Konu Başlığı: İmamın Hükmü Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Ocak 2010, 18:19:06 İmamın Hükmü, İmamet Ve İmama Uyanların Sıfatları Hakkındadır
Bu bölümde imamla ilgili hükümleri, imametin sıfatlarını ve imama uyanların durumlarım ele alacağız. Mürid, semtinin imamı ise, imameti layıkıyla yerine getirmek için onun hükümlerini yerine getirmelidir. İmam, arkasında namaz kılanların ortalama ücreti kadar ücret almayı hakeder. O, bu çerçevede Allah´a çağıran bir davetçi ve Allah Teala ile kulları arasında bir elçi gibi hareket eder. O, cemaatin rehberi ve birçok konuda Allah Teala ile kulları arasında duran bir köprü gibidir. Konuyla ilgili bir hadiste Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İmam emirdir. O rükuya eğildiğinde siz de rükuya gidin. O secde ettiğinde siz de secde edin". Bir diğer hadis de şudur: "O tamamladığında hem kendisi hem de cemaat içindir, o eksik bıraktığında vebali kendine ait olup cemaatine değildir". Bir başka hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "imamlarınız sizin Allah Teala´ya gönderdiğiniz heyetlerinizdir. Namazlarınızı temiz tutmak istiyorsanız, hayırlı olanlarınızı öne geçiriniz". Konuyla ilgili meşhur bir hadis-i şerif de şudur: "İmam kefil olan, müezzin emanet edilendir. Allahım! İmamları irşad et, müezzinleri bağışla [104] Bir diğer hadis de şudur: "Şu üç kimsenin namazı kabul edilmez namazları başlarına değmez Sapmış bir kul, kocasının kızgın olduğu kadın ve cemaati tarafından hoşlanılmayan bir imanı". [105] İmametin Şartlar İmamlığın ilk şartı, fasiklıktan ve büyük günahlardan sakınarak küçük günahlarda ısrarcı olmamaktır. Allah Teala´mn Kitabı´nı veya ondan okuyabildiği kısımları nağmesiz biçimde ve manasını değiştirmeden okuyabilmelidir. Namazın farz ve sünnetlerini, namaza bozan hususları, sehiv secdesi gerektiren ve gerektirmeyen durumları iyi bilmelidir. Namazda bir hades oluştuğunda veya abdestsiz olduğunu hatırladığında titiz ve vera´ ile davranarak Allah´tan korkmalı ve derhal namazdan çıkmalı, kendisine en yakın birinin elini tutarak onun devam etmesini temin etmelidir. Bu tür bir durum ümmetin ilk imamı olan Allah Resulü´nün (sav) başına gelmiş ve O namazdan çıkmıştır. Allah Resulü (sav), namaza abdestsiz başladığını hatırlayınca namazı bırakmıştır. Namaza ara vermesinin sebebi, namaz kılınırken cünüb olduğunu hatırlaması idi. Bu yüzden ayrılmış ve gusül abdesti alıp geldikten sonra namaza devam etmiştir, [106] Hadise namazda olursa böyle hareket edilir. Eğer namaza abdestsiz başladığını hatırlarsa namazı yine bırakır, ancak kimseyi makamına geçirmez. Cemaat, namazı kendi başına kılabilir. İmam, temizliğini kamilen yapma ve namazını ihlas ile kılma hususlarında güvenilir olmalıdır. Kıldırdığı namaz ile Allah Teala´mn rızası ve katındaki nimetleri ümit etmelidir. Namazı ücret karşılığı kıldırmak helal olmadığı gibi ezanı ücret karşılığı okumak de helal değildir. Allah Resulü (sav) Osman b. Ebi´l-As es-Sekafi´ye şöyle buyurmuştur: "Ezan için ücret almayacak bir müezzin bulun [107]. Namaza çağıran kimsenin ücret almaması istenirken, Allah Teala ile kullarının arasına dikilerek onlara namaz kıldıran kimsenin ücret almasına hasıl izin verilebilir? Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Peygamberlerden sonra en hayırlı olanlar alimler, alimlerden sonra da müslümanlara namaz kıldıran imamlardır. Çünkü onlar Allah Teala ile kulları arasındaki risalet köprüsü üzerinde durmaktadırlar. İlk zümre ilmi, imamlar ise dinin direğini ayakta tutmaları sebebiyle böyle yüksek bir mertebeye layık görülmüşlerdir. Namaz, dinin direğidir. Hilafet konusunda Ebu Bekir-i Sıddık´m (ra) Ali´ye (kv) tercih edilişi de namaz imamlığı konusundaki tercihe dayanmıştır. Allah Resulü (sav) ashabı içinde kendinden sonra namaz kıldırmaya onu ehil görmüştü. Sahabe de bu meyanda şöyle demişlerdir: Düşündüğümüzde namazın dinin direği olduğunu gördük ve Allah Resulü´nün (sav) dinimiz için seçtiğini, dünyamız için de seçmeye karar verdik. "Adamın biri Allah Resulü´ne (sav), ´Ey Allah Resulü, bana öyle bir amel göster ki beni cennete soksun´ demişti. Allah Resulü (sav) ´Müezzin ol´ buyurdu. Adam ´Beceremem´ deyince, Allah Resulü de (sav) ´İmam ol´ buyurdu. Adam, ´Onu da beceremem´ deyince, ´İmamın hemen arkasında namaz kıl´ buyurdu". Vera´ ehlinden bazıları ihtiva ettiği sorumluluk sebebiyle imamlık etmekten uzak durur, ezan okumayı ve müezzinlik yapmayı tercih ederlerdi. Müezzinliği imamlığa tercih eden bu kimselere sahabe ve tabiun arasında sık rastlamaktayız. Müslümanlara namaz kıldıran bir imam namaz vakitlerine riayet etmeli, namazları vaktin başında kılmaya gayret etmelidir. Böylelikle Allah Teala´mn rızasına nail olması muhtemeldir. Namazın ilk vaktinin son vaktine üstünlüğü, ahiretin dünyaya üstünlüğü gibidir. Allah Resulü´nden (sav) bu manada bir çok hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan birinde şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kul namazını vaktin sonunda da olsa kılarak kaçırmamalıdır. Vaktin başında kılması ise, kendisi için dünyadan ve içindeki-lerden daha hayırlıdır". İmam rüku, secde, kıyam ve ka´de gibi namaz erkanını dengeli ve hakkını vererek yapmalıdır. Böylelikle arkasında namaz kılanlar içinde bulunan zayıf bünyeli veya rahatsız kimselerin de onu izlemeleri kolay olacaktır. Allah Resulü (sav) de namazı böyle kıldı-rırdı. İmam üç kez sekte yapmalıdır. Semre b. Cündüb (ra) Imran b. Husayn´dan (ra) böyle rivayet etmiştir. Sektelerin ilki tekbir getirdiğinde yapılır ve en uzunudur. Bu sektenin süresi, cemaatin Fatiha sûresini okuyabileceği kadar bir zainandır. Eğer acele eder ve cemaatin Fatiha´yı tamamlayamamala-nna yol açarsa vebali ona ait olur. Ancak cemaat başka şeylerle meşgul olduğunu için tamamlayamazsa, sorumluluk kendilerinindir. Bu durumda imam üzerine düşeni yapmış olmaktadır. İkinci sekte, imam Fatiha´yı okuduktan sonra verdiği aradır. Bu sürede sureyi tamamlayamayanlar onu bitirirler. Bu sektenin süresi, ilk sektenin yarısı kadardır. Üçüncü sekte, zammı sureyi okuyup rükuya eğilmeden önce verilen aradır. Sektelerin en kısası olan bu sekte, ikinci sektenin yarısı kadar bir süreyi kapsar. Bu sektenin sebebi de kıraatin hemen ardından tekbir getirerek namazın erkanını birbirine karıştırmamadır. Ayrıca kıraati rüku rüknüyle birleştirmekten de sakınılmış olur. İmam bundan nehyedilmiştir. İmamın ardında namaz kılan kimse de, iftitah tekbirini ve selamını imamın tekbiri veya selamıyla eş zamanlı yapmamalıdır. Ne imam, ne de ardında namaz kılan cemaat, iki selamı birleştirme-melidirler. Aksine bu iki selam arasına mesafe koymalıdırlar. Namazda rükünleri birleştirmek Allah Resulü (sav) tarafından nehyedilmiştir. Rükünleri birleştirme, şu beş noktada olur: İmama tabi olan kimse, tekbirini, rükuunu, secdesini, kalkışını ve selamını imamdan sonra eda etmelidir. İmam secdeye iyice kapanmadan kendilerini secdeye atmamahdırlar. Secdeden kalkılırken de böyle yapılmalıdır. Sahabe, Allah Resulü´nün (sav) arkasında namaz kılarken bu hususlara dikkat ederlerdi. İmam, saflar iyice düzelinceye kadar tekbir getirmemeli, önce sağa, sonra sola dönüp boşluk veya eğriliklerin düzeltilip doldurulmasını sağlamalıdır. Safların düzeltilmesi, namazı tamamlayan fiillerdendir. Selef-i Salih hizayı omuzlardan alır ve ayak topuklarını birleştirirlerdi. Cemaatle namaz hakkında şöyle denilmiştir: İnsanlar cemaat namazından şu üç kısımdan birine mensup olarak çıkarlar: 1. Yirmibeş namaz sevabıyla çıkanlar; bunlar rüku ve secdelerini imamdan sonra yapanlardır. 2. Bir namaz sevabıyla çıkanlar; bunlar tekbir, rüku ve secdelerinde imamla aynı zamanda hareket edenlerdir. 3. Namaz sevabı olmaksızın çıkanlar; bunlar da imamdan Önce oturup kalkan ve namazı ondan önce bitirenlerdir. İmam, sabah namazının farzını kıldırırken yüzden az ayeti bulunan surelerden iki sure okumalıdır. Sabah namazının kıraatini uzun tutmak, alaca karanlıkta başlayıp ortalık aydınlanmcaya kılmak sünnettendir. Sabah namazının ikinci rekatında Kur´an-ı Ke-rim´in son otuz veya yirmi suresini okumak da hoştur. Yalnız bunu, hatmedinceye yani son sureyi okuyuncaya kadar sürdürmek gerekir. Bu surelerde, türlü ibret ve öğütler gizlidir. İnsanların sürekli okumalarından dolayı bunlara alışkanlık sözkonusudur. Bu sureler, kafayı ve kalbi boşaltıp Allah´a hasretmek ve tefekküre dalmak için çok uygundur. Ancak alimlerden bazıları bunların bir kısmım okuyup sonuna kadar getirmeden rükuya eğilmeyi mekruh görmüşlerdir. Rivayete göre Allah Resulü (sav) Yunus suresinin bir kısmını okumuş ve Musa (as) ile Fîravun´un hikayesine gelince kıraate ara vererek rükuya eğilmişti. Bundan daha çok bilinen bir hadis ise şöyledir: "Allah Resulü (sav) sabah namazının iki rekatinde Bakara suresinden yüz ayet okudu. İlkinde ´Kûlû âmenna billahi...´ ayetinden, ikincisinde de ´Rabbena âmenna bimâ enzelte..´ ayetinden itibaren okumuştur". Bir defasında da sabah namazının farzlarında ´Şehidallâhü ennehû lâ ilahe illâ hû...´ ayetinden itibaren okuduğu rivayet edilmiştir.[108] Allah Resulü (sav), Bilal-ı Habeşi´nin (ra) oradan buradan seçerek okuduğunu işitmişti. Niçin böyle yaptığını sorunca Bilal (ra) ´Güzeli güzelle harmanlıyorum´ dedi. Allah Resulü de (sav) ´İyi yapıyorsun, isabet etmişsin´ buyurdu. Meşhur bir rivayet de Ebu Bekir-i Sıddıkla (ra) ilgilidir. es-Sa-nâbihî şöyle demiştir: Akşam namazını Ebu Bekir´in (ra) arkasında kılıyordum. İkinci rekatte ´Rabbena lâ tüzığ kulûbenâ=Rabbimiz kalplerimizi kaydırma´ ayetini okudu. Bu ayetin, özellikle akşam namazının ikinci rekatinde okunması müstehap görülmüştür. Rivayete göre İbni Mesud (ra) halka yatsı namazını kıldırıyordu. ikinci rekatta Al-i İmran suresinin son on ayetini okudu. Aynı namazın ikinci rekatında ise Furkan suresinin son kısmını Tebâre-kellezî ce´ale fî´s-semâ´i burûcen...´ okudu. Fakihlere göre müstehap olan kıraat, Fatiha suresinden sonra bir surenin üçte birini veya bir sureden iki ayeti okumaktır. Fatiha ile yetinen kimse için bu da yeterlidir. İbni Abbas (ra) tarafından yerine halife olarak bırakılan ve halka fetva sorabileceklerini söylediği Basralı büyük fakih Cabirb.Zeyd´in namaza iftitah tekbiriyle başladıktan Fatiha suresini okuduktan sonra Müd hâmmetân=Bunlar da yemyeşildir´ (Rahman/64) ayetinin kıraatiyle yetinip rükuya gittiği rivayet edilmiştir. Bu ayet, Kur´an-ı Kerim´in en kısa ayetidir. Büyük camii imamlarından birinin yatsı namazının ikinci reka-tinde Yunus suresinin son kısmını okuduğuna şahit olmuştuk. Cemaat içinde bir çok alim ve arif mevcut olmasına rağmen hiçbirinin ses çıkarmadıklarını gördük. Öğle namazının farzında otuz ayetten daha az ayeti olan sureler okumalıdır. İkindi namazında ise bunun yarısı kadarını okumalıdır. Allah Resulü´nün (sav) cemaate kıldırdığı son namaz akşam namazı idi. O namazda Mürselat suresini okumuştu. O, bu namazdan sonra vefat edinceye kadar bir daha namaz kılamamıştır. Enes b. Malik (ra) şöyle derdi: "Allah Resulü (sav) insanların namazı -tamamlamasına rağmen-en.kısa ve hafif tutanı idi". Yine o şunu anlatmıştır: "Allah Resulü (sav) namazı kısa tutmayı emrederdi. Bize kıldıracak olduğu zaman da Saffat suresini okurdu"[109]Allah Resulü (sav) ruhsatlardan bahsederken şöyle buyurmuştur: "Sizden biri cemaate namaz kıldıracağı zaman namazı kısaltsın. Çünkü içlerinde yaşlısı, güçsüzü ve dertlisi olabilir".[110] Kişi kendi başına kıldığı zaman istediği kadar uzatabilir. Muaz b. Cebel (ra) bir cemaata namaz kıldırırken kıraata Bakara suresinden başlatmış ve uzun uzun okumuştu. Bunun üzerine cemaatten biri ayrıldı ve namazı tek başına tamamladı ve mescidden ayrıldı. Bunun üzerine adam hakkında ´münafıklık yaptı´ dediler. Ardından hadise büyüdü ve Allah Resulü´nün (sav) huzuruna gitti. Taraflar birbirlerinden şikayetçi oldular. Adam, Muaz´ın (ra) kıraati uzatmasından şikayetçi oldu. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) de Muaz´a (ra) şöyle buyurdu: Ala, Tarık, Şems ve Duha surelerini okuyuversen daha iyi olmaz mı?" İmam tesbihatım beş veya yedi sayısınca yapmalı, cemaatini üçerli olarak kendisine yetişebilmesini sağlamalıdır. Çünkü cemaat rüku ve secdeye onun arkasından gitmektedir. Enes b. Malik (ra) Medine emiri olan Ömer b. Abdülaziz´in arkasında namaz kıldığı zaman şöyle demişti: Allah Resulü´nden (sav) sonra bu genç gibi bir imamın arkasında namaz kılmamış tim. Biz Allah Resulü´nün (sav) arkasında kılarken tesbihatı. onarlı onarlı yapardık. Konuyla ilgili bir başka rivayette de şöyle denilmektedir: "Allah Resulü´nün arkasında namaz kılarken rüku ve secde tesbihatım onarlı onarlı yapardık"[111] İmam öğle, ikindi ve yatsı namazlarının rekatlarında Fatiya´dan sonra kısa bir sure veya iki ayet okursa iyi etmiş olur. Geç kalan cemaatin yetişebilmesi için Fatiha´yı yavaş yavaş okuyabilir. Selef-i Salih şu konuda ihtilafa düşmüşlerdir: İmam rükuda iken mescide yetişmeye çalışanların ayak seslerini işitse rekata yetişmeleri için beklemesi mi gerekir, yoksa bunu umursamadan kılmaya devam mı etmelidir? Bazılarına göre yetişmek isteyenlere fırsat vermek için rükuyu uzatır. Şa´bi bu görüşte olanlardandır. Diğerlerine göre ise onları beklememesi gerekir. Çünkü arkasında namaz kılanların hukukuna saygı, geç kalanların hukukuna saygıdan önce gelir. İbrahim en-Neha´i de bu görüştedir. Hicaz fikıhçıları da bu yönde görüş belirtmişlerdir, onlara göre de imam namaza yetişmeye çalışanları beklemez. İhlasın gereği de geç kalanların yetişmesini sağlamak için namazı bekletmemektir. Küfe fakihlerinden bir kısmına göre yetişmeye çalışanları beklemesi daha doğrudur. Bu durumda onların yetişmesinin faziletini de kazanmış olur. Osman, sabah namazında insanların rükuya yetişebilmeleri için rükudan önceki kıraati uzatmayı tercih etmiştir. Bize göre de orta yol budur. Buna göre imam biraz beklemeli, ayak sesi duyarsa rü-kunun ilk kısmında ise uzatmasında bir mahzur yoktur. Ama rükunun son kısmında başını kaldırdığında işitmişse namazı uzatma pahasına beklemesi doğru değildir. Böyle bir durumda gelenleri umursamadan dikilmeli ve namazını sürdürmelidir. Teşehhüd babında rivayet edilen lafızlar arasında tercihimiz İbin Mesud (ra) tarafından nakledilen teşehhüddür. ´Vav´ harfleriyle birlikte bizim gözümüzde sabit olan Abdullah b. Mesud (ra) kanalıyla gelen rivayettir. Baş kısmında Allah Teala´nm ism-i celili Öne alınmalı ve ´mübârekât´ lafzı ilave edilmelidir. Böyle yapıldığında bütün rivayetler de birleştirilmiş olur. Çünkü İbni Ömer´in (ra) rivayetinde ´mübârekât´ lafzı kullanılmakta ve ´Lillâ-hi´ lafzı sonraya alınmaktadır. İbni Ömer´in (ra) rivayetinde ´besmele´ de geçmektedir. Sevri (ra) tarafından Eymen b. Vail kanalıyla Ebu´z-Zübeyr´den, o da Cabir*den (ra) şöyle nakletmiştir: "(Tahiyyatta) Allah Resulü (sav) şunu okurdu: Bismillâhi, ve billahi et-tahıyyâtü lillâhi ve´s-salevâtü ve´t-tayyibâtü lillâhi[112]Bize göre en güzel tahiyyat, bu hadiste rivayet edilen lafizdır. Sebebi de ihtiyata en yakın olmasıdır. Ayrıca hemen her cemaatin rivayetinden bir parça ihtiva etmektedir. Bundan sonraki ihtilaf, selam lafzında Allah Resulü´ne (sav) işaret edilip edilmemesidir. Tercih ettiğimiz selam lafzı; ´Es-Selâmü aleyke yâ eyyühe´n-Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü, es-Se-lâmü aleynâ ve alâ ´ıbâdillâhi´s-sâlihîn´ şeklindekidir. Sebebi de bu lafzın bir takım rivayetlerde tefsir gibi zikredilmiş olmasıdır. Rivayet sahibi şöyle demektedir: Allah Resulü (sav) hayatta iken kendisine şöyle selam verirdik: Es-Selâmü aleyke yâ eyyühe´n-Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh. O vefat ettikten sonra da bu selamı gıyabında vermeye devam ettik. Tahiyyat rivayetlerinin hemen hepsinde Kelime-i Şehadet´in ´Ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh´ kısmı yer almaktadır. Tercih ettiğimiz de budur. Ancak Ömer´den (ra) gelen bir rivayette, ´Muhammeden abdühû ve Resûlüllâhi salaliâhü aleyhi ve sellem´ ifadesi yer almaktadır. Ulemadan bir zat, ariflerden birinden şunu nakletmiştir: Allah Resulü´nü (sav) rüyamda gördüm ve kendisine, ´Ey Allah Resulü! , Alimler tahiyyat hakkında ihtilafa düştüler, hangisini tercih edelim?´ diye sordum. Şöyle buyurdu: Tahiyyat İbnu Ümmi Abd´in rivayet ettiğidir. Kul, tahiyyatmda şu beş cümle ile Rabbine istiaze-de bulunmalıdır: Cehennem azabından ve kabir azabından Sana sığınırım; hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım; Mesih Dec-cal´m fitnesinden Sana sığınırım; Bir kavim için fitne murad ettiğinde beni fitneye düşürmeksizin katına al. Allah Resulü (sav) de böyle yapmıştır. Buradaki ´Mesih´ kelimesi, yeryüzünü baştan sona dolaşan anlamındadır. Bazı dilciler ise, bir gözü çıkarılmış olduğu için böyle adlandırıldığını söylemişlerdir. Tekbir, selam ve ezan lafiziarı mutlak ve tartışmasızdır. Müezzinin imamdan farklı bir şahıs olması müstehaptır. Rivayete göre Allah Resulü (sav) imam ile müezzinin aynı kişi olmasını mekruh görmüştür. Ezanın faziletinden sözedildiğinde Ömer (ra) şöyle demiştir: İmamlık olmasaydı müezzinlik yapardım. Allah Resulü´nün de (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ezan müezzinin, kıldırmak imamındır". Yani imam kıldırmaya daha muktedirdir. İmam geciktiği zaman müezzin imamı bekleyebilir. Halbuki imam ve cemaat hazır olduklarında vakit girdikten sonra müezzini beklemezler. Müezzin de, imamın birini beklemesi sebebiyle beklemez ve ezanı okuyup kameti getirir. Çünkü namaz vakte riayet edilerek kılman bir ibadettir ve vaktin ilk bölümünde kılınması daha makbuldür. Namazı vaktinde kılmak, cemaatin beklemesinden ve kıraati uzun tutmaktan daha faziletlidir. Konuyla ilgili olarak Selef ahlakının şöyle olduğu nakledilmiştir: Vakit girdiğinde iki kişi varsa üçüncüyü beklemezlerdi. Cenazede de dört kişi gelmişse, beşinciyi beklemezlerdi. İmam varken cemaatin beklenmesi mekruh görülür, cenazeye ağıtlar yakılarak geciktirilmesi de bidat olarak değerlendirilirdi. Konu Başlığı: Ynt: İmamın Hükmü Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Ocak 2010, 18:29:19 Bir defasında Allah Resulü (sav) sabah namazına geç kalmıştı. Bu, bir yolculukta olmuştu. Gecikmesinin sebebi de abdestti. Sahabe O´nu beklemeyerek Abdürrahman b. Avfı (ra) öne geçirdiler. Ab-durrahman (ra) sabah namazını kıldırdı. Allah Resulü (sav) cemaatin ilk rekatını da kaçırmıştı. Sahabenin arkasından namazını devam ettirdi ve tamamladı. Sahabe böyle davrandıkları için üzgündü. Allah Resulü (sav), ´Doğrusunu yaptınız, her zaman böyle yapın!´ buyurdu. Bir keresinde de öğle namazına gecikmişti. Sahabede Ebu Bekir-i Sıddık´ı (ra) imam yaparak onun arkasında kılmışlardı. Onlar namazda iken Allah Resulü (sav) gelmiş ve bir yanda dikilip tekbir getirerek cemaata katılmak için beklemişti.
Müezzin ´Kad kâmetü´s-salât´ dediğinde cemaat ayağa kalkmış olmalı, ´Hayye ale´s-salât´ derken ayağa kalkmalıdırlar. Sünnete uygun olan da budur. Müezzin ´Kad kâmetü´s-salât´ dediğinde imam tekbir getirmelidir. Bu noktada müezzin kametini tek başına tamamlar. Kameti tamamladıktan sonra da namaza katılır. O namaza başladığında imam Fatiha´yı okumaktadır. ´Kad kâmetü´s-salât´ ifadesinin gerçek anlamı, insanlar namaz için ayağa kalktılar, şeklindedir. Çünkü ´salat´ yani namaz, canlı olmadığı için ayağa kalkması da mümkün değildir. Buna göre de, müezzin ´Kad kâmetü´s-salât´ dediğinde doğru söylemiş olmaktadır. Bu ifadenin mecazi kullanımda, namaz vaktinin yaklaşmasını ve namaza kalkmanın vaktinin gelmesini ifade etmesi de mümkündür. İmamın, aynı zamanda müezzinlik yapmasının mekruh oluşu da işte bu yüzdendir. Çünkü müezzin, ´Kad kâmetü´s-salât´ dediğinde imamın tekbir getirmesi, cemaatin de namaza başlamış olması gerekmektedir. Bilal de (ra) Allah Resulü´ne (sav) bu meyan-da, "Amin´ demede benden erken davranmayın´ diye ricada bulunmuştur.[113] Buradan anlaşılan, Bilal´in (ra) Fatiha´dan sonra söylenen ´Amin´ lafzını cemaatle birlikte terennüm etmek isteyişidir. İmamın besmeleyi sesli olarak okumasını müstehap görmem. Hatta besmelenin Fatiha suresinin ilk ayeti olduğuna inansa bile onun sesli okumamalıdır. Allah Resulü´nün (sav) konuyla ilgili rivayetlerinin çoğunluğu ve sıhhatli olanları, besmeleyi sesli okumama yönündedir. Besmeleyi sessiz okumak Allah Resulü´nün (sav) son dönem fullerindendi. Selef-i Salih de O´nun son dönem fiillerine itibar ederlerdi. Bu tür fiilleri, alimlerin çoğunluğunun da tercihine şayan olmuştur. İbni Mesud´dan (ra) rivayet edildi ki: İmamın şu dördünü gizlememesi sünnettendir: Sübhâneke, isti´aze, besmele ve âmin. Ali (kv) de bunların sesli okunması yönünde fikir belirtmiştir. İbni Abbas (ra) ise bunların sesli okunmasının sünnet gereği olmadığını söylemiştir. Sabah namazının Hasan´dan (ra) rivayet edilen sekiz dua ile uzatılmasını mekruh görmüyoruz. Bu dualar, Allah Resulü (sav) tarafından sessiz olarak okunmuştur. O, bunları okurken ellerini kaldırmamıştır. Çünkü bunlar bizzat dua niteliğinde olan ifadelerdir. Bunları okumayan kimse de iyi etmiş olur. Çünkü fıkıhçüarın çoğunluğu bu duaların okunmaması yönünde görüş belirtmiştir. Cuma gecesi ve sabahı kılman namazlarda, Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen iki meşhur hadiste yer alan surelerin okunması müstehap görülmüştür. İlkine göre Allah Resulü (sav) Cuma günü sabah namazında Secde suresi ile İnsan surelerini okurdu. Diğerine göre Cuma günü akşam namazında Kafîrun ve îhlas surelerini, yatsı namazında Cum´a ve Münafıktın surelerini okurdu."[114] İmamın teşehhüdde Allah Resulü´nün (sav) Aişe validemize (ra) öğrettiği şu duayı okuması müstehaptır. Bir çok hayrı içeren ve niyaz bakımından mükemmel olan bu dua şöyledir: "Allâhümme innî es´elüke mine´l-hayri küllihî a´âcilihî ve âcilihî mâ alimtü minhü ve mâ lem a´lem, es´elüke mâ se´eleke Muhamme-dün sallallâhü aleyhi ve sellem ve e´ûzü bike mimmâ iste´âzeke Mu-hammedün sallallâhü aleyhi ve sellem minhu. Es´elüke´l-cennete ve mâ karrebe ileyhâ min kavlin ve amelin ve e´ûzü bike mine*n-nâri ve mâ karrebe ileyhi min kavlin ve amelin, Allâhümme mâ kadeyte lî min emrin fec´al âkıbetehû rüşden Allahım! Sen´den hayrın er veya geç, bildiğim veya henüz bilemediğim şekillerinin hepsini niyaz ediyorum. Sen´den Muham-med´in -salat ve selam üzerine olsun- niyaz ettiğini niyaz ediyorum. Muhammed´in -salat ve selam üzerine olsun- Sana sığındığından ben de Sana sığınıyorum. Sen´den cenneti ve ona yaklaştıracak söz ve fiilleri nasip etmeni niyaz ediyorum. Cehennemden ve ona yaklaştıracak söz ve fiillerden de Sana sığmıyorum. Allahım beni için takdir ettiğin işin akıbetini hayırlı kıl!" Bu duayı okuduktan sonra müminlerin bağışlanmaları için dua eder ve şunları okur: ´Allahım, kalplerimizi doğrulttuktan sonra eğriltme!´ ´Rabbimiz bize dünyada güzellik ver! Ahirette de bize güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru!´ Bunlar dışında tercih edilecek başka dua yoktur. Konuyla ilgili rivayetler arasındaki beş husustan Allah´a sığınma dışında da başka bir dua veya isti´âze mevcut değildir. Yukarıdaki dualarla yetindiğinde, gerekeni okumuş olacaktır. İmam dua ederken sırf kendi namına dua edip cemaati ihmal etmemelidir. Bu mekruh görülmüştür. Namazda veya sonrasında dua ederken daima ´Biz zamirini kullanmalı, ´Sen´den niyaz ederiz, Sana sığınırız´ demelidir. Bunu yaparken hem kendini, hem de cemaatini düşünmelidir. İlgili bir rivayette şöyle denilmektedir: Kim bir topluluğa imam olursa, duayı yalnız kendine mahsus tutmamalıdır. Mürid, müezzinliği imamlığa tercih edebilir. Selef ulemasından bir zatın şöyle dediği nakledilmiştir: Müezzinlik, imamlıktan daha faziletlidir. Müezzin, Allah Resulü´nün (sav) "İmanı emirdir"[115] ve "İmam kefildir"[116] hadislerinden dolayı ecir bakımından daha üstündür. Bu iki hadisinde Allah Resulü (sav) imamı, kefil ve emîre benzetmekte ve bur küsur işlediklerinde sorumluluğun cemaate değil kendilerine ait olduğunu bildirmektedir. Bu durumda ezan okumak, çok daha emniyetli bir görev olmaktadır. Müezzin, imamlığın hükmünü almamakta ve onun sıfatını taşıyamamakta ise de, imamın arkasında namaz kılanların veballerinin bir kısmını üstle-nebilmektedir. Ama vazifesini ikmal ettiğinde ecrini almaktadır. Allah Resulü (sav) müezzinler için ettiği duada, imamlardan daha ileri gitmekte ve onları imamlardan daha çok övmektedir. Yukarıdaki ikinci hadisin son kısmında "Allahım, imamları irşad et, müezzinlere de mağfiret buyur" demektedir. Yine O, müezzin hakkında şöyle buyurmuştur: "Müezzine sesi miktarmca mağfiret edilir. Yaş kuru her şey onun lehinde şahitlik eder".[117] Başka bir hadisinde ise daha etkileyici bir sıfatla anmaktadır: "Müezzin, kendisineemanet edilendir".[118] Bir diğer hadisinde ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Müezzinleriniz mutemedleriniz, imamlarınız ise kefillerinizdir". Mutemedler, elbette kefillerden daha üstündür. Çünkü kefil, bir şeyleri ödemekle yükümlüdür. Mutemed ise, kendisine güvenilen ve kefalet istenmeyen kimsedir. Bu konuda aktarılabilecek bir güzel bilgi de Sehl b. Sa´d es-Sa-idi´yle (ra) ilgili olarak anlatılmıştır. Ebu Hazim (ra) dedi ki: Sehl b. Sad (ra) imamlık için cemaatin gençlerini öne sürüyordu. Kendisine şöyle dedim: Sen Allah Resulü´nün (sav) sahabilerinden birisin. Öncülük ve fazilet senindir. Öne geçip namazı sen kıldırsan daha iyi olmaz mı? Bana şöyle karşılık verdi: Yeğenim, Allah Resulü´nün şöyle buyurduğunu işittim: İmam kefildir! Şahsen kimseye kefil olmak istemiyorum! Konuyla ilgili bir rivayette de Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir mescidde yedi yıl müezzinlik ederse kendisine cennet farz olur",[119] Bir başka rivayet de şöyledir: "Kim kırk yıl müezzinlik ederse cennete hesapsız girer". Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Üç kimse Kıyamet günü misk yığını üzerinde olacak ve hesaba kadar bütün insanlar korkarken onlar korkmayacaklardır: Kur´an okuyan ve onu muhtevasıyla birlikte Allah Teala´ya geri götüren kimse; Dünya hayatında kölelikle sınanıp Allah´a ve efendisine itaat eden kimse." "Allah´ın yoluna davet eden kimseden daha güzel sözlü olan kimdir?" (Fussilet/33) buyruğunun tefsirinde, ayetin müezzinler hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Ayetin devamındaki "Ve salih amel işleyen´ ile kasdedilenin ise, ezan ile kamet arasındaki namaz olduğu ifade edilmiştir. Müezzinin, ezanı bitirdikten sonra ´Ben müslümanlardanım, alemlerin Rabbine hamdolsun´ demesi, üstteki ayeti okuması, "Dini Allah´a halis kılanlardanım, alemlerin Rabbine hamdolsun" demesi müstehap görülmüştür. Müezzin, ezan ile kamet arasında dört rekat namaz kılar ve bol bol dua eder. Bu, müstehap görülmüştür. Selef-i Salih, dört şeyden hoşlanmaz ve onlardan uzak dururlardı: imamlık, müftülük, vasiyet ve emanet. Onlardan biri şöyle demistir: Benim için cemaatle namaz kılmaktan ve imama uymaktan daha sevimli bir amel yoktur. Böylelikle imamlığın hatalarından korunmuş olunun, vebali de başkaları yüklenmiş olur. Her şeye rağmen namaza durulacağı zaman, öne geçmesi istenen kimse öne çıkmalı ve bundan kaçılmamalıdır. Konuyla ilgili olarak geçmiş kavimlerin kıssaları arasında imamlıktan kaçan bir toplumun helak edildikleri haber verilmiştir. İmam hazır oluncaya kadar müezzin namaz kıldıramaz. Cemaat, imamı ayakta beklememelidirler. Bu mekruh görülmüştür. Allah Resulü (sav) bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Geldiğimi görmedikçe ayağa kalkmayın!"[120] Bişr b. el-Hars (ra) şöyle demiştir: Dünyada dirlik, ahirette izzet sahibi olmak isteyen kimse dört şeyden sakınsın: Hadis anlatmak, şahitlik etmek, imamlık yapmak ve fetva vermek. Onun başka vesilelerde, ´davete katılmak, hediye kabul etmek´ dediği de nakledilmiştir. Bu, Bişr´in aşırı titizliğinin ifadesidir. Ezan ve kametin miktarı konusunda tercihimiz, Hicaz okulunun görüşüdür. Ezanda, her lafız iki kez tekrarlanmalıdır. Kamette ise bir kere yeterlidir. Sabah ezanında ´es-salâtü hayrün mine´n-nevm=Namaz uykudan hayırlıdır* lafzını iki kez tekrar etmelidir. Ezan, vakit girmeden kısa bir süre önce okunmalıdır ki insanlar namaz için hazırlık yapabilsinler. Burada bir (orta namaz=salât-ı vustâ´ devreye girmektedir ki bununla ilgili karan rivayetlere bırakmak gerekirse de yaygın kanaat onun ikindi namazı olduğudur. Selef-i Salih, sesin her yerde alçaltılması ve kısılmasını tavsiye ederken yalnız iki noktada yükseltmeye izin vermişlerdir. Bunlardan biri ezan, diğeri de telbiyedir (=Lebbeyk..). Müezzin, ezan okurken sesini uzatmalı, güzelleştirmeli ve bunun için bütün çabasını sergilemelidir. Ezan ile kamet arasındaki süre bir hadiste şöyle bildirilmiştir: "Müezzin, ezanı ile kameti arasına kişinin yemeğini bitireceği, boğazını temizlemek isteyen bîrinin su içmesi kadar bir süre koyar".[121] Bu süre, iki ezan arasında tercih edilen süredir. Yeme, içme ihtiyacı olan kimse, bunu namaza başlamadan halletmelidir. Aksitakdirde bu onu namaz boyunca meşgul edebilecektir. Allah Resu-lü´nün bu meyanda iki çirkin şeyin namaza (=büyük ve küçük ab-destin sıkışması) sokuşturulmasmı nehyettiği rivayet edilmiştir.[122] Bir hadisinde de akşam yemeği ortada iken namaz vakti girdiğinde öncelikle yemeğin bitirilmesini, namazın yemekten sonra kılınmasını tavsiye etmiştir.[123] Böylelikle kişinin kalbi hiç bir şeyle meşgul olmayacak ve kendini tamamıyla namaza verebilecektir. Bu da namazın erkanına riayet ile kılınmasının temel şartlanndan Bîridir. Namazda çok hata eden, kafası ve kalbi yakanşlan anlamayacak derecede meşgul olan, arkasındaki cemaatte kendinden daha iyi Kur´an okuyan veya daha fakih birinin bulunduğunu düşünen kimsenin imametini mekruh görürüz. Namaz kıldıran kimse, bizatihi salih, ibadet ehli veya fakih olsa da, cemaat içinde daha fakih, daha salih ve daha titiz biri bulunduğunda namaz kıldırmayıp imamlığı ona vermelidir. Cahil, alimlere, Arapça´yı bilmeyen bir yabancı Arapça alimine namaz kıldıramaz. Hatta teyemmüm almış biri, suyla abdest almış birine namaz kıldıramaz. Cemaat tamamen cahillerle dolu ise, Kur´an´ı en iyi okuyanları seçilir. Kıraati çok iyi olanlar birden fazla olduğunda, o zaman da ilim bakımından daha üstün olan kimse öne geçirilir. Her iki aday da aynı seviyede, yalnız birinin tecvidi daha üstün ise tecvidi iyi olan diğerine tercih edilir. Gerçi cemaatin tamamını bilmek mümkün olmaz, ancak en doğru okuyanın imam yapılması daha uygundur. Bu noktada namazı daha iyi biliyor olması, tercih nedenidir. Bir hadisinde de Allah Resulü´nün şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: Topluluğa, Allah´ın Kitabı´nı en iyi okuyan imamlık yapar".[124] Eğer kıraat bakımından denk iseler, fıkıh bilgisi daha olan imam olur. Fıkıh bilgisinde de denk iseler, yaşça büyük olan imam olur. İmamlıkta tercih bu şekildedir. Kişi kendi evinde imamlığa herkesten daha layıktır. Ancak tercih ettiği değerli bir zat varsa, imamlık hakkından onun lehine vazgeçebilir. İmamın selamın hemen ardından yüzünü cemaate çevirmesi müstehaptır. Cemaatın imamın yüzünü görmeden kalkmaları da bize göre mekruhtur. Bu konuda Talha (ra) ve Zübeyr"den (ra) güzel bir davranış rivayet edilmiştir: O ikisi Basra´da namaz kıldıkları zaman selamdan sonra imama şöyle demişlerdi: Ne kadar güzel ve erkanına uygun kıldırdınız. Tıpkı bizim kıldığımız gibi kıldınız. ama bir şey eksik kaldı; selamdan sonra yüzünü cemaate çevirmedin! Ardından cemaate dönüp şöyle dediler: Siz de çok güzel kıldınız, ancak size yüzünü çevirmeden ayağa kalktınız! Komşuları veya cemaati tarafından sevilmeyip mekruh görülen birinin imamlık yapmak için öne atılması helal değildir. Cemaat imam hakkında ihtilafa düşse ve bir grup severken diğerleri sevmese, dini hassasiyeti ve ilmi olanlara itibar edilir. Karar, onların eğilimine göre verilir. Bunlar azınlık da olsa, çoğunluğun fikrine iltifat edilmez. Bidatçı birinin arkasında namaz kılınmaz. Bilmeden kılan kimse, durumu öğrendiğinde namazını tekrar kılar. Yolda yürürken ezan okunan kimse, yoldaki en yakın camiye giderek namazını kılmalı, başka bir camiye gitmeye yeltenmemelidir. Bunun iki istisnası vardır: Diğer camide daha üstün bir imamın bulunması, yakındaki caminin imamının ehli bidat veya fasık olması. Bu iki husus sözkonusu olmadığında yakın olan camiye gidip namazı orada kılmak daha faziletlidir. Allah Resulü, bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: "Camiye komşu olan kişi, namazını ancak camide kılabilir". Camiye komşu olan kişiyle ilgili iki hüküm sözkonusudur. İlki ezanı işitiyor olmasıdır. Bu, Ali´den (kv) rivayet edilmiştir. İkinci hükme göre camiye komşu sayılabilmek için ona azami dördüncü binada oturmak gerekmektedir. Ezanı işittiği halde cemaatla namazı terketmek çok sert bir şekilde kınanmıştır. Namaz için gidebileceği iki cami bulunan kimse, Hasan´a (ra) göre en yakın olana gider. Ancak camiye gitmek için daha fazla yürümeye niyet etmişse veya uzaktakinin imamı daha üstün ise, ya da uzaktaki tarih bakımından daha eski ise oraya gidebilir. Rivayete göre Enes b. Malik (ra) ve bazı sahabiler yeni camileri bırakıp eskilere giderlerdi. İmamın sesli okuduğu namazlarda, cemaat Fatiha´dan sonra sure okumaz. Fatiha suresini de ancak imamın sektelerinde okumakgerekir. Eğer imam sekte yapmamışsa, o zaman sadece imamın cehrî yani sesli okuduğu namazlarda Fatiha´yı okuyabilir. İmamın kıraati esnasında okumasından dolayı yükleneceği vebal, daha çok imama aittir. Çünkü imam, sekte yapmamak suretiyle namazı eksiltmiş olmaktadır. İmam farzı eda ettikten sonra sünnetleri aynı yerde kılmayıp yerini değiştirmelidir. Bir hadiste Allah Resulü´nün selam verdikten sonra yerinden sıçradığı bildirilmiştir. Ebu Bekir-i Sıddık (ra) ve Ömer´in de (ra) selamdan sonra yerlerinden sıçradıkları rivayet edilmiştir. Rivayete göre Allah Resulü (sav) selamdan sonra ancak ´Allâhümme ente´s-Selâmü ve minke´s-selâm, tebârekte ve te´âleyte yâ ze´-celâli ve´-ikrâm´ ifadesini dinleyecek kadar yerinde durur, ondan sonra yerinden hemen ayrılırdı. Cemaat da sünnetleri, bir adımlık mesafe mikdarı olsun farklı yerde kılarsa daha güzel olur. Bu konuda Sahabe´den gelen bir bilgi mevcuttur: İmam ve cemaat, kısa bir tesbihat ve dua için yerlerinde dururlarsa, bunda mahzur yoktur. İmamet kitabı da bu şekilde sona ermiş oldu.[125] |