Konu Başlığı: Kur'an Okuma Adabı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 18:55:07 Kur´an Okuma Adabı Ve Şahit Olunan Okumada Bulunan Okuyucuların Sıfatları Hakkındadır
Bu fasılda, Kur´an-ı Kerim´i okuma adabını, şahit olunarak Kur5an okuyanların vasıflarını anlatacağız. Müridin, Kur´an-ı Kerim´i haftada iki kez hatmetmesi müste-haptır. Bu iki hatimden birini gündüz, diğerini ise gece ikmal eder. Gündüz hatmini pazartesi günü sabah namazının iki rekatında veya bunlardan sonra, gece hatmini ise Cuma günü akşam namazının ilk iki rekatında veya sonrasında tamamlar. Böylelikle hatmine günün ve gecenin başlangıcında başlama imkanına sahip olur. Eğer hatmi gece hatmi ise, melekler sabaha kadar ona salat ederler. Gündüz hatmi ise akşama çıkıncaya kadar salat ederler. Bu iki vakit de gece ile gündüzün tamamını ihtiva eder. Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: Kur´an´ı üç defadan az okuyan kimse fa-kih olmaz". [1] Allah Resulü (sav) Abdullah b. Ömer´e (ra) Kur´an´ı her yedi günde bir tamamen okumasını emretmiştir. [2] Sahabeden (ra) bir topluluk da Kur´an-ı Kerim´i her Cuma hatmederdi. Yahya b. el-Haris ed-Dinari´den el-Kasım b. Abdurrahman senediyle şu bilgi nakledilmiştir: Osman b. Affan (ra) Cuma gecesini Bakara´dan Maide suresine kadar okumakla açardı. Cumartesi gecesi En´am´&an Hud´a, Pazar gecesi Yusuftan Meryem´e, Pazartesi gecesi Ta/ıa´dan Şuara´ya kadar, Salı gecesi Ankebuftan Sâd´a kadar, Çarşamba gecesi Fussilet´e kadar okur Perşembe gecesi de kalanını okuyarak hatmi tamamlardı. Zeyd b. Sabit (ra) ve babam da böyle yaparlar ve Kur´an´ı her yedi günde bir hatmederlerdi. İbni Mesud´dan (ra) rivayet edildiğine göre o, Kur´an´ı yedi bölüme taksim etmişti ve her gece yedide birini okurdu. Ancak onun bu taksimi, bizim alıştığımız mushaf tertibine uygun değildi. O, bunu zikretmemişti, ona göre KuYan´dan ibret almak, tertib ile ilişkisi olmayan bir husustu. Bir cemaattan da Kur´an´m her gün ve gece hatmettikleri rivayet edilmiştir ki onun üç kısımdan daha aşağıda hatmi hoş görülmemiştir. Bu hususta orta yol, daha önce de belirttiğimiz gibi üç günde bir hatme dilmesidir. Kur´an-ı Kerim´in hiziblere ayrılması ve Sahabe´nin (ra) onu nasıl hiziblere böldüklerine gelince; eğer kul, Kur´an´ı hiziblere böler ve hergün ve gece bir hizib okursa güzel olur. Sünnet olan da budur. Kalbe uygunluğu, tertibin doğruluğu ve anlamaya daha yakın olduğu için Kur´an´ı bu şekilde taksim ederek okumak çok daha hayırlıdır. Kul, eğer isterse her rekatta Kur´an-ı Kerim´in onda birinin üçte birini veya bunun yarısını okur. Böylece her rekatta veya her iki rekatta Kur´ân´m otuz cüzünden birini okumuş olur. Gece ve gündüz virdlerinden her birinde bir veya iki hizib ya da bunun altında bir mikdar okumak da güzeldir. Kur´an-ı Kerim yedi hizibden teşekkül eder. İlk hizib üç sure, ikinci hizib beş sure, üçüncü hizib yedi sure, dördüncü hizib dokuz sure, beşinci onbir sure, altıncı onüç sure, yedinci ise Kâf suresinden sonrasıdır. Kur´ân´m hizibleri bunlardır ve Sahabe (ra) onu bu şekilde hiziblere bölerek okurlardı. Allah Resulü´nden de (sav) bu anlamda hadisler rivayet edilmiştir.[3] O, Kur´an´ı sanki ayet sayısına itibar ederek hiziblere ayırmış gibidir. Ayet sayısı altı bin iki yüz otuzaltı (6236)´dır. Ben de hizibleri, ayet sayısı bakımından ele aldığımda yaklaşık olarak böyle olduğunu gördüm. Kur´an beşliklere, onluklara ve cüzlere bölünmeden önce bilinen taksim şekli buydu. Bunlar dışındaki taksim şekilleri bidattir; Denir ki: Haccac, aralarında Asım el-Cuhderi, Matar el-Varrak ve Şihab b. Şerife´nin de bulunduğu Basra ve Kufe´nin tanınmış kariilerini toplamış ve onlara yukarıda saydığımız taksimlere bağlı kalmalarını emretmiştir. Hasan el-Basri ve Muhammed b. Şirin (ra) bu beşlik, onluk ve otuz cüzlük taksimleri münker görüyorlardı. Şa´bi ve İbrahim en-Neha´î´den de, Kuran´ı kırmızı mürekkeble noktalanmasını ve bunun için ücret alınmasını mekruh gördüklerine dair bir görüş rivayet edilmiştir. Onlar şöyle diyorlardı: Kur´an´ı bu tür noktalama ve süslemeden uzak tutun. el-Evza´î, Yahya b. Ebi Kesimden naklen şunu söylemiştir: Kur´an ilk zamanlar, mushaf içinde yalın bir haldeydi. Onunla ilgili yaptıkları ilk yenilik be ve te harflerini noktalamaları oldu ve ´Bunda bir mahzur yoktur, bu onun nurudur´ dediler. Sonra başka bir yenilik olarak ayet sonlarına büyük noktalar koydular ve yine ´Bunda bir mahzur yoktur, bununla ayetlerin başları bilinir1, dediler. Daha sonra başka bir yenilik daha yaparak sure başlarını ve sonlarını süsleyerek belirgin kıldılar ve yine ´Bunda bir mahzur yoktur, çünkü bunlar sure başları için bir alamettir, dediler. Şunu bilin ki, Kur´an´ın anlaşılmasında onun müşahedesiyle keşfedilmesi ve melekut alemindeki yüce makamının bilinmesi, şu kötü hasletlerden birine dahi sahip olana nasip olmaz: En basitinden bile olsa bidat sahibi olmak, bir günah üzerinde ısrar etmek, kalbinde kibir bulunmak, kalbinde yeretmiş bir hevaya meyilli olmak, dünya aşığı olmak, imanda tahkik sahibi olmamak veya kat´î imanı zayıf olmak. Bu kötü hasletlerle beraber, kendi birikimine bağlı kalan, kendi tercih ve eğilimine tabi olan, zahiri ilmine dayanan bir müfessirin görüşüne itimad eden, Kur´an´m aklen bilinen hükümlerine bakmayan ve ilahi hitabın sırlarıyla ilgili olarak Arapça iliminin değişik mezheplerinin hükümlerini göre hükmetmeyen kimseler