Konu Başlığı: Kur'an'da Mufassal ve Muvassal İfadeler Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 19:14:57 Kur´an´da Mufassal Ve Muvassal İfadeler, Bunlarla Amel Edenlerin Övülmesi, Bunlardan Gafil Olanların Yerilmesi Ve Kur´an-ı Kerim´deki Garib Kelimelerin Tefsiriyle Alâkalıdır
Bu fasılda Kur´an-ı Kerim´deki mufassal ve muvassal kelimeleri, bunu bilenlerin övülüp gafil olanların yerilmesini, Kur´an´daki bir takım Garib ve Müşkil kelimelerin tefsirini ve hülasa etmek suretiyle manaya delalet eden usul yani prensipleri anlatacağız. Kelam-ı İlahi´nin zahiri, iki şekil üzeredir: İlki, Mücmel-i Muhtasar, yani kısa tutulmuş mücmel (=özlü kelime) ikincisi ise, Mûsıl-i Mükerrer, yani birleştirici ve tekrarlı kelimelerdir. Kelam-ı İlahi´nin kısaltılması ve icmali, belagat ve icaz gereği olarak gerçekleşmiştir. Allah Teala buyurdu ki: "Muhakkak ki bu (Kur´an)´da ibadet eden bir kavim için belağ (duyuru) vardır". (Enbiya/106) Tekrar edilmesi ve açıklanması ise, kullara anlatmak ve ısrarla hatırlatmak maksadıyla yapılmıştır. Yine Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki Biz onlar için vahyi ardarda ulaştırdık. Umulur ki onlar, iyi düşünürler". (Kasas/51) Allah Teala, mübhem (=kapalı) mücmel ve mufassal (=açıklan-mış) tevhid hakkında şöyle buyurmaktadır: "Elif Lam Ra" (Hud/1) Bu ayetin tefsirinde mezkur harflerin Allah Teala´nın üç ismine delalet ettiği söylenmiştir: Allah; el-Latîf; er-Rahîm. Başka bir görüşte ise, bu harflerin Allah Teala´nın Rahman isminin harfleri olduğu söylenmiştir. Allah Teala daha sonra bu üç harfin sebebini açıklayarak şöyle buyurmuştur: "Bu, ayetleri muhkem kılınmış.." (Hud/1) yani tevhid ile sağlam kılınmış "Sonra açıklanmış" (Hud/1) yani cennet vaadi ve cehennem tehdidiyle, "Hakîm" (Hud/1) yani hüküm ve hikmet sahibi, "Habîr" (Hud/1) yani her şeyin hükmünden haberdar olan ve helal haram hükümlerini açıklama noktasında çok bilgili ve uzman olan Allah tarafından, "Allah´tan başkasına kul olmayın". (Hud/2) Tevhid, işte budur. Allah Teala, Kitabı´mn ayetlerini de işte bu şekilde muhkem ve sağlam kılmıştır. "Muhakkak ki ben size O´nun tarafından müjdelemek ve uyarmak için gönderilmiş bir peygamberim" (Hud/2) işte O´nun pey-gamberi´ne bildirdiği cennet vaadi ve cehennem tehdidi de budur. İcaz yani kısaltma için kullanılmış kelimelere misal olarak da Allah Teala´nın şu buyruğunu zikredebiliriz: "Semud´a görülür/açık bir mucize olarak o dişi deveyi verdik. Onunla zulmettiler". (İs-ra/59) Yani onu yalanlayarak kendi kendilerine zulmettiler. Burada ´Yalanlayarak kendilerine´ kelimeleri icaz maksadıyla hazfedil-miştir. Başka bir misal de Allah Teala´nın şu buyruğudur: "Tavanları üzerine bomboş bir köy". (Bakara/259) Ayetteki "Hâviyetün" kelimesi, boş olan anlamındadır. "Urûş" kelimesi ise, çatı ve tavanlar, anlamındadır. Peki bir şehir, çatıları olduğu halde nasıl çatılardan hali olabilir. Bu da hazifle yapılan kısaltmaya misal olacak bir ayettir ki anlamı; ya meyva ve ürünler bulunmayan, ya da çatılarında oturan ahali bulunmayan şehir şeklindedir. Bu nevi kısaltmaya bir diğer misal de Allah Teala´nın şu ayetidir: "Ama iyilik, Allah´a ve ahiret gününe iman eden kimsedir". (Bakara/177) Burada da fiil hazfedilerek yerine isim konulmuştur. Dolayısıyla buradaki mana; ´İyilik, Allah´a ve ahiret günü iman edenin iyiliğidir1 şeklinde olacaktır. Burada hazfedilen kelime, fiil yerine geçen isim de olabilir. Buna göre de ayetin manası şu şekilde olur: ´İyi kimse, Allah´a ve ahiret gününe iman edendir1. Bu durumda ayetteki ´Bir kelimesi, iyi kimsenin sıfatı olarak onun yerine geçirilmiş olmaktadır. İlk tür kısaltmaya misal olarak Allah Teala´nın şu buyruğunu da zikredebilir: "Kalplerine buzağı içirildi". (Bakara/93) Ayetin anlamı şu şekildedir: ´Onların kalplerine buzağı sevgisi düşürüldü´. Görüldüğü gibi ´Sevgi´ kelimesi hazfedilmiştir. Bu tür kısaltmaya bir diğer misal de Allah Teala´nm şu buyruğudur: "Tertemiz bir kimseyi bir can karşılığı olmaksızın öldürdün mü?". (Kehf/74) Ayetin öncesinde ve içerisinde onu öldürdüğü zikredilmemektedir. Ancak takdiri anlam, ´Bir can karşılığı olmaksızın öldürdü´ şeklinde olmaktadır. Buradaki ´Öldürdü* fiili hazfedilmiştir. Buna benzer bir misal de Allah Teala´nm şu buyruğudur: "Bir cana karşılık olmaksızın veya yeryüzünde fesad (olmaksızın) bir cana kıyan kimse". (Maide/32) Ayetin takdiri anlamı şöyledir: ´Bir kimseyi öldürmediği veya yeryüzünde düzen bozuculuk yapmadığı halde bir kimseyi öldüren kimse´. Ayette ilk ifadeden hazfedilen ´Öldürmek´ ikinci ifadede ise ´Fesat çıkarmaksızm´ ibareleri hazfedilmiş ve ilk ifadedeki olumsuzluk eki ´Gayrin ölümle ilgili kısımda kullanılmasıyla yetinilmiştir. "Göklerdeki kimse ve yerde". (Enbiya/19) ayeti de böyledir. Burada da ikinci kelime olan ´Yerde´ kelimesinin başından ´Kimse´ kelimesi hazfedilmiştir. Allah Teala´nm şu ayeti de bu türe bir misal teşkil etmektedir: "O halde sana dini kim yalanlatabilir?". (Tin/7) Bu ayet, şu ayet ile bitişiktir: "Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık". (Tin/4) Bu iki ayetin arasında ayırıcı olarak bir sıfat ve istisna cümlesi vardır. Bu durumda takdiri mana şu şekilde olmaktadır: Ey insan, bu beyan ve vahiyden sonra sana dini yalanlatan nedir? Hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah´a din olarak bağlanmayı yalanlatan şey nedir?´ Gizli bedel (=Bedel-i Muzmar) bulunan ayetlerden biri de şudur: "Ve o takdirde Biz sana hayatın katmerlisini ve ölümün katmerlisini tattmrdık". (İsra/75) Bu ayetin takdiri anlamı ise şöyledir: ´Sana hayat ehlinin azabının katmerlisini, ölüm ehlinin azabının da katmerlisini tattırırdık´. Buna göre ayette ´Azab´ kelimesi hazfedilmiş olmaktadır. Aynı şekilde ´Ölüler ve diriler kelimelerinin yerine bedel olarak ´Ölüm ve hayat´ kelimeleri kullanılmıştır. Dolayısıyla sıfat, ismin yerini almış olmaktadır. Aynı şekilde sıfatın lafzı üzere bırakılarak ´Ehli´ kelimesinin gizlenmesi de mümkündür. Buna göre de mana, ´Hayattakilerin azabının katmerlisi, ölüm ehlinin çekeceği azabın katmerlisi´ şeklinde oluşturulabilir. ´Ehl´ kelimesinin gizlenmesine (=izmar) başka ayetlerde de örneğin ´Şehir halkı´ yerine ´Şehir5, ´Kervan halkı´ yerine ´Kervan´ gibi kelimelerde rastlamaktayız. Bu minvalde Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Hem orada bulunduğumuz şehire, hem de içinde bulunduğumuz kervana sor". (Yusuf 82) Takdiri anlam, ´Hem orada bulunduğumuz şehir halkına, hem de içinde bulunduğumuz kervan mensuplarına sor5 şeklindedir. Bu anlamda diğer bir misali ise şu ayet-i kerimede görmekteyiz: "O (Kıyamet) göklere ve yere ağır geldi". (A´raf/187) Bu ayette de gizli bedel vardır. Buradaki ´ağır geldi´ kelimesi, mana delaletiyle (=Delâletü´l-ma´nâ) ´Gizlendi´ anlamına gelir. Çünkü bir şeyin bilgisi gizlendikçe ağırlığı artar. Aynı şekilde ´Göklerde´ kelimesinin anlamı ´Göklerin üzerinde´ şeklindedir. Gizli olan ise ´Halkı´ kelimesidir. Bütün bu bilgiler ışığında ayetin takdiri anlamı şöyle olmaktadır: ´Kıyametin vakti gökler halkına da yer halkına da gizli tutulmuştur. O size ansızın gelecektir Buna misal olabilecek bir başka ayet de şudur: "Yusufu anıp durursun". (Yusui/85) Bu ayette, bir gizli bir mahzuf kelime vardır. Mahzuf olan kelime "Hâlâ" kelimesi, muzmar olan ise fiile olumsuzluk katan ´La´ kelimesidir. Çünkü bu cümle bir yeminin (=ka-sem) cevabıdır. Buna göre ayetin takdiri anlamı şöyle olmaktadır: ´Dediler ki: Allah´a yemin ederiz ki sen hala Yusufu anıp duruyorsun´. Ayette ´La´ kelimesi muzmar, ´Hâlâ´ anlamındaki ´Tezâlü´ kelimesi de bedel olmaktadır. Bu ayet de, Allah Kelamı´nm muhtasar, fasih ve beliğ olan ifadesidir. Arapların bir kısmının Arapça anlatımı da böyledir. Konu Başlığı: Ynt: Kur'an'da Mufassal ve Muvassal İfadeler Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 19:18:08 Kur´an´da, her tür ifade şekli vardır. Bu kabilden ayetlere misal olarak şunları zikredebiliriz: "O´nu yalanlamakla rızkının şükrünü mü eda ediyorsunuz?". (Vakıa/82) "Allah´ın nimetini küfürle değiştirenleri görmedin mi?". (İbrahim/28) İlk ayetin takdiri anlamı şöyle olmaktdır: ´Size verilen rızıklara karşı şükrünüzü Allah´ı yalanlayarak mı eda ediyorsunuz?´. İkinci ayetin takdiri ise şöyledir: ´Onlar, Allah Teala´nm nimetlerine karşı duyacakları şükranı nankörlükle değiştiler.
Bu tür ifadelere örnek olarak şu ayetleri de gösterebiliriz: "Nice şehirleri helak etmişizdir". (Hacc/45) "Nice şehirler vardır ki onlara süre tanıdım". (Hacc/48) Bu ayetlerde de ´Halkları´ kelimesi hazfedilmiştir. Aynı durum, "Kervana sor". (Yusuf/82) ayeti için de geçerli olup ´Mensupları´ kelimesi mahzuftur. Ayette geçen *Ayr* kelimesi, meçhul deve, anlamındadır. Bu kelimenin, ´Kervan´ anlamına gelmesi de nahiv alimlerinin Mecaz dedikleri sanatla olmaktadır. Kur"an´da Arap dilinin edebi sanatlarından bir çoğu kullanılmıştır. Bunlara misal olarak şu ayeti gösterebiliriz: "Muhakkak ki bu Kur´an, en doğru olana iletir". (İsra/9) Yani en doğru olan yola. Bunun bir benzen de Allah Teala´nın şu buyruğudur: "Kullarıma, en güzel olanı demelerini söyle". (İsra/53) Yani en güzel kelimeyi. Bunun bir diğer örneği de Allah Teala´nın şu buyruğudur: "En güzel olanla sav". (Mü´minun/96) Yani, en güzel olan söz veya fiille sav. Diğer bir örnek de şu ayet-i kerimedir: "Haklarında Biz´den en güzel verilmiş olan". (Enbiya/101) Yani, haklarında en güzel söz söylenmiş olan kimseler. Bu ayetin bir diğer tefsirinde ise ´Hüs-na-En güzel´ kelimesinin-sıfat değil isim anlamında kullanıldığıdır. Bu durumda kelime, ´Cennet´ anlamına gelmektedir. "Süleyman´ın krallığında". (Bakara/102) ayeti de hazfedilmiş kelime ihtiva eden ayetlerdendir. Bu ayette hazfedilen ise ´Devri´ kelimesidir. Buna göre ayetin takdiri anlamı şudur: ´Süleyman´ın krallığı devrinde´. Bir diğer ayet de şudur: "Resullerin vasıtasıyla bize vaadettiğini bize ver". (Al-i İmran/194) Bu ayetin takdiri ise ´Resullerin dilleri vasıtasıyla´ şeklindedir. Görüldüğü gibi ´Diller* kelimesi muzmardır. Kinayeli muzmar ifadelere misal olarak şu ayeti zikredebiliriz: "Onu bana şeytan unutturdu". (Kehf/63) Burada gizlenen kelimeler ´Balık ve onu anma´ kelimeleridir. Musa´nın (as) adı ise, kısaltma maksadıyla zikredilmemiş tir. Buna göre takdiri mana şöyle olacaktır: ´Sana balığı hatırlatmayı şeytan bana unutturdu´. Kinayeye misal olarak da şu ayeti zikredebiliriz: "Biz onu Kattır gecesi indirdik". (Kadr/1) Burada ´O´ zamiriyle kinaye olunan şey, Kur´an olup lafzen işaret edilmemiştir. Allah Teala´nın şu buyruğu da buna misaldir: "Ta ki Örtüyle gizlendi". (Sad/32) Burada gizlenen varlık ´Güneş´, gizlenme vasıtası ise ´Gece´dir. Görüldüğü gibi ´Güneş´ kelimesi mötinde geçmemiş ancak kinaye yoluyla ona işaret edilmiştir. Başka bir misal de şu ayet-i kerimedir: "Onunla ancak sabredenler kavuşturulurlar". (Fussilet/35) Burada kinayeyle ifade edilen şey, sabreden kimselerin kavuşturulacakları ´Güzel söz´ veya fiildir. Allah Teala´nın bu anlamdaki başka bir buyruğu da şudur: "Ona ancak sabredenler kavuşturulurlar". (Kasas/80) Sabredenlerin kavuşturulacakları şey; dünya hayatında ´Zühd´ kelimesi, ahi-rette ise ´özendirme ve rağbet sözüdür1. Bu da Allah Teala´nın "Vay halinize, Allah´ın sevabı daha hayırlıdır". (Kasas/80) buyruğuna dönmektedir. Yani bu söze kavuşturulacaklardır. Bir kelimeye karşılık konulan kısaltmaya (=Bedel-i Muhtasar) rmisal olarak ise, Allah Teala´nın şu buyruğunu gösterebiliriz: "Ona ´Allah´tan kork´ denildiğinde günahla ululuğa kapıldı". (Bakara/206) Bu ayetin takdiri anlamı, ´Kibir ve ululuk taslaması, onu günaha şevketti´ şeklinde olmaktadır. Buna bir başka misal de Allah Teala´nın şu buyruğudur: "O´nu uyku veya içi geçme almaz". (Bakara/255) Bunun takdiri anlamı ise şu şekildedir: ´Allah Teala, uyku veya iç geçirmeye müptela olmaz´. Çünkü uyku ve içi geçme hali, kur için geçerlidir vconu, dikkat ve uyanıklık halinden alıp götürür. Bu durum Zat-ı ilahi için asla geçerli olamaz. Nakli iklaba (=Menkul-i Münkalib) misal olarak şu ayet-i kerimeyi gösterebiliriz: "O, zararı faydasından daha yakın olan kimseye dua eder". (Hacc/13) Bu ayetteki ´İçin anlamına gelen Lam harfi´ nakledilmiş olup buna göre ayötin takdiri anlamı şöyledir: *O, öyle birine dua etmektedir ki, onun kendisine faydadan çok zararı dokunur". Bu tür ifadelere bir başka misal de şu ayettir: "Güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu". (Kasas/76) Yani, anahtarlar öyle ağırdı^ki, taşıyanlarına ağır geliyordu. iklaba misal olarak da şu ayetleri zikredebiliriz: "Tur-i Sinin". (Tin/2) "İl Yasin´e selam olsun". (Saffat/130) Burada ilk ayette, ´Tur-i Sinin´ olarak geçen mekamn ismi iklab edilerek (Tur-i Sina´ yani ´Sina dağı şeklinde anlaşılır. İkinci ayetteki ´İl Yasin´ ise iklaba uğrayarak ´el-Yasin´ şeklinde anlaşılır. Burada zikredilen kişinin îdris (as) olduğu da söylenmiştir. Çünkü İbni Mesud´un (ra) rivayetinde de ´İdris´e selam olsun´ şeklinde geçmektedir. Bazıları