๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kutul Kulub => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ocak 2010, 18:09:56



Konu Başlığı: Gusül Abdesti ve Namaz
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ocak 2010, 18:09:56
Gusül Abdesti ve Namaz
Su kabı sağ tarafa konulur, besmele çekilir ve kaba sokulmadan önce avuçlara üç kez su dökülerek eller yıkanır. Sonra tenasül uz­vu yıkanır ve istinca yapılır. Ardından ayaklar dışında namaz ab­desti gibi abdest alınır.

Sonra kaptan avuç dolusu su alınarak uyluğa kadar sağ tarafın önüne ve arkasına dökülür. Bu üç kez yapılır. Aynı şey sol taraf için de üç kez yapılır.

Vücudun ön ve arkası suyla iyice ovalanır. Sonra avuç dolusu su başa dökülür. Saçlar iyice ovulur ve hilallenir. Bu da üç kez yapılır. Saç dipleri de iyice ıslatılır. Sonra biraz eğilerek ayaklar yıkanır. Eğer kapta su varsa, bu da tüm vücuda tepeden boşaltılır. Bu esna­da eller de vücudun ulaşılabilen kesimlerini iyice ovar. Eğer ayak­ların yıkanması Öne alınmışsa ve abdest alınırken ayaklar yıkan-mışsa bunda mahzur olmaz.

Gusülden sonra tekrar abdest almak gerekmez. Gusül esnasın­da, yıkamanın ardından tenasül uzvuna bir daha temas etmemek gerekir. Eğer temas olursa abdesti yeniden almak gerekir.

Gusül abdestinde mazmaza ve istinşakm unutulması halinde kılınacak namaz iade edilmelidir. Eğer bunlar namaz abdesti alır­ken unutulmuşsa namazın iadesi gerekmez.

Kişi gusül abdestinde tüm vücudunu dilediği şekilde, yıkayabi­lir. Tüm vücudu kapsaması şartıyla bu gusül de caizdir. Gusül ab­desti esnasında veya başında abdest almamış kimsenin gusülden sonra tekrar abdest alması daha gtzel olur. Gusül niyetiyle nehre giren kişi de abdestini almış sayılır. Böyle birinin önceden abdest alarak nehre girmesi daha hayırlıdır. Ölünün yıkanması da gusül abdesti gibidir. [3]


İslam´ın İkinci Temeli Namaz:



Namazın farzları, namaza başlamadan önceki ve sonraki farzlar olarak iki kısma ayrılır:

Namaza başlamadan önceki farzlar, şu yedi farzdan ibarettir:

1. Beden temizliği;

2. Elbisenin temizliği;

3. Mekanın temizliği;

4. Avret mahallinin örtülmesi ki bu mahal göbek altından diz-kapaklarma kadar olan kısımdır.

5. Kıbleye yönelme;

6. Vaktin gelmiş olması;

7. Özür hali dışında ayakta durma. Namazın genelindeki farz­ları on iki farzdan ibarettir.

Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Namaz, cennetin anahtarı­dır". [4]Yine O´ndan şu hadis rivayet edilmiştir: "Namazın girişi tek­bir, çıkışı selamdır". [5]Namazın on iki farzından ilki niyettir. İkin­cisi ise, iftitah tekbiridir.

Arap dilinde tekbiri ifade edecek ´EfahV vezni dışında hiçbir ke­lime kalıbı mevcut değildir. Bu yüzden de onlar ´Allahü Ekber1 de­mişlerdir. Onlar ´Ekber=En büyük´ anlamında ´Kebir=Çok büyük´ kalıbını kullanmamışlardır. Onlar ´Kebir5 kelimesini (Azim=Ulu´ anlamında kullanmışlardır. Çünkü bu, sonradan Araplaştırılmış yabancı bir kelimedir. Araplar ´Allühü Kebbar=Allah çok büyüktür derler. Ancak bunu da (Ekber=En büyük´ anlamında kullanmamış­lardır. Buradaki ´Ekber tazim gayesi ile yüceltme ihtiva etmekte] dir. İftitah tekbirinden sonra Fatiha suresi okunur

Sureye Besmele ile başlanır. Ardından rüku farzı gelir. Secde de iç huzura erme ve iki secde arasındaki oturum da namazın farzla^ tındandır. Son oturumdaki teşehhüt ve Allah Resulü´ne (sav) salatl ü selam da namazın farzlarındandır.

Son selam da namazın farzlarındandır. Allah Resulü (sav) bu yurdu ki: "Allah Teala, rüku ve secdede sırtını düz tutmayan şeye nazar etmez" [6] Başka bir hadislerinde ise şöyle buyurmakta dır: "Kişi rüku ve secdede sırtını dik tutmadıkça namazı eda olmuâ olmaz". [7] !

Allah Resulü (sav) rüku ve secdesinde sırtını dik tutmayan bil rini görmüştü. Ona ´Namazını iade et, çünkü senin kıldığın namaz olmadı´ buyurdu. Rüku ve secdesinde yine sakin olmadığım gördü ve namazını yeniden kılmasını emir buyurdu. Ardından da o kişiye rüku ve secdede sakin olmayı ve bu ikisinde gereken duruşu öğret­ti ve şöyle buyurdu: "Mafsalların sakinleşip yerli yerince oturacak şekilde eda et" [8]

Huzeyfe (ra) ve İbni Mesud (ra) rüku ve secdesini kemaliyle yapmaksızın namaz kılan bir adam görmüşlerdi. Kendi aralarında şöyle dediler: Eğer bu adam ölürse, Allah Resulü´nün (sav) fıtratın­dan başka bir fıtrat üzere ölmüş olur.

Bunlardan birine dayandırılan hadiste şöyle dediği rivayet edil­miştir: Aynı kişiye, ´Ne zamandır böyle namaz kılıyorsun?´ diye sor­du. O da, ´Kırk yıldan beri´ dedi. Bunun üzerine şöyle dedi: Sen kırk yıldan beri namaz kılmıyorsun.

Ka´bül Ahbar´dan da şu söz rivayet edilmiştir: Namaz, üç adet üçtebire taksim edilmiştir. İlk üçte biri temizlik, diğer üçte biri rü­ku, son üçte biri ise secdedir. Kim bunlardan birini eksiltirse, diğer üçte birler de kabul edilmez. Bir rivayette de şöyle denilmiştir: Her kimin namazı kabul edilmezse, bütün ibadetleri reddedilir. [9]


Namazın Sünnetleri:



Namazın oniki sünneti vardır: İftitah tekbirinde elleri kaldıran Elleri kaldırmanın şekli, avuçların omuz hizasında başparmakla­rın kulak memelerine, parmakların da kulak çevresine getirilmesi Seklindedir. Elleri bu şekilde kaldırmak, Allah Resulü´nden (sav) ´konuyla ilgili rivayet edilen üç hadis-i şerife uygundur. j Bu hadislerde Allah Resulü´nün (sav) avuçlarım omuz hizasına letirdiği, baş parmaklarını kulak memeleri üzerine koyduğu ve barınaklarını da kulak çevresine getirdiği nakledilmiştir. [10] İftitah tekbirinin telaffuzu Allahü Ekber şeklindedir. Başka şekilde telaf­fuz edilmesi caiz değildir.

Tekbir getirildiği zaman, eller hızla ileri doğru itilmemelidir. Aynı şekilde omuzların ardına doğru da itilmemelidir. Tekbir geti­rildikten sonra eller yavaş ve yumuşak bir hareketle aşağı indiril­melidir.. Tekbir sona ermeden elleri indirmemek gerekir. Tekbirin bitmesinden sonra ellerini kulaklarında durdurmayıp yavaşça gö­bek altında bağlanacak şekilde indirir.

Kıraata başlamadan önce sağ el, sol elin üstüne gelecek şekilde bağlanır. Allah Resulü´nün (sav) bu konudaki sünneti şöyle nakle­dilmiştir: [11] O, tekbir getirdiği zaman, ellerini aşağı salardı. Kıraa­ta başlamak üzere sağ elini sol elinin üstüne koyardı. Ellerin bağ­lanmasında, sağ elin sol el bileğini kavraması gerekir. Eller, göğüs altında bağlanır.

Allah Teala´ya gönülden yönelme (=Teveccüh): Bu meyanda O´nun şu buyruğunu yürekten okur: "Yüzümü bir hanif ve müslü-man olarak gökleri ve yeri Yaratan´a çevirdim. Ben şirk koşanlar­dan değilim". (En´am/79) Ardından da şu ayeti okur: "Namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir. O´nun hiçbir ortağı yoktur. Ve ben müslümanlardan biri olarak bu­nunla emrolundum". (En´am/172) Sonra Sübhaneke21 okunur.

Bu dua ile ilgili muhtelif rivayetler mevcuttur. Cemaat namazı dışında bu rivayetlerin birleştirilerek okunması güzel görülmüştür.

Sübhaneke Allahümme ve bi hantdike ve tebarekesmuke ve te´âla ceddüke vela ilahe ğayrük.

İmam aynı rekatte iki kez sekte yapamayacağı için, teveccüh ba­bında okunması gerekenlerin tamamının okunabilmesi mümkün olmayacaktır. Bu durumda sadece Sübhaneke´yi ve imam sessiz kı­raat ediyorsa Fatiha suresini okumakla yetinmelidir.

İmamın sesli kıraati esnasında Fatiha ve ayet okumaktan, rü ´ ku, secde ve secdeden başı kaldırmada imamdan önce hareket et inekten kesinlikle s akınımı alıdır.

Kıraate başlamadan önce istiazede bulunmak (=euzü besmele çekmek) de sünnettir. Fatiha´dan sonra Kur´an-ı Kerim´den bir su­re veya herhangi bir sureden üç ayet okumak da namazın sünnet­lerinden dir.

Allah Resulü (sav) böyle yapmış ve ashabına da bunu emret­miştir. Rüku´ya eğilmeden önce elleri kaldırarak tekbir getirmek de namazın sünnetlerindendir. Rükuda tesbihatta bulunmak sün­nettir.

Bu tesbihat, üçten az olmamak üzere, yedi veya on kez olabilir. Üç rakamı için, kemaliyetin en alt sınırıdır, denilmiştir. Çünkü teş­bihin kemaliyeti, on defa yapılmasmdadır.

Yüce Allah buyurdu ki: "Onlar tam ondur". (Bakara/196) Bu üç teşbih, eller dizlerin üzerine konulduktan sonra ve onları kaldır­madan önce yapılmalıdır. Aksi takdirde, nizami olarak tek bir tei bih okunmuş olur. İlk teşbih ve son teşbih eğilirken ve kalkarken eda edilmiş olur. Bu ise mekruh görülmüştür.

Rükuda parmakları ayırarak dizleri tamamen kavramak gerkir. Baş ne kaldırılmalı, ne de aşağı salmmalı, aksine sırt ile aynı hizada tutulmalıdır. Baş, rüku esnasında ne aşağı eğilmiş, ne de yukarı kaldırılmış gibi durmamalıdır.

Rükudan kalkılırken ´Semi´allahü limen hamiden´ sözüyle birlik­te ellerin kaldırılması ve ´Allahümme Rabbena lekel hamd Imil´es sejnavati uel arz ve ma beynehüma ve mil´e ma şi´te min şey´in´ denil­mesi de sünnettir.

Secde esnasında yapılan tesbihat da sünnettir. Bu teşbihlerin sayısı da on, yedi veya üç olabilir. Bunların asgarisi olan üç teşbih, alın yere kapandıktan sonra ve yerden kaldırılmadan önce yapıl­malıdır. Aksi takdirde tek teşbih eda edilmiş olur, ilki alın yere ko nurken, sonuncusu da alın kaldırılırken yapılmış olur.

Tesbihatm üçten aşağı olması ise müstehap görülmemiştir, i Enes b. Malik (ra) dedi ki: Şu halifeniz -Ömer b. Abdülaziz (ra)-kadar namazı, Allah Resulü´nün (sav) namazına benzeyen başka birini görmedim. Biz onun arkasında namaz kılarken, rükuda da, secdede de onar kez tesbihatta bulunurduk.

O, secde esnasında başını avuçlarının arasına koyardı. Avuçları da açık olarak yere tamamen yapışırdı. Pazuları yanlarından ayrık dururdu. Sırtını dik tutar, karnım uyluğundan yüksek tutardı. Avuçlarıyla yere temas etmeyi müstehap görürdü. Avuçlar, yüzle beraber secde eder.

Secde, secdeden kalkma ve iki secde arasındaki kıyam için~elle-ri keldırmaksızm tekbir getirmek de sünnettir. Ardından da üç kez ´Rabbi´ğfîrli verhamni=Rabbim beni bağışla ve bana merhamet et´ der. Bu, İbni Ömer´den (ra) rivayet edilmiştir.

Eğer ´Rabbi´ğfir verham ve tecavez amma ta´lemu fe-inneke entel E´azzül-Ekrem=Rabbim affet, merhamet et, bildiğini bağışla, çünkü Sen en yüce ve en kerim olansın´ derse bu da caizdir ve İbni Me-sud´dan (ra) rivayet edilmiştir. ´Rabbi´ğfir li verhamni vehdini vec-burni ven´aşni=Rabbim beni bağışla, bana merhamet et, bana doğru­yu göster, ihtiyacımı gider ve beni doğrult´ derse bu da güzeldir ve Ali b. Ebi Talib´den (ra) rivayet edilmiştir. İlk teşehhüd sünnettir.

Son selam da sünnettir. Selam lafzı ´Esselamü aleyküm ve rah-metullah´ şeklindedir. Selam verirken yanağı sağdan ve soldan gö­rünecek şekilde olmalıdır. Selam verilirken boyun da omuzlar isti­kametine eğilerek çevrilir. Allah Resulü´nün (sav) selam verişi de bu şekildeydi. Selam verilirken vücut kıbleden çevrilmemeli, uyluk yerden kaldınlmamahdır.Cemaat namazına sonradan yetişmeyle ilgili hükümler:

Dört rekatlı namazlarda iki rekata, veya üç rekattı akşam na­mazında üçüncü rekata yetişen kişinin namaza nasıl katılacağını izah edeceğiz. Kıyamın bir bölümünde imama yetişen kişi, Fatiha-´ya başlamalı ve gerekirse, rükuya geç giderek Fatiha´yı tamamla­malıdır. İmam başını kendisinden önce rükudan kaldırmışsa o da imamın ardından başını kaldırır.

Namaza yetiştiğinde imamın kıyamı bitirerek rükuya gittiğini gören kimse, iftitah tekbirini getirdikten sonra bir tekbir daha getirerek rükuya eğilir. Bu durumda rekatı tamamlamış olur. Kendi­si Fatiha dışındaki sureyi okurken imam rükuya giderse, kıraati ayet bitiminden keserek rükuya eğilmelidir.

İmama ilk kadede veya secdede yetişen kimse iftitah tekbirini getirdikten sonra tekrar tekbir getirerek oturur ve secdeye kapana­rak imama uyar. İmam selam verdiği zaman tekbir getirmeksizin ayağa kalkar. Kıyam halinde Fatiha´yı okur. İmamla birlikte rüku­ya eğilmedikçe, bu şekilde yetişmesi rekatten sayılmaz. Eğer elle­rini dizlerinin üstüne koymuş ve imam başını kaldırmadan önce bu rüknü layıkıyla yapmışsa, o zaman bir rekatı tamamlamış sayılır.

Farz bir namaza başlayan ve namaz esnasında başka bir nama­zı kılması gerektiğini hatırlayan kişinin yapması en uygun olan bu namazı tamamlaması, ardında da hatırladığı o namazı kılmasıdır. Bunu kıldıktan sonra da ilk kıldığını iade etmesi uygundur.

Mesela ikindi namazını imam ile kılan biri, namaz esnasında öğle namazını kılmadığını hatırlarsa, imamla ikindiyi tamamladık­tan sonra öğle namazını kılar. Onu bitirdikten sonra da ikindi na­mazı tekrar kılar. Sahabeden bazı zatlar böyle yapmıştır. Bize en uygun görünen de budur.

Namazda unutarak konuşan veya dalgınlıkla dört rekatlı bir namazın ikinci rekatında selam veren kişi, teşehhüdü okuduktan sonra iki adet sehiv secdesi yapmalıdır. Bunu namazdan çok sonra, hatta mescidden çıkmasının ardından hatırlayan kimse, bize göre o namazı tekrar kılmalıdır.

Kasıtlı olarak konuşan, selam veren, kıbleye arkasına dönen, avret mahalli açılan, burnu kanayan veya abdest alırken başını meshetmeyi ya da yıkanması gereken uzuvlardan birini yıkamayı unuttuğunu farkeden kimse kıldığı namazı tekrar etmelidir.

Cemaati kaçıran bir kimse, farzı kendisi için nafile olmak üze­re kılan biri çıktığında kendisi ona imam olmalıdır. Bu husus ihti­laftan uzak olmamakla beraber, cemaat namazının farziyetine gi­rer. Bizce farz namazı nafile olarak kılacak birinin arkasında kıhn-maması gerekir. Nafile (sünnet) namazların cemaatle kılınmasını da mekruh görmemekteyiz.

Kıraatin sesli okunması gereken kısmını sessiz okumadan veya bunun aksinden dolayı sehiv secdesi gerekmez. Kişi üç ya da iki rekat mı kıldığı hususunda tereddüt ederse iki, üç ya da dört rekat mı kıldığı hususunda ki tereddütünde ise üç rekat kıldığını varsay-malıdır. Çünkü namazda yakin gerekir. Bu da az olanı esas almak­la mümkün olur.

Ardından da selam vermeden önce iki kez sehiv secdesi yapma­lıdır. Sehiv secdelerini takiben ikinci kez ´tahiyyat´ okumalıdır. Bu durumda namazı tamamlamış olur. Kişi sehiv secdesi yapmayı unutursa, eğer bunu kısa süre sonra veya mescidden çıkmadan ön­ce hatırlarsa bana göre bu iki secdeyi yapmalı ve ´tahiyyat´ı okuya­rak selam vermelidir. Eğer vakit çok geçmiş veya mescidden çık­mışsa secde lüzumu düşmüş olur.

Karanlıktan veya yeterli bilgisi olmayışından dolayı kıble hak­kında şüpheye kapılan kimse,kıbleyi tesbit etme noktasında bütün çabasını sarfeder. Eğer namazı eda ettikten sonra kıblenin yanlış olduğu ortaya çıkarsa, bize göre en uygun olan, namazın iade edil­mesidir. Namazın fazla kılınması halinde selamdan sonra, eksik kılınması halinde ise selamdan önce sehiv secdesi yapmak müste-haptır. Eksiklik veya fazlalık hallerinin her ikisinde de sehiv sec­desini selam vermeden önce yapmak da güzeldir. Bütün bunlar Al­lah Resulü´nden (sav) rivayet edilmiştir. Kişi namazda iken şüphe değil de bir vehme kapılırsa veya vehmi giderek artarsa, kesinlik­le selamdan sonra sehiv secdesi yapmalıdır.

Zaruri hallerden dolayı temizlik eksikliği veya namazın farzla­rından birinin eksikliği ile namaz kılan kimse, mümkün olabilecek en kısa sürede bu namazı iade etmelidir.

Kıldığı elbisede necaset bulunduğunu sonradan gören kimse müteakip namazın vakti girmeden Önce bu namazı tekrar kılmalı­dır. Eğer vakit geçmiş ise, iade etmesi gerekmez. Kişi, necaseti gör­düğü an namazı iade ederse bize göre daha doğru yapmış olur.

Kusurları veya kaçırması sebebiyle kılması gereken birçok na­mazı olan kişinin bunları bir sıralama içinde ardarda kılması daha uygundur. Mümkün olursa bir günün namazları tek bir vakitte ve­ya muhtelif vakitlerde sırasına uygun olarak kıhnabilir. Bu namaz­lar, namaz kılınması mekruh görülmüş vakitlerde kıhnmamahdır.

Namaz esnasında elbisesinde bir necaset bulunduğunu veya kıbleye tam olarak yönelmemiş olduğunu farkeden kimse üstünde

dış elbisesini atarak ve yönünü kıbleye tam çevirerek namazını sürdürmelidir. Bu namazı iade etmesi daha güzeldir. [12]


Namazın Erkan Ve Adabı:



Namazdan önce dişleri misvaklamak, namazın faziletlerindendir. Bir hadiste Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir: "Dişleri mis vaki ayarak kılman bir namaz, misvaklamaksı-zın kılınan namazdan yetmiş kat daha üstündür [13]

Namaza başlamadan önce Nas suresini okumak da müstehap görülmüştür. Çünkü bu sure, namaz kılan için şeytana karşı bir kalkandır. Her rekatta Fatiha suresini okumadan önce ´euzü bes­mele´ okumak da müstehaptır. Çünkü kişi Kur1 an okumaktadır ve her rekat da bir namazdır.

Tekbir esnasında parmakları birleştirmek de namazın faziletle­rindendir. Kıyam esnasında topukları birleştirmeyerek ayrı tut­mak da müstehaptır. Kıyam esnasında iki topuk arasında dört par­mak kalınlığında bir mesafe bırakılmalıdır. Bu mikdar müstehap görülmüştür.

İlk müslünıanlar, imamın tekbir esnasında parmaklarını bitiş­tirip bitiştirmediklerine ve ayaklarını ayırıp ayırmadıklarına titiz­likle bakarlardı. Onlar, imamın bu iki hareketine göre fıkıh bilgisi­ne hükmederlerdi.

İbni Mesud (ra) namaz kılan birinin kıyamda topuklarını birbi­rine yapıştırdığını gördüğünde şöyle demiştir: Eğer topuklarım ara­lamış olsaydı, sünnete uygun hareket etmiş olurdu. Bir hadislerin­de de Allah Resulü´nün (sav) namazda ayaklardan birini dikmeyi ve topukları birbirine yapıştırmayı sakındırdığı rivayet edilmiştir.

Hadiste geçen ´safan=dik tutma´ kelimesi şu ayet-i kerimede yer almaktadır: "Bir ayağını tırnağı üzerine kaldırıp diğer üçü üzerin­de duran iyi cins atlar". (Sad/31) Burada bahsi geçen atlardır. ´Sa-fed=Bağlayan´ kelimesi de şu ayet-i kerimede geçmektedir: "Kıya­met gününde suçluların birlikte zincire bağlandıklarını görürsün". (İbrahim/49)

Ulemadan bir zatın, tekbir getirirken parmaklarını ayırdığını görmüştüm. Kendisine bunu sorduğumda şu açıklamayı getirdi. Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen bir hadiste, "O´nun tekbir getir­diğinde parmaklarım tam bir şekilde yaydığı" rivayet edilmiştir.[14] Hadisteki yayma ´neşr´ fiilinin teyid içerecek şekilde masdarıyla ve­rilmesi böyle yapmanın doğruluğunu muhtemel kılmaktadır.

Buradaki yayma fiiliyle parmakların tam olarak aralanması kasdedilmiş olabilir. Çünkü yayma fiilinin (=neşr) özündeki mana açarak yaymak şeklindedir. Çünkü ayırma ´tefrika´ fiili, ´neşr5 ve ´bess´ fîilerine karşılık olarak da kullanılmıştır. Bu meyanda Yüce Allah´ın şu buyruğu gösterilebilir: "Döşenmiş halılar vardır". (Ğaşi-ye/16) Buradaki asıl murad, ayrılıktır. ´Bess´ fiilinin manasıyla ilgi­li şu ayete de bakılabilir: "Etrafa serilmiş kelebekler gibi". (Ka-ria/4) Bu ayetteki "bess´ fiili, şu ayetteki ´neşr/intişar5 fiiliyle aynı manadadır: "Tıpkı etrafa yayılmış çekirgeler gibi". (Kamer/7) ´Neşr1 fiili T^ess´ fiiliyle aynı manada olduğuna göre ´bess´ fiilinin ayrılma anlamına geldiği de açıktır. Allah Resulü´nün (sav) parmaklarını yayması, ayırması anlamındadır.

İshak b. Raheveyh´e Allah Resulü´nün (sav) namazda parmak­ları yaymaya dair buyruğunun ne anlama geldiği sorulduğu za­man, parmakları açarak birleştirme olduğunu söylemiştir. O, bu­nunla parmakların avuçların içine kıvrılarak sıkılmaması gerekti­ğini bildirmek istemiştir. Bizce bu görüş güzeldir. Çünkü kıvırarak sıkma, yaymanın zıddıdır.

Ulema arasında üç zatın tekbir esnasında parmaklarını ayır­dıklarını gördüm. Mescid-i Haram´m imamı Ebu´l-Hasan onlardan biridir. O, fıkıh bilgisi çok derin bir zat idi. Üç alimin de parmakla­rım bitiştirdiklerini gördüm. Ebu´l-Hasan b. Salim ve Ebu Bekir el-Acuri de onlardandı. Galib zannıma göre, büyük fıkıhçı Ebu Zeyd de parmaklarını ayıranlardandı.

Namaz esnasında Fatiha suresinin sonunda ´Amin´ demek de namazın faziletlerindendir. Bu hususta Allah Resulü´nün (sav) şöy­le buyurduğu rivayet edilmiştir: "İmam, ´veleddallin´ dediğinde ´Amin´ deyiniz. Kim ´amin´ derken meleklerin ´amini´ne tevafuk ederse geçmiş günahları bağışlanır".[15] Allah Resulü (sav) ´amin´ derken sesini yükseltirdi.

´Amin´ kelimesinin telafuzzuyla ilgili iki rivayet mevcuttur. Bunlardan birinde baştaki ´a´ harfinin uzatılması ve kısaltılması şeklindedir. Her iki halde de ´mim´harfinin şeddesiz olması gerekir. Aksi takdirde mana değişerek ´yönelme/kasdetme´ şeklinde olur. Tıpkı Yüce Allah´ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Kabe´ye yönelen­lere". (Maide/2)

Elleri bileklere bastırarak birbiri üstüne koyup göbek altı ile gö­ğüs arasında bir yerde bağlamak da namazın adabmdandır. Bu, namazın huşu´undandır. Ulemadan bir zat şöyle demiştir: ´Bu du­ruşu, Aziz olanın huzurunda teslimiyet ve boyun eğiş sayarım´. Al­lah Resulü (sav) de bunun, önceki peygamberlerin de sünnetlerin­den biri olduğunu bildirmiştir.

Ali (kv) Kevser suresinin "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (Kevser/2) ayetini tefsir ederken şöyle demiştir: Bu, sağ elin sol el üzerine konulumasıdır. Onun ilminin derinliği ve marifetinin leta­feti burada ortaya çıkmaktadır. Zira göğsün altında ´NamY adı ve­rilen bir damar vardır. Bu damar, ancak ilim sahipleri tarafından bilinir.

Ali (kv) bu ayetteki Venhar=nahr et´ emrini, elleri ´nam denen bu damarın üzerine koy şeklinde anlamıştır. Tıpkı İdmığ=beyni yarala´ kelimesinin ´esıb ed-dimağ´ ifadesiyle-aym manaya gelmesi gibi. Ali (kv) ilgili ayetteki kelimeyi, bazılarının anladığı gibi canlı­yı boğazlamak anlamında ele almamıştır. Zira burada namazdan bahsedilmektedir.

Ulemadan bazıları da bunu ´boğazını kesme´ anlamında gör­müşlerdir. Onlara göre ayetteki ´nahr´, canlı boğazının kesilmesidir. "Nahr yutağın altındaki can damarını ifade etmekte ve namazda da eller oraya konmamaktadır. Dil alimlerinden bir kısmına göre Ven-har´ emri, bir hareketle kıbleye yönelmeyi ifade etmektedir. Bize göre bu da bir görüştür.

Namazda ayaklar üzerine oturulup dizler dikilmem elidir. Bu, dil ehlinin ´ik´a´ kelimesiyle ilgili yaklaşımıdır. Dizlerini çökertip ayak parmaklarını dik tutarak da oturmamalıdır. Bu da hadis eh­linin aynı kelimeyle ilgili görüşüdür. Elbisenin eteklerini salmak ve çekiştirmekten uzak durmalıdır. Etekleri salmak yani ´sedl´, el­bisenin uç kısımlarını yere doğru salmaktır. Buna bir harf değiştirilerek ´sedn´ de denilmiştir. Kişi, elbisesinin etek kısımlarını salıp uzattığı zaman, her iki kelime de kullanılarak tarif edilebilir. Ka-benin örtüsünü giydirenlere ´Sidânetü´l-Ka´be´ yani Kabe örtüsünü onun üzerinden yayıp aşağı salanlar denir. Bu, dil ehlinin görüşü­dür.

Hadis ehline göre ise, ´sedl´, elbiseyi örtü gibi alarak elleri onun altına sokmak, rüku ve secdeye bu şekilde gitmektir. Onlara göre hakiki mana budur. Çünkü yahudiler ibadetlerini böyle yapmak­taydılar. Müslümanların onlara benzemeleri bu hükümle sakındı­rılmış oldu. ´Kamîs´ olarak bilinen giysi de böyledir. Eller onun için­deyken rüku veya secdeye gidilmemelidir. Ne kadar geniş olsa da bundan s akimim alı dır. Secdede ellerin karnisin içine sokulması mekruhtur.

Fukahadan bir zat ´sedl´ hakkında üçüncü bir görüş belirterek şöyle demiştir: ´Sedl´, izar denilen ve bedenin belden aşağısını örten elbisenin orta kısmının baş üzerine konularak sağ ve sol uçlarının aşağı sallanıp omuzların örtülmemesidir. Sonraki ulemaya ait olan bu görüşün bence hiçbir kıymeti yoktur. İlk iki görüş ilgilenmeye layıktır. Çünkü her ikisi de ilk devir ulemasının görüşlerine dayan­maktadır.

Elbiseyi çekiştirmek de sakıncalı görülerek nehyedilmiştir. Bu, secdeye gidilirken elbisenin ön veya arka kısmını çekiştirmek şek­linde olur. Kamis olarak isimlendirilen ve üst kısma giyilen giysi­nin kenarlardan sıkıştırılması da, yukarıdaki fiil Kapsamına girdi­ği için mekruh görülmüştür. Bunun mekruhluğu, Ahmed b. Han-bel´den (ra) de rivayet edilmiştir.

Ömer b. Hattab´m (ra) çocuklarından birinden bununla ilgili ruhsat bulunduğuna dair bir görüş "rivayet edilmiştir. Buna göre Allah Resulü (sav), sarığını karnisinin üzerine kuşanarak namaz kılmıştır. Çekiştirme fiili, saç için de sözkonusu olabilir. Saçları uzun olan kimse, onlara toka ve benzeri bir şey takarak namaz kıl­mam alıdır.

Bir hadis-i şeriflerinde Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yedi uzuv üzerine secde etmekle, saçları ve el­biseyi bağlamamakla emrolundum".[16] Allah Resulü (sav), namazda eli böğre ve elleri bele koymayı da nehyetmiştir. Kıyam esnasında pazılar bedenden uzak tutulmalıdır.

Secdeye giderken şöyle bir sıralama takip edilmelidir: Yere ön­ce dizler, ardından eller, ardından yüz temas etmelidir. Yüzde de alın ve burun yere temas etmelidir ki bu ikisi tek bir uzuv sayılmış­tır. Kalkılırken, ayak uçları üzerinde kalkılın alıdır. Kişi eğer zayıf bünyeli ise, kalkarken ellerini yere dayanak yapabilir.

Namazda, sağa sola meyi edilmemelidir. Göz ucuyla da olsa sa­ğa sola bakılmamak dır. Gözünü secde ettiği noktaya dilemelidir. Eğer böyle yapmazsa, yüzünü kıble istikametine çevirmelidir. Na­maz esnasında bedenin hangi bir yeriyle oynanmamalıdır.

Said b. el-Müseyyeb´den şu hadise nakledilmiştir: O, namazda sakalıyla oynayan birini görmüştü. Bunun üzerine şöyle dedi: Bu kişinin kalbinde huşu olsa, uzuvlarında da huşu olurdu. Allah Re-sulü´nden de (sav) bu mealde bir hadis-i şerif rivayet edilmiştir.

Namazda bazı rükünleri aralıksız eda etmek de nehyedilmiştir. Bunlar beş adettir. İkisi imama, ikisi imama uyan kişiye, biri de her ikisine birden düşer.

İmama düşenler şunlardır: İftitah tekbirinden hemen sonra kı-raata başlamak; Kıraatin hemen ardından rükuya eğilmek.

İmama uyan cemaata düşenler ise şunlardır: iftitah tekbirini imamın tekbirinden hemen sonra almak; Selamı imamın selamının hemen ardından vermek.

Sonuncusu ise, farz selamının hemen ardından nafile selamını vermek. Bu ikisi arasında bir süre bulunmalıdır. Bir zat şöyle de­miştir: Selam vermek kesmek, tekbir getirmek bağlamaktır.

Bir rivayette de şu hususlar yeralmıştır: Namazda, şeytandan kaynaklanan yedi şey vardır: Uyuklamak, vesvese, esneme, kaşın­tı, sağa sola dönme, birşeyle oynama.

Bir zat ise bunlara sehiv ve kuşkuyu ilave etmiştir. Seleften bir zat şöyle demiştir: Dört şey vardır ki namazda olmaması gereken batıl işlerdendir: Sağa sola dönmek, yüzü ovmak, yumurtaları dü­zeltmek ve insanların önünden gelip geçtiği bir yerde namaz kıl­mak. Başka bir zat bu hususlara şunu ilave etmiştir: İlk safta yer varken ikinci safta namaza durmak.

İdrarını tutan, büyük abdestini bekleten ve mestleri dar olan kimsenin namaz kılması da nehyedilmiştir. Çünkü bunlar, inşam

meşgul eden hususlardır. Aynı şekilde öfkeli ve bir hususta kaygılı kimsenin namaz kılması da mekruh görülmüştür. Bir şeye acil ih­tiyacı olan kimsenin durumu da böyledir.

Bunların rahatlaması halinde kılacakları namaz, kalblerinin mutmain olması bakımından daha sağlıklı olacaktır. Karnı aç ve aklı yemekte olan birinin namazı yemekten sonra kılması daha doğru olur.

Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Yemek hazırlandığında ve na­maz vakti girdiğinde, yemekten başlayın".26 Eğer vakit darsa veya kişinin kalbi mutmain ise, namaz öne alınabilir.

Başka bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir: "Sizden biri kızdırılmış iken namaza katılmamalı ve öfkeli iken namaz kılmamalıdır". Hasan el-Basri (ra) şöyle deç-di: Kalbin katılmadığı bir namaz, ilahi cezaya daha yakındır[17]


Konu Başlığı: Ynt: Gusül Abdesti ve Namaz
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ocak 2010, 18:26:17
Namazın Faziletleri Ve Adabı:



Burada, namazın fazilet ve adabı ile, buna uygun namaz kılanların durumlarını ve huşu ehlinin namazlarım anlatacağız. Yüce Allah buyurdu ki: "Benim zikrim için namaz kıl". (Taha/14); "Sakın gafil­lerden olma"[18]. (A´raf/205); "Sarhoş iken namaza yaklaşmayın ki ne söylediğinizi bilesiniz". (Nisa/43) Bu ayette geçen ´sükâra=sarhoş­lar ifadesiyle, dünya sevgisinden ve onunla ilgilenmekten sarhoş olanların kasdedildiği söylenmiştir. Allah Teala buyurdu ki:"O kim­seler ki onlar namazları üzerinde devamlıdırlar". (Mearic/23)

Allah Resulü (sav) de buyurdu ki: "Her kim iki rekat namaz kı­lar ve o esnada dünyevi bir hususla ilgili olarak nefsiyle konuşmaz­sa, geçmiş günahları bağışlanır". [19] Yine O, şöyle buyurmuştur: "Namaz ancak, çaresizlik, tevazu, yakarış, günahlardan pişmanlık, Allah´a muhtaciyet şuuru ve ellerinizi kaldırarak şöyle demenizdir: Allahım, her kim böyle yapmazsa o namaz kusurludur". [20]

Önceki semavi kitaplarda Yüce Allah´ın şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Ben, her namaz kılanın namazını kabul etmem.

Ben ancak azametim karşısında tevazu gösteren, Bana karşı kibir­lenmeyen ve karnı aç yoksulları Benim için doyuran kimsenin na­mazını kabul ederim".

Namaza yönelirken sağında solunda kimlerin bulunduğunu bil­meyerek yalnız Zat-ı İlahi´nin huzurunda olduğunu hisseden kim­selerden olmalıdır. Muhakkak ki bu, kıyamın güzelliğindendir. Ba­zı müfessirler, Allah Teala´nın "Onlar namazlarında huşu sahibi­dirler". (Müminun/2) buyruğunun tefsirini bu şekilde yapmışlardır.

Bu babda Said b. Cübeyr´den şu söz rivayet edilmiştir: İbni Ab-bas´ın (ra) aşağıdaki sözünü duyduğum kırk yıldan beri namazda sağımda solumda kimin olduğuna baknıamışımdır. O şöyle demiş­ti: "Namazda huşu, namaz kılanın sağında solunda kimin olduğu­nu dahi bilmemesidir".

Bişr b. el-Hars da Süfyan´m (ra) şöyle dediğini nakletmiştir: Huşu göstermeyen kimsenin namazı fasit olmuştur. Muaz b. Ce-bel´den de (ra) şu söz rivayet edilmiştir: "Namazda sağında solun­da kimin olduğunu isteyerek öğrenen kimsenin namazı boşa git­miştir". Bu rivayet, İsmail b. Ebi Ziyad tarafından Bişr b. el-Hars ve başka ravüere isnad edilmiştir.

Süfyan-ı Sevri´den şu söz rivayet edilmiştir: "Her kim namaz es­nasında duvarda veya seccadede yazılı bir kelimeyi okursa onun namazı boşa gitmiştir". Bişr dedi ki: O, bununla şunu kasdetmiştir ki yazılı birşeyi okumak, namaz esnasında başka bir işle uğraş­maktır.

Namazda devamlılığın şartı ise, onda sükuneti muhafaza edip başka birşeyle iştigal etmemektir. Allah Teala´nın "O kimseler ki onlar namazları üzerinde devamlıdırlar". (Mearic/23) buyruğu da bu yönde tefsir edilmiştir. Ayette geçen devamlılık, sükun bulma ve itmi´nan olarak tefsir edilmiştir.

Arap dilinde, ´devamlı su1 ifadesi de, yatağında sükunet içinde akan su için kullanılmıştır. Sahabeden bir zat şöyle demiştir: İn­sanlar Kıyamet günü, namazdaki itmi´nan ve sükunet gibi duruş­ları üzere hasredilirler.

Namazdan lezzet ve tat almak gerekir. Kalp, namaz esnasında kavramaya yönelmeli ve tevazu için de huşu göstermelidir. Bütün uzuvlar Allah korkusu karşısında sükunete boğulmaiıdır.

Kıraati, tertil üzere yapmalı, okunan İlahi Kelam´m manaları üzerinde tefekkür edilmelidir. Kafalarda Allah Teala´ya muhtaç oluşun güzelliği yeretmelidir. O´nun muradına uygun olmaya çalı­şılmalıdır. O´nun Kitabı´nda gizlediği sırlara muttali olabilmek için talebkâr olunmalıdır.

Namaz esnasında Kur´an-ı Kerim´i okurken bir rahmet ayetiyle karşılaştığında onu arzulaman ve istemeli, bir azap ayetiyle karşı­laştığında ise korkup Allah´a sığınmalıdır. Teşbih ve ta´zime dair bir ayete rastladığında hamd, teşbih ve tazimde bulunmalıdır. Bu­nu diliyle söylemesinde de bir mahzur yoktur. Eğer kalbinde tutar ve kaygısını ona yönlendirirse, o zaman da kalbi diline vekalet et­miş olur.

Kulun fakirlik ve muhtaciyeti, istek ve niyazının sonsuzluğunu muciptir. Allah Teala´nın şu ayetinin iki farklı tefsirinden biri bu manadadır: "Kendilerine verdiğimiz Kitab´ı hakkıyla okuyanlar, iş­te onlar ona iman ederler". (Bakara/121)

Hakiki müminlerin, Kur´an tilaveti hakkında sahip olmaları ge­reken sıfat işte budur. Kulun kalbi, namazın rükünlerinden birinin sıfatı üzere olmalıdır. Kaygı ve tasası ise, yakarışın bütün manala­rına bağlı kalmalıdır.

O, ´Allahü Ekber5 dediği zaman, O´nun diğer bütün varlıklardan büyük olduğunu bilir. O´nun küçüklerden daha büyük olduğunu de­ğil, büyüklerin en büyüğü olduğunu kasdeder.

Kulun bütün kaygısı herşeyin sahibi ve ulular ulusu olan Hak Teala olunca, Allah´ı zikretmek de onun kalbinde en büyük yeri kaplar. Çünkü kalbi, Rabbi´nin "Allah´ın zikri hiç kuşkusuz en bü­yüktür" (Ankebut/45) buyruğuna muvafakat eder.

Dili de Ekber Teala´nm müşahedesinde kalbine muvafakat eder. O´nun kelamını bu sıfatla okur ve basiretle bakar. Allah Teala "Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?" (Beled/8) ayetinde, basiret gözünü dilin önüne koymuştur. Allah Teala dili öne geçir­memekte, görme duyusunu sonraya bırakmakta, böylelikle kulun niyeti sözüne mutabık olmaktadır.

Böyle yapan kul, içinde yaşadığı anda söylediği ile amel eder ol­maktadır. Bu, kulun uyarı ve aleyhinde delil olmak üzere emrolun-duğu bir mesuliyettir. ´Allahü Ekber=Allah en büyüktür diyen kul,

bunu söylerken başka birinin sözünü nakletmemekte, başka birin­den haber vermemektedir. Aksine o, bunu söylerken şehadeti üe varolan mananın hakikatine ermiş bir haldedir. Bu, marifet ehline göre vaciptir. Zira iman, her hususta söz ve ameldir.

´Allahü Ekber´ dediğiniz zaman, söze uygun amel, Allah Tea-la´nın kalbinizde herşeyden daha büyük olmasıdır. Bu, ahdi gözet­menin gereklerindendir. Böylelikle de, Allah Teala´nm şu buyru-ğundaki övgü ve senaya mazhar olunabilir: "Ve o kimseler ki onlar, emanetlere ve ahitlerine riayetkardırlar". (Müminun/8)

Ahit, dille verdiğiniz söz, riayet ise, kalp ile vefa göstermektir. Böylelikle Allah Teala´nm "Her kim Allah´a verdiği ahde vefa göste­rirse, Allah da kendisine çok büyük bir ecir verecektir" (Feth/10) buyruğundaki büyük ecir hakedilmiş olur.

´Allahü Ekber derken, küçük dünya kralları kişinin kalbinde yüceler yücesi Allah Teala´dan daha büyük bir yere sahip oluyorsa, o kişi tekbir cümlesiyle amel etmemiş sayılır. İmanın hakikati de bu değildir. Çünkü o, söz ile ameli birbirine uygun kılmamıştır. O, sadece diliyle birşey söylemiştir.

Söz ile amelin birlikteliği, ancak ahiret müşahedesine sahip olanlar için geçerlidir. Ahiret onların gözlerinin nurudur. Yüce Allah buyurdu ki:"Sizin yanmızdakiler -dünya- fanidir. Allah´ın katındaki -ahiret- ise bakidir". (Nâhl/96) Yine O (sav), şöyle buyurmuştur: "Mutluluğum namazda kılınmıştır".[21] Çünkü namaz kılan kişi, Rab-bi´nin huzurundadır. Kulundan rızasını da namazda kılmıştır.

Yüce Allah buyurdu ki: "Muhakkak Allah´ın zikri en büyüktür". (Ankebut/45) Çünkü zikne konu olan Hak Teala en büyük ve en yü­cedir. Allah Teala, namaz ile, zikrullah´m murad edildiğini de şu ayet-i kerimede haber vermektedir: "Benim zikrim için namaz kıl". (Taha/14)

Allah Resulü´nden de (sav) bu manada şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Namazın farz kılınması, hac ve tavafın emredilmesi ve hac menasikinin iş´arı ancak zikrullah´ı ikame etmek içindir", (in-nema furidetis salat üş´irat menasik) Kalbinizde zikredilmesi gere­ken Hak Teala olmadığı zaman O´nu zikretmek için kılman nama­zın ne kıymeti olabilir?

Allah Resulü (sav) Enes b, Malik´e (ra) şöyle buyurmuştur: "Na­maz kıldığın zaman, nefse, hevaya ve hayata veda ettirecek ve Mevla´ya yönelecek şekilde kıl". [22] Yüce Allah buyurdu ki: "Ey in­san! Sen Rabbine varıncaya kadar kadar çalışıp çırpınmadasın". (İnşikak/6); "Allah´tan korkun ve O´nu kavuşacağınızı bilin". (Ba­kara/223).

Allah Resulü (sav) de buyurdu ki: "Benim mutluluğum namaz­da kılınmıştır [23] O, namaz esnasında ´Ekber Teala´yı görmekte ve ve gözleri O´nunla huzur bulmaktaydı.

Ali ah Resulü (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlar­dır: "Her kimin namazı kendisini fuhuş ve kötülükten uzaklaştır-mıyorsa, Allah Teala´dan daha fazla uzaklaşmasından başka bir

işe yaramaz".

Bu babda başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim yalancı şahitliği ve emanetlere ihaneti terket-mezse, (şunu bilsin ki) Allah Teala onun (oruç tutarak) yeme ve iç­meyi terketmesine muhtaç değildir". Buna göre namaz ve oruçtan yegâne maksadın günahlardan uzaklaşmak olduğu ortaya çık-maktadm

Namaz kılmanın ve onu kemale erdirmenin gereklerinden biri de vakit girmeden önce abdest almaktır. Böylelikle namaz vakti gir­diğinde namazdan başka bir işle meşgul olması gerekmeyecektir. Bu esnada bütün kalbi, kafası ve tasası Rabbi olmalıdır. Rabbi, kal­binde olmalıdır. Kelamı ile O´na nazar etmeli ve Hitabı ile O´nunla konuşmalıdır. Yakarışı ile O´nu düşünmeli, sıfatları ile O´nu tanı­maya çalışmalıdır.

Şüphesiz konuşulan her kelime, O´nun isimlerinden, sıfatların­dan, ahlakından, hükümlerinden, iradesinden veya fiillerinden bi­rinin manasını muhtevidir. Çünkü Kelam, sıfatların manalarını bi­ze bildirir ve sıfat sahibine delalet eder.

Hitab-ı Hahi´nin her kelimesinde farklı on yöne giden manalar gizlidir. Arifler için bu yönlerin her birinde bir makam ve türlü mü­şahedeler mevcuttur. Bun yönlerin ilki o kelimeye iman etmek, tes­lim olmak, ona yönelmek, onun için sabretmek, ona rıza göstermek, ondan korkmak, ondan ümitvar olmak, onun için şükretmek, ona muhabbet beslemek ve onun hakkında mütevekkil olmaktır. Bu on makam, yakin makamları olarak bildiğimiz makamlardır. Allah Te-ala´nın kelimesi, yakinin ta kendisidir.

Saydığımız manaların tamamı da, yakarış ve yalvarış ehlinin müşahede ettikleri her kelimede gizlenmiş olarak mevcuttur. İlim ve hayat ehli de bunları bilir. Çünkü Mahbub Teala´mn kelamı, kalplerin hayat kaynağıdır.

O´nun kelamını ancak hayat sahiplerini uyarır ve ancak ona icabet edenler hayat bulurlar. Yüce Allah buyurdu ki: "O ancak bir zikir ve apaçık bir Kur´an´dır. Hayatta olanları uyarmak için (indi­rilmiştir)". (Yasin/70); "Size hayat verecek bir şeye çağırdıklarında Allah´a ve Resulü´ne icabet edin". (Enfal/24)

Açıkladığımız on müşahede, ancak AJızab suresinde anılan ma­kamları geçenler tarafından görülebilir. Bu makamların ilki, müs-lümanlarm makamı, sonuncusu da zikir ehlinin (=zâkirun) maka­mıdır. Zikir makamından sonra sözkonusu on müşahede gelir.

Bu müşahedelere vakıf olanlar, Allah Teala´ya yakarmaktan as­la sıkılmazlar. Çünkü onlar Allah Teala´mn yakın dostlarından ol­muşlardır. Anlayış ve lezzetten dolayı O´nun huzurundaki kıyam da kendilerine ağır gelmez. O´nun huzurunda durmak da, merha­metine yakınlığından dolayı kendisine kolay gelir. O, Hak Tea-la´dan gelen azarı da, O´na yakınlığın verdiği tadı da nimet bilir. Bu noktada olan kul, namazda uzun uzun Kurban okur. O, bunu kıble­nin namaz içinde derecelenmesi gibi görmez. O, ona şahit olmaz. Çünkü kıble onun ardında, o ise kıblenin önündedir.

Kıyam da böyledir. Kıyamda, o kendisini taşımaz, o taşıyıcısı ile beraberdir. Rivayete göre, yakin sahibi kul namaz için abdest aldı­ğı zaman yeryüzünün şeytanları ondan uzaklaşırlar. Zira ondan korkarlar. O, Hak Teala´mn huzuruna girmeye hazırlanmaktadır.

Tekbir getirdiği zaman, İblis ondan perdelenir ve onunla arasın­da duvarlar örülür. Hiçbir şeytan ona bakamaz. Cebbar olan Hak Teala onlara Zatı ile karşı durur. ´Allahü Ekber dediğinde melek onun kalbine bakar ve orada Allah´tan başka hiçbir şeyin büyük ol­madığını görerek şöyle der: Sözünle olduğu gibi kalbinle de Allah´a sadık kaldın.

O esnada kalbinden bir nur çıkar ve bu nur, Arş´m melekütuna ulaşır. Bu nurla herşey, yeryüzünün ve göklerin melekûtu ona açı­lır. Toplanan nurlar kadar kendisine hasenat yazılır.

Gafil veya cahil biri abdeste başladığında bala üşüşen sinekler misali, şeytanlar onun başına üşüşür. Böyle biri tekbir getirdiği za­man melek onun kalbine bakar ve orada bulunan hemen herşeyin Allah Teala´dan daha büyük olduğunu görür ve şöyle der: Yalan söylüyorsun! Kalbindeki Allah, dilinde söylediğin gibi değil!

Bunun ardından onun kalbinden bir duman yükselir ve gökle­rin alt kısmına ulaşır. Bu duman, onun kalbine perde olur ve bu perde onun kıldığı namazları geri gönderir. Şeytan onun kalbini kuşatarak ona üfürmeye, vesvese vermeye ve ona birtakım şeyleri güzel göstererek namazı tamamen terketmeye sevkeder.

Bu kişi, Öyle bir hale gelir ki bulunduğu durumu dahi aklede-mez olur. Bu hususta şöyle bir söz rivayet edilmiştir: Şeytanlar, eğer Adem oğullarının kalpleri çevresinde dolaşmasalardı, göklerin melekûtunu gözlerlerdi.

Rivayete göre Allah Resulü (sav) Kıble´ye bakarken ortada bir balgam görmüş ve çok kızmıştı. Sonra elindeki bir hurma çöpüyle onu temizlemiş ve ´Bana misk getirin´ buyurmuştu. Ardından bal­gamın izini zaferanla silmiş ve bize dönerek şöyle buyurmuştu: Hanginiz suratına tükürülmesinden hoşlanır. Biz de ´Hiçbirimiz´ dedik.

Bunun üzerine şöyle buyurdu: Sizden biri namaza başladığında şunu bilsin ki Allah Teala, kendisi ile kıble arasındadır. Bu hadisin başka bir lafzında ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: Allah Teala onunla yüzyüze gelir. Hiçbiriniz O´na doğru tükürmesin. Sa­ğa doğru da tükürmesin. Ancak sol tarafına veya sol ayağının altı­na tükürsün. Eğer çok acil bir durum olursa, o vakit elbisesinin içi­ne tükürsün ve üstünü örtsün". [24] Bunlar, namazın hakiki adabıyla ilgili hususların bazılarıdır.

Konuyla ilgili olarak bize ulaşan rivayetlerden biri de şöyledir: Kul, namazda ´Allahü Ekber5 diyerek kıyam ettiği zaman Allah Teala meleklere şöyle buyurur: Benimle kulum arasındaki perdeyi kaldırın. Kul, namazda bir yana yöneldiği zaman ise şöyle buyurur: Ey kulum, kime yöneliyorsun? Ben senin için, yöneldiğin şeyden daha hayırlıyımdır.

Namaza niyetlenen kimse ayağa kalktığı zaman, kalbi alemle­rin Rabbi için bir gün boyunca kıyam ettiğine şehadet eder ki bu günün mikdarı, elli bin senedir. Sonra Huzur-u İlahi´deki duruşu­na şehadet eder. Çünkü o, gaflet ehlinden değildir. O´nun varlığını görmeyişi onu üzer, varlığının iclali yaklaştırır ve kendisine en ya­kın olan Hak Teala´nın tazimi ona hakim olur. Herşeyi murakabe eden Allah Teala´nın korkusu onu içine alır.

Kur´an okumaya başladığı zaman, Kelam Sahibi ile olan bera­berliği onun kaygısını azaltır. Kalbi onu anlamakla, onun feyzi ile açılmakla meşgul olur. Rükuya eğildiği zaman, Yüce Allah´ın yüce­liğini ikrarla birlikte kalbi durur ve kalbinde Allah Teala´dan daha yüce hiçbir şey bulunmaz. Rükudan kalktığı zaman hamdın ancak övgülere layık olan Allah Teala´ya mahsus olduğuna şahit olur.

Çok seven ve sevilen Hak Teala´ya şükrederek durur. Bu, Allah Teala´dan daha fazla sevabı gerektiren bir harekettir. O kulun kal­bi ise rıza ile sükun bulmuştur. Çünkü hamdin hakikati rızadır. Secdeye vardığında kalbi, ulvi mertebelerde yükselir ve Arş-ı A´la´ya yaklaşır. Yüce Allah buyurdu ki: "Secde et ve Allah´a yak­laş". (Alak/16)

Müşahede ehli secde noktasında üç makamda yerahrlar Bunlardan ilkinde, kul secde ettiği zaman kendisine Ceberût-i A´la açılır ve Karib Teala´ya doğru yükselir ve O´na iyice yakınlaşır. Bu, mahbublardan olan mukarrebunun (=Allah Teala´ya yakın kı- İmanlar) sahip oldukları makamdır.

İkincisinde, kul secde ettiği zaman kendisine İlahi İzzet´in me- ^ lekütu açılır ve o kişi, Kadir-i Ecell´in sıfatlarından biri üzere yer­yüzü toprağına secde etmiş olur. Bu yüzden kalbi kırılır ve Yüceler Yücesi Rabbi´nden tevazu gereği korkar. Bu da abidler arasındaki korku ehlinin makamıdır.

Üçüncüsünde ise, kul secde ettiği zaman kalbi göklerin ve yerin melekütunda gezinir, ilahi faidelerin zariflikleriyle sevaplandırılıp bize gizli mükafaatlara şahit kılınır. Bu da taleb ehli arasında. lunan sadıkların makamıdır. Bir dördüncü zümre daha vardır, an­cak bunların zikre değer bir meziyetleri yoktur. Bunlar övgüyü de haketmezler. Bunlar namaz kıldıklarında bütün kaygı ve tasaları, Allah Teala´nın vereceği ödüller ve dünyevi beklentilerle doludur. Bunlar himmetlerinin düşüklüğünden dolayı ulvi şehadetlerden mahrum bırakılmış kimselerdir. Hevalanna esir oldukları için yü­ce ufuklara sehayetten alıkonulmuşlardır. .

Namaz kılan kul, dua ettiği zaman, dua edilene nazar eder ve herşeyi O´ndan bekler. Böylelikle dua edilen Allah Teala, ayni (za­manda rica edilen ´Mercuvv´ olur.

Namazı hakkıyla kılan kul, Rabbi´ni övme, hamdetme, nimetle­rine şükranda bulunmaya o kadar dalar ki kendi dünyevi ihtiyaç­larını unutur. Mevlası ile meşguliyetinden dolayı kendini ihmal eder. O´na olan övgüsünün güzelliğinden dolayı Rabbi´nden istek­lerde bulunmayı akledemez.

Dua eden bu kul, Allah Teala´dan mağfiret dilediğinde tevbenin sıfatları ve tevbekarm hükümleri hakkında düşünür. Geçmiş gü­nahları üzerinde tefekkür ederek istiğfarını saflaştırmaya, tevbe ve özrünü halis kılmaya çalışır. Rabbi´nin yolunda dosdoğru yürü­me niyetini tazeler.

Bu istiğfarı sayesinde, Allah da ona esenlik ve ikram nasip eder. Böyle bir kulun kıldığı namazın faziletleri hakkında birçok hadis ve söz nakledilmiştir. Öyle biri namaza durduğu zaman, onunla Rabbi arasındaki perde kaldırılır ve Rabbi onunla bizatihi yüzyüze gelir. Melekler omuzlarının üstünden havaya yükselirler ve onunla birlikte namaz kılarlar. O dua ettiği zaman duasına ´amin´ derler.

Göğün eteklerinden saç diplerine doğru iyilikler saçılır. Bir inü-nadi ona nida ederek şöyle der: ´Eğer yakarıp münacaat eden, mü-nacaat edileni bilseydi, namazını asla bitirmezdi´. Göğün kapıları da namaz kılanlar için açılır.

Allah Teala, melekler karşısında namaz kılan kullarının safla-rıyla Övünür. Tevrat´ta şöyle yazılıdır: ´Ey Adem oğlu, Benim huzu­rumda gözyaşlarıyla namaz kılmak için kıyam etmek hususunda acze düşme. Ben senin kalbine çok yakın olan Allah´ım. Sen gayb aleminde Benim nurumu gördün´,

Bize göre, ihlasla namaz kılan kulun hassasiyet ve ağlayışı ve ona açılan kapılar Allah Teala´mn onun kalbine yaklaşmasının ne-ticelerindendir. Sahabeden bir zat, Allah Resulü´ne (sav) şöyle de­mişti: Cennette sana refik olabilmem için Allah Teala´ya dua et. O da kendisine, ´Sen de secdeyi çoğaltarak bana yardım et1 buyurdu[25]

Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah Te­ala´mn yarattıklarına farz kıldığı hususlar arasında tevhidden son­ra gelen namazdır. Eğer O´na namazdan daha sevimli gelen bir şey olsaydı, melekler kendisine onunla ibadet ederlerdi. Halbuki onlar­dan kimi rükuda, kimi secdede, kimi kıyam, kimi kade halindedir".

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Namaz, yeryüzünde Allah Te­ala´ya hizmettir. Başka bir zat ise şöyle demiştir: Namaz kılanlar, Allah Teala´mn arzı üzerindeki hizmetçileridir. Denir ki: Göklerde namaz kılan melekler, ´Rahman´m hizmetçileri´ olarak isimlendiril­mişlerdir. Onlar, diğer elçi melekler karşısında bu isimleriyle ifti­har ederler.

Denir ki: Mümin iki rekat namaz kıldığı zaman, herbirinde on-bin meleğin bulunduğu on saf melek kendisine hayranlıkla bakar­lar. Allah Teala da yüz bin meleğe karşı onunla övünür. Meleklerin hayrete düşme sebebi, kulun namaz kılarken dört erkanı ile birlik­te eda etmesidir ki bunlar; kıyam, rüku, kade ve secdedir. Hakikat­te bu dört erkan kırkbin meleğe taksim edilmiştir. Kıyam eden me­lekler, Kıyamet gününe kadar rükuya eğilmeyip sadece kıyamda dururlar. Secde eden melekler de aynı şekilde Kıyamet´e dek başla­rını kaldırmazlar. Rüku ve secde eden meleklerin durumları da böyledir.

Allah Teala, anılan dört erkana ilaveten altı erkanı da Adem oğ­luna nasip etmiştir ki bunlar; kıraat, hamd, istiğfar, dua, Allah Re­sulü´ne (sav) salat ve selam getirmektir. Allah Teala bu rükünleri de altmışbin meleğe taksim etmiştir. Meleklerden her bir saffln gö­revi, bu altı zikirden biri ile meşgul olmaktır. Melekler, bu altı fark­lı zikrin iki rekatlık namazda cemedildiğini görünce hayrete düş­müşlerdi.

Allah Teala da bu hususiyeti nasip ettiği kuîuyla meleklere kar­şı övünmüştü. Zira O, bir kulun iki rekat namazda cemettiği sözkoiiusu erkan ve zikirleri yüzbin meleğe taksim etmişti. Mümin, işte iju hususiyetiyle meleklerden üstün kılınmıştır. Yakin sahipleri de, kalbi amellerin müşahede edildiği makamlar­ca yer değiştirnıeleriyle meleklerden üstün kılınmışlardır. Yakin sa-liipleri, bu makamları cemeder ve bunlardan daha yükseklere çıka­bilirler. Melekler ise, konuldukları makamlardan yükseltilmezler. Her melek, kendisi için tahsis edilen malum bir makamda ve o makamdan başkasına nakledilmez. Şükür, korku, rica, Aaşyet ve muhabbet bu makamlardan bazılarıdır. Melekler, kendilerine tahsis edilen makam içinde yükselme im­kanına sahiptirler. Onlar, kuvvet ve gayretleriyle aynı makam için­de yüksek derecelere çıkabilirler. Halbuki bu makamlar, yakin sa­hibinin kalbinde cemedilmiştir. Sözlerin en doğrusuna sahip olan Allah Teala, mümin dostlarının sıfatları hakkında şöyle buyurmak­tadır: "Namazlarında huşu sahibi olan müminler felaha erdiler. Onlar, boş sözden yüz çevirirler". (Müminun/1-3)

Allah Teala iman ile birlikte zikrettiği bu kullarını namazları sebebiyle medhetmiştir. Onların namazlarını da, huşu sıfatıyla Öv­müştür. O, onların sıfatlarının başında da namazı zikretmiştir. Bu ayetin sonunda ise şöyle buyrulmaktadır: "Ve o kimseler ki namaz­larında devam ederler". (Müminun/9) Görüldüğü gibi Allah Tea­la´mn onları tavsifi, namazla başladığı gibi, yine namazla noktlanmaktadır.

Allah Teala, namaz kılan kullarını tavsif ederken, onları musi­betlerden ve fukaralıktan dolayı feryad eden, sahip olduğu malı Al­lah yolunda harcanmayanlardan müstesna kılarak şöyle buyurcakdm: "Onlar namazlarında daimdirler". (Mearic/23) O, müminle­rin sıfatlarım sıraladıktan sonra da şöyle buyurmaktadır: "Ve o kimseler ki namazlarında devam ederler". (Müminun/9)

Eğer namaz, Allah Teala için amellerin en sevimlisi olmasaydı, onu dostlarının ilk ve son sıfatı olarak zikretmezdi. Yine onları, na­mazda devamlılık ve süreklilikleri meziyetiyle övmezdi. O, mümin kullarını namazda gösterecekleri huşu ile de övmüştür. Huşu; kal­bin kırılması, ram edilmesi, tevazu, zillet ve organların terbiyesi, güzel bir ağırbaşlılık ve yöneliş, namazda devamlılık ve süreklilik, kalbin ve uzuvların namaz ile sükun bulmasıdır. Ayetteki ´muhafaza devam etme´ kelimesi; kalbin diriliği, işitmesi, anlayışın durulu­ğu, zamanlara riayeti ve araçların temizliğinin tamamlanmasıdır.

Allah Teala, namaz kılanları bekleyen akıbet hakkında da şöy­le buyurmaktadır: "İşte onlar varislerdir ki Firdevs´e varis olurlar Onlar orada ebedidirler". (Müminun/10) Allah Teala´nın onlara na­sip ettiği ilk mükafaat felahtır/Felah, zafer ve bekadır. Mükafaat-larm sonuncusu ise Firdevs cennetidir ki o, yurt ve meskenlerin en hayırlısıdır.

Onların karşıtları olan cehennem ehli hakkında ise şöyle buyrulmaktadır: "Sizi ´Sekar* cehennemine sürükleyen nedir? Suçlular şöyle cevap verirler: Biz, namaz kılanlardan değildik". (Müddes-sir/42-43) O, onları kınarken de şöyle buyurmuştur: "Ne iman etti, ne de namaz kıldı", (Kıyamet/31)

Allah Resulü (sav), namaz kılmayı engelleyenlere itaat edilme­sini nehyetmiş ve namazı emrederek onun Allah Teala´ya yakınlık vesilesi olduğunu bildirmiş ve bunu da şu ayet-i kerimenin izahın­da zikretmiştir: "Namaz kıldığı vakit, bir kulu engelleyeni gördün mü?... Sakın ona itaat etme, secde et ve Allah´a yaklaş". (Alak/9-10, 19) Namaz kılanlar, O´nun yarattığı insanlardan bir topluluk ve cennetin varisi olan kullarıdır. Onlar, Allah Teala´nın, gazab yurdu olan cehennemden de kurtarılarak necat ehlinden kabul edilmiş­lerdir. Allah Teala şefkat ve merhametiyle bizi onlardan kılsın.

Namazı sürekli kılmayı teşvik ve yakin ehlinin namazda izle­dikleri yollar hakkında da şunlar söylenebilir. Allah Teala buyurdu ki: "Muhammed Allah´ın Resulü´dür. Ve O´nunla birlikte olanlar in­kar edenlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. On­ları rüku edenler, secdeye kapananlar olarak görürsünüz". (Fe­tih/29)

Allah Teala, Resulü´nün (sav) ashabını seçmiştir. O´nun ashabı için de namazı seçmiştir. O, namazı Tevrat´ta da, İncil´de de onla­rın sıfatı kılmıştır. Bütün bunlar, namazın ameller arasında en fa­ziletlisi olduğuna delalet etmektedir. O´nun ashabı da amel sahip­lerinin öncüleri olarak namaz ile tavsif edilmişlerdir. Allah Resu-lü´ne (sav) amellerin en üstünü sorulduğunda şöyle buyurmuştur: "Vakitlerinde kılman namaz [26] Ömer (ra) şöyle demiştir: "Kişinin namazda devamlı olduğunu iördüğün zaman onun hakkında iyi düşün. Namazı terkeden biri gördüğünde ise, şunu bil ki o, diğer ibadetleri daha fazla terkediciir". Hasan el-Basri (ra) şöyle derdi: Ey Adem oğlu, namaz sana ko­lay geldikçe Allah´ın dininde sana güç gelen şeyler de Allah Tea­la´ya kolay gelir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Namaz dinin dire­ğidir. Onu terkeden küfürdedir". [27]

Bu hadisin başka bir rivayetinde ise son kısım şöyledir: "Onu terkeden, küfür ile iman arasındadır". Konuyla ilgili bir rivayet de şöyledir: Her kim tam abdesti ve vaktine bağlı olarak namaza de­vam ederse, Kıyamet günü onun için bir nur ve rehber yaratılır. Her kim de onu yitirirse, Allah Teala onu Firavun ve Haman ile bir­ilikte hasredilir.

"Rahman´m katında bir ahit almamış olanlar dışındakiler şefa­at (etme hakkına) sahip olamazlar". (Meryem/87) ayet-i kerimesi­nin tefsirinde de, bu ahdin beş vakit namaz olduğu söylenmiştir. İb­ni Mesud ve Selman´dan (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Namaz bir tartıdır. Her kim tartıyı hakkıyla yerine getirirse, Allah Teala da onun tartısını hakkıyla ifa eder. Her kim de haksızlık ederse, Al­lah Teala´nın tartıda haksızlık edenlerle ilgili ne buyurduğunu bi­lirsiniz".

Konuyla ilgili başka bir rivayette şöyle denilmektedir: "Hırsız­ların en kötüsü,mamazdan çalan; rüku veya secdesini tamamlama­yan kişidir". Bir diğer rivayette ise şöyle denilmektedir: "Halk için­de namaz kılarken namazı güzelce kılıp, yalnızken erkanına uy­maksızın kılan kimsenin hareketi, Rabbi´ni hafife almadır". Bir di­ğeri de şöyledir: "Kul açıkta ve gizlide namazı güzelce kıldığı za­man Allah Teala meleklerine şöyle buyurur: Bu Benim gerçek ku-lumdur".

Ka´b ve başkalarından şu söz nakledilmiştir: "Namazı kabul edi­len kimsenin bütün amelleri kabul edilir. Namazı geri çevrilen kim­senin diğer bütün amelleri de geri çevrilir". Denildi ki: "Beş vakit namazları karıştınlrnaksızın ve bir kısmı diğerlerinden veya farzla­rı nafilelerinden üstün kılmmaksızm tam olarak kabul edilen kim­se Abdal zümresinin ilmine muttali olur ve sıddık olarak yazılır".

Namazların kabul edilişinin alameti, kulu her türlü fahşa ve münkerden sakındırmasıdır. Fahşa; büyük günahlar, münker ise, alimlerin inkar ettikleri hususlardır. Bunlardan uzaklaşan kulun namazı Sidret-i Münteha´ya yükseltilir. Arzu ve hevalarıyla tutu­şan kimsenin namazı ise kendisine geri verilir. Çünkü o, yoldan çıkmış ve nevasına tabi olmuştur.

Malik b. Dinar ve İbrahim b. Edhem şöyle demişlerdir: Nama­zını ta´dil ile kılan kişi, ailesine karşı da merhametlidir. Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: Farz namazlar sermayedir. Nafile namazlar ise kârdır. Kâr, ancak sermayenin konulmasından sonra temin edilir. İbni Uyeyne ise şöyle derdi: Kullar, sırf usulü (esas farzları) yitir­dikleri için vusulden (Allah´a kavuşmaktan) mahrum kılınırlar.

Ali b. Hüseyin şöyle derdi: Beş vakit namazı vakitlerinde abdes-ti tam alarak kılmaya özen gösteren kimse için dünyada geçim der­di olmaz. Namaz için abdest aldığında da ona selam olur. Rengi de­ğişir, sararır ve titrer. Ona bu husus sorulduğu zaman şu cevabı vermiştir: Siz benim kimin huzurunda durmak, kimin yanına var­mak ve kiminle muhatap olacağımı bilmiyor musunuz?

Ariflerden bir zat şöyle demiştir: Namazın dört farizası daha vardır: Namaz kılman makamı yüceltmek; Kalbin kaygısını muh­lis kılmak; Ne okuduğunu yakinen bilmek; Herşeyi Allah Teala´ya teslim etmek.

Ebu´d-Derda (ra) şöyle derdi: Allah´ın en hayırlı kulları, O´nu zikretmek için güneşi, ayı ve gölgeleri iyi gözleyenlerdir. Veki´ de şunu söylemiştir: Namazın hibesini vaktinden önce almayan kim­se, namaza devamla onu koruyan kimse değildir. İftitah tekbirinde gevşek davrananla da işiniz olmasın. Allah Teala´nm "Rabbinizden bir mağfirete yarışınız". (Al-i İmran/133) buyruğunun tefsirinde, ayetteki ´mağfiret1 ile iftitah tekbirinin kasdedildiği söylenmiştir.

Ebu Kahil (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu riva­yet etmiştir: "Kırk gün boyunca namazlarını cemaatle kılan ve ifti­tah tekbirlerini kaçırmayan kimseye iki beraat verilir: Nifaktan beraat ve Cehennem ateşinden beraat".[28]

Said b. el-Müseyyeb şöyle demiştir: Kırk yıldır cemaatle namaz kıldım ve hiçbir iftitah tekbirini kaçırmadım. O, ´Cami güvercini´olarak anılırdı. Abdürrezzak ise şöyle demiştir: Yirmi yıldır ezanı camide dinlemekteyim.

Denir ki: Kıyamet günü namaz kılanlar gruplar halinde çağrı­lırlar. İlk grup yüzleri parıldayan yıldız gibi ışık saçarak gelir. Me­lekler onları karşılarlar ve ´Sizler kimsiniz?´ diye sorarlar. Onlar da, ´Biz, Muhammed (sav) Ümmeti´nin namaz kılanlarıyız´ derler. Melekler kendilerine, ´Dünyadaki amelleriniz nelerdi?´ diye sor­duklarında ise şöyle cevap verirler: Biz, ezanı işittiğimiz zaman he­men abdeste başlar, başka birşeyle meşgul olmazdık. Bunun üzeri­ne melekler, ´Bunu haketmiş siniz´ derler.

Ardından ikinci grup gelir. Onların yüzleri de ay gibidir. Melekler kendilerine, ´Siz kimsiniz?´ diye sorarlar. Onlar da, ´Biz namaz kılan­larız´ derler. Melekler, ´Sİzin namazınız nasıldı?´ diye sorduklarında ise şu cevabı verirler: Biz, namaz için, vakit girmeden önce abdest alırdık. Bunun üzerine melekler de, ´Bunu haketmişsiniz´ derler.

Ardından üçüncü grup gelir. Bunların konumlan ve güzellikle­ri diğerlerinden daha güzeldir. Yüzleri güneş gibi parlamaktadır. Melekler onlara, ´Sizin yüzleriniz daha güzel ve makamınız daha yüksek, peki siz kimsiniz´ diye sorarlar. Onlar da, ´Bizler de namaz kılanlarız´ diye cevap verirler. Melekler, Teki sizin namazınız na­sıldı?´ diye sorarlar. Onlar da, ´Biz ezanı camide dinlerdik´ diye ce­vap verirler. Melekler de, ´Siz bunu haketmişsiniz´ diye rek onları selamlarlar.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Namazın ´salat´ olarak isim­lendirilme sinin sebebi, onun kul ile Allah Teala arasında ´sıla´ yani bağ olmasından dolayıdır. O, Allah Teala´nm kuluna ´muvasale´si yani kavuşmasıdır. Bu buluşma ve erişme, ancak takva sahibi kul­lar için gerçekleşebilir. Allah Teala buyurdu ki: "Kurbanların ne et­leri, ne de kanları hiçbir zaman Allah´a ulaşamaz. O´na ulaşan an­cak sizin takvanızdır". (Hac/37)

Takva ise, ancak huşu sahipleri için mümkündür. Huşu sahibi, O´nun huzurunda uzun süreler kıyamda durmaktan erinmez, mün-keratı terkedip emirlere uymak kendisine ağır gelmez. Münkeri nehyederek Allah Teala´nm koyduğu sınırları muhafaza edenlerin ödülleri, büyük bir müjdedir. Nitekim O, "Müminleri müjdele" (Yu­nus/87) buyurmuştur.

Huşu sahipleri ´haşi´un´, aynı zamanda Allah´tan korkan, O´nu daima zikreden, hükümlerine sabreden ve namazı eda eden kimse­lerdir. Bu sıfatların hamili olanlar, Allah Teala´dan hakkıyla korka­rak tevazu sahibi olan ´muhbitun´ zümresidirler. Yüce Allah buyur­du ki: "Muhbitun´u müjdele". (Hac/34)

İbni Mesud (ra) Rebi´ b. Haysem´i gördüğü zaman Hac suresinin bu ayetini okur ve şöyle derdi: Yemin ederim ki Muhammed (sav) sen görseydi, çok mutlu olurdu. Onun bu sözünün başka bir rivaye­tinde ise ´Seni severdi´ ifadesi yer almaktadır.

Rebi´, İbni Mesud´un (ra) evine yirmi yıl boyunca gidip gelmiş bir zat idi. Gözlerini sürekli kısık tutması ve başını sürekli yere eğ­mesinden dolayıdır ki İbni Mesud´un (ra) hizmetçisi onu görme özürlü sanır ve kapı çalınıp onu kapıda gördüğü zaman efendisine ´Şu görme özürlü dostunuz geldi´ derdi. İbni Mesud (ra) da tebes­süm ederek ´O Rebi´dir1 derdi.

Rebi´ bir gün İbni Mesud (ra) ile demircilerin semtine gitmişti. Demirci ocaklarının şiddetle yanışını ve yükselen ateşleri görünce bir çığlık attı ve oracıkta bayıhverdi. İbni Mesud (ra) namaz vakti­ne kadar başucunda bekledi. Ayılmadığını görünce onu sırtına ala­rak evine götürdü. Baygınlığı ertesi günün aynı saatine kadar sür­dü ve beş vakit namazı da kaçırdı. İbni Mesud (ra) onun başucun­da otururken şöyle derdi: Vallahi bu Allah korkusundan başkası olamaz! Rebi´ şöyle derdi: Namaza başladığımda, namazda söyledi­ğimle bana söylenenden başka hiçbir şeyle ilgilenmem.

Amir b. Abdullah, huşu ile namaz kılanlardan biri idi. Namaza durduğu zaman kızları def çalar ve gönüllerinden geçen şarkıları söylerlerdi. O, bunların hiçbirini işitmez ve aklına sokmazdı. Bir gün kendisine ´Namazda kendi kendinle konuştuğun olur mu?´ di­ye sormuşlardı. O, şu cevabı verdi: Evet, Allah´ın huzurunda oldu­ğumu ve iki cihandan birine yöneldiğimi söylerim. ´Peki, dünyevi hususlarla ilgili birşeyler düşündüğün olur mu?´ diye sorulunca şöyle dedi: Vücudumu mızrakların parçalaması, benim için namaz­da sizin düşündüğünüz şeyleri düşünmemden daha sevimlidir. O, şöyle derdi: Eğer Örtü kaldırılnıasaydı, yakini imanım artmazdı.

Müslim b. Yesar, zühd sahibi amillerden biriydi. Namaza başla­yacağı zaman, ailesine ´Dilediğiniz gibi konuşabilir, sırrınızı açabilirsiniz, çünkü sizi işitmemekteyim´ derdi. Yine o, ´Namazda iken kalbimin nerede olduğunu bilir misiniz?´ derdi. Bir gün Basra cami­inde namaz kılıyordu. Dört payandaya dayalı sütunlardan biri onun hemen ardına düştü.

Çevre halkı camiiden gelen gürültüyü duyarak içeri girdiklerin­de sütunun devrildiğini, AimYin ise hiçbir şey olmamış gibi namaz kıldığını gördüler. Namazı bittiğinde insanlar yanına giderek ken­disini tebrik ettiler. O, şaşkınlık içinde ´Beni neden tebrik ediyorsu­nuz?´ diye sordu. Onlar da, ´Şu sütun devrilerek senin tam arkana düşmüş ve sen de kurtulmuşsun!´ dediler. O, ´Ne zaman düşmüş?´ diye sordu. ´Sen namazda iken´ denilince, ´Ben hiç farkında değilim´ demiştir.

Namaz ehlinden biri şöyle demiştir: Namaz, ahirettendir. Na­maza başladığınızda dünyadan çıkmış olursunuz. Onlardan birine şöyle denilmişti: Namazda hiçbir şeyi zikreder misiniz? O da şu karşılığı verdi: Bana namazdan daha sevimli gelen birşeyi, yani Al­lah Teala´yı zikrederim. Ebu´d-Derda (ra) şöyle derdi: Fıkıh bilgisi tam olan kişi, namaza ihtiyaçlarını giderdikten sonra başlar. Böy­le yapmasının sebebi, namazı kalbi boş olarak eda edebilmektir.


Konu Başlığı: Ynt: Gusül Abdesti ve Namaz
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 08 Ocak 2010, 18:33:48
Bir rivayette Ammar b. Yasir´le (ra) ilgili şu hadise nakledilmiş­tir: Ammar (ra), bir namaz kılmış ve namazda acele etmişti. Ken­disine, ´Ey Ebu Yakzan, çabucak kıldın´ denildi. O da, ´Namazdan herhangi bir şeyi eksilttiğimi gördünüz mü?´ diye karşılık verdi.

Onlar, ´Hayır deyince şöyle dedi: Acele ederek şeytanın hataya ketmesini önledim.

Çünkü Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştu: "Kul namaz î olar ama bu namazın sevabından kendisine ne üçte biri, ne yarış ne çeyreği, ne beşte biri, ne altıda biri, ne de onda biri yazılır. Kul için yazılan sevab, namazda aklı ile idrak ettiği kısmıdır".

Abdülvahid b. Zeyd bunun icmaya konu bir husus olduğunu bil­dirmiştir. O bu konuda şöyle demiştir: Ulema, şu husus üzerinde ic-ma etmiştirler ki kul için kıldığı namazda ancak aklıyla idrak etti­ği kadarı vardır. Hasan el-Basri (ra) şunu söylemiştir: Kalbinizin hazır bulunmadığı her namaz, sevaptan çok azaba daha yakındır.

Denildi ki: Allah Resulü´nün (sav) ashabından ve aralarında Zü-beyr (ra) ve Talha´nın (ra) da bulunduğu zatlar, namazlarını hızlı

kılarlardı. Bu durum kendilerine sorulduğunda ise şu cevabı verir­lerdi: Biz böyle yaparak şeytanın vesvesesinin önüne geçmek iste­mekteyiz. Ömer (ra) da minberden hitap ederek şöyle demiştir: Öy­le insan vardır ki yanakları İslam üzere yaşlanır da Allah Teala için tek bir namazı kamil anlamıyla kılmamış olur. ´Bu nasıl olur?´ diye sorulunca şöyle karşılık verdi: Kıldığı namazda Allah Teala´ya karşı huşu, tevazu ve ikbalini yeterince ortaya koymamakla olur.

Yüce Allah buyurdu ki: "Kİm Allah´tan daha doğru sözlüdür ". (Nisa/87): "Sarhoş iken namaza yaklaşmayın, ta ki ne söylediğinizi bilesiniz". (Nisa/43) Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kimin kaygıla­rı değişik yerlere kayar ve Allah Teala´nın namazın hangi vadisin­de olduğunu umursamazsa helak olur" [29]

Ebu´l-Aliye´ye "Ki onlar kıldıkları namazdan habersizdirler" (Ma´un/5) ayetinin tefsiri sorulduğunda şu karşılığı vermiştir: Bun­lar, namazlarından habersiz oldukları için tek mi çift mi rekat kıl­dıklarını bilmeyen kimselerdir.

Aynı ayet Hasan el-BasriJye (ra) sorulduğunda, o da şöyle bir açıklama yapmıştır: Bunlarla kasdedilen; amaz vaktinden habersiz oldukları için, namazı kaçıran kimselerdir. Bunlar namazı terket-selerdi inkar etmiş olacaklardı. Oysa onlar dalgınlıkları sebebiylej vakti kaçıranlardır

Seleften bir zat ise aynı konuda şöyle demiştir: Bu, öyle bir kim­se için geçerlidir ki namazı vaktin başında cemaatla kıldığında bu­na sevinmez, vakti çıktıktan sonra kıldığında ise buna üzülmez. Başka bir zat ise bu ayetin, vaktinde namaz kılmanın sevap, son­radan kılmanın günah olduğuna inanmayanlar için geçerli olduğu­nu söylemiştir.

Denildi ki: Beş vakit namaz birbirlerine katılarak kul için ka­mil manada tek bir namaz çıkarılabilir. Başka bir yerde ise şöyle denilmiştir: insanlar içinde öyle kimseler vardır ki onların kıldığı elli namazdan kamil manada beş namaz çıkar. Allah Teala, kulun­dan farz kıldığı namazları olduğu gibi isteyecek olmadığı takdirde bunları nafile ibadetlerinden tamamlayacaktır.

Çünkü O, kuluna ancak takati kadarını farz kılmıştır. O, rahme­ti gereği gücünün yetmeyeceği şeyleri farz kılmanııştır. İsa´nın (as) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teala buyurdu ki: Kulum, farzj larla Benim azabımdan kurtulur ve nafilelerle de Bana yaklaşır". ! Benzer manada bir hadis de Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilmiştir: "Allah Teala buyurdu ki: Kulum Benim cezamdan ancak ona farz kıldıklarımı eda ederek kurtulabilir". Açıklayıcı bir rivav yette ise şöyle denilmektedir:

Kulun hesaba çekileceği ilk husus namazdır. Eğer bunlar tam bulunursa diğer hesaba geçilir. Aksi takdirde ise şöyle buyurur!: Kulumun nafileleri var mı bakın. Farzlarının eksiğini nafîleleriyle tamamlayalım. Namazdan sonra gelen her farizada böyle yapılır. Görüldüğü gibi her farzın eksiği kendi cinsinden nafile ibadetlerle tamamlanır. Farzlarda olduğu gibi nafile ibadetlerinde de kusur ve hatalar bulunan kimsenin hesap günündeki hali ne kadar da endi­şe vericidir!

ibni Abbas (ra ) "Gerçekten insan, Rabbi´nin emrettiğim yerine Bize gücümüzün yetmeyeceğini yükleme". (Bakara/286) Bu meselede birtakım ihtilaf ve şüpheler mevcuttur. Bunlar arasında doğru olanı şudur ki Allah Teala, özellikle de müminlere güçlerinin yetmeyeceği hiçbir şeyi yüklemez.

Bu, Allah Teala´nın lütuf ve nimetinin bir tecellisi olarak onla­ra mahsus kılınmış bir lütuftur. Allah Teala bu özellikle onları in­kar edenlere tercih etmiştir. O´nun kullarından bir kısmını diğerle­rine üstün kılma hakkı vardır. Çünkü lütuf O´nun elindedir ve onu dilediğine verir. "(Allattım) Bize gücümüzün yetmeyeceğini yükle­me". (Bakara/286) ayetinin delaletinden anlaşılan da budur.

Allah Teala, adalet ve hikmetinin gereği olarak inkar edenlere güçlerinin yetmeyeceği şeyleri yükleyebilir. Buna delil olarakta şu ayet-i kerime zikredilmiştir: "Rabbinin kelimesi sıdk ve adalet ola­rak tamama ermiştir. Rabbinin kelimesini değiştirecek yoktur". (En´am/106) Buradaki sıdk müminler, adalet ise inkâr edenler içmdir.

Allah Teala, Yusufun (ra) kardeşlerinun dilinden şunu haber vermektedir: "Allah´a andolsun ki O, seni bize tercih etmiştir". (Yu­suf/) Görüldüğü gibi bu ayet, Allah Teala´mn insanlardan bir kısmı­nı diğerlerinden üstün tutabileceğinin delilidir. Bunu doğrulayıcı nitelikte görüşler de, aşağıdaki ayet-i kerimenin tefsirini yapan îb-ni Abbas´tan (ra) nakledilmiştir.

Bu görüşleri İsmail, Cüveybir´den, o Dahhak´tan, o da İbni Ab­bas´tan rivayet etmiştir. Allah Teala buyurdu ki: "Ve o kimseler ki iman eder, salih amel işlerler. Biz hiçbir nefse takati olmayanı yük­lemeyiz". (A´raf/42) Yani ancak takatinin yettiği ameller yüklenir. Allah Teala müminlere, güçlerinin yeteceği amelleri farz kılmıştır. O, onlara güçlerinin yetmeyeceği amelleri farz kılmamıştır. Bu îb-ni Mesud´un (ra) müminlerin bu özellikle tahsislerine dair söyledi­ğinin aynen nakli olup yukarıda da zikretmiştik.

İbni Mesud (ra), bu meselede kalpleri eğrilerek tevil yoluna sap­mak isteyenlere şunu söylemektedir:

Allah Teala´mn kullarına güçlerinin yetmediği şeyleri yükledi­ğinde, onlar bunlara ancak Allah´ın verdiği güçle muktedir olurlar. Kul, hareket ve sükununda O´ndan müstağni olamaz. Çünkü O´nun dilemesi olmadıkça kendisinin dilemesi olamaz. O´nun tevfi-ki olmadıkça istitaatı yani güç yitirmesi de sözkonusu olamaz. Güç de hareket verme de O´nunladır.

Allah Teala´mn kafirlerin vasıflarıyla ilgili şu buyruğunu işit­mez misiniz? "Onlar işitemezlerdi ve göremezlerdi". (Hud/20); "On­ların işitme güçleri yoktu". Buna güç yitiren hakkında da şöyle buyurmuştur: "Ben ancak İslah isterim. Muvaffakiyetim ancak Allah sayesindedir ve O´na tevekkül ettim". (Hud/88)

Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim emredildiği gibi namaz kı­larsa geçmiş günahları bağışlanır". Kudsi bir hadiste de Allah Tea­la´mn şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ben her namaz kılanın namazını kabul etmem. Ancak yüceliğim karşısında tevazu göste­ren, celalim karşısında kalbi titreyen, haramlarımdan arzularını uzaklaştıran, gecesi ve gündüzünü zikrime ayıran, Bana isyanda ısrar etmeyen, yarattıklarıma karşı kibirlenmeyen, rızam için zayı­fa merhamet eden ve yoksulu teselli eden kimsenin namazını ka­bul eder, onun için cehaleti hoşgörü ve karanlığı nur kılarım.

0 Bana dua eder, Ben ona icabet ederim, Ben´den ister ona vertrim. Üstüme yemin eder, yeminin yerine getirtirim, onu kuvve­timle korur ve meleklere karşı onunla övünürüm. Onun katımdaki nuru dünya sakinleri üzerine taksim edilse onlara çok bile gelir. O, Firdevs cennetine benzer, ne meyvesi bozulur, ne de hali değişir".

Namazla ilgili bir rivayette şöyle denilmektedir: Gece namaza kalkan niceleri vardır ki, onların nasibi uykusuzluk ve yorgunluk^ tan başka birşey değildir. Bir imamın ardında namaz kılıp onun ne okuduğunu bilmeyen kişi, sehiv ve dalgınlığın zirvesindedir. O, imamı dinleme emrini terketmiştir. Böyle biri açısından rahmet-i ilahiden uzaklaşma endişesi mevcutturÇünkü Allah Teala rahme-itini iki şarta bağlamıştır: İlki dinlemek, ikincisi susmaktır.

Yüce Allah her iki manayla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: ı´ıKur´an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun, umulur ki merha­met olunasmız". (A´raG´204); "Kur´an´ın okunuşunda hazır bulunun-jca birbirlerine ´Susun!´ dediler". (Ahkaff29)

Konuyla ilgili rivayet edilen bir hadis şöyledir: Allah Resulü , (sav), ashabına namaz kıldırmış ve kıraat esnasında bir ayeti oku­mamıştı. Namaz bittikten sonra sahabeye dönerek (Ben ne oku­dum?´ diye sordu. Sükut ettiler, Übeyy b. Ka´b´a (ra) sordu. Ö da, ,´Şu sureyi okudunuz ve falan ayeti atladınız. O ayetin neshedilip edilmediğini bilmiyorum´ dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) ´Sen namaz ehlindensin ey Übeyy´ dedi. Sonra diğerlerine dönerek şöyle buyurdu: Namaza gelip saflarını tamamlayan ve içlerindeki peygambere uyan, sonra da onun Allah´ın Kitab´mdan ne okuduğu­nu bilmeyen kavimlerin hali nice olur! Böyle yapan ancak İsrailoğullan´dır. Onlar da sizin gibi yapmışlardı. Bunun üzerine Allah Teala peygamberine şöyle vahyetmişti: Kavmine de ki: Bedenleri­nizle bana geliyor, dillerinizi bana veriyor ama kalplerinizi benden saklıyorsunuz. Tuttuğunuz bu yol batıldır".

Ulemamızdan bir zat şöyle demiştir: Kul, kendini Allah´a yak­laştıracağı düşüncesiyle secdeye varır. Halbuki onun bu secdesin-deki günahları şehrinin halkına taksim edilse, hepsinin helak ol­ması gerekir. ´Bu nasıl olur ey Ebu Muhammed?´ denildi. O da şu açıklamada bulundu: Kul, Allah´ın huzurunda secde etmesine rağ­men, onun kalbi bir hevayı dinliyor veya kendini kuşatmış bir batıh düşünüyor olabilir. Durum, a3men bu alimin ifade ettiği gibidir. Çünkü bunda Allah Teala´ya yakınlaşmanın saygınlığını ihlal et­me, Allah Teala´nm ululuğundan doğan korkudan uzaklaşma söz-konusudur.

Şunu biliniz ki namazın size uzun gelmesinde gaflet, kısa gel­mesinde ise hata sözkonusudur. Çünkü namazın kişiye uzun gel­mesi, ondan tat alınamaması, ağırlaşması ve uzuvlara yük gibi gel­mesi demektir. Kısa gelmesi ise, hata ve sehiv bulunması demektir. Bu durumda namazın erkanında bir eksiklik, dalgınlık ve hataya düşme muhtemeldir.

Unutkanlık da namazın kısaltılmasının sebeplerindendir. Na­mazda orta yol; alman zevk, münacaatm tadı, anlayış güzelliği ve himmeti toplama gibi meziyetlerinden dolayı size uzun gelmemesi-dir. Böyle bir namaz, uyanıklığınız, erkanına riayetiniz ve güzelce eda edişinizden dolayı size kısa da gelmeyecektir. Namaz kılanla­rın murakabesi ve huşu ehlinin müşahedesi bu istikamettedir. [30]


Namazda Hatırdan Geçenler:



Kul, namaz kılarken hatırına türlü düşünceler gelebilir. Bu kısım­da bunların hükümlerini ele alacağız. Kul, namazda hatırladığı bir hayrı yapmak için acele etmelidir. Bu, Allah Teala´ya en sevimli ge­len şeylerdendir. Çünkü O, bunu kuluna en sevdiği bir an ve ortam­da hatırlatmıştır.

Namazda akla gelen mekruh ve çirkin görülen şeyler ise, sakı­nılması gereken hususlardır. Bu tür şeyler, kulu Allah Teala´dan uzaklaştırabilir. Bunların namaz gibi bir ortamda kendisine hatır­latılması, kulun kınanması, az arlanması ve ikaz edilmesi manasın­da görülmelidir.

Bunların terkedilmesi, Allah Teala´ya yakınlaştırıcı bir adım olup O´na en güzel şekilde uymanın da delilidir. Bu, aynı zamanda kulu Allah´a götüren bir yoldur. Bunlar dışında kulun hatırına ge­len, heva ve temenni fikirleri, ya da gelecek veya geçmişe dair ha­tırlanan düşünceler, kendisini çekemeyen düşmanın telkin ettiği vesveselerden başkası değildir.

Düşman bunları telkin etmek suretiyle kulu, namaz erkanın­dan her birinde kalbi ile hazır ve uyanık bulunmaktan alıkoymak

ister. Kalbini münacaatla meşguliyetten uzak tutmak ister. O, ku­la faydalı olacak şeyleri perdeleyerek zararlı olacak şeyleri açığa çı­karmaya çalışır. Böyle yapmak suretiyle de namazda söylenen zi­kirlerden her birinde, o zikrin gerektirdiği tazim, hamd, sena, dua ve istiğfarın hakkıyla ifasına mani olmayı hedefler.

Namazda akla gelen geçime ilişkin konular, yaşadığı sosyal ve Özel durumlar ve Allah´a münacaatla ilgili planlar nefs kaynaklıdır^ Bunlar üzerinde düşünmek de dünyevi vesveselerden kabul edilir. Yasak bir işle ilgili niyet ve Allah´a isyana sevkeden günahlar üze­rinde düşünmeye gelince, bunlar tamamıyla helak ve İlahi tevec­cühten uzaklaşma anlamına gelir. Bu tür kullar, aldatıcı düşmanın hakimiyeti sonucu kötülüğü emreden nefsin sıfatlarım taşıyan kimselerdir. Bu da Allah Tea­la´nm rızasından uzaklaştırlmanın açık bir işaretidir. Bu gibi kul-; larm gözlerindeki perde de, uzaklaştırlma, yüz çevrilme ve Gazab-ı İlahi´nin açık delilidir. , ´ Namazında bu gibi hususlarla uğraşan kimse, bunlarla imtihan edilmektedir. Onun yapması gereken; bunları kalbinden uzaklaş­tırması, kalbinde ortaya çıkmalarına imkan vermemesi, şeytana hakim olması ve aklına dayanarak onu dinlememesidir. Şeytanı bastırmalı, onunla konuşmamalı ve ona fırsat vermemelidir. Aksi takdirde şeytan onu zikir ve uyanıklık halinden çıkartarak gaflet ve cehaletin mahmurluğuna şevke decektir.

Yasaklanmış olan fiile niyetlenmek de yasaklanmıştır. Araların-! da küçük bir fark vardır. Mubah olan fiile niyet etmek de mubah kılınmıştır. Buna rağmen mubaha niyet etmemek fazilet sayılmıştır. Namazda iken akla gelen ve bilahare ifa edilecek bir hayırla il­gili olarak sadece niyet edilmelidir. Bu hayır kendisine hatırlatıl mış ve yapması istenmiştir.

Anılan iyiliği bilahare yapmaya niyet ettikten sonra namaza devam edilmeli, o iyiliğin nasıl, ne şekilde ve ne zaman yapılacağı üzerinde kafa yorulmamalıdır. Aksi halde gelecekte yapılacak bir fiil sebebiyle o an yapılması gerekeni ihmal etmiş olacaktır. Bu da şeytan için bir kazanç ve düşecekler için tehlikeli bir tuzaktır. ., Namazda nefsi ile veseveselere kapılmamak ve yüreğini vesve1 ıselerden arındırmak için mücahede eden kul, Allah yolunda cihad eden gibidir. O, Allah yolunda önüne çıkan Allah düşmanlarıyla sa­vaş etmektedir. Ona iki ecir vaadedilmiştir:

İlki, Allah Teala´ya yaklaşmak için kıldığı namazın ecridir.

ikincisi ise, O´nun kovulmuş düşmanıyla girişilen savaşın ecridir. Müminler arasında imam kuvvetli öyle kimseler vardı ki bun­lar, Allah düşmanlarına karşı çok sert ve müessir idiler. Namazdal kendilerini müşahededen uzaklaştıracak bir takım esbaba dair fi-l kirler hatırlarına geldiği zaman, bunları kesmeye ve kaynağını ku­rutmaya çalışırlar. Onları Allah´a yakınlıktan uzaklaştıracak se­beplerin kaynağı dünya olduğuna göre bu kaynağı kurutmaları ge­rekmektedir.

Bu da dünya ve onun nimetleri hakkında zühd sahibi olmakla mümkün olabilir. Zühd, Allah Teala´nm onlara ihsan ettiği ve ken­dileri için murad ettiği bir hususiyettir. Zühd sahiplerinin dünya­da zühdü tercih etmelerinin sebeplerinden biri de budur. Böylece kalpleri sebeplere sarılmaktan, amelleri vesveseden arınır.

Bu meyanda Allah Resulü´yle (sav) ilgili şu hadise nakledilmiş­tir: O, bir defasında namaz kılarken üzerinde bulunan kaftanı çı­kartıp atmıştı. Sebebi sorulduğunda ise, "Namazda beni meşgul et­ti" buyurdu. [31] Yine O, namazda ayağındaki yeni terliğin tokasına bakmış ve dikkatini çekmişti. Namazdan sonra bu tokanın sökül­mesini ve eski bir toka takılmasını emretti.

Bir defasında da yeni bir nalın giymişti. Güzelliğini beğenmiş­ti. Namazdan sonra, "Rabbimin bana gazap etmemesi için tevazu sahibi olmalıyım" buyurdu ve yeni nalınlarını sokakta karşılaştığı ilk dilenciye verdi. Sonra da Ali´ye (ra) pazardan sade ve gösteriş­siz bir çift nalın almasını emir buyurdu ve onları giydi.

Müminler arasında zayıf olanlar da vardır. Bunlar, şeytanı kov­maya, onunla aynı ortamı paylaşmayı ve geldiği anda onunla konuş­mamaya çalışırlar. Bunların önceden değil de geldiği anda şeytanla mücadeleye girişmeleri, imanlanndaki bir takım zaaflardan dolayı­dır. Onların kalplerinde de süratle uyanma melekesi mevcuttur.

Kalbi afetler, nevanın verdiği imkanlar ve şeytanların kalpler­de yer bulmasından kaynaklanır. Hevaya imkan tanınması ve şeytanın güçlenmesi ise, gafletin uzun sürmesi ve şehvetlere kapılmış nefsin Allah´a itaatten lezzet almaması neticesinde ortaya çıkar.

Bu tür kimselerde nefs, sıfatlar üzerinde hükümranlık sahibi­dir ve geniştir. Onun bu gücü, kalbin darlığı ve imanın zayıflığın­dan kaynaklanmaktadır. Kulun yakini imanı kuvvet kazandığı za­man, yüreği açılıp genişler, yakinin nuru nevanın karanlığını boğar ve gecenin gündüzde kaybolması gibi nefs de kalpte kaybolur. Kal­bin şahitlikte kazandığı yer, düşmanlara fırsat vermemesini sağlar.

Bu dereceye ulaşan kul, şunu yakinen bilir ki içinde bulunduğu zikir ve namaz hali, kendisi için daha faydalı, akıbeti bakımından da dünyanın geçici şanından daha çok övgüye değerdir. Bunların şuuruna varan kul, aklına gelen kötü fikirleri terkederek içinde bu­lunduğu zikir haliyle meşgul olmayı tercih eder.

Bu iki makam dışında anlatılmaya ve herhangi bir şekilde met-hedilmeye değer başka bir hal bulunmamaktadır. Hitab-ı İlahi´nin anlaşılması, Kelam-ı İlahi´nin manaları üzerinde tefekkür edilme­si, ondaki maksad ve muradın yakin üzere bilinmesi noktasında kalbe tesir eden hususlar, Allah Teala´nm birşeyleri öğretmesi, bir şeylere vakıf kılması, uyarması ve tanıtması olarak görülmelidir. İşte bu da, tilavetin sevabı, amelde İhlasın alameti, tefekkürün be­reketi, kabul-i İlahi´nin delili ve güzel hizmetten dolayı şükranın kabulüdür.

Kul, bunlardan gücü yettiğince almalı, kendisine ayrılanı avuç-lamalı, şeytanı beklememeli, temenni etmemeli ve kelamın mana­sı üzerinde düşünmeye başladıktan sonra ona tabi olmamalıdır. .Aksi halde şeytan onu dinlemeden alıkoyar, vesveseye boğar ve kandırmacaiarla ondan birşeyler elde etmeye çalışır. Böyle durum­larda şeytanın girdiği ilk kapı, kuruntu ve beklentilerdir.

Çünkü o, bunları yoldan çıkartmakla birlikte zikretmiştir. Bu kuruntu ve beklentiler ´emani´, amelleri boşa çıkartmak üzere ya­pılan yalan vaatlerden ibarettir. Rabbinizin bu konuda nasıl bir ha­ber verdiğini işitmediniz mi? "Onları mutlaka saptıracağım. Onla­rı boş kuruntulara sokacağım". (Nisa/119); "(İblis) onlara vaatlerde bulundu, mallarına ve çocuklarına ortak oldu. Şeytan onlara ancak aldatmacalar vaadeder". (İsra/64)

Allah Teala şeytan üzerinde hakim olma gücü verdiği ve ayetle-riyle ona galip gelen kullarım bu gibi durumlardan istisna etmiş-tir. Bunlar, Allah Teala ile olan bağları ve sırf O´na tevekkül etme­leri sebebiyle düşmanın ilişki kuramadığı kimselerdi. O, bu sıfatla­rı haiz kulları hakkında şöyle buyurmaktadır: "Benim kullanma gelince, onlar üzerinde hiçbir gücün yoktur. Vekil olarak sana Rab-bin yeter". (îsra/65); "İkinize öyle bir güç vereceğiz ki düşmanları­nız size asla ulaşamayacaklardır. Siz ve size uyanlar galip gelecek­lersiniz". (Kasas/35); "Onun iman eden ve Rab´lerine tevekkül edenler üzerinde hiçbir gücü yoktur". (Nahl/99)

Kul, karşılaştığı her yeni kelime üzerinde düşünmek ve tedeb-bürde bulunmak suretiyle geçmişte olmuş bitmiş bir şeyi düşün­mekten uzaklaşmış olur. Yaşadığı an hakkındaki meguliyeti ise, anladığından bir pay kapabilmektir. Kendi okumadığı bir şeyi din­lemek suretiyle anladığında ise onu başka hususlara delil olarak kullanabileceği için kendine yardım etmiş ve ihtiyacını gidermiş olur.

Bütün bunlar, kula açılan anlayış kapılarıdır. Konuşma, bu ka­pıların anahtarı olabilir. Kul, açılan bu kapılar sayesinde kendine daha uygun ve yapması daha gerekli hususlara doğru yönelebilir. O, öğrenebileceğini bu şekilde öğrenmeli, vakıf olabileceği bilgilere vakıf olmalıdır. Okunan tilavet üzerinde tedebbür etmeksizin dü­şündüğü şeyler veya okunan ayetleri anlamaya çalışmayıp başka şeylerle meşgul olma hali ise, onun için anlayışın önüne konulmuş bir perde mahiyetindedir. Böylelikle ilmin özüne ulaşmaktan da alıkonmuş olur. O, bu tür hareketleri derhal bırakmalıdır.

Tilavette asıl olan, okuyan kişinin okuduğu Kelam-ı îlahi´nin batını hakkında tedebbür etmesi, Hitab-ı İlahi´nin kapalı yönleri üzerinde düşünmesi, kalbi murad edilen manaları kavramaya yö­neltirken fikir gücünü de Allah Teala´yı tezekkürde kullanmalıdır. Okunan Kelam, Aziz olan Allah Teala´dan gelen yüce bir kelam, La­tif olan Hak Teala´dan gelen latif bir hitab, Hakim´den gelen hik­metli bir sözdür.

Kelam´m zahiri kolay ve anlamaya çok yakın, batım ise büyük bir deryadır. Onu işiten kişi, aklettiği zaman ´Onu anladım´ der. Çünkü Kelam-ı İlahi´nin muhtevası onun zihninde tecelli etmiştir. Ona şahid olduğunda ise, manasmdaki incelikten dolayı sanki onu işitmemiş gibi olur.

Akıl sahibi, beyanındaki açıklıktan ve hikmetindeki tafsilattan dolayı onu bildiğini sanır. Onu okuyan kimse onunla tanıştığı za­man, denizlerinin derinliği ve sahasının genişliğinden dolayı sanki akledemeyecek gibi olur. O´nun beyanını işiten bazı gafiller ise bü­yük bir aldanışa kapılarak ondan daha güzelini söyleyebilecekleri­ni iddia etmişlerdir.

Başka bir topluluk ise ondaki meselleri kavradıktan sonra on­dan başka bir kitab talep etmiş ve değiştirilmesini istemişlerdir. Onu dinleyipte anladıklarını iddia eden bir topluluk ise Allah Tea­la tarafından yalanlanmış ve onu dinlemekten menedilmişlerdir. Allah Teala bu gibi zümreleri, düştükleri cehaletleriyle bize haber vermiştir. Söylediklerine şaşmaktan başka bir şey yapılamaz.

O, ilk zümreyi tavsif ederken şöyle buyurmuştur: "Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, ´İşittik, eğer istesek biz de benzerini söy­leyebiliriz´ dediler". (Enfal/31); "Onlara açık ayetlerimiz okunduğu zaman bizimle kavuşmayı ummayanlar, ´Bize bundan başka bir Kuran getir veya onu değiştir1 dediler". (Yunus/15) Diğerlerini tav­sif ederken de şöyle buyurmuştur: "İftiracı günahkarlar da onlara kulak verirler. Onların çoğu yalancıdır". (Şuara/223) Burada bah­sedilen kimseler, işitme gücünden mahrum edilenlerdir. "İşitme­dikleri halde ´Biz işittik´ diyenler gibi olmayın". (Enfal/21)

Allah Teala Kur´an dinleme hususunda yanlışta bulunanları bu şekilde tavsif ettikten sonra onu dinlettiği ve bizimle birlikte Kur´an´ı anlar kıldığı cinler topluluğu hakkında da haber vermiştir, ı Bilindiği üzere cinler, insanlardan daha güçlü ve sıfat bakımından daha büyüktürler. O bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "(Cinler) dediler ki: Gerçekten biz, benzerini hiç duymadığımız, hidayeti gös­teren eşsiz bir Kur´an işittik ve ona iman ettik". (Cin/2) Onlar, Kufan´ı dinleyip akledenlerdir ve Allah Teala da anlamaları sebe­biyle onları övmüştür. O, benzer bir topluluğu da şöyle haber ver­miştir: "Doğrusu sen hayran kalıyorsun. Onlar ise alay ediyorlar". (Saffat/12) Burada hayran kalman şeyin Kur´an-ı Kerim olduğu söylenmiştir. Bilenler ona, onun konuları açıklamasına ve indirili-şine hayran kalırken cahiller onunla alay etmektedir.

Kur´an tilavet eden kişiye tilavet ettiğinin bizzat kendinden bir kapı açılırsa, Allah Teala´nm azamet ve kudretinin tecellileri üzerinde düşünür. Ayrıca Kelam-ı İlahi vasıtasıyla ahiret ve cehennem azabıyla ilgili bildiklerine dair bir müşahede nasip edilirse onun için iki ecir yazılır. İki ayrı amelde bulunmuş olmasından dolayı ve­rilecek olan iki ecirden ilki tefekkür, ikincisi de namazdır. Bütün bunlar, müminlerin umumu için geçerlidir.

Aşağıda zikredeceğimiz dereceye ulaşmak da mukarrebun züm­resinde bulunan havassa mahsustur. Bu derecede olanlar gaybi do­ğuşlarla yüzleşir, Mahbub Teala´nm sırlarının gizlendiği ufuklara muttali olur, izzet, ceberut, iclal ve korkuyla ilgili yakini iman te­zahürlerini mükaşefe yoluyla bilirler.

Bu onlara tefekkür etmeksizin, tedebbüre dalmaksızm nasip edilir. Çünkü Allah Teala, bunu onlara tahsis etmiş ve Zatı´nm mü­şahedesine mecbur kılmıştır. Öyle ki onların dillerini lal, akıllarını durgun ve kalplerini taleb etmeden hali tutmuştur. Onları düşün-meki için sebeplere bakma gereğinden muaf kılmıştır. Onlar hiçbir çaba sarfetmeksizin buna ulaşırlar. Mahiyetle ilgili tercihte bulun­maları da gerekmez. Sonra Allah Teala kendilerindeki hakkını . alınca bulundukları hali aşarak Alim-i Ekber´deki kendilerine ayır­dığı nasiplerine ulaşırlar. Böylece O´nun huzurunda durmaya baş­larlar. Önünde eğilirler. Hiçbir müşahedeye takılıp kalmazlar ve kalplerini ona vermezler.

Çünkü onlar beyan ile değil Beyan Sahibi ile, haber ile değil Ya-kin ile, şahitlik ile değil Şahit Olunan ile, başlatılan ve tekrar edi­len ile değil Başlatan ve Tekrar Eden ile birlikte olmak istemekte­dirler. Hatta Allah Teala onları namaz ile murad edilen mananın üstüne çıkartmış, Allah´a ulaşma gayesini iskat etmiş, kendilerine yaptığı taarruf nidası ile itiraf ve tarifte bulunmayı unutturmuş, nasip ettiği aynel yakın ile hedefe yönelmeden müstağni kılmış ve Zatı ile buluşmalarını takdir etmiştir. Onlara bu halden istifadeyi unutturmuş ve onlar da O´nunla buluşmuşlardır.

O, onları Zatı´na muttali kılmış, onlar için onları kendine taşı­yıcı ve yine onlar için onları kendine götürücü İmam olmuştur. İş­te bu da, Kuvvet Sahibi ile kuvvetlenen, Müstağni ile muhtariyet­ten kurtulan, Vecdi Yaratan ile vecd arayan, Vecdi Yaratan ile vecd bulan, Zikir Sahibi ile zikreden ve Sabır Sahibi ile sabreden mü­minlerin sıfatıdır.

i Namaza duracak kişi, açlığını gidermeli, ihtiyaçlarını karşıla-malı ve namazda kalbini ve kafasını karıştıracak hususları hallet­miş olmalıdır. Böylece namazda dikkatini toplayabilecek, okunan ayetleri anlamak için aklını diri tutabilecek ve kalbi de diliyle söy­lediklerine mutabakat edebilecektir. Böylece Allah Teala´ya aklı ve kalbiyle yönelmiş olacaktır. Şeytanlarla mücahedede zaafları olan ve velilerle yarışmada geri kalan müminlere emredilen de budur.

Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kuvvetli mümin, Allah Teala katında zayıf müminden daha sevimlidir" [32] Bu, her türlü hayır işinde geçerlidir. Allah Teala buyurdu ki: "Müminlerden özürsüz olarak savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenler bir değildir. Allah, malları ve canlarıyla ci-had edenleri derece bakımından oturup geride kalanlardan daha üstün kılmıştır. Allah hepsine de en güzel (olan cenneti) vaadetmiştir". (Nisa/95) [33]






Konu Başlığı: Ynt: Gusül Abdesti ve Namaz
Gönderen: Yunus Emre üzerinde 26 Ocak 2015, 00:40:36
namaz allah la kurulan bir baglantidir bence namazien guzel ve en temiz kiyafetlerimiz ile ve temiz bir sekilde kilmaliyiz allah raziolsun


Konu Başlığı: Ynt: Gusül Abdesti ve Namaz
Gönderen: Pelinay üzerinde 26 Ocak 2015, 00:51:54
Bir rivayette Ammar b. Yasir´le (ra) ilgili şu hadise nakledilmiş­tir: Ammar (ra), bir namaz kılmış ve namazda acele etmişti. Ken­disine, ´Ey Ebu Yakzan, çabucak kıldın´ denildi. O da, ´Namazdan herhangi bir şeyi eksilttiğimi gördünüz mü?´ diye karşılık verdi.

Onlar, ´Hayır deyince şöyle dedi: Acele ederek şeytanın hataya ketmesini önledim.

Çünkü Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştu: "Kul namaz î olar ama bu namazın sevabından kendisine ne üçte biri, ne yarış ne çeyreği, ne beşte biri, ne altıda biri, ne de onda biri yazılır. Kul için yazılan sevab, namazda aklı ile idrak ettiği kısmıdır".


Allah razı olsun.namaz  farzları,sünnetleri,adapları ile çok güzel ele alınmış.
Rabbim ayeti kerimede buyurduğu gibi; "namazlarımızı dosdoğru" kılabilmeyi nasip eylesin inşallah her daim.


Konu Başlığı: Ynt: Gusül Abdesti ve Namaz
Gönderen: Rüveyha üzerinde 11 Mart 2016, 10:37:19
Esselamu aleykum ve rahmetullah.Hem bu yazı  bizler için geniş bir bilgi hem de kaynak ihtiyacı olan kardeşlerimiz için çok faydalı olmuş.Mevlam razı olsun..