de kendi akıllarıyla sınırlı kalmaya, bildikleri ilimlerle yetinmeye, akıllarında bildikleri ilimlerin bilgileriyle kayıtlı kalmaya ve akıllarının tahriklerine uymaya mahkumdurlar. Muvahhidler nezdinde, bunlar da akıllarını ve ilimlerini ortak koşanlardır. Bu da gizli şirke (=şirk-i hafi) gn^en bir husus olup karanlık gecede karıncanın yürüyüşünden bile daha gizli bir şirktir. Muhammed b. Ali b. Senane şöyle dedi: Böyle olması, kişinin akıl ve ilminin kamil akıldan (=Akl-ı Kâmil) kaynaklanın ayışı dır. Çünkü kamil akıl, Allah Teala´yı akledebilen, O´nun hüküm ve kelamını anlayabilen akıldır. Ancak böyle bir akla sahip olan kişi Allah´ın kelamını tam olarak anlayabilir. Allah Resulü de (sav) aklın kemale ermesiyle ilgili şöyle buyurmaktadır: "Akıllı, o kimsedir ki Allah Teala´nın emir ve nehyini ak-ledebilir" [4] Başka bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Ümmetimin münafıklarının çoğunluğu Kur´an okuyucuları (=Kurrâ´)´drr" [5] Buradaki nifak, şirk nifakı veya Allah Teala´nın kudretinin inka-rıyla doğan bir nifak olmayıp Kur´an´ı okurken Allah´tan başkasının iradesine dayanmak ve O´ndan gayrisini düşünmek şeklinde bir nifaktır. Dolayısıyla insanı, tevhid dairesinden dışarı çıkarmaz. Ama böyle bir şerri barındıran kimsenin yüksek makamlara çıkması da mümkün değildir. Kul, kendisini işiten Allah Teala´nın huzuruna girdiğinde, kendisine Şahit olanın sıfatlarının anlamlarını açık bir kalple gözleyerek O´nun kelamının sırlarına kulak verir, O´nun kudretini düşünüp kendi akıl ve ilmim" terkederek güç ve kudretinden beraat edip kelam sahibi Allah Teala´yı yüceltir, O´nun lütfedeceği anlayışa muhtaç bir halde, dürüst bir hal, selim bir kalp, duru bir iman, ilim kuvveti ve sağlam bir kulak ile Kelam-ı İlahi´yi dinlerse hitab-ı ilahinin gaybi ilmine şahit olabilir. Kıraatin en güzeli, tecvid kurallarına (=Tertîl) uygun olanıdır. Çünkü tertil ile okumada, hem emrin ifası, hem de mendubun yerine getirilmesi mevzubahistir. Ayetler üzerinde düşünme ve ibret almaya çalışma da bu tür kıraatta mevcuttur. Ali´den (kv) rivayet edilen şu söz çok güzeldir: Kavrayış ve fıkıh olmayan ibadette de, tefekkür içermeyen kıraatta da hayır yoktur". İbni Abbas´dan dan (ra) şu söz rivayet edilmiştir: "Bakara ve Al-i îmran surelerini tertil üzere ve tefekkür ederek okumak, benim için Kur´an´m tamamını anlamım düşünmeksizin okumaktan daha sevimlidir". Yine ondan şu söz rivayet edilmiştir: Kâri´a ve Zilzal surelerini düşünerek okumak, benim için Kur´an´ın tamamım baştan savma okumaktan daha sevimlidir. Konu Başlığı: Ynt: Kur'an Okuma Adabı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 18:59:18 Mücahid´e, aynı süre kıyamda duran, ama biri sadece Bakara´yı diğeri ise bütün Kur´an´ı okuyan iki adamın durumu sorulduğunda şöyle demiştir: O ikisi, ecir bakımından müsavidirler. Çünkü ikisinin de kıyamı birdir. Tertil üzere okumak ve okuduğunu düşünmek, her şeyden çok namaz esnasında yapıldığı zaman daha faziletlidir.
Denir ki, namaz esnasında tefekkür, namaz dışındakilere göre daha faziletlidir. Çünkü her ikisi de dini bir ameldir. Gerçek tefekkür de şudur: Emir ve vaad sahibi olan Allah Teala´yı ululayıp yücelterek O´nun cennet ve cehennemle ilgili vaat ve tehditlerini, emir ve yasaklarını anlamaya, bunlar üzerinde kafa yormaya ve ibret almaya çalışmak. Allah Resulü´ne (sav) hangi namazın daha faziletli olduğu sorulduğunda "İtaat ve duanın uzun olduğu [6] buyurmuştur. Başka bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Kim Allah Teala için bir secde ederse, Allah da onu bir derece yükseltir". Hizmetçisi, Ebu Fatıma´dan (sav) cennette refakatini istemiş ve "Secdeyi arttırarak" demişti. Ebu Zerr-i Gıfari´den de (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Bu, gündüz secdelerini çoğaltmak, gece kıyamını uzatmakla olur". [7] Denir ki: Kul, ölümden sonra kabrinden diriltileceği zaman, na-mazmdaki sükunet ve iç huzur hali üzere diriltilir; o anki rahatı, dünyadaki namazlanndaki rahatı ve zevk alma Ölçüsüne göre olur. Bu anlamda Ebu Hüreyre´den (r.a) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir ki o hadisin tevilinden de bu anlam çıkmaktadır: Allah Resulü (sav) Bilal´e buyurdu ki: "Bizi namazla rahatlat". [8] Burada murad edilen, namaz ile ruhun nimetlendirilerek rahatlatılmasıdır ve onunla istirahat edilmesidir. Bizi bir şeyle rahatlat, denildiği zaman, onunla içimizi şenlendir ve onu ifa ederek üzerimizdeki sorumluluğu kaldır ve yükümüzü hafiflet, anlamları murad edilir. Dikkat edilirse Allah Resulü (sav) "Bizi ondan kurtar" anlamını ima ettirecek bir ifade kullanmamıştır. Çünkü namaz, Allah Resu-lü´nün (sav) gözünün nuru ve aydınlığıdır. Bir alim de şöyle demiştir: Bir sureyi okumaya başlıyorum, ama onda şahit olduğum bazı şeyler üzerindeki düşüncem beni öyle alıkoyuyor ki bir de bakıyorum sabah olmuş, bense ona doyamamışım. Süleyman b. Ebi Süleyman ed-Darani şunu anlatır: İbni Sev-ban, bir kardeşine akşam yemeği için söz verir. Ancak sabaha dek ona gidemez. Ertesi gün kardeşi onunla karşılaştığında şöyle der: Yemeği bende yemeyi vaadetmiştin, ama sözünde durmadın. İbni Sevban şu cevabı verir: Eğer seninle sözleşmem olmamış olsaydı, sana gelmemi engelleyen şeyi söylemezdim. Yatsı namazını kıldığımda, sana gelmeden önce vitri de kılmaya karar verdim, çünkü o arada ölüm gelmeyeceğinden emin olamazdım. Her halükarda vitrin dua kısmında iken