> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu
Sayfa: 1 [2]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu  (Okunma Sayısı 2931 defa)
29 Aralık 2009, 17:46:56
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #5 : 29 Aralık 2009, 17:46:56 »



Hasan el-Basri (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "İlim iki türdür: Kalpte olan batın ilmi ki, asıl fayda­lı olan budur". Allah Resulü´ne (sav) "Allah kime hidayet etmek is­terse yüreğini İslâm´a açar" (En´am/125) ayetindeki ´Şerh=Açmak´ kelimesinin manası sorulmuştu. Buyurdu ki: "O genişletmedir". Şu halde şerh; Allah Teala tarafından kalbe atılan nurdan sonra yüre­ğin genişleyip açılması anlamına gelmektedir.

Ariflerden bir zat da şöyle demiştir:
Öyle bir kalbim var ki ona isyan ettiğimde Allah´a isyan etmiş gibi olurum. Kasdettiği; kalbin­de sadece itaatin bulunduğu ve yalnızca hakkın istikrar bulabildi­ğidir. Kalbi, Allah´ın elçisi haline gelmiş olduğu için ona isyan etti­ğinde onu gönderen Allah Teala´ya isyan etmiş gibi olmaktadır.

Bu manada şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:
"İman, kalpte yer-eden ve amel tarafından tasdik edilen şeydir". Yine O şöyle buyur­muştur: "Mümin Allah´ın nuruyla bakar. Allah´ın nuruyla bakan ise Allah´a karşı bir basiret içinde olur. Onun ameli de nuru saye­sinde Allah´a itaattan ibaret olur". Ariflerden bir zat şunu söylemiş­tir: Yirmi yıldır kalbim nefsime bir an bile meyletmedi ben de göz kırpması aralığınca dahi olsun onunla aynı hali paylaşmadım.

Ulemadan bir zata batın ilminin ne olduğu sorulmuştu. Cevabı şu oldu: O, Allah Teala´nm sırlarından bir sır olup onu sevdikleri­nin kalplerine koyar ve ona ne bir melek, ne de bir beşeri muttali kılar. Müsned bir rivayette Allah Resulü´yle (sav) ilgili şöyle bir ha­dise nakledilmiştir: "Bir adam Allah Resulü´ne (sav) geldi ve ´Bana ilmin herkesçe bilinmeyen inceliklerini öğret´ dedi. Allah Resulü de (sav) şöyle buyurdu: Sen Rabbi´ni tanıdın mı? Bil ki ilimlerin garip meseleleri Marifetullah´tadır". Allah Resulü (sav) ashabına anlaşıl­ması zor garip meselelerin bulunduğu ilimlerin esasını beyan ede­rek şöyle buyururdu: "Kur´an´ı okuyun ve ondaki garip noktaları araştırın". Yani onun manalarını düşünmeye, batini yönlerini çı­karmaya çalışın. Çünkü Allah Teala´nm velileri O´nu, kendi Kela­mı olan Kuran ile tanır ve bilirler.

Denildi ki:
Kelamı öğrenin ki Allah´ı bilesiniz. Çünkü Kelamın manalarını, hitab şekillerini bilen kimse bununla sıfatların mana­larını ve Zat-ı İlahi´nin isimlerinin ihtiva ettiği ilimlerdeki garib yönleri de öğrenir. İbni Mesud da (ra) şöyle derdi: Öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerim öğrenmek isteyen, Kur´an´ı baştan sona araştırsın. Marifet ehlinden bir zat Allah Teala´nm "Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder" (Nahl/90) ayetinin tefsirini yapar­ken şöyle demiştir: Ayetteki ´Adalet´ Kur´an-ı Kerim´i düşünmek ve anlamak ´İhsan´ ise, bu anlayışı müşahede etmektir.

Allah Resulü´nün (sav) imanı tarif ettiği bir hadiste, adaleti tes-bit ederken söylediği sözler de buna delil teşkil eder. O buyurdu ki: "İman, dört temel üzeredir: Sabır, yakin, adalet ve cihad.... Adalet de dört şubeden oluşur: Anlayış derinliği, ilmin aydınlığı, hilmin bahçesi ve hükmün kaideleri. Anlayış sahibi olan kimse, ilmin cümlesini tefsir eder. İlim sahibi olan ise, hükmün kaidelerini bilir. Hilim sahibi olan da işinde aşırıya kaçmaz ve insanlar arasında sa­yılan biri olarak yaşar".

Mükaşefe ehlinden bir zat şöyle demiştir: Melek bana zahir ol­du ve tevhidle ilgili olarak müşahede ettiklerim arasında bulunan gizli zikirlerimden bir kısmını kendisine yazdırmamı istedi ve şöy­le dedi: Biz senin amellerini yazacak durumda değiliz. Aksine bizi Allah´a yaklaştıracak bir amelinle senin seviyene yükselmek iste­riz. Bunun üzerine o kimseye sordular: İki melek farzları da mı yazmıyorlardı. O zat da şu cevabı verdi: Tabii ki yazıyorlardı. De­dim ki: Bunlar o iki meleğe yeterli olmuştu.

Ariflerden biri de şöyle demiştir: Abdal zümresinden birine Ya­kin müşahedesini sordum. Soluna döndü ve şöyle dedi:
Allah sana merhamet etsin, ne dersin? -sonra sağına döndü ve yine- Allah sa­na merhamet etsin, ne dersin? sonra yüreğine döndü ve- Allah sa­na da merhamet etsin, ne dersin? Sonra da bana daha Önce hiç işit­mediğim gariplikte bir cevap verdi. Kendisine şöyle dedim: Gör­düm ki, soluna, sağına ve yüreğine döndün, bunun manası nedir? Bana şöyle dedi: Sen bana öyle bir soru sordun ki, benim onun hak­kında herhangi bir ilmim yoktu. Belki bilir diyerek sol yanımdaki meleğe dönüp sorduğumda bana ´Bilmiyorum´ dedi. Sonra ondan daha bilgili olan sağ tarafımdaki meleğe sorduğumda o da ´Bilmiyorum´ dedi. Bunun üzerine kalbime baktığımda o da bana sana verdiğim cevabı söyledi ve o iki melekten daha bilgili olduğunu gös­terdi.

Ebu Yezid ve diğerleri şöyle derlerdi: Alim, Allah´ın Kitabı´nı ez­berleyen, sonra da unuttuğu zaman cahil sayılan kimse değildir. Aksine alim, ilmini dilediği vakit ezberleme ve öğrenme olmaksızın Rabbinden alan kimsedir. Böyle bir alim, aldığı ilmi asla unutmaz, daima hatırlar ve asla kitaba ihtiyaç duymaz. İşte o Rabbani alim­dir. Yakin sahibi abdalın kalplerinin hali işte budur. Onlar hıfz ile değil Hafız ile ayakta dururlar.

Allah Resulü (sav) buyurdu ki:
"Ümmetimden muhaddisler ve kelam sahipleri çıkacaktır. İbni Ömer de onlardandır. İbni Abbas da okudu. Senden başka hiçbir resul, peygamber ve hadis nakleden göndermedik ki..[61] Allah Resulü (sav) bununla o iki sahabiyi kas-detmişti. Sahabe ve Tabiun´un ileri gelenlerinden olan Selef-i Sa­lih´in takip ettikleri yol da buydu. Kendilerine bir mesele soruldu­ğu zaman Tevfik-i İlahi sayesinde doğru olan cevaba muvaffak kı­lınırlardı. Onların izledikleri usûl, takip edilecek yol için hakiki bir rehber mahiyetinde idi.

Mümin bir kulun kalbine Yakin´e dair bir hatır geldiği zaman, onu müşahede etmiş olması, onun gereğini yapmak zorunda kal­ması neticesini doğurur. Bu ilim başkalarına gizli olsa da, onu açık­lamak ve başkalarına şüpheli gelmesi halinde de onun delilinin sıhhatini isbat etmek durumunda kalır. Allah Teala Yakin sahiple­rini tahsis ederek şöyle buyurmuştur: "Ayetleri yakin sahibi bir toplum için beyan ettik". (Bakara/118); "Bu (Kur´an), insanlar için kalp gözü, yakini olarak iman eden bir toplum için de hidayet ve rahmettir". (Casiye/20)

Allah Teala takva sahibi müttakileri tahsis ettiği ayetlerinde i-se şöyle buyurur: "Allah´ın göklerde ve yerde yarattıkları, muhak­kak ki takva sahipleri için kesin ayetlerdir". (Yunus/6); "Bu, insan­lar için bir beyan, takva sahipleri için de bir öğüt ve hidayettir". (Al-i İmran/138)

Allah Teala ilim sahiplerinin üstünlüğünü teyid ederken de şöy­le buyurmuştur: "Bilakis onlar kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde olan açık ayetlerdir". (Ankebut/49); "Muhakkak ki Biz, ayet­leri ilim sahipleri için açıkladık". (En´am/97) İlmin hakikati, takva ve yakinden gelir. Allah Teala´ya yakın kılınanlara mahsus olan Marifet ilmi de budur. Allah Teala onlara ayetler bahşetmiş, beyan´ ve deliller göstermek suretiyle diğerlerinden temyiz etmiştir. Bu­nun sebebi de; Allah´ın Kitabı´nı istenildiği gibi muhafaza etmiş ol­maları ve onun yaşayan şahitleri makamında bulunmalarıdır.

Bütün bunlar, Allah Teala´nın yerdeki hazinelerinin tesirleriyle kalplerde beliren hatırlardır. Göklerin ve yerin hazineleri yalnızca O´nundur. Ama ikiyüzlü münafıklar bunu fıkhedip anlamayazlar. ´Fıkh´ kelimesi, Arapların dilinde kalbi fiillerden biri olarak görülür. Mesela ´Fıkhettim´ dediğiniz zaman ´Anladım´ demek istediğiniz an­laşılır. Nitekim İbni Abbas da (ra) Allah Teala´nın "Onların kalpleri vardır fakat onlarla fıkhetmezler" (A´raf/179) buyruğunun tefsirin­de ´yarû anlamazlar1 diyerek ´Fıkh´ kelimesine ´Anlama=Fehm´ ma­nasını yüklemiştir.

Yakin, ruh ve melek menşeli hatır Allah Teala´nın hazinelerin-dendir. Akıl, nefs ve şeytan menşeli hatır ise yeryüzü hazinelerin-dendir. Nefs hakkında şöyle denilir: Nefs, türabi yani toprakcıldır ve arzdan yaratılmıştır. Bunun için de toprağa meyleder. Ruh ise manevidir ve melekûttan yaratılmıştır. Bu yüzden de yücelmek-ten haz alır. Kalbe gelince, o da melekût hazinelerinden bir hazi­nedir. Kalp ayna gibidir. Gayb hazinelerindeki ortamlarından ge­len bu hatırlar kalpte tutuşurlar. Kalp de bu tesirle pırıldayarak

ışık saçar.

Bu pırıltılardan kalp kulağına düşenler anlayış, kalp gözüne düşenler nazar yani müşahede, kalp diline düşenler kelam yani zevk, kalbin koklama melekesine düşenler ilim yani fikir olurlar. Uzvî aklın aşılanmasıyla oluşan bu akıl, kazanılmış yani müktesep akıl olup süresi bakımından en kısası, çilesi bakımından en kolayı­dır. Kalbin gözüne ve duyusuna düşenler ise onun şeffaf zarını yır­tarak kalpte bulunan siyah noktaya ulaşırlar. Bu safha vasıtasız temas yani ´Mübaşeret´ safhası olup zahiri bakımdan Vecd olarak bilinir. Müşahede makamındaki hal budur. Bu meyanda Allah Re­sulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Allahım, Sen´den kalbime doğrudan temas eden bir iman nasip etmeni niyaz ederim".

Ariflerden bir zat şöyle demiştir
; İman kalbin zahirinde olduğu zaman, kul hem ahireti hem de dünyayı seven biri olur. Bazan Al­lah ile beraber olurken bazan da nefsiyle beraber olur. İman kalbin batınına girdiğinde ise, kul dünyaya buğze...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu
« Posted on: 24 Nisan 2024, 00:36:08 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu rüya tabiri,Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu mekke canlı, Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu kabe canlı yayın, Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu Üç boyutlu kuran oku Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu kuran ı kerim, Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu peygamber kıssaları,Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duygu ilitam ders soruları, Kalp İşiyle Uğraşanların Kalplerine Gelen Duyguönlisans arapça,
Logged
29 Aralık 2009, 17:50:07
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #6 : 29 Aralık 2009, 17:50:07 »

Allah Teala bir kulu için helaki murad ettiği zaman, ondan şer­rin sudur etmesine hükmeder. Bunun üzerine kalp, kötü niyet oluş­tuktan sonra nefisten kaynaklanan heva ile akla bakar. Akıl da nef­se döner. Nefs, akla kötülüğü kolay göstererek onu tahrik eder. Akıl da nefsin tahrikine kapılarak ona boyun eğer. Bundan sonra aklın teslimiyetinden dolayı yürek, heva ve arzular için açılıp genişler.

Yürek, heva ve arzular için açılıp genişlediğinde kalpte de bu tür duygular yayılmaya başlar. Yerinin genişlemesinden dolayı in­sanın can düşmanı olan şeytanın da kalp üzerindeki hakimiyeti güçlenir. Şeytan kötü işleri kalbe güzel göstermeye, vaadtler ve boş kuruntular telkin ederek onu aldatmaya devam eder. Bu şekilde kalbe süslü sözler ve aldanış zerkeder. Neticede, şeytanın hakimi­yetinin güçlenmesi ve yakin nurunun sönmesi sebebiyle imanın kalpteki hakimiyeti sarsılır. Şehvetin güçlenmesinden dolayı da heva baskın gelir. Şehvet, ilim ve beyanı yokettiği için de haya or­tadan kalkar ve iman, şehvetle perdelenir. Hevanın hakimiyeti ve hayanın yokolmasmdan dolayı da günahkarlık bariz hale gelir.

Hayır ve şer, itaat ve isyan gibi üstteki sebebplere bağlı olarak ortaya çıkan durumlar insan için anlık meselelerdir. Bunlar göz açıp kapama anı kadar kısa sürelerde yaşanırlar ve kulun bütün parçaları tek bir parçaya, bütün mafsalları tek bir mafsala dönü­şür. Bunun sürati şimşeğin süratine benzer. Çünkü bu, Allah Tea-la´nın kudretinin iradesine baskın çıkarılması hadisesidir. O, bir şeye ´Ol´ dediğinde derhal ´Olur1.

Allah Teala kul için hayrı izhar etmek ve melekût hazinelerin­den biri olan takvayı ilham etmek istediğinde, gizli lütfuyla ruhu harekete geçirir. Ruh da kudreti eşsiz olan Allah Teala´nın emriyle harekete geçer. Onun cevherinden kalpte parlak bir nur açılır ve hayır yönünde yüce ve ulvi bir niyet teşekkül eder. Bu da fer*iyatı sayılamayan üç esastan birinin tesiriyle olur. Çünkü her kulun ha­yırdaki himmet ve gayreti, onun ilim ve makamına göredir.

Bu üç esasın ilki, farz olan bir emri yerine getirme gayretidir, ikincisi, kulun halinin tesiriyle veya melek ya da melekûttan mü-kaşefe yoluyla muttali olduğu bir ilimden dolayı fazilet sahibi ol­mak isteğiyle bir mendubu işleme arzusudur. Üçüncüsü ise, kendi­siyle ilgili bir hususta, bedeni ve nefsi sıhhatinin gereği olarak yaptığı ve kendisine serbest kılınmış bir mubah ile meşgul olmaktır. Bununla maksadı, başka birine faydalı olmak veya denizler kadar derin meselelere dalmış kalbini rahatlatacak fikirlerle teselli bul­maktır. Böylelikle sıkıntısını giderip kalbine binen ağırlığı hafiflet­miş olabilir.

Bunlar Allah Teala tarafından kulun meşgul olması için tercih edilmiş sahalardır. Hikmet sahibi olan Allah Teala´mn hikmeti bunu icap ettirmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz esasların tamamında da Al­lah Teala´mn rızası mevcuttur. Bunları ifa etmek, kul için en fazilet­li olandır. Tabii ki bunlardan bazıları, diğerlerinden daha üstündür.

Üstte zikredilen hayır ve şerle ilgili altı esas, temelde kalbe do­ğan meleğin sesiyle şeytanın sesi, takva ilhamıyla günahkarlık il­hamı yani niyet ile vesvese arasındaki farkı teşkil eder. Niyet ile vesvese de Allah Teala´mn seçimi veya smamasıdır. Bu esaslar kul için daha fazla mükaşefe sahibi olma vesilelerini de ortaya çıkarır. Kul, bunlar vasıtasıyla Allah Teala´ya nazar eder ve bunların ken­disini ulaştırdığı makamda Allah Teala´yı bulur. Bunlar, Allah Tea-la´dan onun için bir tanıtım olur ve kul onlar vasıtasıyla Rabbini tanır ve kendisine şevk ve ünsiyet kapıları açılır.

Kullar, yakindeki yüksekliklerine, güçlerinin miktarına ve ima­nın kalplerindeki yerinin metanetine bağlı olarak müşahedelerde de farklı derecelere sahip olurlar. Hayrın kökleri ve ortamları şun­lardır: Meleğin ilhamı, ruha bırakılan nur ve iman kitaplarındaki nurların müessirleri; Hayrın fertyatı ise, ahiret, kula emredilen farz, mendub ve mubahları bilmektir. Şerrin kökleri ve ortamları bunların karşıtları olan, nefs ve şeytandır. Şerrin sebepleri ise, he-va ve şehvettir. Bunlar da cehaletten kaynaklanan hususlar olup kulun Önüne bir perde gerer ve onu azaba sürüklerler.

Allah Teala, ruh hazinesinden bir hayrı açığa çıkarmak istedi­ğinde, onu harekete geçirir ve kalpte bir nur parlar. Bu nur, kalp üzerinde müessir olur ve melek kalbe nazar eder. Kalp de, Allah Te­ala´mn içinde yarattığı şeyi görür. Bunun üzerine meleğin kalpteki yeri sağlamlaşır ve şeytanın şer hazinesi olan nefste yaptığım, o da kalpte yapar. Melek hidayet üzere yaratılmış ve Allah´a itaati sev­me karakterine sahip kılınmışken şeytan, azgınlık üzere yaratılmış, günahı ve isyankârlığı seven bir karaktere sahip kılınmıştır. Melek kalbe bir ilham bırakır ki bu; kalpteki değişik´hatırların kayıt altı­na alınmasını emreden bir içses olup kulun kalbinin güzelleştiril­mesini ister ve buna teşvik eder. İşte bu, takva ve rüşd ilhamıdır.

Melek yakine, insanın baş düşmanı olan şeytan ise nefse bakar. Yakin, meleği buna şahit kılar ve akıl huzur bularak yakinin şahit­liğine teslimiyet gösterir. Bu safhadan sonra akıl da, Allah Tea­la´mn izniyle melekle beraber olur ve Rabbinden destek alır. Hal­buki daha Önce nefs ile beraberdir ve onunla huzur bulmaktadır. Yürek de aklın varlığından dolayı açılır ve yürekteki bu genişleme ve açılmanın etkisiyle ilmin delilleri tezahür etmeye başlar. İman­daki saflık ve duruluğun tesiriyle yakinin kalp üzerindeki hakimi­yeti daha da güçlenir.

Hevanın zulmet ve karanlığı ise, yakinin nuru içinde kaybolup gider. İman nurunun tebarüz etmesiyle birlikte şehvet kıvılcımları da birer birer söner ve iman, haya ziynetiyle süslenir. Şehvetin kırıl­masıyla beraber nefsin belli sıfatları da zaafa uğramaya başlar. Nefs zayıfladıkça kalp güçlenip kuvvetlenir. İman da yakinin kuvveti ve ilim delillerinin ortaya çıkması sayesinde artar. İmanın artışı ve ha­ya elbisesinin kuşanılmasıyla hidayet ağır basar. Hakkın galebe çal­masından dolayı da kulun itaati ön plana çıkar. "Allah, emrinde ga­lip gelendir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler" (Yusuf/21),

meselenin Başka bir İzahı:

Melek ve şeytandan kaynaklanan sesler ile bunların ilham ve ves­vese dereceleri farklılaşabilir. Kimi zaman, şeytanın kötülüğü em­reden fısıltısı daha önce gelmiş olabilir. Melek de bunun ardından kulun yardımına koşarak onun hayır üzerinde kalmasını temin et­mek ve Rabbinin inayetini göstererek kulu bundan sakındırmak için kalbine seslenebilir. Böyle bir durumda kulun yapması gere­ken, ilk hatıra karşı durarak ikinci hatıra itaat etmektir.

Kimi zaman da meleğin hayrı emreden sesi önce gelebilir. Bu­nun ardından şeytanın onu caydırmaya, ertelemeye dair sesi gelir ki bu, Allah Teala´mn kulunu sınama ânıdır. O, kulunun ne yapa­cağına ve bu iki sesten hangisine kulak vereceğine bakar. Böyle bir durumda kulun yapması gereken; ilk sese kulak vererek, ikinci se­se kulak tıkamak ve şeytana itaat etmemektir.

Bir de meleğin hayır yönündeki ilhanlıyla şeytanın vesvesesine ilişkin hatırların kalbe doğması sözkönusudur. Bunlar da çeşitli derecelerde olur. Bazı kullarda dünyaya düşkünlüğün aşırı olma­sından dolayı meleğin sesi zayıf çıkarken şehvet ve heva düşkünlü­ğünden dolayı şeytanın sesi güçlü çıkabilir. Bu seslerdeki güçlülük ve zayıflıkla, Önce veya sonra gelişlerdeki farklılaşma da Hakim olan Allah Teala´mn irade ve hükümlerinin, O´nun kudretinin kalp­leri çekip çevirmesinin ve iradesinin hükümlerindeki inceliklerin neticesidir. O´nun şer hazineleri arasında hayır hazinesi varetmesi veya hayır hazineleri içinde şer hazinesi varetmesi mümkündür. Sevdiği ve kendisinden başkasına meyletmesini istemediği kulları için böyle yapabilir.

Kul, Allah Teala´dan gelene asla nazlanmaz. Arif de buna şahit olduğunda hayır yaptığından asla emin olamaz. O´na karşı asla nazlanmaz, çünkü Allah Teala´mn hayır hazinelerini şer hazinele­rine çevirmesinden hiç kimse emin olamaz. Aynı zamanda üzerin­deki bir kötülükten dolayı da ümitsizliğe kapılmaz ve daima Allah Teala´mn şer hazinelerini hayır hazinelerine çevirmesini umar. Böylelikle arif olan kul, daima korku ve ümit halleri arasında olur. Bunu idrak edebilmek için, ilimlerin inceliklerini, anlayışların latif yönlerini, zekanın kapalılıklarını Rahman ve Cebbar olanın öğret-mesiyle bilinen nurların saflığını bilmek gerekir.

Kul, şerre ait bir hatırdan sonra hayra ait bir hatırın geldiğini ve kendisini serden sakındırdığını görür. Böylelikle, sürekli göze­tlendiğini ve telafi için imkan verildiğini anlar. İşte bu, kulun kal­bindeki en büyük vaiz ve aklı destekleyen büyük bir caydırıcıdır. Nefsten ve hevadan kaynaklanan şer hatırları ardarda geldiği hal­de bunları melekten gelen hayır hatırları takip etmeyebilir. Bu, ku­lun rıza-i ilahiden uzaklığının ve kalbindeki katılığın en bariz ala­metidir. Bazı kullarda ise, ruh ve melekten kaynaklanan hayır ve iyilik hatırları hemen gelir ve bu kulları, heva ve nefs kaynaklı şer hatırlarından azad eder. İşte bu da, Allah Teala´ya yakınlığın işare­tidir. Bu, aynı zamanda O´na yakın kılman Mukarrebun zümresi­nin halidir.

Allah Teala´mn kulu sınaması çerçevesinde hayır ve iyiliğe ait hatırlar şeytan kaynaklı hatırlar ve vesveselerden de doğuyor olabilir. Bu, Allah Teala´dan bir sınama, şeytandan kula yönelik bir hi­le, nefsten de bir tuzaktır. Kulun düşmanı olan şeytan, bu yola baş­vurarak onu sonunda büyük bir günaha sürüklemek, bir farzı en­gellemek için menduba sevketmek, o an için daha faziletli olan bir şeyi yapmasına imkan vermemek, zahirde iyi görünüp aslında şer olan bir şeyi yaptırmak gibi maksadlara ulaşmaya çalışır. Yapıla­cak fiilde şeytanın gayesi, görünen değil görünmeyen yönü veya işin sonudur. Bu noktada nefsin şehveti de hevasıdır. Nefs onu te­menni eder, çünkü şeytan onu zahirde hayır görünen bir kisveye bürümüş, güzelce süslemiş, işin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

29 Aralık 2009, 17:54:30
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #7 : 29 Aralık 2009, 17:54:30 »

Meselenin Başka Bir İzahı:

Küçük de olsa yapılan her amel, Allah Teala tarafından deruhte edilen üç unsurdan hali kalamaz:

1. Bunların ilki Tevfik´tir. Bu, ameli yapan kul ile yapılacak şe­yi biraraya getiren ittifak halidir.

2. İkinci unsur Kuvvet´tir. Kuvvet aklın başlangıcını teşkil eden hareketin durağan haline verilen isimdir.

3. Üçüncü unsur ise, Sabırdır. Sabır, fiilin tamamlanmasını borçlu olduğu kısmın bitirilmesindeki kararlılıktır.

Her amelin oluşabilmesi için ihtiyaç duyulan bu üç temel esas, Allah Teala tarafından kendi Zatına izafe edilmiştir. O, bu meyan-da şöyle buyurmuştur; "Tevfikim ancak Allah sayesindedir". (Hud/88); "Allah diledikçe ki Allah´tan başka Kuvvet (veren) yok­tur". (Kehf/39); "Ve sabret, senin sabrın ancak Allah sayesindedir". (Nahl/127)

Allah Teala, kainatı çekip çevirme işinin de kendi iradesine bağ­lı olduğunu şu buyruğuyla beyan etmiştir:
"Allah, gece ile gündüzü dilediği gibi değiştiriyor". (Nur/44) Bunun manası, Allah Teala´nın bu ikisi arasmdakileri de kendi iradesine bağlı olarak değiştirdiği­dir. Çünkü ´Gece ile Gündüz´ bütün eşyanın iki ayrı tarafı için ko­nulmuş isimlerdir. Allah Teala bu iki isimle bütün varlık alemini murad etmiştir. Bunu teyid eden başka bir buyruğu da şudur: "Ha­yır, işiniz gece gündüz tuzak kurmaktı". (Sebe733) Yani, gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklarınız. Çünkü onlar tuzaklarını ya gece ya da gündüz kurmaktaydılar. Allah Teala bu iki kelimeye mekan manası yükleyerek her ikisinde kurdukları tuzakları da murad et­miştir.

O´nun şu buyruğu da bu manadadır: "Halbuki gecede ve gün­düzde barınan şeyler O´nundur". (En´am/13) Bu ayetin tefsirinde iki farklı anlayış mevcuttur. İlkine göre ayette geçen ´Sekene=Sa-kin oldu´ fiilinden kasdedilen, yeryüzünde barınan ve onu mesken edinen varlıkların yerleşimidir. Diğer anlayışa göre kasdedilen, hareketin zıddı olan ´Sükûn´ halidir ki bu mana daha yakındır. Çün­kü kainatta aslolan hareket değil sükûn yani durağanlık halidir. Yaratılmışlara layık olan çaresizlik ve yokluk sıfatlarına yakın dü­şen mana da budur. Harekete geçirme ise Allah Teala´nın ihdas ve icrası ile sonradan ortaya çıkmış bir durumdur.

Aynı şekilde sükunun zikredilmesiyle onun zıddı olan hareketin kasdedümiş olması ihtimali de mevcuttur. Buna misal olarak şu ayet-i kerimeyi zikredebiliriz: "Hem sizi sıcaktan koruyacak elbise­ler., yaptı". (Nahl/81) Yani sıcaktan olduğu gibi soğuktan da koru­yan elbiseler. Çünkü elbise, bu maksadla da kullanılabilen bir eş­yadır. Allah Teala, her iki ayette de ikinci sıfatın istidlal yoluyla bi­linmesi için sıfatlardan birini zikretmekle iktifa etmiştir.

Allah Teala buyurdu ki:
"Onların kalplerini ve gözlerini önce buna inanmadıkları şekilde ters çeviririz". (En´am/110) Allah Resu­lü (sav), Allah Teala´nın kalpleri çevirmedeki eşsiz kudretine ve la­tif yaratışına şahit olduğu için O´nun bu sıfatı üzerine yemin ede­rek "Kalpleri çevirene andolsun ki"[62] buyurmuştur. Allah Resulü (sav) kalplerin değiştirilmesinde kudret-i ilahinin nasıl seri bir şe­kilde devreye girdiğini herkesten daha açık ve kesin birşekilde gör­düğü için yemin edilenin kudretini yüceltmek ve bu babda önceye dayanan ilminden dolayı hissettiği korku ile bunu bir Kasem lafzı haline getirmiştir.

O, şöyle dua ederdi: "Ey kalpleri değiştiren (=Mukallibe´l-kulûb) kalbimi dinin üzere sabit kıl. Bunun üzerine bazı sahabiler, ´Ey Al­lah Resulü, sen de mi korkuyorsun?´ diye sorduklarında şunu söy­lemiştir: Ben bile emin olamıyorum. Çünkü kalpler Rahman´m iki parmağı arasındadır. Onları dilediği şekilde değiştiriverir". [63] Hadi­sin başka bir lafzında ise şu ifade geçmektedir: "Eğer kalbi yerinde kılmak isterse, yerinde kılar, eğer kaydırmak isterse de kaydırır [64] Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edildi: "Kalp, her an değişimiyle serçe gibidir". Yine O, şöyle buyurmuştur: "Kalp, kazan gibidir, altı yakıldığı zaman kaynar". Meşhur bir hadiste de

O´nun şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Kalp, çöllük bir arazide rüzgarların savurduğu bir kuş tüyüne benzer".[65]

Kalp, bünyesinde bulundurduğu gayb hazinelerinden dolayı gece-gündüz gibi değişim mekanıdır. Yine o, vakitlerin değişimine göre hü­kümlerin de değiştirildiği bir yerdir. Kula düşen; kalplerin değiştiril­mesine ve onları değiştiren Hak Teala´mn kalp ile sahibi arasında bu­lunduğuna iman etmesinin vacib olduğunu bilmesidir. Allah Teala, iman ile Öldükten sonra diriltmeyi birleştirerek şöyle buyurmuştur: "Ve bilin ki Allah kişi ile kalbi arasında durur ve (hepiniz) O´nun hu­zuruna toplanırsınız". (Enfal/24) İbni Abbas (ra) bu ayeti tefsir ede­rek şöyle demiştir: Allah Teala, mümin ile küfür arasında mani ola­rak dururken kafir ile de iman arasında engel olarak durur.

Başka bir tefsirde ise şöyle denilmiştir:
Kul ile, Allah ve Resu-lü´nün (sav) davetine icabeti arasında durur. Diğer bir tefsirde ise şöyle denilmiştir: Mümin ile kötü son, kafir ile de güzel son arasın­da engel olarak durur. Başka bir zat ise şunu söylemiştir: Mümin ile onu helaka itecek bir büyük günah işlemesi arasında mani ola­rak dururken münafık ile onu felaha götürecek bir amele muvaffak kılınması arasında engel olarak durur. Muvahhid ile şehadet getir­meden ölme arasında durabilir. Bütün bunlar, müminler nezdinde Allah Teala´mn azap tehdidinin tahakkuk edeceği istikametindeki korkulardır. Kainat da aynı şekilde bir tüy gibi Allah Teala´mn ira­desiyle çekip çevrilir.

Kuvvetli bir fırtına, bir kuş tüyünü nasıl yerden yere vuruyor­sa Kadir-i Mutlak olan Allah Teala da kainatı işte o şekilde dönde-rir ve değiştirir. Allah Teala´mn kudreti, hesaplamaya ve mesafeye ihtiyaç duymadığı gibi zaman ve mekana da ihtiyaç duymaz. Ka­inatın mülkünde zahir olan ve belli bir mekanda beşerin gözleriyle görülen fiiller ise Allah Teala´mn hikmeti, benzersiz yaratışı ve sağ­lam yapışının misalleri olmaları bakımındandır. Beri yandan mele-kut aleminde gizli olarak tahakkuk eden ve kalplerin basiretleri­nin değiştirilmesi gibi fiiller de, O´nun kudretinin gizliliğinin ve gü­cünün eziciliğinin tecellisi olarak meydana gelirler.

Bir kulun kudret-i ilahiye dair müşahede sin deki nasibi, onun tevhiddeki nasibine göredir, Tevhiddeki nasibi ise, yakinden aldığı paya göredir. Yakinden aldığı pay da, Karîb olan Allah Teala´ya ya­kınlık derecesine göredir. Yakınlık derecesine gelince, bu da Allah Teala´nm onun kalbine yakınlığına göredir. Allah Teala´mn onun kalbine yakınlığı, onun Allah Teala´yı bilme (=ma´rifetullah) seviye­sine göredir. Allah´ı bilme noktasında varılan genişlik ve derinlik, imandaki ziyadeye bağlıdır. İmandaki ziyadesi ise, onun Allah Te­ala´ya, Allah Teala´mn da ona olan ihsanına bağlıdır. Allah Te­ala´mn. ihsanı ise, ona itina göstermesi ve onu üstün tutmasına bağlıdır. Kul, işte bu şekilde Allah Teala´yı bilir. Sevilen ve herşeyi elinde bulunduran Allah Teala´mn kudretinin sırrı da budur.

Kulun cahillik babmdaki nasibine gelince, bu da yaşadığı gafle­tin derecesine bağlıdır. Gafleti, kalbindeki dünya sevgisine bağlıdır. Dünya sevgisi ise, nevalarının kuvvetine, nevalarının kuvveti de nefsin onun üzerindeki hakimiyetine ve nefsani sıfatların kalbinde yayılmasına bağlıdır. Nefsani sıfatların kalbe hakim olması ise, ya-kini ilmindeki zayıflığa bağlıdır. Yakini ilim ve imamndaki zayıflık ise, Allah Teala´mn onun gözlerine koyduğu perdenin kalınlığına ve onunla Allah Teala arasındaki uzaklığın büyüklüğüne bağlıdır.

Perde ve uzaklığın kula kazandırdıkları ise, kibir ve kalp katı-laşmasıdır. Kalp katılaşması, kulu, günahlara dalmaya sevkedecek-tir. Günahlara dalmak, öfke ve yüz çevirmeyi beraberinde getirecek­tir. Kulun öfke ve yüz çevirme hali içinde bulunması, Allah Te­ala´mn onunla ilgilenmemesinin ve ona kötü bakmasının neticeleri­dir. İşte bu da Allah Teala´mn kulu diğerlerinden ayırdığı kaderinin sırrıdır. Kulun müptela olduğu bu zemmedilmiş sıfatlar, daha önce gördüğümüz ve kula in´amda bulunulan övülmüş sıfatların tam zıd-dıdır. Kullarını bu iki istikametten birine döndüren de yine O´dur.

Hevamn kulun kalbinde yerleştiği mekanın büyüklüğü, düşma­nı olan şeytanın onu kendisine ne kadar süslediğine ve kula musal­lat ediliş derecesine bağlıdır. Allah Teala bu babdaki kudretinin işaretleri olan aye.tlerde şöyle buyurmaktadır: "Allah kime hidayet etmek isterse onun yüreğini İslâm´a açar. Kimi saptırmak isterse onun yüreğini de dar ve sıkışık kılar". (En´,am/125); "Eğer Allah yardımcınız olursa size galib gelecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bı­rakırsa O´ndan sonra size kim yardım edebilir ki?". (Al-i İm-ran/160); "Allah sana bir kötülük dokundurmak isterse, onu Allah´tan başka giderecek yoktur. Eğer senin için bir iyilik murad ederse O´nun lütfunu çevirecek de yoktur". (En´am/17)

Burada şöyle bir mesele çıkmaktadır
: Hidayet veren Allah Te-ala, aynı zamanda saptıran olduğuna göre kimler hidayet bula­caktır? Allah Teala buyurdu ki: "Allah saptıracağı kimseyi hidaye­te erdirmez". (Nahl/37) Buna göre, Allah Teala´nm şanına yakı­şan; sabık ilminde sapmış olarak bildiği için saptırdığı kimseyi hiç kimsenin hidayete er dirememe sidir. Öncesinde sapmış oldu­ğunu bildiği bir kulunun nasıl hidayete iletebilir ki? İşte bu ma­nada, "Allah s...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes