> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine
Sayfa: [1] 2   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine  (Okunma Sayısı 2780 defa)
12 Ocak 2010, 16:35:57
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 12 Ocak 2010, 16:35:57 »



Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine Ve Ticaret Ehlinde Bulunması Gereken İlmi Şartlara İlişkindir
Allah Teala buyurdu ki: "Ve gündüzü geçim zamanı kıldık". (Nebe/11) Allah Teala bunu, mucize ve nimetlerini sıraladığı bir ortam­da zikretmiştir.O, başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır: "Biz (yer­yüzünde) geçim yolları varettik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz?!" (A´raf/10) Görüldüğü üzere burada ´geçim yolları´, şükredilmesi ge­reken nimetler olarak görülmektedir.

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir
: "Gü­nahlar arasında öyle günahlar vardır ki onlar, ancak geçim tasasıy-la kefaret bulurlar". Başka bir hadisinde ise şöyle buyurmaktadır: "Kişinin bileğinin kazancıyla ve helal iş sayesinde yediği, helal kı­lınmıştır". Bu hadis-i şerifin başka bir lafzı da şu şekildedir: "Dü­rüst zanaat ehlinin bileğiyle kazandığından yemek, kula helal kı­lınmıştır". Allah Resulü (sav) başka bir hadislerinde ise şöyle bu­yurmaktadır: "Özü sözü doğru tacir, kıyamet günü sıddıklar ve şe­hitlerle beraber haşrolunur".

Bir hadis-i şerifte de Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Dilencilikten sakınmak, ailesi için çalışmak ve komşusuna yardım etmek için dünya (malının) helalini arayan kimse, Allah Teala´ya yüzü ondördündeki ay misali parlayarak kavuşur".

Rivayete göre Allah Resulü (sav) bir sabah ashabı ile otururken, güçlü kuvvetli bir gencin geçtiğini gördüler. Genç, erken saatte işe gidiyordu. Sahabeden biri, ´Vah şuna, gücünü ve gençliğini Allah yolunda harcasa ne iyi ederdi!´ dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: ´Sakın böyle demeyin. Eğer o, kendisi için ça­lışıyorsa başkalarına el açmaz ve insanlara muhtaç olmaz, bu du­rumda da Allah yolunda çalışmış olur. Eğer güçten düşmüş ana ba­ba veya ailesi için çalışıyorsa onları dilenmekten ve başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Bu da Allah yolu sayılır. Eğer böbürlen­mek ve çoklukla övünmek için çalışıyorsa, işte o zaman şeytanın yolundadır".

İbni Mesud (ra) şöyle derdi:
Ben, ne dünya ne de ahiret uğraşın­da bulunmayıp boş gezen kimseden nefret ederim. İbrahim en-Ne-ha´i de (ra) şöyle demiştir; Geçimini el emeğiyle kazanan zanaat eh­li, Selef-i Salih gözünde ticaret ehlinden daha sevimli idi. Tüccar da, boşta gezenlerden daha sevimli görülürdü.

İbrahim´e dürüst taciri mi, yoksa zamanını devamlı ibadetle ge­çiren kişiyi mi daha çok sevdiği sorulduğunda şu cevabı vermiştir: ´Dürüst taciri daha çok severim. Çünkü o, ölçü ve tartıda kendine musallat olan şeytanla cihat etmektedir. Alışverişle uğraşan kim­se, devamlı onunla cihad halindedir. -

Hasan el-Basri (ra) işe bu hususta onun görüşüne karşı çıkmış ve Ömer b, Hattab´ın (ra) şu sözünü rivayet etmiştir:
Ölümün bana ulaşacağı her yer, ailemin geçimi için ticaret yapmak gayesiyle se­yahatte bulunduğum yerde ulaşmasından çok daha sevimlidir.

Eyyub şunu nakletmiştir: "Ebu Kılabe bana şöyle dedi:
Pazara devam et. Çünkü zenginlik afiyettedir. Burada ´afiyet´, insanlara muhtaç olmamak anlamına gelmektedir. Allah Teala, herşeyi en iyi bilendir. Ancak burada kasdedilen ´zenginlik´, Allah´a itaati engel­lemeyen bir zenginliktir.

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle derdi:
Ticaret yap, al ve sat. Serma­yenin bereketi, çiftçinin bereketi kadar olmasa bile böyle yap". Şam abidlerinden İbni Muhayriz şöyle derdi: "Allah yolunda müşriklerin ganimetinden alınan ve içindeki Allah hakkı ifa edilmiş bulunan bir kaynaktan sağlanarak karnımı doyurduğum bir yemek, dürüst ta­cirin kazancından yapılan yemekten daha sevimlidir.

Selef-i Salih, ailesinin geçimi için çalışan müslümanı, Allah yo­lunda cihad eden mücahid gibi görüyor ve onu diğerlerinin üstün­de görüyordu. Bu konuda şöyle bir hadis-i şerif rivayet edilmiştir:

"Allah Teala bir meslek edinerek insanlara muhtaç olmaktan kur­tulan kulu sever".

Dostlarımdan biri, Ebu Cafer el-Fergani´den şunu nakletmişti:
Bir gün Cüneyd-i Bağdadi´nin huzurunda otururken, mescidlerde oturup sufilere benzemeye çalışan kimselerin bahsi geçmişti. On­lar, mescidlerde layıkıyla oturma noktasında kusurlu davranmak­la kalmayıp bir yandan da pazara giden insanları ayıplıyorlardı.

Cüneyd (ra) bunun üzerine şöyle dedi
: Pazarda öyle insanlar vardır ki, hakiki mescid ehlinin izniyle oraya oturup diğerlerini çı­karma ve çıkanların yerlerini alma mertebesinde dirler. Ben öyle bir zat tanıyorum ki, pazar esnafından olmasına rağmen günlük evradı olan üçyüz rekat namaz ve otuz bin teşbihi eda eder. O zat, benim tasavvurumu dahi aşmış durumdadır.

Kul pazar esnafından ise, öncelikle alışveriş, satın alma, satma ve insanlarla yapılması gereken ticari muameleyi iyice öğrenmeli­dir. Ayrıca faize bulaşmaktan sakınabilmek için ona götüren yolla­rı da iyi bilmelidir. Böylelikle o afetten sakınıp uzak durabilecektir. Ticaret ehli her gün müftüye giderek ticari işlerinin durumunu sorup öğrenmelidir. Ticari konularda bilgi ve tecrübesi olmayan her tüccar böyle yapmalıdır. Hatta ticari bir işleme başlamadan önce müftüye giderek onun hükmünü öğrenmelidir. Çünkü her amelin bir ilmi, Allah Teala´nm da her hususta bir hükmü vardır. Bilgini­zin çokluğu, hiçbir zaman sizi bundan müstağni kılamaz. Eğer böy­le titiz davranmazsanız, faize bulaşmanız ve yanlış alışverişlerde bulunmanız mümkündür.

Ömer b. Hattab (ra) pazarları gezer ve tüccarlara değneğiyle do­kunarak şöyle derdi:
Bizim pazarımızda ancak fıkıh bilgisine sahip olanlar alışveriş yapabilir. Aksi halde istemeyerek de olsa faize bu­laşabilir.

Kul, ticari hükümlerle ilgili bilgileri iyice öğrendikten sonra kendisine mubah kılman ticaret ve zanaat dalma girmelidir. Yaptı­ğı her işte içten, alışverişinde dürüst, sünneti yaşatacak, iyiliği em­redip kötülükten sakındıracak ve Allah yolunda cihada niyetlene­cek tarzda hareket etmelidir. Zira her kim hakkıyla alıp verir, dü­rüstlük ve ihlas ile işlemde bulunursa iyilik ve takva üzerinde yar­dımlaşma enirine uymuş olur.

Bu şuur ile ticaret yapan bir kul, özellikle de batılın çoğalıp yay­gınlaştığı şu dönemde, şeytanla ve arzularıyla mücadele etmiş olur. Dünyanın denge ve düzeni, dinin denge ve düzenine bağlıdır. Dün­yanın bozulması da, aynı şekilde dinin bozulmasının sonucudur. Çünkü bu ikisi, birbirleriyle içice olup her ikisi de bir diğerine muhtaçtırlar. Allah Resulü´nün (sav) bir hadislerinde şöyle buyur­dukları rivayet edilmiştir: "Kalbi düzelinceye kadar kul düzelmez. Dili düzelinceye kadar da kalbi düzelmez".

Yüce Allah´ın "İman eden ve imanlarına haksızlık bulaştırma-yanlar var ya, işte onlar için emniyet vardır ve onlar hidayete er­mişlerdir" (En´am/82) buyruğunda adı geçenlerin kimler olduğu Al­lah Resulü´ne (sav) sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "Sağ eli iyi­likte bulunan (infakta bulunan), sözü doğru olan, kalbi dosdoğru, ırzı ve midesine sahip olandır". Bunlar; geçiminde rahatlamaya yö­nelen, insanlara el açmaktan uzak duran ve halka muhtaç olma haline düşmeyerek onların ellerinkine tamah etmeyen ve onlara yaranmaya çalışmayanlardır. Kişi bunları niyetlenerek yaparsa, ibadet etmiş olur.

Kul, kendi ihtiyaçlarını ve ailesinin geçimliğini temin etmek için çalışmalıdır. Bu da onun için bir sadaka sayılır. Ama bunu ya­parken de, sözünde doğru, müslüman kardeşleriyle ilişkilerinde dürüst olmalıdır. Dininin gereği olarak böyle davranmalı ve halkın kendisinden selamette olduğuna dair kanaatini muhafaza etmeli­dir. Halka göstermesi gereken dürüstlük ve merhametin icabı da budur.

Salih bir kul, bu minval üzere çalışır ve her konuda, din ve tak­vanın gereklerine öncelik verir. Böyle yaptıktan sonra dünyevi du­rumu düzelirse, Allah Teala´ya hamd eder. Bu hal, onun için bir ka­zanç ve tercihiyet olmuş olur. Eğer böyle davrandığı için işleri bo­zulur, din ve takva hislerini önde tutması sebebiyle dünyevi vazi­yeti sarsılırsa, bu durumda da dinini koruyup onu kazanmış ve takva sermayesini muhafaza etmiş olur. Dinine teslim olmuş ve ona dayanarak onu kazanmış biri sayılır.

Dünya malını katlarla kazanırken dininin onda birini ziyan edene gelince, böyle bir kulun ticareti hüsranda olduğu gibi, yolu da yol değildir. O, Allah katında da hüsranda olanlar arasındadır.

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Akıllı kişiye layık olan, dünyada en fazla ihtiyacı olduğu şeydir. Onun, dünyada en fazla muhtaç olduğu şey; ahirette en çok övgüye mazhar olabileceği son­dur. Muaz b. Cebel (ra) de vasiyetinde şöyle demiştir: Dünyadaki nasibine ulaşman gerekir. Ama ahiretteki nasibine daha fazla muh­taçsın. Bu nedenle işe ahiretteki nasibinle başla ve onu al. Çünkü o, dünyadaki nasibine de uğrayacak ve onu da senin için güzelce dü­zenleyip sonsuza kadar seninle olacaktır.

Allah Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur
: "Dünyadaki na­sibini unutma". (Kasas/77) Yani dünyadaki nasibini terkedip onu ahirete bırakma. Çünkü hasenatı kazanma yeri dünyadır. Onları kazandığında, ahirette de ihsan ehlinden olursun. Allah Teala´nın bu hitabında gizli olan maksada, şu Kelam-ı İlahi delalet etmekte­dir: "Allah sana ihsanda bulunduğu gibi sen ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine
« Posted on: 26 Nisan 2024, 10:00:02 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine rüya tabiri,Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine mekke canlı, Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine kabe canlı yayın, Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine Üç boyutlu kuran oku Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine kuran ı kerim, Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine peygamber kıssaları,Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine ilitam ders soruları, Geçim Sebeplerini Arayanların Hükümlerine önlisans arapça,
Logged
12 Ocak 2010, 16:43:10
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 12 Ocak 2010, 16:43:10 »

Ulemadan bir cemaate göre ihtikar kapsamına giren ana ka­lemler şunlardır: Her türlü hububat, mercimek, bakla, yağ, bal, peynir, hurma, sıvı yağ ve peksimet. Bunların stoklanması mekruh görülmüştür. Benzer bir hüküm İbni Abbas´tan da (ra) rivayet edil­miştir: O, bunu "Her kim orada ilhad ile zulüm(de bulunmak) ister­se ona acı bir azap tattırırız". (Hac/25) ayetinin tefsirini yaparken söylemiştir. Ona göre ihtikarcılık, bir zulüm türüdür.

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle bir hadise nakletmiştir:
Kendisi Vasıt şehrinde iken Basra´ya göndermek üzere buğday dolu bir ge­mi hazırlamış ve oradaki vekiline de şu talimatta bulunmuştu: Bu malı, Basra´ya indiği gün sat, ertesi güne olsun bırakma. Fiyat ko­nusunda da orta bir yol tutmuş, makul bir fiyat belirlemişti.

Oradaki tacirler vekile ´Malın satışını Cuma´ya ertelersen, bir­kaç kat daha fazla kazanabilirsin dediler. O da malın piyasaya ar­zım Cuma´ya erteledi ve gerçekten de misliyle kazandı. Mal sahibi­ne gönderdiği mektupta bunu bildirdi. Selef-i Salih´ten olan mal sa­hibi, ona şöyle bir mektup gönderdi: Be adam, biz dinimizin emri­ne uyarak üçte bir kazanmakla kanaat etmiştik. Sen bizim talima­tımıza karşı çıktın ve ahirette aleyhimize olacak bir suç işledin. Bu mektubum sana ulaştığında, paranın tamamını al ve Basra´nın fa­kirlerine dağıt. Umulur ki böyle yaparak ihtikarcüık dolayısıyla iş­lediğim günahtan lehte ve aleyhte birşey kalmayacak şekilde kur­tulmuş olabilirim.

Şeyhimiz Muzaffer b. Sehl bize şunu anlatmıştı: Gaylan el-Hay-yat´tan şöyle bir hadise dinledim: Seri es-Sekatî bir ton civarında bademi altmış dinara satın almış, etiketine üç dinar kâr ilave ede­rek satışa sunmuştu. O gün badem fiyatı doksan dinara çıktı. Bir süre sonra tellal geldi ve ona, ´Bademini satın almak istiyorum´ de­di. Serî, ´Alabilirsin, fiyatı altmış üç dinar" dedi.

Tellal, bademe yetmiş dinar vermek istediğini söyleyince şöyle dedi: Ben Allah Teala ile aramda bir şey kararlaştırdım. Bu bade­mi, altmış üç dinardan farklı bir fiyata satmam. Tellal, ´Ben de Al­lah Teala ile aramda şunu kararlaştırdım ki hiçbir müslümanı al­datmayacağım. Bu bademi yetmiş dinardan aşağısına satın ala­mam´ dedi. Sonuçta ne tellal malı aldı, ne de Serî malını sattı.

Tabiundan bir zatın Basra´da ticaret yapan bir adamı vardı. Basra´da satması için kendisine şeker gönderdi. Adanı, efendisine yazdığı mektupta o yıl şeker kamışına bir zararlının dadandığını, daha fa2İa şeker göndermesini istedi. O da şeker üreten birinden bol miktarda şeker alarak kendisine gönderdi. Şeker piyasası yük­seldiğinde bu ticaretten otuz bin dinar kazanıldı.

Şekeri gönderen şahıs, otuz bin dinarı eline aldıktan sonra evi­ne gitti ve gece sabaha kadar bu kazanç üzerinde düşündü. Sonun­da kendi kendine şöyle dedi: Otuz bin dinar kazandım ama bir müslümana doğru söyleme görevimi ihmal ettim. Ertesi sabah doğ­ruca şekeri satın aldığı kişiye gitti ve otuz bin dinarı ona vererek, ´Bu, senin haklan, Allah bereketini arttırsın´ dedi. Adam, ´Bu da ne­reden çıktı?´ diye sorunca şu cevabı verdi: Senden şeker alırken, işi usulüne uygun yapmadım. Basra´daki adamım, oradaki şeker mah­sulüne bir zararlının dadandığını ve telef ettiğini bildirmişti. Oysa ben bu hususu sizden gizledim. Eğer buseydin belki de şekeri bana satmayacaktın.

Şeker üreticisi, ´Allah sana merhamet buyursun! Şimdi haber verdin, ben de hakkımı helal ettim´ diyerek parayı geri verdi. Adam evine döndü ama gece yine uyuyamadı. Sürekli bu meseleyi düşü­nüyor, kendi kendine ´İşi usulüne uygun yapmadım, alışverişte bîr müslümana karşı dürüst davranmadım´ diyordu. Sabah erkenden yine o şahsa gitti ve ´Allah sana afiyet versin, şu paranı al, böylesi kalbimi daha sakinleştiricidir´ dedi. Ardından da otuz bin dinarı ona verdi.

Süleyman et-Teymî şöyle demiştir:
Muhammed b. Şirin (ra) ka­fasına takılan bir şüpheden dolayı kırkbin dirhemi almamıştır. Alimler de bunda bir mahzur olmadığı hususunda müttefiktirler.

Geçmiş zamanlarda gösterilen bu hassasiyetin arkasında dini hislerin çok kuvvetli oluşu yatmaktadır.

Satıcı, malını övmekten, süslü sözlerle olduğundan farklı gös­termeye çalışmaktan sakınmalıdır. Aynı şekilde alıcı da, satın ala­cağı malı haksız yere kötülemekten, ona kulp takmaktan sakınma­lıdır. Tarafların malla ilgili yeminleri de masiyetten sayılmıştır. Bu tür yeminler, kazancı yokedicî niteliktedir. Selef-i Salih bu husus­larda çok titiz davranırlardı.

Ebu Zer (ra) şöyle demiştir:
Allah Teala´nm kendilerine bakma­yacağı kimseler arasında günahkar tüccar da vardır. Biz, malı ol­mayan özelliklerle Övmeyi günah sayardık.

Yunus b. Ubeyd ipek tüccarıydı. Bir müşteri gelerek kendisin­den ipek elbiselik almak istedi. O da adamına ipek toplarını çıkar­masını söyledi. Topları açan adamı, ´Allah Teala´dan cennet niyaz ederim´ deyiverdi. Bunun üzerine ona, ´Topları dür dedi. Tezgâhta­rın söylediği sözün malı övme olarak anlaşılabileceği endişesiyle o müşteriye satış yapmadı.

Rivayete göre Yunus´un dükkanında iki tür elbise vardı. Biri dörtyüz, diğeri de ikiyüz dirhem değerindeydi. Birgün namaz kıl­mak için mescide gitmiş ve dükkanı yeğenine emanet etmişti. O namazda iken, bir köylü gelerek dörtyüz dirhemlik bir elbise istedi. Yeğeni de ona, ikiyüz dirhemlik elbiseleri gösterdi. Köylü, onlar­dan birini beğendi ve rızasıyla satın alarak yoluna gitti.

Yolda giderken, bir yandan da elinde tuttuğu elbiseye bakıyor­du. Mescidin önünde Yunus ile karşılaştı. Yunus, adamın tuttuğu elbiseyi tanımıştı. Yanına yaklaşarak, ´Bunu kaça aldın?´ diye sor­du. Köylü, ´Dörtyüz dirheme´ deyince, ´O kadar etmez, onun değeri ikiyüz dirhemdir dedi. Köylü, ´Behey adam, bu elbise bizim oralar­da beşyüz bile eder dedi. Yunus b. Ubeyd ona, ´Dinde dürüst olmak, bütün dünyanın malından daha hayırlıdır1 diyerek adamın elinden tuttu ve dükkana götürdü. Orada yeğeni ile tartışıp ´Allah´tan korkmadm mı? Malın bedeli kadar kâr etmekten utanmadın mı? Müslümana niye dürüst davranmadın?´ diyerek çıkıştı.

O da kendini savunarak, ´Rızası olmaksızın para almadım ki´ dedi. Yunus, ´O rıza göstermiş olsa bile, kendin için rıza gösterdiği­ne kardeşin için de rıza göstermen gerekmez mi?´ diyerek onu ters­ledi. Ardından köylüye ikiyüz dirhemini geri verdi.

Muhammed b. el-Münkedir de Yunus´a benzer şekilde davran­mıştır. Onun Basra, Bağdat gibi muhtelif yerlerden gelme uzun bezler sattığı bir dükkanı vardı. Fiyatlar, beş ve on dirhem olmak üzere iki kısımdı. Bir gün dükkanı adamına emanet ederek dışarı çıkmıştı. Adamı da hata ile bir köylüye beşlik malı ona satmıştı.

İbnü´l-Münkedir dükkana dönüp de bezlere baktığı zaman, ada­mının hatasını anladı ve adamım *Yazık sana, bizi mahvettin´ diye­rek azarladı. Sonra da, ´Git, heryeri dolaş ve o köylüyü bul´ dedi. Adamı, akşama kadar o köylüyü aradı ve sonunda bularak dükka­na getirdi. İbnü´l-Münkedir, ´Adamım hata etmiş ve beş dirhemlik bir malı, sana on dirheme satmış´ dedi. Köylü, *Ne önemi var ki be­nim itirazım yok* dedi.

Bunun üzerine o, ´Sen kendin için razı olsan da, biz senin için ancak kendimiz için razı olduğumuza rıza gösteririz. Şimdi şu üçünden birini seç: Verdiğin parayla on dirhemlik bir bez satın ala­bilirsin. İstersen beş dirhemini geri alabilirsin. Ya da aldığın bezi iade edip bütün paranı geri alabilirsin´ dedi. Köylü, beş dirhemini geri istedi ve onu alarak dükkandan ayrıldı.

Çevreye bu yaşlı tüccarın kim olduğunu sordu. ´O, Muhammed b. el-Münkedir´dir´ denilince, ´La ilahe illallah! Bu, kuraklık olduğu zaman kendisiyle yağmur duasına çıkmamız gereken bir zat­tır* dedi.

Ulemadan bir zata, alışverişte vera´nm hükmü sorulmuştu. Şu cevabı verdi
: Alışverişte vera´, ancak hakiki manada dürüstlük ile mümkün olur. Teki bu nasıl olur?´ diye sorulduğunda şu cevabı verdi: Bir şeyi bir dirheme sattığınızda bakarsınız; aynı şeyi bir dirheme satın almak size uygun gelirse, o zaman müşterinize kar­şı dürüst davranmış olursunuz. Eğer size beş kuruşa uygun geldi­ği halde bir dirheme sattıysanız, o zaman kendiniz için razı olma­dığınız bir şeye müşteriniz için razı olmuş olursunuz. Bu noktada da dürüstlük gider. Dürüstlük ortadan kalktığında vera´ da orta­dan kalkmış olur.

Denir ki: Satıcı, Kıyamet günü bir şey sattığı herkesle yüzleşti-rilir ve yaptığı her muameleden dolayı hesaba çekilir. Dünya haya­tında ondan mal satın alan herkese onunla ilgili soru sorulur.

Bir zat şunu anlatmıştır:
Ticaret ehlinden birini rüyamda gör­düm ve kendisine, ´Allah sana ne yaptı?´ diye sordum. Şöyle dedi: Önüme ellibin sayfalık bir kitap konuldu. ´Bunların hepsi benim günahlarım mı?´ diye sordum. Bana, ´Bunlar dünya hayatında yap­tığın alışveriş ve muamelelerdir. Bu kitabın her sayfası, ticaret yaptığın bir kişiye mahsustur. Kitapta ilkinden sonuncusuna ka­dar yaptığın bütün muameleler mevcuttur´ denildi.

Ticaretinde tartı kullanan esnaf, sattığı ve mal verdiği zaman terazinin kendi aleyhine ağır basmasını, alırken de aksine olması­nı tercih etmelidir. Alırken ayrı, satarken ayrı şekilde tartan kişi­nin hesabı çok ağır olacaktır. Ulemadan bir zat şöyle derdi: Bir da-ne sebebiyle Allah Teala´nm veylini satın almamak gerekir. Alırken kendi aleyhine bir dane eksiltmeli, verirken de bir dane arttırmalı-dır. Yüce Allah buyurdu ki: "Veyl (yazıklar) olsun, ölçü ve tartıda eksiltenlere!". (Mutaffifîn/1) Burada ´Yazıklar olsun!´ azarına mu­hatap olanlar, ölçü ve tartıda eksiltmeye rıza gösterenlerdir.

Onlar, eksi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

12 Ocak 2010, 16:51:30
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 12 Ocak 2010, 16:51:30 »

Ticari kaygı ile yalan yere yemin etmek, kazancı kirletir. Denil­di ki: Vay haline o tüccarın ki ´Hayır vallahi! Evet vallahi´ deyip du­rur. Vay haline o ustanın ki, ´Bugün veririm, yarın veririm, yarın­dan sonra´ diye oyalayıp durur.

Ebu Amr eş-Şeybanı, Ebu Hüreyre (ra) kanalıyla Allah Resu-lü´nden (sav) şu hadisi rivayet etmiştir: "Allah Resulü (sav) buyur­du ki:
Allah Teala Kıyamet günü şu üç kimseye bakmaz: Kibirli kul; Verdiğinden minnet bekleyen ve sattığı malı (olmayan özellik­le övüp) süsleyen".

Müslüman, sattığı malı, yapacağı hizmeti Övmez. Satın alacağı malı veya alacağı hizmeti kötülemez. Böyle yapması rızkını arttır-mayacağı gibi, yapmaması da rızkını eksiltmez. Rızkın takdiri ko­nusunda iman etmesi gereken esas budur. Aksi şekilde davranma­sı, günahlarını arttırdığı gibi dini duygularını da eksiltir.

Zanaat ehlinin yapması gereken, yaptığı işte kendisine iş veren kimseye karşı olabildiğince dürüst davranması, onun maksadının hasıl olması için elinden gelen bütün çabayı sarfetmesi, işi en sağ­lam ve en güzel şekilde yapmasıdır. Yaptığı işin kısa zamanda bo­zulmasından sakınmalıdır.

Kendisine iş veren kimsenin işin inceliklerini bilmesi gerekmez. Usta ve esnaf, işlerinde böyle davrandıkları zaman dünyevi ve uh-revi sorgu ve hesaptan azade olmuş olurlar. Aksi halde yaptıkların­dan dolayı hesaba çekileceklerdir. Ticaret ve zanaati iyi bildikleri takdirde, ´İyi bildiğiniz hususta ne yaptınız?´ diye kendilerine soru­lacaktır. Bir beldenin mamur ve istikrarlı olmasını buna bağlıdır.

Dini ilimlere sahip olan kimselere nasıl sorular somluyorsa, ti­caret ve zanaat sahiplerine de sorulmalıdır. Bu hususlar dini bilgi­lere vakıf olanlara da sorulabilir. Çünkü onlar, her ne kadar dini ilimleri iyi biliyorlarsa da, dünya ile ilgili akli ve fenni ilimler hak­kında da bilgi ve derece sahibidirler. Kendileriyle iş yapılacak tüc­car ve zanaatkarlar da bu insanlara sorulabilir. Çünkü bulunduk­ları mevki itibarıyla onlara düşen bir takım görev ve sorumluluk­lar mevcuttur.

Güzel bir sözde şöyle denilmektedir: Semtindeki komşuları, yol­culuktaki arkadaşları ve pazarda iş yaptığı kimseler tarafından övülen kimsenin dürüstlüğü hakkında kuşkuya kapılmayın.

Adamın biri Ömer b. Hattab´ın (ra) yanında şahitlikte bulun­muştu. Ömer (ra) yanındakilere, ´Bana onu tanıyan birini getirin dedi. Gelen adam o kişiden övgüyle sözetti. Bunun üzerine Ömer (ra), ´Onun en yakın komşusu musun? Evine giriş çıkışını iyi büir misin?´ dedi. O da, ´Hayır dedi.

Ömer (ra), ´Peki adamın ahlakının güzellik veya çirkinliğini or­taya çıkartacak bir yolculuk ettin mi?´ dedi. Adam, ´Hayırdiye ce­vapladı.

Ömer (ra), ´Peki vera´ ve takvasını gösterecek dinarın, dirhemin karıştığı ticari bir ilişkin oldu mu?´ diye sordu. Adam, yine ´Hayır dedi.

Bunun üzerine Ömer (ra) ´Sanıyorum sen onu mescidde namaz kılıp Kur´an dinlerken başını sallarken görmüşsün´ dedi. Adam da, ´Evet´ dedi. Ömer (ra) de şöyle dedi: Gidebilirsin, sen onu tanımıyor­sun! Bir başka rivayette ise şöyle dediği nakledilmiştir: Bilmediğin bir şey hakkında konuşuyorsun! Ardından da şahitlik eden kimseye şöyle dediği nakledilmiştir: Git ve seni tanıyan birini getir!

Selef-i Salih´in tüccarlarının şöyle bir adetleri vardı: Esnafin iki defteri olurdu. Bunlardan biri meçhul defterdi. Burada ismi yazılı olanlar, esnafın tanımadığı fakirler ve düşkünlerdi. Yiyecek mad­delerini görüp almak isteyen, ama parası olmayan kimselere iste­dikleri verilir ve adı meçhul deftere yazılırdı.

Onlar satıcıya, ´Şundan iki üç kilo ihtiyacım var, ama param yok derlerdi. Satıcı da, ´Al, elin genişleyince verirsin. Paran olunca getirirsin derdi. Sonra da adını meçhul deflere kaydederdi. Böyle yapanlar bile, müslümanların hayırlıları arasında sayılmazdı. Ha­yırlı satıcılar, istenilen malı verdikleri halde deftere isim kaydet­meyerek adamı borçlandırmayanlardı. Böylelikle borçlu hakkında şikayetçi olma hakkından da feragat etmiş olurlardı. İhtiyaç sahip­lerine sırf şunu söylerlerdi: İhtiyacın olduğu kadar al. Para bulur­san, getirirsin. Bulamazsan helalliğim olduğunu bil ve kalbini fe­rah tut!

Bu, artık ölmüş bir adettir. Bu güzel sünneti devam ettirenler, onu diriltmiş olurlar. Öncekiler arasında bu sünneti takip edenler, müstakil bir kitaba sığmayacak kadar çoktur.

Selef döneminde dürüstlüğün inceliklerini sergileyen, nefsinin isteklerine karşı durmada aşırı titizlenen, din kadeşleriyle ilişki­sinde olabildiğince cömert ve hoşgörülü davranlar yukarıda anlatı­lan kesimden çok daha fazlaydı. Bunları zikretmemizin sebebi; yaptıkları işler hakkında gaflet denizinde yüzenleri uyarmak ve kaybolan bir sünnetin takipçilerini gün ışığına çıkartmaktı.

Yukarıda anlattığımız hayırlı esnaf, o günlerin en hayırlıları da değillerdi. Onlardan da hayırlı olan, mescidliler vardı. Mescid kur­du abidler, dünyadan uzaklaşmış zahidler fazilet bakımından el­bette daha yukarıda idiler. Bunların bir kısmı da, ticaretlerini bi­tirdikten sonra pazarda asla zaman kaybetmeyerek mescidlere da­larlardı.

Selef-i Salih´ten bazıları, öğle namazıyla birlikte dükkanların­dan ayrılarak günün kalan yarısını Rablerine tahsis ederlerdi. Ba­zıları ise, ikindi namazından sonra işyerinden ayrılarak günün ka­lan kısmını ahirete tahsis ederlerdi.

Kimisi de, o günün ve ailesinin gideri için gereken miktarı ka­zandıktan sonra, hangi vakitte olduğuna bakmaksızın dükkanını kapatarak mescide veya evine giderdi. Kalan vaktini kullukta bu­lunarak değerlendirirdi.

Bazıları ise bir Danik (Dirhemin altıda biri) veya bir kırat ka­zandıklarında işi bırakırlardı. Bu gibi kimseler, az ile kanaat eder, dünyalık hakkında zühd gösterir ve hırs beslemezlerdi. Konuyla il­gili işittiklerim arasında en ilginci şuydu: Büyük fıkıh alimi Ham-mad b. Seleme (ra), sepet içinde et satar ve iki kuruş kazandıktan sonra sepetini sırtlanıp pazardan ayrılırdı.

İbrahim b. Yesar şunu nakletmiştir: İbrahim b. Edhem´e (ra) ´Bu­günkü işim, çamurda çalışmak* dediğimde bana şöyle dedi: Ey İbni Yesar, sen hem arayan, hem de aranan bir zatsın. Kaçırmaman ge­reken seni arıyor, sen ise seni kaçırmayacak olam aramaktasın. Çok hırslı olduğu halde mahrum olan, zayıf olduğu halde rızkı bolca ve­rileni görmedin mi?

Ben de, ´Bakkalda bir 1/6 dirhemim var dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: İşte buna dayanamam. Böyle bir paran varken neden iş arıyorsun?! Selef ustalarından birçoğu yarım gün veya günün üçte ikisinde çalışır, almterinin karşılığını aldıktan sonra mescide gi­derlerdi. Bazıları da haftada bir veya iki gün çalışır, kalan günleri ibadetle geçirirlerdi.

Selef esnafı, günün ilk kısmı ile son kısmını ahiret ticaretine tahsis ederlerdi. Sadece günün orta kısmında çalışarak dünya tica­retiyle uğraşırlardı. Rivayete göre melekler, sabah ve akşam vakit­lerinde semaya yükselerek kulun amellerini Allah Teala´ya göste­rirler. Eğer her iki vakitte de hayır varsa, Allah Teala bu ikisi ara­sında işlenen küçük günahları bağışlar.

Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Gecenin ve gündüzün melekleri fecr vaktinde buluşurlar. Gece me­lekleri ayrılarak gündüz melekleri yeryüzüne inerler. İkindi vaktin­de ise gece melekleri inerek gündüz melekleri yukarı çıkarlar. Allah Teala her iki zümreye de şöyle sorar: Siz ayrılırken kullarını ne hal­deydi? Onlar da, bıraktığımızda da namaz kılıyorlardı, tekrar kar­şılaştığımızda yine namaz kılıyorlardı. Allah Teala da bunun üzeri­ne şöyle buyurur: Sizi şahit tutarım ki Ben de onları bağışladım".

Ali (kv) Küfe pazarında dolaşıyordu. Elinde bir kamçı vardı ve şöyle diyordu: Ey tüccar topluluğu! Hak üzere alın, hak üzere satın ki kurtuluşa eresiniz! Kârı az görüp reddetmeyin, yoksa mahrum edi­lirsiniz. Hak üzere olup mani olunanın katlarca fazlası batıla gider. Abdurrahman b. Avfa (ra) ´Zenginliğinin sebebi nedir?´ diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: Üç husustur: Kârı hiçbir za­man -az görüp de- geri çevirmedim. Benden satın alınmak istenen hiçbir hayvanın satışını daha fazlasını umarak ertelemedim. Hiç­bir zaman aldatıcı satış yapmadım. Denir ki: Abdurrahman b. Avf (ra) bir keresinde bin deve satmış ve sadece onları bağladıkları ip­lerden kâr etmişti. Ardından her ipi bir dirheme satmış ve toplam­da iki bin dirhem para kazanmıştı. Bunlardan da binini kendine al­mış, diğer binini de infak etmişti.

Vera´ ehli, ticari gaye ile deniz yolculuğuna çıkmayı hoş görmez­lerdi. Bu meyanda şöyle denilmiştir:
Ticaret için denize açılan kim­se, rızık talebinde aşırıya kaçmış olur.

Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ancak hac, umre ve cihad için deniz zeferine çıkılır".[48]

Zeyd b. Vehb ise Ömer´den (ra) şunu nakletmiştir
: Yetimlerin mallarıyla ticaret yapın ki yıllık zekâtı onları tüketmesin. Onların mallarını kârlarla meyvelendirin. Onların mallarıyla hayvan alım satımından uzak durun. Çünkü hayvanlar telef olabilir. Denizlerin dalgalarından da sakının. Onların mallarıyla meta türü işlerde ti­caret yapın.

Amr b. el-´As (ra) şöyle derdi:
Pazara ne ilk giren, ne de ondan son ayrılan olun! Çünkü şeytan orada yumurtlar ve yavruları da orada yaşar. Muaz (ra) ve Abdullah b. Ömer´den (ra) şu söz nakle­dilmiştir: İblis, oğlu Zelenbur*a şöyle demiştir: Ey Zelenbur! Kita­bınla mutlu t)l! Çünkü pazar yerleri senindir. Oralarda yemini, ya­lanı, hile ve tuzağı, ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

12 Ocak 2010, 16:58:57
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #3 : 12 Ocak 2010, 16:58:57 »

Yine ona, ip eğiren birinin, muhtemelen yağmur sebebiyle me­zarlığa gidip oradaki kubbelerden birinin altına sığınarak orada çalışmasının hükmünü sordum. Bana, mezarlığın ahiret yurdunun bir parçası olduğunu ve orada çalışmanın da mekruh olduğunu söy­ledi.

Ebu Abdullah´a un alırken bir ölçeğin üstüne 4.370 kilogram ilave etmenin hükmünü sorduğumda ise şunu söylemiştir:
Bu kö­tüdür ve insanların aldatılmaması gereken bir miktardır. ´Peki ki­lo ve daha altının hükmü nedir?´ diye sorduğumda, bu miktarlarda insanların karşılıklı aldanabileceğini söyledi.

Ebu Abdullah´a yastık ve yataklarda dolgu için kullanılan sa­manın durumuyla ilgili olarak şunu sorduk:
Tüccar için dikilen yastık ve yatakların onlar tarafından içindeki samanın kalitesi bil-dirilmeksizin satılmasının hükmü nedir? Şöyle cevap verdi: Tüccar, kendisine güvendiği kimseler dışındakiler için bu işi açık olarak yaptırmalıdır.

Ebu Abdullah´a, kendi giyimim için satın aldığım bir elbiseyi kâr gayesiyle satıp satamayacağımı sorduğumda ´Hayır* dedi ve ila­ve etti: Eğer onu pahalı satacaksan, giydiğini belirtmen gerekir. Aksi halde, kullanılmış giysi pazarında satarsın. Yine ona, gümüş destinin satış hükmünü sorduğumda, desti kırılmadıkça satılama­yacağım söyledi. İpeğin satılamayacağını da o söylemişti.

Ümeyye b. Huld dedi ki:
Yunus b. Ubeyd bir mal alacağı zaman, Sus şehrindeki vekiline bildirerek belli bir malın istendiğini ve onun kimden alınabileceğini öğrenmesini talep ederdi.

el-Mervezi´den şu söz nakledilmiştir:
Ebu Abdullah´a cevizi saç­manın hükmünü sordum. Bunun mekruh olduğunu söyleyerek ce­vizin çocuklara taksim edilerek verilmesini tavsiye etti. Bir defa­sında yine Ebu Abdullah´ın evine gitmiştim. Oğlu bir maharet gös­terdi ve çocuklara vermek üzere aldığı cevizi onlara paylaştırarak dağıttı. Onların üzerine saçmayı hoş görmeyerek şöyle dedi: Bu, yağmalama gibi olur.

Ebu Abdullah, İbnü´l-Mübarek´in bazı meselelerle ilgili görüşle­rini zikrettikten sonra şöyle demişti:
Bu meseleler arasında biri vardır ki çok ilginçtir. Bu mesele şöyle gündeme gelmişti: îbnü´l-Mübarek´e, vurduğu kuş, başka bir şahsın arazisine düşen kimsey­le ilgili şu soru sorulmuştu. Av, onun mu, yoksa düştüğü arazinin sahiplerinin mi hakkı olur? Îbnül-Mübarek, bu soruyu ´Bilmiyo­rum* diye cevaplamıştı. Aynı soru, Ebu Abdullah´a da sorularak ´Bu meselede sen ne diyorsun?* denildi. Ebu Abdullah, ´Bu, gayet ince bir mesele, bununla ilgili herhangi bir nakil bilmiyorum´ cevabım verdi.

Bir defasında Ebu Abdullah´a şunu nakletmiştik: İsa b. Abdül-fettah dedi ki: Bişr b. el-Hars´a (ra) şüpheli bir konuda anne-baba-ya itaat etmenin hükmünü sordum. Bunun çok ağır olduğunu söy­ledi. Ebu Abdullah´a dedim ki: Şüpheli konuda da anne-babaya ita­at sözkonusudur. Ardından dedi ki: Bunu Muhammed b. Mukatil´e söylediğimde, şu karşılığı verdi: Ben de aynı fikirdeyim. Bişr b. el-Hars da, onun söylediğini ikrar etmiştir. Ebu Abdullah bunun ar­dından şöyle demiştir: Anne-babayla hoş geçinmek ne kadar da gü­zeldir! O, başka bir zaman da şöyle demişti: Günah, kalplere nasıl da nüfuz etmiş!

el-Mervezi şunu anlatmıştır: Bir defasında, adamın birini Ebu Abdullah´ın meclisine götürdüm. Adam, ´Kardeşlerim şüpheli yol­lardan kazanç elde eden kişiler. Annem, onların getirdiklerini pişi­rip bizi yemeğe çağırmış, biz de o yemekten topluca yemiş olabili­riz. Bunun hükmü nedir?´ diye sordu. Ebu Abdullah şu cevabı ver­di: Bu, Bişr´in konuşması gereken bir konudur. Senin içinse, Allah Teala´mn gazabına uğramamanızı niyaz ettiğim bir noktadır. Ebu´l-Hasan Abdülvehhab´a git ve ona da sor.

Adam, ona giderek, ´Bu hususta bildiğin bir şeyse varsa bana bildir dedi. O da Hasan´ın şu sözünü aktardı: Kişi, cihada gitmek için annesinden izin ister ve annesi kendisine izin verdiği halde, gönlünden kalmasını istediğini hissederse cihada gitmeyerek an­nesinin yanında kalmalıdır. Ebu Abdullah´tan şunu işitmiştim: An­nesi hayatta olan birinin ilim talep etmek üzere sefere gitmek için ondan izin istemesinin hükmünü sorduğunda şu cevabı verdi: Eğer o kimse, nasıl abdest alacağını ve nasıl namaz kılacağını bilmeye­cek derecede cahil ise, ilim talebinde bulunması onun için daha ön­celikli bir farzdır.

Bunları biliyorsa, annesinin yanında kalması kendisi için daha elzem bir farizadır.

Ben de kendisine şunu sordum: Bir münkeri gördüğü halde onu değiştirecek ilmi kuvveti yoksa, o zaman ne yapar? Şu karşılığı ver­di: Anne-babasmdan izin ister, eğer verirlerse ilim talebi için yola çıkabilir.

Ebu´r-Rebi es-Suii´den şu hadise nakledilmiştir:
Basra´da Süf-yan-ı Sevri´nin (ra) meclisine gittim. Ona, ´Ey Eba Abdullah, ben muhtesiplerle (=fiyatları ve islami kuralların uygulanışını kontrol eden görevliler) beraber kadın gibi davranan erkekleri basıyoruz. Kimi zaman da onların evlerine, duvarlarından tırmanarak giriyo­ruz. Bunun hükmü nedir?´ dedim.

´Evlerinde kapı yok mu?´ diye sordu. ´Evet var, ama kaçmaları­nı önlemek için böyle yapıyoruz´ dediğimde davranışımızı çok çirkin buldu ve beni ayıplayarak ´Bunu kim içeri aldı?´ diye sordu. Ben de, ´Sırf derdime derman olacak bir tabip için geldim´ dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: Kendimiz hasta olduğumuz halde tabip olarak anıldığımız için helak olduk! Ardından da şunu ekledi:

İyiliği emredip kötülükten sakındıran kimse, şu üç hasleti taşı­malıdır
: Sakındırdığında yumuşak, emrettiğinde adaletli, sakındır­dığında adaletli, emrettiğinde bilgili ve sakındırdığında bilgili ol­mak.

Ahmed b. Muhammed b. Haccac´ın şöyle dediği nakledilmiştir: Bir defasında Süfyan-ı Sevri´ye (ra) şunu sordum: Pazarı dolaşır­ken davul görürsem kırıyorum, ne dersin? ´Gücün yetiyorsa kırabi­lirsin´ dedi. ´Ölü yıkamak için davet edildiğimde davul çaldığını işi­tirsem ne yapmam gerekir?´ diye sorduğumda ise şöyle dedi: Gücün yeterse onu kır, aksi halde oradan ayni.

Tambur kırmanın hükmünü sorduğumda, kırılabileceğini söyle­di. ´Saklanmış tambur için ne yapmam gerekir?´ diye sorduğumda ise, ´Eğer senden gizlenmişse kırma´ dedi. ´Sokakta kölenin elinde bulunan küçük bir tambur gördüğümde ne yapmam gerekir?´ diye sorduğumda ise, ´Eğer açıkta ise onu da kırabilirsin´ dedi.

Süfyan-ı Sevri´ye (ra) nergis suyu satanlara karşı ne yapmam gerektiğini sordum. Şöyle dedi: Nergis suyundan civa yapıldığını söylüyorlar. Teki sırf meyhane sahipleri satın alıyorsa, o zaman ne yapmak gerekir?´ diye sorduğumda şu karşılığı verdi: Satıcıya bu husus sorulur, eğer öyle ise, pazarda sattırılmaz.

Adamın biri ona şöyle bir husus arzetmişti: Babam, pazarda her türlü kimseyle alışveriş yapıyor. Hatta sizin muameleyi mekruh gördüğünüz kimselerle dahi ticari muamelede bulunuyor, ne dersi­niz? Şu cevabı verdi: Servetinin kârı kadar olan mikdan bırakılır. ´Peki alacağı ve borcu varsa, ne yapmak gerekir?´ diye sorulduğun­da şöyle dedi: Alacağı alınıp borçlusuna verilir. ´Böyle davranılma-sını uygun görür müsünüz?´ diye sorduğumda şöyle karşılık verdi: Sen de onu borcunu ödemekle yetinmiş halde bırakırsın.

Ebu Abdullah´a, gidişatını beğenmediğim bir yakınımın kendisi için bir giysi veya yün satın almamı istediğini, bu durumda ne yap­mam gerektiğini sordum. Bana şöyle dedi: Öyle biri ise ona yardım etme ve onun için hiçbir şey satın alma. Ancak annen emrederse yapabilirsin. Çünkü böyle bir alışveriş, anneni Öfkelendirmenden daha hafif bir kusurdur.

Bir defasında Ebu Abdullah´a şu husus sorulmuştu:
Faiz ticare­ti yapan bir baba, alacağını tahsil için oğlunu gönderse, oğlunun ne yapması gerekir? Ebu Abdullah şöyle dedi: Tahsilata gitmemeli ve babasına şöyle demelidir: Siz tevbe edinceye kadar oraya gitmeye­ceğim.

Ebu Abdullah´a, hadis ravilerinden birini anmıştım. ´Allah Te-ala ona rahmet etsin, bir huyu dışında çok değerli adamdı!´ dedi. Ardından da, İnsanın bütün huyları kamil olmayabilir´ dedi. Ken­disine, Teki onun bir hasenesi olsun yok mudur?´ diye sorduğum­da, ´Elbette vardır, ben bile kendisinden hadis yazmıştım. Ama gü­zel olmayan bir huyu da vardı´ dedi. ´Ne gibi?´ diye sordum. Şu ce­vabı verdi: Hadisi, kimden aldığını pek önemsemezdi.

Bir keresinde Ebu Abdullah´ın Bişr b. el-Hars´ı anarak şöyle de­diğini işittim
: Allah Teala ona rahmet etsin. Onda ünsiyet, zikir ve büyük bir vera mevcuttu. O, kendisine sorulan hususlarla ilgili ola­rak çoğu zaman, ´Böyle bir soru ancak Bişr´e sorulur, bu Bişr*in ko­nuşması gereken bir noktadır, bu konuda konuşmak bana düşmez´ derdi. Bir defasında Ebu Abdullah´a eski elbiselerle dolaşan fakir bir adamdan söz etmiş ve, ´Ne kadar da ilme muhtaç biri´ demiştim. Bana şöyle dedi: Fakirliğine ve ilimden uzak oluşuna karşı göster­diği sabırdan dolayı onun hakkında böyle konuşma. Ben yatağa her girişimde onu hatırlarım. O ve onun gibiler, bizden daha hayırlıdır.

Süfyan-ı Sevri´ye şöyle bir hadise nakletmiş tim: İbnü´Müba-rek´e salih bir alimin nasıl bilinebileceği sorulmuş, o da şu cevabı vermişti: Dünya hakkında zühd gösterir ve ahiret amellerine yöne­lir. Bunun üzerine Ebu Abdullah şöyle dedi: Evet, salih bir alim böyle olmak ister. Ebu Abdullah´a, başka bir kadına sözle hücum ed...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

12 Ocak 2010, 17:05:45
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #4 : 12 Ocak 2010, 17:05:45 »

Ebu Abdullah´a, gittiğim herhangi bir hamamda bir resim gör­düğüm zaman onun kafa kısmını kazımanın hükmünü sorduğum­da, kazıyabileceğim! söyledi.

Eşyada Vera´

İbnü Abdülhalık dedi ki: Ahmed b. el-Haccac bize şunu nakletmiş-ti: Ebu Abdullah´a şunu sordum:
Çocuklarla ilgilenmekten sorum­lu bir vasi, onların kendisinden oyuncak almasını istedikleri za­man ne yapması gerekir? Bana şu cevabı verdi: Resim ise alamaz. Başka oyuncakları alabilir. Ardından bir şeyler anlattı.

Sözün bir yerinde ´Suret/resim, el veya ayak bulunan çizgiler değil midir?´ diye sordum. Şöyle dedi: Bu hususta Ikrime şunu söy­lemiştir: Başı olan her. türlü çizgi surettir. Ebu Abdullah ise şu ta­rifi yapmıştır: İnsanların elle göğüs, göz ve burun yaptıkları her şey surettir. ´Peki bu tür eşyayı satın almaktan uzak durmak sizce daha mı güzeldir?´ diye sorduğumda, ´Evet* dedi.

Ona el öpmenin hükmünü sorduğumda dini maksadlarla olma­sı halinde bunun bir mahzuru olmadığını söyledi. Ardından da Ebu Ubeyde´nin (ra) Ömer b. Hattab´ın (ra) elini öptüğünü haber verdi. Eğer dünyevi gayelerle ise, kılıcından veya kırbacından korkulma­sı gereken hiç bir adam bulunmadığını söyledi. Ebu Abdullah bana şunu nakletmişti: Said el-Hacib dedi ki: Müslümanların veliahdi-nin eli Öpülmez. Dedim ki: Filan kişi ellerimi şöyle öpmek istedi, ama ben izin vermedim.

Ali b. Sabit´ten şu bilgi nakledilmiştir: Süfyan-ı Sevri´nin (ra) şöyle dediğini işittim
: Adalet sahibi imamın elinin Öpülmesinde bir mahzur yoktur. Dünyalık için el öpmeyi ise mekruh görürüm. Bir keresinde Ebu Abdullah´a şunu söylemiştim: Adamın biri serhad diyarlarına gitmek istiyor. Şu durumu sana sormamı istedi: Gideceği Enbar yolu tehlikelerle dolu imiş. Yolda hırsızlarla karşılaşırsa, onlarla çarpışması doğru olur mu? Ebu Ab­dullah şöyle dedi: Eğer onun eşyalarını almak isterlerse onlarla çarpışır. Çünkü Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Malını ko­rumak için çarpışırken ölen kimse şehittir".[53] ´Peki beraberinde gi­derseler, yine çarpışmalı mı?´ diye sorduğumda ise, ´Bizzat onun ha­yatına kasdetmedikleri sürece çarpışmaz´ dedi. O, silahlı eşkıyanın yolda refakatinden dolayı onlarla çatışmaya girilmemesi görüşün­deydi.

Ebu Abdullah´a, müslüman bir esirin kaçıp kaçamayacağı sorul­muştu. ´Başardığı takdirde kaçabilir* dedi. Bir keresinde Ebu Ab­dullah´a şunu sormuştum: Adamın birine hızlı koşan birini getirse­ler, onun için herhangi bir topluluktan yardım isteyebilir mi? Ebu Abdullah, ´Hayır, ancak onu kendilerine gösterir. Allah Resulü (sav) de böyle yapmıştır. Kendisine panter avcıları getirildiği za­man ´Filan bunlara şu kadar tasadduk etmiştir* buyurmuştur[54]Ebu Abdullah´ın Abdülvehhab´ı kasdederek şöyle dediğini işittim: Başkalarından çok daha temiz lokması vardır. O, bununla Abdül-vehhab´m mesleği olan kağıtçılığı kasdetmişti.

Ebu Abdullah dedi ki: Yahya b. Yahya vefat etmeden önce cübbe-sini bana vasiyet etmişti. Oğlu bana geldi ve durumu bildirdi. Genç adama şöyle dedim: O, salih bir insandı ve cübbesiyle daima Allah Teala´ya itaatta bulunmuştu. Ondan feyiz alacağımdan eminim.

Ulemadan bir zat şunu nakletmişti: Yahya b. Yahya´nın hanımı kendisine ilaç içirdikten sonra, ´Kalkıp evin içinde biraz dolansan da­ha iyi olur* demişti. O şu cevabı vermişti: Bunun sebebini bir türlü anlayamıyorum. Halbuki kırk yıldır nefsimle muhasebe ediyorum.

Musa b. Abdürrahman b. Mehdi´den şu hadise nakledilmiştir:
Amcam vefat ettiği zaman babam bayıldı. Ayıldığı zaman altındaki kilimi kaldırmalarını istedi. Çünkü onu da varislerin haklarından saymışlardı.

İbnü Ebi Halid´den ise şöyle bir hadise nakletmiştir: Ebu´l-Ab-bas el-Hattab ile beraberdim. Hanımı ölen bir adama taziyede bu­lunmaya gittik. Evin zemininde bir kilim vardı. Ebu´l-Abbas evin kapısında dikildi ve, ´Ey kişi, hanımının senden başka varisi var mıdır?´ diye sordu. Adam da, ´Evet dedi. Bunun üzerine, ´Öyleyse sana ait olmayan şeylerin üstünde oturma dedi. Adam bunu duyar duymaz üzerinde durduğu kilimden uzaklaştı.

Bişr b. el-Hars´ın (ra) dostu İbnü´d-Dahhak´tan ise şu söz nakle­dilmiştir
: Kocası vefat ettiği zaman kızkardeşime taziyeye gitmiş­tim. Orada geceleyeceğim için beraberimde üstüne yatabileceğim bir yaygı götürdüm. Varislerin hakkı olan eşyanın üzerinde uyuma­yı uygun görmedim.

İbnü Abdülhalık, el-Mervezi´den şunu nakletmiştir:
Ebu Abdul­lah´a mescid inşaatından arta kalan ahşap yongaları ve kerestenin hükmünü sorduğumda şöyle dedi: Bunların tasadduk edilmesi uy­gundur. ´Peki kireç ve kum ne yapılır?´ diye sorduğumda ise, ´Ben­zeri bir inşaatta kullanılır" dedi. Bir keresinde de Ebu Abdullah´a şunu sormuştum: Ramazan ayında itikafa çekilmek üzere gittiğim bir mescide, menşeini hoş görmediğim bir yerden kokulu ağaçlar getirilirse ne yapmam gerekir? O da şöyle karşılık verdi: Ağaçtan maksat kokusundan başka bir şey-olamaz. Ama yine de endişe edersen o mescidden ayrıl.

Ebu Avane, Abdullah b. Raşid´den şunu nakletmiştir: Ömer b. Abdülaziz´e (ra) beytülmalde bulunan misklerden bir parça götür­müştüm. Eliyle burnunu sıkarak koklamak istemedi ve şöyle dedi: Onun kokusundan ancak Abdülaziz b. Ebu Seleme istifade edebilir.

İsmail b. Muhammed şunu nakletmişti: Ömer´e (ra) Bah­reyn´den bir misk getirilmişti. Ömer (ra) şöyle dedi
: İsterdim ki tar­tısı güzel bir kadın bulayım da şu miski tartsın, ben de müslüman-lara dağıtayım. Hanımı Atike bn. Amr b. Nüfeyl, ´Ben iyi tartanın, izin ver de miski ben tartayım´ dedi. Bunun üzerine Ömer (ra) ´Mis­ki şöyle tartmandan korkarım´ dedi ve parmaklarını tamamen mis­kin içine soktuktan sonra ´Sonra da bununla boynunu sıvazlarsın, böylelikle ben de müslümanlara ait bir mala el sürmüş olurum´ di­yerek hanımının teklifini geri çevirdi.

Süleyman et-Teymi dedi ki: Nuaym bana bir attarla ilgili olarak şunu nakletmişti: Ömer (ra) beytülmale ait bir miski satması için hanımına vermişti. Hanımı miski satmak üzere attara gitti. Attar, Ömer´in (ra) hanımının miski kendisine sattıktan onu karıştırdığını, arttırıp eksilttiğini ağzına alıp çiğnediğini, sonra da parmağının üzerinde kalan kısmını baş Örtüsüne sürdüğünü söyledi.

Ömer (ra) eve geldiğinde kokuyu hissederek hanımına ´Bu koku da ne?´ diye sordu. Hanımı da olup biteni anlattı. Bunun üzerine Ömer (ra) öfkelenerek şöyle dedi: Müslümanlara ait miski sen na­sıl kullanırsın? Ardından hanımının başörtüsünü çekti ve üzerine su dökerek toprakla çitüedi. Sıktıktan sonra kokladığında yine koktuğunu gördü. Aynı işlemi defalarca tekrarladı. Attar şunu da anlatmıştır: Ömer´in (ra) hanımı başka bir zaman yine dükkanıma gelmişti. Miski verirken parmağının üzerinde bir miktar kaldığını farketti. Derhal parmağını ağzına koyarak ıslattı ve yerdeki topra­ğa silerek kokunun gitmesini sağladı.

Ebu Bekir el-Mervezi dedi ki: Ebu Abdullah´a şunu sormuştum: Cuma günü, soğuk bir güne rastlarsa, sünnet olan gusül abdestini almak için hoşlanmadığımız birinin evinde su ısıttırmamızın hük­mü nedir? Cevaben dedi ki: Guslü terketmek bence daha sevimlidir.

Ebu Abdullah, Ebu Sevr´in şu görüşünü reddetmiştir: Ebu Sevr´e göre kişinin tedavisi için bütün tabipler şarap içmesi üzerin­de fikir birliği ettikleri zaman o kimsenin şarap içmesinde bir mah­zur yoktur. Ebu Abdullah bu görüşü şiddetli bir şekilde reddetmiş ve şöyle demiştir: Makadın bile şarapla tedavi edilmesini mekruh görürken içilmesine nasıl müsaade edebilirim! Bu konuda benzeri ağır sözler sarfetmiştir.

Şuayb b. Harb´dan nakledildi ki: Oğlumun hırsızlık ettiğini ve­ya zina yaptığını görmem, Allah Teala´yı tanımaz hale geldiğini görmemden daha sevimlidir.

Muhammed b. Ebu Davud el-Enbari dedi ki: Ebu Üsame´ye şu­nu sormuştum:
İçki sunulan bir ziyafete icabet etmem gerekir mi? ´Hayır dedi. ´Ama Allah Resulü´nün (sav) şu hadisine aykırı düş­mekten korkarım: "Her kim davete icabet etmezse isyandadır".[55] Bunun üzerine şöyle dedi: Günümüzdeki ziyafet davetlerine icabet etmeyenler, Allah Teala´ya ve Resulü´ne (sav) layıkıyla itaat etmiş olurlar!

Harun b. Maruf şunu anlatmıştır: Bir delikanlı yanıma geldi ve şöyle dedi: Babam, ilacı içkiyle karıştırıp içmem halinde boşanmamüzerine yemin etti. Ben de bunu Ebu Abdullah´a sordum. O da bu­na ruhsat vermeyerek Allah Resulü´nün (sav) şu hadisini okudu: "Her sarhoş edici haramdır. Her sarhoş edici de şaraptır"[56]

Ebu Bekir el-Mervezi dedi ki
: Ebu Abdullah´a astarlı elbise di­ken terzinin hükmünü sorduğumda şu cevabı verdi: Eğer erkek içinse caiz olmaz. Kadınlar için mahzuru yoktur. Kadınlar için di­kilen enli ve gösterişli giysilerin hükmünü sorduğumda ise, ´Lüzu­mundan geniş ve gösteriş gayesi taşıyan giysileri mekruh görürüm´ dedi. O, bu tür giysilerin bidat olduğunu söylerdi. Ona göre normal ölçülerde olan dış giysilerde bir mahzur yoktu. Kadınlar için de er­kek giysileri gibi cepler dikilmesini mekruh görürdü.

Ebu Abdullah, kendi kızı için bir gömlek kumaşı kestirmişti. Ben de oradaydım. Terziye, cebi ön tarafa koymasını söyledi. B...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes