> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > Korku Makamının Şerhi
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Korku Makamının Şerhi  (Okunma Sayısı 3114 defa)
01 Ocak 2010, 18:43:44
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 01 Ocak 2010, 18:43:44 »



Korku Makamının Şerhi Ve Korku Ehlinin Sıfatları Hakkındadır
Bu makam, yakin makamlarının beşincisidir. Allah Teala buyurdu ki: "Onları ancak ilim sahipleri akledebilir". (Ankebut/43) Allah Te­ala, bu buyruğu ile aklı ilmin üstüne çıkarmış ve korkuyu da ilim­de bir makam kılarak şöyle buyurmuştur: "Kulları arasında Allah´dan ancak ilim sahipleri (hakkıyla) korkar". (Fatır/28) Allah Te­ala ayette geçen ´Haşyet korku, endişe´ halini, ilimde bir makam kılmış ve onun ancak ilimle hakikat bulacağını bildirmiştir.

Haşyet, korku makamının hallerinden biridir. Korku ´Havf ise, takva hakikati için konulmuş bir isimdir. Takva da, ibadet ve kul­luğun bütününü içeren bir kavramdır. Takva, Allah Teala´nm önce­kiler ve sonrakiler için hazırladığı bir rahmettir. Bu iki anlamı Al­lah Teala´nm şu buyrukları düzenlemektedir: "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin. Umulur ki takva­ya erersiniz". (Bakara/21); "Biz, sizden önce kendilerine Kitab veri­lenlere ve size tavsiye ettik ki, Allah´tan korkun (takva sahibi olun)". (Nisa/131)

Özellikle bu sonuncu ayet-i kerime, Kur´an´ın kutbu ve üzerin­de döndüğü yörüngesi mesabesindedir. Takva öyle bir sebeptir ki Allah Teala onun kıymetini göstermek için Zatına izafe etmiştir. O, öyle ulvi bir manadır ki, onu Kendine bağlamıştır. Takvanın şanı­nı yücelterek kullarına da onun sayesinde ikramda bulunmayı va-adetmiştir. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmuştur:

"Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah´a ulaşmaz. Ancak O´nu sizden takva ulaşır". (Hacc/37) Yine O, şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah katında en değerliniz, O´na karşı en çok takva sahibi olamnmzdır". (Hucurat/13)

Bir hadis-i şerifte ise Allah Resulü´nün (sav) şu buyruğu rivayet edilmiştir:
"Allah Teala öncekileri ve sonrakileri malum günde top­ladığı zaman en uzaktakinin de, en yakmdakinin de işitebileceği bir sesle şöyle nida edecektir: ´Ey insanlar, sizi yarattığımdan şu güne kadar hep Ben sizi dinledim. Bugün de siz Beni dinleyin. Bu­gün size sadece yaptığınız ameller geri verilecektir. Ben sizler için bir ölçü koydum. Siz de bir ölçü koydunuz ve Benim ölçümü kaldı­rarak kendi ölçünüzü yükselttiniz. Ben dedim ki, Allah katında en değerliniz, takva bakımından en ileri olanmızdır. Siz ise, bunu ka­bul etmeyerek, ´Falan oğlu falan, falandan daha zengindir´ dediniz. Ben de bugün sizin ölçünüzü kaldırıyor ve kendi ölçümü yükselti­yorum: Takva sahipleri neredeler? Bunun üzerine takva sahibi müttakiler için bir sancak dikilir ve takva ehli bu sancağın altına giderler. Allah Teala da hiç hesaba çekmeksizin onları cennetteki makamlarına gönderir".

Korku ´Havf, ilim makamından bir haldir. Allah Teala, korku ehli için, müminlere dağıtarak verdiklerini birleştirmiştir. O´nun dağıtarak verdiği nimetler, hidayet, rahmet, ilim ve rızadır. Bunlar da, cennet ehlinin cümlesinin makamlarıdır.

Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Rablerinden korkan o kimse­ler için hidayet ve rahmet vardır". (A´raf/154) Yine O, başka bir aye­tinde de "Kulları arasında Allah´dan ancak ilim sahipleri (hakkıy­la) korkar". (Fatır/28) buyurmaktadır. O, korku ehlinden rızasıyla ilgili de şöyle buyurmaktadır: "Allah onlardan razı oldu. Onlar da Allah´dan razı oldular. İşte bu, Rabbinden korkan içindir". (Beyyi-ne/8) Musa (as) ile ilgili haberler arasında da şu ifade yer almakta­dır: "Korku ehline gelince, onlara Reflk-i Ala vardır ve hiçkimse orayı onlarla paylaşamaz".

Görüldüğü gibi Allah Teala, Refik-i Ala´yı kimseyle paylaşmak-sızın yalnız onlara hasretmiştir. Dünyada da onları tasdik şahitli­ğinin hakikatma ulaştırmıştır. Bu da nübüvvet makamlarından bi­ridir. Korku ehli, bu meziyetleriyle peygamberlerin yanında yeral-maktadırlar. Ayrıca onlar peygamberlerin varisleridir. Çünkü ger­çek alimler onlardır.[54]

Allah Teala korku ehli hakkında şöyle buyurmaktadır: "İşte on­lar, Allah´ın nimetlendirdiği peygamberler ve sıddıklarla beraber­dirler". (Nisa/69) Yine O korku ehlinin derecelerini vasfederken de şöyle buyurmaktadır: "İşte onlar refiki güzel olanlardır". (Nisa/69) Yani refakatçılar bakımından. Allah Teala burada onların toplulu­ğunu fert sigasıyla ifade etmiştir. Zira onlar Allah Teala´mn nezdin-de tek bir vücut gibidirler.

Ayette geçen ´Refik´ ifadesi, illiyyunun bulunduğu cennet ma­kamlarından biri için de kullanılmış olabilir. Bunu da Allah Resu-lü´nün (sav) vefatı esnasında söylediğinden anlamaktayız. "Vefatı yaklaştığında, dünyada kalmakla Allah´a kavuşmak arasında ser­best bırakılmıştı. Rabbine şöyle dua etti: ´Sen´den Refîk-i A´la´yı ni­yaz ediyorum"[55]

Musa (as) ile ilgili anlatılanlar arasında şu ifadeye yer veril­mektedir
: "İşte onlar için Refik-i A´la vardır". Bu da, korku ehlinin peygamberlerle beraber olacaklarını göstermektedir. Çünkü Allah Resulü´nün (sav) bu ifadeyle ilgili açıklaması bu yöndedir. Korku ehlinin makamlarının şeref ve itibarı her makamın üstündedir. Çünkü Allah Resulü de (sav) Rabbinden bu makamı niyaz etmiştir.

Korku, asıl itibarıyla imanın hakikatini ihtiva eden bir kavram­dır. Korku, varlık ve yakin bilgisidir. O, bütün kötülüklerden sakın­manın sebebidir. Her emrin anahtarı da odur. Nefislerin şehvetle­rini yoketme ve nefsi afetlerin izlerini silme noktasında hiçbir şey korku makamı kadar etkili değildir.

Ebu Muhammed Sehl (ra) şöyle derdi: İmanın kemali, ilimdir. İlmin kemali ise korkudur. Yine o, bir defasında şöyle demişti: İlim, imanın kazancıdır. Korku ise marifetin kazancıdır. Ebu´-Feyz el-Mısri şöyle demiştir: Aşık, ancak korku kalbini iyice olgunlaştırdık­tan sonra aşk kadehinden içebilir. Başka bir sözü ise şöyledir: Al­lah´tan ayrı kalma korkusu, cehennem korkusunun yanında, dal­galı denize düşen bir damla gibidir.

Allah Teala´ya inanan her mümin, O´ndan korkar. Ama bu kor­kusu, O´na yakınlığına göredir. İslam korkusu ise, Allah Teala´nın izzet ve ceberutuna inanmak, kudret ve gücü yalnız O´na teslim etmek, azabı hakkında haber verdikleriyle cezasına dair tehditlerini tasdik etmek şeklinde olur.

Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: Sana ´Allah´tan korkuyor musun?´ denildiğinde sus. Çünkü ´Hayır dediğinde küfre düşmüş olursun. ´Evet´ dediğinde ise, bu sıfatın Allah Teala´dan korkanların sıfatı ol­maz. Bir vaiz, hikmet ehlinden birine yakınarak şöyle dedi: Şu in­sanlara bak, ben kendilerine vaaz ediyor hatırlatıyorum ama hiç kulak asmıyorlar.

Bunun üzerine hikmet sahibi zat şöyle dedi
: Kalbinde Allah korkusu olmayana vaaz ne fayda eder? Allah Teala bunu tasdik ederek şöyle buyurmuştur: "(Allah´tan) içi titreyerek korkacak olan, öğüt alır. Bedbaht olan da ondan kaçınır". (A´la/10-11) Yani bedbaht olanlar, öğüt ve vaazdan kaçınırlar. Bedbaht, korku duy­madığı için behbahtlığa yönelmiş, Allah Teala da onu öğüt almak­tan mahrum etmiştir.

Müminlerin avamının korkusu, kalbin zahiri vasıtasıyla akli bilginin batınında olur. Müminlerin havassmm yani yakin ehlinin korkusu ise, kalbin batını vasıtasıyla vecdî bilginin batınında olur.

Yakin sahibinin korkusuna gelince, o Allah Teala´nın korkutucu sıfatlarına imanın müşahedesi noktasında irfan sahibi olan arifler zümresinin sıddıklanna mahsustur. Bir hadiste şöyle buyrulmak-tadır: "Kul, mezara girdiği zaman Allah Teala dışında korkacak hiçbir şey kalmaz. Bu yüzden kul için en güzeli Kıyamet gününe dek yalnız O´ndan korkmak ve O´nun için titremektir".

Yukarıda anlatılan ve müminler arasında vasfedilenlerin sıfatı olan yakin sahibinin korkusunun ilk seviyesi, sürekli nefs muhase­besi ve her an Allah Teala´nın murakabe ve gözetilme sidir. Yakini olmayan ilimlerde şüpheli olan şeylere yönelme hususunda vera´ sahibi olmak ve fıkhi bilgisi olmayan amellerden çekinmek de bu korkunun kapsamına girer. Musa (as) ile ilgili bir haberde şu ifade geçmektedir: "Vera´ sahiplerine gelince, onlar dışında herkesle he­sap konusunda münakaşa eder, yaptıklarım tek tek incelerim. Ve­ra´ sahiplerine gelince, onlardan haya ederim ve onlara kendilerini hesap için önümde tutmayacak kadar değer veririm".

Bu durumda Vera´ da korkunun hallerinden biri olmaktadır. Sonra uzuvları şüpheli hususlardan uzak tutmak gelir. Allah korkusu ve kalp huşû´u ile helalin fuzuli olan kısımlarından uzak dur­mak da böyledir. Ali (kv) şöyle demiştir: Kim cenneti özlerse, şeh­vetleri unutur. Kim de cehennemden korkarsa haramlardan geri durur.

Allah Teala´nm Kitabı´nda yer vermediği, Resulü´nün (sav) sün­netinde zikretmediği veya selef imamlarından hiçbirinin söylemedi­ği bir şeyin Allah´ın dinine karışmaması için kelamı saklayıp dili hapsetmek de korku kapsamına girer. Çünkü bunlar, Kitab ve sün­nette aslı ve esası bulunmadığı gibi ismi bilinen ilimler arasında da açıkça geçmeyen hususlardır. Yakin sahibi mümin bütün bunlardan sakınır. Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Hakkında ilmin ol­mayan şeyin ardına düşme". (İsra/36) Bu buyruğa göre, hakkında ilim bulunmayan şeyleri ısrarla sormaktan da korkmak gerekir.

Kul. ne kalbine giren heva kıvılcımıyla, ne de dünya lezzetleri­nin büyüklerini tatmak için bu yola tevessül etmemelidir. Nefsine Allah Teala için öğütte bulunması çok daha hayırlıdır. Çünkü nef­si,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Korku Makamının Şerhi
« Posted on: 18 Nisan 2024, 18:56:21 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Korku Makamının Şerhi rüya tabiri,Korku Makamının Şerhi mekke canlı, Korku Makamının Şerhi kabe canlı yayın, Korku Makamının Şerhi Üç boyutlu kuran oku Korku Makamının Şerhi kuran ı kerim, Korku Makamının Şerhi peygamber kıssaları,Korku Makamının Şerhi ilitam ders soruları, Korku Makamının Şerhiönlisans arapça,
Logged
01 Ocak 2010, 18:49:37
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 01 Ocak 2010, 18:49:37 »

Zahidlerin imamı Abdülvahid b. Zeyd yukarıdaki iki ariften da­ha önce şöyle demiştir: Cehenneme girmeyeceğini sanan hiçbir kor­ku sahibi samimi değildir. Cehenneme gireceğini düşünen kimse de ondan ebediyen çıkamamaktan korkandır.

Hepsinden önce alimlerin imamı Hasan el-Basri (ra) şöyle de­miştir
: Bir adam da cehennemden bin yıl sonra çıkar. Keşke o adam ben olsaydım. Çünkü o, ebedi cehenneme mahkum olmaktan kork­maktaydı. Kendisi şöyle derdi: Cehennemden bir süre sonra çık-abilsem, gerisini hiç umursamam.

Şeytan, ariflere tevhidde ilhad, imanda teşbih ve Allah Tea-la´nın sıfatlarında vesvese telkin ederek girer. Müridlere ise nefsi afetler ve şehvetler yoluyla musallat olur. İşte bu nedenle ariflerin korkusu çok daha büyüktür. Düşman, sade kullara da niyetleri va-1 sıtasıyla girer. Tıpkı onlara şehvetleri süslediği gibi. Ruhları ise, sabıkalarına yani ilk kayıtlarına bağlıdır. Onlar için Levh-i Mah- \ fuz´da yazılı olan sabıka nedir? Orada onların müşahedesi sözkonu-sudur. Sonra endişeleri sözkonusu olur. Acaba Rableri katında ken­dileri için ihlas ve samimiyet mi yazılmıştı!´? Böylelikle sadıkları bekleyen mutlu sonlarına nail olacak ve Allah Teala´nın hakların­da "Ama Biz´den kendilerine güzellik geçmiş bulunanlar, işte onlar ondan uzaklaştırılmış olanlardır" (Enbiya/101) buyurduğu kullar­dan olacaklaradır.

Onlar, haklarında azap kelimesinin kesinleştiği kimseler ol­maktan ve Allah Resulü´nün (sav) "Allah Teala buyurur ki: İşte on­lar cehennemdedirler ve Ben umursamam. Onlara ne bir şefaatçi­nin şefaati fayda eder, ne de güçlü biri onları ateşten çıkarabilir" buyurduğu kimselerden olmaktan korkarlar.

Allah Teala başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
"Azab sözü kendisi üzerinde hak olmuş kimse mi (onlarla bir tutu­lur)? Ateşte olanı artık sen mi kurtaracaksın?" (Zümer/19) Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Fakat Ben´den, ´Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamıyla dolduraca­ğım´ sözü hak olmuştur". (Secde/13) Bu ayet ve diğerleri, basiret sa­hiplerinin korkuya çağrılması anlamındadır.

Hasan el-Basri (ra) "Yalnız Ben´den korkun" (Bakara/41) ayeti­nin tefsirinde umumiyet olduğunu ifade etmektedir. Buna göre ayetin anlamı şu şekilde olmaktadır: Menettiğim şeyler hususunda Allah´tan korkun. Allah Teala diğer bir ayetinde şöyle buyurmakta­dır: "Yalnız Ben´den korkun" (Bakara/40) yani sabıkanız hakkında endişe edin. Bu ise hususiyet ifade etmektedir.

Ariflerden bir zat, müminlerin korkularını iki türe ayırarak şöyle demiştir
: Birr ehlinin (=Ebrâr) kalpleri sona ´Hatime´ bağlıdır ve onlar şöyle derler: Bizim için nasıl bir son yazıldığını keşke bil­seydik.

Mukarrebunun kalpleri ise geçmişe ´sabıka´ bağlıdır ve onlar da şöyle derler: Keşke bizim için geçmişte ne yazıldığını (=sabıka) bil-ebilseydik. Bu iki makam, farklı iki müşahededen kaynaklanmak­tadır.

Bunlardan biri, diğerinden daha üstün ve daha etkili olup iki ayrı halden kaynaklanmaktadırlar. Bu hallerden biri diğerinden daha tam ve daha olgundur. Bunu şu ifadeden de çıkartmaktayız: "Mukarrebunun günahları, birr ehlinin sevapları hükmündedir". Yani birr ehli nezdinde fazilet görülerek rağbet edilen şeyler, mu-karrebun tarafından iltifat edilmeyen hususlar ve perdeler olarak görülebilir.

Hakkında azap kelimesi kesinleşen ve Rabbi tarafından kendi­sine kötü son yazılan kimseye hiçbir şey fayda etmez. Böyle biri karşılık olmaksızın boşa çalışan işçi gibidir. Allah Teala ona, uzak­lık (=bu´d) bakışıyla bakmaktadır. Yaptığı ameller de, onun uzaklı­ğını arttırmaktan başka işe yaramam akta dır.

Kötü son, ömrün ortasında da olabilir. Kişi bunun için ömrünün son anını beklememiş olur. Burada kişinin işlediği bir günah, kötü sonun sebebi olarak ortaya çıkar ve onun sonu hükmüne girer. Al­lah Teala için zaman sözkonusu olmadığından ortasında veya so­nunda olması farketmez. Böyle bir durumda ´Hatime´ dediğimiz son, kişi için ´Fatiha´ başlangıç olacaktır. Her iki vakit de aslında birdir. Eceller bitip ameller sona erdiğinde bu kişiler Allah Teala´dan sonsuza dek uzaklaşmış ve ´Darü´bu´d´ dediğimiz uzaklık diyarı cehennemdeki yerlerini almış olurlar.

Bir hadis-i şerifte Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Al­lah´a yemin ederim ki O, bidat sahibinin amelini asla kabul etmez. Çünkü o, Allah Teala´nın sünnetlerini reddetmiş, Allah Teala da onun amelini reddetmiştir. Böyle birinin amelleri arttıkça, Allah Teala´dan uzaklığı da artar". Hikmet ehlinden bir zat da bir beytin­de şöyle demiştir:

Boğazı düğümleneni su içirerek tedavi ederler de iyileşir, Peki ya boğazı suyla tıkanana ne yapılır? Ya sahibi tarafından kovulmuş bir köle ne yapar"? Tabiblerin devaları, verir mi ona bir yarar?!

Bu esasın müşahedesi hakkında şunu zikredebiliriz: Hasan el-Basri (ra) Allah Teala´nın yaptığını umursamayacağını iyi bildiği için çok korkmakta ve hüzünlenmekteydi. O, ceberûti sıfatları se­bebiyle O´nun umursamazlık dairesine düşmekten korkardı. Ken­disini, arkadaşları için bir ceza ve tabakası için bir ibret kılmasın­dan endişe ederdi. Hasan el-Basri´nin (ra) kırk yıl boyunca hiç gül­mediği söylenmiştir.

Bunu söyleyen şahıs şunları da anlatmıştır
: Onu otururken gör­düğümde, sanki boynu uçurulacak bir köle gibiydi. Konuşurken, sanki ahireti görür gibiydi ve onun müşahedesinden haber verirdi. Sükut anlarında, gözleri ateşte yamyormuş gibi olurdu. Sanki üzüntüsünün doruğunda azarlanmış gibi dururdu. O şöyle derdi: Allah Teala´nın bende hoşgörmediği birtakım amellerime muttali olarak bana hiddetlenmesi ve ´Git! seni bağışlamadım´ buyurma-masmdan asla emin olamam. Çünkü ben yerli yerinde amel etmi-yorumdur. Hasan el-Basri (ra) böyle olunca, bu korku ve hassasiyet bizler için çok daha elzem olmaktadır.

Şunu belirtmek gerekir ki korku, günahların çokluğundan dola­yı olmaz. Öyle olsaydı, bizim Hasan el-Basri´den daha büyük bir korkuya sahip olmamız gerekirdi. Korku, ancak kalp duruluğu ve Allah Teala´yı aşırı ta´zimin sonucudur. Ala´ b. Ziyad el-Adevi cen­netle müjdelenmişti. Kendisi, abid zatlardan biriydi. Bu müjde üze­rine yedi gün kapısını kapalı tuttu ve bu süre zarfında hiç yemek yemeyerek sürekli ağladı. Devamlı ´Ben uzun bir rüyadayım´ diyor­du. Nihayet, Hasan el-Basri (ra) yanma gitti ve aşırı korkusu ve ağlamasından dolayı onu kınamaya başladı. Kendisine şöyle dedi: Ey kardeşim, Allah´ın izniyle cennete gideceksin. Böyle yaparak kendini öldürmek mi istiyorsun? Korku hususunda Hasan el-Basri (ra) tarafından kınanan biri hakkında ne düşünürsünüz?

Korku meselesinde Tabiun´un öncesinde yaşayan Sahabe de farklı davranmamışlardır. Sahabe´nin ileri gelenleri de, insan ola­rak yaratılmamış olmayı temenni ederlerdi. Halbuki onlardan bir­çoğu, sayısız hadiste bildirildiği üzere yakinen cennetle müjdelen­mişler di, Mesela Ebu Bekir (ra) bir kuşa bakarak, "Keşke senin gibi bir kuş olsaydım, bir insan olarak yaratılırı as aydım" demiştir. Ömer (ra) de, "Ailemin konukları için boğazlanan bir koç olmayı ne kadar da çok isterdim" demiştir. Ebu Zerr (ra) ise şöyle derdi: "Kesilen bir ağaç olmayı ne kadar da çok isterdim". Talha ve Zübeyr (ra) de şöy­le demişlerdir: "Hiç yaratılmamış olmayı ne kadar da isterdik". Os­man (ra) ise şöyle derdi: "Öldüğüm zaman bir daha diriltilmemeyi çok isterdimT

Âişe annemiz (ra) de şöyle derdi:
"Unutulmuş ve unutturulmuş ol-ı mayı çok isterdim". İbni Mesud (ra) ise şöyle derdi: "Keşke bir kum tanesi olsaydım". Ondan yapılan başka bir nakilde ise şöyle dediği bildirilmiştir: "Keşke bir yük devesi olaydım. Keşke sayıları hayli çok olan bir tabakada bir hiç olsaydım. Halbuki bizler sürekli büyük gü­nahlar işlemekte ve nefislerimize yüksek derecelerden, sidret-i mün-tehadan sözetmekte ve babamız Adem´in (as) sadece tek bir günahtan dolayı cennetten çıkarıldığını unutmaktayız. Cenneti görmüş bile de-ğiliz. Bütün yaptığımız soğuk demir dövmekten ibarettir".

Konuyla ilgili rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir
: "Suffe eh­linden bir adam şehit düşmüştü. Annesi, ´Tebrikler sana, artık cen­net serçelerinden bir serçesin. Allah Resulü´ne (sav) hicret ettin ve Allah Teala´nın yolunda şehit oldun´ dedi. Bunun üzerine Allah Re­sulü (sav) şöyle buyurdu: ´Cennete gittiğim nereden biliyorsun? Belki kendini ilgilendirmeyen konularda konuşur ve (cimriliğin­den) kendisine zarar vermeyeni menederdi".[56]

Diğer bir hadiste de buna benzer bir olay anlatılmaktadır:
"Al­lah Resulü (sav) ashabından hasta olan birini ziyarete gitmişti. An­nesinin,.´Cennet sana kutlu olsun´ dediğini duydu ve ´Kim bu Allah Teala´ya hüküm dayatan?´ diye sordu. Sahabi de, ´O annemdir ey Allah Resulü´ dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) şöyle buyur­du: ´Ne biliyorsun? Belki o kendisini ilgilendirmeyen şeyleri konu­şur ve kendisini müstağni kılmayacak şeylerde cimrilik ederdi".

Benzer anlamda rivayet edilen diğer bir hadis de şudur
: "Allah Resulü (sav) yeni doğmuş bir çocuk için dua etti. -Bir diğer rivayet­te şu ifade eklenmiştir-: Allah Resulü´nün (sav) çocuk için şöyle de­diği duyulmuştur: Allahım, onu kabir azabından ve cehennem aza...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Ocak 2010, 18:54:04
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 01 Ocak 2010, 18:54:04 »

Bu hususlarda kıstas, ancak o makama yerleştirilen kimselerin sorularıyla ve basiret ehlinden isteyenlere açıklanmasıdır ki bu da, bilginin kalpten kalbe nakliyle olur. O an, buna şahid olan onu okur veya gaybleri bilen Allah Teala, ilham yoluyla kalplerin sırla­rını açığa çıkarır ve onu hidayet nuruyla belli kişilere yerleştirir. Allah Teala, kullarından dilediğini murad ettiği ilme muvaffak kı­lar. O, herşeyi Açan ve herşeyi Bilen´dir. Kalbi açtığı zaman onu bi­lir ve onu yakiniyle aydınlattığı zaman da ona ilhamda bulunur.

Ariflerin korkularının bir türü de, Allah Teala´mn aşağıdakile­re ceza ve ibret olmak üzere dilediği üstün kullarım korkuttuğunu bilmeleridir. Yine O, hüküm ve hikmeti icabı havasdan kullarım ce­zalandırmak suretiyle kullarının avamını korkutabilir. Korku ehli­nin bilgilerine göre Allah Teala, salihlerden bir zümreyi diğer mü­minlere ibret olmak üzere, yine şehitlerden bir zümreyi de salihle-re ibret olmaları için cezalandırmıştır. Allah Teala diğerlerini kor­kutmak için böyle yapmaktadır. Bumırı ardındaki hikmetleri ise ancak O bilir.

O, meleklerden bir topluluğu da çıkararak onlarla peygamber­lere öğütte bulunmuştur. Peygamberleri yakın kılman meleklerle korkutmuştur. Sonuç itibarıyla her makamın ehlinden alttakiler için bir ibret, yine onlardan üsttekiler için de bir öğüt çıkarmıştır. Bütün bunlarda görenler için bir korkutma ve tehdit mevcuttur.

Bu husus, Allah Teala´mn şu buyruğunun tefsirinin kapsamına girmektedir:
"Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat, O bundan sıyrılıp uzaklaşmıştır." (A´raf/175) Tefsir ehlinden bir alim, Bel´am b. Baura´nın hayatıyla ilgili olarak şunu nakletmiştir: Ona peygamberlik verilmişti. Meşhur rivayete göre ise, ona en büyük isim verilmişti. Helak sebebi ise, onun sıfatların­dan biriydi. Bu sıfatı, ilim ve amellerden açıklanan hususlara ilgi göstermemesiydi. Bu noktada değişik makam sahiplerinden hiçbi­ri huzurlu olamamış ve değişik hal sahiplerinden hiçbiri de kendi­si için belli bir hali sürekli görememiştir.

Allah Teala´yı bilen hiçbir kul da, hiçbir halde O´nun tuzağın­dan emin olmamıştır. O´nun "Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic/28) buyruğunu işittikten sonra nasıl emin ola­bilirler ki? İnsanların en cahili, emniyette değilken kendini emni­yette hisseden, en alimi ise emniyette iken dahi korku yurdu olan dünyadan ahirete göçünceye kadar korkan kimsedir.

İşte bu, karşısında hiçbir şeyin duramayacağı bir korku, hiçbir makam ve amelin denkleşemeyeceği bir makamdır. Allah Teala onu rica ve ümide denk tutmuş olmasaydı, kulu ümitsizliğe sevkederdi. Yine onu hüsnüzandan dolayı ünsiyet sevinciyle rah ati atmasaydı, ümitsizliğe dahil ederdi. Ama dengeyi koyan ve rahatlatan O oldu­ğuna göre, korku ve ümit nasıl denk olmaz, sıkıntı ve rahatlık na­sıl kaynaşmaz ki? Kuşkusuz bu, sabık bir ilme ve akıp giden bir ka­dere dayanan tam bir hikmet ve müessir bir hükümdür. Allah Tea­la diledikçe de böyle olacaktır. Allah Teala dışında hiçbir kuvvet kaynağı yoktur.

Zikrettiğimiz bu hususların şahitliğinde, ona şahit kılınan kim­senin tevhidinin müşahedesi hakkında bir ilim vardır. Bu ilmin, korku ehli için en asgari faydası, amellerine gıptayla bakmaya son vermeleri ve ilimlerine güvenmemeleri, her hallerinde Allah Tea-la´ya muhtariyetlerini samimiyetle ifade ederek bütün kaygılarını bu yönde toplamaları ve her durumda nefse aşağılayarak yaklaş­malarıdır.

Bu makamlara sahip olan bir kavim için, bu halleri böyle vaka­lardan kurtuluş vesileleri olabilir. Çünkü Allah Teala korkuyu sürprizler için bir emniyet kılmıştır. Yine onu, bu elbiseye bürünen­ler için bir şefkat ve merhamet sebebi kılmıştır. O´nun "Artık kötü­lükleri kurup duranlar, Allah´ın kendilerini yerin dibine geçirmeye-ceğinden emin midirler?" (Nahl/45) buyruğunun iki anlamından biri de bu yöndedir. Allah Teala daha sonra da şöyle buyurmuştur: "Veya onları bir korku üzerinde yakalayıvermesinden mi (emindir­ler?) Öyleyse Rabbin gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir". (Nahl/47)

Gerek son (=Hatime), gerekse geçmiş yazıyla (=Sabıka) ilgili korkuların sırrını açıklamamız da uygun düşmez. Çünkü bu, Zat-ı îlahi´nin hakikatmdan doğan sıfatların manalarının hakikatleri üzerine olur. Fiillerdeki bedî´iliği ve varılacak yerin inceliklerini or­taya koyan da bunlardır. Hükümleri, onları açığa çıkarana kadar döndüren de bunlardır. Haklarında kelimeler kesinleşenlere bu hü­kümler uygulanır ve sıfatlarla ilgili sırların manalanndaki paylar da verilir. Bu da bizi sıfatların batınını açıklamaya götürür. Oysa bu, ne emredilmiş bir şeydir, ne de buna izin verilmiştir. Çünkü Al­lah Teala bu bilgileri farz kılmadığı için bunlan emretmemiş, mu­bah kılmadığı için de izin vermemiştir.

Bu, kaderin sırlanndandır. Birden fazla hadiste de bunlann açıklanması menedilmiştir. Allah Teala velilerini buna muttali kıl­mamış olsaydı, "Onlan ifşa etmeyin" yasağı dile getirilmezdi. Allah Teala bu müşahede makamına yerleştirdiği bir kulu, ihbarla öğren­me halinden ve rivayetleri aktarmaktan müstağni kılar. O, herşeyi Bilen Allah Teala´nm öğreticisi olduğu faydalı ilimdir. İşte bu, Ya-ratan´m müessiri olduğu gerekli eserdir: "Kim Allah´tan korkarsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir ve onu hesaba katmadığı bir yön­den de rızıklandırır. Kim de Allah´a tevekkül ederse, O ona yeter". (Talak/2-3)

Asla silinmeyen Kitab, O´nun nurundan olandır. Asla gizlenip kaybolmayan göz de O´ndandır. Çünkü o, O´nun varlığıyla hayat bulur. Nuru da asla sönmeyen nurdur. Çünkü bu nur, O´nun ru-hundandır. O´nun ruhunda ise hiçbir sıkıntı yoktur. Çünkü O´nun ruhu saadetindendir. Asla kesilmeyen güç de O´nun ruhundandır. O yazmış ve pekiştirmiştir. Elle yazılan her kitab yaratılmıştır ve korunmaz. Dolayısıyla da kaybolabilir. O´nun ruhundan güç alma­yan her el de kesilir. Sâni´ olan Allah Teala´nm sağlam bir kalbe sun´uyla yazdığı ise kalıcı ve sağlamdır.

Zeyd b. Eşlem, Allah Teala´nm "O levh-i mahfuzdadır" (Bu-ruc/22) buyruğunu açıklarken, "Müminin kalbi" demiştir. Başka biri ise, Allah Teala´nm "Ma´mur eve" (Tur/4) buyruğunu açıklarken "Müminin kalbine" demiştir. Marifet ehlinden bir zat ise, Allah Te­ala´nm "Allah´ın yüceltilmesine izin verdiği evlerdedir" (Nur/36) buyruğu hakkında şöyle demiştir: Buralarda mukarrebunun kalp­leri yükseltilir ve yaratılmışların zikri noktasında Yaratan´m sıfa­tına çıkanlırlar. Bu evlerde Allah Teala´nm ismi, vahdaniyetin "eha-diyet şahitliğinden tecrid edilmesiyle tevhid ile zikredilir.

Ebu Muhammed Sehl (ra) şöyle derdi: Sine Kürsü, kalp ise Arş-´tır. Allah Teala ululuk ve celalini ona koymuştur. Allah Teala lütfü ve yakınlığıyla şahit olunmuştur. Müminin sinesinin, başı samedi-yet sonu ruhaniyet, ortası ise rububiyetten ibarettir. Dolayısıyla mümin, hem samedi, hem ruhani, hem de rabbanidir.

Kalbinin ise, başı kudret, sonu iyilik, ortası da lütuftur. Hali böyle olunca da, içinde ışık yanan camlı bir fener olmaktadır. O, dı­şarıdan bakıldığı zaman ışıldayan bir yıldız gibidir ki nimetler ona şahitlik eder. O; görülen, bedeni bir aynadır. Onunla zat görülür. O da onu orada bulur. Tıpkı yakin sahibi bir kalbin yakin gözüyle ay­nanın arkasındaki müşahedesinde gördüğü gibi görür. Sine Kürsü´-ye, kalp ise Arş´a şahit olur. Allah Teala da onun üzerindedir.

Alimlerin, amel ehlinde gördükleri kötü sonla ilgili alametleri açıklamalan da helal olmaz. Çünkü bunlann mükaşefesine sahip olanlar nezdinde bunun çok açık alametleri vardır. Bunları gören arifler nezdinde ise gizli delilleri mevcuttur. Ama bu alametler, Al­lah Teala´nm kulla ilgili sırlanndandır. Allah Teala bunlan nefisle­rin hazinelerine gizlemiştir. Bunlara muttali olanlar ise sınırlı sa­yıda fertlerdir.

Allah Teala, bunu gizlemiş, rahmetinin genişliği, hilm, lütuf ve yoğun örtüsüyle perdelemiş tir. Sırlann açığa döküldüğü gün bu sır­lar da ortaya çıkarılacaktır. O gün, Allah Teala´nm gazap ve hidde­tinin açığa çıktığı gündür. O gün kişinin hiçbir amelde bulunacak gücü olmayacaktır. Gücü olmayan bir ilim de ona yardımcı olmaya­caktır. Çünkü yardım izzet demektir. Kul ise o gün zelildir. Yardım­cısı da yoktur. Zira o gün yardım eden yardımı kesen, gücü veren zayıf düşürendir.

Kendine yardımı olmayacak kişinin durumu, ne kadar da kötü­dür. Onun Rabbiyle olan bir sohbeti de yoktur. Eğer Allah Teala´nm onunla sohbeti olsaydı, elbette yardım da ederdi. Yardım etseydi, onu aziz kılardı. Eğer onu dost edinseydi, düşmanını ondan kaçırır­dı. Allah Teala bu noktada şöyle buyurmaktadır: "Onların kendi ne­fislerine bile yardıma güçleri yetmez ve onlar Biz´den dostluk bula­mazlar". (Enbiya/43); "De ki: Onu göklerde ve yerde gizli olanı bil­mekte olan (Allah) indirmiştir. Kuşkusuz O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir". (Furkan/6) Allah Teala´nın bağışlaması, O´nun hik-metindendir. O´nun kullarını örtmesi ise rahmetindendir. Allah Te­ala buyurdu ki: "Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıka­ran ve sizin gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da bilmekte olan Allah´a secde etmesinler diye". (Neml/25)

Bütün bu bilgiler, korkuların hakikatlerinin varlığını gerektir­mektedir. Bunlar da, Allah Teala´nın mülkünün sırrı ve melekütu-nun gizidir. Ancak kulun ölüm anında müşahede ettiği kötü sonuy­la ilgili birtakım alametleri ortaya çıkar ki bu alametler, ariflere gizli kalmaz.

Yaşayanlar için de kötü sonlarına ilişkin bir takım alametler vardır ki bunlar mükaşefe ehli tarafından bilinirler. Bu ilim de, Zat-ı İlahi´nin müşahedesindeki mükaşefe makamlarından bir makama yerleştirilen kimseye mahsus olan bir ilimdir. Bu, Allah Teala´nın kalp ehli...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Ocak 2010, 19:00:13
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 01 Ocak 2010, 19:00:13 »

İhvanımızdan biri de sadıklardan biri hakkında şunu nakletti: Bu kimse, korku ehlindendi. Birgün yoldaşlarından birine şöyle de­di: Bana ölüm geldiğinde başucumda otur. Beni iyice inceledikten sonra bana bak, eğer tevhid üzere öldüysem git ve bütün malları­mı satarak onunla badem ve şeker al, sonra da onları şehrin çocuk­larına dağıt ve çocuklara ´Bu, bugün kurtulan zatın ziyafetidir5 de. Eğer tevhid üzere Ölmediğimi görürsen, o zaman bütün insanlara tevhid üzere ölmediğimi bildir ki cenazemi görerek aldanmasmlar. Cenazemde sadece beni basiret üzere sevenler bulunsunlar ki ar­dımdan riyakarlar gelmesin. Böyle yaparsan müslümanları kan­dırmış olurum.

Bu vasiyeti alan zat şöyle der:
Peki, senin tevhid üzere Öldüğü­nü nasıl bileceğim? Bunun üzerine o zat, bazı ölülerde ortaya çıkan alameti söyledi. -Bu alameti burada açıklamak istemiyoruz-. Vasi­yet edilen anlatmaya devam ederek şöyle dedi: Ölüm anında onun başucunda duruyor ve ona bakıyordum. Sonunda ruhunu teslim et-

ti. Ben de emrettiği gibi onu inceledim ve mutlu son alametini gör­düm. Tevhid üzere Ölmüştü. Ruhu bu şekilde feyiz bularak beden­den ayrılmıştı. Vasiyetini emrettiği şekilde yerine getirdim. Bu olaydan sadece yakın alim dostlarıma sözettim.

Görüldüğü gibi kul, hayatında ne kadar kötülük yaptıysa hepsi de kendisine ayrılık anında hatırlatılacak ve ömrünün son anında hepsini müşahede edecektir. Eğer kalbinde bu kötülükleri güzel gö­rür ve nefsiyle onları arzulayarak onların yanında duruşa bunlar -az da olsalar- onun ameli olarak hesap edilecek ve sonu da bunlar üzere olacaktır. Aynı şekilde yaptığı iyilikler de kendisine hatırlatı­lacak ve müşahede etmesi sağlanacaktır. Eğer kalbi onlarla bera­ber olur veya bundan hoşlanırsa, amel olarak bunlar hesap edile­cek ve bu da onun mutlu sonu olacaktır.

Yukarıda sözlerini naklettiğimiz taifeden bir zat, Allah Tea­la´nm "O ki ölümü ve hayatı sizi sınamak için yarattı" (Mülk/2) buyruğunu tefsir ederken şöyle demiştir
: Yani O sizleri hayattay­ken hatırınıza günahları getirip kalplerinizi çevirmek suretiyle sı­narken, ölüm anında da sizi tevhidden saptırma haliyle sınamak­tadır. Her kimin ruhu tevhid üzere çıkarsa, o sınavı atlamış ve bü­tün belaları aşarak Rabbine kavuşmuş olur ki gerçek mümin odur. Bu da Allah Teala´nm şu buyruğunda olduğu gibi güzel sınavdır: "Müminleri, kendinden güzel bir sınavla sınamak için (böyle yap­tı)". (EnfaI/17)

İlimlerden çıkarılan bütün bu esaslar, korku ehlinin Allah Tea­la´nm kendi haklarındaki bilgisinden korkmalarını gerektirmiştir. Onlar bu esasları gördükleri için kendi güzel amellerine bakmak­tan vazgeçmişlerdir. Çünkü onlar Rablerini hakkıyla tanıyan kim­selerdir. Onlardaki bu korku da bizatihi sevaptır. Çünkü bildikleri­ni iyi bilmekte ve bildiklerini istemekten uzak durmaktadırlar. On­lar ilim üzere her tür kuşku ve kusurdan uzaklaşmışlardır. Onlar, Allah Teala´nm haklarındaki ilminden korkmanın da O´nun bir ni­meti olduğunu açıkça görmüşlerdir. Bu da onlar için bir makam ol­muştur. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Korkanlar ara­sında olup da Allah´ın kendilerine nimet verdiği iki kişi", (Mai-de/23) Bu ayetin tefsirinde, sözkonusu nimetin korku olduğu söy­lenmiştir.

Ashab-ı yemin için yukarıda anlattığımız zümrenin altında baş­ka makamlar da sözkonusudur. Suç korkusu, kazanç korkusu, azap tehdidi korkusu, cezalandırılma korkusu, emirlerde kusur etme korkusu, hadleri aşma korkusu, ziyade sevaptan mahrum edilme korkusu, uyanıklığın gafletle perdelenme korkusu, amelle geçen çalışma süresinden sonra fetret ve soğuma korkusu, kararlılıktan sonra azmin zayıflama korkusu, tevbeyi bozmak suretiyle ahdi çiğ­neme korkusu, tevbeye yol açan fiille tekrar sınanma korkusu, is­tikametten sonra tekrar eğrilme korkusu, şehvete alışma korkusu, hüccetten sonra heva ve dünya düşkünlüğüne dönme korkusu, Al­lah Teala´nm geçmiş günahlarına bakarak çirkin fiillerinde onları görmesiyle onlardan yüz çevirme ve gazap edilme korkusu. Bütün bunlar marifet ehlinin korkularmdandır. Bunların bir kısmı, bir kısmından daha üsttedir. Bunlardan kimileri, kimilerinden daha büyük korku sahibidirler.

Denir ki: Arş, kainat büyüklüğünde ışıldayan bir mücevherdir. Kul için vecdin bulunduğu hallerden hiçbir hal yoktur ki onun bir benzeri kulun halinin sureti olarak Arş´a işlenmesin. Kıyamet gü­nü gelip de kul hesaba çekilmek üzere dikildiğinde, arşın üzerinde­ki suret kendisine gösterilir. Orada kendisini dünyadaki hali üzere görür ve bu müşahedesiyle de yaptığı fiili hatırlar. O anda tarife sığmayacak bir haya ve titremeye kapılır. Denir ki: Allah Teala bir kuluna marifet verip de ona bununla muamele etmediği zaman, on­dan bu marifeti çekip almış olmaz. Bilakis onu kendisinde bırakır ve kulu bu marifeti mikdannca hesaba çeker. Ama ondan bereketi kaldırarak ziyade sevabı keser.

Allah Teala kendisine bir nimet verip bu nimetle hayır işleme­sini sağladığı bir kulunu hevasıyla imtihan edip de yaptığı amelle övünerek daha Önce yaptıklarını unutması ve onları tekrarlamak­tan korkmaması yüzünden zemmederek şöyle buyurmuştur:
"Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattınrsak, kuşkusuz ´Kötülükler benden gidiverdi´ der. Çünkü o, çok şımarıktır, böbürlenendir". (Hud/10) Kulun korkularından biri de, nifak korkusudur. Selef-i Salih´ten olan sahabe (ra) ve Tabiu-n´un ileri gelenleri nifaktan çok korkarlardı.

Rivayete göre Huzeyfe fra) şöyle derdi: "Allah Resulü fsav) dev­rinde bir kişi bir kelime söylediğinde bu yüzden Allah´ın huzuruna varıncaya kadar münafık olurdu. Oysa ben, benzeri sözleri sizden günde on kez duyuyorum". Yine o şöyle demiştir: "Kalbe öyle bir sa­at gelir ki imanla dolar ve nifak için iğne deliği kadar dahi yer kal­maz. Yine kalbe öyle bir saat gelir ki tamamen nifakla dolar ve iman için iğne deliği kadar bile yer kalmaz".

Allah Resulü´nün (sav) sahabileri, tabiilere şöyle derlerdi:
"Sizler, öyle amellerde bulunuyorsunuz ki, onları kıldan daha kü­çük görüyorsunuz. Bizler bu amelleri Allah Resulü (sav) devrinde büyük günahlardan sayardık". Bu ifadenin başka bir rivayetinde ´helak edicilerden=mûbikât" lafzı yeralmaktadır. Hasan el-Basri (ra) şöyle derdi: Nifaktan uzak olduğumu bilmem, bana üzerine güneşin doğduğu bütün varlıkların benim olmasından daha se­vimli gelir.

Denir ki: Nifaktan ancak şu üç tabakada yeralan müminler sıy­rılabilirler
: Sıddıklar, şehitler ve salihler. Bunlar; Allah Teala tara­fından övülerek üzerlerindeki nimetin kemale ulaşacağı bildirilmiş ve gerek imanlarındaki kemal, gerekse hakiki yakinlerinden dola­yı peygamberlerin makamlarına çıkarılacakları haber verilmiş zümrelerdir. Denildi ki: Kim nifaktan emin olduğunu düşünürse o münafıktır. Alimlerden bir zat şöyle derdi: Nifakın alameti, kişinin kendi yaptığı amelin benzerini başkalarının yapmasından hoşlan­maması, zorbalık tezahürlerini sevmesi, hak ve adalet tezahürleri­ne ise kızmasıdır. Kendinde bulunmayan bir sıfattan dolayı övül­düğünde bundan hoşlanması da nifak alametidir.

Nifakın alametleri sayılamayacak kadar çoktur. Bunların sayı­sının yetmiş olduğu söylenmiştir. Allah Resulü´nün (sav) hadisi bunlardan dördünü belirlemektedir ki bunlar nifakın en bariz ala­metleridir. Diğer alametler bunların dalları mesabesindedir.

Allah Resulü fsav) buyurdu ki: "Dört şey vardır ki her kim bun­larda bulunursa namaz kılıp oruç tutarak müslüman olduğunu id­dia etse bile katıksız münafıktır. Onu terkedinceye kadar kendisin­de nifakın bir şubesi bulunacaktır: Konuştuğunda yalan söyler. Va-adettiğinde uymaz. Emanet verildiğinde ihanet eder. Mahkemeleş-tiğinde facirlik eder". [60] Başka bir rivayette ´Anlaştığında bozar ifa­desi de bulunduğu için alametlerin sayısı beşe yükselmektedir. Bir adam İbni Ömer´in (ra) huzuruna girerek şöyle demişti: Biz­ler emirlerin meclisine gidiyor ve sözlerinde onları tasdik ediyoruz. Yanlarından çıktığımızda ise onlar aleyhinde konuşuyoruz, buna ne dersin?´ dedi. O da şöyle dedi: Allah Resulü (sav) devrinde bizler bunu nifak sayardık. İbni Ömer´den (ra) başka bir vasıtayla şu olay nakledilmiştir: O, bir adamın Haccac´ı tenkit ettiğini ve sövdüğünü duymuştu. Ona şöyle dedi: Ne dersin, Haccac şu an burada olsa, söylediklerini yine söyleyebilir miydin? Adam, ´Hayır dedi. Bunun üzerine İbni Ömer (ra), ´Allah Resulü (sav) devrinde biz bunu nifak sayardık´ dedi.

Bundan daha ağırı şu olayda görülmektedir: Bir topluluk Hu-zeyfe´nin (ra) eşiğine oturarak onu bekliyorlardı. Bu arada onunla ilgili bir şey konuşuyorlardı. Yanlarına çıktığı zaman, kendisinden haya ederek sustular. O da, ´Konuşmanıza devam edin´ dedi. Ama onlar susmaya devam ettiler. Huzeyfe (ra) bunun üzerine, ´Allah Resulü (sav) devrinde biz bunu nifak sayardık´ dedi. Daha da vahi­mi, Hasan el-Basri´nin (ra) görüşüdür. O nifak konusundaki görü­şünü şöyle açıklardı: İç ile dışın, dil ile kalbin ve girişle çıkış halle­rinin farklı olması nifak alam eti erindendir.

Nifakın incelikleri ve şirkin gizli noktaları, tevhidin eksikliğin­den ve yakini imanın zayıflığındandır. Bunlar da müminler için Al­lah Teala´nın gazabını çekmesi bakımından endişe kaynaklan teş­kil etmişlerdir. Bundan dolayı amellerin boşa çıkması da büyük bir korku kaynağıdır.

İbni Mesud (ra) bu noktada şöyle derdi: Kişi evin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

01 Ocak 2010, 19:03:44
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 01 Ocak 2010, 19:03:44 »

O, ilimlerinde onlara yaklaşır, insanlara akıllarına göre konu­şurdu. Dolayısıyla hepsi de O´nunla kaynaşabilir, söylediklerinden paylarını alırlardı. O´nun bu hikmetli ve hoşgörülü davranışlan sa­yesinde insanlann gözünde çok büyümez ve her dilediklerini O´na sorabilirler, kendisiyle kaynaşabilirlerdi. Allah Resulü´nün (sav) yaratılış özellikleri yüzünden O´nun vecdlerine bir giysi giydiril­mişti. Bu O´na zorlama ve yapmacıkhk olmaksızın verilmiş ilahi bir vergi olarak herşeyi Bilen ve Hikmet Sahibi olan Allah Tea­la´nın bir lütfuydu.

Allah Teala işte bu sebeple O´nu Kendi ahlakıyla vasfetmiş ve bu vasfıyla övünerek "Muhakkak ki sen, çok yüce bir ahlak üzere­sin" (Kalem/4) buyurmuştur. Bu ahlakın, rubûbiyet ahlakı olduğu söylenmiştir. Bir başka tefsirde ise, izafetle okunmuş, böylelikle Al­lah Teala´nın isminin azametinin O´nun hal ve nasibinden bir şeyi açığa çıkarmaması temin edilmiştir.

Bu O´nun metanetini ve akıl sahiplerinin faziletini ortaya koy­maktaydı. Allah Resulü (sav) adaletinin hakİkatmdan dolayı ilim adına hiçbir şeyi isteyenlerden esirgemezdi. O, zühd, huşu ve teva-zusundan dolayı hiç bir şeyde gösterişe kaçmazdı. Gücünün fazla­lığı, ilminin derinliği ve hikmeti, O´nu bunlara sahip olduğunu ka-nıtlarcasma davranmaya sevketmezdi. İmtihan ehli arifler de, Al­lah Resulü´nün (sav) sünnet ve yolu üzere vasfe dil mislerdir. Çünkü onlar, peygamberler zümresine en çok benzeyenlerdir.

Marifet ehlinden bir zat şöyle demiştir: Halkı kendi ilmi seviye­sinde görmek isteyen ve onlara kendi akli düzeyinde hitap eden kimse, onlara kendi üzerindeki haklannı esirgemiş ve Allah Tea­la´nın onlarla ilgili haklarını ifa etmemiş olur. Ulemadan bir zat şöyle demiştir: İnsanlara bütün bildiğini anlatan ve kendi payını onlara açıklamaya çalışan kimse imam olamaz. Yahya b. Muaz şöy­le derdi: Kimseyi yoldan çıkarma ve ona ilmi olmayan şeyle hitab etme. Aksi halde onu yormuş olursun. Ona ancak kendi nehrinden su ver ve kendi bardağıyla su içir. Ulemadan bir zata ´Arif, halktan uzak durur mu?´ diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: ´Uzak dur­maz ama soğuk olabilir. Kendisine, ´Peki ondan uzak durulur mu?´ diye sorulduğunda, ´Ariften uzak durulmaz, ancak onun heybetin­den çekinilir1 dedi.

Korkunun, ilmin hakikati için konulmuş bir kavram oluşunun delili, Übey b. Ka´b´m "Onun kendilerine azgınlık ve küfür zorunu kullanmasından endişe ettik" (Kehf/80) ayetiyle ilgili kıraatidir. Onun kıraati, "Rabbin o ikisine .... korktu" şeklindedir. Yahya b. Zi-yad en-Nahvi bu ayetin manasını şöyle vermiştir: "Rabbin ... bildi". O şöyle demiştir: Korku, Allah Teala´nm isimlerindendir. Allah Te-ala en iyi bilendir. [61]


Korkunun Anlamı Hakkında Başka Bir Açıklama:



Korku aynı zamanda manevi isimlerdendir. Onun varlığı zıddmın yokluğunu gerektirir. Kalpte dünya halleriyle ve uhrevi hususlarla ilgili bütün emniyet hislerinin yokedilmesi durumunda, kul Allah Teala´nm tuzağından asla emin olamaz. Bu tuzak, dünyevi hüküm­lerin şekillendirilmesinde, kalpler, nefisler ve şehvet cazibelerinin çevrilmesinde, alışkanlıkların tahrikinde görülebilir. Kalbinde kor­kuyu hisseden kul, hiçbir örf ve alışkanlığa teslim olmadığı gibi hiçbir şekilde kendi kurtuluş ve beraetinden de emin olamaz. İşte bu korku halidir. Kul, bütün bu hususlarda emniyet hissini yitir-mesiyle korkan (=hâ´if) olarak adlandırılır.

Bu, Araplar´da yaygın olarak kullanılan bir isimlemedir. Arap, bir şeyden emin olamadığı zaman, ´Şundan endişe ediyorum´ der. Birşey hakkındaki bilgisi kesinleştiği zaman da ´Şundan korkuyo­rum´ der. Ulemadan bir zata şöyle denir: ´Her halinde korkan arifin durumu nedir?´ Dedi ki: ´Çünkü o, Allah Teala´nm kendisini bütün hallerinden sorumlu tutacağını bilir".

Korku ehli için bundan sonra da belli yollar, endişe verici bir korkuya, sızlamalı bir titreyişe, sıkıcı bir endişeye ve yakıcı bir tit­remeye yöneltme sözkonusudur. Bunlar, imamların seçilmiş ve fa­ziletli yollarının aşırılıklarıdır. Bu yollarda, yükselme ve helak ol­ma ihtimalleri mevcuttur. Seçkin alimler ve tanınmış zevat bunlar hakkında nakilde bulunmuşlardır. Bu yollara ancak bazı zahidler ve abidler girebilmişlerdir. Ariflerden bir kısmı için de bu yollar ar­zu edilmiştir.

Bu yollar, alimler hakkında faziletli görülmemiştir. Ariflere gö­re bu yollarda rekabet edilmez ve bunlara gıpta edilmez. Çünkü bunlar, sülük yollarından helak sebeplerine düşürebilecek haller­dir. Ariflerin bu yolları arzu etmeleri, sadece onları tanıma ve mut­tali olma gayesiyle sınırlıdır. Fakat bazıları, kaybolmak ve ah ü vah etmek için bu yollara yönelmişlerdir. Ancak bunlar avamın ka­falarında daha meşhur, daha ilgi çekici ve umum için daha korku­tucudur. [62]


Korkuların Açıklaması Hakkındadır:




Şunu bilin ki korkunun sekiz farklı taşma yeri vardır. Korku, kalp­ten taşarak bu sekiz noktaya ulaşır. Korku bunlardan hangisine ta­şarsa, istisnaları dışında korku sahibi bu taşkınla helak olur.

Kalpteki korku, merare´ye taşabilir. Merare, derinin en ince ta­bakası olup tenin alt kısmıdır. Korku, kalpten bu kısma taştığı za­man onu yakarak kulu öldürür. Baygınlık, şok ve çehrenin değiş­mesiyle Ölen bu kimseler, amel ehlinin en zayıflarını oluştururlar.

Korku, kalpten beyine sıçrayabilir. Bu durumda aklı yaktığı için kul divane haline gelir. Sonunda korku hali onu terkettiği gibi makamı da düşer.

Korku, kalpten taşarak akciğeri kaplayabilir. Bu durumda ciğe­ri delerek yeme, içme isteğini tamamen yokeder. Beden zayıf düşe­rek kansızlık başlar. Bu da aç kalan ve sararıp solanların halidir.

Korku, karaciğere de taşabilir. Bu durumda sürekli hüzün ve kedere yol açar. Bu haldeki kul, uzun düşüncelere dalar ve unut­kanlık başlar. Bu halde uyku ihtiyacı biterken uykusuzluk had safhaya çıkar. Bu, korkuların en faziletli sidir. Korkunun bu tü­ründe, ilim ve müşahede sözkonusudur. Bu korku, amel ehlinin korkusudur.

Korkunun bir türü de, omuzların üstündeki etli kısımları ´Fari-sa´ zedeler. Farisa kelimesiyle ilgili bir hadis-i şerifte, Allah Resu-lü´nün (sav) omuzlar üstündeki etten hoşlandığı belirtilmiştir. Omuzlar üstündeki et (=antrikot), hayvanın en yumuşak ve en tat­lı yeridir. Korkunun bu türünde titreme ve dengesiz davranma emareleri görülür.

Korku, kalpten çıkarak aklın üzerine çökebilir. Bu durumda ak­lın hakimiyetine son verir. Tıpkı güneşin ortaya çıkmasıyla ay ışı- . ğının sönmesi gibi. Aslında ay ışığı da melekûtun hazinelerinden biri olarak gizli bir şekilde görünmektedir. Bu durumda kişinin ak­li faaliyeti zayıflar ve aklın zaafiyetinden dolayı vücut haraketleri de dengesini kaybeder. Kul, aklına yeterince hakim olamadığı için kararlı davranamaz. Çünkü vücudun organları, hikmet ve ibda ge­reği dağınık görünseler de aslında tek bir şeydirler. Onları topla­yan, Allah Teala´mn iradesiyle harekete geçen latif kudretidir. İn­san bedenin alt kısmı, en üstüne bağlıdır. En üstü olan akıl, denge­sini yitirince alt kısmı da dengeyi yitirir.

Bedenin organlarından birine dert ve derman ulaştığında diğer­leri de ondan yakınır ve medet umarlar. Bu halde bulunanlar da fa­ziletle anılmışlar ve ilim sıfatına dahil edilmişlerdir.

Korkunun bu yoluna ulemanın büyüklerinden ve kalp ehlinin ileri gelenlerinden bir çoğu girmiştir. Tabiun arasında birçok zat bunlar arasında yeralmıştır. Rebi´ b. Haysem, Üveys-i Karani, Zü-rare b. Evfa ve benzeri seçkin zevat bunlardandır.

Bu hal, Sahabe için de yadırganacak bir hal değildi. Ömer (ra) ve İbni Mesud (ra) buna örnek gösterilebilir. Mesela Ömer b. Hat-tab (ra) baygınlık geçirir ve deve gibi böğürerek yere düşerdi. Bu hal Said b. Cüzeym´de de görülürdü. Bu zat, Allah Resulünün (sav) zühd sahibi ashabından ve ordu emirlerindendi.

Ömer (ra) onu Şam´a vali olarak göndermişti. Ömer´e (ra) onun zühdü ve aşırı yoksulluğu anlatılır, o da valiyi bu aşırılığından do­layı kınardı. Kimi zaman ailesinin geçimini temin etmesi için yüz, dörtyüz dinar gönderirdi. O ise bu parayı askerlere dağıtırdı. Bu olay, uzun bir kıssada anlatılmıştır.

Bir defasında Şamlılar Ömer´e (ra) mektup göndererek valinin durumunu anlatmışlardı. Vali, meclisinde otururken kendisine baygınlık geliyordu. Şamlılar, valinin aklına bir afet gelmesinden endişe ediyorlardı. Çünkü böyle bir durumla daha önce karşılaşma­mışlardı. Ömer (ra) valisiyle karşılaştığı zaman meclisinde yaşa­dıklarını sordu. O da, müşahedesinde bulduğu vecdi ona haber ver­di. Bu vecd, ahval sahibi sufîlerin vecdlerindendi. Durumu anlayan Ömer (ra) valiyi mazur gördü. Çünkü bu, onu ancak hayır bakımmdan daha güçlendirirdi. Valisine izzet-i ikramda bulundu ve fazile­tini takdir etti. Şamlılara da bir mektup yazarak şöyle dedi: ´Onu anlayışla karşılayın ve kendi halinde bırakın´.

Güçlüler güçlüsü, en büyük hidayet rehberi ve alemlerin Rab-bi´nin elçisi Hazret-i Muhammed de (sav) kendisine vahiy inerken bayılırdı. Vahiy alma esnasındaki bu hali, akli dengesini tamamen ortadan kaldırır, bulunduğu yeri unuttururdu. Yüzü ve teninin rengi değişir, kış gününde vücudundan yağmur gibi ter boşalırdı. Ancak bu durum, sadece vahiy alma ve Ruhiilkudüs´ün ona inmesi hallerinde görülürdü. O kalbinin içini etkisi altına alırdı.

Vahiy dört şekilde gerçekleşir. Bunlardan ikisi bitişik (=Vahy-i muttasıl) ikisi de ayrık vahiy (Vahy-i munfasıl) şekildedir. Allah Resulü´ne (sav) inen vahiyler ilk iki şekilden biri gibidir. Ayrık va­hiyler ise, Allah Teala´yı hakkıyla bilen, gören kalp ve hazır şahit­lik ehli zatlar için sözkonusudur. Bunları açıklamak uzun sürer. Ayrıca bunları, ancak bu yola girenler, hakkıyla şahit olanlar bi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes