๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kutul Kulub => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 09 Ocak 2010, 15:39:22



Konu Başlığı: İhlas Hakkında
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Ocak 2010, 15:39:22
İhlas Hakkında
Bu başlık altında niyetleri, yaşanan bütün hallerde niyetlerin gü­zelleştirilmesine ve fiillere bulaşabilecek kusur ve illetlerden sakı-nılmasma dair verilen emirleri açıklanacaktır.
Yüce Allah buyurdu ki: "Onlar ancak dini Allah´a halis kılarak O´na ibadet etmekle emrolundular". (Beyyine/5) Allah Resulü´nün de (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Üç şey vardır ki onlar üzere olduğu sürece müslüman kimsenin kalbi kin barındırmaz:... ve ameli Allah Teala´ya halis kılmak [12] Yine O, şöyle buyurmuştur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği vardır" [13]

Ehli Beyt kanalıyla rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu haber verilmektedir: "Allah Te­ala amel olmadıkça hiçbir sözü kabul etmez. Hiçbir ameli de niyet­siz kabul etmez".

Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir: Amellerin en faziletlisi, Al­lah Teala´nm farz kıldıklarını eda etmek, O´nun haram kıldıkların­dan da sakınmaktır. Allah Teala´nm katındaki için sadık bir niyet bulunmalıdır. Kul, hayatının her anında niyette bulunmalıdır. Ye­mesi, içmesi, giyinmesi, uyuması ve hanımıyla ilişkisinde dahi ni­yet etmelidir. Çünkü bütün bunlar, hesaba konu olacak işlerdendir.

Eğer onları Allah Teala´nm rızası için yapıyorsa, amellerinin tartılacağı terazinin hasenat kefesinde onları görecektir. Eğer bütün bunlarda hevasının çizdiği yoldan gidiyorsa, o zaman da gü­nahlarının yeraldığı kefede görecektir. Zira her kul için niyet ettiği amelin karşılığı vardır.

Kulun niyette bulunmayışı, dalgınlık ve hata eseri ise, niyet ve irade bulunmayışı durumunda yaptığından dolayı herhangi bir karşılık alamaz. Yaptığı ameli ahirette de göremez. Ondan dolayı, lehinde veya aleyhinde bir durum olmaz. Böyle birinin dünyadaki misali, akıl ve sorumluluk olmaksızın içgüdü ve vahiyle hareket eden hayvanların durumuna benzer. Bu gibi kimselerin, Allah Te-ala´nın şu buyruğuna dahil edilmelerinden endişe ederim: "Kalbini Bizi zikretmekten gafil bıraktığımız, heva ve hevesine tabi olan ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme". (Kasas/28) Buradaki ´fa-rat=aşırılık´ kelimesi değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Birine gö­re gaflet ve dalgınlıktır. Bir başkasına göre aşırılık ve ziyan etme­dir. Üçüncü birine göre ise helake yönelmedir.

Salih niyet, salih bir amelin başlangıç noktasıdır. Allah Te-ala´nın ilahi vergisinin başı da odur. O, mükafaatm konusudur. Ku­lun, amellerden dolayı kazanacağı sevap, ancak Allah Teala´nm kendisine nasip edeceği niyetlere göre değişir. Çünkü tek bir amel­de dahi birden fazla niyet bulunabilir. Bu niyetlerin sayısı, kulun yüklenebileceği yüke ve onun ilmine göre şekillenir. Bu niyetlerden her biri için ayrı bir hasene verilir ve bunlar da on misli arttırılır. Çünkü onlar amelde ve şekilde toplanırlar.

Niyet iki esastan ibarettir:

1. Amele dönük kalpten yönelişi sağlıklı kılmak ve bunda uya­nık bulunmak.

2. Amelde Allah Teala´ya karşı ihlaslı olmak ve O´nun katında­ki sevabı ummak.

Niyeti bu şekilde bilinerek eda edilen her amel, Allah Teala´nın lütuf ve rahmetiyle salih ve makbul bir amel olur. Çünkü bu tür bir amelin sahibi, şirk, cehalet ve.hevadan sakınmıştır. Onun ameli de Allah Teala´nın eşsiz hazinelerine yükseltilmiş ve onun için iyi bir birikim olmuştur.

İhlasın hakikati, onun şu iki husustan beri olmasıyla mümkün olur:

1. Riya,

2. Heva.

Bu ikisinden uzak olan ihlas, Yüce Allah´ın da benzettiği gibi süt misali halis ve pak olur.

Allah Teala´nın üzerimizdeki nimetinin tamama ermesi de böyle gerçekleşir. O, sütün temizliğini haber verirken şöyle buyurmuştur: "Zira size onların karmlarındaki işkembe-ile kan arasından, halis bir süt içiliyoruz ki içenlerin boğazından afiyetle geçsin". (Nahl/66) Süt, o ikisinden herhangi birini ihtiva ettiği zaman halis ve pak ol­maktan çıkar. O´nun nimeti de tamama ermemiş olur. Biz de öyle bir sütten tiksinti duyar ve onu içmeyiz. Allah Teala´ya karşı eda etmek­le mükellef olduğumuz ameller ve O´nunla ilişkimiz de buna benzer. Amellerimize insanlar için riya veya nefsin şöhret tutkusu yö­nündeki arzu ve hevası bulaştığı zaman, halis olmaktan çıkarlar. Bu tür amellerde, olması gereken dürüstlük ve edeb sözkonusu ol­maz. Allah Teala da, bizim sütten tiksinmemiz gibi, amellerimiz­den de tiksinir ve onları kabul etmez. İbret alanlar için bunda bü­yük ders vardır.

Said b. Ebi Bürde, Ömer b. Hattab´m (ra) Ebu Musa el-Eş´ari´ye (ra) gönderdiği bir mektubu nakletmiştir. Ömer (ra) şöyle demekte­dir: Niyeti halis olan kimseye, insanlarla ilişkisinde Allah Teala ye­ter. Allah Teala´nın bildiğinin aksine amellerle insanlara güzel gö­rünmeye çalışan kimseler, O´nun tarafından kusurlu görülmüştür. Salim b. Abdullah da, Ömer b. Abdüîaziz´e (ra) gönderdiği bir mek­tupta şöyle demiştir: Ey Ömer! Şunu bil ki, Allah Teala niyeti mik-dannca kulun yardımında olur.

Niyeti tam olan kimseye, Allah Teala´nın yardımı da tam olur. Niyeti eksik olan kimse, O´nun yardımı da aynı miktarda eksik olur. Allah Teala bunu tasdik ederek şöyle buyurmuştur: "Eğer o ikisi aralarım düzeltmek isterlerse, Allah da onların aralarını bu­lur". (Nisa/35) Görüldüğü gibi Allah Teala, eşlerin arasım bulmayı, onların bu yöndeki irade ve isteklerine bağlamıştır. Allah Teala´nın bir şeye muvaffak kılmasının anahtarı da budur. O, salih amel sa­hibini de aynı şekilde hayra muvaffak kılar.

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Bana göre hayrın tama-nu, ancak hüsnü niyetle toplanır. Hayır olarak size o yeter. Nice kü-Çük amel sahibi vardır ki niyet onu yüceltir. Nice büyük amel sahi­bi de vardır ki, niyeti onu küçültür. Ediblerden biri de kardeşine ^azdığı mektupta şöyle demiştir: Amellerinde niyetini halis kıl. «öyle yaptığında az bir amel dahi sana yetebilir.

Davud et-Ta´î´nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: En büyük tasası takva olan kimsenin bütün uzuvları dünyaya bağlansa dahi, bir gün sahip olduğu niyet onu salih niyete geri döndürecektir. Al­lah Teala´yı hakkıyla bilmeyen kimsenin hali de benzerdir.

Bütün kaygı ve tasası dünya olan kimse, uzuvlarının tamamıyla salih amellere bağlı olsa dahi, yine dünayı istemeye dönecektir. Bu, heva ve heveslere uygun düşmektir. Bunun sırrı da, kişinin bütün tasasının dünyevi menfaatlara karşı nefsi arzulara teslim olmasıdır.

Muhammed b. el-Hüseyin şöyle demiştir: Kişiye gereken, niye­tinin ameli önünde olmasıdır. Eyyub es-Sihıstanî ve diğerleri ise şöyle demişlerdir: Amel sahiplerinin niyetlerini arındırıp halis kıl­maları, onlar için bütün amellerden daha zordur. Süfyan-ı Sev-rfnin de (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Geçmişler, tıpkı ilim öğrendikleri gibi, amel için nasıl niyet etmeleri gerektiğini de öğre­nirlerdi.

Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Amel etmeden önce amel için niyeti ara. Hayra niyet ettiğiniz sürece, hayırdasınız demektir. Zeyd b. Eşlem de şöyle demiştir: İki haslet vardır ki onlarla işiniz kemale erer: Allah Teala´ya isyanda bulunmaya kalkışmayarak sa­bahlamanız ve O´na isyana kalkışmayarak akşama ermeniz.

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala´nın nimetle­ri sayamayacağınız kadar çoktur. Sizin günahlarınız ise bilemeye­ceğiniz kadar gizlidir. Ama siz, tevbekar olarak sabahlayın, tevbe-kar olarak akşamlayın. O zaman bu ikisi arasındakiler! Allah Te-ala bağışlar.

Müridandan biri hakkında şu hadise rivayet edilmiştir: O, alim­leri dolaşıyor ve şöyle bir soru soruyordu: Bana öyle bir amel gös­terin ki, onu yaptığım müddetçe, gündüzün ve gecenin bütün saat­lerinde O´nun için amel edenlerden biri olabileyim. Ona şöyle denil­di: Gücün yettiği zaman amel et. Zira peygamber öyle yapardı. Ya­nından ayrıldığın anda hemen amele girişirdi. Sürekli amel için kaygılanan, her an amel eden gibidir.

İsa´nın (as) da şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: İsyana niyet­lenmeden uyuyan ve günah görmeyen göze ne mutlu!

Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Her kim bir haseneye niyetlenir ve onu yapamazsa, kendişine bir hasene yazılır. Her kim de bir günaha niyetlenir ve onu yapmazsa ona da bir hasene yazılır". [14]

Meşhur bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır".

Niyetle ilgili on esas mevcuttur: Niyet gizlidir. Gizli ameller (=a´mâlü´s-sır), karşılığı katlarca verilen amellerdir. Çünkü o, gay-bi bir ameldir ve ona Allah Teala dışında hiç kimse muttali olamaz.

Zahiri ameller, Allah Teala ve diğer insanlar taranndan bilinir­ler. Allah Teala, kuluna niyet bahşettiği zaman, onu halis ve her­hangi bir kusur bulaşmamış olarak bahşeder. O´nun hibe ettiği amele hiçbir afet bulaşamaz. Niyet, hazır bir bağıştır.

Diğer ameller ise, kul için biriktirilirler. Bunun böyle olmasının bir nedeni de, niyetin amel için şart koşulmuş olmasıdır. Hiçbir amel, niyetsiz sahih olmaz. Niyet ise, hiçbir şeye gerek duymaksı­zın sahih olur.

Abdürrahim b. Yahya el-Esved, Allah Resulü´nün (sav) "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" buyruğu hakkında şöyle bir açıklama yapmıştır: Yani, amelde gösterdiği ihlas, amelin bizzat kendisinden daha hayırlıdır. Yine o şöyle demiştir: Amel olmaksı­zın gösterilen ihlas, ihlassız birinin amelinden daha hayırlıdır. Ona göre niyet, İhlasın ta kendisidir. Diğerlerine göre ise, kişinin içiyle dışının farkı olmaksızın sıdk sahibi olmasıdır.

Cüneyd el-Bağdadî (ra) ihlas ile sıdk arasındaki farkı öyle ince bir şekilde açıklamıştır ki, bunun da açıklamaya ihtiyacı vardır: Şeyhlerden biri ondan şunu nakletmiştir: Bir cemaat, bir şahıs aleyhinde şahitlikte bulunmuştu. Ama bu şahitlik ona zarar vere­medi. Cemaati oluşturanlar, ihlaslı kimselerdi. Eğer sıdk sahibi ol­salardı, o kimse bu şahitlikten dolayı cezalandırılırdı.

Bunun açıklaması şöyledir: Eğer bu cemaati oluşturan ferdler, sıdk sahibi olsalardı, suçlunun yaptığını veya onun yaptığının ben­zerini yapmazlardı. Bu, kişinin halinde görülen sıdk yani dürüst­lüktür ki tahkik ehline göre niyetin ve niyette gösterilen İhlasın özü de budur.

Allah Resulü´nün (sav) "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" buyruğunun bir açıklaması da şöyle yapılmıştır: Müminin ni­yeti devamlı ve kesintisizdir. Ameller ise kesintilidir. Niyetteki de­vamlılıktan dolayı tevhid ehli cennette ebedi kılınmıştır. Şirk ehli de aynı şekilde kötü niyetlerinin devamlılığından dolayı cehennem­de ebedi kalmaya mahkum edilmişlerdir. Bütün bunlar, "Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" buyruğunun manasıyla ilgili iza­hatlardı.

Bu hadisin bir diğer izahı da şu şekilde yapılmıştır: Hadisteki ifadede, takdîm/te´hîr yani öne arkaya doğru yer değiştirme sözko-nusudur. Müminin niyeti de, bir anlamda onun amelidir. Buna gö­re mana şu şekilde olmaktadır: Müminin niyeti, hayırlı amellerin­den biridir.

Benzer bir anlam şu ayet-i kerimede görülmektedir: "Biz hiçbir ayet neshetmez veya (hükmünü) unutturmayız ki ondan daha ha­yırlısını getirmeyelim". (Bakara/106) Bu ayetin bir anlamı da, ´on­dan da bir hayır getirmişizdir1 biçimindedir. Bunun bir başka örne­ği şu ayet-i kerimedir: "Sanki onu biliyormuşsun gibi onu sana so­ruyorlar". (A´raf/187) Bu ayetin anlamı da şöyle verilmektedir: San­ki biliyormuşsun gibi onu (kıyametin vaktini) sana soruyorlar.

"Kişinin niyeti, amelinden daha hayırlıdır" hadisiyle ilgili ola­rak yukarıda yapılan açıklamalara ilaveten bir de şöyle bir açıkla­ma yapılmıştır: Niyet, kalbî amellerdendir. Kalbî ameller, kulun amelleri arasında en hayırlı olanlarıdır. Dolayısıyla hadis bu şekil­de de anlaşılabilir.

Allah Resulü´nün (sav) bu meşhur hadisiyle ilgili olarak naklet­tiğimiz görüşlerin hepsi,de sahihtir. Çünkü bunların hepsi de niyet hakkında geçerli hususlardır. Niyet, amelden üstün tutulmuştur, çünkü anlatılanlar niyetin bilinen sıfatlarındandır.

Tabiundan bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: İyi kimsele­rin kalpleri iyilikle kaynar. Günahkârların kalpleri ise fücur ve gü­nah ile kaynar. Allah Teala onların niyetlerini iyi bilir. Amellerini de niyetlerine göre sabit kılar. Siz de kalbinizin tasasını ve niyeti­ni sürekli takip edin.

Semavi kitaplardan birinde şöyle buyrulmuştur: Hikmet sahibi her kimsenin sözünü kabul etmem. Ama Ben onun kaygısına ve ar­zusuna bakarım. Kaygı ve arzusu Benim rızam için olan kimsenin suskunluğunu zikir, bakışını ibret kılarım. Bu da, Allah Resu-lü´nden (sav) rivayet edilen şu hadis-i şerifin muhtevasına dahildir: "Allah Teala sizin bedenlerinize ve mallarınıza bakmaz. O, sadece kalplerinize ve amellerinize bakar" [15]

Süfyan-ı Sevri´ye (ra), kulun niyetten dolayı hesaba çekilip çekil­meyeceği sorulmuştu. O da, ´Evet, kararlılık olduğu zaman ondan dolayı yargılanır dedi. Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyr-muştur: "Kul, salih ameller işlediğinde melekler, mühürlü defterler­le onları semaya çıkartır ve Allah Teala´nın huzuruna sunarlar.

O da, ´Bunları atın, çünkü onlarla Benim rızamı murad etmedi´ buyurur. Ardından da meleklere şöyle nida eder: Falana şunları ya­zın, falana şunları yazın. Melekler , ´Ey Rabbimiz, o kimse, bunlar­dan hiçbirini yapmadı´ derler. Bunun üzerine kendilerine şöyle buyrulur: Ama o amellere niyet ettiler".

Ebu Kebşe el-Enmarî´ninnin (ra) rivayet ettiği hadiste Allah Re­sulü (sav) şöyle buyurmaktadır:

"İnsanlar dört sınıftır: Biri, Allah Teala´nın ilim ve mal verdiği ve malı üzerinde ilmiyle amel eden kimsedir. Biri, ´Allah Teala, ona verdiğini bana verse, ben de onun gibi amel ederdim´ diyendir. Bu ikisi hayırda eşittirler. Bir diğeri, Allah Teala´nın mal verip ilim ver­mediği kimsedir. O, cehaletinden dolayı malıyla olur olmaz işler ya­par. Diğer biri de, ´Eğer Allah Teala, ona verdiğini bana verseydi, ben de onun gibi yapardım´ der. Bu ikisi de günahta eşittirler" [16] Gö­rüldüğü gibi Allah Teala, diğer ikisini hayırda ve günahta öncekiler­le aynı kefeye koymuş ve bunu, sırf niyetlerinden dolayı yapmıştır.

Enes b. Malik´ten (ra) rivayet edilen hadis-i şerif de benzer ma­na ihtiva etmektedir: "Allah Resulü (sav), Tebük gazvesine çıktığı zaman şöyle buyurmuştu: Şu anda Medine öyle kimseler var ki atığımız hiçbir vadi, bastığımız hiçbir toprak yoktur ki kafirleri kız­dırmasın, harcadığımız hiçbir para, kurduğumuz hiçbir çadır, düş­tüğümüz hiçbir çukur yoktur ki Medine´de olmalarına rağmen seva­bında bize ortak olmasınlar. Sahabe, ´Yanımızda olmadıkları halde bu nasıl olur?´ diye sordular. O da şöyle buyurdu: Özürleri onların katılmasına engel oldu, ama hüsnü niyetleriyle bize ortak oldular".

Selef-i Salih´ten bir zatın şöyle dediği bildirilmiştir: Amellerin düzgünlük ve bozukluğu, niyetlerin düzgünlük ve bozukluğuna gö­redir. Mutarraf da şöyle derdi: Amelin düzgünlüğü, kalbin düzgün­lüğü iledir. Kalbin düzgünlüğü ise niyetin düzgünlüğüne bağlıdır. Kim duru olursa, kalbi de durultulur. Kim karışık olursa kalbi de karıştırılır.

Konuyla ilgili çok bilinen hadislerden biri de Allah Resulü´nün (sav) şu buyruğudur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği vardır. Kimin hicreti, Allah ve Resulü´ne ise, onun hic­reti Allah ve Resulü´nedir. Kimin hicreti dünyaya ise, ona ulaşır. Bir kadına ise onunla evlenir".[17]

Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav), amellerin niyetsiz olama­yacağını haber vermiş, her kul için niyetinin asıl olduğunu bildir­miştir. Dünyalık ve eşlere talip olanlar da kendi niyetlerine döndü­rülür ve haklarında bunlara göre hüküm verilir. Bunlar, Allah Te-ala´nın onlar için ayırdığı nasiptir. O, bu insanları o amellere mu­vaffak kılsa da, kılmasa da sonuç değişmez. Niyetlerinin bozuklu­ğundan ötürü yaptıkları hicretin sevabı boşa gider.

Allah Teala´ya ihlasla amel edenleri bekleyen sevaptan mah­rum edilişin temel sebebi, niyetlerindeki bozukluktur. Oysa ihlas ehli, niyetlerini saflaştırıp ahiret talebinden öte gitmeyen kimse­lerdir. Amelleri boşa gidenler için bu çok büyük bir kayıp ve dünya hayatları bakımından ahirette büyük bir pişmanlıktır.

İbni Mesud (ra) tarafından rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir şeyi umarak hicret ederse kendisine o verilir. Bir adam hicret etti ve bizden bir hanımla evlendi. Bu adam, ´Muhacir Ümmü Kays´ adıyla anılırdı".*

Ebu Davud, yukarıdaki niyetle ilgili hadis-i şerifin ilmin dörtte biri olduğunu söylemiştir. O, bunu anlatırken şöyle demiştir: Allah Resulü´nden (sav) nakledilen sahih hadisleri topladığımda bunla­rın dört bin hadisten ibaret olduğunu gördüm. Bilahare bunları dört temel hadise indirdim. Bunlardan her biri ilmin dörtte birini oluşturmaktaydı. Bu dört hadisten ilki de bu hadis-i şerifti. Ebu Davud´un bu sözlerinin arkasında yatan hakikat, sözkonusu hadis-i şerif ile teyid edilen ´niyet´in, dinimizde diğer farzların da ancak kendisi ile tamamlandığı temel farz olarak görülmüş olmasıdır.

Niyetin önemiyle ilgili nakledilen rivayetlerden birinde şöyle denilmektedir: Adamın biri, cihad ederken öldürülmüş ve ´merkeb maktulü´ olarak anılır olmuştu. Bunun sebebi, savaş meydanında kıymetli eşyasını ve merkebini gözüne kestirdiği birine saldırarak o kimse tarafından öldürülmüş olmasıydı. O, işte bu niyetinden do­layı böylesine aşağılayıcı bir isimle anılır olmuştu.

Ebu Ubade (ra) vasıtasıyla Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyur­duğu rivayet edilmiştir: "Ganimetten başka bir maksadı olmaksı­zın savaşan mücahid için ancak niyet ettiği (ganimet) sözkonusu-dur". [18]Yine Ebu Ubade (ra) şöyle demiştir: Yanımda cihada çıkma­sı için birinden ricada bulunmuştum. ´Bana bir bedel konulmadık­ça çıkmam´ dedi. Bunu Allah Resuîü´ne (sav) anlattığım zaman şöy­le buyurdu: "Onun için dünyalık ve ahiretlik kazanç olarak koydu­ğun bedelden başkası yoktur [19]

İsrailiyyat kaynaklı kıssalardan birinde şöyle bir hikaye anla­tılmıştır: Adamı biri kuraklık yıllarından birinde yolda bir kum yı­ğınının yanından geçerken kendi kendine ´Şu kum yığını yiyeceğe dönüşse de insanlara dağıtsam´ demişti. Bunun üzerine Allah Teala onun mensup olduğu kavmin peygamberine şöyle vahyetti: O kim­seye söyle ki Allah Teala onun sadakasını kabul etmiş ve hüsnü ni­yetini şükrana layık bulmuştur. Düşündüğü gibi oranın yiyecek olup sadaka olarak dağıtılması kadar sevabı kendisine yazmıştır.

Niyet konusuyla ilgili olarak nakledilen hadislerden birinde Al­lah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir iyiliğe niyetle­nirse, onu yapmasa da kendisine onun sevabı yazılır". [20] Abdullah b. Ömer´den (ra) rivayet edilen bir hadislerinde ise şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmektedir: "Allah Teala niyeti dünya olan kimsenin fakirliğini gözlerinin arasında kılar ve dünyadan onu arzular bir halde ayrılmasını sağlar. Niyeti ahiret olan kimsenin zenginliğini ise kalbinde kılar ve yitiğini onun üzerinde toplar ve dünyadan ona hiç değer vermeden ayrılmasını sağlar".

Ümmü Seleme´den (ra) şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Allah Resulü (sav) çölde onları hezimete uğratan bir ordudan sözetmişti. Kendisine ´Ey Allah Resulü! O askerlerin arasında zorla veya ücret karşılığı götürülenler var mıydı?´ diye sordum. Bana şöyle buyur­du: Onlar niyetlerine göre haşredileceklerdir". Ömer´den (ra) riva­yet edilen hadiste de Allah Resulü´nün (sav) benzer bir buyruğu ye-ralmaktadır: "Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: Savaşanlar, ancak niyetleri üzere savaşırlar".

Fudale (ra) kanalıyla nakledilen bir diğer hadis-i şerif ise şöyle­dir: "Herkes vefat ettiği mertebe üzere hasredilir" [21] Başka bir ri­vayette ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu zikredilmekte­dir: "İnsanlardan iki saf karşılaştığında, saflarda bulunan kimsele­rin mertebelerini yazmak üzere melekler inerler ve ´filan kimseler haricicinde, kimi dünya için, kimi soyu için savaşıyor diye yazarlar. Ölenler için de, ´Filan Allah yolunda öldürüldü´ derler". Ancak Al­lah´ın kelimesini yüceltmek için savaşırken öldürülen kimse, Allah yolunda öldürülmüş kimsedir.

Cabir (ra) vasıtasıyla Allah Resulü´nün (sav) şu buyruğu nakle­dilmiştir: "Her kul, öldüğü hal üzere hasredilir" [22] Ahnef b. Kays ise Ebu Bekir-i Sıddık´tan (ra) şöyle bir hadis nakletmiştir: "îki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya geldiklerinde, öldüren de Öldü­rülen de ateştedir. Bunun üzerine, ´Ey Allah Resulü! Öldüren ta­mam da, öldürülen neden ateşte?´ diye soruldu. O da şu cevabı ver­di: O da kardeşini öldürmeye kalkıştığı için" [23]

Alimlerden bir topluluğa göre niyet, ´ihlas´ın ta kendisidir. Baş­kalarına göre, sıdk ve doğruluktur. Genele göre niyet; Sıhhatli bir kararlılık ve güzel bir yöneliştir. Ehli Sünnet´e göre niyet; amelle­rin önünde bulunan kalbî amellerden biridir. O, her güzel amelin başıdır.

Allah Teala buyurdu ki: "Allah´ı çokça zikredin". (Ahzab/41) Bu ayetin tefsirinde şöyle denilmiştir: Buradaki ´çokça zikir ile kasde-dilen, halis ve safîyâne zikirdir. Çünkü ´Halis´; <çok=kesîr´ olarak isimlendirilmiştir. Hakkındaki niyetin sırf Allah rızası için hulûs ve safiyet bulduğu şey "halis´tir.

Münafıklar ise, bunun tam aksine ´azlık=kıllet´ ile anılmışlar­dır. Allah Teala buyurdu ki: "Onlar insanlara riya yapar ve Allah´ı pek az anarlar". (Nisa/142) Bunun tefsirinde ise, ´pek az´ kelimesi ile kasdedilenin ´ihlassızlık/samimiyetsizlik´ olduğu bildirilmiştir.

"Kul hüvellahu ehad" suresinin, ´İhlas´ suresi olarak anılması­nın sebebi de, Allah Teala´nın sıfatlarını saf ve katıksız olarak ihti­va etmesinden dolayıdır. Dikkat edilirse, İhlas suresinde, Allah Te-ala´mn sıfatları hiçbir şeyle karıştırılmaz. Orada ne cennete, ne ce­henneme, ne azaba, ne sevaba, ne emire, ne de nehiye dair hiç bir ifade yer almamaktadır. Bu sureye, ´Tevhid´ suresi de denilmiştir. Çünkü onda Allah Teala´ya şirk koşulanlara ilişkin en ufak bir ima dahi mevcut değildir.

Şeytanın kulun kalbine hakim olma surecinin başı, niyetin bo­zulmasında kendini gösterir. Kulun niyeti bozulmaya meylettiği zaman, şeytan derhal onu elde etme hırsına kapılır ve nihayetinde de -Allah Teala´nm izni dışında- ona hakim olur.

Kulda, doğru yoldan sapmanın başlangıcı, niyette görülen zaaf ve bozulmadır. Niyet zaafa uğradığı zaman nefs güçlenir ve arzular insana hakim olmaya başlar. Niyet güçlendiğinde ise, sağlıklı bir kararlılık ortaya çıkar ve nefsani sıfatlar zayıflamaya başlar. Çün­kü bu konumdaki kul, günahların büyüklerinden Tcaçınmaya baş­lar. Böylelikle günahların büyüklerini Allah rızası için terkeden kimse konumuna yükselmiş olur. Bu, kendisi için övgüye daha çok layık, akıbeti bakımından daha güzel ve kalbi için de daha uygun bir durumdur. Bu haldeki kulun tevbesi, arzu ve nevalarla karışık, bozuk niyetli yapmacık ibadet görünümlerinden daha değerlidir.

Niyeti bozuk, arzu ve heveslerinin esiri olan bir kul, bu halinin özelliklerinden dolayı günahlar içinde bocalayıp durur, kötü amel­leri diğer kötü amellerle karıştırır. Kötü bir ameli, başka bir kötü amelle telafi etmeye çalışır.

Bunların durumu, Allah Teala´nm şu buyruklarında vasfedilen halin aksidir: "Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler, onlar iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar". (Tevbe/102); "Kendilerine ihsan ettiğimiz rızıklardan gerek gizli, gerek açık bir tarzda infak ederler ve kötülüğe iyilikle mukabele ederler". (Ra´d/22) Onların dununu, Allah Resulü´nün (sav) şu emrine de aykırıdır: "Kötülü­ğün ardından iyilik et ki onu silsin". [24]

Ebu Hüreyre (ra) kaynaklı bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet etmiştir: "Mihrini vermemek niyetiyle bir kadınla nikahlanan kimse, onunla zina eder. Ödememek niyetiyle borç alan kimse de hırsızdır".

İbni Mesud (ra) kaynaklı bir hadis de şöyledir: "Allah Resu­lü´nün (sav) yanında şehitlerden sözedilmişti. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Ümmetimin şehitlerinin çoğunluğu, yatağında ölenler gi­bidir. İki saf arasında öldürülen nice insan vardır ki, niyetlerini en iyi Allah bilir".

Sabit el-Benanî şöyle demiştir: Müminin niyeti, amelinden da­ha etkilidir. Mümin, ertesi gün oruç tutmaya niyetlenir ve gece kal­kar. Ama evinden çıktığında kendini iyi hissetmeyerek oruç tut­maz. Buna rağmen niyeti, amelinden daha etkilidir.


Konu Başlığı: Ynt: İhlas Hakkında
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Ocak 2010, 15:43:09
Rivayete göre Allah Resulü (sav) kalbi krala, uzuvları ise asker­lere benzeterek şöyle buyurmuştur: "Kalp iyi olduğu zaman beden de iyi olur. Kalp bozulduğu gaman, beden de bozulur". Bunun açık­laması şöyledir: Kulun niyeti düzgün ve halis olduğu sürece istika­meti devamlı olur. Kalp, dünyevi sevgilerden uzak, heva ve arzu­lardan arınmış olduğu zaman, ameller de riyadan, arzu ve hevesle­re ait çirkin sıfatlardan uzak ve halis olacaktır.

Dünya sevgisinin ağır basmasıyla niyetin bozulması durumun­da ise, bedenle yapılan ameller de bozulacak, kişi övülme arzusu ve riyadan uzak olamayacaktır.

İsrailiyat kaynaklı kıssalardan birinde şöyle bir olay anlatılmış­tır: Allah Teala´mn abid kullarından biri, uzun süredir O´na ibadet etmekteydi. Bir gün halkından bir topluluk gelerek şöyle dediler: Filan yerde bir topluluk var, Allah´ı bırakmış bir ağaca tapıyorlar. Abid, buna çok kızdı ve baltasını alarak yola koyuldu. Niyeti o ağa­cı kesmekti.

Ağacın yakınlarında yaşlı bir adam suretindeki şeytan önüne çıktı. Yaşlı adam, ´Allah´ın rahmeti üzerine olsun, nereye böyle?´ de­di. Abid, ´Allah Teala yerine kendisine tapılan filan ağacı kesmeye´ dedi. Yaşlı adam şöyle dedi: Senin gibi değerli bir insan neden bununla uğraşır? Böyle bir iş için ibadetini, nefsinle uğraşmayı bıra­kıp başka işlerle uğraşmaya değer mi? Abid, ´Bu da benim ibadeti­min bir parçasıdır dedi.

Yaşlı adam suretindeki şeytan, ´O ağacı kesmene müsaade et­meyeceğim´ dedi. Bunun üzerine abid ile şeytan boğuşmaya başla­dılar. Abid onu yendi ve göğsünün üzerine çöktü. Şeytan, ´Beni sa­lıver, sana diyeceklerim var dedi. Abid onu bıraktı. Yaşlı adam su­retindeki şeytan, ´Allah Teala sana böyle bir işi farz kılmadı. Sen peygamber misin ki bu işle uğraşıyorsun?´ dedi. Abid, ´Peygamber değilim´ dedi. Bunun üzerine şeytan, ´Eğer öyleyse, ona tapanlar­dan dolayı senin bir sorumluluğun olamaz. Sen, kendi ibadetinle uğraşmalı ve insanları kendi hallerinde bırakmalısın. Allah Te-ala´nın birçok peygamberi var. Eğer istese, onlardan birini buraya gönderir ve bu ağacı kesmekle görevlendirirdi´ dedi.

Abid, tavrında ısrar ederek, ´Ne dersen de, bu ağacı kesmek zo­rundayım´ dedi. Bunun üzerine şeytan onunla yine kapıştı. Abid, bir kez daha mağlup ederek yere yatırdı ve ve göğsünün üzerine çöktü. Şeytan, abide gücünün yetmeyeceğini ve onu asla mağlup edemeyeceğini anlayınca şöyle dedi: Aramızdaki meseleyi hallede­cek bir önerim var. Böylesi senin için daha hayırlı ve şu yapmak is­tediğinden daha faydalıdır. Abid, ´Önerin nedir?´ diye sordu.

Yaşlı adam kılığındaki şeytan, ´Beni salıver de önerimi söyleye­yim´ dedi. Abid onu bıraktı. Şeytan konuşmaya başladı: Sen fakir bir adamsın. Dikili bir ağacı bile yok. İnsanların üzerine yük olan birisin. Seni onlar geçindiriyorlar. Din kardeşlerine iyilikte bulun­mak, komşularına küçük hediyeler vermek, elini rahatlatmak ve insanlara muhtaç olmaktan kurtulmak istediğinden eminim. Abid, ´Evet!´ dedi. Bunun üzerine şeytan şöyle dedi: Öyleyse niyet ettiğin şu işten vazgeç. Böyle yaptığın takdirde her gece başucuna iki di­nar koyacağım, sabah uyandığında onları alırsın. Onlarla dilediği­ni yapabilirsin. İster kendin ve ailen için harca, istersen yoksulla­ra sadaka dağıt. Böylesi, toprağa kök salmış ve hiç kimseye zararı olmayan şu ağacı kesmenden daha faydalı ve müslümanlar için da­ha hayırlıdır. Ağacı kesmenin dindar kardeşlerine hiçbir faydası ol­mayacaktır.

Abid, yaşlı adamın söyledikleri üzerinde bir süre düşündü, ken­di kendine şöyle dedi: Yaşlı adam doğru söylüyor, ben peygamber değilim ki ağacı kesmek benim görevim olsun. Allah Teala da bana böyle bir emir vermedi ki, O´nun emrini yerine getirmemekten do­layı günahkar olayım. Bu, kendiliğimden düşündüğüm bir iyilikti. Bu ağacın dikili kalmasının tevhid ehline ne zararı var ki? Hem yaşlı adamın önerisi, müslümanların umumu için daha faydalı gö­rünüyor.

Abid, yukarıdaki düşüncelerle yaşlı adamla anlaşma yoluna git­ti ve ondan sözünde duracağına dair yemin aldıktan sonra dergahı­na geri döndü. Ertesi sabah başucunda iki dinar buldu. Bir sonra­ki gün, yine iki dinar buldu. Üçüncü günün sabahında başucunda bir şey olmadığını gördü. Birden Öfkeye kapılda ve baltasını alarak hırsla yola koyuldu. Bu defa ağacı kesmeden dönmeyecekti. Kendi kendine şöyle diyordu: Dünyevi işim bozulmuş olsa da uhrevi işimi bitirmem lazım!

Ağaca yakın bir yerde yaşlı adam kılığmdaki şeytan önüne çık­tı ve ´Nereye gidiyorsun?´ diye sordu. Abid, ´Şu ağacı kesmeye´ dedi. Şeytan, ´Seni gidi yalancı, onu kesemezsin!´ dedi. Bunun üzerine abid, ilk seferinde olduğu gibi yaşlı adamla yine kapıştı. Ama ner-de! Bu defa yaşlı adam onu aldı ve yere yatırıp üzerine çıktı. Abid, onun ellerindeki bir serçe gibiydi. Şeytan, Ta bu işten vazgeçersin, ya da seni şuracıkta keserim* dedi.

Abid, yaşlı adama güç yetiremeyeceğini anlayınca, ´Beni yen­din, bırak da bu işin aslını anlat, ilkinde seni nasıl yenmiştim? Şimdi neden yenildim?´ dedi. Yaşlı adam suretindeki şeytan şöyle dedi: Çünkü ilk seferindeki öfken, sırf Allah rızası içindi. Niyetin de uhrevi bir kazanç elde etmekti. Allah da bu yüzden beni sana râm etti ve beni yendin. Bu defa ise, kendi nefsin için öfkelendin. Niyetin de dünyevi çıkarının zedelenmesinden dolayı intikam al­maktı. Allah Teala da bu sebeple beni sana hakim kıldı ve seni yen­dim.

İsrailiyat kaynaklı bir diğer kıssada ise şöyle bir hikaye anlatıl­mıştır: israil oğullarının kraliçelerinden biri, Allah Teala´ya ibadet etmeye düşkün bir zata aşık olmuş ve onu elde etmek için köşküne getirtmişti. Abid, başındaki bekçiyi, ´tuvalete gideceğim, taharet al­mam için bana su getirin´ diyerek savdıktan sonra sarayın tepesi­ne çıkmış ve kendim boşluğa bırakmıştı. Allah Teala da havadan sorumlu meleğine vahiyde bulunarak şöyle buyurmuştu: Kuluma refakat et! Havadan sorumlu melek de abide refakat ederek onun ayakları üstünde yere inmesini sağlamıştı. İblis´e, ´Onu da yoldan çıkartsaydın´ denilince şöyle demişti: Arzu ve heveslerine aykırı ha­reket eden ve canlarını Allah için adayanlar üzerinde hiç bir etkim olamaz.

Muaz b. Cebel (ra) vasıtasıyla Allah Resulü´nün (sav) şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir: "Kul, Kıyamet günü her şeyden dolayı, hatta gözlerindeki sürmeden, parmağındaki kum tanelerinden ve kardeşinin elbisesine dokunmasından dolayı dahi hesaba çekile­cektir".

Maktu´ bir hadiste ise Allah. Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Güzel kokuyu Allah rızası için sürünen kim­se, Kıyamet günü miskten daha güzel kokarak gelecektir. Allah´tan başkası için koku sürünen kimse ise, leşten daha pis kokarak gele­cektir". Güzel koku, kulun mükellefiyetlerinin en ağırlarından biri, hatta yasaklanmış bir günah olmamasına rağmen Allah rızası dı­şında sürülmesinin vehameti ortadadır. Onda bile, süren kimsenin niyeti etkili olmaktadır.

Güzel koku süren kimsenin niyeti, Allah Resulü´nün (sav) sün­netine uymak ve bir nimeti Allah için göstermek ise bununla itaat-ta bulunmuş olur. Bu niyetinden dolayı da sevap kazanır. Eğer bunlar dışında bir maksatla sürünmüşse, heva ve heveslerine uy­duğu için günahkar sayılır.

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Giinün birinde bir mek­tup yazmıştım. Onu komşumun evinde kumlamak istedim. Bir ara bundan rahatsızlık duydum. Sonra kendi kendime, ´Biraz kumdan ne çıkar ki?´ dedim ve mektubumu onun evinde kumladım. İçimden bir ses şöyle dedi: Kumu hafife alan kimse, yarın ne kötü bir hesap­la karşılaşacağım görecektir.

Ulemadan bir zat şöyle demişti: Büyük küçük yaptığım her şey­de bir niyet bulunmasını müstehap görürüm. Yememde, içmemde, uyumamda dahi niyet bulunmalıdır.

Bir defasında bana şöyle bir olay anlatılmıştı: Adamın biri Süf-yan-ı Sevri (ra) ile birlikte bayram namaz kılmak üzere evden çık­mıştı. Evden ayrıldıklarında hava alacakaranlıktı. Gün ışıdığında adam Süfyan´ın şalvarının ters yüz olduğunu farketti. ´Ey Ebu Mu-hammed, şalvarını ters giymişsin, düzeltiver dedi. Süfyan-ı Sevri (ra) onu düzeltmek için elini uzattı. Sonra birden durdu ve düzelt­mekten vazgeçti. Adam merakla, ´Şalvarını düz giymekten neden vazgeçtin?´ diye sordu. O da şu cevabı verdi: Ben bunu Allah rızası için giydim. Başka bir maksatla düzeltmek istemediğim için vaz­geçtim.

Salihlerden biri çatıda saçlarını düzeltmek için hanımından ta­rak istemişti. Hanımı, ´Ayna getirsem olur mu?´ diye karşılık verin­ce, o zat bir süre susmuş, ardından ´Evet´ demişti. O ikisinin bu ko­nuşmasına şahit olan biri, ´Niçin sustun ve aynayı hemen isteme­din?´ diye sormuştu. Bunun üzerine o da şöyle cevap vermişti: Ha­nımımdan tarağı belli bir niyetle istemiştim. Ayna getirmek iste­yince durum değişti. Çünkü ayna için niyetim yoktu. Allah Teala beni o niyete hazırlayacak kadar sustuktan sonra ´evet´ diyerek ge­tirmesini istedim.

Bişr´in (ra) yakın dostlarından biri şöyle bir hadise anlatmıştır: Feth el-Mavsılî, Bişr´in meclisine girince Bişr ayağa kalktı. Bunun üzerine ben de ayağa kalktım. Bişr beni oturttu. Misafirimiz gittik­ten sonra kendisine bunu sorarak ´Onun için siz ayağa kalktınız, ama beni oturttunuz, bunun sebebi nedir?´ dedim. O da şöyle dedi: Onu karşılamak için ayağa kalkışım sırf Allah rızası içindi. Halbu­ki senin kalkışın, bana saygındandı. İşte bu nedenle seni oturttum.

Fakirlerden biriyle ilgili olarak da şöyle bir hadise anlatılmış­tır: Bu fakir zat Ebu Said el-Harraz´a yoldaşlık ederdi. Onun huzu­runda bulunur ve ihtiyaçlarını görür, diğer fakirlere de hizmet ederdi. Ebu Said ve arkadaşlarının ihtiyaçlarını süratle giderirdi.

Günlerden bir gün, Ebu Said davranış ve harekette ihlas konu­sunu anlattı. Sözleri, genç fakirin kalbine oturdu. O, bu sohbeti kendisinin de hareketlerinde ihlaslı olmaya azami gayret göster­mesi yönünde bir ikaz olarak gördü ve Ebu Said´in meclisinde gör­düğü hizmeti bıraktı. Artık onun ve yoldaşlarının ihtiyaçlarını gör­meye koşmuyordu.

Onun eksikliği zamanla Ebu Said´e zarar vermeye başladı ve kendisine şöyle dedi: Ey oğul, kardeşlerinin ihtiyaçlarını görmekte pek gayretli idin, bunu neden bıraktın? Genç fakir de şöyle dedi:

Hocam, siz ihlas hakkında bir şeyler söylediniz. Ben de davranışla­rımın riyaya girme endişesine kapıldığım için bu işi bıraktım.

Bunun üzerine Ebu Said şöyle bir açıklama getirdi: Şunu unut­ma ki ihlas, kalbî ve bedenî amellerin bırakılmasını gerektirmez. İhlaslı olacağım diyerek hiç bir iş görmemek olmaz. Bu durumda hem işin sevabı, hem de ihlas kaybedilmiş olur. Ben sana, yapmak­ta olduğun işi terket demedim. Sadece, Taptığınız işte ihlaslı olma­ya çalışın´ dedim. Halbuki senin şu ihlas hassasiyetin iyi bir işi bı­rakmana neden oldu. Bu da bize zarar vermeye başladı. Haydi yap­makta olduğun işe devam et ve onda Allah rızasını gözeterek ihlas­lı olmaya çalış.

Kulun her türlü işinde belli bir niyeti bulunmalıdır. Hareketi de, hareketsizliği de niyetle olmalıdır. Bir şeye koşması veya ter-ketmesi de niyete binaen olmalıdır. Her türlü dünyevi ve uhrevi iş ve amelin belkemiğini oluşturan hareket ve sükûn ^hareketsiz­lik/durağanlık) kulun hesaba çekilecek fiillerinin başında gelir.

Kul, her ikisinde de belli bir niyete sahip olmak ve ihlaslı dav­ranmak durumundadır. Kul, hareket ve hareketsizlik kapsamında değerlendirilen bütün fiillerinin Allah rızasınu uygunluğuna dik­kat etmelidir.

Yapılan her türlü iş, tek bir akidle yani Allah rızası için olmalı­dır. Ancak edilen niyet, kulun bulunduğu makamın mertebesine göre olacaktır. Muhabbet makamındaki sevgi ve saygısı için, korku makamında olan O´ndan korktuğu için, ümit makamında olan O´ndan ümit ettiği için veya Allah Teala emrettiği için amelde bu­lunacaktır. Her halükârda kul, emredilen farzları ve müstehap gö­rülen nafileleri eda etmek için de niyet eder. Bu niyetinden sonra hayırda acele eder ve yarışır. Kendisine mubah kılınmış işlerde ise niyeti, kalbinin düzelmesi, nefsinin sükun bulması ve halinin isti­kamet bulması olabilir.

Bu çerçevede yapılan bütün iş ve ameller din için ve ahiret ha­zırlığı olarak görülür. Bunlar aynı zamanda Rabbi´ne olan şükrün edası, kendisine helal kılınmış sahaya girilmesi, verilen nimetleri itiraf etmesi ve peygamberinin sünnetine tabi olunması olarak da değerledirilir. Kul, bütün bunlarda mizaç ve karakterinin çizdiği yönde durup kulluğu bir alışkanlık gibi geçiştiremez.

Ebu Ubeyde b. Ukbe şöyle demiştir: Ameli tamamlamaktan mem­nun olan kimse, niyetini güzel etsin. Çünkü Allah Teala, bir lokma için dahi olsun, güzel niyetten dolayı kuluna ecir verir.

Niyetin en güzel açıklaması, bizzat Allah Resulü (sav) tarafın­dan yapılmıştır: "O´na İhsan nedir?´ diye sorulduğunda şöyle bu-yurmuştur:Allah Teala´ya -Kendisini görmediğin halde- sanki görü­yor gibi ibadet etmendir[25]Allah Resulü´nün (sav) tarif ettiği bu seviye, ariflerin şehadeti ve yakin sahiplerinin marifetidir. Bu sevi­yeye yükselenler, ihlas sahiplerinin en ihlaslı olanlarıdır.

İbnü´l-Mübarek şöyle demiştir: Nice küçük amel vardır ki, niyet sayesinde büyür. Bir başka zat ise şöyle demiştir: Allah Teala´ya kalplerle yönelmek, namaz ve oruç gibi harekete dayalı amellerden daha etkilidir. el-Antakî de şöyle demiştir: Mahbub ile muamele kalbe yükseldiğinde, uzuvlar da istirahat eder.

Ali´den (kv) şöyle bir söz nakledilmiştir: Dış görünüşü iç dünya­sından daha çok tercihe şayan olan kimse, terazisi hafif çeken kim­sedir. İç dünyası dış görünümünden daha tercihe şayan olan ise, Kıyamet günü terazisi ağır basan kimsedir.

Davud et-Ta´î şöyle demiştir: Gördüm ki hayrın tamamını için­de barındıran güzel ve iyi niyettir. Hareket olmasa da hayır olarak iyi niyet sana yeter. Allah Teala´nın "Onun ecrini dünyada verdik" (Ankebut/27) buyruğunun tefsiriyle ilgili olarak Ebu´l-Hasan´m şöyle dediği nakledilmiştir: Ayette bahsedilen kimse, dünyadaki sa­mimi niyetinden dolayı ahirette sevap kazanmıştır.

Abdurrahman b. Murbih´tan şu söz nakledilmiştir: Herhangi bir hayır işine sırf Allah rızası için niyetlenen kimse, bir noktada bununla riyayı telkin eden şeytan tarafından ona yöneltilse dahi Allah leala ona asıl olanı verecek, sonradan ortaya çıkanı silecek­tir. Her kim de böyle bir hayır işine riyakarlık için niyetlense, son­ra bunun üzerinde düşünerek doğrusuna ulaşarak işin sonunu Al­lah´a çevirse, Allah Teala ona o kısmın sevabını verecek, asıl seva­bını silecektir. Görüldüğü gibi o bunu bir tür tevbe olarak değerlen­dirmiştir. Tevbe, geçen günahları silicidir. Hiç şüphesiz bunların iç­yüzünü en iyi bilen Allah Teala´dır.

Tezahürlerindeki incelikten ve ilimlerinin gizliliğinden dolayı faziletlerle eksiklikler birbirine karışabilir. Bunun en güzel misal­lerinden biri şudur: Kul, nafile bir namazı kendisi için daha gerek­li görerek kılar. Halbuki ondan önce yapması gereken başka amel­ler veya daha gerekli bir namaz vardır.

Bu konuda Allah Resulü´nden (sav) şöyle ber hadis nakledilmiş­tir: "Sahabeden biri namaz kılmaktaydı. Allah Resulü (sav) dışarı­dan ona seslendi. Adam O´nun çağrısına karşılık vermedi. Allah Te­ala´nın huzurunda bulunuşunun kendisi için daha faziletli olduğu­nu sandı. Bir müddet sonra Allah Resulü´nün (sav) yanına geldiğin­de Allah Resulü (sav) ona, ´Seni çağırdığımda neden gelmedin?´ di­ye sordu. O da, ´Namaz kılıyordum´ dedi. Bunun üzerine Allah Re­sulü (sav), ´Size hayat verecek bir şeye çağırdıklarında Allah´a ve Resulü´ne icabet edin´ ayetini işitmedin mi´ buyurdu".

Bu hadisede o sahabinin Allah Resulü´nün çağrısına icabet et­mesi kendisi için daha faziletli olacaktı. Çünkü kıldığı namaz, na­file bir ibadetti. Halbuki Allah Resulü´ne (sav) icabet etmesi, ona farz kılınmış bir ödevdi.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Fazilet babından ameller, ken­disi için farzlardan daha mühim görünen kimse aldanmıştır. Ken­dine öncelikli işleri ihmal eden kimse, kendi kendine tuzak kurmuş demektir. Süfyan-ı Sevri (ra) de şöyle demiştir: İnsanların vusûl´a (=Allah Teala ile hemhal olma haline) ulaşamamaları, usûl´ü (=te-mel ibadetleri) yitirmelerinden dolayıdır.

Kul için en faziletli işler sırasıyla şöyledir:

İlki, marifet-i nefs (=kendini bilmesi)dir.

ikinci olarak haddini bilerek orada durmasıdır.

Üçüncü olarak bulunduğu hali sağlamlaştırmasıdır.

Dördüncüsü kendisine bahşedilen ilmin gereğini yerine getir­mesidir.

Bu noktada, öncelikle haram edilenlerden sakınıp kendisine farz kılınanlarla başlar. Bu şekilde vecdi genişler. Farz amellerde iyice sağlamlaşmadıkça fazilet babından nafile ibadetlere yönel-mez. Çünkü fazilet, bir tür kârdır. Kâr elde etmek için temel şart, sermayeye sahip olmaktır. Fazilet türü her amelin belli bir afeti mevcuttur. Ancak o afetlerden korunabilen kimseler faziletin ka­zancını elde edebilirler.

Her güzel amelin bir bedeli vardır. Sadece o bedeli ödeme gücü­ne sahip olanlar onu elde edebilirler.

Kendisini fazilet babından amellerin afetlerinden koruyamayan kimse için ardından koştuğu faziletin gerçekleşmesi imkansızdır. Bedel ödeme gücü olmayan kimse, o faziletin vaadettiği yüksek makama da çıkamaz.

Zoraki ihlaslı görünme çabası ve ilmi açığa vurma da, onunla övünme sevdasıyla kendini gösterir. Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle de­miştir: Nefsini ilimle süsle, onunla (halk için) süslenme! Onun bu sözle anlatmak istediği şudur: Nefsinizi Allah rızası için ilim ile terbiye edin, böylelikle O´nun dostları içinde bir süs olursunuz. İl­mi, insanların sizi övmelerini temin etmek gayesiyle süs olarak kullanmayın.

Kulun aklında karışıklığa yol açabilecek bir diğer husus ise, ih-tibâr (=smama) ile ihtiyar 0=seçme) arasındaki ilişkidir, ihtibâr bir ihtiyaca binaen gündeme gelir ve onunla Allah Teala´ya yönelirsi­niz. Halbuki ihtiyar arzu ve isteği arttıran bir husus olarak kişiyi halka yönlendiren bir basamak gibidir.

Bu farklılığa verilebilecek en güzel misal de giyimdir. Giyimde lüks ve pahalı giysileri-seçmek, dünyevi nimetleri tatmak ve halk içinde övgü ve itibar görmek maksadına hizmet eder.

Kul, gönüllü olarak eda etmeye çalıştığı bir nafile ibadet sebe­biyle bir farzı ziyan edebilir. Halbuki afetleri daha az olan farzı sağ­lam bir şekilde eda etmek fazileti daha çok muciptir. Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri yemeğe davet edildiğinde eğer (oruca) niyetli değilse icabet etsin. Eğer oruçlu ise, ´Ben oruçluyum´ desin".[26] Görüldüğü gibi Allah Resulü (sav) yemeğe davet edilen oruçlunun, orucunu açığa vurmasını emretmiştir. Halbuki onun için orucunu gizlemesi daha faziletlidir. Ancak böyle bir anda nafile oru­cunu açıklaması, din kardeşinin davetini geri çevirerek onu rencide etmesinden daha faziletlidir. Çünkü amel sahipleri, amellerden da­ha üstün tutulmuştur. Zira ameller, amel sahibine bağlıdır. Sevap da amelin değil amel sahibinin derecesine göre verilir.

Bu, Allah Teala´nın hikmetlerinden birî olup bununla dilediğine katlarca verme vaadinin gerçekliğini bildirmiş olmaktadır. O, her hangi bir ameli işleyen kimselere aynı amelden dolayı farklı sevap­lar verecektir. Bütün bunlar, müminin kişiliğinin amelden üstün tutulduğunu göstermektedir. İşte bu çerçevede kendisine, ´Seni ye­meğe davet ettiğinde nafile orucunu açıklayarak din kardeşini ren­cide edip kalbini kırmaktan kurtul´ denilmiş olmaktadır.

Yemeğe davet kimse, açık ve kesin bir özür belirtilmeksizin red­dedilmesi durumunda elbette üzülecek ve kalbi kırılacaktır. Hele davetinde samimi ve yürekten ise, böyle bir tavır kendisine çok da­ha gelecektir.

İbni Şübrüme dedi ki: Kurz b. Vebere, Rabbi´nden kendine İsm-i A´zam´ı bildirmesini niyaz etmiş ve bunu hiçbir dünyevi maksad için kullanmamayı taahhüt etmişti. Allah Teala da ona İsm-i A´zam´ı bildirdi. Kerz, onunla Kur´an´ı bir günde üç kez hatmetme gücünün kendisine bahsedilmesini niyaz etti. Kerz´e şöyle denildi: Niçin kendini ibadetle bu kadar yoruyorsun? O da, ´Dünyanın öm­rü ne kadardır?´ diye sordu. Tedi bin yıl´ denilince şöyle dedi: Yedi bin yıl amel işleyip süresi elli bin yıl olan bir ahiret gününden kur­tulmayı kim istemez?

Seri es-Sakatî (ra) de şöyle demiştir: îhlasla kıldığınız iki rekat, yetmiş hadis yazmanızdan daha hayırlıdır. Başka bir rivayette de ´yedi yüz hadis´ dediği bildirilmiştir. [27]