> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > İslam Ve İmanın Açıklaması
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İslam Ve İmanın Açıklaması  (Okunma Sayısı 1850 defa)
09 Ocak 2010, 14:20:59
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 09 Ocak 2010, 14:20:59 »



İslam Ve İmanın Açıklaması, Akaid, Ehli Sünnet´e Göre Kalbî Amellerin Şerhi
Allah Teala buyurdu ki: Ey iman edenler! Akidlere vefalı olun". (Maide/1); "Fakat bilerek yaptığınız/akdettiğiniz yeminlerden ötü­rü sizi sorumlu tutar". (Maide/89); "Hata ettiklerinizden ötürü si­zin üzerinize günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasdettikleri ha­riç". (Ahzab/5); "Ama sizi kalplerinizin kazandıklarından ötürü so­rumlu tutar". (Bâkara/225)

Kalplerin kasdettiği ve kazandığı şeyler, kalbin akid ve amelle­ridir. Kalbin akidleri; halefin seleften naklederek aktardığı, ittifak edilmiş bir sünnettir. Müminlerden hiçbiri, bu akitler üzerinde ih­tilaf etmemiştir. Bunlar onaltı adet olup sekizi dünyada farz, seki­zi de ahirette vuku bulacak hususlardır.

Dünyada farz olan akidlere gelince, öncelikle kulun şuna itikad etmesi gerekir:

İman, söz ve fiildir. İman, ibadet ve taat ile artar, günahla eksi­lir. İlimle kuvvetlenip cehaletle zayıflar. Kur´an-ı Kerim, Allah Teala´nın Kelamı olup yaratılmış değildir.

O´nun kadim ilmi, sıfatlarından biridir. O, Zatı ile Kelam sahi­bidir. Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kul, Allah Teala´ya O´ndan sadır olan şeyler arasında O´nun Kela­mı kadar başka hiçbir şeyle yaklaşamaz".

İbni Abbas´m (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ali (kv) Sıffîn savaşında şöyle dua etti
: Ey Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd! İntikam gerekti­ren günahlardan Sana sığınırım. Nimetleri değiştiren günahlardan Sana sığınırım. Haramları ihlal eden günahlardan da Sana sığını­rım. Göğün yağmuruna mani olan günahlardan da Sana sığınırım.

Düşmanları devlet sahibi eden günahlardan da Sana sığınırım. Bize zulmedenlere karşı bize yardım et.

Dahhak b. Müzahim şöyle dedi:
Ali (kv) bu duayı her zor zamanda okurdu. Allah Resulü´nden (sav) de bu manada, ´Allah´ın bütün kelimelerine ve bütün isimlerine sığınırım´ şeklinde dualar ettiği rivayet edilmiştir. Yine O, "Allah´ın izzet ve kudretine sığınırım" di­yerek de dua etmiştir.

Bütün bunlar, Allah Teala´nın Kelam ve isimlerinin O´nun sıfat­ları oluşuna delalet etmektedir. Ali´den (kv) hakem hadisesinden sonra Hariciler´in tepkisiyle ilgili şunlar nakledilmiştir: Onlar, ´Al­lah´an dininde mahlukattan hakem olur mu?´ dediklerinde şöyle ce­vap vermiştir: ´Allah´a yemin ederim ki hiçbir mahluku hakem tut­madım. Ben ancak Kuran´ı hakem tuttum´. Ebu Bekir-i Sıddık (ra) da Müseyleme´nin uydurduğu kitabı duyunca şöyle demiştir:"Al-lah´a yemin ederim ki o, ne Allah Teala´dan, ne de takva sahibi bi­rinden sadır olmuştur".

Bu rivayetler de, Kur´an-ı Kerim´in mahluk yani yaratılmış ol­madığına delalet etmektedir. O, Allah Teala´dan sadır olmuş ve O, bu kelamı tekellüm etmiştir. Bu meyanda Allah Teala şöyle buyur­muştur: "Sizin hakkınızda ne and, ne de anlaşma gözetmezlerdi".

(Tevbe/8)

Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah Kelamı´mn diğer sözlere üstünlüğü, Allah Tea­la´nın mahlukata üstünlüğü gibidir"[1]Çünkü Allah´ın Kelamı O´ndan sadır olmuştur.

ibni Mesud´un (ra) mushafında şu lafzı gördüm
: "Ey Musa, seni risaletlerim ve Kelamım ile diğer insanlara üstün kıldım". Bu da ancak Allah Teala´nın bizatihi konuşması ile mümkün olabilir. Çünkü O, şöyle buyurmuştur: "Ve Allah Musa ile konuştu". (Ni­sa/164) Dil bilginleri şöyle demişlerdir: Masdarın fiille birlikte kul­lanılması, fiilin yüzleşme yoluyla gerçekleştiğini gösterir. Fiilin emr veya mecaz anlamına taşınması sözkonusu olmaz.

Rivayetlerde sabit olan sıfatlarla ilgili haberleri de teslim et­mek gerekir. Bunları başka manalara yormak, tevil etmek, akıl ve kıyas yoluyla teşbihte bulunmak doğru değildir. Bunları gören kul,isim ve sıfatların mana ve hakikatleriyle Allah Teala´ya ait olduğu­na inanmalı, teşbih ve uyarlamayı reddetmelidir. Çünkü o sıfatlar­la vasfedilen Allah Teala´ya denk bir varlık yoktur ki kendisine benzetilebilsin. Emsali yoktur ki tür/cins olarak belirtilebilsin.

Biz teşbih ve benzetmede bulunamayız. O´nu ancak sıfatlarla vasfederiz. Misal getirmeyip olduğu gibi bilir, başka şeylere uygun hale sokmaya çalışmayız. Allah Teala´nm sıfatlarıyla ilgili bilgile­rin reddi, İslam Şeriati´nin batıllığım gerektirir. Çünkü herşeyden önce bu bilgileri nakleden kimseler, şeriatin diğer esaslarını ve imanın hükümlerini de nakletmiş kimselerdir.

Şeriatle ilgili nakillerde adil görüldüyseler, adil ravinin diğer nakillerini de kabul etmek gerekir. Eğer sıfatlarla ilgili nakillerde yalancı iseler, diğer nakillerinin de tamamıyla yalan sayılması ge­rekir. Allah Teala hakkında yalan söylemek küfürdür. Hal böyle olunca bir kafirin şahitliği nasıl kabul edilebilir?

Sıfatlarında ziyadede bulunmak suretiyle Allah Teala´ya yalan isnad etmeleri mümkün olan kimselerin şeri hükümlerde Allah Resulü´ne (sav) yalan isnad etmeleri daha muhtemeldir. Bu ise, şe­riatin iptali, Sahabe ve Tabiun´a mensup ravilerin tekfiri demektir. İşte bu nedenle sıfatlarla ilgili hadisleri reddeden kimseler kafir sayılmıştır.

Müslümana düşen; Sahabe ve Ehli Beyt´in üstünlüğüne inan­mak, onlar arasında çıkan ihtilaflar hakkında susmak, iyilik ve fa­ziletlerinin yayılmasına katkıda bulunmaktır.

Kalplerimizin onlara ısınması için böyle davranmak gerekir. Yaptıkları fiilleri onlara teslim ve havale etmemiz gerekir. Çünkü onlar, ilim bakımından bizden daha güçlü ve üstündürler. Herbiri ilim ve akıl bakımından kendine uygun gelenle amel etmiş ve içti­hadının gereğini yapmıştır.

Onlardan bazıları, diğer bazılarından daha bilgili olduğu gibi, bazısı da bazısından faziletlidir. Ama bizim ilimlerimiz ve yetersiz akıllarımız, onların en alttakinden dahi daha az ve zayıftır. Onlar, birtakım meziyetlerle de bizden üstün kılınmışlardır. Allah Teala ve Resulü´nün (sav) öne geçirdiği kimseler, elbette daha ileride ola­caklardır. Allah Teala´nm hidayet üzerinde birleşmelerini temin et­tiği müslümanlar, bu nokta üstünde icma etmişlerdir.

Allah Teala, Resulü´ne (sav) de onların üstünlük ve şereflerini bildirmek suretiyle dalalet üzerinde bir araya gelmeyeceklerini ta­ahhüt etmiştir. Nitekim Allah Resulü (sav), ´Kendinden sonra halef bırakmayacak mısın?´ diyenlere "Size bir halef bırakmıyorum. Sizi Allah´a emanet ediyorum. Eğer O, sizin için bir hayır dilerse, pey­gamberinizden sonra sizi en hayırlınız üzerinde birleştirir" buyur­muştur.

İbrahim en-Neha´î (ra) dedi ki:
Hasan b. Ali (ra) emri Muavi-ye´ye teslim ettiğinde o yıl "Cemaat Yılı" olarak adlandırılmıştı. Şi-ilerden bir kişi, Hasan´a (ra) ´Ey müslümanları zelil eden´ diye hi­tap ettiğinde o şu karşılığı vermiştir: Bilakis ben müslümanları aziz kılanım. Ben, babamın şöyle dediğini duydum: Muaviye´nin emirliğini çirkin görmeyin. Çünkü bu iş benden sonra ona geçecek­tir. Eğer emri yitirirseniz, kılıçların omuzları karpuzlar gibi yar­dıklarını görürsünüz.

Müslüman, Sahabe´nin imametine rıza gösterdiği kimseye kal­ben inanmalıdır. Onlar, o şahsın imameti üzerinde ittifak etmişler­dir. Şura ehli imamlar da, onun öncelik sahibi oluşu üzerinde hem­fikirdirler.

"Tafdil" yani üstünlük konusunda İbni Ömer´in (ra) rivayet etti­ği hadis de buna dayanak olmuştur. O dedi ki: "Biz, Allah Resu­lü´nün (sav) devrinde Ebu Bekir (ra), sonra Ömer (ra), sonra Os­man (ra) derdik. Bu söz, Allah Resulü´nün (sav) kulağına gittiğin­de asla yadırgamamıştır. İbni Ömer´in (ra) azatlı kölesi Sefme´nin rivayet ettiği hadis de bunu göstermektedir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Hilafet, benden sonra otuz yıldır. Ardından saltanat olur" [2]

Peygamberin (sav) halifeleri ve malum on sahabinin imamları, muhacir ve ensarm gözdeleri ve ashabın en seçkinleridir. Bu rae-yanda Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiş­tir: "Allah Teala ashabımı seçerek alemlere üstün kıldı. Ashabım­dan da dört kişiyi seçti ve onları ashabımın en hayırlıları kıldı. As­habımdan her birinde bir hayır vardır. Ümmetimi de diğer ümmet­ler arasından seçti. Ümmetimden de dört nesli seçti. Her nesil senedir".

Bizler tâbi olan ve izleri arayarak onlara uyan bir topluluğuz. Kendi akıl ve görüşümüzle bidatler çıkarıp hayrı ona dayandıra­nlayız. Çünkü Sahabe´nin üstünlüğü meselesinde kıyas ve reye yer yoktur. Üstünlük/tafdîl konusu, icma yoluna uyarak teslimiyet üzere değerlendirilir.

Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) hadisine muhalefet ederek aykırı düşmekten ve bidat çıkartmaktan sakınmak gerekir. O, bu­nu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Benim sünnetime ve benden sonra hidayet rehberi raşid halifelerin sünnetine uyun. Ona azı dişlerinizle sarılın. Ayrı düşen ateştedir [3] Allah Teala buyurdu ki: "Kim müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu saptığı yol­da bırakır ve cehenneme sokarız". (Nisa/115)

Sahabe ve halifelerin üstünlük sıralaması, akla ve kıyasa ters düşer gibi görünmesine rağmen nübüvvet ve risaleti teyid edici ni­teliktedir. Bunun sebebi, nübüvvetin saltanatla karıştırılmaması ve Peygamber´in (sav) hilafet konusunda kralların ve imparatorla­rın yoluna meyletmesinin engellenmesidir.

Nübüvvet krallığa ters olduğu gibi, hilafet de kraliyete aykırı bir yoldur. Kralların usulünde oğulların ve aile bireylerinin veli­ahtlığı sözkonusudur. Eğer sahabenin tafdîli konusunda akıl ve kı­yasın rolü olsaydı, Allah Resulü´nden (sav) sonra insanların en ha­yırlısı, torunu Hasan (ra) olurdu. Çünkü peygamberlik onun soyun-daydı. Sonra da...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İslam Ve İmanın Açıklaması
« Posted on: 29 Mart 2024, 15:00:53 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İslam Ve İmanın Açıklaması rüya tabiri,İslam Ve İmanın Açıklaması mekke canlı, İslam Ve İmanın Açıklaması kabe canlı yayın, İslam Ve İmanın Açıklaması Üç boyutlu kuran oku İslam Ve İmanın Açıklaması kuran ı kerim, İslam Ve İmanın Açıklaması peygamber kıssaları,İslam Ve İmanın Açıklaması ilitam ders soruları, İslam Ve İmanın Açıklamasıönlisans arapça,
Logged
09 Ocak 2010, 14:31:42
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 09 Ocak 2010, 14:31:42 »

Hariciler´in dalaletteki önderleri ve askeri komutanleri ise Abdullah b. el-Keva idi. Bu şahsın tek gözü kördü. Ali (kv), bu sapık- j lığa düşmesinden önce de onun hakkında kötü düşünüyor ve ona kızıyordu.

Abdullah, altı bin taraftarı ile Ali´ye (kv) isyan etti. Ali (kv) de,! onlarla görüşmek ve delilleri ortaya koymak üzere Abdullah b. Abbas´ı (ra) elçi olarak gönderdi. Hariciler, Ibni Abbas´a (ra) ağır sözler sarfedip çirkin hareketlerde bulundular. Onları böyle davran-ı maya sevkeden, Abdullah b. el-Keva idi.

İbni Abbas (ra) meclislerine girerek kendilerine hitap etti ve şöyle dedi: Beni böyle mi tanıyorsunuz? Ama ben sizi Allah Teala´nıni haklarında şöyle buyurduğu kavimden olarak görüyorum: "Bunu. sadece tartışma için ortaya attılar. Doğrusu onlar, kavgacı bir topluluktur". (Zuhnn758) Bu konuşmadan sonra bazıları îbni Abbas´nu (ra) yanına giderek işin içyüzünü sordular. O da kendilerine hakki açıkladı. Hariciler´den iki bin kişi bu açıklama üzerine tevbe ederek geri döndüler. Ali (kv) da kalan dörtbin kişiyle savaştı.

Dinde sapmaya meyleden ve müminlerin yolundan çıkan ilk fır­ka Hariciler olmuştur. Ardından ikinci fırka Medain şehrinde orta­ya .çıkmış ve Mürciilik fikrini savunmuş, imanın söz ve amelden ibaret olup artma ve eksilmeye uğramayacağını iddia etmiştir. Bu durum, Şam emirine bildirildiği zaman bunlarla savaşmaya niyet­lenmiş, ancak Romalılarla savaşmasından dolayı onları ihmal et­miştir.

Üçüncü fırka Basra´da ortaya çıkan Kaderiyye fırkasıdır. Bunla­rın başı Ma´bed el-Cüheni, ona tâbi olanlar ise Amr b. Ubeyd ve Va­sıl b. Ata ile onların arkadaşlarıdır. Dördüncü fırka Kufe´de ortaya çıkmış ve Hişam ile savaşa girişen Zeyd b. Ali b. Hüseyn´i reddet­tikleri için Rafıziler olarak anılmışlardır. Onlar İmam Zeyd´e, Ebu Bekir (ra) ve Ömer´den (ra) kendini berî ilan etmesini teklif ettikle­rinde, Zeyd şu cevabı vermişti: O ikisi benim dedelerim ve adil imamlardır. Onlardan asla teberrî etmem. Bunun üzerine Zeyd´e katılmayı reddetmişlerdir.

Bunu takip eden yıllarda onsekiz ana fırka çıkmış ve dallanyliâ birlikte yetmiş iki fırka tamam olmuştur. Bunların tamamı da Irak topraklarında doğmuştur. Şeytanın boynu, oradan çıkmıştır. Fitnler de oradan zuhur etmiştir. Bu fitnelerden Allah Teala´ya sığını­rız. Görünen ve görünmeyen bütün fitnelerden O´na sığınırız.

İbni Abbas (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu riva­yet etmiştir: "Allah Teala´nm üç meleği vardır. Bunlardan biri Bey-tullah´m üstünde, diğeri Allah Resulü´nün mescidinin üzerinde, üçüncüsü de Beyt-i Makdis´in üstündedir. Bunlar her gün nida ederler. Beytullah´m üstündeki melek şöyle nida eder: Allah Tea­la´nm farzlarını zayi edenler, O´nun emniyet dairesinden çıkarlar!

Mescid-i Nebevi´nin üstündeki melek de şöyle nida eder:
Re-suTün sünnetine muhalif davranan kimse, Allah Resulü´nün (sav) şefaatine nail olamaz. Mescid-i Aksa üstündeki melek ise şöyle ni­da eder: Haram yiyen kimsenin ne tasarrufu, ne de adaleti kabul edilir[5]


Zahir İlmine Göre Kalbî Amellerin Şerhi:
İslam´ın Esasları Ve İmanın Rükünleri



Allah Teala buyurdu ki: "Rabbin, Ademoğullanndan, onların belle­rinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak ´Ben sizin Rabbiniz değil miyim?´ (buyurmuştu). ´Evet, şahidiz´ dediler". (A´raf/172); "Allah´ın size olan nimetini ve O´na verdiğiniz sözü ha­tırlayın: Hani, İşittik ve itaat ettik´ demiştiniz. Allah´tan korkun, çünkü Allah sinelerin özünü bilir". (Maide/7); "Size ne oldu ki Resul sizi Rabbiniz´e inanmanız için davet ettiği halde Allah´a inanmıyor­sunuz. Oysa sizin sözünüzü de almıştı. Eğer inanacaksınız (bu ye­ter)". (Hadid/8)

İslam´ın esasları beştir.

Bunların ilki Kelime-i Şehadet yani Allah´tan başka ilah bulun­madığına ve Muhammed´in (sav) O´nun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmektir. Bu ikisi ayrılmaz bir bütündür. Bunlardan her biri diğerini muciptir. Hüküm ve icap bakımından da birdirler.

İkincisi beş vakit namaz kılmaktır. Bunlardan her biri de diğe­riyle olan bağlantısından dolayı bir bütün gibidir.

Üçüncüsü zekat vermektir.

Dördüncüsü Ramazan orucunun tutmaktır.

Beşincisi ise Hacca gitmektir. Bu ikisi de farziyet bakımından tek bir bütün gibidirler.

Bu esaslardan hiçbiri diğerlerinden ayrılmaz olup tamamı tek bir bütün gibidir. İmanın vücubiyeti ve farziyetlerine iman nokta-, sında da aynıdırlar. Bir takım şartlara bağlı olarak bazı fiillerin sakıt olması noktasındaki hüküm farklılığı da bunu değiştirmez.

Allah-Resulü´nden konuyla ilgili şu hadis-i şerif nakledilmiştir "İslam, beş şey üzerine bina edilmiştir. Allah´tan başka ilah olma­dığına ve Muhammed´in (sav) O´nun kulu ve Resulü olduğuna şa­hitlik etmek; beş vakit namaz kılmak; zekat vermek; Ramazan ay; oruç tutmak ve Kabe´yi haccetmek[6]

îmanın esasları yedidir. Allah Teala´ya, isim ve sıfatlarına O´nun kitaplarına, peygamberlerine, meleklere ve şeytanlara, cen net ve cehennemin Adem´den (as) önce yaratıldığına, öldükten sonl ra dirilmeye, kaderin hayır ve şerrinin Allah´tan olduğuna, acısının, tatlısının O´ndan geldiğine, bunların kaza ve kader, irade ve hü|; küm gereği O´ndan sadır olduğuna iman etmek.

Bütün bunlar, Allah Teala´nm adalet ve hikmetinin gereğidir. Bunların gaybi sırları Allah Teala´ya mahsustur. O, yaptıklarından! sual edilemez ve Zatı için misal verilemez.

Allah Teala beşeri akılların temsil ve teşbihlerinden münezzeh-! tir. O, bu tür misaller veren kulunun dalaletine şahitlik etmiş vej şöyle buyurmuştur: "Bak sana nasıl misaller verdiler de doğru yoldan saptılar". (İsra/48)

Allah Resulü´ne (sav) misal verenler saptığına göre yüceler yü-J cesi olan Hak Teala´ya misal veren kimseler, elbette dalalette olacaklardır. O, kullarını bundan sakındırmış ve bu husustaki gaybi ilmini haber vererek şöyle buyurmuştur: "Allah´a misaller vermeğe kalkmayın! Çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz". (Nahl/74) !

Allah Resulü´nün (sav) hadisi ile sıhhat kazanan esaslara inanmak, onların bütününü kabul etmek ve O´nun emirlerine itaatin farziyetine inanmak gerekir. Çünkü Allah Teala, Resulü´ne  itaati, imanın şartlarından kılmış ve O´na itaati Zatı´na itaatle bir­leştirerek şöyle buyurmuştur: "Eğer müminlerseniz Allah´a ve Re­sulü´ne itaat edin". (Enfal/1)

! O, rahmeti için takvayı olduğu gibi, Resulü´ne (sav) itaati de şart koşmuştur. Bu meyanda da şöyle buyurmaktadır: "Ve Resul´eitaat edin! Umulur ki merhamet edilirsiniz". (Al-i İmran/132) Allah Teala, emirlerine uyulması noktasında Resulü´nü (sav) Kendi yeri­ne koyarak O´na karşı çıkmaktan sakındırmış ve Zatı´na bedel ola­rak O´nun sıfat ve övgüsünde mübalağalı ifadeler inzal etmiştir. Bu babda da şöyle buyurmaktadır: "O´nun emrine muhalefet edenler kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya acı veren bir aza­bın dokunmasından sakınsınlar". (Nur/63) Yine O, bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Allah sizi Zatı´na (karşı gelmekten) sakındı­rır". (Al-i İmran/28); "Sizi ihya edecek bir şeye çağırdıklarında Al­lah ve Resulü´ne icabet edin". (Enfal/24) Çünkü O, Resulü (sav) hakkında şöyle buyurmaktadır: "Sana biat edenler, aslında Allah´a biat ederler". (Fetih/10)

Hiç kuşkusuz Allah´ın Kitabı´nda Resul-ü Ekrem için için indi­rilmiş en övücü ve en beliğ ayet-i kerime bu son ayettir. Bu, Allah Resulü´ne (sav) has kılınmış çok ulvi bir fazilettir. Çünkü O, Resu­lü´nü Kendi yerine, hükmen Kendi makamına geçirmiştir. Bu ayet­te Allah Teala ile Resulü (sav) arasında teşbih için kullanılan "Kef ve benzeri edatlar kullanılmamıştır. Allah Teala bununla şunu mu-rad etmiştir ki bu Rubûbiyet makamı, Allah Resulü (sav) dışında hiçbir yaratılmış için mevzubahis değildir[7].


Hüküm Ve Anlam Bakımından İman İle İslam´ın Birleşmesi:



îman ve İslam, tafsilat ve isim bakımından ortaktırlar. Her mümin, aynı zamanda nıüslümandır. İman, sözün fiille tahkikinin eseridir. Bu noktada Cehmiye, Keramiye ve Haruriye fırkalarının görüşleri batıldır. Ehli Sünnet ve´-Cemaat´m mezhebini açıklamaya gelince, Allah Teala bizi de bu mezhebe tabi olmaya muvaffak kılsın.

Bazıları, imanın islam olduğunu söylemiştir. Bu söz, ikisi ara­sındaki farkı ve muhtelif dereceleri ortadan kaldırmakta, bu ba­kımdan da Mürcie mezhebine yakın düşmektedir. Başkaları ise, is-lamın iman olmadığım söylemişlerdir. Bunlar da ikisi arasına bir zıtlaşma ve gaynlaşma sokmaktadırlar. Bu görüş, İbadiye mezhe­binin görüşüne daha yakındır.

Bu mesele, gerçekten de müşkil bir mesele olup açıklama ve iza­ha muhtaçtır. İslamm imana göre durumu, kelime-i şehadetteki iki
cümleden birinin diğeri karşısındaki durumuna benzer. Hüküm ve anlam bakımından böyle bir ilişki kurulabilir.

Allah Resulü´ne (sav) şehadet etmek, tevhid şehadetinin aynı değildir. Bunların ikisi de, gözlerde iki ayrı şey gibidir. Ama biri di­ğerine bağlı olduğu için de, aynı zamanda tek bir şeydirler. İslamı olmayanın imanı olmadığı gibi, imanı olmayanın da islamı olamaz. Çünkü müslüman, islamın sıhhat kazanacağı imandan halî kala­maz. Müslümanm, Allah Teala´nm da şart koştuğu üzere inancının doğruluğuna iman etmiş olması gerekir. O, salih ameller için imanı şart koşmuştur. Yine O, iman için de salih amelleri şart koşmuştur. Bunun tahkiki babında da şöyle buyurmuştur: "Her kim mümin olarak salih amellerde bulunursa, çabası inkar edilemez". (Enbi­ya/94) O, i...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

09 Ocak 2010, 14:42:42
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 09 Ocak 2010, 14:42:42 »

İman İle İslam´ın Farklılığına Dair Hadisçilerin Görüşleri:

alimlerinden bazılarının İman ile İslam´ı birbirinden ayırdıgına dair nakledilen görüşleri hakkında şunları söyleyebiliriz: Züh-iri dedi ki: İslam söz, İman ise ameldir. Abdurrahman b. Mehdi, i kendisine İman ve İslam´ın ne olduğu sorulduğunda şöyle demiştir: O ikisi, iki ayrı şeydir. Hammad b. Zeyd ise İslam´ın umumi, İman´m hususi olduğunu söylemiştir.

Bütün bu alimlerin sözleri, yukarıda açıkladığımız görüşü des­teklemekte ve ona delil teşkil etmektedir. Onlar, iman ile İslam´ı karşıtlık ve farklılık anlamında ayırmamış ve birinin varlığı halin­de diğerininin bulunmayabileceğini söylememişlerdir. Böyle yap­maları halinde Mürcie mezhebine uymuş olurlardı. Halbuki bu alimler, Mürcie´den olabildiğince uzak insanlardır.

Onlar, hadis ehli ve ilmî vukufiyet sahibidirler. İman ile İslam´ı ayırmaları, derece bakımından farklılık ve tahsis anlamında ol­muştur. Onlara göre İman daha hususi ve daha üstündür. Çünkü artma veya eksilme, fazilet ve makamlar yalnız İman için geçerli­dir. Ayrıca onda istisna vaciptir. Oysa İslam umumidir. Ondan an­cak kafirler müstesna edilip ihraç edilebilirler. Çünkü onun ötesin­de başka bir daire mevcut değildir.

Ulemadan bir topluluğa göre İslam´da istisna vacip değildir. Zi­ra o, sınırlı ve malum olandır. İman ile İslam´ı ayırt edenlerin var­mak istedikleri nokta da işte budur. Selef-i Salih´den bir zümrenin takip ettikleri yol da bu yöndedir. Ama bu da yukarıda açıklamaya çalıştığımız esastan uzak değildir. Daha iyi açıklayıp izah edebil-diysek ne mutlu!

; Bu husus, Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen şu hadis gibi­dir:
"O´na amellerin hangisinin daha faziletli olduğu sorulmuştu. Cevap olarak İslam´ demiştir. Bunun üzerine, ´Hangi islam daha üstündür?´ diye sorulduğunda ise İman´ buyurmuştur". [17] O, böyle buyurmak suretiyle bu ikisini birbirinden ayırmamış ama İman´ı hususileştirmiştir. Yine bu ifadesi ile İman´ı, İslam´ın hakikati ve özü kılmıştır.

O, başka bir vesilede de İman´m, İslam´dan olduğunu haber ver­miştir. Bunu şu hadis-i şeriften çıkartmaktayız: "Kişinin İslamı´nm güzelliğinin bir ölçüsü de kendini ilgilendirmeyen şeyleri terketme-sidir".[18]Yani dini yaşayışında bu erdeme sahip çıkan ve dinini bu sıfat ile ulvileştiren kimsenin İslamı en güzel İslam´dır.

Bu, aynı zamanda yakin sahibi ve zahid bir müminin de sıfatı­dır. Bunu, Ebu Cafer Muhammed b. Ali´nin teşbihine benzetmek de mümkündür. Bilindiği üzere o, İman dairesini, İslam dairesinin içi­ne çizmek suretiyle onu hususileştirmiştir.

Selef-i Salih´ten nakledilen tüm bu hakikatler, Mürcie, Kerami-ye ve İbadiye´nin görüşlerini geçersiz kılmakta ve onların İman´m amel olmaksızın sadece söz veya kuru bilgiye dayanan bir akid ol­duğu yönündeki iddialarını geçersiz kılmaktadır. Yine bu hakikat­ler, büyük günah sahibinin ne kafir, ne de mümin olmayıp bu iki makam arasında üçüncü bir makamda bulunan bir fasık olduğunu iddia eden Mutezile´ye de cevaptır.

Ayrıca Hasebiye, Cürümiye, Kafiye ve Haruriye gibi Haricî fır­kalarının savundukları, zalim kimselerin kafir oldukları ve tebaa­nın onlarla savaşmasının farz olduğu yönündeki tezlerini de çürüt­mektedir. Onlar arasında bazıları da, müslümanların imamına başkaldıran kimsenin kafir olduğunu söylemişlerdir.

Oysa bu, Allah Teala´ın şu buyruğuna aykırıdır
: "Eğer mümin­lerden iki topluluk savaşa girerlerse, onların arasını bulun; eğer bi­ri diğerine saldırırsa, Allah´ın enirine dönünceye kadar saldıran ta­rafla savaşın". (Hucurat/9) Görüldüğü gibi Allah Teala saldıran zu­lüm ehli ile savaşmayı emrederken dahi, onları müminler olarak ad­landırmış, üçüncü bir konuma (=menzile-i sâlise) yerleştirmenıiştir.

Görüldüğü üzere Mürcie ve Mutezile gibi iddiaları zıt olan iki bi-datçi zümre ile imtihan edilmiş bulunmaktayız. Mürcie şöyle der; Tevhid ehli, büyük günah işleseler ve fişka düşseler dahi cahenne-me asla girmezler. Çünkü bu tür günahlar ve düştükleri fisk hali, imanlarını eksiltmez. Mutezile ise şöyle demiştir: Fasık yani büyük günah sahibi, mümin değildir. Tevbe etmeksizin küçük bir ´günah sahibi olarak Ölen kimse de muhakkak cehenneme girecek ve ora­dan ebediyen çıkmayacak, kafirlerle birlikte kalacaktır.

İşin doğrusu ise şudur: Fasık, mümindir. İçine düştüğü fisk ha­li, kendisini iman tanımından ve hükmünden çıkarmaz. Fakat sıd-dıklar ve şehidler gibi ihlash müminlere de dahil etmez. Büyük gü­nah sahibi, Allah Teala´nm azap tehdidini ve cehennemi haketmiş kimselerdir. Ama Allah Teala´nm lütuf ve ikramı gereği onları af­fetmesi de mümkündür.

Bu hususta Ali (kv) şöyle demiştir:
Orta yol üzerinde olun. Aşı­rı giden ona dönerken aşağı düşen de ona yükseltilir. Allah Resulü (sav) de bu meyanda sünnet alimlerini överek şöyle buyurmuştur "Bu ilmi haleften adil olanlar yüklenir ve aşırıya kaçanların tahri­fini, iptal edicilerin sahiplenmesini ve cahillerin tevillerini ondan uzak tutarlar".

Aşırıya kaçanlar; sünneti ve hadisleri çiğneyenler, iptal ediciler; rey ve kıyasla iddiada bulunanlar, cahiller ise yoldan çıkmış sufiler arasında bulunan şatahat sahipleridir.

Adil kimseler ise, Selef-i Salih´den birine tâbi olarak dinde bidat çıkarmayan ve müminlerin yolundan başka dost edinmeyen  kimselerdir. Bunlar da hadis ravileri, ilim hamili olan hadisçi ve fi-Ikıhcılardır.

Allah Teala´nm şu buyruğu sözümüzü açıklamakta ve sıhhatini teyid etmektedir: "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim". (Mai-de/3) Müslümanların icmasına göre bu ayet-i kerime, bütün farzla­rın ve şer´i kuralların tamamlanmasından sonra Veda Haccı´nda nazil olmuştur. Bu, Allah Resulü´nün (sav) haccm farz kılınmasın­dan sonra yaptığı en son hac ziyaretidir. Çünkü Maide suresi, bü­tün alimlerin ittifakıyla Kur´an´ın en son indirilen süresidir. Allah Resulü (sav) bu ayetin nüzulundan sadece üç ay üç gün sonra vefat etmiştir.

Tarihçilere göre bu ayet, Zilhicce´nin dokuzuncu günü Arefe´nin bitimine doğru nazil olmuştur. Allah Resulü (sav), aynı yılın Rebi-ülevvel ayının on ikinci günü irtihal etmiştir. Allah Teala haram, helal ve benzeri dini hükümlerin tamamını indirdikten sonra şöyle buyurmuştur: "Bugün dininizi kemale erdirdim". (Maide/3) Ayette geçen kemale erdirme (=ikmâl) kelimesi, birbirine bağlı bazı şeyle­ri tamamlama anlamında kullanılmıştır. Bir şeyin bir kısmı önce varolduğunda ´kemale erdi´ denilmez. Ancak bütünü mevcut oldu­ğunda ´kemale erdi ve tamam oldu´ denir. Ayetteki kelimenin ger­çek anlamı da budur.

İman, Mekke döneminde nazil olduktan sonra Allah Teala dini hüküm ve farzları zaman içinde indirmiştir. Dinin kemale ermesi de, birbiriyle irtibatlı şeylerin toplanması ve amellerin iman ile ir-tib atlanmasına an sonra sözkonusu olmuştur. İslam, işte bu şekilde mükemmel din olmuştur. O, İman ve Amel´in bütünüdür.

Selef-i Salih´ten bir zat, Mürcie´nin dahi söylemediği bir şeyi ifa­de ederek İblis´in mümin olduğunu söylemiştir. Ona göre İblis, ima­nı ikrar etmiş ve diliyle ifade etmiştir. Ama tuttuğu yol, bozuk ol-´ muştur. Sözkonusu zat şöyle demiştir: Yemin ederim ki lanetli İ lis, Allah Teala´yı tanıyan ve O´nu birleyen bir varlıktır. Ama o, bu tevhidi ile amel etmemiş, bildiği ve iman ettiği Rabbine itaat etme­miş, bu yüzden de küfre düşmüştür.

Mürcie´en bazıları ise, iddialarını isbat etmek için şu ayet-i ke­rimeye sarılmaktadırlar:
"Bu sözlerinden dolayı Allah onlara altla­rından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetleri mükafa-at olarak verdi". (Maide/85) Onlara göre Allah Teala cennete gir­mek için dille ikrarı şart koşmuş, ya da cennete girmeyi tevhid sö­züne bağlamıştır. Halbuki bu, Allah Teala´nm sözün tahakkukunu isbat etmesi babmdandır. O´na göre bu söz, iman ve yakin sözüdür. Bu sözün sahipleri, sadece söze sarılmayan ve onu bir araç olarak görmeyen kimselerdir. Oysa münafıklar böyle yaparlar.

Münafıklar da müminlerin telaffuz ettikleri kelime-i tevhidi dil­leriyle ikrar etmişlerdir, ancak Allah Teala onların tam aksi yönde­ki gizli inançlarını haber vermiş ve bu meyanda şöyle buyurmuş­tur:
"Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalp­lerinde olmayanı söylüyorlar". (Al-i İmran/167)

Allah Teala üstteki ayetinde anılan sözün, müminlere ait bir söz olduğunu murad etmiştir. Halbuki diğerleri, salih amelleri ter-kedip sadece sözle yetinenlerdir. Bu ayet ayrıca hakkı dile getirme­nin de imanın gereklerinden biri olduğuna delalet etmektedir. Bu tür bir sözden dolayı sevap hasıl olur. Çünkü o da, iyiliği emredip kötülükten sakındırma babından güzel bir ameldir. Buna karşın ayetin, sadece sözle imanın tahakkuk etmesine ve imanın mücer-red söz olup ameli gerektirmediğine delil teşkil etmesi tamamen boş bir iddiadır. Yukarıda saydığımız deliller, bu tür bir iddianın asılsızlığını kanıtlamaktadır.

Allah Teala, naklettiğimiz birçok ayetinde ameli şart koşmakta­dır. O, kafirler hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer tevbe edip na­maz kılar ve zekat verirlerse, kendilerine yol verin". (Tevbe/5) Üst­teki ayet-i kerime de Mürcie´nin iddialarının boş olduğunu kanıtla­maktadır. Çünkü Allah Teala önceki ayetinde ´Allah sadece söyle­dikleri sebebiyle onlara cennetler vereceğini buyurmamıştır. Aksi­ne, ´söyledikleri sebebiyle onları cennetlerle ödüllendirdi´ buyur­muşturmuştur.

Böylelikle de onların ecirlerinin hakkı söylemeleri sebebiyle ol­duğunu haber vermiş olmaktadır. Benzer bir ay...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes