Konu Başlığı: İslam´ın Beşinci Esası Hac Hakkındadır Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ocak 2010, 18:49:34 İslam´ın Beşinci Esası Hac Hakkındadır
İslam dini hac ile kemal bulurken, müslüman oluş da onunla tamama erer. Haccm farzları hakkında Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Ona yol bulabilenler için Ev´i haccetmek, Allah´ın insanlar üzerindeki hakkıdır". (Al-i İmran/97) Allah Resulü (sav) ayetteki "yol/imkan" bulabilme ifadesini azık ve binek bulabilmekle tefsir etmiştir. Kul, azık ve binek bulduğu zaman hac farizasını ifa etmekle yükümlü olur. Bunlara sahip olmasına rağmen haccı ertelemek mekruhtur. Eğer haccetmemiş veya durumunun bozulması sebebiyle imkansızlıktan dolayı hacca gitmemiş olarak ölürse, O´na karşı günah işlemiş olur. Allah Teala´nm imkan verdiği günden Öldüğü ana kadar sürekli günah işlemiş sayılır. Böyle biri, İslam´ın kemaline ulaşmaktan uzaktır. Çünkü Allah Teala İslam´ı hac farizası ile kemale erdirmiştir. Nitekim Arefe Günü indirdiği ayet-i kerime şöyledir: "Bugün dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizler için din olarak İslam´dan razı oldum". (Maide/3) Allah Resulü (sav) de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Müzmin bir hastalık veya zalim bir sultanın engellemesi olmaksızın hacca gitmemiş olarak ölen kimse, yahudi veya hıristiyan olarak ölmeyi Önemsemeyen kimsedir". Ömer (ra) şöyle demiştir: Bir ara şuna niyetlendim: İmkanı olduğu halde hacca gitmeyen kimselere cizye vergisi koyayım. Sa´id b. Cübeyr, İbrahim en-Neha´î, Mücahid ve Tâvus´dan şu söz nakledilmiştir: Eğer üzerine hac farz olduğu halde hacca gitmeyen zengin birinin öldüğünü duysam, onun cenazesini kılmam. Selef-i Salih´den bir zatın hali vakti yerinde bir komşusu vardı. O zat, hacca gitmeden ölen zengin komşusunun cenaze namazını kılmamıştı. İbni Abbas (ra) da şöyle derdi: Zekat vermeksizin ve hacca gitmeksizin ölen kimse, dünyaya geri döndürülmeyi ister. O, bu sözü şu ayet-i kerimenin tefsirini yaparken söylemiştir: "Rab-bim, beni geri döndür, belki ardımda bıraktığım (dünyada) salih amel işlerim". (Müminun/99) Bu anlamdaki bir diğer ayet-i kerime de şudur: "Rabbim, beni yakın bir tarihe erteleseydin, tasdik eder ve salihlerden olurdum". (Münafîkun/10) Yani zekat verir ve hacca giderdim. İbni Abbas (ra) bu ayet-i kerimenin müslümanlar için en ağır hükmü içerdiğini söylemiştir. Yürüme gücü olan veya çalışabilir durumda olan birinin de yol emniyetinin bulunması durumunda haccetmesi, kendisi için faziletli bir amel olur. Yayan olarak hacceden kimse için attığı her adımda yedi yüz hasene yazılır. Binek üzerinde giden hacı için de hayvanın attığı her adımda yetmiş hasene yazılır. Yürüme gücü, bazı alimlere göre ayetteki "yol/imkan bulma" şartının ifası için yeterlidir. Ulemanın geneline göre haccm farzları altıdır. Onlar, bu farzlardan üçü üzerinde ihtilaf ederken, diğer üçü üzerinde ittifak etmişlerdir. İhtilaf ettikleri farzlar, Sa´y, Kurban gecesi Müzdelife´de geceleme ve Kurban günü şeytan taşlamadır. İttifak ettikleri ise, Hac için ihrama girme, Arafat´ta vakfede durma ve Kabe´yi tavaf etmedir. Alimler, bunlar dışındaki esasların sünnet ve müstehab babından oluşu hususunda da farklı görüşlere sahiptirler. Biz, çoğunluğun yani Cumhur´un mezhebini tercih etmekteyiz. Buna göre haccm farzları dörttür: 1. ihrama girmek. 2. Arefe günü güneşin zevalinden Kurban günü fecrin doğuşundan öncesine kadar Arafat´ta vakfe yapmak. 3. Vakfe ve şeytan taşlamanın ardından ziyaret tavafını yapmak. 4. Hac için ihrama girildikten sonra Safa ile Merve tepeleri arasında sa´y yürüyüşünü eda etmek. Sa´y, Arafat vakfesinden önce yapılabileceği gibi sonra da yapılabilir. Bunlar dışındaki hac kuralları sünnet ve müstehab babında değerlendirilir. Bunlardan bazıları müekked, bazılarının terki kefareti gerektiriri, ve bazılarının da yapılmamasında hiçbir beis yoktur. Kabe tavafı üçtür. Bunlardan biri farz olup terkedilmesi halinde hac batıl olur. Bu tavafa, Ziyaret Tavafı denir. İkincisi sünnet olup terkedilmesi halinde kefaret vermek gerekir. Haccm tam olmasını engellemeyen bu tavafa da Veda Tavafı denir. Üçüncüsü ise müstehab olup terkinden dolayı hiçbir şey gerekmez. Bu tavafa da Vurûd Tavafı denir. Haccm farz, hüküm ve şekilleri hakkında naklettiklerimiz, kitabımızın amellerle ilgili diğer bölümlerinde de yaptığımız üzere azık miktarıyla sınırlanmıştır. Hac ve menasikle ilgili olarak nakledilen hadis ve görüşleri, müstakil olarak hazırladığımız Kitabu menâsiki´t-Hacc adlı kitapta bütün boyutlarıyla ele aldık. [52] Haccın Fazilet Ve Adabı Hakkındadır: Bu bölümde haccın fazilet ve adabıyla birlikte marifet yoluna giren sülük ehlinin hacda takip ettikleri yol ile hacıların faziletlerini anlatmaya çalışacağız. Allah Teala buyurdu ki: "Hac, bilinen aylardadır. Bunlarda haccetmek farz olan -yani haccı üzerine farz görerek Şevval, Zilkade ve Zilhicce´nin dokuz gününde ihrama giren kimse için- hacda kadına yaklaşmak, günaha sapmak, kavga etmek yoktur". (Bakara/197) Ayette geçen "rafes" kelimesi, her türlü boş iş, küfürlü söz, kadınlarla oynaşma ve cilveleşme, onlarla cinsi münasebet hakkındaki konuşmalar gibi hususları ihtiva eden zengin içerikli bir kavramdır. "Füsûk" kelimesi ise, Allah Teala´ya itaatten çıkış, O´nun koyduğu sınırlardan herhangi birini çiğneme fiillerini ifade eden bir kavramdır. "Cidal" ise, düşmanlık ve kinin her türlü tezahürünü ihtiva eden bir kavramdır. Allah Teala´nın hac menasik ve esaslarını temiz tutmaya yönelik emrine konu olan kötü fiillerin geneli bu üç kelime ile ifade edilmiştir. Bunlar, günah ve kusurların ana kollarını oluşturan masi-yetlerdir. Hac, sözlükte yüceltilen birini ziyarete gitmek anlamındadır. Araplar, tazim ve ihtiramda bulundukları Numan´m ziyare- tine gidişi ifade etmek için "Nehuccu ilâ Nu´mâne=Numan´ı ziyaret edeceğiz, ona haccedeceğiz" derlerdi. Hacı, haccetmeye niyetlendiği zatı yüceltip tazim etmelidir. Ziyaretinin "Hac" olarak nitelenebilin esi için gerekli olan temel husus budur. Hac aynı zamanda açık bir yola sülük etmek/yola girmek anlamında da kullanılmıştır. Bunda belli bir maksad ve faydaya dayanma sözkonusudur. Hac, "nüsk" konumunda "mahaccet" kelimesinden türetilmiş bir kavramdır. "Nüsk", yol kavramı için konulmuş bir isim olup "mensik" kelimesinden türemedir. "Mensik" yol isimlerindendir. Bunun çıkış yeri de kurban kesimidir. "Nâsik=Kurban kesen/yola giren" de bu esasa dayanılarak böyle isimlendirilmiştir. Çünkü o, kendisini ahirete götüren yola girmiş kimsedir. Haccm faziletlerinin ilki, onu Allah Teala´nın rızasına halis kılmaktır. Hac esnasında harcanan para helal olmalı ve hacı bu süre zarfında ticaretten elini çekmelidir. Çünkü ticaret, kalbi meşgul ederek ihlası dağıtır. Hacının kalbi; sakin, her türlü maddi kaygıdan uzak ve heva-dan arınmış ve zikrullah ile dolmuş olmalıdır. Hacı yalnız önüne bakmalı, arkasına dönmemelidir. Niyetin sıhhati, doğruluk ve dürüstlükle olur. Nefis de gönüllü olarak harcama ve infakta bulunmalı, tasadduk ve ahiret azığı toplamadageniş davranmalıdır. Hacdaki harcama, Allah yolunda harcama gibi olup bir dirhem, yediyüz dirhem sevabına ulaşacaktır. Hac, Allah yolunda yapılmış sayılan fiillerden biridir. Bu husus Allah Resulü´nden (sav) de rivayet edilmiştir. İbni Ömer (ra) ve diğerleri şunu nakletmişlerdir: "Yolculukta azığın güzelliği, kişinin keremindendir". Yine O, şöyle buyurmuştur: "Hacıların en faziletlisi; niyet bakımından en halis, harcama bakımından en temiz, ya-kini iman bakımından en güzel olandır". Ibnu´l-Münkedir´in Cabir´den (ra) rivayet ettiği hadis-i şerif ise şöyledir: "Kabul edilmiş haccm ödülü ancak cennettir. Bunun üzerine ´Haccın iyilik ve kabul şartı nedir?´ diye soruldu. O da ´Güzel söz söylemek ve yoksullara yemek yedirmek´ buyurdu".[53] Denir ki: Haccın sefer ve yolculuk olarak isimlendirilmesinin sebebi, cinselliğe ilişkin hususlardan, bazılarına göre nefsani sıfatlardan uzaklaşmadır. Çünkü sılada arkadaşlığı güzel olan kimsenin, seferdeki arkadaşlığının da güzel olması gerekmez. Adamın biri, birini tanıdığını söyleyen dostuna şöyle demişti: Onunla güzel ahlakın esaslarını sınayacağın bir yolculukta beraber oldun mu? O, ´Hayır dedi. Bunun üzerine şöyle dedi: Kavga etmedikçe, riyayı çoğaltmadıkça, kadınlara bulaşmadıkça ve münakaşaya girmedikçe onu tanıdığını söyleyemem. Bişr b. el-Hars´m şöyle dediği rivayet edilmiştir: Süfyan dedi ki: Her kim kadınlara yanaşırsa, haccı fasid olur. Hacı, haccın hüküm, farz, fazilet ve menasikini hacca niyet ettiğinde güzelce öğrenmeli, bunu kendisi için en önemli husus olarak görmeli ve bütün sefer şartlarını önüne almalıdır. Çünkü seferinin maksad ve gayesi hacdır. Kul, bu bilgileri asla ihmal etmemeli ve onları kendisi için dürüst bir refakatçi, sevgi dolu bir alim gibi görmelidir. Zikri unuttuğu zaman kendisine hatırlatırken, hatırladığında yapmasına yardım eder. Korktuğunda onu yüreklendirirken, aciz kaldığında ona güç verir. Zannı kötüleşip yüreği daraldığında yüreğini açarak zannını iyileştirir. Kişi, yol arkadaşına muhalefet ve sürekli itirazda bulunmamalı, ona güzellikle davranmalı, yumuşak ve hoşgörülü, insanlara karşı barışçı olmalı, onların verdiği eziyete karşı sabırlı olmalıdır. Bütün bunlar, haccı faziletli kılar. Devenin veya binek havanının palanı üstünde oturarak haccetmek, takva sahiplerinin haccı ve Selef-i Salih´in izledikleri yoldur. Denir ki: Ebrâr zümresinin haccı, develerin semerleri üstünde gerçekleşir. Süfyan-ı Sevri (ra) babasından şunu nakletmiştir: Kûfe´den hac için Kadisiye´ye gittim ve yolda çeşitli beldelerden hac yolculanyla karşılaştım. Hacıların tamamını binek hayvanları, develer ve tahtırevanlarda gördüm. Hepsinin de yüklerini tutmuş olduklarına şahit oldum. Mücahid, İbni Ömer´e (ra) ´Hac kafilesi geldi, ne kadar da çok hacı var!´ dediğinde şöyle demiştir: Ne kadar da az hacı var! Ne kadar da çok binekli var! İbni Ömer (ra) develerin üstüne vurulan çadır ve tahtırevan gibi bidatleri gördüğü zaman ´Hacılar az, binekliler çok´ eterdi. Sonra hasırların üstünde oturan perişan halli hacılara şahit olduğunda ise, (Ne kadar da güzel bir hacı!´ demiştir. Hacı, perişan görünümlü, azık ve yük bakımından hafif, ancak zaruri ihtiyaçlarımtaşıyan kimse olmalıdır. Eşya ve yükünde aşırıya gitmemeli, kendisini ve yol arkadaşını sıkmaman, herşeyde yeterli olanla iktifa etmeli ve kırmızı renkli giysilerden uzak durmalıdır, Çünkü bu tür giysiler giymek mekruhtur. Allah Resulü (sav) devrinde şöyle bir hadisenin yaşandığı rivayet edilmiştir: "O, bir seferde ashabıyla birlikte bir konak yerinde mola vermişti. Develer serbest bırakılmıştı. Allah Resulü (sav), develerin yalanları üzerindeki kırmızı örtüleri görünce, ´Size kırmızının hakim olduğunu görüyorum´ buyurdu. Ashab ayaklandı ve koşarak develerin palanlarındaki örtüleri çekip almaya başladılar. Bunu o kadar telaşla yaptılar ki develerden bir kısmı ürkerek kaçtı". Hacı, şöhret celbedecek giysilerden ve gözlerin dikileceği eşya ve malzemelerden sakınmalı, gösteriş için israfta bulunanlara ve övünmeyi seven ehli dünyaya benzemeye çalışmamalıdır. Aksi tak^ dirde kibir ehli arasında yazılır. Dünyevi nimetleri ve refah düzeyini yükseltmeye de çalışmamalıdır. Çünkü bunlar, Allah yolunda müstehap görülmemiştir. Allah yolunda sıkıntı, çile, susuzluk ve zorluk arttıkça yapılan amelin fazilet ve sevabı da artar. Allah Resulü (sav) bir devenin üstünde haccetmişti. Bindiği deve, çelimsiz bir deveydi ve üstünde dört dirhem değerinde kadife bir örtü vardı. Allah Resulü (sav), müslumanlarm kendisini görerek sünnetini koruyabilmeleri için devesi üstünde tavaf etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Hac menasikinizi benden Öğrenin"[54] Yine O, şöyle dua ederdi: "Lebbeyk Allahım Lebbeyk! Gösterişsiz ve riyasız bir hac ile!" Başka bir hadisinde ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Lebbeyk! Muhakkak ki (gerçek) hayat, ahiret hayatıdır". Allah Resulü (sav) hacılara saçların dağınıklığını ve tevazuyu emrederken refah ve nimet içinde yüzmekten sakındırmışlar.. Fuda-le b. Ubeyd´in rivayet ettiği hadiste de böyle denilmektedir. Başka bir hadiste ise şöyle buyrulduğu rivayet edilmiştir: "Hacı, ancak saçı başı dağınık ve fısıltıyla konuşan kimsedir. Allah Teala meleklerine şöyle buyurur: Benim evimi ziyaret edenlere iyice bakın. Onlar derin vadilerden saç baş dağınık ve toz içinde Bana gelmişlerdir". Allah Teala yüce Kitabı´nda da şöyle buyurmuştur: "Sonra kirlerini gidersinler". (Hac/29) Ayetteki kirlilik, saç baş dağınıklığı ve toza bulanmış olmadır. Bunun giderilmesi, saçın tıraş edilip tırnakların kesilmesiyle mümkün olur. Ömer b. Hattab (ra) ordu komutanlarına gönderdiği bir emirde şöyle demişti: "Askerlerinize eskileri giydirin, huşuneti yeğleyin". Hadis ehlinden bir zat bu sözü biraz değiştirerek şöyle demiştir: Ömer (ra) tarafından sünnetin iskat edilerek tıraşın emredilmesi muhtemel değildir. O, Haricilerin mezhebini beğendiği için Sa-biğ´e şöyle demiştir: Başını aç! Sabiğ´in saçının iki örgüye sahip olduğunu görünce şunu söylemişti: Eğer tıraşlı olsaydın boynunu vurmuştum. Hacı, giyecek ve kullandığı eşya bakımından Yemenlilere benzemeye çalışmalıdır. Çünkü onların hacda izledikleri yol ve adetleri takip etmek, Selefin takip ettiği yola girmektir. Allah Resulü (sav) de, bu hususta şöyle buyurmuştur: "Onların sıfatlarını aşan ve yollarına aykırı giden kimse bidatçi ve muhdistir". Yine bu anlamda şöyle denilmiştir: Yemenliler, hacıların süsleridir. Çünkü onlar, Sahabe´nin ve Selefin izledikleri yol ve usûl üzeredirler. Onların azla yetinmeleri ve nadir bulunur olmaları nedeniyle övülmeleri babında şöyle denilmiştir: (Yemenli hacılar) ateşten dolayı köpürmez, yolun meşakkatinden dolayı bunalmazlar. Geçmiş ulema, halktan birinin Mekke yoluna çıktığını gördükleri zaman şöyle derlerdi: Filan kişi haccetmek üzere yola çıktı demeyin. Misafirlik niyetiyle yola çıktı deyin. Hac yolculuğunda kullanılan tahtırevan ve çadırlı develerin Haccac b. Yusuf tarafından ortaya çıkarıldığı ve halkın da bu adeti benimsediği söylenmiştir. O dönemin alimleri bunu kınamakta ve bu tür bineklere binmeyi mekruh saymakta idiler. Ben de bu tür çadır ve tahtırevanların, hayvanları telef etmesinden endişe ederim. Yaklaşık dört adam ağırlığındaki bu tür çadırlar, ağırlıklarının yanısıra hayvanların aşırı ezilmesi ve yetersiz beslenmesi sebebiyle ölümlerine yol açmaktaydı. Hacılar, mümkün olduğunca, bineklerinin üstünde uyumamah-dırlar. Çünkü uyuyan kimsenin hayvana daha ağır geldiği söylenir. Vera´ ehli binek hayvanlarının sırtlarında asla uyumaz, ancak otururken aralıkları içleri geçebilirdi. Yine onlar, binekleri üstünde uzun süre durmazlardı. Çünkü bu da hayvanlara ağır gelen bir dirimdir. Bir hadis-i şerifte de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bineklerinizin sırtlarını yatak edinmeyin [55] Kiralık devenin üstünde, ancak örfe uygun miktarda yük taşınabilir. Bir adam İbnu´l-Mübarek´e ´Şu mektubu benim için yanında taşıyıver demişti. Ona şöyle dedi: Deve sahibinden izin alabilirsem olur. Çünkü ben onu kiraladım. Kişi, sabah ve akşam vakitlerinde bineğinden inerek onu dinlendirmelidir. Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) fiili sünneti ve birçok hadis nakledilmiştir. Konu Başlığı: Ynt: İslam´ın Beşinci Esası Hac Hakkındadır Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ocak 2010, 18:53:08 Selef-i Salih´ten bazıları ise binek hayvanının sırtında uyuklamayı doğru bulur ve sırttan inmemeyi şart koşarlardı. Onlar sadece hayvanların rahat etmesi için onlara iyilikte bulunarak sırtlarından inerlerdi. Zahir ulemasından biri şöyle demiştir: Binekli olarak haccetmek, masraf ve harcaması sebebiyle daha faziletlidir. Çünkü bu, nefsi bunaltmaya daha uzak ve ona eziyet bakımından daha hafif olduğu için, haccm selamet ve kemaline daha yakın görülür.
Bize göre haccm durumu iftara benzer. Kişinin tabiatına ağır geldiği, sabrı tükendiği ve sıkıntısı arttığı vakit açtığı iftar daha faziletli olur. Aynı şekilde güzel ahlak ve yürek genişliği de faziletlidir. Bu, bazı kimselere mahsus bir hal de olabilir. Çünkü bazı kimseler, sıkıntıya mahkum, asabi yaratılışlı ve sabırsız olabilirler. Kimi zaman yayan gitme imkanı da olmayabilir. Mekkeli fakihlerimizden vera´ sahibi bir zata, Mekke´den Aişe Mescidi olarak bilinen umre mikatma gidilerek yapılan umreler hakkında şöyle bir soru sormuştum: Acaba Mekke´den mikat yerine yayan gitmek mi, yoksa bir dirheme eşek kiralayarak onunla gitmek mi daha faziletlidir? Alim şu karşılığı verdi: Bu, sözkoimsu mesafenin insanlara zor görünmesine bağlı olarak değişir. Eğer bu mesafeyi yürümek kişiye zor geliyorsa, zorluktan dolayı yayan gitmesi daha faziletlidir. Eğer bir dirhem vererek eşek kiralamak ona daha zor geliyorsa, nefsini buna zorlaması için kiralaması daha faziletli olur. Alim zat sözüne devam ederek şöyle dedi: Bu durum, insanların müreffeh olmaları noktasındaki farklılığa bağlı olarak da değişiklik arzeder. Böyle kimselere yürümek daha ağır gelebilir. Bize göre umre mikatma yürüyerek gitmek daha faziletlidir. Gücü yeten ve bundan sıkılmayan kimse için yürüyerek haccetmek çok daha faziletlidir. Böyle birinin, buna teşvik eden bir azim ve yüreğinin de olması gerekir. Ehli Beyt kanalıyla rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Ahir zamanda hacceden kimseler dört sınıftır: Gezinti için hacceden sultanlar; Ticaret için hacceden zenginler; Dilenmek için hacceden fakirler; Şöhret için hacceden alim ve kariler". Hac için ücret talep etmek, dünyevi bir çıkar umarak başkasının yerine haccetmek mekruhtur. Alimlerden bir topluluk bunu mekruh saymıştır. Çünkü hac, ahiret amellerinden biri olup tıpkı namaz, ezan ve cihad gibi Allah Teala´ya yakınlığı hedefleyen bir ibadettir. Bu tür ibadetlerden ancak uhrevi sevap hasıl olur. Allah Resulü (sav) müezzin olarak görevlendirilen Osman b. Ebi´l-´As´a şöyle buyurmuştur: "Sabah ezanı için ücret alma [56] Bir defasında da Allah Resulü´ne (sav) cihad için sefere çıkan ve buna karşılık üç dinar alan birinin durumu sorulmuştu. O, şöyle buyurdu: "Onun için dünya ve ahiret bakımından aldığı üç dinardan başka bir karşılık sözkonusu değildir". Eğer kulun niyeti ahiret ve azmi Allah Teala´ya yakınlık olup bunu almak zorunda kalmışsa, Allah Teala ahiret niyetine dayanarak dünyalık verebilir. Ancak dünyalık niyetine uhrevi karşılık vermez. O kimsenin de bu durumda olduğunu ümid ederim. Bir hadis-i şerifte de hac konusunda Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Tek bir hac için üç kişiye ecir verilir ve hepsi de cennete girerler: Onu vasiyet edenler; Vasiyeti uygulayan; Haccı ikame eden hacı ki o, rnüslüman kardeşinin mesuliyetten kurtulmasına ve onun farzını edaya niyet etmiştir". Cihadına karşılık ücret alan mücahidin durumu, Musa´nın (as) annesinin durumuna benzer. O, kendi çocuğunu emzirmesine karşılık ücret almış ve bu ücret kendisine helal kılınmıştır. Aynı şekilde mücahidin niyyeti de cihad ise, onun için gerekli yardıma muhtaç : olduğunda onu isteyebilir. Bunun gibi haccı ile ahiret sevabına ve j Allah Teala´nm rızasına nail olmaya niyet eden kimse de, üzerinde- ki yükümlülüğün ifasından sonra haccı için verilen ücreti alabilir. Haccın faziletlerinden biri de, insanları hac yolundan çeviren Allah düşmanlarına mal ile destek vermemektir. Çünkü mal ile { destek ve takviyede bulunmak, can ile desteklemeye eşittir, insan- i lan Mescid-i Haram´dan engellemek, bizzat menetme ve yolu mu- \ hasara etme şeklinde olur. Bu tür çirkin fiillerin maksadı ise insan lardan para almaktır. Müslüman hacı, bunlardan kurtulma yollarım aramalıdır. Alim bir zat bu gibi durumlarda nafile haccı terkedip geri dön menin daha faziletli olduğunu söylemiştir: Bu gibi zalimlere destek i olmaktansa, nafile haccı terketmek daha hayırlıdır. Çünkü ona gö re bu, dine sonradan sokulmuş bir bidat ve müminlerin dinine karıştırılmış çirkin bir adettir. Bu fiilde, alandan da verenden de kay naklanan bir bidat sözkonusudur. Bize göre de hüküm, aynen bu değerli alimin ifade ettiği gibidir.ı Çünkü hacıların yoluna çıkarak onlardan para talep etmek, sünneti haline getirilmiş bir bidattir. Bunda alçalma, zillet ve nafile haccı! eda etmemeden daha kuvvetli bir olumsuzluk mevcuttur. Aksini düşünmek dahi mümkün değildir. Yol kesicilere verilen bu haraç, İslam ve müslümanlar açısından cizyeye denk bir aşağılama ve zillettir. Allah Resulü (sav) bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Müslü-; inanlardan her biri İslam´ın gediklerinden birini tutar. Eğer onlar mevzilerini terkederlerse, İslam´a senin bulunduğun yerden saldırılmaması için yerini sıkı tut Meşhur bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiş-i tir: "Müslümanlar tek bir beden gibidir. Müslümanm diğer müslü-i inanlara göre durumu, başın vücuda göre durumuna benzer. Vücut,! başın ağrısından dolayı rahatsızlık duyar. Baş da vücudun ağrısın dan dolayı ağrı çeker".[57] Bazıları, zaruret bulunduğu teviliyle buna ruhsat verme görüşünü savunabilir. Ancak durum, onların zannettiği gibi değildir,´ Çünkü hacının geri dönmesi halinde yol kesen eşkıya ondan hiçbirşey alamayacaktır. Hatta zenginliğin tesiriyle ihdas ettikleri tahtırevanlarda ve süslü çadırlarda olsalar bile para vermek durumunda olmayacaklardır. Eğer sözkonusu haracı verirlerse, zaruret ortadan kalktığı için gönüllü olarak, isteyerek ve iradi olarak vermiş olacaklardır. Belki de bu, develerinin sırtlarında taşıdıkları çadırlar ve hayvanların taşıyabileceğinden çok daha ağır yüklere karşılık onlara verilen bir cezadır. Onlar, bir hayvanın çekebileceğinden dört kat fazla mal ve fuzuli eşya ve ticari mal yüklemek suretiyle onların ölümüne sebep olmaktadırlar. Bu yüzden de, o hayvanların telef edilmesinden dolayı hesaba çekileceklerdir. Yollarda verdikleri haraçlar, belki de bu suçların bir cezası olarak gündeme gelmektedir. Onlar zavallı hayvanlara ticari sermayelerini, gereksiz eşyaları, şüpheli malları fazlasıyla yükleyen veya hacdan başka niyetlere sahip olan kuşkulu kimselerdir. Ebu´d-Derda´nın (ra) ölen devesine şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ey deve! Rabbi´nin huzurunda benden davacı olma. Çünkü sana taşıyamayacağın yükler yüklemedim. Allah Teala, bir günahı benzeri bir günahla, ya da daha ağırıy-la cezalandırır. Hacı, hac görevlerini ve menasikini ifa ederken saçı başı dağınık ve toz içinde olmalıdır. Sünnete uygun olan budur. Yolda Allah Teala´yı sürekli zikretmeli, hac görevlerini eda ederken devamlı surette O´nu anmalı ve gafillere de O´nu hatırlatarak diğer insanlar hakkında konuşmayıp kendini ilgilendirmeyen konularda sükutu yeğlemelidir. Yeterli olanda zorlamaya gitmeyerek mükellef kılmmadığı hususlara müdahil olmamalıdır. İyi bir şey gördüğünde onu emretme-li, çirkin bir şey gördüğünde ondan sakındırmalıdır. Bütün bunlar, haccın ecrini arttıran ve hacıyı faziletli kılan hususlardır. Hacının inikat noktasında hac ve umreyi birleştirmesi müste-hap görülmüştür. Çünkü bunda Allah Teala´ya daha fazla yaklaştıracak bir alışkanlığı benimseyerek kendi beldesinin mikat noktasında iki ibadeti birleştirme sözkonusudur. Bunu tercih eden bir hacı, umreyi de ifa etmiş olacaktır. Zira umre Kur´an-ı Kerim´de hac ile birlikte anılmıştır. Ayrıca umre, ulemadan birçoğuna göre hac gibi farz kılınmış bir ibadettir. Selef-i Salih´ten bir topluluk, hacca umre ile başlamayı ve onu haccın önüne almayı daha güzel görmüştür. Hasan el-Basri (ra), Ata, İbni Şirin ve Neha´î bu alimlerden bazıları dır. E nes´t en (ra) rivayet edilen bir hadise göre Allah Resulü fsav) hac ve umreyi birleştirmiş ve her ikisine birlikte başlamıştır.[58] İbni Seleme´nin kardeşi, Zabiy b. Ma´bed´den şunu nakletmiştir: Bir defasında hacca gitmeye niyet etmiştim. İlim ehlinden bir zat bana hac ile başlamayı tavsiye etti. Ben de fıkıh ehlinden birine danıştım. O da hac ile umreyi birlikte eda etmemi tavsiye etti. Ben de öyle yaptım. Her ikisiyle telbiyede bulundum. Daha sonra Ömer´in (ra) yanma vardığımda kendisini durumu bildirdim. O da şöyle dedi: Peygamberi´nin sünnetine uymuşsun. Hacı, umreyi daha önce yaparsa, Temettü´ Haccı´nda bulunmuş olur. Bilahare haccederse Hacc-ı İfrad´ı eda etmiş olur. Böylesi daha faziletlidir. Ulemadan bir topluluğun tercihi bu yöndedir. Hacc-ı İfrad ile yalnız haccı eda ederse, o zamanda, Allah Resulü´nden (sav) nakledildiği üzere sadece haccı eda etmiş olur. Bu, Aişe (ra) ve Gabimden (ra) rivayet edilmiştir. Kişi haccını eda ettikten sonra kendisi için tayin edilmiş mikat noktasına gelir ve umreye niyetlenir. Bu da güzeldir. Allah Teala buyurdu ki: "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın". (Bakara/196) Ömer (ra) ve Osman´ın (ra) hac ile umreyi tamamlama hakkındaki görüşleri de bu yöndedir. İkisini ayrı ayrı eda etmek de onları tamamlamak babından sayılmıştır. Hacc-ı Kıran´da tavaf etmeli, iki tavafı tamamlamalı ve iki kez sa´yde bulunulmalıdır. Böylelikle hac ve umreyi birleştirme ya da ayırmaya yönelik ihtilaflar da giderilmiş olur. Kul, ihramda iken bol bol telbiyede bulunmalıdır. Telbiye, hac esnasında yapılacak zikirlerin en faziletlisidir. Telbiyede bulunulurken ses mümkün olduğunca yükseltilmelidir. Telbiye lafzı olarak Sahabe´den nakledilen metin şudur: "Leb-beyk yâ ze´l-me´âric! Lebbeyk haccen hokkan ta´abbüden ve rikkan! Ve´r-rağbâ´ü ileyke ve´l-´amelu!" Telbiyede Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen metinle iktifa edilirse, bu da güzeldir. Hacıya farz kılınmamış olsa da, hac esnasında kurban kesmekdaha faziletlidir. Kesilen hayvanın etini yemekten sakınılmalıdır. Hacc-ı Kıran, temettü´ve kefaret için kesilen hayvanların etlerinde olduğu gibi, farz kılınmış kurbanlıkların etleri de yenmez. Farz kılınmadığı halde nafile olmak üzere kesilen hayvanların etlerinden yemek müstehaptır. Kesilecek havyan, hadislerde belirtilen sekiz kusuru taşımamalıdır. Bu sekiz kusur şunlardır: 1. Eksik uzuv, 2. Kulakta yarık, 3. Boynuzda kırık, 4. Uyuzluk, 5. Kulağın üstten yarık olması, 6. Kulağın önden yarık olması, 7. Kulağın arkadan yırtılmış olması, 8. Aşırı derecede zayıf ve dermansız olması. Bu meyanda Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah´ın nişanelerini tazim ederse, bu da kalplerin takvasmdandır". (Hac/32) Bu ayet-i kerimenin tefsirinde, kurban hayvanlarının besili ve güzel olmalarının kasdedildiği söylenmiştir. Kurbanlıkların en faziletlisi dişi deve, ardından inek, ardından beyaz boynuzlu koç, ardından keçidir. Kesilecek kurbanlığın mikat yerinden getirilmesi daha doğrudur. Böylelikle kurbanlık arama meşakkatinden kurtulmuş olunur. Selef-i Salih, üç şeye değer verir ve onlarda değer düşürmeyi mekruh sayarlardı: Hac kurbanı, azat edilecek köle ve kurbanlık. Onlara göre bunların hepsinde pahalı ve sahibi için değerli olanı almaya çalışmak daha güzeldir. Bu hususta İbni Ömer´in (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ömer (ra) Mekke´ye çok güzel bir kurbanlık götürmüştü. Alıcılar bu kurbanlık için kendisine üç yüz dinar teklif etmişlerdi. Bunun üzerine Allah Resulü´ne (sav) bu hayvanı satarak parasıyla dişi bir deve alıp alamayacağını sordu. O da kendisini bundan menetti ve şöyle buyurdu: Hayır, kurban olarak yalnız o hayvanı keseceksin. Mekke´ye götürülecek kurbanlığın seçimindeki serbestlik sünnettendir. Bu konuda güzel davranmalı ve daha fazla kurban kesebilmek için seçilen hayvan değiştirilmemelidir. Çünkü az ama kaliteli olan, çok ama kalite bakımından düşük olandan daha hayırlıdır. O günün fiyatlarıyla üç yüz dinara otuz dişi deve alınabilirdi. Ama az bulunan ve eşsiz güzelliğe sahip olan tek bir hayvan, birbirlerine benzeyen birçok deveden daha hayırlı görülmüştür. İbnu´l-Münkedir´in Cabir´den (ra) rivayet ettiği bir hadis şöyledir: "Allah Resulü´ne (sav) haccm kabul şartının ne olduğu sorulmuştu. ´Telbiyede sesi yükseltmek ve dişi deve kurban etmek´ buyurdu".[59] Aişe´nin (ra) hadisinde ise Allah Resulü´nün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kurban günü Adem oğlunun yapacağı hiçbir amel, Allah için kan akıtmak kadar sevimli gelemez. Kestiği hayvan Kıyamet günü boynuzları ve toynaklarıyla gelir. Onun kanı, yere düşmeden önce Allah Teala´nm huzuruna düşer. Kurbanlığı güzellikle kurban edin".[60] Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "(Kurbanlığın) derisindeki her kıl ve kanındaki her damla için size bir hasene vardır. Kurbanlık, Kıyamet günü teraziye konulur. Müjdeler olsun". Kurbanlık hayvanlar içinde sadece koyun bir yaşını tamamladığında kesilebilir. Bunun dışında keçide iki, inekte üç ve devede beş yaşını bitiren hayvanlar kesilebilir. İhrama kendi memleketinde girmek, hac ve umreyi tamamlayıcı hususlardan ve azimet babından sayılmıştır. Ömer (ra), Ali (kv) ve İbni Mesud (ra) "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" (Bakara/196) ayetinin tefsirinde şöyle demişlerdir: Bu ikinizin tamama ermesi, halkınızın yaşadığı bölgede ihrama girmenizdir. Hac sırasında kalp, Allah Teala´nın icabetinin umulduğu mübarek mekanlarda sürekli uyanık olmalı, menfaat umulan noktalarda dikkatli bulunmalıdır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "(Gelsinler) ki kendileri için birtakım faydalara tanık olsunlar ve (Allah´ın) kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerinde belli günlerde Allah´ın adını ansınlar". (Hac/28) Hacının Mekke´den çıkıp Arafat´ta vakfeye gidinceye kadar, ziyaret tavafından Mina´ya dönünceye kadar geçen sürede hac mena-sikinin ifa edildiği yerlerde yürümesi müstehab görülmüştür. Hacıya binek kullanmayı mubah görenler, hac menasiki bitinceye kadar Mekke´ye yayan olarak gitmeyi müstehap görmüşlerdir. Abdullah b. Abbas (ra) vefatı esnasında çocuklarına şu vasiyette bulunmuştur: "Ey oğullarım, yayan olarak haccedin. Yürüyerek hacceden için, attığı her adımda harem hasenatından yediyüz hasene vardır. ´Harem hasenatı nasıldır?´ diye sorulduğunda ise şöyle demiştir: Her hasene yüzbin adet olacaktır". « Hac esnasında yürümenin en çok vurgulandığı ve faziletli bulunduğu mahaller, İbrahim (as) Mescidi ile Vakfe arasındaki yol ile, Vakfe´den Müzdelife´ye kadar olan yol ve bayram günü sabahı Mes-cid-i Haram´dan Mina´ya kadar olan yoldur. Ayrıca şeytan taşlama günlerinde yürümek de çok faziletli görülmüştür. Dua, zikir ve telbiyeye mani olmadıkça Arefe gününü oruçla geçirmek de fazileti muciptir. Eğer kulun gücü yetmiyorsa, oruç tutmaması daha hayırlıdır^Allah Resulü (sav), Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra) Arefe günü oruç tutmuşlardır. Osman (ra) da o günü oruçla geçirenlerdendir. \ Hacı, yollarda yürürken sürekli ibret almalı, ayetleri düşünmeli, Allah Teala´nm hikmet ve kudretini, insanları çekip çevirmesini tefekkür etmelidir. Allah Teala´nm her vakit var ettiklerini düşünerek yarattığı herşeyde bir ibret ve öğüdün bulunduğunu bilmelidir. Hac esnasında kendisini bir ahiret yolcusu gibi gibi hissetmeli, herşey-den ders çıkarmalı, feraset sahibi olmalı ve gördüğü herşey kendisini Allah Teala´ya havale ederek O´nu hatırlatmalıdır. Baktığı herşeyde O´na şahit olmalı, O´nun emri üzerinde tefekkür ederek bunlarla O´nun hikmetini delili endir m eli ve kudretini teyid etmelidir. Hasan el-Basri´ye ´Kabul edilmiş haccm alameti nedir?´ diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: Kulun, ahirete rağbet ederek dünya hakkında zühde yönelmesidir. Kabul edilen haccm (=Hacc-ı Mebrûr) sıfatı hakkında da şunlar söylenmiştir: İnsanlara eziyet etmemek, yapılan eziyetlere tahammül etmek, iyi arkadaşlık, azığı harcama. Haccm kabul alametinin de şu olduğu söylenmiştir: Alışılmış günahları terketmek, boş ve kararsız arkadaşları salih dostlarla, heva meclislerini de zikir meclisleriyle değiştirmek. Yukarıda açıkladığımız amellere muvaffak kılman kimsenin bu hali, onun haccının kabul ediliş alametidir. Bu, Allah Teala´nın hac niyetinde ona şefkat edişinin de delilidir. Hac yolunda malı veya canı noktasında bir musibete maruz kalan kimsenin hali de, haccı-nın kabul emarelerindendir. Çünkü hac yolunda karşılaşılan bir musibet, Allah yolunda şöyle bir infaka denktir: Bir dirhemin karşılığı yedi yüz kat olacaktır. Bu yolda karşılaşılan musibetler, cihad yolundaki zorluklar hükmündedir. Konu Başlığı: Ynt: İslam´ın Beşinci Esası Hac Hakkındadır Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ocak 2010, 18:59:08 Kul, Kabe´yi bolca tavaf etmelidir. Çünkü bir haftalık tavaf, yüzyirmi rahmet ihtiva eder. Bu rahmetlerden herbiri de O´nun izniyle Allah Teala tarafmdandır. Çünkü O, rahmetini kullarından dilediğine mahsus kılar. Bu rahmetlerden her biri için kazanacağa hasenatın en azı on hasenedir. ´
Ata´nın İbni Abbas´dan (ra) rivayet ettiği bir hadiste Allah Re-sulü´nün (sav) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Allah Teala bu Ev´e her gün yüz yirmi rahmet indirir. Bunların altmışı tavaf edent ler, kırkı namaz kılanlar, yirmisi de ona bakanlar içindir". Başka bir hadisinde ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kabe´yi çok tavaf edin. Kıyamet günü amel defterlerinizde bulacaklarınızın en basiti fakat amelleriniz gıbta edilmeye en çok değe!;r olanı odur". Tavaf esnasında konuşmayın, sürekli Allah Teala´yı zikredi tekbir getirin. O´na hamdedip Kur´an okuyun. Sükunet ve vakarla!, huşu ve tevazu içinde yürüyün. İnsanları sıkıştırmayın ve Kabe´ye mümkün olduğu kadar yaklaşın. Hacer-i Esved´i öperek sağdaki sütunları istilâm edin. Mümkün olursa her seferinde böyle yapın: Bir hadislerinde Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim Kabe´yi yalınayak ve hüzündü bir haldi tavaf ederse bir köle azat etmiş gibi olur. Kim de yağmur altında bir hafta tavaf ederse geçmiş günahları mağfiret olunur". Bu hadis, Hasan b. Ali (ra) tarafından arkadaşlarına rivayet edilmiş ve onun tarafından Allah Resulü´ne (sav) dayandırılmıştır. Tavaf esnasında bayağı niyetlerden ve adi fikirlerden sakının. Denir ki: Kul, bu diyarda niyetinden dolayı dahi hesaba çekilir. Bu meyanda İbni Mesud´un (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kul, Mekke dışında hiçbir beldede fiilden önceki iradesi (niyeti) sebebiyle hesaba çekilmez. Yine o, şöyle demiştir: Kul, Mekke´de bir günah işlemeye niyet ettiğinde bile Allah Teala onu cezalandırır. O, bu sözünün ardından şu ayet-i kerimeyi okumuştur: "Mescid-i Haram´dan (insanları) geri çevirenler (bilsinler ki), kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak isterse ona acı bir azap tattırırız". (Hac/25) Görüldüğü gibi azap tehdidi, fiile değil irade ve niyete bağlanmıştır. Denir ki: Mekke´de işlenen suçların cezaları, oradaki hasenatın sevaplarında olduğu gibi katlarca arttırılarak verilir. Orada işlenen günahlara da, ancak orada kefaret olunabilir. İbni Abbas (ra) şöyle derdi: Mekke´de ihtikar, haramda aşırıya sapma sayılır. Denildi ki: Orada yalan söylemek bile haktan sapma sayılır. Ömer b. Hattab´ın (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rekiy-ye´de yetmiş günah işlemem, Mekke´de tek günah işlememden daha sevimlidir. Rekiyye, Mekke ile Taif arasında bir beldenin adıdır. Selef-i Salih´in vera´ ehlinden Abdullah b. Ömer (ra), Ömer b. Abdülaziz (ra) ve benzeri şahsiyetler, bir çardak Mescid-i Haram´da bir çardak da Harem-i Şerifin dışında kurarlardı. Namaz ve benzeri bir ibadette bulunacakları zaman Harem-i Şerifteki çardağa girer ve oranın faziletini idrak etmek isterlerdi. Onlara göre Harem-i Şerifin her tarafı, Mescid-i Haram´m içi hükmündeydi. Yemek yemek, aileleriyle konuşmak veya abdest bozmak istediklerinde ise Harem dışındaki çardaklarına giderlerdi. Denir ki: Hacıların aileleri, geçmiş zamanlarda Mekke´ye girdikleri zaman, ayakkabılarını çıkarırlardı. Tıpkı Tuva Vadisi´ne gösterilen ta´zim gibi Harem´e saygı gösterirlerdi. Mekke´de ikamet edenlerden bazıları da, Harem-i Şerifte büyük ve küçük abdest bozmazlardı. Hatta bazılarının, Allah Teala´mn nişanelerini ta´zim ve O´nun Harem´ini tenzih etme maksadıyla helallik bölgesinden çıkıncaya kadar ne büyük, ne de küçük abdest lerini bozmadıklarına bizzat şahit olduk. İyi amellerin tamamı, Mekke´de katlarca arttırılır. Bir hasene, Mescid-i Haram´da kılman namaz misali yüzbin hasene sayılır. Bu anlamda İbni Abbas (ra), Enes (ra) ve Hasan el-Basri´den (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Bir günlük oruç, yüzbin günlük oruç, bir dirhem sadaka yüzbin dirhem sadakaya denk tutulur". Denir ki: Yedi hafta tavaf, bir umreye bedeldir. Üç umre ise, bir hacca bedeldir. Umre, küçük hac olarak bilinir. Allah Teala´nm şu buyruğu da buna delil mahiyetindedir: "Büyük Hac (Hacc-ı Ekber) günü". (Tevbe/3) Bu, ayet-i kerime, umrenin küçük hac olduğunu göstermektedir. Araplar arasında umreyi hac olarak isimlendirenler de vardır. Allah Resulü (sav) de bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: "Ramazan ayında yapılan bir umre, hacca denktir"[61] Yukarıda naklettiğimiz esaslar dahilinde haccı eda eden kimsenin durumu, haccm kabulünün alameti ve Allah Teala´nm onun ni yetine olumlu bakışının işareti sayılır. [62] Haccin Ve Allah Rızası İçin Accedenlerİn Faziletleri: Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Bu Ev´e haccedip kadınlara yanaşmayan ve günaha sapmayan kimse, günahlarından anasının doğurduğu günki gibi sıyrılır". Başka bir hadiste ise, şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim, evinden hac veya umre niyetiyle çıkar ve ölürse, ona Kıyamet gününe dek hac ve umre yapan sevabı verilir. İki haremden birinde ölen kimse de hesaba çıkarılıp sorgulanmaz. Kendisine ´Cennete gir denir". Diğer bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kabul edilmiş bir hac. dünyadan ve onun içinde-kilerden daha hayırlıdır. Kabul edilmiş bir haccm, cennetten başka bir karşılığı yoktur".[63] Konuyla ilgili bir başka hadis-i şerif de şöyledir: "Hacılar ve umre yapanlar, Allah Teala´nm elçileri ve ziyaretçileridir. Onlar niyaz ettiklerinde (istedikleri) kendilerine verilir. Bağış dilediklerinde onları bağışlar. Dua ettiklerinde kendilerine icabet eder. Şefaat dilendiklerinde şefaat ederler". Bir zat, şunu nakletmiştir: Şeytan, Arafat´ta beşer suretinde bana göründü. Çok zayıf, sararmış, gözü yaşlı ve beli bükük bir halde idi. ´Seni ağlatan nedir?´ diye sorduğumda şöyle dedi: ´Hacıların ticari kaygı olmaksızın Allah Teala´ya yönelmeleri. Bu durumda onların amellerini boşa çıkaramamaktan endişe ediyorum. Bu da beni kahrediyor. Teki bedenini böyle zayıflatan nedir?´ diye sorduğumda ise şöyle dedi: Atların Allah yolunda kişnemeleri. Eğer benim yolumda kişneselerdi, bundan çok memnun kalırdım. ´Rengin niye sarardı?´ diye sorduğumda da şöyle dedi: "Müslümanların hayır ve iyilik üzerinde yardımlaşmaları. Eğer günah üzerinde yar-dımlaşsalardı benim çok hoşuma giderdi. Ta belini büken nedir?´ diye sorduğumda şu cevabı verdi: Kulun, (Allahım Sen´den hayırlı son niyaz ederim´ demesi. Ne olurdu, ameliyle övünseydi. İşte belimi büken de budur. Arafat´tan Müzdelife´ye doğru ifazada bulunan bir adam İbnü´l-Mübarek ile karşılaştı ve kendisine şöyle dedi: Ey Eba Abdurrah-man! Şu vakitte günah bakımından insanların en ağırı kimdir? îb-nü´1-Mübarek dedi ki: Allah Teala -hacıları kasdederek- şu insanları bağışlamamıştır, diyen kimsedir. Ehli Beyt kanalıyla rivayet edilen müsned bir hadis de şöyledir: "İnsanların günah bakımından en ağırı, Arafat´ta vakfede durup da Allah Teala ´hm kendisini bağışlamadığını zanneden kimsedir". Denir ki: Öyle günahlar vardır ki ancak Arafat´taki vakfe ile kefaret olunurlar. Cafer b. Muhammed bu haberi merfıı´ olarak rivayet etmiş ve Allah Resulü´ne (sav) dayandırmıştır. Denildi ki: Allah Teala, bir kulunun günahını vakfede bağışladığı zaman, o günahı işleyenlerin tamamını bağışlar. Selef-i Salih´ten bir zat ise, Arefe günü Cuma´ya rastladığında vakfede duranların bütün günahlarının bağışlanacağını söylemiştir. Ona göre böyle bir gün, dünyadaki bütün günlerin en faziletlisidir. Allah Resulü (sav) Veda Haccı´nı o gün eda etmiş ve o hacdan sonra başka bir hac ziyaretinde bulunamamıştır. O gün Arafat´ta vakfede dururken kendisine şu ayet-i kerime nazil olmuştur: "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamam- -ladım ve sizin için din olarak İslam´dan razı oldum". (Maide/3) Kitab ehlinin alimleri de şöyle demişlerdir: Eğer bu ayet bize indirilmiş olsaydı, o günü bayram ilan ederdik. Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir: Şehadet ederim ki bu ayet, iki bayramın birleştiği gün, yani Arefe ve Cuma gününde Allah Resulü (sav) vakfede iken nazil olmuştur. Seleften bir topluluk, "Ki kendileri için bir takım faydalara şahit olsunlar" (Hac/28) ayet-i kerimesinin tefsirinde, ´Kabe´nin Rabbi adına, bununla kasdedilen onların bağışlanmalarıdır demişlerdir. "Andolsun ki, ben de onları (saptırmak) için Senin doğru yolunun üstüne oturacağım" (A´raf/16) ayet-i kerimesinin bir tefsiri ise şeytanın Mekke yoluna oturarak hacılara mani olmaya çalışacağı şeklinde yapılmıştır. Mücahid ve diğer tefsir alimlerinden nakledilen de şu manadadır: Melekler, Allah Teala ile şeytanın sözleri karşı karşıya gelince hacıları muhafazaya alır ve kire bulaşmalarından önce onlar için dua ederek ´Allah Teala sizden ve bizden kabul buyursun´ derler. Hacılar Mekke´ye vardıklarında da melekler kendilerinin karşılarlar. Deve sırtında gelenlere selam verirken eşek ile gelenlerle tokalaşır, yayan gelenleri ise kucaklayarak sarılırlar. Hasan el-Basri (ra) dedi ki: Ramazan ayını, Allah yolunda cihadı veya haccı takiben vefat eden kimse şehit olarak vefat etmiştir. Ömer b. Hattab (ra) ise şöyle demiştir: Hacılar ve onların Zilhicce, Muharrem, Sefer ve Rebiülevvel´in yirmi gününde bağış diledikleri kimseler bağışlanmıştır. Selef-i Salih, cihaddan dönen gazileri teşyi eder, hacıları ise karşılayarak alınlarından öper ve kendilerine dua etmelerini isterlerdi. Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allahım! Hacıyı ve onun bağışlanma dilediği kimseyi bağışla". Ali b. el-Muvaffak´tan şunu nakletmişlerdir: Hacca gittiğim yıllardan birinde Arefe gecesi Mina´daki Hayf Mescidi´nde kaldım. Uykuda yeşiller giymiş iki meleğin gökten indiğini gördüm. Biri arkadaşına (Ey Allah´ın kulu!1 diye seslendi. Diğeri de ´Buyur ey Allah´ın kulu1 diye karşılık verdi. İlki, ´Rabbimizin Evi´ni bu yıl kaç kişi haccetti?´ diye sorunca öbürü ´Bilmiyorum´ dedi. İlki sözüne şöyle devam etti: Bu yıl Rabbimiz´in Evi´ni altıyüz bin kişi haccet-miştir. Peki bunlardan kaçının haccınm kabul edildiğini biliyor musun? Diğeri, ´Hayır bilmiyorum dedi. Bunun üzerine o sözüne devam etti: ´Sadece altı kişi´. Bu konuşmadan sonra göğe doğru yükselerek kayboldular. işte o an korkuyla uyandım. İçime derin bir kaygı çöktü. Kendi durumumdan endişelenmeye başladım. Sadece altı kişinin haccı kabul edildiğine göre ben altı kişinin nere sindeydim. Arafat´tan indiğimizde Harem-i Şerifte geceledim. Sürekli hacıların çokluğunu, haccı kabul edilenlerin ise azlığını düşünüyordum. Uykuya daldığımda gökten iki kişinin indiklerine gördüm. Biri, ´Ey Allah´ın kulu´ diyerek diğerine seslendi. O da, ´Buyur ey Allah´ın kulu´ diye karşılık verdi. İlki, ´Rabbimiz´in Evi´nin kaç kişinin ziyaret ettiğini biliyor musun?´ diye sordu. O da, ´Evet, altıyüz bin kişi´ dedi. İlki, ´Peki kaçının haccmın kabul edildiğini biliyor musun?´ diye sordu. Diğeri, ´Evet, altı kişi´ diye cevapladı. İlki, ´Peki Rabbi-miz´in bu geceki hükmünü biliyor musun?´ diye sordu. Öteki, ´Hayır1 dedi. Bunun üzerine ilki, ´O, haccını kabul ettiklerinden herbi-rine yüzbin sevap verdi´ dedi. Uyandığımda çok mutluydum. O anki sevincim tarif edilemeyecek derecede fazlaydı. Bu kıssada altı kişi zikredilmiş, yedinci belirtilmemiştir. Bunlar arzın direklerini temsil eden abdal zümresinin yedi mensubudur. Allah Teala, öncelikle onların kalplerine bakar. Sonra onların kalpleri vasıtasıyla velilerin kalplerine bakar. Onların nuru, Allah Tea-la´nın celalinden kaynaklanır. Velilerin nurları ise abdal zümresinin nurlarından kaynaklanır. Onların nasipleri ve ilimleri de, abdal zümresinin nasip ve ilimlerinden gelir. Kıssada yedinci abdal zikredilmemiştir. O, arzın ve abdal zümresinin kutbudur. Bütün abdal onun terazisindedir. O, bu ümmet için Hızır´a (ra) benzer. İlim bakımından da ona denktir. O ikisi, ilim hakkında istişare eder ve biri diğerinden bilgi alır. Ancak bu Kutub, kıssada zikredilmemiştir. Allah Teala daha iyi bi lir ama, bu ümmetten hacca gitmeksizin ölenleri ona teslim edilir. Çünkü o, amel bakımından hepsinden daha zengin, şefaat noktasında daha etkilidir. Ali b. el-Muvaffak´tan rivayet edildi ki: Hacca gittiğim bir yıl, hac farizalarını tamamladıktan sonra haccı kabul edilmeyenleri düşünmeye başladım ve şöyle dedim: Allahım, ben bu haccımı ve onun sevabını, haccı kabul edilmeyen birine hibe ettim. O gece Allah Teala rüyama girdi ve şöyle buyurdu: Ey Ali! Cömertliği ve cömertleri Ben yarattığım halde cömertlikte Bana meydan okuyorsun. Ben, cömertlerin en cömerdi, kerem sahiplerinin en yücesiyim. ikram ve cömertliğe bütün yarattıklarımdan daha layığım. Haccı kabul edilenlerin sevaplarını, haccı kabul edilmeyenlerin hepsine hibe ettim. Îbnu´l-Muvaffak hayatta iken Allah Resulü (sav) adına da birkaç kez haccetmişti. O, şunu anlatmıştır: Allah Resulü´nü (sav) rüyamda gördüm. Bana, ´Ey İbnu´î-Muvaffak, benim için haccettin mi?´ diye sordu. Ben de, ´Evet, ey Allah Resulü´ dedim. O, ´Peki benim adıma telbiyede bulundun mu?´ diye sordu. Ben, ´Evet ey Al- lah Resulü´ dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Bu, senin için benim yanımda bir kudrettir. Bu fiilin sebebiyle Kıyamet günü seni Ödüllendireceğim. Herkesin dikildiği meydanda senin elinden tutacağım. Herkes hesap kaygısında iken seni cennete götüreceğim [64] Beytü´l-Harammn Faziletleri: Allah Teala, Kabe olarak isimlendirdiği Evi´ni her yıl altıyüz bin kişinin ziyaret edeceğini vaadetmiştir. Bu sayı eksildiği takdirde Allah Teala meleklerle sayıyı tamamlayacaktır. Bu sayede Kabe bir gelin gibi sarılacak, onu ziyaret eden herkes, Örtülerine sarılarak onunla birlikte cennete girmeye çalışacaktır. Bir hadis-i şerifte Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hacer-i Esved, cennet yakutlarından bir yakuttur".[65] Hacer-i Esved, Kıyamet günü iki gözü ve dili olduğu halde diriltilecek ve konuşacaktır. O, kendisine istilâm edenler için doğruluk üzere şahitlik edecektir. Allah Resulü (sav) onu çok öperdi. Bir hadiste de O´nun Hacer üzerine secde ettiği rivayet edilmiştir. O, devesinin üzerinde tavaf ederken, asasını ona doğru tutar, sonra da asasını öperdi. Ömer (ra) de onu öpmüş ve şöyle demiştir: Biliyorum ki sen, ne yararı, ne de zararı olan bir taşsın. Allah Resulü´nü (sav) seni öperken görmeseydim, seni öpmezdim. O bunu söyledikten sonra hıçkırıklara boğularak ağlamıştı. Arkasında döndüğünde Ali´yi (kv) görmüş ve ona şöyle demiştir: Ey Eba Hasan, buracıktan ne ibretler almıyor! Ali (kv) de şöyle dedi: O, yarar da verebilen, zarar da verebilen bir taştır. Ömer (ra) ´Nasıl olur?´ diye sorunca şu cevabı verdi: Allah Teala, yarattıklarından bir ahit aldı ve onlar için bir yazı yazarak onu bu taşın içine yerleştirdi. O, mümin için vefakârlık, kafir için nankörlük ettiği yönünde şahitlik eder. Hatta müslümanların onu istilâm ederken Söyledikleri, ´Allahım! Sana iman ederek Kitabı´nı tasdik ederek ve ahdine vefa ederek´ ifadesinin de bunu kasdettiği belirtilmiştir. Onlar, bu sözlerle, o yazıyı ve Allah Teala´nm aldığı ahdi kasdetmekteydiler. Bir hadislerinde de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Toprak önce benim için yarılır. Sonra Baki mezarlığına giderim ve oradakiler benimle birlikte hasredilir. Sonra Mekke halkına giderim, onlar da Haremeyn´in arasında haşrolu-nurlar". Başka bir hadiste de şu ifade yer almaktadır: "Adem (as) hac menasikini eda ettiği zaman melekler karşısına çıkarak ´Haccm kabul edildi ey Adem!´ derler". Başka bir hadis ise şu mealdedir: "Allah Teala her gece yeryüzü sakinlerine nazar eder. İlk nazar ettiği Harem-i Şerif halkıdır. Harem halkından O´na ilk bakanlar da, Mescid-i Haram´m müdavimleridir. Allah Teala tavafta gördüklerini bağışlar. Namazda gördüklerini de bağışlar. Kıbleye dönük olarak uyuyor gördüklerini de bağışlar". Ebu Türab en-Nehaşî´ye Abadan´da namazın hükmü sorulmuştu. Şu cevabı verdi: Mescid-i Haram´daki uyku, Abadan´daki namazdan daha faziletlidir. Evliyadan bir zata keşf nasip olmuş ve şöyle demiştir: Bütün serhat boylarının Abadan´a, Abadan´ın da Harem-r Şerifin hazinesi ve Mescid-i Haram halkının limanı olan Cidde´ye yöneldiğini gördüm. Mekke´de bir yıl kaldım. Oradaki pahalılık beni dara düşürmüş ve sıkıntı çekmeye başlamıştım. Bir gece rüyamda, önümde duran iki şahsın,konuşmalarına şahit oldum. Biri diğerine şöyle diyordu: Bu beldede herşey kıymetli. Sanki pahalılığı kasdediyor gibi idi. Diğeri ise şöyle dedi: Mevki kıymetli olduğu için buradaki herşey de kıymetlidir. Malların sana ucuz gelmesini istiyorsan, onları mevkinin itibarına kat, o zaman ucuz görürsün.[66] Mekke´de İkameti Hoş Görmeme: Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle derdi: Gerçekten de hangi belde de ikamet edeceğimi bilemiyorum. Kendisine ´Horasan´ denildi. Bunun üzerine şöyle dedi: Orada muhtelif mezhepler ve bozuk fikirler vardır. ´Şam´ denildi. Bunun üzerine de şöyle dedi: Orada parmakla gösterilen biri olursunuz. İrak´ denildi. Süfyan (ra), ´Orası zorbaların beldesidir dedi. ´Mekke´ denildi. Onun için de şöyle dedi: Mekke keseyi ve bedeni eritir. Adamın biri Süfyan-ı Sevri´ye (ra) şöyle demişti: Mekke´de yaşayıp Beytullah´a komşu olmaya niyet ettim, bana ne tavsiye edersin? Süfyan (ra) şu cevabı verdi: Sana üç şey tavsiye ederim: İlk safta namaz kılma! Kureyşli ile arkadaşlık etme! Sadakanı açıktan verme! Onun ilk safta namaz kılmayı hoşgörmemesinin sebebi şuydu: İlk safta namaza alıştığı zaman, herhangi bir nedenle namaza katılmadığı zaman yokluğu hissedilir ve şöhret kazanarak tanınan biri olurdu. Aynı safta namaz kılmaya alışıldığı zaman ihlas kaybo7 lup güzel görünme ve riyakârlığın gündeme gelmesi muhtemeldir. Mekke´de yaşıyorken Süfyan-ı Sevri´yi (ra) bir adam ziyaret et7 ti ve kendisinden bir istekte bulunarak şöyle dedi: Adamın biri Mekke´de tasadduk etmemi isteyerek bana para verdi ve onu Kabe´nin sidanesine vermemi rica etti. Sen ne dersin? Süfyan (ra) şöyle dedi: Verdiği emirde bilgisizlik etmiş. Kabe, bu tür yardımlara muhtaç değildir. Bunun üzerine adam, ´Peki senin görüşün nedir?´ diye sordu. Süfyan (ra) da, ´Onu yoksullara ve dullara dağıt. Ancak falancalara verme, çünkü onlar hacı soyuculardır1 dedi. Selef-i Salih´ten bazı kimseler, Mekke´de ikameti hoş görmez ve orayı yalnız hac niyetiyle ziyareti, hacdan sonra da ayrılmayı tercih ederlerdi. Bunun sebebi, orayı daha çok özlemek olduğu gibi, orada günah işleme korkusu veya tekrar gelme isteği de olabilir. Allah Teala buyurdu ki: "Biz Beyt´i (Kabe´yi) insanlara toplantı ve güven yeri kıldık". (Bakara/125) Yani müslümanlar yıldan yıla gelerek orada toplanır, oraya olan özlemlerini canlı tutarlar. Başka bir beldede bulunup kalbinin bu Ev´e bağlı kalması, burada ikamet ederek sıkılmandan, ya da kalbinin başka bir beldede olmasından daha sevimlidir. îbni Uyeyne Şa´bî´den şu sözü rivayet etmiştir; Açık bir hamamda ikamet etmem, Mekke´de ikamet etmemden daha sevimlidir. Süfyan (ra) bu sözü açıklayarak şöyle demiştir: Yani ona duyduğu saygı hissi ve orada günah işleme kaygısı sebebiyle böyledir. Ömer b. Hattab (ra) da hacca giden hacılar bir süre koyar veya şöyle derdi: Ey Şam halkı sizin Şam´ınız, ey Iraklılar sizin Irak´ınız, ey Yemenliler sizin Yemen´iniz var! İbni Abbas (ra) şöyle derdi: JMekke evlerinden kira almak haramdır. İnsanlar, kadınlara arkadan yanaşmayı ve Mekke evlerinden kira almayı helal saymadıkça Kıyamet kopmaz. Süfyan-ı Sevri (ra), Bişr (ra) ve fakihlerden bir topluluk da Mekke evlerine kira Ödemeyi mekruh saymışlardır. Hatta Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle demiştir: Senden kira istediklerinde, eğer vermekten başka çare bulamazsan, Kabe´den onlara verdiğin kadarını alabilirsin. Selef-i Salih´ten bir zat ise şöyle demiştir: Horasan´da yaşayan niceleri vardır ki, bu Ev´e, onu tavaf edenlerden daha yakındırlar. Allah Teala´mn öyle kulları vardır ki, Kabe Allah Teala´ya yakın olabilmek için onlarla beraber tavaf eder. Şeyhlerimizden biri de Ebu Ali el-Kirmanî den şöyle bir hadise nakletmiştir: el-Kirmanî Mekke´de ikamet eden şeyhlerimizden biriydi ve abdal zümresindendi. Hadiseyi bizzat ondan da işittim. el-Kirmanî dedi ki: Bir gece Kabe´nin müminlerden biriyle birlikte tavaf ettiğini gördüm. Bu şeyh bana şöyle dedi: Belki de gökyüzünün Kabe´nin zeminine indiğini görmüşsündür. Kabe onu emmiş ve ona yapışmıştır. Yeryüzündeki abdal zümresinin çoğunluğu Hind, Zenci diyarları ile küfür beldelerinde yaşarlar. Denir ki: Güneşin battığı hiçbir gün yoktur ki abdal zümresinden biri Kabe´yi tavaf etmemiş olsun. Fecrin doğduğu hiçbir gece de yoktur ki gavslardan biri onu tavaf etmiş olmasın. Bu durum sona erdiğinde Kabe yeryüzünden gökyüzüne doğru yükseltilir ve insanlar sabaha çıktıklarında Kabe´den hiçbir eser kalmadığını görürler. Onlardan hiç birinin tavaf etmediği yedi yıl geçtikten sonra Kabe yükseltilir. Bunun ardından da mushaflardaki Kur´an yükseltilir. İnsanlar sabah baktıklarında mushaf sayfalarının bembeyaz olduğunu görürler. Bunun ardından hafızalardaki ayetler de silinir. İnsanlar, Kur´an´dan tek bir cümleyi dahi hatırlamaz olurlar. Bunun ardından şiirlere, şarkılara ve Cahiliye devrinin hikayelerine dönerler. Ardından deccal çıkar. Onu takiben Meryem oğlu İsa (as) iner ve onu öldürür. Bu dönemde Kıyamet´in kopması, günü sayılan bir hamilenin çocuğunu doğurması kadar yakındır. Vüheyb b. el-Verd el-Mekki´den şu kıssa nakledilmiştir: Bir gece Hacer-i Esved´in dibinde namaz kılıyordum. Kabe ile örtüleri arasından şöyle bir ses dumdum: Allah´a ve sana şikayet ediyorum ey Cebrail! Çevremde tavaf edenler konuşmalarında ne kadar boş, ne kadar da çok heva ve eğlenceye dair konuşuyorlar! Eğer buna son vermezlerse, öyle bir patlayacağım ki beni ören taşlardan her biri, koparıldığı dağa fırlayacak. Rivayete göre Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Kabe´nin rüknü ve İbrahim Makamı göğe çekilmedikçe Kıyamet kopmaz". Rivayete göre Habeşliler Kabe´yi işgal edeceklerdir. Onların öncüleri Hacer-i Esved´in yanında, arkadakileri ise Cidde sahilinde olacaklardır. Kabe´nin taşlarını teker teker sökerek tamamını denize dökeceklerdir. Sahabe´den bir zatın ve eski kitapları bilen birinin de bu anlamda şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Sanki iri yapılı ve başı tıraşlı bir Habeşi´yi Kabe´nin üstünde görür gibiyim. Kazvmasıyla onu taş taş ayırıp yıkıyor. Allah Resulü´nün (sav) bir hadislerinde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bu Ev´i göğe çekilmeden önce sık sık tavaf edin. O, iki kere yıkılmıştır. Üçüncü de göğe çekilecektir". Kabe´nin göğe çekilişi, yukarıda da zikrettiğimiz gibi yıkılmasından sonra olacaktır. Kabe, yıkılmasının ardından eskisi gibi inşa edilecek ve bir müddet tavaf edildikten sonra göğe yükseltilecektir. Ebu Rafı´, Ali (kv) kanalıyla şu kudsi hadisi rivayet etmiştir: "Allah Teala buyurur ki: Dünyayı yıkmak istediğimde, buna kendi Ev´imden başlarım. Onu yıktıktan sonra dünyayı yıkarım" [67] Mekke´den sonra dünyanın en faziletli beldesi Allah Resulü´nün (sav) şehri Medine-i Münevvere´dir. Orada eda edilen ameller de katlarca sevapla mükafaatladırılır. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç diğerlerinde kılman bin namazdan daha hayırlıdır". [68] Aynı şekilde Medine´de ifa edilen diğer amellerin de, namaz gibi bin kat daha hayırlı kılındığı söylenmiştir. Medine´den sonraki en faziletli belde Kudüs´tür. Orada kılmalı namaz da, diğerlerinde kılman namazvlardan beş yüz kat daha üstün görülmüştür. Ata, İbni Abbas (ra) kanalıyla Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Medine mescidinde kılınan bir namaz, diğerlerinde kılınan onbin namaza bedeldir. Mescid-i Haram´da kılman bir namaz da diğerlerinde kılman yüzbin namaza bedeldir. Mescid-i Aksa´da kılman namaz da bin namaza bedeldir". Bunlar dışında kalan bütün şehirler eşittir. Teşvik edilen ve fazileti sebebiyle gidilmesi istenen başka bir belde yoktur. Bunlar dışındaki beldeler için herhangi bir şer1! hüküm sözkonusu olmamıştır. Bu meyanda Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Binekler ancak şu üç mescid için koşturulur: Mescid-i Haram, benim mescidim ve Mescid-i Aksa. Bunlar dışında kalbin kalbinin salah, dininin selamet ve halinin istikamet bulunduğu hangi mevkide namaz kılarsan, orası senin için en faziletli mevkidir". [69] Başka bir hadis-i şerifte ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Beldeler, Allah´ın beldeleri, kullar O´nun kullarıdır Hangisinde uygun görürsen orada ikamet et ve Allah´a hamdet" [70]Meşhur bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kim bir şeyde huzur bulursa ona bağlı kalsın. Her kimin de bir yerde geçim imkanı olursa, durum değişin-ceye kadar oradan ayrılmasın". Nu´aym dedi ki: Süfyan-ı Sevri´yi (ra) torbasını omzuna atmış, destisini eline almış bir halde gördüm ve ´Ey Eba Abdullah, nereye?1 diye sordum. ´Torbamı bir dirhem ile dolduracağım bir beldeye´ dedi. Bu hadisenin başka bir rivayetinde ise şöyle dediği nakledilmiştir: ´Ruhsatların bulunduğu bir diyar buldum. Oraya gidiyorum´. Bunun üzerine ´Ey Eba Abdullah, bunu yapar mısın?´ diye sordum. O da, ´Evet, bir beldede ruhsatların bulunduğunu duyarsam, oraya giderim. Çünkü bu, dinin için daha sağlıklı, kaygıların için eksilmedir dedi. Süfyan-ı Sevrî (ra) şöyle derdi: Bu, kötü bir devirdir. Adı sanı bilinmeyenlerin akıbetinden emin olunamazken meşhurların hali nice olur! Bu, dinini kurtarmak isteyen kimsenin diyardan diyara kaçacağı zamandır. Fakirler ve alimler, alimler ve salihlerin meclislerine katılıp istifade etmek ve onların ahlakıyla ahlaklanmak için büyük şehirlere giderlerdi. Alimler ise şehirden şehire göçerek bilgi sahibi olmak, insanları Allah´a davet etmek ve O´nun yolunu öğrenmek isterlerdi. Amel ehli ortadan kalkıp müridler yokolduğunda dininizin sıhhatine, kalbinizin İslahına ve nefsinizin sükununa en yakın olan i yere gidin ve oradan ayrılmayın. Oradan sıkılmayın. Çünkü ondan daha kötüsüne düşüp ilk yerinizi mumla aramaktan emin olamazsınız. Çoğu zaman bunu başaramayabilirsiniz. Allah Teala emrinde galib gelendir. Kuvvet ve hareket yalnız O´nunladır. O, çok yüce ve çok uludur.[71] [1] İbni Hanbel, VI/151, 228 [2] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 300-304. [3] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 304-305. [4] . İbni Hanbel, III/330 [5] Ebu Davûd, Taharet/31, Salat/73; Tiraıizî, Taharet/3, Mevakît/62; İbni Mâce, Taharet/32; Dârimî, VuduV22; İbni Hanbel, T/123, 129 [6] İbni Hanbel, 11/525, IV/22, 23 [7] Ebu Davûd, Salat/144; Tirmizî, Mevakît/81; Nesa´î, Tatbik/54, İftitah/88; İbni Mâce, îka-met/16; Dârimî, Salat/78; ibni Hanbel, 11/525, IV/22, 23, 119, 122, V/310 [8] Benzer manada hadisler için b. Ebu Davûd, SalaÜ144; Nesa´î, Tatbik/77; Dârimî, Sa-lat/78 [9] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 305-306. [10] Bu konudaki hadisler için b. Müslim, İman/269; Buhârî, Ezan/19; Ebu Davûd, Edeb/52, Sünnet/19; Tirmizî, Salat/30; İbni Mâce, Taharet/52, Ezan/3, Menasik/4, Nikah/21; Dârimî, Salat/8; İbni Hanbel, II/8, 38, V/131 [11] Dârimî, Salatf35 [12] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 307-312. [13] İbni Hanbel, VI/272 [14] Tirmizî, Mevakît/63. [15] Benzer hadisler için b. Buhârî, Ezan/112; Müslim, Salat/74-76; Ebu Davûd, Vıtr/29; Mu-vatta´, Nida/46; İbni Hanbel, 11/312, 459. [16] Buhâiî, Ezan/133, 137; Müslim, Salat/226, 227, 229; Nesa´î, Tatbik/40, 43-45, 56, 58. [17] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 312-317. [18] İbni Hanbel, 11/103 [19] Buhârî, Vdu´/24, 28, Savm/27; Müslim, Taharet/3, 4; Ebu Davûd, Taharet/51; Nesa´î, Taharet/27, 68, 93. [20] Benzer manadaki hadisler için b. Ebu Davûd, Tatawu713; Tirmizî, Mevakît/166; İbni Mâce, İkameyi72; İbni Hanbel, 1/211 [21] Nesa´î, Nisa/l; İbni Hanbel, III/128, 199, 285. [22] Benzer manadaki hadisler için b. İbni Mâce, Zühd/15; İbni Hanbel, V/192 [23] Nesa´î, Nisa/l; İbni Hanbel, IH/128, 199, 285 [24] . Bu manadaki hadisler için b. Buhârî, Salat/34, 35, 36, 39, Ezan/94, Amel fi´s-salat/12, Edebe/75; Müslim, Mesacid/50-53, Zühd/74; Ebu Davûd, Salat/22; Nesa´î, Mesacid/32, 35; İbni Mâce, Mesacid/10, İkamet/61; Dârimî, Salatfllö; Ibni Hanbel, II/6, 18, 29, 32, III/6, 9, VI/148 [25] Müslim, Salat/225; Ebu Davûd, Tatawu´/22; Nesa´î, Tatbik/79; İbni Hanbel, IV/9. [26] Nesa´î, Mevakît/1; İbni Hanbel, 1/451 [27] Tirmizî, İman/9; Nesa´î, Salat/8; İbni Mâce, İkamet/77; îbni Hanbel, V/346 [28] Tirmizî, Salat/64 [29] İbni Mâce, Mukaddime/23, Zühd/2, 16 [30] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 317-338. [31] BuMrî, Salat/14, Libas/19; Müslim, Mesacid/62; Ebu Davûd, Libas/8; İbni Hanbel, VT/199 [32] Müslim, Kader/34; tbni Mâce, Mukaddime/10, Zühd/14; İbni Hanbel, 11/366. [33] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 338-345. [34] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 345. [35] îbiü Mâce, Zekat/3 [36] Ebu DavÛd, Vıtr/12, Zekat/40; Nesa´î, Zekat/49; Dâiimî, Salat/135; İbni Hanbel, 11/358, III/413, V/178 [37] Benzer manada bir hadis için b. Buharı, Zekat/19 [38] Bıüıârî, Ezan/36, Zekat/16, Rikak/24; Müslim, Zekat/91; Tirmizî, Zühd/53; Nesa´î, Ktı-zat/2; Muvatta´, Şiir/4; İbni Hanbel, 11/439. [39] Benzermanada bir hadis için b. Tinnizî, Zekat/28. [40] Nesa´î, Zekat/49 [41] Ebıı Davûd, Edeb/11; Tirmizî, Birr/35; İbni Hanbel, 11/258, 295, 303, 388, 111/32, 74, IV/278 [42] Benzer manada hadisler İçin b. Buharı, Da´avatf3; Müslim, Zikir/42; Ebu Davûd, Diyat/3; İbni Mâce, Edeb/57; İbni Hanbel, IV/211, 260 V/411. [43] Benzer manada hadisler için b. Buhârî, Nafakat/2; Ebu Davûd, Zekat/39; İbni Hanbel, H/252 [44] Buhârî, Zekat/53; Müslim, Zekat/101, 102; Ebu DavÛd, Zekat/24; Nesa´î, Zekat/76; Dâri-mî, Zekat/2; Muvatta´, Sıfatfi´n-Nebî/7; İbni Hanbel, 1/384, 446 [45] İbni Mâce, Zühd/5 [46] Ebu Davûd, Edeb/16; Tirmizî, Zühd/56; Darimî, Et´ime/23 [47] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 345-366. [48] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 366. [49] İbni Hanbel, ü/373 [50] Nesa´î, Sıyara/43; îbni Hanbel, 1/195, 196 [51] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 366-370. [52] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 370-372. [53] Buhârî, Umre/l; Müslim, Hac/437; Tirmİzî, Hac/2, 88; Nesa´î, Hac/3, 5, 6; tbni Mâce, Me-nâsik/3; Dârimî, Menâsik/7, Muvatta´, Hac/65. [54] Nesa´î, Menâsik/220; İbni Hanbel, III/318, 366 [55] Dârimî, Isti´zân/351; Ibni Hanbel, III/439-441, IV/234 [56] Benzer manadaki hadisler için b. Tirmizî, Salat/41; Nesa´î, Ezan/32; İbni Mâce, Ezan/3; İbni Hanbel, IV/217 [57] ibni Hanbel, V/340 [58] Müslim, Hac/167-169; Nesa´î, Menasik/49 [59] Tirmizî, Hac/14; İbni Mâce, Menasilt/G, 16; Dârimî, Menasik/ [60] Tirtnizî, Udahî/1; İbni Mâce, Udahî/3 [61] Tirmizî, Hac/95; Ebu Davûd, Menasik/79; Nesa´i, Siyam/6; İbni Mâce, Menasik/45; Dâri-mî, Menasik/40; İbni Hanbel, 1/308 [62] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 372-387. [63] Bııhârî, Umre/l; Müslim, Hac/438; Tirmizî, Hac/2, 88; Nesa´î, Hac/3, 5, 6; İbni Mâce, Me-nasik/3; Dârimî, Menasik/7; Muvatta´, Hac/65 [64] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/387-391. [65] Tirmizî, Hac/49; İbni Hanbel, 11/213, 214 [66] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 391-392. [67] Benzer manadaki hadisler için b. Buharî, Hac/47; Müslim, Fiten/57-59; Nesa´î, Hac/125; îbni Hanbel, 11/220, 328, 417. [68] Buharî, Mescid-i Mekke/l; Müslim, Hac/505-510; Nesa´î, Menasik/124; Tirmizî, Meva-kît/126; İbni Mâce, İkamet/195, 198; Muvatta´, Kıble/9; İbni Hanbel, 11/16, 29, 53, 54, 68, 102,239 [69] Buharî, Mescid-i Mekke/l, 6, Savm/67, Sayd)/26; Müslim, Hac/415, 511, 512; Ebu Davûd, Menasik/94; Tirmizî, Salat/126; Nesa´î, Mesacid/10; Dârimî, Salat/132; îbni Hanbel, 11/234, 238 [70] İbni Hanbel, 1/166 [71] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 392-397. |