevdiği hususta Ha-bib´in isteğine uygun davranmaktır. Ömer (ra) bu meyanda Suhayb (ra) için şöyle demişti: ´Allah Suhayb´a rahmet etsin. Allah Te-ala´dan korkmasaydı, yine masiyette bulunmazdı´. Çünkü onun sahip olduğu Allah sevgisi, korkuya gerek olmaksızın kendisini O´na masiyetten alıkoymaktaydı. O Allah Teala´ya, muhabbet ve sevgisi sebebiyle itaat etmekteydi. Suhayb (ra) şöyle demiştir: Benden, Rabbime olan sevgim dışında hiçbir şey netice çıkartılamaz. Kasdettiği; Allah Teala´nın korkutucu sıfatları ile rica ve ümidi mucib fiilleriydi. Alimlerimizden bir zat ise şöyle demiştir: Tercih ediş, muhabbetin şahididir. Kişinin sevgisinin alameti, Allah Teala´yı kendisine tercih edişidir. Yine o, şöyle demiştir: Allah Teala´nın taatinde bulunan herkes, O´nun sevgisine mazhar olamaz. Ama O´nun yasaklarından uzak duran herkes O´nun sevgisine layık olur´. Hakikat de, bu zatın ifade ettiği gibidir. m Muhabbet, salih amelleri çok işlemekle değil yasaklardan uzaK durmakla ortaya çıkar. Bu konuda şöyle bir söz rivayet edilmiştir İyi işler, iyiler, fasıklar ve günahkârlar tarafından yapılır. Günah lar ise, ancak sıddıklar tarafından terkedilir. Denildi ki: İbadetlerin en faziletli mertebesi, onlar üzerinde sa birli olmaktır. İbadetlerde sabırlı olmak, yetmiş katma kadar sevapla ödüllendirilir. Günahlar karşısında sabır ise, yediyüz katma kadar sevapla ödüllendirilir. Böyle biri, sanki Allah yolunda cihad edenin makamına konulmuş gibi olur. Çünkü Allah Teala´dan bir imtihana ve nefsin zaruri gördüklerinden bir harama muhatap olimaktadır. Bu durumdaki kul, nevasını terkettiği zaman, nefsini de terkelj-miş olur. Böyle bir fiilden dolayı kazandıklarının en hafifi, dünya hakkında zühd ve Allah yolunda cihad sevabıdır. İşte bu yüzden bu gibi kimselerin sevapları, yediyüz kata kadar çıkartılmıştır. Ayiiı nedenle de, Allah Teala´nın muhabbetine layık olmuş olur. Allah Teala buyurdu ki: Rabbinin makamından korkan için iki cennet vardır". (Rahman/46) Allah Teala, böyle kullarına duyduğu sevgi ile, onu diğerlerinden üstün kılmıştır. Bu hususta duyduğum haberlerin en ilginci şudur: Musa (as), Hızır´a (as) ´Bu mertebeye neyle ulaştın?´ diye sordu. O, ´Günahların tamamım terkederek´ dedi. Ebu Mulıammed Sehl (ra), Allah Teala´nın "Allah müminlerin mallarım ve canlarım satın aldı" (Tevbe/111) buyruğuyla ilgili olarak şöyle demiştir: Canlarının geçimi fâni, yani dünyevi şehvetlerden aldıkları anlık paylardır. Allah Teala´ya serzenişte bulunarak rahatlamak ve yalnız O´na has kıldığı ameliyle huzur bulmak da muhabbetin alametlerindendir. Amelleri, O´nun Zatı´na halis kılarak bunlarda güzel edeb göstermek de muhabbetin emarelerindendir. Amellerde gösterilecek güzel edeb; onları gizlemek, Allah Tea-la´nm hükmettiği darlık ve sıkıntıları saklamak, bahşettiği lütuf ve faydaları anlatarak nimetleri, gizli lütufları, yaratışının incelikleri ve kudretinin latif yönleri üzerinde uzun uzun tefekkür etmekle olur. Her hal ve şartta Allah Teala´ya senada bulunmak, O´ndan gelen nimet ve lütufları anlatmak, O´nun imtihanlarına sabretmek de muhabbetin alametlerindendir. Çünkü o, böyle davranmak suretiyle, Allah Teala´rnn ehlinden ve dostlarından biri olduğunu göstermiş olur. Allah Teala kalplerinde daha fazla yer edinmek için dostlarını sıkarak zorluğa düşürebilir. Allah Teala, onlar nezdinde, çok büyük bir yeri olduğunu bildiği gibi, onların Zatı´na karşı başka birini istemeyeceklerini de iyi bilir. Çünkü onlar, O´ndan başkasında huzur bulamaz, O´ndan başkasından talepdâr olmazlar. Onlar için Allah Teala´dan başka himmet yoktur. Muhibbandan biri şöyle demiştir: Sen´den vah bana, Sen´in uğrunda vay bana! Sen´den korkar, Sen´i özlerim. Sen´den talepte bulunsam beni yorar, Sen´den kaçsam Sen beni talep edersin. Senin beraberliğinde benim bir rahat, Sen´den başkasında da benim için bir istirahat yoktur. Mendub kılınan hayır işlerine, tad alarak ve yürek ferahlayarak koşmak da muhabbetin alametlerindendir. Nitekim bu hususta şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Kulum Bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder, ta ki Ben de onu severim". [30] Allah Teala´nm kazasına rıza göstermek de muhabbetin alametlerindendir. Çünkü bu, Allah Teala´nın fiillerini güzel görmektir. Allah Teala´yı devamlı zikretmek, O´nu zikredenleri sevmek, Allah´ı zikredenlerin meclislerine oturmak, serzeniş ve özlemini Allah Teala´ya yöneltmek, kalbi halktan uzak tutmak, herşeyde Hâ-lık´a bakmak, herşeyi süratle O´na havale etmek, her şeyde aşinalığı yalnız Allah´ta bulmak, O´nu bol bol zikretmek ve herşeyden ibret çıkarmak da muhabbetin alametlerindendir. Muhabbetin alametlerinden biri de teheccüdü uzatmaktır. Bu konuda Allah Teala´nın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Gece çöktüğünde Beni bırakarak uyuduğu halde Bana muhabbetini iddia eden kimse yalancıdır". Ariflerden bir zat ise, gece uykusuzluğunu başlıbaşma bir makam olarak görmüştür. Üstteki hadis kendisine iHÜüedüdiği zaman şöyle demiştir: Bu, Allah Teala´nm şevk makamına koyduğu kimsedir. Ama kendisine sekine indirdiği ve yakınlığında aşinalığına sığındırdığı kulun, uykusu ile uykusuzluğu birdir. Aynı arif sözüne devamla şöyle demiştir: Muhibbandan öyle bir topluluk gördüm ki onların uykuları, uykusuzluklarından daha fazla idi. Muhibbanm imamı ve Allah Teala tarafından sevilenlerin önderi Allah -Resulü (sav) de, bazan uyur, bazan da teheccüd namazına kalkardı. Kimi zaman, uykusu teheccüdünden fazla olurdu. O, geceleri muhakka uyurdu. Dünyada zühd göstererek malını Habib´in yolunda harcamak ve Hakk´ı tüm nevalara tercih ederek canını O´nun yoluna koymak da muhabbetin işaretlerindendir. Cüneyd şöyle demiştir: Muhabbetin alameti, bedeni zayıflatıp kalbi zayıflatmayacak uğraş ve gayretlerde devamlı olmaktır. Selef-i Salih´ten bir zat ise şöyle demiştir: Muhabbetten kaynaklanan bir amele soğukluk gelmez. Ulemadan bir zat da şöyle demiştir: Allah yemin ederim ki, O´nu seven biri en ağır vesilelere .bile maruz kalsa, Allah Teala´nm ibadetinden asla bıkkınlık duymaz. Muhabbetin alametlerinden biri de, birbirlerine hakkı öğütlemek ve onu tavsiye ederek bunda sabır göstermektir. Nitekim Allah Teala, salihler arasında kârlı çıkanları haber verirken şöyle buyurmuştur: "Muhakkak insan hüsrandadır. Ancak iman edip salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı ıtavsiye edenler hariç". (Asr/1-3) Allah Teala´dan başkasını sevenler, O´nun şöyle tavsif-ettiği kimseler gibidirler: "Ödüllerinizi verir ve sizden mallarınızı istemez. Eğer onları isteseydi de sizi sıkıştır saydı, cimrilik ederdiniz ve bu kinlerinizi ortaya çıkarırdı". (Muhammed/36-37) Bu ayetin kıra-atiyle ilgili olarak İbni Abbas´dan (ra) şu söz rivayet edilmiştir: Kinlerinizi -yani mallarınızı- çıkarırdı. Mal sevgisi ve sürekli malla meşguliyet sebebiyle şirk bulaşan imanı zayıf kimseler, ihlaslı Allah dostlarının kazandıklarını kaybetmiş ve salihlerin idrak ettikleri güzel son ile Tuba cennetini kaçırmışlardır. Allah Teala, gerçek dostlarından mallarını ve canlarını son katresine kadar vermelerini ister ki Kendi´nden başka bir sevdikleri olmasın ve yalnız O´na kulluk etsinler. O bunu, sevgilerini açığa çıkarmak, samimiyet ve sabırla ilgili sözlerini sınamak için yapar. Çünkü O, çok cömert bir mülk Sahi-bi´dir. İstediği zaman, tamamını ister. O, aynı zamanda da kıskançtır; başka kişi ve varlıkların Kendi sevgisine ortak edilmesini istemez. Bu sevgiye, ancak Allah Teala´yı layıkıyla bilenler tahammül eder. O´nun hükümlerine ancak yakini iman sahipleri rıza gösterebilirler. Şu var ki Allah Teala, malın ve canın tamamını, ancak özel bir muhabbet ile sevdiği kullarından ister. Bütün bunlar, O´nun hikmetinin gereklerindendir. Malını ve canını adama konusunda tüm çabasını sarfeden ve bu sebeple de mülkiyetinde hiçbir mal kalmayan mahbublardan birine, ´Bu halinin sebebi nedir? Muhabbetten mi?´ diye sorulmuştu. Şöyle dedi: Halktan birinin birine söylediği bir söz başıma bu imtihanı getirdi. ´O söz neydi?´ diye sordular. Dedi ki: Aşıklardan birinin sevdiği ile halvette iken şöyle dediğini işittim: Vallahi seni bütün kalbimle seviyorum. Sen ise, bütün varlığınla benden yüz çeviriyorsun. Sevdiği ona, Beni seviyorsan, benim için ne verebilirsin? diye sordu. O da dedi ki: Ey efendim, sahip olduklarıma seni sahip eder, sonra da canımı yoluna feda ederim. Bunu duyunca kendi kendime şöyle dedim: Mahlukun mahluka, kulun kula sevgisi böyle olunca, mahlukun Hâlık´ma, abidin Mabûd´una olan sevgisi nasıl olabilir? İşte bu söz, onun imtihanının sebebi olmuştu. Mallar, satın alma yoluyla nefslere dahil olur. Nefislerin satın aldıkları, sözkonusu şeyleri sevmelerinden dolayıdır. Allah Teala da, malların ve canların insanlar için taşıdığı değeri bildiği için bunları onlardan satın almaktadır. Allah Teala´nm bunları sevmesinin alameti, onları kendilerinden satın almasıdır. Satın almasının belirtisi ise, bunları dürerek almasıdır. Allah Teala bunları aldığında, insanların O´ndan başkasından heva adına beklentileri kalmaz. Çünkü Allah Teala, onları satın almıştır. Nefslerin afetleri, onların dertleridir. Nefslerin devası ise, bunlardan arınmaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Onları arındıran kurtuldu". (Şems/9) Allah Teala nefsi afetlerden arındırdığı zaman, onu saflaştırmış olur. Nefsi takva için şehvetlerden arındırmak üzere imtihan ettiğinde ise onu satın almış olur. Nefsin her hastalığının bir devası vardır. Nefsin devası da, derdine göre ağır veya zorlu olur. Nefsinizin devasını, derdinin çıktığı yerin üstüne koymanız gerekir. O dert nereden geldi ise, onun geldiği yere onun zıddını yerleştirmek veya o derdin kökünü kurutmak gerekir. Allah Teala tarafından satın alınmış nefslerin alameti, sevilen ve seçilen nefsler olmalarıdır. Habib Teala´ya tevbe; O´na hizmet ve sürekli O´na hamd ile olur. Güzel edeple huzurunda namaza devam etmek, O´nun sevdiğini emredip çirkin gördüğünden sakındırmak ve koyduğu sınırlara riayet etmek de O´na yönelmenin yollarındandır. İlmi de aklın mecralarında gizlemek suretiyle düzenlemek gerekir. Kudretin kayyumiyetini gizlemek de onu koruma şekillerin-dendir. Çünkü aklın sınırları vardır. Bu da muhabbet ilminin gizlenmesini gerektirir. Bu husus muhibban nezdinde, beden için konulan sınır ve hadler gibidir. Bilindiği üzere Allah Teala bu sınırları, peygamberlerinin dilleriyle vazetmiştir. Allah Teala´nm koyduğu sınırları çiğneyen kimse, kendine zulmetmiş olur. Bundan dolayı tevbe etmeyenler de gerçek zalimlerdir. Allah Teala ise, çok tevbe edenleri ve çok arınanları sever. O, bu durumdan sakınan takva sahiplerini de sever. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Allah Teala´nm kendisini sevmesini isteyen kimse, dünyada zühd sahibi olsun". [31]Hiçkimse, dünyada zühd sahibi olmadıkça Allah sevgisine tamah etmemelidir. Yukarıda anlattığımız hususlar, Allah Teala´yı seven muhibba-nın ağırlıklı sıfatlarıdır. Muhabbetin alametlerinden biri de, kulluğu yalnız Allah için yapmak, kaygı ve arzusunu muhabbet üzerinde yoğunlaştırmaktır. Kul, yalnız Allah Teala´nm rızası bulunan şeyleri arzu etmelidir. Allah Teala, ancak onun arzu ettiğini takdir | edecektir. Ulemadan bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Seni j halktan uzaklaştırdığını gördüğünde, bil ki seni Zatı´na aşina kılmak istemektedir. Davud (as) hakkında rivayet edilen haberlerden birinde Allah Teala´nm ona şöyle vahyettiği nakledilmiştir: Beni sevenlerin en üstünü, Bana hiçbir menfaat beklemeksizin kulluk edip rubûbiyet sıfatına layık olan değeri verendir. Vehb de, Zebur´dan şunu aktarmıştır: "Bana cennet ya da cehennem için kulluk eden kimse ne kadar da zalimdir! Eğer cennet ve cehennemi yaratmasaydım, itaatma layık olmayacak mıydım?" Benzer bir ifade, İsa (as) hakkında nakledilen haberler arasında da geçmektedir: "Takva sahibini, Rab Teala´ya düşkün olarak gördü-ğünüzde, bunun onu O´ndan başkası ile meşgul olmaktan kurtardığını bilin". Yine O´ndan şu söz rivayet edilmiştir: "Allah Teala´yı seven, musibetleri de sever". Rivayete göre İsa (as) havarilerle giderken ibadetle meşgul olan bir topluluk görmüştü. Bunlar, ibadetten yorgun düşmüş kimselerdi. Çürümüş su kırbaları gibi duruyorlardı. İsa (as) onlara, ´Siz kimsiniz?´ diye sordu. Onlar da, ´Biz, abidleriz´ dediler. İsa (as), ´Neye ibadet ettiniz?´ diye sorunca şu cevabı verdiler: Allah Teala bizleri ateşle dağladı ve biz de cehennem korkusuyla dolduk. Bunun üzerine İsa (as) şöyle buyurdu: ´Sizi korktuğunuzdan emin kılmak, Allah Teala üzerine bir haktır". Ardından bu kimselerden daha fazla ibadet eden başka bir topluluğa rastladı. Onlara, ´Siz ne için ibadet ettiniz?´ diye sordu. Onlar da, ´Allah Teala bizleri cennetlere ve onlarda dostları için hazırladıklarına özendirdi. Bizler de bunu ümid ediyoruz. İsa (as) da şöyle buyurdu: Ümit ettiğiniz şeyi size vermesi Allah Teala üzerinde bir haktır. Sonra ibadetle meşgul olan başka bir toplulukla karşılaştı. Onlara, ´Kimlersiniz?´ diye sordu. Onlar da, ´Biz, Allah Teala´yı sevenleriz. Ne cehennem korkusu, ne de cennet özlemiyle ibadet ederiz. Sadece O´na olan sevgimiz ve yüceliğini tazim etmemiz sebebiyle ibadette bulunuruz´ dediler. Bunun üzerine İsa (as) şöyle buyurdu: ´İşte sizler gerçek Allah dostlarısınız. Ben de sizlerle beraber olmakla emrolundum´. Sonra da onların arasında ikamet etmeye başladı. Bu haberin başka bir rivayetinde öncekilere şöyle dediği nakledilmiştir: ´Sizler, bir mahluktan korkuyor, başka bir mahluğu seviyorsunuz´. Sonunculara ise, ´Sizler Allah Teala´ya yakın kılınmışlarsınız demiştir. Konu Başlığı: Ynt: Muhabbetin Hükümleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Ocak 2010, 17:36:42 Tabiun arasında da, İsa´nın (as) sözettiği kimselerin makamına layık olanlar çıkmıştır. Bunlardan biri olan Ebu Hazim el-Medeni (ra) şöyle derdi: Azap korkusuyla kulluk etmek hususunda Rab-bimden haya ederim. Bu durumda, karşılığı verilmediğinde amel etmeyen kötü bir kul gibi olurum. Ben O´na yalnız muhabbetimden dolayı kulluk ederim. Allah Resulü´nden de (sav) bu manada şu hadis rivayet edilmiştir: "Sizden biri, korktuğunda amel eden gibi kötü kul ve ücreti verilmediğinde calısmavan kötü isçi cnhi olmasın"
Ma´ruf-i Kerhi´nin dostlarından biri ona, ´Bana söyler misin, seni ibadete ve insanlardan uzaklaşmaya sevkeden nedir?´ diye sordu. Ma´ruf bir müddet sustu. Soru sahibi, ´Ölümü hatırlamak mı?´ dedi. Bunun üzerine Ma´ruf, ´Ölüm nedir?´ diye sordu. Dostu, ´Ka-biri ve Berzah alemini hatırlamaktır dedi. ´Peki kabir nedir?´ diye sordu. Dostu, ´Cehennem korkusu, cennet arzusudur" dedi. Bunun üzerine Ma´ruf şöyle dedi: O da nedir? Bunların hepsi O´nun elindedir. Eğer O´nu seversen, sana bütün bunları unutturur. Eğer O´nunla aranda bir aşinalık varsa, bunların hepsiyle ilgili olarak sana O yeter. Ali b. el-Muvaffak´tan şu söz nakledilmiştir: ´Rüyamda kendimi cennete girmiş gibi gördüm. Orada sofranın üstünde oturan bir adam gördüm. Sağında ve solunda iki melek vardı. Ona her türlü güzel yiyeceklerden sunuyorlardı. O da bu nimetleri yiyordu. Sonra cennetin kapısında dikili duran bir adam gördüm. Gelenleri inceliyor, bir kısmını cennete sokarken bir kısmını da geri çeviriyordu. Daha sonra Kudüs´ün avlusuna geçtim. Orada arşın duvarında bir başka adam gördüm. Gözlerini dikmiş Allah Teala´ya ba-f kıyordu. Başını hiç oynatmıyordu. Meleğe, ´Bu kim?´ diye sordum. Bana, ´O, Ma´ruf-i Kerhi´dir. Ne cehennem korkusuyla, ne de cennet ümidiyle Rabbi´ne kulluk etmiştir. Yalnız O´na olan sevgisi sebebiyle kullukta bulunmuştur. Allah Teala da, Kıyamet´e kadar Kendi´ne bakmasına izin vermiştir dedi. ´Peki diğerleri kimler?´ diye sordum. ´Kardeşlerin Bişr b. el-Hars ve Ahmed b. Hanbel´ dedi. Bu makam, sıddıkların abdalının makamıdır. Onlar peygamberlerin abdallarının makamına konulmadıkları gibi şehitlerin derecelerine de yükseltilmezler. Ta ki Allah sevgisi bütün hallerde kalplerine hakim olsun ve yalnız O´na tamah ederek O´ndan başkasını unutsunlar. Böyleleri, mukarrebun zümresindedirler ve cennetteki nimetleri katıksızdır. Ashab-ı Yeminin nimetleri ise, kendi kalpleri gibi karışıktır. Nitekim Allah Teala, onların nimetlerini vasfederken şöyle buyurmuştur: "İyiler, elbette nimet içindedirler. Koltuklar üzerinde oturup bakarlar. Yüzlerinde nimetin sevinç ve pırıltısını sezersin. Onlara mühürlü halis bir şaraptan içirilir". (Mutaffifin/22-25) Allah Teala başka bir ayetinde de, mukarrebun içeceklerini vas-federek şöyle buyurmuştur: "Karışımı tesnimdendir. Bir çeşme ki Allah Teala´ya yaklaştırılanlar ondan içerler". (Mutaffifin/27-28) Ashab-ı Yemin´in içecekleri ise karışıktır. Allah Teala iyilerin içeceğini, mukarrebunun içeceğiyle aynı karışımdan kılmıştır. O, bütün cennet nimetlerini şerab/içecek olarak ifade buyurmuştur. Tıpkı ilim ve amelleri kitab/defter kelimesiyle ifade buyurduğu gibi. Allah Teala ebrâr yani iyiler zümresini vasfederken de şöyle buyurmuştur: "Ebrarın defteri üliyyundadır". (Mutaffîfîn/18) Ardından da şöyle buyurmuştur: "Allah Teala´ya yaklaştırılmış olanlar, ona şahit olurlar". (Mutaffifin/21) Buna göre ebrâr zümresinin ilimlerinin güzelliği, amellerinin duruluğu ve defterlerinin yüksekliği ancak Allah Teala´ya yaklaştırılmış olan mukarrebun zümresinin şahitliğiyle mümkün olabilmiştir. Onların dünyadaki ilim ve amelleri de, yine onların müşahedeleriyle güzelleşip yükselmiştir. Onlar, kendileri açısından ziyade sevabı da, mukarrebuna yaklaşmakta bulmuşlardır. Allah Teala buyurdu ki: "İlk defa yarattığımız gibi tekrar diriltiriz". (Enbiya/104); "Yaptıklarına uygun bir ceza olarak". (Nebe/26) Yani amellerine uygun olarak karşılık görürler. Yine O, başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Bu sıfatlarından dolayı Allah onların cezalarım verecektir. Muhakkak ki O, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibidir". (En´am/139) Yani Allah Teala onları, dünyadaki sıfatlarına uygun olarak ağırlayacaktır. Buna göre, dünya yurdundaki nimeti, mülkün güzelliklerinden olduğu zaman, yarın da ahirette dünya mülkünün nimetleriyle karşılaşacaktır. Dünyadaki nimet ve sevinci, Allah Teala olan kimse de, ahirete vardığı zaman O Padişahsın huzurunda doğruluk koltuğuna oturacaktır. Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle demiştir: Kim dünyada sürekli nefsi ile meşgul ise, ahirette de nefsi ile uğraşacaktır. Her kim bugün Rabbi ile meşgul ise, ahirette de Rabbi ile meşgul olacaktır. Muhibban zümresinden olan Rabia el-Adeviyye (ra) hakkında şu hadise nakledilmiştir: Süfyan-ı Sevri onun meclisinde oturuyor ve ´Bize, Rabbinin sana nasip ettiği zarif hikmetleri anlat´ diyordu. O da şöyle dedi: Ne kadar da güzel bir insansın. Bir de dünyayı sevmesen. Aslında merhum Sevri, dünya hakkında zahid bir zat idi, Ama Rabia, onun hadis kitaplarını saklamasını ve insanlara yönelmesini dünya kapılarından sayıyordu. Bir gün Sevri ona şunu sordu: ´Her kulun bir şartı ve her imanın bir hakikati vardır. Senin imanının hakikati nedir? Rabia (ra) şu cevabı verdi: Ben, Allah Teala´dan korkum sebebiyle kulluk etmedim. Aksi halde, korkmadığında çalışmayan kötü hizmetçi gibi olurdum. O´na cennet arzusu ile de kulluk etmedim. Aksi takdirde, ancak parasını aldığında çalışan kötü hizmetçi gibi olurdum. Yalnız Allah sevgisi ve O´nun şevkiyle ibadet ettim. Hammad b. Zeyd de ondan şunu rivayet etmiştir: Rabia (ra) dedi ki: Ben dünyayı, ona sahip olan Allah´tan istemekten haya ederken, ona sahip olmayan bir kuldan nasıl isteyebilirim?! Bu, onun Hammad´a verdiği cevaptı. Çünkü Hammad kendisine, ´İhtiyaçların varsa bildirin de halledelim´ demişti. Bir defasında Abdülvahid b. Zeyd ona talip olmuştu. Kendisine şöyle dedi: Ey şehvet düşkünü, kendin gibi bir şehvet düşkünü ara. Bende şehvete delalet edecek ne gördün? Basra emiri Muhammed b. Süleyman da yüzbinlik mihirle ona evlenme teklif etmiş ve şöyle demişti: Benim her ay onbinlik gelirim var, onu sana vereyim´. Bunun üzerine Rabia (ra) şöyle bir mektup gönderdi: Bana ait bir kul olman ve herşeyinin bana ait olması beni sevindirmez. Sen beni, bir anlık kadar dahi olsun Allah Teala´yı anmaktan alıkoydun. Bu günah bana yeter. O, muhabbet hakkında, açıklamaya ihtiyacı olan bir şiir söylemişti. Bu şiiri Basralılar kendisinden nakletmişlerdir. Bunlar arasında, Cafer b. Süleyman ez-Zabe´i, Süfyan-ı Sevri, Hammad b. Zeyd ve Abdülvahid b. Zeyd gibi şahıslar vardı: Seni iki sevgiyle severim; heva sevgisiVe öyle bir sevgi ki, ona Seriden başkası layık değildir .fiu Heva sevgisi olana gelince, Seni zikrederek Sen´den başkasından uzaklaşmamdır. Yalnız Senin layık olduğun sevgiye gelince, rar Seni görebilmem için perdeyi aralamandır. Ne onda, ne de bunda benim Övülmeni gerekmezken, Onda da, bunda da övgü yalnız Sana mahsustur. Onun heva sevgisi ile Allah Teala´nm layık olduğu sevgiye dair söyledikleri ve sevgiyi bu şekilde iki sınıfa ayırması, açıklama gerektirmektedir. Bilmeyenlerin ve bunun aslına şahit olmayanların anlayabilmeleri için bu gereklidir. Aksi takdirde, bu konuda bir yetkinliği ve derinliği olmayan bir takım akıl sahiplerinin sözko-nusu ifadeleri yadırgamaları mümkündür. Bu nedenle de, bunu açıklamayı gerekli görüyor ve marifet sahiplerine yol göstermek istiyoruz. Heva sevgisi şu anlamda kullanılmıştır: Ben Seni, haber alma veya duyma yoluyla değil aynel yakin olarak müşahede edip gördüğüm için sevdim. Benim tasdikim, nimetler ve ihsandan hareketle ortaya çıkmış değildir. Bu husus farklı olduğuna göre, fiillerin farklılaşmasından dolayı benim sevgim de farklı olacaktır. Benim muhabbetim, aynel yakin görme yoluyla olmalıdır. Ben Sana yakın oldum ve herkesten Sana kaçtım. Daima Seninle meşgul oldum ve mâsivadan uzaklaştım. Bundan önce bir takım nevalarım vardı. Ama Seni gördüğümde, bunların hepsi toparlandı ve tamamı Senin üstünde yoğunlaştı. Bütün kalbim ve bütün muhabbetim Sen oldun. Bana nıâsivayı unutturdun. Ama buna rağmen kendimi bu muhabbete ve ahirette rıza makamında Sana keşf ve ayan üzere bakmaya ehliyetli görmüyorum. Çünkü Sana olan muhabbetim, herhangi bir karşılık gerektirmemektedir. Aksine herşeyi Senin için kılmamı gerektirmektedir. Gücümün yetmeyeceği herşeyi Senin için yapmam gerekir. Böyle yapsam da Senin hakkını ödemem asla mümkün değildir. Çünkü ben, Seni sevdim ve kusurda bulunma korkusu beni terketmez oldu. Karşılığı vermemdeki eksiklikten dolayı haya etmem bana farz oldu. Ama Sen kereminin lütfuyla bana ihsanda bulundun ve bugün benim yanımda gösterdiğin gibi ahirette de bana Kendi katında Zatı´nı gösterdin. Dünyada bana lütfettiğin bu eşsiz nimet için Sana hamdolsun. Ahirette kendi katında lütfedeceğin için de Sana hamd ederim. Oysa ben, ne dünya, ne de ahirette bu lütuftan dolayı övülmeyi haket-mem. Çünkü her ikisine Senin sayende ulaştım. Dolayısıyla her ikisinde de hamda layık olan yalnız Sensin. Beni bu derecelere eriştiren de yine Sen´sin. Rabia´nm (ra) şiirinin açıklaması bundan ibarettir. Bu, aynı za-anda zannımıza göre Allah Teala´yı hakkıyla seven muhibbanm da vecdidir. Çünkü Rabia´nm (ra) muhabbet makamında doğruluk kademesi vardı. Allah Teala daha iyi bilir. Böyle bir kitapta, yukarıda özetlediğimiz hususların hakikatlerini keşfederek açıklamak ve zikrettiğimiz hususların tafsilatına girmek mümkün değildir. Rabia (ra) gibi muhibbandan olmayan biri, muhabbetiyle nazlanıp sevdiğinden ona karşılık bir ödül vermesini isteyebileceği gibi kendini muhabbeti sebebiyle O´ndan birtakım şeyleri talep etmeye ehil de görebilir. Bunlar muhabbetle aldatılmış ve onu gerçek anlamıyla görmekten menedilmiş kimselerdir. Bu, ancak rica makamı için geçerlidir. Bunun zıddı da korku makamıdır. Bunun muhabbetle, uzaktan yakından alakası yoktur. Muhabbet, ancak muhabbette buğzedilme korkusuyla sıhhat bulur. Ariflerden bir zat şöyle demiştir: O´nu bildiğini zanneden, O´nu bilmeyendir. O´nu sevdiğini vehmeden de, O´nu layıkıyla sevmeyendir. [32] Muhibbanın Korkuları Ve Korkudaki Makamlari Hakkındadır : Muhibler için sözkonusu olan yedi korku vardır ki, diğer nîakam sahipleri için geçerli değildir. Bu korkuların bir kısmı, diğerlerinden daha şiddetlidir. Korkuların ilki, yüz çevirme korkusudur. Bundan daha büyüğü, hicap yani perdeleme korkusudur. Bundan da büyüğü, uzaklık korkusudur. Hud suresinde bu anlamda yer alan bazı ayetler, Allah Resulü´nü (sav) kocaltmıştır. Allah Teala buyurdu ki: "Hud´un kavmi Ad, (Allah Teala´nm rahmetinden) uzak olsun!". (Hud/60); "Ve iyi bilin ki Semud, uzak oldular!". (Hud/68) Uzaklıkta uzaklaştırma, yakında yakınlık ehli olan kimseleri kocatır. Bundan sonra müridin elinden kazandıklarını çekip alma ve sınırda durdurma korkusu gelir. Bu, izhar ve tercih noktasındaki havas için geçerli olan bir korkudur. Kendilerine bir ceza olarak hakikat ellerinden çekilip alınır. Bu, muhabbet iddiası ve nefsin kendi gerçeğini nitelemesinde olabilir. Ama muhabbet ehli bu noktalarda kusur edip ümitsizliğe düşmezler. Bundan sonra Allah Teala´nm gizli tuzaklarından olan kaçırma (=fevt) korkusu gelir. Bir defasında muhibbanın önde gelenlerinden îbrahim b. Edhem´in kulağına cezbedeki bir adamın şu şiiri takılmıştı: Ben´den yüz çevirmen dışında herşeyin mağfiret olunmuştur, Sana kaçırdıklarını verdik, geriye Benim için kaçırdıkların kaldı. ibrahim b. Edhem bunu duyar duymaz bocaladı ve bayıldı. Bir gün bir gece baygın yattı. Bu hadisenin uzun bir kıssası vardır. İbrahim b. Edhem, konulduğu bir çok makamdan sonra, bunlardan söz edilen makama nakledildi. Kendisi bu kıssanın sonunda şöyle demiştir: Dağdan ´Ey İbrahim! Kul ol´ diye bir nida duydum. Artık bir kul olduğum için rahatladım. Bu nidanın anlamı şudur: Sana yalnız Bir olan Allah Teala sahip olsun, sen de yalnız O´nun kulu ve kölesi olarak başkalarından azat ol. Hiçbir şeye sahip olma. Zaten her şey, O´nun hazinesinde-dir. Onlara sahiplenme. Sahiplendiğin şeyler Mâlik olan Allah Te-ala´nm önünde sana perde olurlar. Bu perde, sahip olduğun eşyaya göre kalınlaşır incelir. Allah Teala, yarattıkları ile kendi Zatı arasındaki ilişkiye şöyle bir misal vermiştir: İki adam vardır. Bunlardan birinin birbirleriyle çekişen aile, mal ve arzular gibi ortakları vardır. Diğeri ise, Tek olana teslim olmuş, ihlaslı bir adamdır. Bu ikisinin eşit olmaları elbette mümkün değildir. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Allah Teala, (putperestle tek Allah´a inananın durumunu anlatmak için) bir misal getirdi: Birbiriyle çekişen birçok ortağın sahip olduğu bir adam (bir köle) ile, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adam. Şimdi bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, yalnız Allah´a mahsustur, fakat çokları bilmiyorlar". (Zümer/29) Yani insanları çoğu, bu şekilde Tek olanı bilmeyenlerdir. Kaçırma korkusundan daha da büyüğü, rahatlayıp avunma (=selv) korkusudur. Bu, muhibbanın en çok korktukları şeydir. Çünkü Allah´a ait muhabbet, onların çabasıyla değil yalnız O´nun sayesinde olmaktadır. Bu, takdir edilemeyecek kadar büyük bir nimettir. Kul, bu nimetten dolayı ne yaparak Rabbi´ne şükranda b lunabilir. Hiçbir şey, bu nimete denk olamaz. Aynı şekilde avuntuları da, sevgileri gibi yalnız O´nunla olabilir Onlar, bilemedikleri bir yerden kendilerine gelen bu avuntuya tes lim olurlar. Sevgiyi Allah Teala´da bulduğunuz gibi, teselli ve avunj tuyu da O´nunla bulursunuz. Hiç bilemediğiniz bir şekilde O´ndam uzaklaşarak kendini avutmaya başlayabilirsiniz. Çünkü O, hikmetinin incelikleriyle sizi derece derece kendinden uzaklaştırabilir. O´nu farketmeden seversiniz. Çünkü O, rahmetinin enginlikle-rindeki kudretine sizi şahit kılmış ve bir anda kendinizi O´nu sevenlerden bulmuş sunuz dur. Bu sevgi, geldiği gibi de gidebilir. O´nun tuzakları ve ceberut sıfatı gereği Zatı´ndan perdelenirsiniz. İşte aynı şekilde, kalbinizin bir anda O´ndan uzaklaşarak avuntuya kapıldığını görürsünüz. Bu konuda hiçbir kuvvet, imkan, hile ve: geri getirme çabası fayda etmez. Bunu, ancak Allah Teala´mn imtihanının inceliğini bilenler anlatabilir. Bundan da, sadece Allah Teala´mn gizli tuzağından ve imtihanından korkan kimseler sakınabilir. Allah Teala´mn sizi bu tür bir avuntuya teslim etmesi, sizi reddedip attığının delilidir. Çünkü O´nu sevdiğinizde de, ancak O´nun takdiri sayesinde sevebilirsiniz. Bu, Allah Teala´mn tuzağa düşmüş kalpleri bir anda çeviren kudretinin sürati sayesinde tahakkuk eden gizli tuzaktır. Bu, gurura kapılmış olanlara erişen bedbahtlık halidir. Süratinden dolayı göz bunu farkedemediği gibi gizliliği yüzünden kalp de ona mani olamaz. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Yine ayetlerimiz hakkında bir tuzak düşünürler. De ki: Allah Teala´mn tuzağı daha seridir". (Yunus/21) Yani O, daha gizli olarak değiştirendir. Onlara sevdikleri nimetler vermiş, ancak bu nimetler kendileri için bir ceza ve nimet kisvesinde bir intikam olmuştur. Onlar, bu nimetlerle, bilmedikleri bir şekilde ağır ağır azaba çekilmektedirler. Bütün bu korkulardan daha da korkutucu olanı; değiştirilme korkusudur. Çünkü bu, şaibe ve kapalılığı olmayan bir korkudur. Azaba çekişin hakiki sureti olan bu korkuda, Mahbub Teala´mn ga-zab, buğz ve uzaklaştırmasının son noktası görülür. Avuntu bu kor- kunım başlangıcıdır. Yüz çevirme ve perdeleme ise bütün bunların başıdır. Zikirden uzaklaştırma ve iyilikle yüreğin daralması ise sebeplerdir. Allah Teala´nm rıza ve sevgisinden uzaklaştırılmış ve azaba basamak kılınmış bu davranışlar güçlenip arttığı vakit, bütün bu yasaklara yol açarlar. Bunlar zayıfladığında ve salih ameller ve hasenat ile yer değiştirdiklerinde ise, muhabbet ve yakınlığın makamlarına dahil edilirler. Bu hususta Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hevasma dalmış kimse, Allah Teala´nm gazaplısıdır". Bu sıfatların sizde bulunması, sizin değişmenizin ve makam bakımından düşürülmenizin emarelerindendir. Bunlardan korkmak ise, O´nun ahlakını öğrenmenin alametidir. Bu makamların hepsini bir kitapta şerhetmek ve onların tafsilatına girmek mümkün değildir. Bunlar, ancak kulun kalbinde şerhedilirler. Onun yakini imanı ile şerholur ve kulun nefsi karşısındaki üstünlüğüyle açıklanırlar. Şirke düşen bir kalp ve nevasına dalmış bir kul, bunlara ehil değildir. Allah Teala yardımcımız olsun. Sekizinci korku, ulvi bir muhabbetin şahitliğine karşı duyulan korkudur. Bu durumda muhabbet garib hale gelir ve kafaları karıştırır. Kulaklardaki şöhretinin azlığından dolayı cahil kalman Allah sevgisinin sıfatı bazı kimselere gizli kalır. Bunun adını koymadık. Çünkü bu, muhabbet adına ismi bulunan başka bir makam hakkında duyulan bir korkudur. Bunu duyanların çoğunun kafaları karışabilir ve onu yadırgayabilirler. Bu gibi kimseler, o makama şahit olanların akıllarından geçmeyen bir takım vehimlere kapılır ve bu sevgiyi, insanların sevgileriyle karıştırırlar. Bu sevgiyi beşeri sevgiye benzetirler. Çünkü halkın sıfatlarına verilen isimler, Hâlık´m sıfatlarına verilen isimlere benzer. Bu gibi kimseler için bu hususta yalnızca kendi bildikleri geçerlidir. Onlar, bu ilimleri ile perdelenmişlerken, nasıl olur da şahit olabilirler? Böyle birinin korkusunu ve bu korkuya göre makamını zikrettiğimizde, kendi açıklamasıyla durumu açığa kavuşur. Bu korkunun kaynağıyla imtihan edilen kimse, kendiliğinden soruncaya kadar konuyu kapatmak, açmaktan daha hayırlıdır. Çünkü mupabbetin bütün makamları, onun makamı karşısm-da,denize katılan bir nehir gibidirler. Onun durumu, yakini müşahedelerin tamamının, tevhide tevhidle şahitlikte bulunma karşısındaki durumu gibidir. Bu, muhabbetin bilinen bir sıfatıdır. Çünkü bu, Habib´in muhibbe olan özlemindendir. Bu husus, Rabia´nm fra) yukarıda geçen sözüne benzemektedir. Hatırlanacağı üzere o, heva sevgisinden bahsetmişti. Aişe´nin (ra), Allah Resulü´ne (sav) söylediği şu söz de bu kapsamda değerlendirilir: "Görüyorum ki Rabbin, senin hevana süratle yetişiyor". Muhib makamına girdikten sonra ondan çıkartılan kimse, üstte anlattığımız makama yükseltilir. Çünkü o, yakini imanın en güzel müşahedeleri ile sevilen/mahbub makamına oturtulmuş olur. Cüneyd (ra) şu beyti çok sık tekrar ederdi: Bundan sonra ne sıfatları zor anlaşılır olur, Ne de gizlemesi, katında adalet ve lütfuna uygun düşer. Dikkat edin! Rahman´ın bir sırrı vardır ki onu, Yalnız ehline gizli olarak verir. Örtmek en güzelidir. Mahbub bir zattan da aynı anlamda şu beyti dinledik: Muhabbet Sen´den izzet ile belirdi ve karıştı, Vuslat suyu ile. Onu birleştiren de Sen´din. Fani oluşunda sonra baki kıldığın kimseye yardım ettin, Ve mekansız olarak varoldu. Çünkü o, artık Sen´din. Ulemadan bir zat şöyle demiştir: "Allah Teala´yı korku olmaksızın sırf muhabbet ile bilen kimse, sevinç ve şımarıklığından dolayı helak olur. O´nu muhabbet olmaksızın, sırf korku ile bilen kimse de, uzaklık ve yalnızlık duygularıyla O´ndan kopar. O´nu korku ve muhabbet ile bileni ise, Allah Teala sever, Zatı´na yaklaştırır, ilim verir ve ayağını sağlam kılar". Korku ehlinin korkusuna hayran olmamak gerekir. Çünkü onlar, sadece korkutucu sıfatları ve helak edici fiileri bilirler. Konu Başlığı: Ynt: Muhabbetin Hükümleri Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 07 Ocak 2010, 17:41:09 Esas hayran olunması gereken, muhabbet ehlinin korkusudur. Onlar Allah Teala´nm ahlakını ve hoşgörüsünü bilmelerine, O´nunkunun başlangıcıdır. Yüz çevirme ve perdeleme ise bütün bunların başıdır. Zikirden uzaklaştırma ve iyilikle yüreğin daralması ise sebeplerdir. Allah Teala´nm rıza ve sevgisinden uzaklaştırılmış ve azaba basamak kılınmış bu davranışlar güçlenip arttığı vakit, bütün bu yasaklara yol açarlar. Bunlar zayıfladığında ve salih ameller ve hasenat ile yer değiştirdiklerinde ise, muhabbet ve yakınlığın makamlarına dahil edilirler. Bu hususta Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hevasma dalmış kimse, Allah Teala´nm gazaplısı dır".
Bu sıfatların sizde bulunması, sizin değişmenizin ve makam bakımından düşürülmenizin emarelerindendir. Bunlardan korkmak ise, O´nun ahlakını öğrenmenin alametidir. Bu makamların hepsini bir kitapta şerhetmek ve onların tafsilatına girmek mümkün değildir. Bunlar, ancak kulun kalbinde şerhedilirler. Onun yakini imanı ile şerholur ve kulun nefsi karşısındaki üstünlüğüyle açıklanırlar. Şirke düşen bir kalp ve nevasına dalmış bir kul, bunlara ehil değildir. Allah Teala yardımcımız olsun. Sekizinci korku, ulvi bir muhabbetin şahitliğine karşı duyulan korkudur. Bu durumda muhabbet garib hale gelir ve kafaları karıştırır. Kulaklardaki şöhretinin azlığından dolayı cahil kalman Allah sevgisinin sıfatı bazı kimselere gizli kalır. Bunun adını koymadık. Çünkü bu, muhabbet adına ismi bulunan başka bir makam hakkında duyulan bir korkudur. Bunu duyanların çoğunun kafaları karışabilir ve onu yadırgayabilirler. Bu gibi kimseler, o makama şahit olanların akıllarından geçmeyen bir takım vehimlere kapılır ve bu sevgiyi, insanların sevgileriyle karıştırırlar. Bu sevgiyi beşeri sevgiye benzetirler. Çünkü halkın sıfatlarına verilen isimler, Hâlık´m sıfatlarına verilen isimlere benzer. Bu gibi kimseler için bu hususta yalnızca kendi bildikleri geçerlidir. Onlar, bu ilimleri ile perdelenmişlerken, nasıl olur da şahit olabilirler? Böyle birinin korkusunu ve bu korkuya göre makamını zikrettiğimizde, kendi açıklamasıyla durumu açığa kavuşur. Bu korkunun kaynağıyla imtihan edilen kimse, kendiliğinden soruncaya kadar konuyu kapatmak, açmaktan daha hayırlıdır. Çünkü mupabbetin bütün makamları, onun makamı karşısın-da,denize katılan bir nehir gibidirler. Onun durumu, yakini müşahedelerin tamamının, tevhide tevhidle şahitlikte bulunma karşısındaki durumu gibidir. Bu, muhabbetin bilinen bir sıfatıdır. Çünkü bu, Habib´in muhibbe olan özlemindendir. Bu husus, Rabia´nm (ra) yukarıda geçen sözüne benzemektedir. Hatırlanacağı üzere o, heva sevgisinden bahsetmişti. Aişe´nin (ra), Allah Resulü´ne (sav) söylediği şu söz de bu kapsamda değerlendirilir: "Görüyorum ki Rabbin, senin hevana süratle yetişiyor". Muhib makamına girdikten sonra ondan çıkartılan kimse, üstte anlattığımız makama yükseltilir. Çünkü o, yakini imamn en güzel müşahedeleri ile sevilen/mahbub makamına oturtulmuş olur. Cüneyd (ra) şu beyti çok sık tekrar ederdi: Bundan sonra ne sıfatlan zor anlaşılır olur, Ne de gizlemesi, katında adalet ve lütfuna uygun düşer. Dikkat edin! Rahman´ın bir sırrı vardır ki onu, Yalnız ehline gizli olarak verir. Örtmek en güzelidir. Mahbub bir zattan da aynı anlamda şu beyti dinledik: Muhabbet Sen´den izzet ile belirdi ve karıştı, Vuslat suyu ile. Onu birleştiren de Sen´din. Fani oluşunda sonra baki kıldığın kimseye yardım ettin, Ve mekansız olarak varoldu. Çünkü o, artık Sen´din. Ulemadan bir zat şöyle demiştir: "Allah Teala´yı korku olmaksızın sırf muhabbet ile bilen kimse, sevinç ve şımarıklığından dolayı helak olur. O´nu muhabbet olmaksızın, sırf korku ile bilen kimse de, uzaklık ve yalnızlık duygularıyla O´ndan kopar. O´nu korku ve muhabbet ile bileni ise, Allah Teala sever, Zatı´na yaklaştırır, ilim verir ve ayağını sağlam kılar". Korku ehlinin korkusuna hayran olmamak gerekir. Çünkü onlar, sadece korkutucu sıfatları ve helak edici fiilen bilirler. Esas hayran olunması gereken, muhabbet ehlinin korkusudur. Onlar Allah Teala´nm ahlakını ve hoşgörüsünü bilmelerine, O´riUn şefkat ve lütfuna korku ehlinin asla görmediği kadar şahit olmalarına rağmen O´ndan korku duyarlar. Muhabbet ehli, muhabbetlerine rağmen O´ndan korkmaktadırlar. O´nu kendi nefsleri üzerinde sevmektedirler. Korkularına rağmen O´na özlem duymaktadırlar. Allah Teala´mn kendilerine bahşettiği lütuf ve sevgiye rağmen O´nun huzurunda aşırıya gitmekten sakınmaktadırlar. Onları aziz kılmış olmasına rağmen, O´nun önünde zillete bürünmektedirler. Kendisine fazla verilmediği için kendini sıkan ve tutan kimseye şaşmamak gerekir. Asıl şaşılacak olan, izzet ve ikrama layık olduğu halde, tevazu ve alçakgönüllülükten ayrılmayan kimsedir. Muhibban, Allah Teala´mn bol ikramı karşısında kendilerine hakim olabilenlerdir. Korku ehli ise, O´nun menettiği hususlarda kendilerini tutanlardır. Muhibban için izzet ve ikramla beraber zillet, korku ehli için ise, korku ve endişeyle beraber zillet sözkonusudur. Bütün bunlar, muhabbet ehlinin ulaştıkları marifet seviyesinin, diğerlerinin marifetlerinden çok daha üstün olduğudur. Çünkü onlar da, bu yolun başında korku ehli olmuşlardır. Buna göre her mu-hib, aynı zamanda korku sahibidir. Her korku sahibi ise, muhib değildir. Yani mukarrebunun muhabbetine ulaşmış değildir. Çünkü o, muhabbetin tadını alamamıştır. Müslümanlara farz kılınmış olan Allah sevgisi, esas itibarıyla havassın makamlarında dikkate alınmaz. Çünkü bu sevgi, onların hallerinin getirdiği vecdlerde sözkonusu olamaz. Makamlar arasındaki geçişlerde de, bu muhabbet ile yükselme sağlanamaz. Çünkü bu sevgi, imanın gıdası ve onun sıhhat dayanağı olup varlığım da sadece imana borçludur. Muhabbet, korkuyu kaldırmaz. Bu yüzden de muhib kimse, hem muhabbet, hem de korku sahibi sayılmıştır. Çünkü onun sevdiği Mahbub Teala, aynı zamanda korkutucudur. Mücerred korku ise, sahibini yukarıda anlattıklarımız sebebiyle muhabbetten alıkoyabilir. O, ebrâr/iyiler zümresinin keşfi ve mukarrebunun perde-sidir. Çünkü muhibbanm korkuda bir gıdaları, muhabbette ise genişlikleri vardır. Korku ehlinin ise, korkuda genişlikleri, muhabbette ise âz bir gıdaları mevcuttur. Bu husus, korku ve ümit makamında söylenenle benzemektedir. Çünkü korku ve ümit (=havf-recâ), imanın sıfatlarıdır. Ancak korku sahibi, kendi hali içinde ümit makamında derece sahibi olurken, rica ehli de ümidinin içinde korkuyu barındırır. Makamların tertibinde Allah Teala´nın beşer tarafından anlaşılması güç bir hükmü ve latif bir hikmeti vardır. Bunu ancak, bu makamların şahitliklerine nail kılman kimseler bilebilirler. Eğer kul, korku makamını geçmişse, arif ve mukarreb kılınanların muhab-betiyle seven bir muhib olur. Eğer muhabbet makamını geçmişse, ashab-ı yeminin muhabbeti ile muhib olur. Böyle bir kul için, ne Allah Teala´ya ünsiyet kuran muhibbanm makamları, ne de mukarrebun makamlarmdakilerin şevkleri sözkonusu olabilir. Bunların hepsi de, salih ve yakin sahibi kimselerdir. Halleri, zahir ehlinin ilmi tertibi dışında gelişse de durum değişmez. Çünkü onları inkar edenler, ikrar edenlerden daha fazladır: "Allah, emrini yerine getirendir. Ama insanların çoğu bilmezler". (Yusın721); "Onlar Allah katında derecelere sahiptirler. Allah onların yaptıklarını görendir". (Al-i İmran/163) Muhabbet, belki korku için bir sevap ve ziyade lütuf olabilir. Bu, amel ehlinin makamında geçerlidir. Korku da, muhtemelen muhabbetin ziyadesi ve sevabı olabilir. Bu da ilim sahiplerinin makamında geçerlidir. Korkudan sonraki nasibi muhabbet olan kimse, mahbub ve mukarreb olanların arasında yer alır. Muhabbetinden nasibi korku olan kimse ise, Allah Teala´yı seven ebrâr/iyilik ehli ve ashab-ı yemin arasında yer alır. Basralı alimlerimizden bir zata, muhabbetin mi yoksa hayanın mı daha faziletli olduğu sorulmuştu. Şu cevabı verdi: Korkuya yol açan bir muhabbet noktasında, haya ondan daha üstün olur. Hayaya zemin hazırlayan muhabbet ise, hayadan daha üstündür. Çünkü o şevktir. Cüneyd-i Bağdadi (ra) dedi ki: ´Muhabbetin bizzat kendisi, aydınlanma ve sevinç yoluyla kalbin Allah Teala´ya yakın olmasıdır. Allah Teala´mn batini isimlerindeki sıfatların tecelli etme isteğine gelince, burada bu mevzulara hiç girmedik. Bizim bütün anlattıklarımız, O´nun zahiri isimlerinden kaynaklanan ahlaka duyulan sevgi ve istek hakkındadır. Diğer hususların bir kitapta işlenmesinin helal olduğunu da düşünmüyorum. Bunların, avama açıklanması helal değildir. Çünkü bunlar, mukaşefenin sırlarındandır. Bunlara, ancak mükaşefe ehli muttali olabilirler. Ancak bunlara nail olanlar, onlar hakkında konuşabilirler. Daha önce hiç bir alimin bunları kitabında işlediğini görmedik. Zira bunlar, bir kitaptan alınabilecek bilgiler değildir. Ancak alimlerin ağızlarından dinlenebilecek ve kalpten kalbe aktarılacak hususlardır. Bu bakımdan da, yukarıda sekizinci korku hakkında söylediklerimize benzerlik arzederler. Hatırlanacağı üzere, sekizinci korkuyu bilgi sahibi olmayanlar için açıklamamıştık. Hadislerde de, kendisine bu korku tattırılan kimselerin onu açıklamadıkları nakledilmektedir. Bize ulaşan rivayetlerden birinde bu husus şöyle geçmektedir: Abdal zümresinden bir zat, sıddıklardan birinden, Allah Teala´ya dua ederek kendisine zerre mikdarı muhabbet ihsan etmesi için dua etmesini rica etmişti. O sıddık da, onun isteğini yerine getirdi. Bunun üzerine o abdal kendini dağlara vurdu, aklını kaybetti, kalbi ürperdi ve yedi gün bu halde tepkisiz olarak yaşadı. Ne bir şeyden faydalanabiliyor, ne de kimse ondan faydalanabiliyordu. Bunun üzerine sıddık zat Rabbi´ne niyazda bulunarak şöyle dedi: Ey Rabbim, ona verdiğin muhabbet zerresinin yarısını eksilt. Bunun üzerine Allah Teala şöyle vahyetti: Zaten Biz ona, zerre kadar marifetin yüzbinde biri kadar bir parça vermiştik. Sen Bize niyaz ettiğin vakitte yüz bin kul daha Bizim muhabbetimiz için niyazda bulunmuşlardı. Sen niyazda bulununca, duana icabet ettim. Onlara ise, bu şahsa verdiğim kadar muhabbet verdim. Onun zerresini yüzbin kul arasında paylaştıracak kadar parçaya böldüm. Bu kula düşen de, onlarınki gibi bir parçadır. Bunun üzerine, ´Ey hüküm sahiplerinin en hayırlısı olan Rabbim, ona verdiğini eksilt´ diye dua ettim. Allah Teala, o parçanın büyük kısmını aldı ve onda yüzbinde birinin onda birini bıraktı. Ancak o zaman abdalın korku ve muhabbeti, ilim ve ricası dengelendi ve diğer arifler gibi oldu. Muhabbetin alametlerinden biri de; Celil olan Hak Teala´ya ya-kararak uykusuz kalmak, gurbeti özlemek, Mahbub Teala ile halvete çekilmeyi arzulamak, kalbin vecdî sırlar ve gaybî mütalaalar ile münacaatta bulunmasıdır. SafVet ehline göre münacaat, ancak kalplerle olur. O, kalplerin gaybin batini noktalarında mütalaası, melekût aleminin sırlarında dolaşması ve ceberûtun tezahürlerin- de yücelmesidir. Bu yücelme, ruhlarının nurlarıyla olur. Bu nurları ise, ilahi nurların ışıkları taşıyarak sırlar hazinelerine bırakırlar. Münacaat, kurbî ru´yetin yani Allah Teala´nm yakınlığını görmenin delili, aşinalığın bulunuşunun şahididir. Nitekim Allah Teala´nm şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Gece çöktüğünde Beni bırakarak uyuyan kimse, Benim muhabbetimi iddia ettiğinde yalan söylüyordur". Her sevgili, sevgilisi ile başbaşa kalmayı istemez mi? Ben de sevdiklerime çok yakınım. Onların gizli sırlarını işitir, fısıltılarını bilirim. Onların serzeniş ve özlemlerine şahit olurum. Ulemadan bir zatın şunu söylediği rivayet edilir: Allah Teala, sıddıklardan birine şunu variyetini ştir: ´Kullarım arasında öyle kimseler var ki, onlar Beni, Ben de onları severim. Onlar beni, Ben de onları özlerim. Onlar Beni, Ben de onları zikrederim. Onlar Bana, Ben de onlara bakarım. Eğer onların yoluna girersen, seni de severim. Eğer onlardan ayrılırsan, sana buğzederim´. O da şöyle dedi: Ey Rabbim, onların alameti nedir? Allah Teala buyurdu ki: Onlar, şefkatli bir çobanın sürüsünü gözettiği gibi, gündüzleri gölgeleri gözetirler. Akşam vakti kuşların yuvalarını özleyişleri gibi havanın kararmasını sabırsızlıkla beklerler. Gece karanlığı çöküp karanlıklar karıştığı, yataklar serilip yastıklar dizildiği, her seven sevdiği ile halvete girdiği vakit, ayakları üstünde dikilir, yüzlerini yaygı yaparlar ve Bana Benim kelamım ile münacaat ederler. Verdiğim nimetler sebebiyle Bana yaranmaya çalışırlar. Kimi feryat eder, kimi ağlar, kimi ah ü vah eder, kimi de serzenişte bulunur. Kimi ayakta, kimi oturur, kimi rükuda, kimi de secdededir. Onların Benim için tahammül ettikleri, gözümün önündedir. Benim muhabbetim uğrunda yakındıkları da kulağımın dibindedir. Onlara ilk başta üç şey veririm: Kalplerine nurumdan akıtırım da, hakkımda, onlar hakkında haber verdiğim gibi haber verirler. İkinci olarak; onların hesapları, gökler, yer ve bu ikisi arasındakiler kadar ağır dahi olsa bu yükü hafifletirim. Üçüncü olarak da, Yüzüm ile onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim herkes, ona vermek istediğimin değerini bilir. [1] Tirmizî, Kıyamet/60 [2] Buhârî, Mezalim/4, İkrah/7; Tirmizî, Fiten/68; Dârimî, Rikak/40; İbni Hanbel, 111/99, 201. [3] Tirmizî, Da´avat/79. [4] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 108-120. [5] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 120-122. [6] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 1123-125. [7] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 125-131. [8] Benzer hadisler için b. Buhârî, İman/37; Müslim, İman/l, 5-7; Ebu Davûd, Sünnet/16;Tirmizî, İman/4; Nesa´î, îman/5, 6; İbni Mâce, Mukaddime/9 [9] Benzer hadisler için b. Buhârî, İman/37; Müslim, İman/l, 5-7; Ebu Davûd, Sünnet/16;Tirmizî, İman/4; Nesa´î, îman/5, 6; İbni Mâce, Mukaddime/9. [10] Tirmizî, Zühd/35; İbni Mâce, Zühd/4; İbni Hanbel, V/255, VI/19 [11] Buhârî, isti´zan/10, Nikah/67; Ebu Davûd, Vitr/32, Edeb/1; Tirmizî, Birr/69; îbni Hanbel, 111/101, 124, 159, 168, 174, 195, 196, 200, 209, 227, 231, 255, 256 [12] ibniHanbel, 11/630 [13] Tirmizî, Kıyamet/58 [14] Benzer bir hadis için b. Buhârî, îman/1. [15] Buhârî, Edeb/96; Müslim, Birr/165; Tirmizî, Zühd/5O, Da´avat/98; Dârimî, Rikak/71; îb-ni Hanbel, 1/393, III/104, 110, 159, 165, 167, 168, 172, 178, 192, 198. [16] Tirmizî, Kıyamet/58. [17] Buhârî, Ahkam/3, İlim/15, Zekat/5, İ´tisam/13; Müslim, Müsafırun/268; İbni Mâce, Zühd/22; İbni Hanbel, 1/385, 432. [18] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 132-167. [19] Benzer bir hadis için b. İbni Hanbel, III/235, 104 [20] İbni Mâce, Zühd/30 [21] İbni Hanbel, 1/387 [22] Nesa´î, îman/2-4; tbni Mâce, Fiten/23; İbni Hanbel, IV/11 [23] Buhârî, İman/8, Eyman/3; Müslim, İman/69, 70; Nesa´î, İman/19; İbni Mâce, Mukaddime/9; İbni Hanbel, III/177, 207, 275, 278, IV/336. [24] Tirmizî, Menakıb/31 [25] Tirmizî, Da´avat/4; İbni Hanbel, IV/188, 190. [26] ibni Hanbel, 111/68, 71. [27] Benzer bir hadis için b. İbni Hanbel, 111/76 [28] Tirmizî, Dua/128 [29] Buhârî, Rikak/41; Müslim, Zikir/14, 16-18; Tirmizî, Cenaiz/67, Zühd/6; Nesa´î, Cenaız/lO, İbni Mâce, Zühd/31; Dâiimî, Rikak/43; İbni Hanbel, 11/313, 346. [30] Buhârî, Rikak/38; İbni Hanbel, VI/256. [31] Benzer bir hadis için b. îbni Mâce, Zühd/1. [32] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 167-193. |