Önüme, içinde türlü çiçeklerin bulunduğu yeşil bir bahçe çıkarıldı, sabaha kadar gözlerimle ona bakakaldım. Allah Teala buyurdu ki: "İşte Allah, onların kalplerine iman yazmış ve kendilerini katından bir ruh ile desteklemiştir" (Mücadele/22) Bu ayetin tefsirinde denildi ki: Kur´an onları, Kuran ilmiyle takviye etmiştir. Kur´an, imanın ruhudur ve onların takviye edilmesi de Kur´an ile amel etmelerinden dolayıdır. "Ey Yahya kitabı kuvvetle al" (Meryem/12) ayetinin tefsirinde, kararlılığın ve çabanla al, denilmiştir. Aynı şekilde "Size verdiğimizi kuvvetle alın" (Bakara/63) ayetinin tefsirinde de yani onunla amel edin, denilmiştir. Bir alime şöyle denilmişti: Kur´an okurken başka bir şey düşündüğün olur mu? Hemen şu cevabı verdi: Benim için Kur´an´dan daha çekici ne olabilir ki onu düşüneyim? Muhakkak ki bu, çok kuvvetli ve inancında sağlam bir müminin sıfatıdır. Denilir ki Kur´an-ı Kerim´de meydanlar, bağlar, has odalar, gelinler, saf ipekler, bahçeler ve haneler vardır: Mim´ler Kur´an´in meydanları, Ra´lar Kur´an´m bağları, Ha´lar Kur´an´m has odaları, teşbih emriyle başlayan sureler (=Müsebbihât) Kur´an´m gelinleri, HaMim´ler Kur´an´ın has ipeği, tafsilat verilen sureler (=mufassılât) Kur´an´m bahçeleri, bunlar dışındakiler ise Kur´an´m haneleridir. Mürid, o meydanlarda dolaşıp, bağları derince, has odalara girip gelinlere şahit olunca, saf ipeği giyip bahçelerde gezinti yapınca, onun hanelerindeki odalarda sükunet bulunca gördüğü, gezdiği, giydiği ve derdiği şeyler onun başka şeylere meyletmesini engeller. Allah Resulü´nden (sav) rivayet edildi ki: "O, Besmele´yi okudu ve yirmi defa tekrarladı. O´nun her okumasında ayrı bir anlam, her kelimesinde bir ilim olurdu". Kur´an okuyucusunun kalbi, okuduğu her kelimenin manasının müşahidi olmalı ve Allah Teala´nın ona açacağı yakın anlamlarına, ondan anlaşılabilecek başka anlamlara, başka kelimeleri anlamada nasıl delil olabileceğine karşı dikkatli olmalıdır. Bir alim de şöyle derdi: Anlayamadığım ve kalbimi veremediğim bir ayeti okumayı kendim için sevab saymam. Selef-i Salih´den biri de bir sure okuduğunda eğer ona kalbini veremezse bir kez daha okurdu. Bir teşbih veya tekbir ayeti geçtiğinde hemen teşbih ve tekbirde bulunur, dua ve istiğfar geçtiğinde hemen dua ve istiğfarda bulunurdu. Korkutucu bir şey veya umulan bir şey geçtiğinde ise Allah´a sığınır veya niyazda bulunurdu. Allah Teala´nın "Onu hakkım vererek okurlar". (Bakara/121) ayetinin anlamı da budur. Allah Resulü de (sav) Kur´an okurken böyle davranırdı. Rivayet edilen bir hadiste de bu husus teyid edilmektedir: "Kur´an´ı indirildiği gibi kısık sesle okumak isteyen kimse, onu Ibni Ümmi Abd´m kıraati üzere okusun". [9] Yani tilavetin anlamını bilerek okusun. O, Kur´an´ı şahit olan bir kalp, sağlam bir kulak ve çelik gibi keskin bir gözle okurdu. O, Kur´an´ı Kelam-ı İlahi´nin manalarına vakıf olarak, Kelam´m sahibi olan Allah Teala´nın tehditlerini görüp üzülerek, vaatlerini şevk duyarak, ibretlerini korkutarak, uyarılarım şiddetlendirerek, açıklamalarını yumuşatarak ve müjdelerini kavuşma dileyerek okurdu. Çünkü o, Kelam Sahibi´nin sıfatlarım çok iyi bilir, bu kelamdan zevk alırdı. Böyle bir kul, hadiste rivayet edildiği gibi, Kur´an okuyanların en güzel seslisidir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kur´an okuyanların en güzel seslisi; Kur´an okurken Allah´tan korktuğunu gördüğünüz kimsedir" [10] Yine bu minvalde şöyle buyrulmuştur: "Kur´an okuduğunuzda ağlayın, eğer ağlamazsanız ağlamaklı olun" [11] Benzer bir hadis de şöyledir: "Kur´an hüzünle indirildi. Onu okuduğunuz zaman hüzünlenin [12] Yani Kur´an´m ihtiva ettiği tehdid, uyarı, misak ve ahitler insamn zayıflığından dolayı ağlamasını ve hüzünlenmesini gerektirir. Eğer vecde kapılarak içtenlik, samimiyet ve yakini bir iman neticesi ağlayamaz, hüzne kapılamazsanız, bari ağlamaklı ve onu tasdik ve ikrar etme babında hüzünlü olun. Kur´an-ı Kerim´i okurken hüzünlü ve ağlamaklı oluşun özendi-rilmesinin sebebi, böyle yapılması halinde kulun ilgi ve kaygısının okuduğu lafız üzerinde toplayabilmesini sağlamasıdır. Kul, dikkatini okuduğu ayetler üzerinde topladığı zaman onu elbette daha çok tefekkür edebilecek, belki kalbi de diliyle birleşerek onu layıkıyla okuyanlar zümresine katılabilecektir. Kur´an okurken hüzünlü ve ağlamaklı olmak, kulun dikkatinin toplanması ve kalbini diğer duygulardan hali olması için mühim bir vasıtadır. Çünkü samimi ve içten olarak hüzünlenip ağlamaklı olan kimse, fikrini toplamış, kalbini Kur´an´a hazır etmiş ve kendisini ağlatan şeyden gayrisini düşünmez olur. Bu anlamda İbni Abbas´m (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teala´ya secde etmekle ilgili bir ayet okuduğunuzda secdeye kapanmak için acele etmeyip önce ağlayın. Eğer gözünüz ağlamazsa, kalbiniz ağlasın. Kalbin ağlaması da hüzün ve Allah korkusudur". Burada murad edilen şudur: Eğer siz, Kur´an´ı anlayan alimlerin ağlayışıyla ağlayamaz sanız bari ağlayamamaktan dolayı kalpleriniz hüzünlensin ve sizde ilim ehlinin sıfatları bulunmadığı için Allah´tan korksun. Kur´an´daki garib kelimelerin tefsiri babında, "Öyle taşlar var ki, çatlayıp bağrından sular akar". (Bakara/74) ayetiyle ilgili olarak şu bilgi nakledilmiştir: Burada çok ağlayan gözlere işaret edilmektedir. Kimi de ancak yazıldığı zaman ondan su çıkar ki, bunlar az ağlayan gözlerdir. Kimileri de vardır ki, Allah korkusundan yere düşerler ki bunlar da ağlama olmaksızın sadece hüzün duyarak kalpleriyle ağlayanlardır. Sabit el-Benani şöyle demiştir: "Bir gece rüyada kendimi Allah Resulü´ne (sav) Kur´an okuyormuş gibi gördüm. Okumayı bitirdiğimde şöyle buyurdu: Bu, sadece kıraat, peki gözyaşı nerede?" Hasan da (ra) şöyle derdi: Bu öyle bir gündür ki, bugün Kur´an okuyarak sabahlayan bir kul eğer ona inanıyorsa, sevinci azalıp hüznü çoğalır, gülüşü azalıp gözyaşı çoğalır, rahatı ve gevşekliği azalıp gayret ve çabası çoğalır!" Konu Başlığı: Ynt: Kur'an Okuma Adabı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 19:02:22 Kur' an okuyanlar, üç makam üzeredirler ki bunların en üstünü; Kelam´ın sahibi olan Allah Teala´nm sıfatlarına O´nun Kelamı´nda şahit olan, O´nun koyduğu ahlakı, hitabının manalarından öğrenen kimselerin bulunduğu makamdır. Bu makamdakiler, Mukarrebun zümresinden olan ariflerdir.
Kimi de Kur´an okurken Rablerine şahit olarak lütfuyla O´na münacaat eder, nimet ve insanıyla O´na hitab ederler ki bu, haya ve tazim makamı olup bu makamda olanların hali Allah´ın Kelamı´nı dinlemek ve anlamaktır. Bu makamdakiler ise Ashab-ı Yemin (=Kitapları sağdan verilenler) arasında yer alan Ebrar (=iyiler)´dir. Kimisi de Rabbine münacaat ettiğini görerek O´na yakarır ki bu, niyaz ve yaranma makamıdır. Bu makamdakilerin hali ise, ta-leb ve bağlanma halidir. Burada da Ashab-ı Yemin´in havassından olan müridler ve mu´terifler (=hallerini itiraf edenler) yer alır. Kul, Kur´an okurken, Rabbinin bu Kelam ile kendisine hitab ettiğine şahit olmalıdır. Çünkü Kur´an-ı Kerim, bizzat O´nun Kela-mı´dır. Dolayısıyla O´nun Kelamı okunurken başka bir kelama kulak da veremez, telaffuz da edemez. Ona verilen tek izin, dilini oy-natmasıdır. Onu okuyabilmesi için dilinin hareketine imkan verilmesi Rabbinin hükmü gereği, onun için konulmuş bir sınır ve ilahi kelamın sese dönme yeri olmasından dolayıdır. Tıpkı Musa (as) ile konuştuğu zaman ağacın dilin yerini alması gibi. Denir ki Allah Kelamı´nm her bir harfi, Levh-i Mahfuzdaki yeri bakımından Kaf dağından bile daha büyüktür. Öyle ki melekler onun tek bir harfini okumak için biraraya gelseler bile, İsrafil (as) gelinceye kadar bunu başaramazlar. Çünkü İsrafil (as) Levh-i Mahfuz meleğidir, onu kaldırır ve Allah Teala´nm izin ve rahmetiyle taşır. Allah Teala onu bu işle mükellef kıldığı için bu gücü ona bahsetmiştir. Ca´fer b. Muhammed es-Sadık (ra) şöyle demiştir: Allah Teala, kullarına Kelamı´nda tecelli eder ama O´nu göremezler. Yine onunla ilgili şu hadise nakledilir: Bir gün namaz kılarken bayılarak yere düşmüştü. Ayıldığı zaman kendisine durumu sordular, o da şöyle dedi: Bir ayeti kalbimde sürekli tekrar ediyordum ki, birden onu Kelam sahibinin kendisinden duydum. Ama bedenim, O´nun kudretinin tesiri karşısında ayakta duramadığı için yere yığıldım. İşte havas böyledir; ayetleri kalpleri üzerinde yine kalpleriyle zikreder ve kendilerini gören ve rehberleri olan Hâlık´ın yardımıyla müşahedelerinde tahkik sahibi olurlar. Böylece ayetlerin manaları onları kuşatır ve ilim denizlerinde boğulurlar. Kur´an okuyucusu yukarıda anlattığımız türde bir müşahedeye güç yetiremezse, o zaman Kur´an okurken Allah Teala´nm Kelamı ile yine O´na münacaat ettiğine, bu münacaatıyla da O´na yaranmaya çalıştığına şahit olur. Allah Teala ona, kendi diliyle hitab etmekte, kendi dilinin hareketi ve sesiyle onunla konuşmakta, böylelikle onun hizmetine verdiği ilmi anlamasını, akletmesini temin etmek istemektedir. Kul, Allah´ın Kelamı´nı ancak O´nun hikmet ve rahmeti gereği kendisine takdir edilen nisbet dahilinde anlayabilir. Cebbar olan Allah Teala, eğer kulunun kulağının duyabileceği bir sıfatta konuşmuş olsaydı, ne Arş, ne Arz yerinde durabilir, kudretinin yüceliğinden dolayı bu ikisi arasındakiler de eriyip giderlerdi. O, işte bu sebeple bunu ilminin gaybi kısmına ayırarak beşer aklıyla bunun araşma bir perde koymuştur. Kudreti vasıtasıyla insanların kalplerine ancak aklen idrak edebileceklerini izhar etmiş, akıllarına da ancak akledilebilenleri tanıma gücünü vermiştir. Bu da O´nun insanoğluna olan lütuf, şefkat, ihsan ve merhametinin bir neticesidir. Geçmişlerin haberleri arasında şöyle bir hadise nakledilmiştir: Allah Teala´nm sıddıklar zümresinde yer alan evliyasından bir veli, fetret zamanında zorba bir hükümdarı tevhide ve peygamberlerin şeriatlarına davet için gönderilmişti. O sıddık, hükümdarın sorularını, onun aklının alabileceği, anlayışının kuşatabileceği, halk arasında da yaygm olarak bilinen misaller vererek cevaplandırıyordu. Sonunda hükümdar şöyle dedi: Sen ne diyorsun? Peygamberlerin getirdiklerinin insan sözü ve görüşü olmayıp Allah Kelamı olduğunu mu iddia ediyorsun? Sıddık da: Evet, dedi. Bunun üzerine hükümdar şöyle dedi: İnsanlar Allah´ın Kelamı´nı nasıl taşıyabilirler? Sıddık bu soruyu şöyle cevaplandırdı: Görüyoruz ki insanoğlu kuşları ve hayvanları ileri geri çağırmak, Öne arkaya yürütmek için onlara konuştukları zaman bu canlıların kendi sözlerini anlamadıklarını farketmişlerdi. Ama zaman içinde onların da anlayabilecekleri türden borazanlar, düdükler ve belli azar ünlemleri buldular. İşte insanlar da aynı şekilde Allah Teala´nm kemale ermiş olan Kelamı´nı anlamaktan ve yüklenmekten acizdiler. Bu sebeble Allah´ın Kelamı da onlara, aralarında anlaşabildikleri sesler üzerinde gönderildi ve onlar bu sesler vasıtasıyla Allah Teala´mn indirdiği hikmeti dinleme imkanı buldular. İnsanların Allah Kelamı karşısındaki bu durumları, borazan, düdük ve benzeri ünlemlerden anlayabilen hayvanların durumuna benzer. Nitekim insanlar da, kendi anladıkları seslerle telaffuz edilen Hikmet-i İlahi´nin ihtiva ettiği en değerli ve en yüce Kelamı anlayabilirler. Şu halde ses, ilahi hikmet için bir beden ve mesken mesabesindedir. Hikmet ise, bu sesler için bir can ve ruh konumundadır. İnsanların bedenleri, nasıl taşıdıkları ruh ile değer kazanıyorsa, İlahı Kelam´m sesleri de aynı şekilde taşıdıkları yüce hikmetlerden dolayı değerlenip yücelirler. Kelam-ı İlahi, mekan bakımından yüce, derece bakımından yüksek, güç bakımından ezici, hüküm bakımından hak ile batıl arasında kesin karar verici, adil bir hakim, razı olunan bir şahittir, insanlara bazı şeyleri emredip bazı şeylerden de sakındırır. Gölgenin güneş ışığı karşısında duramayışı gibi, batıl da, hikmet-i ilahi´nin Kelamı karşısında dayanamaz. İnsanlar, nasıl gözleriyle güneş ışıklarını delip geçemiyorlarsa, hikmet-i ilahi´nin derinliğine inme güçleri de yoktur. Ama onlar, güneş ışığından gözlerinin görmesini sağlayacak ve ihtiyaçalannı görmelerini temin edecek kadar istifade edebilirler. Kelam-ı İlahi de, ışığıyla ortalığı aydınlatan ama unsurları bilinemeyen güneş gibi, hatta insanların yol bulmalarını sağlayan ama sırrı kimse tarafından bilinmeyen parlak yıldızlar gibi zatı görünmeyen, ancak emirleri müşahede edilen perde arkasındaki bir kral gibidir. Allah Teala´mn Kelamı, bundan çok daha yüce ve değerlidir. O, eşsiz hazinelerin anahtarı, yüksek makamların kapısı, değerli derecelere yükseltici ve hayatın şarabıdır; öyle bir şaraptır ki, ondan içen ölümsüzlüğü tadar. O Kelam, susuzluğun da devasıdır. Öyle bir devadır ki, ondan bir kez içen bir daha susamaz. Onunla donan-mamış biri onu giydiğinde saklısını ortaya çıkarır. Ona ehil olmayanlar onu giydikleri zaman, çok geçmeden onlardan sryırıhp çıkar. Bu sözleri, zorba hükümdara hitab eden hikmet sahibi sıddıktan naklettik. Hükümdar, bu sözler karşısında daha fazla dayanamayarak Allah´ın da izniyle onun davetine icabet etmiştir. Allah Teala´mn bizler için bir ayet, ibret, rahmet ve nimet kıldığı Kelamı´nm vasfı işte budur. Bakınız, yüce hikmetler sahibi olan Allah Teala, insanoğlunun aklını nasıl da kendi ulvi Kelamı´nı anlayacak şekilde yaratmış? Kuşlar ve hayvanlar, düdükler, borazanlar ve ünlemlerle anlarken, insanoğlu aklını kullanarak O´nun yüce Kelamı´nı anlayabilmektedir. İnsanlar, hayvanlara ve kuşlara bir şey anlatmak için bunları kullanırken Allah Teala da insanlara akıllar bahşederek Kelamı´nm hüküm ve hakikatlerini anlamalarını temin etmiştir. "Muhakkak ki benim Rabbim dilediğine lütfedicidir. O, her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir". (Yusuf/100) Bu; Allah Teala´mn tükenmek bilmeyen kudretinin bir nevi olan lütfetme kudreti, eşi bulunmaz hikmetlerinden çok sağlam bir hikmetidir. "Muhakkak ki O, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olandır". (En´am/139) Kul, Kur´an-ı Kerim´in tamamından Fatiha´âan. sonuna kadar mükellef olduğuna ve onu anlamasının murad edildiğine de şahit olmalıdır. Kur´an´da verilen Örnekler onun için verildiği gibi, zikrinin nasıl olacağı ve sıfatları da tamamen açıklanmıştır. Çünkü Allah Teala, bu Kelamı buyurduğu ve onun ile müminlere hitap ettiği zaman, hepsini de huzurunda toplamış ve Resulü´nü de onların yanma koymuştu. Dolayısıyla Allah Teala bir anlamda Allah Resulü (sav) ile müminleri ona muhatap etme noktasında müsavi kılmıştır. O bunu teyid eder mahiyette şöyle buyurmuştur: "Allah´ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği Kitab ve hikmeti hatırlayın". (Bakara/231) Allah Teala bir başka ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Andolsun size bir Kitab indirdik ki onda sizin için gerekli olan öğüt vardır". (Enbiya/10) Diğer bir ayette ise şöyle buyrulmaktadır: "Belki düşünürler diye, kendilerine indirileni insanlara açıklaman için sana Kitab´ı indirdik". (Nahl/44) Başka bir yerde ise şöyle buyurmaktadır: "Allah, insanlara misallerini işte böyle verir". (Mu-hammed/3) Yani kendileriyle ilgili özellikleri böyle anlatır. Allah Teala "Andolsun biz sana açık ayetler indirdik". (Bakara/99) buyurduğu gibi şöyle de buyurmuştur: "Andolsun size apaçık ayetler indirdik". (Nur/34) Yine o buyurdu ki: "Sana vahyedilene uy ve sabret." (Yunus/109) "Size Rabbinizden indirilene uyun". (A´raf/2) Yine Allah Teala buyurdu ki: "Sen ve seninle birlikte tevbe edenler, emrolunduğun gibi dürüst olun!" (Hud/112) Konu Başlığı: Ynt: Kur'an Okuma Adabı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 19:05:44 Allah Teala şu ayetinde ise delil ve beyanlar bakımından bütün insanları eşit tutarken, hidayet ve rahmetini iman ve takva sahiplerine has kılmıştır: "Bu Kur´an, insanlar için kalp gözleridir. Kesin olarak inanan bir kavim için de hidayettir, rahmettir". (Casiye/20) Yani buradaki açıklama ve beyan bütün insanlık için geçerli iken, hidayet ve rahmet,yakin sahiplerine yani Allah Teala´dan korkarak O´na kat´i şekilde inananlara mahsus kılınmıştır. Bizler, Kur´an-ı Kerim´i okumakla emrolunduğumuz gibi onu anlamakla da emro-lunduk.
Nebiler serdarı olan Peygamberimiz´in (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kur´an´ı okuyun ve garib gelen kelimelerini anlamaya çalışın". İbni Abbas da (ra) şöyle demiştir: Öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerini öğrenmek isteyen Kur' an´a baksın". Ali´den (kv) rivayet edilen bir hadiste ise Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Beni hak ile Peygamber olarak gönderen üzerine yemin ederim ki ümmetim, dinin asılları ve cemaatları üzerinde yetmiş iki fırkaya bölünecek, hepsi de sapık ve saptırıcı olarak insanları ateşe davet edeceklerdir. Böyle bir durum olduğunda Allah Teala´mn Kitabı´na sıkıca sarılın. Onda, sizden öncekilerin de, sizden sonra gelecek olanların da haberleri ve sizinle ona karşı çıkan zorbalar arasındaki hüküm vardır. Allah onları mahvetsin. Kur´an´sız ilim arayan kişiyi Allah saptırır. Kur´an, Allah Teala´mn sağlam ipi, apaçık nuru ve her derde deva olan şifasıdır. O, kendisine sarılanlar için koruyucu, takipçileri için kurtuluştur. Eğrilmez dimdik durur, kaymaz dosdoğru kalır. Onun esrarengiz hazineleri asla bitmez. Çok başvurulması, onu eskitmez. Cinler de onu dinlediler. Okunması bitince uyarıcı olarak kavimlerine döndüler ve şöyle dediler: Ey kavmimiz, biz doğruya ileten acayip bir Kur´an dinledik; onunla konuşan doğru, onunla amel eden ecirli, ona sarılan da sırat-ı müstakimin rehberi olur" [13] Bu anlamda bir başka hadis de Huzeyfe´den (ra) rivayet edilmiştir: Huzeyfe (ra) dedi ki: Allah Resulü (sav) kendisinden sonra ihtilaf ve bölünmeler olacağım söyleyince şunu sordum: Ey Allah Resulü, eğer o döneme yetişirsem bana ne emredersin? Buyurdu ki: "Allah´ın Kitabı´nı öğren ve içindekilerle amel et. Çıkış odur". Soruyu tekrar ettiğimde cevabı yine aynı oldu: "Allah´ın Kitabı´nı öğren ve içindekilerle amel et. Çıkış odur". Soruyu tekrar sorduğumda şunu üç kere tekrarladı: "Allah´ın Kitabı´nı öğren ve içindekilerle amel et. Kurtuluş ondadır"[14] Ali´den (kv) şjyle bir söz rivayet edilmiştir: "Allah Resulü´nün (sav) diğer insanlardan gizleyip yalnız bana verdiği bir sır yoktur. Kula ancak, Allah tarafından Kitabı´nı anlama gücü nasip edilebilir".[15]Yine ondan şu söz nakledilmiştir: Kim Allah´ın Kitabı´nı anlarsa, ilmin bütün inceliklerini açıklayabilir". İbni Abbas´tan (ra) ve diğerlerinden, Allah Teala´mn "Kime hikmet verilirse, ona büyük hayır verilmiştir". (Bakara/269) buyruğunun tefsiriyle ilgili şu söz rivayet edilmiştir: Hikmet, Allah Teala´mn Kitabı´nı anlamaktır. Allah Teala "Biz o meselenin hükmünü Süleyman´a anlattık. Bununla beraber her birine hüküm ve ilim verdik". (Enbiya/79) buyruğunda da, anlamayı derece bakımından hüküm ve ilmin üstüne koymuştur. Burada onun Süleyman´a (as) izafe edilmesi, tahsis yani hususilik arzetmekle beraber Allah Teala, anlamayı genel bir derece olarak vazetmiştir. Çünkü kul ilahi Kelamı anladığı ve Rabbine onunla muamele ettiği zaman ne söylediğini kesin olarak bilir. Yani söylediği ilahi kelamın Sahibi´nin hikayecisi değil, bizzat sahibi gibi olur; şu ayet-i kerimede olduğu gibi: "Eğer Rabbime isyan edersem, ağır bir günün azabından korkarım". (Yunus/15) Ya da şu ayette olduğu gibi: "Biz Sana tevekkül ettik ve yalmz Sana yöneldik". (Mümtehine/4) Veya "Bize çektirdiğiniz sıkıntılara karşı sabredeceğiz". (İbrahim/12) Görüldüğü gibi ilk ayette ağır bir günün azabından korkan, ikinci ayette Allah´a tevekkül edip ona yönelen, üçüncü ayette ise Allah yolundaki sıkıntılara karşı sabırlı olanlar, bu söz ve fiillerin bizzat sahipleri olup onları söyleyen veya yapan başka birilerinden haber verici değildirler. Bunu naklederek anlatan biri elbette, ondaki tadı tam olarak alamayacağı gibi bunu başkalarına da miras bırakamaz. Allah Teala´nın Kelamı´nı hissederek okuyan kimse, ondaki bu tadı alır ve onlardaki Allah dostluğunun (=velâyetullah) bir kısmını kazanmış olur. Aynı durum, söyleyenleri zemmedilen, yapanlarına gazap edileceği bildirilen serleri ifade eden ayetlerin okunması halinde de geçerlidir. "Tevbe etmeyenler var ya, işte onlar zalimlerdir". (Hucu-rat/11) Bu zayıflığı kendinde barındırarak bu aybı taşıyan kimse ne kadar da çirkin bir davranış içindedir. Bunu okurken, o vasfa haiz olduğu için kendi kendini kötüleyip zemmetmek ne kadar ağır bir derstir. İşte bu yüzden okuduğu Kur´an ayeti kendi aleyhine delil olmaktadır. Tabii ki böyle bir hal içinde olanın münacaatma da kulak verilmez. Çünkü sahip olduğu yerilmiş özellik, ona perde olmaktadır. Ayrıca o, okuduğu ayetin anlamını da düşünmediği için daha aşağıda bir cehalete itilmektedir. Kalbinin Kur´an´ı anlamada gösterdiği katılık, ona set çekmekte, halindeki yalancılık ve sağırlık da, onu Kur´an´m beyanından uzaklaştırmaktadır. Oysa o, uyanık bir kalple yönelmiş, dürüstlük ve içtenlikle tevbe etmiş bir kul olsaydı, Kelam-ı İlahi´yi dinlediğinde kendini çağıran davetçiyi görür ve O´nun davetine icabet ederdi. Allah Teala, kendisine yönelen kul için gözü açık olmayı ve zikirden öğüt almasını bilmeyi şart koşmuş ve şöyle buyurmuştur: "Rabbine gönül verecek her kulun gözüne göstermek ve öğüt vermek içindir". (Kaf/8) Yine O, şöyle buyurmaktadır: "Ancak samimiyetle yönelen ibret alır". (Mümin/13) "Ancak, Allah´ın ahdine bağlı kalan ve misaklarını bozmayan akıl sahipleri ibret alabilir". (Ra´d/19) Tevbe üzerinde ısrar ve kararlılıkla durabilmek de, ahde vefa başlığı altında değerlendirilir. Tevbe edilen hususa tekrar dönülmesi ise, doğruluğun azalması, misakın çiğnenmesi anlamındadır. Allah´a yönelme (=İnâbe) asıl olarak tevbe etmek ve Allah´a dönmek, anlamındadır. Ayette geçen "Akıl=lübb" kelimesi ise, temiz akılları ve duru kalpleri ifade etmektedir. Şu halde, Allah´tan korkan, kendi nefsine ve insanlara nasihat eden, kalbi selim sahibi bir mümin Kur´an okurken; cennet vaatleri, Övgüler, güzellikler ve Allah´a yakın kılınanların makamları gibi hususlarla karşılaştığı zaman, kendisini kesinlikle buralarda görmemeli, aksine bunları diğer müminlere layık görmeli, bu nimetlere selamet ve olgunlukları bakımından sıddıkların layık olduğunu düşünmelidir. Haklarında kötü sıfatlar sarfedilen kimselere gazap ve tehdit yönelten, sıfatları kınanmış olan gafillerin ve günahkarların makamlarıyla ilgili ayetleri okuduğu zaman ise, kendini bunların muhatabı görmelidir. Bunun gayesi de, onlardan korkması ve ürkmesidir. Kul, bu müşahede ile diğer insanlar için umut beslerken, kendisi için korkuya kapılır. Bu yaklaşımı sayesinde de insanlara karşı hoşgörülü, kendi nefsine karşı öfkeli olur. Ömer b. Hattab´dan (ra) şöyle bir söz rivayet edilmiştir: "Alla-hım, küfrüm ve zulmüm için Sen´den mağfiret dilerim". Bu söz üzerine rivayet sahibi şöyle dedi: Ey müminlerin emiri, zulmü anladık da senin küfürle ne işin olur? diye sorduğumda şu ayeti okudu: "Muhakkak ki insan, çok zulmedici ve çok küfredicidir". (îbrahim/34) Kulun düşüncesi bu iki yanlışlıkla şekillenirse, kendisini sürekli övgü ve değer makamında görürken, başkalarını da kınama ve gazap makamında görür. O zaman da kalbi, sadıkların istikametinden sapar, Allah korkusuyla yaşayanların yolundan bilerek ayrılır. Hem kendisi helak olur, hem de başka insanları helak eder. Çünkü yakınlıkta uzaklığı gören kimseye, korku duygusuyla lütufta bulunulmuş olur. Uzaklıkta yakını gören kimseye ise güvenliği içinde tuzak kurulmuş olur. Konu Başlığı: Ynt: Kur'an Okuma Adabı Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 19:09:14 Bir alim şöyle demiştir: Kur´an´ı okuyor, ama bir tad alamıyordum. Ne zaman ki onu, sanki Peygamber (sav) ashabına okuyormuş, ben de onlar gibi dinliyormuşcasına okumaya başladım, işte o zaman tad alır oldum. Sonra bir makam daha yükseltildim ve onu, sanki Cebrail (as), Peygamber´e (sav) indirirken dinliyormuşum gibi okumaya başladım. Sonra Allah Teala bana bir makam daha na~ sib etti. Artık onu, bizzat Kelam Sahibi´nden dinliyormuş gibi okuyorum. Bu makamda, Kur´an´ın büyük nimetlerini tadıyor, tahammül edemediğim bir lezzet alıyorum.
Osman (ra) ya da Huzeyfe (ra) şöyle demiştir: "Eğer kalpler temiz olsalardı, Kur´an okumaya doy am azlar di" [16]Sabit el-Benani ise şöyle demiştir: Kur´an´la yirmi sene boğuştum. Yirmi sene de ondan zevk aldım. Alimlerimizden biri de şöyle demiştir: "Her ayetin altı bin anlamı vardır. Onun anlamları olarak geri kalanlar ise daha fazladır". Ali (kv) şöyle demiştir: Eğer isteseydim, sırf Fatiha suresinin tefsi-riyle yetmiş deve yükü kitap yazardım". Ebu Süleyman ed-Darani´den şu söz nakledilmiştir: "Ben, bir ayeti okuduğum zaman dört gece -bir rivayette beş gece- onun üzerinde durur, onun hakkındaki kat´i bir düşünceye varmadan başka bir ayete geçmezdim". Seleften bir alim hakkında şu husus haber verilmiştir: O, Hud suresine altı ay takılmış, sürekli tekrar edip düşünmesine rağmen bir türlü bitirememişti. Ariflerden birinden de şu söz nakledilmiştir: Her Cuma bir hatmim, her ay bir hatmim ve her yıl bir hatmim, ayrıca otuz yıldır devam ettiğim halde henüz bitiremediğim bir hatmim daha var". O, bununla anlama ve müşahede hatmini kasdetmektedir. Yine bu kişi şöyle derdi: Kendimi ubudiyette köle için çalışanlar makamına koyarım. Çünkü ben, yevmiyeci, Cum´acı, aylıkçı ve yıllıkçı olarak amel ederim. İnsanların, Kelam-ı İlahi´nin künhüne vakıf olamayışı ve onunla murad edilen sırların bilinemeyişi, Allah Teala´nm zatının marifetinin künhüne erişilenle meşinden kaynaklanmaktadır. Allah Te-ala, insanoğluna kendi Zatı´nm tanınması ve marifetiyle ilgili sınırlı bilgi vermiştir. Allah Teala´nm sıfatları, fiilleri ve hükümleri, O´nun Kela-mı´nda verilen bilgiler vasıtasıyla bilinir. Çünkü O´nun Kelamı´nın manaları, O´nun sıfat ve ahlakından kaynaklanmaktadır. Bu se-bebledir ki, Allah Teala´nm es-Sehl, el-Latlf, eş-Şedîd, el-´Asûf, el-Mercuv ve el-Muhavvif gibi isimleri, O´nun merhamet, lütuf, intikam ve şiddetle cezalandırma gibi sıfatlarından kaynaklanmaktadır. Allah Teala´nm bizzat kendisini bilip tanımak mümkün olmadığı için, O´nun Kelamı´nm künhü de ancak O´nun tarafından bilinebilir. Sıfatlarının künhünü de ancak O bilebilir. Ancak Allah Teala, Kelamı´nın manalarını yarattıklarına bildirmek suretiyle sıfatlarının manalarını da bildirmiş, kullara sıfat ve ahlakını, hükümlerinin gizli yönlerini, Hitabı´nm içerdiği sırları, harflerin anlaşılma biçimini ve Kelam´m batmi manalarını öğretmiştir. Kullar arasında bu bilgi ve marifete en layık olanlar, O´ndan en çok korkanlardır. O´ndan en çok korkanlar ise O´na en yakın olanlardır. O´na en yakın olanlar ise, O´nun ilgi ve inayetine maz-har olanlardır. Bir hadiste Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İnsanların Kur´an´ı en güzel seslendireni, okurken Allah korkusuyla dolu olduğunu gördüğünüz kimsedir" [17] Kulun, Allah Teala´dan hakkıyla korkabilmesi için O´nu layıkıyla tanıması gerekir. O´nu layıkıyla tanımak ise, O´nunla muameleye girmekle olur. O´nunla muameleye girebilmek ise, O´na yakın olmakla mümkün olur. O´natyakm olmak ise, dikkatini O´na yöneltmek ve sürekli O´nu düşünmekle mümkün olur. Kul, işte bu noktada hitab-ı ilahinin sırrına vakıf olur ve Kitab´m batınına muttali´ olur. Kul, Kur´an-ı Kerim´deki secde ayetlerinden sonra vardığı secdelerinde ayetlerin hayır dolu manalarına mazhar olmak için dua etmeli, kötü hususlar ihtiva eden manalarından ise Allah Teala´ya sığmmalıdır. Gerçek Kur1 an alimleri işte böyle yaparlar. Allah Teala, bundan Hoşlanır ve kullarını da bu yüzden kendine secde etmekle mükellef kılmıştır. Secdenin bu boyutuyla ilgili olarak şu ayeti misal gösterebiliriz: "Secdelere kapanır ve Rablerini hamd ile teşbih ederler de kibirlenmezler". (Secde/15) Kul, bu ayetten sonra secdeye kapandığa zaman şöyle dua etmelidir: "Allahım, beni rızan için secde edenlerden kıl, hamdinle teşbih edenlerden kıl, Senin emrine veya dostlarına karşı kibirlenen-lerden olmaktan Sana sığınırım". Allah Teala´mn şu buyruğu da bu anlamdadır: "Ve ağlayarak yüz üstü kapanırlar. Bu da onların huşu´unu arttırır". (İsra/109) Kul, bu ayetten sonra da şöyle dua etmelidir: "Allahım, beni uğrunda ağlayanlardan ve Sana karşı kalbi yumuşak huşu ehlinden kıl". Kur1 an, işte bu şekilde kulun ilim ve amelini, zikir ve duasını, kaygı ve tasasını esas almalıdır. Kul, onunla niyaz eder, onunla se-vaplandırılır. Kulun makamı, zikri, halleri, hasılı her şeyi onda toplanmış durumdadır. Arifler de Allah Teala´yı O´nun Kelamı olan Kur´an ile bilir, O´nun hitabıyla yakini olarak sıfatlarına şahit olurlar. Onların ilimleri de O´nun Kelamı´ndan doğar. İlimleri ve müşahedeleri vasıtasıyla buldukları da O´nun sıfatlarının manaların-dandır. Söyledikleri sözler de onların Ruhani müşahedelerinden kaynaklanır. Çünkü Allah Teala hakkında söylenen sözler, O´nun sıfatlarının manalarından öte gitmez. O´ndan bir razı, bir gazap edici, bir nimet verici, bir intikam alıcı, bir cebbar ve kibriya sahibi, bir şefkatli ve ilgi gösterici kelam sâdır olur. Kul, Allah Teala´yı bilen, O´nun Kelamı´m anlayan, O´nu dinleyen ve müşahede eden bir insan olduğu zaman, kendisinden başkaları için gaib olan bazı hakikatlaere şahit olurken, kendisinden başkalarının göremedikleri hususları rahatlıkla görebilir. Allah Teala buyurdu ki: "Artık andolsun gördüklerinize, ve görmediklerinize ki". (Hakka/38-39) Yine O, şöyle buyurmaktadır: "İbret alın ey basiret sahipleri". (Haşr/2) Ayetteki "Basiret" kelimesi, "Anlayış" manasındadır. Buna göre de ifade, ´Anlayışınızla Bana yaklaşın´ şeklinde olmaktadır. Ayette "Ta" harfi, "Ta-i Tefa´u şeklinde olup, anlamda kesinlik ve fiilde nitelik ve mübalağa ifade etmek için kullanılmış olabilir. Allah Teala kullarına eller ve gözler verdiğine göre, onlar da gördüklerini güçleriyle ifade etmeli ve Zatı´nı andıkları zaman halktan Allah´a kaçmak, bu suret üzere, imtihanlarını en güzel şekilde vermelidirler. Düştükleri imtihan hali, onların hiçbir şeylerini eksiltmemelidir. Onlar, Allah Teala´nm şu ayet-i kerimesinde emrettiği üzere, kendi bildirdikleri kimseler gibi olmalıdırlar: "Öğüt alırsınız diye her şeyi çift yarattık". (Zariyat/49) Onlar bunu işittikleri zaman Allah Teala´ya kaçarlar. Yine O buyurdu ki: "Allah ile beraber başka bir ilah edinmeyin". (Zariyat/51) Onlar, bu buyrukla birlikte Allah´ı birleyen ve O´na ihlas ile tapanlardan olurlar. Onlar için O; eşsiz, tek, ihlasa layık olan yegane İlah olur. Daha sonra eşyadan ibret alarak O´na yönelir, O´nun katında O´nu zikreder, boylekkle O´ndan yine O´na kaçanlar olurlar. O´nu tevhid ettiklerinde, O´ndan başkasına uLuhiyet tanımaz, O´ndan başkasına ibadet etmezler. Abdullah´ın mushafmda da böyle bir ibare görmüştüm: "Onlar, (O´ndan) [18] yine Allah´a kaçtılar. Muhakkak ben de sizin için O´ndan bir açık uyarıcıyım". (Zariyat/50) Abdullah b. Mesud´dan (ra) ve bazı ravilerden nakledilen bir haberde bu ifadenin kaldırıldığı bildirilmektedir. Müsned olarak rivayet edildi ki bunlar, Allah dostu ve ihlaslı ariflerden idiler. Kur*an´m sırrına vakıf olmuş ve bu haberin üzerinde durmuşlardı. Çünkü onlar, Kur´an hakkında şöyle bir hakikata yakın ve ona şahit olmuş kimselerdi ki Kufan´ın bir zahiri, bir batını, bir sınırı, bir de görü-nemeyen zirvesi vardır Onun zahiri Arapça bilenlere, batım yakini iman sahiplerine, sınırı Zahir ehline, görünertıeyen zirvesi ise İsraf ehli olan Allah dostu, korku makamına ermiş ariflere mahsustur. Onlar, bu zirvenin dehşetini görüp de korktuktan sonra Allah Tea-la´nın lütfü ile ona muttali olmuş ve bu sırrı emin bir yere tevdi etmiş ve sağlam bir halde haberin üzerine eğilmişlerdir. Onlar Allah katında yakın kılınanlardır, çünkü O´nun şahitleridirler. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Şahid, gaib olanın göremediğini görür. Kalbi hazır olan şahit olur, şahit olan bulur, bulan tevhid eder, tevhid eden ise yüceltir. Gaib olan görmez, görmeyen kaybeder, kaybeden unutur, unutan ise unutulur". Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "İşte bu şekilde ayetlerimiz sana geldi, sen ise onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutulursun". (Taha/126) Yani sen, Allah´ın ayetlerini terkettin, onları önemsemedin ve üzerlerinde düşünmedin. Aynı şekilde sen de bugün terkedilirsin ve bir rahmetle yüzüne bakılmaz. Bir lütufla, seninle konuşulmaz ve az da yaklaştınlmazsın![19] Konu Başlığı: Ynt: Kur'an Okuma Adabı Gönderen: zahdem üzerinde 25 Aralık 2009, 21:37:13 alllah razı olsunkardeşim.bizim için muazzam bir detay oldu
|