Kur´an´ı bu şekilde kısımlara bölmüşler, sanki onun bir kısmına iman edip bir kısmını inkar eder gibi bir duruma düşmüşlerdir. Bu çerçevede misal olacak ayetlerden biri de şudur: "Allah onlardan maymunlar, domuzlar ve Tağut´a tapanlar yarattı". (Ma-ide/60) Burada makul olan mana ´Allah´ın onlar arasında Tağut´a kulluk edenler varetti´ şeklinde olacaktır ve Allah Teala´mn şu buyruğuna atıf olması mümkündür: "Allah´ın lanet ve gazap ettiği kimseler......ve Tağut´a kulluk edenlere de". (Maide/60)Ama´Tağut´ kelimesini, esreli olarak okuyanlar ´Abede=kulluk etti´ kelimesini isim olarak görmekte ve ´tağut´ kelimesiyle isim tamlaması yapmaktadırlar. Böyle yapıldığında ise hepsi aynı manada beş türlü okuma ihtimali doğmaktadır: "Abedetü´t-Tağût; ´Ibâdü´t-Tağût; Ab-dü´t-Tağût; ´Ubbâdü´t-Tağût; Ubedü´t-Tağût". Ancak ´Abede´ kelimesinin fethalı okunması halinde ´Kulluk etme´ anlamında fiil olmaktadır ki sıhhatli olan da budur. Gizli kısaltmaya (=Muzmar-ı Muhtasar) misal olarak ise şu ayet-i kerimeyi zikredebiliriz: "Bilin ki, Ad kavmi hakikaten Rable-rini inkar ettiler". (Hud/60) Burada gizli olan kelime şu ikisinden biridir: Ya Rablerinin ´nimetini´ inkar ettiler, ya da Rablerini ´birlemeyi´ inkar ettiler. Bu iki kelimeden her hangi biri kısaltma maksadıyla gizlenmiştir. ´Rableri´ isminin fethalı olması ise, onu esreli kılacak kelimenin kaldırılmış olmasından dolayıdır. Konu Başlığı: Ynt: Kur'an'da Mufassal ve Muvassal İfadeler Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 19:21:33 Burada garib bir görüş daha vardır. O da şudur ki, ´Rablerini´ ismi, manası üzerine yüklenmekte ve ´Rablerini örttüler1 şeklinde verilmektedir. Yani onlar, Rablerinin ayetlerini ve onların ihtiva ettiği hak çağrısını Örtmüşlerdir. Buna göre onların inkarlarının (=küfr) anlamı, ´onlar Rabierini örttükleri için hak da onlara örtülü kalmıştır", şeklinde verilmektedir. Tevhidde de bu tür bir hakikat mevcuttur. Çünkü her fiilde öncelik ondadır. Onlar ise, haktan sonra büyüklüğe kapılmışlardır.
Bu durum, Allah Teala´nm şu buyruğunda da sözkonusudur: "Ve elbette onları, düşmekte oldukları şüpheye yine düşürürdük". (En´am/9) Buradaki ´Libs´ kelimesi de ´Örtü´ anlamındadır. Şu ayet de kısaltma gayesiyle gizlemeye misal olarak zikredilebilir: "Allah dışında dostlar edinenler var ya biz onlara tapmayız". (Sad/3) Burada da ´Derler ki´ kelimesi gizlenmiştir. Aynı durum şu ayet-i kerime için de geçerlidir: "Gevelemeye devam ederdiniz. Her halde biz çok ziyandayız". (Vakı´a/65-66) Bu ayette de ´dersiniz´ kelimesi gizlenmiştir. Allah Teala´nm şu buyruğu da bu şekilde anlaşılır: "Şu kavme ne oluyor da bir sözü dahi neredeyse anlayamıyorlar. Sana bir iyilik isabet ettiğinde o, Allah´tandır. Sana bir fenalık isabet ettiğinde ise o sendendir". (Nisa/78-79) Burada anlam şu şekilde gerçeleşmektedir: ´-Kendi haklarında haber vermek ve kendilerinin zem-medilmesi istikametinde- derler ki: Sana isabet eden..´ Kaderiye fırkası, işte bu ayetin tefsirinde, Arap dilinin inceliklerine da vakıf olmadıkları için helak olmuşlardır. Onlar bunu, Allah Teala tarafından bir açıklama ve şeriatın başlangıcı zannetmişlerdir. Oysa Allah Teala, şeriatının başlangıcını ve açıklamasını ayetin ilk kısmında "De ki: Bunların hepsi de Allah´tandır" (Nisa/78) buyurarak muhkem kılmıştır. İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: Kur´an´m anlaşılmasıyla ilgili bir kuşkuya kapıldığınızda Araplar´ın sözlerine başvurun. Kişi bir ayeti okur ama onun nasıl anlaşılması gerektiğini bilmediği için küfre düşebilir. Bu ayeti, İbni Mesud´un (ra) mushafmda şöyle okudum: ´Şu kavme ne oluyor? Neredeyse bir sözü bile anlamıyorlar. Diyorlar ki: Sana isabet eden bir iyilik...´ Önceki ayet de size haber verdiğim ve kendim de gördüğüm gibi İbni Mesud´un (ra) mushafmda ´Allah´tan başka dostlar edinenler derler ki: Biz onlara tapmıyoruz...´şeklindedir. Gizli (=Muzmar) ifadelere misal olarak da şu ayet-i kerimeyi de zikredebiliriz: "Eğer dileseydik, sizden yeryüzünde melekler kılardık da onun halifesi olurlardı". (Zuhruf/60) Burada murad edilen, insanlardan bir topluluğun meleğe dönüştürülmesi değil, insanlar yerine meleklerin halife kılınmasıdır. Buna göre takdiri anlam şöyle olmaktadır: ´Dileseydik, yeryüzünde sizin yerinize melekleri va-rederdik de onlar yeryüzünün halifeleri olurlardı´. Bu şekildeki bedele misal olarak şu ayetleri de zikredebiliriz: "Hayır için önde gidenlerdir". (Mü´minun/61) Bu ayetteki ´Lam´ harfi bedel için olup ´Ba=ile,-de, -da´ anlamındadır. Eğer onu geçse-lerdi, hayrı kaçırabilirlerdi. Dolayısıyla takdiri anlamı şöyle olmaktadır: ´Onlar, hayır ile-hayırda- önde gidenlerdir. Bazılarına göre bunun bir diğer misali de şu ayettir: "Rabbi dağ için tecelli ettiğinde". (A´raf/143) Buradaki ´Lam=için´ harfi de ´Ba=-de, da´ anlamındadır. Dolayısıyla ayetin takdiri anlamı ´Rabbi dağda tecelli ettiğinde´ şeklinde olmaktadır. Dağ, Musa (as) için bir perde idi. Allah Teala perdeyi kaldırdı ve üzerinde tecelli etti. Aynı durum Musa (as) ile konuştuğu ağaç için de geçerlidir. Ağaç Musa´ya (as) dönüktü ve Allah Teala ona ağaçtan konuşmuştu. Buna verilen misallerden biri de şu ayettir: "Sizleri hurma kütüklerinde çarmıha gereceğim". (Taha/71) Yani hurma kütüleri üzerinde çarmıha gereceğim,. Aynı hal, "Beni zalimler topluluğunda kılma". (A´raf/150) ayeti için de geçerlidir. Burada da takdiri anlam; ´Beni zalimler topluluğuyla beraber kılma´ şeklindedir. Bu anlamda başka bir misal de şu ayet-i kerimedir: "Yoksa onda dinledikleri bir merdivenleri mi var?". (Tur/38) Yani, ´Üzerinde durup da dinledikleri bir merdivenleri mi var?´ Aynı şekilde "Onda böbürlenirler". (Mü´minun/67) ayeti de buna misaldir. Yani ´Ondan -Kur´an´dan- böbürlenirler. Bu anlamda Allah Teala´nm şu buyruğu da mecaza misal olarak gösterilebilir: "Onda bir uzmana sor". (Furkan/59) Yani, ´Onu bir uzmana sor. Arapça´da yer alan bazı cer harfleri ve edatlar, birbirlerinin yerini alabilirler. "Gök, onunla yarılır". (Müzzemmil/18) ayeti buna misal olarak zikredilir. Yani, ´Gök, onda - Kıyamet gününde- yarılır*. Buna bir başka misal de Allah Teala´mn şu buyruğudur: "Zulmedenler dışında insanların sizin aleyhinizde delilleri olmaması için". (Bakara/150) Burada da ´İlla=istisna´ edatı ´La=olumsuzlukJ edatıyla yer değiştirmiştir. Buna göre ayetin takdiri anlamı şöyle olmaktadır: ´Zulmedenlerin de ... delilleri olmasın´. Ayetteki ´İlla´ edatının devamlılık (=isti´nâf) ifade etmesi de mümkündür. Buna göre ifadenin takdiri ´Ama zulmedenlerden...´ şeklinde olur ve haberi takip eden ´Onlardan korkmayın´ cümlesiyle bitişik olur. Bu durumda ayetin nihai takdiri de şöyle olur: ´Ama zulmedenlere gelince onlardan korkmayın´. Bu ayete benzer olan bir başka ayet de şudur: "Çünkü Benim yanımda, peygamber olanlar korkmazlar. Ancak zulmeden...". (Neml/10-11) Burada da ´İlla´ edatının isti´naf için olup ´Ama zulmeden, sonra da kötülüğün arkasından iyiliğe dönen olursa´ şeklinde anlaşılması mümkündür. Bu durumda ayetin bu kısmı, haberi sonra zikredilen bir mübteda olur. Allah Teala´mn şu buyruğu da bu minvalde görülür: "Mallarını, mallarınıza (katarak) yemeyin". (Nisa/2) Ayetteki ´İla=-e, a´ Harf-i Cerri, ´Me´a=beraber, birlikte´ anlamındadır. Buna göre de mana şu şekilde olmaktadır: ´Onların mallarını kendi mallarınızla birlikte yemeyin´. Abdestle ilgili şu ayet-i kerimede de benzer bir durum vardır:: "Elleri dirseklere (kadar) yıkayın". (Maide/6) Burada da ´İla´ harfi ´Me´a´ anlamında olup manayı ´Dirseklerle beraber1 şeklinde değiştirmektedir. Arapça´da harfler ve edatlar birbirlerini yerini alabilirler. Eğer muzmar olanlar açıklansa veya mahzuf olanlar metne katılsaydı, o zaman da kıraat zayıf olurdu. Açıklama ve vurgulama için ardarda gelen tekrara (=Mavsul-i Mükerrer), misal olarak Allah Teala´mn şu buyruğunu verebiliriz: "Allah dışında ortaklara yakaranlar uymaz, onlar ancak zanna uyarlar". (Yunus/66) Burada ´Tâbi olma=Uyma´ fiili iki kere tekrar edilmiştir. Fiilin tekrarının gayesi, açıklama ve vurgulamadır. Söz uzadığı için, mu-hatabm daha rahat anlayabilmesi için tekrar edilme durumu söz-konusudur. Ayetin takdiri anlamı şöyledir: ´Allah dışında ortaklara yakaranlar, ancak zanna uyarlar1. Yani, onların Allah dışında ortaklara uymaları, sadece kendilerinden kaynaklanan asılsız bir zandır. Vurgulama (=te´kîd) gayesiyle tekrara yer verilen misaller arasında şu ayet-i kerime de anılabilir: "Onun kavminden müstekbir-ler topluluğu, mustazaflardan iman edenlere şöyle dediler". (A´raf/75) Bu ayetin kısaltılın asıyla oluşan takdiri mana şöyledir: ´Kavminin müstekbirleri, iman eden müstazaflara dediler^ Ayette ise gerek ´Müstazaflar öne geçirildiği, gerekse onlardan bir kısmı tahsis edildiği için, açıklama (=beyan) maksadıyla ´İman edenleri´ kısmı tekrar edilmiştir. Konu Başlığı: Ynt: Kur'an'da Mufassal ve Muvassal İfadeler Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 19:24:55 Buna verilebilecek diğer bir misal de Allah Teala´mn şu buyruğudur: "Ancak Al-i Lut´u, Biz onların hepsini kurtarıcıyız, sadece karısı hariç". (Hicr/59) Burada, istisnanın üzerinden bir istisna daha yapılmaktadır. Dolayısıyla söz uzamaktadır. Ama Allah Teala, onun ´Al´inin bir kısmının kurtarılacağını ifade buyurduğu ve söz kısa olduğu için müstesnadan müstesnayı çıkarmak durumu hasıl olmuştur. Bu ayetten çıkarılacak bir hükmü de, eşin ´Al´ kapsamına girmesidir. Çünkü Allah Teala Lut´un (as) hanımını onun ´Al´in-den istisna etmiştir.
Tekid maksadıyla yapılan tekrara misal olarak şu ayet-i kerimeyi de zikredebiliriz: "Derken .. birini yakalamak isteyince". (Ka-sas/19) Bu ayetin kısaltılmış hali, ´Yakalamak istediğinde´ şeklindedir. Bu ayetin, gizli kısaltmanın bulunduğu bir ayet olduğu da söylenmiştir. Buna göre gizli olan, isimdir. Fiil ise hazfedilmiştir. Bu, yadırganan bir takdirdir. Buna göre ayetin anlamı şöyle olmaktadır: ´İsrailli her ikisinin de düşmanı olan kişiden dolayı Musa´yı (as) yakalamak istediğinde bunu yapmadı. Dedi ki: Ey Musa, beni öldürmek mi istiyorsun?´ Bu durumda ayet, kısaltma ve icaz babında değerlendirilebilir. Tekid için tekrara yer verilen ayetlerden biri de şudur: "Onlar, kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar! Onlar, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündüler". (Fa-tır/44) Bu ayette anlaşılan ve takdiri caiz olan mana şöyledir: ´Onlar, kendilerinden önce ve kendilerinden daha güçlü olanların akıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar". Bu ayette kelimesi ile iki cümle bağlanmakta ve ´Daha kuvvetli´ kelimesi ile de tekid yapılmaktadır. İbni Mesud´un (ra) mushafinda ´Kânû^idiler ve Bu anlamda başka bir ayet-i kerime de şudur: "Rahman olan Allah´ı inkar eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar., yapardık". (Zuhruf/33) Burada da beyan ve açıklama maksadıyla sözü uzun tutma vardır. Kısaltılmış takdiri anlamı ise şöyledir: ´Rahman´ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını gümüş yapardık*. İnkar edenlerin isimlerini temsil eden Kinayeli, muğlak ve şüpheli (=mekniyy-i mübhem-i müştebeh) kelimelere misal olarak şu ayeti zikredebiliriz: "Allah, hiç bir şeye gücü yetmeyen bir köleyi misal verdi". (Nahl/75) Burada ´Şey´ kelimesi ile murad edilen ´Allah´ın verdiği rızıktan infak etme fîili´dir. Konuyla ilgili başka bir ayet de şudur: "Allah, şu iki kişiyi de misal verdi ki biri dilsizdir; hiç bir şeye gücü yetmez". (Nahl/76) Buradaki ´şey´ ile kasdedilen ise ´Adaleti emredip hidayet üzerinde istikamet bulabilmek´tir. Bu minvalde başka bir ayet de şudur: "Eğer beni takip edersen sakın bana bir şey sorma". (Kehf/70) Bu ayetteki ´şey´den maksad ise, Rubûbiyet vasfından olan hususi bir vasıftır. Çünkü burada şey ile kasdedilen, Allah Teala tarafından Hızır´a (as) öğretilen ilim hakkında sorulan sorulardır. Bu bilgi, neticesi ortaya çıkıncaya kadar sorulmaması gereken bir bilgidir. Ayette ´şey´ kelimesiyle kinayeli olarak anlatılması da bundandır. İlim, iki kısma ayrılır: Birinci kısımdaki ilim, soruluncaya kadar açıklanması uygun olmayan ilimdir. Bu, bilinmesi sıkıntı vermeyen ilim olup bilinmemesi genişlik, gizlenmesi de güzellik olarak nitelenmiştir, ikinci tür ilim ise, sorulması doğru olmayan ilimdir. Çünkü bunlar Tevhid sıfatları ve Vahdaniyet vasıflarıyla ilgili ilimler olup beşeri akıllara yüklenemezler. Bunlar ancak murad edilen yükleniciye mahsus ilimlerdir. Hızır´a (as) bildirilen ve onun da Musa´dan (as) kendisi söyleyinceye kadar hakkında hiç bir şey sormamasını istediği ilim işte bu tür ilimdir. Allah Teala, elbette emrinde galib gelendir. Bu tür ayetlere misal olarak şu ayeti de zikredebiliriz: "Yoksa bir Şey olmaksızın mı yaratıldılar?" (Tur/35) Buradaki ´Şey´ ile kasdedilen ´Allah Teala´dır. Kalık olmaksızın mahlukat nasıl olabilir? Mahhıkatm varlığı, Hâlık´ın da varolmasını gerektirmektedir. O´nun yarattığı insanlar, O´nun varlığının en açık delilleridir. İbni Abbas (ra) ve Zeyd b. Ali´nin (ra) ´Bir Şey olmaksızın´ ayetinin tef-siriyle ilgili şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Yani Rab olmaksızın. Hâlık olmaksızın yaratma (=halk) fiili nasıl tahakkuk eder ki?´. Bu tür ayetlere misal olarak Allah Teala´mn şu buyruğunu da zikredebiliriz: "Rızıkta bazınızı bazınızdan üstün kıldı". (Nahî/71) Rızıkta üstün kılman ilk taife hür kimselerdir. Rızıkta altta kılman taife ise kölelerden oluşur. Bu nevi ayetlere bir misal de Allah Teala´ın şu ayetidir: "Arkadaşı olan der ki: Yanımdaki (amel defteri) hazır". (Kaf/23) Burada (Karmuhu=arkadaşı´ ile kasdedilen, kulun yaptıklarını ve söylediklerini kaydetmekle mükellef olan melektir. O melek, istenildiği zaman bu bilgileri hazır etmekle görevlidir. Bu manadaki ayetlere bir misal de Allah Teala´mn şu ayetidir: "Arkadaşı olan der ki: Ey Rabbimiz, onu ben azdırmadım". (Kaf/27) Ayette geçen ´Karînuhu=arkadaşı´ kelimesiyle murad edilen, her insanın yanında olan şeytanıdır. Vereceğimiz başka bir misal de Allah Teala´nın şu buyruğudur: "Kardeşleri azgınlıkta onlara yardım eder, sonra kusur da etmezler". (A´raf/202) Ayetin aslındaki ´ih-vân=kardeşler! kelimesine bitişik olan ´Him=onlarm´ zamiri, şeytanları, ´Yemuddûne=Yardım ederler1 fiiline bitişik olan´Hüm=On-lara´ zamiri ise müşrikleri ifade etmektedir. Buna göre ayetin takdiri anlamı şöyle olmaktadır: ´Şeytanlar, müşriklerin kardeşleridir ve azgınlıklarında müşriklere yardım ederler. Yardımda-asla kusur etmezler. Allah Teala´nın bu anlamdaki bir başka ayeti de şudur: "Onun gücü ancak onu dost edinenler ve onu Allah´a ortak koşanlar üzerindedir". (Nahl/100) Bu çerçevedeki ayetlere bir misal de şu ayet-i kerimedir: "Derken: savurup ta tozu dumana katarak, bir topluluğun ortasına dalanlara andolsun ki". (Adiyat/4-5) İlk ´Hu´ zamiri, atların ayaklarını ifade etmektedir. Bunlar da önceki bir ayette "Ateş saçanlar" (Adiyat/&) olarak tanımlanmaktadır. ´Ateş saçanlar" nallarıyla yerlere vurduklarında kıvılcımlar saçan atları ifade etmektedir. Onlar, ayaklarıyla, toprağı, da havaya kaldırmaktadırlar. İkinci ´Hu1 zamiri ise, düşmana hücum ederek ortasına dalanları ifade etmektedir:. Onların ortaladıkları şey, düşmanın ortasına dalmalarıdır. Çünkü onlar, "Sabahleyin baskın yapanlar"dır. (Adiyat/3) Onlar, sabah vakti saldıran, müşrik topluluğa saldırarak, onların ortasına dalanlardır. Allah Teala´nın bu tür anlatıma sahip ayetlerine bir misal de şu buyruğudur: "Onunla su indirdik de onunla bütün meyvalardan bitirip çıkardık". (AVaf/57) Ayetteki ilk zamir, bulutları ifade etmektedir. Buna göre anlam ´Bulutlarla su indirdik´ şeklinde olmaktadır. Bunun bir benzeri de Allah Teala´nm şu buyruğudur: "Allah´ın kulları onunla içerler". (İnsan/6) Ayetteki ´Biha=onunla´ ibaresi aslında ´Minha=ondan´ anlamındadır. Şu ayet-i kerimesinin tefsirinde de açık olan budur: "Yoğunlaşmışlardan şarıl şarıl bir su indirdik". (Nebe´/14) Yani bulutlardan. "Onu Ölü toprağı şevkettik". (A´raf/57) buyruğu da aynı şekildedir. Araf suresinin elli yedinci ayetindeki ikinci zamir ise suya raci´dir. Buna göre de ayetin takdiri anlamı şöyle olmaktadır: ´Suyla her türlü mahsulü çıkardık´. Görüldüğü gibi Allah Teala aynı ayette aynı zamirle iki farklı anlamı murad etmiş ve anlaşılmasında zorluk olan (=müşkil) bir husus ortaya çıkmıştır. Özlü (=mücmel) hitabın ikinci ve üçüncü beyanına misal olarak şu ayet-i kerimeyi gösterebiliriz: "Ramazan ayı ki Kur5an onda indirilmiştir". (Bakara/185) Burada indirilen şeyin Kur´an olduğu derhal anlaşılmaktadır. Ancak onun gündüz mü yoksa gece mi indirildiği anlaşılamamaktadır. İkinci beyan yani açıklama ise Allah Tea-la´nın şu buyruğudur: "Biz onu mübarek bir gecede indirdik". (Du-han/3) Bu ayetten de Kur´an´ın Ramazan ayı içinde değerli bir gecede indirildiği anlaşılmaktadır. Ancak anlaşılamayan husus, bu gecenin hangi gece olduğudur. Allah Teala bu meseleyle ilgili üçüncü beyanında "Muhakkak ki Biz onu Kadir gecesi indirdik". (Kadr/1) buyurarak bunu da açıklayarak beyanın zirvesine ulaşmaktadır. Konu Başlığı: Ynt: Kur'an'da Mufassal ve Muvassal İfadeler Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 19:28:46 Bu şekilde açıklanan ayetlere bir misal de şu ayet-i kerimedir: "Gücüne ulaşıp olgunlaştığında Biz ona verdik". (Kasas/14) Bu ayette ´Eşüdd=Güç, rüşt´ kelimesi geçmekte, ancak maksad tam olarak anlaşılamamaktadır. Allah Teala onu beyan ederek ikinci hitabında şöyle buyurmuştur: "Gücüne ulaşıp kırk yaşma erdiğinde". (Ahkaf/15) Allah Teala bu ayetinde ´Eşüd=Güç´ kelimesiyle kasde-dilenin ´Kırk yaş´ olduğunu beyan etmiştir.
Vav´ harfi, bir görüşe göre övgü ve vasfetme için kullanılır. Çokluk anlamında kullanılan tekiller de olabilir. Bu anlamda Allah Teala´nın şu buyruğunu zikredebiliriz: "Asra yemin olsun ki insan, muhakkak hüsrandadır". (Asr/1-2) Buna göre ayetin takdiri anlamı şöyle olmaktadır: ´Muhakkak ki insanlar hüsrandadır. Takip eden ayet de bunu gerektirmektedir: "Ancak iman eden ve salih amel işleyenler müstesna". (Asr/3) Çünkü tek olandan çoğunluk istisna edilemez. Ancak bir çoğul, kendinden daha fazla bir çoğuldan istisna edilebilir. Burada ismin tekil kılınması, türü belirtmek içindir. Allah Teala´nm şu buyruğu da buna misal olarak gösterilebilir: "Ey insan, sen cidden Rabbine doğru çabalar da çabalarsın". (İnşi-kak/6) Bu ayette de çoğul anlamına gelen tekil kullanılmıştır. Buna göre ayetin takdiri şöyle olmaktadır: ´Ey insanlar, siz Rabbinize doğru çabalar da çabalarsınız´. Aynı durum şu ayet-i kerime için de geçerlidir: "Kitabı sağdan verilene gelince, kitabı sırtının ardından verilene de gelince". (înşi-kak/7-10) Burada yön sıfatları ismin tekil olması yüzünden tekil olmuşlardır. Yine bu tür ayetlere misal olarak şu ayeti de zikredebiliriz: "Ve onu insan yüklendi. O, gerçekten de çok zalim ve çok cahildi". (Ahzab/72) Bunun anlamı da şu şekildedir: ´Onu insanlar yüklendiler´. Ayetlerin bu şekilde tefsiri bizce daha doğrudur. Bunun delili olarak hemen peşinden gelen şu ayeti zikredebiliriz: "Çünkü Allah, sonunda münafık erkek ve kadınlara, müşrik erkek ve kadınlara azap edecektir". (Ahzab/73) Bu tür kullanımın bir diğer misali de Allah Teala´nın şu buyruğudur: "insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda onunla sevinir". (Rum/36) Allah Teala ismi tekil kıldığı zaman, sıfatı da tekil kılmıştır. Buna misal olarak da O´nun şu buyruğunu zikredebiliriz: "Kendi yaptıklarından dolayı onlara bir bela dokunsa". (Nisa/62) Burada ise görüldüğü gibi çoğulu izhar etmiştir. Tekilin kasdedildiği çoğula misal olarak da Allah Teala´nın şu ayetini zikredebiliriz: "Nuh´un kavmi gönderilen peygamberleri yalanladı". (Şu´ara/105) Burada gönderilen peygamberler ile yalnız Nuh (as) kas de dilmektedir. Çünkü onun kavmine, Nuh´tan (as) başka peygamber gönderilmemiştir. Allah Teala´nın şu buyruğu da buna delalet etmektedir: "Hani kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti". (Şu´ara/106) Bazan da çoğulu tekil olarak zikretmiştir. Buna misal olarak da Allah Teala´nın şu buyruğunu verebiliriz: "Siz ona ne at sürdünüz, ne de deve. Ama Allah resullerini dilediğine galip getirir". (Haşr/6) Burada da sadece Allah Resulü (sav) kasdedil-mektedir. Çünkü Hayber savaşının olduğu devirde O´ndan başka resul yoktur. Kinayeli çoğula misal olarak da Allah Teala´nın şu buyruğunu zikredebiliriz: "Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir iştir". (Mümin/57) Burada ´İnsanlar kelimesiyle kasdedilen Deccal´dır. İnsanlar, Deccaî´m sıfatlarını gözlerinde çok büyütüyorlardı. Ayet böyle bir ortamda nazil olmuştur. Yine Allah Teala´nın şu buyruğu da buna misal teşkil eder: "O kimseler ki, insanlar onlara: ´İnsanlar sizin için toplandı´ dediklerinde". (Al-i İmran/173) Burada da kasdedilen tek bir kişidir. Onlara bu sözü söyleyen kişi, Urve b. Mes´ud es-Sekafi´dir, Ancak Allah Teala, türünden dolayı çoğul sigasmı kullanmıştır. Araplar, tür belirtmek için tekili çoğul olarak ifade ederler. Bu hususla ilgili görüşlerden birinde de böyle denilmiş ve şu ayet misal gösterilmiştir: "Sonra insanların topluca dönüp geldikleri yerden siz de geliniz". (Bakara/199) Bu görüşe göre burada ´İnsanlar1 ile kasdedilen Adem (as)´dır. Çünkü Kabe´yi ilk tavaf eden odur. O tavaf ederken Cebrail (as) gelmiş ve ona hacc menasikini göstermiştir. Seleften gelen bazı eserlerde okuduğuma göre, Adem´in (as) dönüp geldiği yer burasıdır. Bu da onun için bir delildir. Sözün güzelliğini ve anlamın sağlamlığını temin etmek maksadıyla yapılan kelime veya cümleyi öne alma (=Takdim) ve geriye bırakmaya (=Te´hir) gelince Allah Teala´nın şu buyruğunu buna misal olarak gösterebiliriz: "Her kim imanından sonra Allah´ı inkar ederse ve kalbi iman ile yatışmış olduğu halde zorlanmadan, küfürden hoşlanan bir kimse olursa". (Nahl/106) Bu ayetin özeti ve tehiri şöyledir: ´İmanından sonra kalbinden küfrü isteyerek Allah´a inkar eden kimseler için Allah´tan bir gazap vardır, ama kalbi imanla yatışmış olduğu halde zorlananlar müstesnadır". Ayetteki ´La-kin=Fakat´ edatı, manayı tekid ederek mananın şu şekilde takviye edilmesini sağlamıştır: ´Ama küfre gönlünü açan kimse´. Çünkü kalbi imanıyla mutmain olduğu halde inkara zorlanan müstesna kılınmıştır. Allah Teala ´Zorlananla ilgili kısmı ibarenin son kısmına koymamıştır. Zira böyle olması halinde hemen arkasından ´Onlar için Allah´tan bir gazap vardır ibaresi gelecekti. Bu son ibare, takdim edilmiş bir mübtedamn haberi olarak sonda gelmiştir. Sonda gelmesinin bir sebebi de hemen arkasından "Çünkü onlar dünya hayatını ahirete tercih etmişlerdir". (Nahl/107) ayetinin gelmesidir. Çünkü bu ayette, onların vasıflarına yer verilmektedir. Dolayısıyla sözün yapısına ve mananın akışına (=Te´lif ve Siyak) uygun düşen de budur. Allah Teala´nın şu buyruğu da böyledir: "Peygamberin sözü şu olmuştur: Ya Rabbi, onlar... bir kavimdir". (Zuhruf/88) Bu ayet, gizli ma´tufa bir misal olduğu gibi, takdim ve tehir için de bir misaldir. Üstteki ibareye atfedilen, "Ve kıyametin saati O´nun katında-dır" . (Zuhruf/85) ibaresidir. Ayetin gizli olan ibare ise ´Peygamberin sözünü bildi´ ifadesidir. Buna göre mana, şöyle olmaktadır: ´Kıyametin saatinin bilgisi de, peygamberinin sözünün bilgisi de O´nun katmdadır\ Bu görüş, ayetteki ´Lam´ harfini esreli okuyanlar içindir. ´Lam´ harfini fathalı okuyanlara göre ise ayetin anlamı değişmemekte ve şöyle olmaktadır: ´Kıyamet´in saati O´nun katandadır ve O, onun sözünü bilir1. ´Lam´ harfini ötreli okuyanlara göre ise, haberin isti´nafı sözkonusudur ve cevabı da bir sonraki "Sen onlardan geç". (Zuhruf/89) ibaresindeki ´Fa´harfidir. Buna göre de anlam şu şekilde oluşmaktadır: ´Onlar iman etmeyen bir kavimdir, sen de onlardan geç´. Bir önceki ayetin başındaki ´Vav´ harfi birleştirme gayesiyle kullanılmış da olabilir. Buna göre de Peygamberin sözü, Kıyamet saatine katılır ve Tnde=katmda´ zarfi her ikisini birleştirmekte kullanılır. Bunlar, Arapça´daki üç değişik okuma şekline göre oluşan mecazi manalardır. Manaya dayandırmaya misal olarak Allah Teala´nın şu buyruğunu zikredebiliriz: "O, gece karanlığından sabahı yarıp çıkarandır. O, geceyi istirahat zamanı kıldı". (En´am/96) Allah Teala, bunun ardından "Güneşi ve ayı da bir hesap ölçüsü kılmıştır". (En´am/96) buyurmuştur. Eğer bu kısım manaya dayandırılmış olmasaydı, ´Güneş ve ay´ kelimelerinin lafza tabi olarak Yarıp çıkaran ve kılan´ kelimelerine bağlı olarak esreli okunmaları gerekirdi. Ama ayet ´Güneşi ve ayı hesap ölçüsü kıldı´ şeklinde okunmuştur. Bu kıraat ´Geceyi istirahat vakti kıldı´ şeklinde okuyanların kıraa-tma uygundur. Buna göre ikinci ´Ce´ale=kıldı´ kelimesi, zahiren birinciye tâbi kılınarak okunmuştur. Bu çerçevede Allah Teala´nm şu buyruğunu da zikredebiliriz: "Başlarınızı meshedin ve ayaklarınızı da". (Maide/6) ´Ercüle-küm=ayaklarınızı´ kelimesinin fethalı okunması halinde ayetin manası, ´Ayaklarınızı yıkayın´ şeklinde olmaktadır. Bu kelimeyi esreli olarak okuyanlar ise bu görüşlerinde i´rabm i´raba tabi olmasını gerektiren dil geleneğine dayanmaktadırlar. Bu kıraati savunanlar da, mezhebi açıdan ayakların meshine değil yıkanmasına taraftardırlar. Mezkur kelimedeki ´Lam´ harfini fethalı okuyarak baştaki Tıkayın´ emrinin mefulü yapanlar da, ayakların yüz ve ellere tabi olduklarını söylemektedirler. İbni Abbas (ra) ve Enes b. Malik´ten (ra) rivayet edilen görüş ´Kur´an-ı Kerim´de iki mesh ve iki yıkama vardır. Ama Allah Resulü (sav) ayakların yıkanması sünnetini koymuştur. Biz de ancak Allah Resulü´nün (sav) yaptığı gibi yaparız´ şeklindedir.[20] Bu tür ayetlere misal olarak Allah Teala´nın şu buyruğunu da zikredebiliriz: "Eğer Rabbinden bir söz geçmeseydi elbette onların azabı hemen bu dünyada olurdu. Ne var ki tayin edilmiş bir vade vardır". (Taha/129) Bu ayette de takdim ve tehir vardır. Bu takdim ve tehir olmasaydı ayetin takdiri anlamı şöyle olurdu: ´Eğer Rabbinden bir söz ve tayin edilmiş bir vade geçmiş olmasaydı elbette onların azabı hemen bu dünyada olurdu´. Bununla ´ecel=vade´ kelimesi de ötreli olmaktadır. Eğer böyle olmasaydı o da ´Lizâmen= hemen´ kelimesi gibi fethalı olurdu. Allah Teala, lafzın güzelliği için onu takdim etmiştir. Allah Teala´nın şu buyruğu da bu tür ifadeye misal olarak gösterilebilir: "Sanki ondan haberdarmışsın gibi sana soruyorlar". (A´raf/187) Bu ayetin takdiri de şöyledir: ´Sana öyle ısrarla soruyorlar ki sanki sen, o kıyametin bilgisi sende varmış gibi´. Bunun bir diğer misali de Allah Teala´nın şu buyruğudur: "Veya ondan daha hayırlısını ya da benzerini getiririz". (Bakara/106) Bu ayette de asıl metinde ´Hayırlısı´ kelimesi ´Ondan´ kelimesinden önce zikredilerek takdim edilmiş ve anlaşılma zorluğu (=İşkâl) doğmuştur. Tehire misal olarak da Allah Teala´nın şu buyruğunu zikredebiliriz: "Muhakkak ki sen, halden hale geçersin". (İnşikak/19) Fiili önceki bir ayetle bitişik olarak birleştiren kıraata göre ´haller´ ´karar yurdundan´ sonraya tehir edilmiştir. Bundan önce gelen ayet şöyledir: "Ey insan, sen cidden Rabbine doğru çabalar da çabalarsın". (İnşikak/6) Buna göre ayetlerin takdiri şöyle olmaktadır: ´Ey insan, sen cidden Rabbine doğru çabalar da çabalarsın ve elbette halden hale geçersiniz´. Burada halden hale geçmekle, Berzah alemindeki durumu kasdedilmektedir. Görüldüğü gibi haller, ahiret yurduna girilmesinden sonraya tehir edilmiştir. Aynı görüş, tekili çoğul anlamda görenler tarafından da paylaşılmaktadır. Onlar da ayetin takdiri anlamını şöyle vermektedirler: ´Ey insanlar, muhakkak ki siz halden hale geçersiniz´. Daha önce de gördüğümüz gibi, ´insan1 kelimesi tür ismi olup çoğul anlamı da verebilmektedir. Bu çoğul da manaya atfen yapılır. Ancak tür belirtmek için tekil kullanılmıştır. Buna göre de takdiri şöyle olur: ´Ey insanlar, elbette siz halden hale geçersiniz´. Bu haber cümlesinin tehir edilmesinin sebebi, onun mübtedası ile arasında bitişik bir kıssanın anlatılıyor olmasıdır. Anlamı ise takdim edilerek verilir. Konu Başlığı: Ynt: Kur'an'da Mufassal ve Muvassal İfadeler Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 25 Aralık 2009, 19:31:58 Bu tür tehire misal olarak Allah Teala´mn şu ayetini de zikredebiliriz: "Eğer üzerinizde Allah´ın lütuf ve rahmeti olmasaydı şeytana uyardınız". (Nisa/83) Bu ayet, Allah Teala´mn "Ancak azınlığı dışında" (Nisa/83) buyruğuyla birlikte ele alınır ki bu ibare, "Bunların hüküm çıkarmağa gücü yetenleri elbette onu anlarlardı" (Nisa/83) ibaresiyle bitişiktir. Buna göre ayetin takdiri şöyle olmaktadır: ´Bunların hüküm çıkarmağa gücü yetenleri, pek azı dışında onu elbette anlarlar, Allah´ın üzerinizdeki lütuf ve rahmeti olmasaydı şeytana uyardınız´. Bu ayetle ilgili olarak şöyle bir görüş de belirtilmiştir: ´Pek azı´ ibaresi, "Onlara korku ve güvene dair bir haber geldiğinde onu yayarlar" (Nisa/83) ibaresinden yapılmış bir müstesnadır. Buna göre de takdiri anlam şöyle olur: ´Onlara korku ve güvene dair bir haber geldiğinde çok azı dışında onu yayarlar´. Bizce bu görüş biraz uzaktır. Bize daha sağlıklı görünen birinci görüştür.
Ibni Abbas da (ra) bir rivayete göre bu anlamda bir kıraati benimseyerek şu ayeti buna uygun olarak okumuştur: "Allah, kötü sözün açıklanmasını sevmez, ancak zulme uğrayanlar başkadır". (Nisa/148) Bu ayet, bir önceki "Eğer şükreder ve inanırsanız, Allah size niye azap etsin?". (Nisa/147) buyruğuyla bitiştirilmiş ve ´Ancak zulme uğrayanlar başkadır ibaresi bunun sonuna konulmuş, böylece iki ayetin sıralaması şöyle olmuştur: ´Eğer şükreder ve inanırsanız Allah size niye azap etsin? Ancak zulme uğrayanlar başkadır. Çünkü Allah fena sözün açıkça söylenmesini sevmez´. Bu durumda ´Allah fena sözün açıklanmasını sevmez´ibaresi, sözün son kısmı ve iki cümlenin arasını ayırıcı kılınmış olmaktadır. Bunun bir başka misali de Allah Teala´mn şu buyruğudur: "İnkar edenlerin bazıları bazılarının dostlarıdır. Eğer böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne olur". (Enfal/73) Bu ayet, bir önceki "Bununla beraber dinde yardımınızı isterlerse yardım etmek de üzerinize borçtur". (Enfal/72) ibarenin sılası olarak görülmekte ve takdiri anlam şöyle verilmektedir:´ Bununla beraber dinde yardımınızı isterlerse yardım etmek de üzerinize borçtur. Eğer böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne olur1. Buna bir başka misal de Allah Teala´mn şu buyruğudur: "Onlar için mağfiret ve değerli bir rızık vardır". (Enfal/4) Bunu takip eden "Nitekim Rabbin seni evinden hak uğrunda savaş için çıkarmıştı". (Enfal/5) ayetiyle bu ayet arasında bir sıla yani bitişme olmayıp takdim ve ilk ayet ile sadece manada bitişme vardır: "De ki: Ganimetler, Allah´a ve Resulü´ne aittir". (Enfal/1) Buna göre ibarenin takdiri şöyle olmaktadır: ´Ganimetler, Allh ve Resulü´ne aittir. Çünkü Rabbin seni evinden hak yolunda savaş için çıkarmıştı´. Yani, savaşa çıkmaktan sen razı, onlar ise isteksiz oldukları için elde edilen ganimetler de elbette senin hakkmdır. Bu iki ibare arasına giren parantezde ise, müminlere takva ve İslah emredümekte, imanın ve salih olmanın vasıfları anlatılmaktadır. İşte bu parantez cümleden dolayı ayetlerin bütün olarak anlaşılabilmesi noktasında zorluk doğmuştur. Bu meyanda Allah Teala´mn şu buyruğunu da misal olarak zikredebiliriz: "Ta ki siz yalnız Allah´a inanmcaya kadar. Ancak İbrahim´in, babasına ´Elbette senin için mağfiret dileyeceğim...´ sözü bunun dışındadır". (Mümtehine/4) Ayetin bu kısmı ilk kısmı olan "İbrahim´de ve beraberindekilerde sizin için güzel bir örnek vardır" ifadesiyle bitişiktir. Buna göre de ayetin takdiri şöyle yapılabilir:´ İbrahim´de ve beraberindekilerde sizin için güzel bir örnek vardır. Ancak İbrahim´in, babasına ´Elbette senin için mağfiret dileyeceğim...´ sözü bunun dışındadır5. Bu istisnanın indiriliş sebebi ise, Mekke müşriklerinin, İbrahim´in (as) bu sözüne dayanarak, Allah Resulü´ne (sav) ´Biz de müşrik olarak ölen atalarımız için istiğfarda bulunalım´ demeleridir. Onların bu sözleri üzerine ´ibrahim Peygamberin (as) örnekliğinde onun bu sözünün müstesna tutulmasını ihtiva eden bu ayet-i kerime nazil olmuştur. Daha sonra bir ayet daha nazil olarak, İbrahim´in (as) babası için yaptığı istiğfarın, sırf verdiği bir sözü tutması için yapıldığını bildirmiştir. O ayet şöyledir: "İbrahim´in, babasıyla ilgili istiğfarı da sırf ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi". (Tevbe/114) Allah Teala´mn şu buyruğu da bu hususa misal olarak gösterilir: "Ve sizin için din olarak İslâm´dan razı oldum. Her kim dayanılmaz açlık halinde çaresiz kalırsa, günaha meyil maksadı olmaksızın..". (Maide/3) Ayetin bu kısmı ilk kısmı ile bitişiktir. Ayetin ilk kısmı şöyledir: "Size şunlar haram kılındı: Ölü, kan, domuz eti...". Buna göre de ayetin takdiri şöyle yapılabilir: ( Size şunlar haram kılındı: ölü, kan, domuz eti... Dayanılmaz açlık halinde çaresiz kalan kimse, günaha meyil maksadı olmaksızın..´ Yukarıda anlatmaya çalıştığımız türden ifade şekillerinin Kur´an-ı Kerinı´de bir çok misalleri vardır. Bunlar, Kur´an ilimlerinden sadece bir nebzedir. Bu fasılda azı zikrederek çoğa karşı kulun dikkatim çekmek, bir kaç misal ile bir çok hususa rehberlik etmek istedik. Kul, bu misal ve bilgilerden istifade ederek bunları diğer ayetlere de uygulayabilir. Aslında bütün bunlar, Arap Dili´nin ifade şekilleri ve sanatlarından, onların Arapça´yı kullanma yollarından ve onu daha güzel ifade etme istikametindeki çabalarına ışık tutmaktan ibarettir. Arap dili bilginleri, sözün uzununu beyan, kısasını hıfzetmek için daha uygun görürler. Takdim ve tehiri, ifadeyi güzelleştirmek için kullanırlar. Kur´an da tamamen fasih ve beliğ bir metindir. Çünkü Araplara göre belagatın sıfatı, dağınık ve çok olan sözün kısa ve özlü hale getirilmesi, kısa ve özlü olanın ise, açılıp tefsir edilmesidir. Açıklamaya ihtiyaç varken sözü kısa tutmak, Araplara göre bir acizlik iken, kısa ve Özlü ifade edilebilecek bir hususun dallandırılarak anlatılması ise söz bilmemezliktir. Allah Teala, onlara kendi dilleriyle hitab ettiği zaman, onlara akıllarına uygun bir şekilde anlatmış ve yadırgayacakları bir üslup kullanmamıştır. Böylece sözünün, onlar nezdinde güzel bulunmasını, benzerini söylemeleri bakımından ise onlar aleyhinde bir delil olmasını mu-rad etmiştir. Çünkü Allah Teala, katından bir lütuf ve rahmet olarak onlara bilebilecekleri ve güzel görecekleri bir Kelam ile hitab etmiştir. Halkın havas kesimi, ilmi makamları, kendilerine nasip edilen akim üstünlüğü ve sahip oldukları ilmi seviyelere göre Kur´an´m getirdiği bilgileri kavramada değişik seviyelere sahip olurlar. Çünkü Kur´an-ı Kerim, hem umum hem husus, hem muhkem hem mü-teşabih ve hem zahir hem de batın bir hitaba sahiptir. Buna göre umumu, halkın avamı, hususu halkın havassı, zahiri zahir ehli, batını ise batın ehli için anlaşılır olmaktadır. Allah Teala ilmiyle her şeyi kuşatacak kadar geniş ve her şeyi bilendir. Allah Teala, inanan kulları ihtilafa düştükleri zaman onlara hakkı kendi izniyle gösterecektir; kalpler kat´i imanın nuru ile safa bulduğu, akıllar tevfik ve tedbir ile teyid edildiği, halkla ilgili kaygılardan sıyrılıp, sadece Hâlık üzerinde itikaf edildiği ve nefs her türlü hevadan arındırıldığı zaman ruh serbestçe yol alır ve me-lekût-i a7a´da dolaşır. Kalp de, yakini imanın delici nuru ile Arş´m melekûtunu Mevsuf Teala´mn sıfatlarının, Hallak Teala´mn hükümlerinin manaları üzerinden kaldırır. Ma´ruf Teala´mn isimlerinin batınını, Ra´uf ve Rahim Teala´mn ilminin garib yönlerim açığa çıkarır. Mürid, Ma´ruf Teala´mn sıfatlarına mükaşefe yoluyla şahit olur ve O´nun şahitliğim tam manasıyla yapar ve Allah Teala´mn "Onu hakkıyla okurlar. İşte onlar ona inanırlar" (Bakara/121) buyurduğu kimselerden olur. Kur´an-ı Kerim´i hakkıyla okumak, ancak müminlere mahsustur. Çünkü Allah Teala´nm imandan bir hakikat bahşettiği kimseye, bir o kadar da Kur´an´m manasından bahşedilir. Onun madeni, müşahededen doğan bir hakikattir. Kur´an´m müşahede ile okunması işte bunu temin eder. Kişinin imanının hakikilik ölçüsü yükseldikçe, Kur´an´ı müşahede ile anlaması da o kadar artar. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Onlara O´nun ayetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır". (Enfal/2) İşte onlar hakiki müminlerdir. Kur´an okuyan kul; Kur´an meclisinde hazır bulunup daha sonra onunla diğerlerini uyaran, imanında artma ve aralarında Kur´an ile müjdeleşme olan kullar gibi sıfatlandırılır: "Onun huzuruna vardıklarında ´Susun, dinleyin!´ dediler. (Okunması) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler". (Ahkaf/29); "Her inen sure onların imanını arttırmıştır ve onlar birbirleriyle müj deleşmektedir-ler". (Tevbe/124) Yine Kur´an okuyucusu, ilmiyle övülüp ümit ile sena edilen ve Allah korkusu taşıyan kullarının sıfatlarıyla sıfatlandırılır; Allah Teala buyurdu ki: "Ahiretten sakınır ve Rabbinin rahmetini ümit eder. De ki: Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?". (Zümer/9); "Rablerine korku ve umut ile dua ederler". (Secde/16) İşte bunlar, Allah ehli, O´nun yakınları, sevgilileri ve halis kullarıdır. Bunlar hakkında Allah Resulü´nden de (sav) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Kur´an ehli, Allah ehli ve yarattıkları arasında O´nun en has kullarıdır".[21] İbni Mesud da (ra) şöyle derdi: Sizden biri nefsi hakkında Kur´an´dan başkasını isteyemez; eğer Kur´an´ı severse, Allah´ı da sever. Eğer Kur´an´ı sevmiyorsa Allah´ı da sevmi-yordur. Onun bu sözü, halk dilinde dolaşan şu sözü teyid etmektedir: Bir konuşmacıyı sevdiğinde, onun konuşmasını da seversin. Ondan hoşlanmadığında konuşmasından da hoşlanmazsın. Ebu Muhammed Sehl şöyle demiştir: İmanın alameti, Allah sevgisidir. Allah sevgisinin alameti Kur´an sevgisidir. Kur´an sevgisinin alameti ise, Peygamber (sav) sevgisidir. Peygamber sevgisinin alameti de, O´na tâbi olmaktır. O´na tâbi olmanın alameti ise, dünyada zühddür. Bir müridden de şu söz nakledilmiştir: Çok istekli ve kararlı bir şekilde Kur´an okurdum, Bir fetret dönemi geldi ve bana Kur´an okutmaz oldu. Bu şekilde, günlerce Kur´an okumadan durdum. Neden sonra Allah tarafından bir ses geldi: Eğen Beni seviyorsan, Kitabı´ma niçin cefa edersin? Ondaki azarlama lütfumu görmüyor musun? Bir arif de şöyle demiştir: Mürid, Kur´an-ı Kerim´de muradını bulamadıkça, eksiği ve fazlasını bilmedikçe, Mevlası ile yetinip kullarından müstağni olmadıkça gerçek mürid olamaz. Kur´an-ı Kerim´in ihtiva ettiği ilimlerin en azı hakkında söylenen 24800 ilim ihtiva ettiğidir. Çünkü her ayetin dört ilmi vardır; zahir, batın, sınır ve zirve. Bir başka rivayette ise, onun 77200 ilim ihtiva ettiği söylenmiştir. Buna göre Kur´an´daki her kelime bir ilme, her ilim de bir sıfata tekabül etmektedir. Onun her kelimesi bir sıfatı, her sıfat da bir takım güzel fiiller gerektirir. Bu anlamda daha bir çok söz rivayet edilmiş olup naklettiklerimizle yetiniyoruz. Fettâh ve Alim olan Allah Teala, her türlü eksiklikten münezzehtir. [22] |