> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Tasavvuf Eserleri > Kutul Kulub > Fakirliğin Faziletleri
Sayfa: [1] 2 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Fakirliğin Faziletleri  (Okunma Sayısı 4540 defa)
10 Ocak 2010, 08:47:45
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 10 Ocak 2010, 08:47:45 »



Fakirliğin Faziletleri, Gerekleri, Fakirlerin Avam Ve Havassının Sıfatları, Bağışların Kabul Ve Reddediş Yolları Ve Selef´in Bu Konuda İzlediği Yollar Hakkındadır
Yüceler Yücesi Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Allah´ın nasip et­tiği bu ganimet malları, hicret eden o fakirlere aittir ki, onlar Al­lah´ın lütfunu ve rızasını talep etmek, Allah´ın dinine ve Resulü´ne destek vermek için yurtlarından ve mallarından edilmişlerdir". (Haşr/8) Yine O, fakir kulları hakkında şöyle buyurmuştur: "Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşma imkanı bulamazlar. Halktan istemek­ten geri durmaları sebebiyle, gerçek hallerini bilmeyen kimse, on­ları zengin sanır". (Bakara/273)

Allah Teala, dostlarının fakirlik sıfatını; hicret ve adanmışlıkla övülmelerinin önüne geçirmiştir. O, sevdiklerini sevdiği sıfatlarla anar. Eğer fakirlik, O´nun için sıfatların en sevimlisi olmasaydı, sevdiklerini onunla tavsif etmez, o sıfatla şereflendirmezdi.

Allah Resulü (sav) de fakirliği emretmiş ve birçok hadisinde fa­kirliğin faziletlerini haber vermiştir. Bu hadislerin bir kısmını bura­da zikredeceğiz. İsmail b. Ayaş, Abdullah b. Dinar vasıtasıyla İbni Ömer´den (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: "Allah Resulü (sav) ashabı­na insanların en hayırlısının kim olduğunu sordu. Sahabe, ´Maddi durumu iyi olup malı ve canından Allah´ın hakkı olanı verendir1 de­diler. Allah Resulü (sav) ´Ne mutlu ona! Ama o değil´ buyurdu. Bunun üzerine, İnsanların en hayırlısı kimdir ey Allah Resulü?´ diye sordu­lar. O şöyle buyurdu: Çabasını ortaya koyan fakirdir".

Fakirlikle ilgili Bilal (ra) hadisi de şöyledir: "Allah Resulü (sav) onu buyurdu ki: Allah ile fakir olarak karşılaş! O´nunla zengin ola­rak karşılaşma!" İbnü´l-A´rabî´den (ra) rivayet edilen hadis de şöy­ledir: "Allah Resulü (sav) ona şöyle buyurmuştur: Halinden mem­nun olan fakirden daha faziletli kimse yoktur!". Bir diğer hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Al­lah Teala, çoluk çocuk sahibi, iffetli fakiri´sever" [68]

Konuyla ilgili en çok bilinen iki hadis de şunlardır:
"Ümmeti­min fakirleri, cennete zenginlerinden beşyüz yıl önce girerler" [69] Diğeri de şudur: "Allahım beni fakir olarak dirilt! Ümmetimi de fa­kir olarak dirilt ve beni fakirler zümresinde hasret" [70] Bu, Allah Resulü´nün (sav) fakirlere verdiği değerin büyüklüğünün ve onları yerleştirdiği mertebenin yüksekliğinin en açık delilidir. O, bu ha­dislerinde fakirliğin faziletini vurgulamakta ve ümmetini ona teş­vik etmektedir. Yine O, başka bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Bu ümmetin en hayırlıları fakirleridir. Cennete en çabuk yerleşe­cek olanları da zayıflarıdır".

İsmail Peygamberle (as) ilgili olarak şöyle bir haber rivayet edilmiştir:
Musa Peygamberin (as) haberini açıklama mahiyetin­deki bu haber şöyledir: İsmail (as) Rabbi´ne şöyle dua etmiştir: Ey Rabbim! Seni nerede arayayım? Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurdu: Benim yüzümden kalbi kırılanların yanlarında! İsmail (as) ´Ey Rabbim! Onlar kimdir?´ deyince Allah Teala şöyle buyurdu: Samimi ve dürüst fakirlerdir!

Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle demiştir: İki şey dışında bü­tün ameller hazinelere atılmış durumdadır. O ikisi ise mühürlen­miş vaziyette bekletilirler. Onlar, ancak şehidlerin tabiatıyla tabi-atlananlara verilirler: Marifet ve onunla birlikte verilen fakirlik. O şöyle derdi: Bir fakirin gücünün yetmediği bir lezzet ve şehvet kar­şısında çektiği tek nefes, zengin birinin bütün ömrü boyunca yaptı­ğı ibadetten daha faziletlidir.

Bişr b. el-Hars (ra) şöyle derdi:
İbadetle meşgul olan bir zengin Çöplüğün üstündeki bostan gibidir. Fakirin ibadeti ise, güzel bir hanımın boğazmdaki mücevher gerdanlık gibidir. O şöyle derdi: İba­det zenginlere yakışmaz. Yine o şöyle demiştir: Takva, ancak fakir­likte güzel yapılabilir. Adamın biri kendisine şöyle demişti: Ey Ebu Nasr! Benim için Allah Teala´ya dua ediver, fakirlik bana da aileme de zarar vermeye başladı. Bunun üzerine Bişr (ra) şöyle dedi: Ailen, ´Evimizde un da, ekmek de kalmadı´ deyince Allah Teala´ya dua et. O anda edeceğin dua, benim duamdan daha üstündür.

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir
: Allah Teala´yı hakkıyla bilen marifet erbabı, bu ilmi (=marifet) kimden alacaktır? Çoğu, bu ilmin zenginlerden öğrenilmesini mekruh görmüş ve onun zengin­lere yakışmadığını ileri sürmüşlerdir. Fakirlerden biri şöyle demiş­tir: Marifet ilmi, Allah Teala tarafından dünyaya karşılık olarak fa­kirlere nasip edilmiştir. O ilim, ancak fakirlere zahir olur ve ancak onlarda bulunur. Allah Teala bu ilim ile onları dünyada rahatlat­mış ve dünya hayatında O´nun rızası için terkettiklerine karşılık bir bedel olarak bahsetmiştir. Yarın ahirette de onlar için saklanan göz aydınlığını hiç bir nefis bilmez.

"Öyle ki melekler her kapıdan yanlarına girip; ´Sabretmenize karşılık selam size! Dünya yurdunun ne güzel akıbetidir bu!´ diye­cekler" (Ra´d/23) buyruğunun tefsiri, dünya hayatında çekilen fa­kirlik şeklinde yapılmıştır. [71]


Fakirliğ İn Gerekler İ




Fakirlik ehline göre fakirlik halinin gereklerinin başında; hayati ihtiyaç varolmadıkça istemekten kaçınarak fakirliğe karşı sabır ve tahammülde bulunmak gelir. İnsanlara isteyen gözlerle bakmak­tan uzak durmak gerekir. İhtiyaç halinde dahi ilmin kendisine ya­sakladığı bir şeyi almamak gerekir. İlahi hükümlerle çizilmiş sınır­lardan hiçbirini çiğnememesi gerekir.

İhtiyaç halinde bir şey istemek  durumunda kaldığı zaman, kanaatkârlıktan ayrılmamalıdır. İhtiyacından fazla­sının verilmesi halinde biriktirme cihetine gitmemelidir. Bir daha istememek için elinde tutmasında bir mahzur yoktur. İsterken de seçici davranmalı ve takva ehlinden vazgeçmemelidir. Kimden iste­yebileceğini iyi araştırmalıdır. Çünkü bu noktada vera´ sahibi olma­sı gerekmektedir. Helal haram ayırmaksızın yiyen ve işinde haram­dan sakınmayan kimselerden hiç bir talepte bulunmamalıdır. İhtiyaç sahibi ve aç bir kulun, soyunu devam ettirmesi ve nefsini tes­kin etmesi için evlendirilmesi de din kardeşleri üzerine düşen bir mesuliyettir. Yokluk ve çıplaklık halindeki bir kulun, barındırılma­sı ve giydirilmesi de müslümanlara düşen bir görevdir. Bu, üzerle­rine yazılı bir farzdır. Bir kısmının yapması, bu farziyeti diğerlerin­den düşürür. Bu şartlardaki bir kul, istediği zaman bundan dolayı hiç bir günaha maruz kalmaz.

Denilir ki: İnsanlara el açmanın kefareti, el açanın bu davranı-şmdaki dürüstlüğü ve samimiyetidir. Fakir, ihtiyacını aldıktan sonra bir daha istememelidir. Aklının karışması ve kalbinin deği­şik mecralara kayması sebebiyle fakirliğin gereklerini yerine getir­me hususunda kusurlu davranabilir. Her halükârda ihtiyacını gi­derdiği anda el açmaya son vermeli, varlık kazanmak için doygun­luğundan ötesini biriktirmeye meyletmemelidir. El açmayı alışkan­lık, meslek ve sanat haline getirmemelidir.

El açma halinden kurtulma, kendisi için olabilecek en güzel ve en üstün hal olmalıdır. Peygamberler arasında da dilenenler olmuştur. Bu üç peygamber, krallığının alındığı kırk gün zarfında dilenmek zo­runda kalan Süleyman (as) ile, gittikleri belde halkından yiyecek is­temek zorunda kalan Musa (as) ve Hızır (as) peygamberlerdir.

Allah Resulü´nün (sav) el açma hakkında şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "At sırtında dahi gelmiş olsun, el açıp isteyenin (üze­rinizde belli) bir hakkı vardır".[72] Bir diğer hadiste ise şöyle buyur­duğu rivayet edilmektedir: "Kavrulmuş bir hayvan tırnağıyla dahi olsun el açanı boş çevirmeyin"[73]

Eğer insanlara el açıp istemek günah ve azgınlık olsaydı, onla­ra vermek bu kadar teşvik edilmezdi. Onlara yardımda bulunan kimse, kötülük ve azgınlıkta yardımlaşmış olurdu. Halbuki fakirle­re yardım etmek, iyilik ve takvadan sayılmıştır. Çünkü bu, insanın iyilik ve takvasının en açık delillerinden biridir. İslam´ın doğurdu­ğu haklardan biri de, yardımlaşmadır. Ayrıca din kardeşlerinin sı­kıntılarını gidermek, iyilik ve ihsan babında değerlendirilmiştir.

Ömer (ra) akşam ezanından sonra dilenen birini işitmişti. Hiz­metçisine ´Ey Yerfa, şu adamı doyur demişti. Adamın doyrulmasmdan sonra tekrar dilendiğini işitince hizmetçisine, ´Sana şu adamı doyur demedim mi?´ diye çıkıştı. Hizmetçi, adamı doyurduğunu söyleyince, Ömer (ra) dilenciye bakmış ve elinin altında ekmekle dolu bir çuval görmüştü. Bunun üzerine öfkelenerek, ´Sen ihtiya­cından dolayı dilenen biri değil tüccarsın!´ dedi ve adamın çuvalını çekip içindekileri sadaka develerinin önüne boşalttı. Ardından da eline sopayı alarak adamı dövdü. Bir yandan da, ´Sen dilenci değil tüccarsın!´ diyordu.

Ali´nin (kv) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Allah Teala´nın in­sanlarla ilgili olarak takdir ettiği fakirliğin bir ödül, bir de ceza hal­leri vardır. Kulun yaşadığı fakirliğin kendisi için ödül oluşunun alameti; ahlakının güzelliği, fakirliğine rağmen Rabbine kulluğu, halinden yakınmaması ve fakirliğinden dolayı Rabbine şükretme-sidir. Fakirliğin ceza oluşunun alameti ise; ahlakının bozulması, fakirlik sebebiyle Rabbine isyan etmesi, sürekli yakınması ve sü­rekli kadere karşı öfke...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Fakirliğin Faziletleri
« Posted on: 19 Nisan 2024, 19:40:21 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Fakirliğin Faziletleri rüya tabiri,Fakirliğin Faziletleri mekke canlı, Fakirliğin Faziletleri kabe canlı yayın, Fakirliğin Faziletleri Üç boyutlu kuran oku Fakirliğin Faziletleri kuran ı kerim, Fakirliğin Faziletleri peygamber kıssaları,Fakirliğin Faziletleri ilitam ders soruları, Fakirliğin Faziletleriönlisans arapça,
Logged
10 Ocak 2010, 13:28:53
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #1 : 10 Ocak 2010, 13:28:53 »

Bilinen Bir Geçim Vasıtasına Sahip Olmayan Kimselerin Hükmü



Fakir, dünyalık adına hiç bir şeye sahip olmayan ve bilinen bir ge­çim kapısı bulunmayan biri de olabilir. Böyle birinin rızkı, diğer kulların ellerine bırakılmıştır. Bu durumdaki fakirin, aldıklarına karşılık dünyevi zanaatlardan birini icra etmesi şart değildir. Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bu mal, Al­lah Teala´nın malıdır. Her kim onu hakkıyla alırsa bereketli kılınır. Nefsin kibiriyle aldığında ise kendisine bereketli kılınmaz ve o, ye­diği halde doymayan biri gibi olur" [81]

Başka bir hadiste ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kime el açmaksızın ve istemeksizin dünya malından bir şey gelirse, o Allah Teala tarafından gönderilmiş rızkidir". Bu hadisin başka bir lafzında ise, şöyle buyrulduğu rivayet edilmiştir: "Eğer ona ihtiyacı varsa geri çevirmesin. İhtiyacı yoksa, kendinden daha muhtaç olan birine sarfetsin".

Ata ve Hasan´dan (ra) şöyle bir mürsel hadis rivayet edilmiştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki:
Dilenmeksizin rızkı kendisine ge­len kimse, onu geri çevirdiğinde Allah´a geri vermiş olur". Abid b. Şüreyh de Enes b. Malik (ra) vasıtasıyla Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Varlık içinde veren kimse, sı­kıntısından dolayı alandan daha üstün değildir".

Ulemadan bir zat da şöyle demiştir:
Kul rızkından kaçsa dahi, o onu takip edip bulacaktır! Tıpkı ölüm gibi! Ondan kaçsa da ölüm kendisim bulacaktır. Ebu Muhammed (ra) şöyle demiştir: Kul,Rafa-bine dua ederek ´Bana rızık verme!´ dese dahi Allah Teala duasını kabul etmeyecek ve o kul bu duasından dolayı günah işlemiş sayı­lacaktır. Allah Teala o kuluna şöyle buyuracaktır: Ey cahil! Seni ya­rattığım gibi rızkını da vermem gerekir.

Ariflerden biri kendi hayatıyla ilgili şunu anlatmıştı: Dünya hakkında öyle bir zühde sahip oldum ki, insanları terkettim ve şe­hirden ayrıldım. Eğer rızkım varsa bana gelecektir düşüncesiyle hiç kimseden bir şey istemez oldum. Bu fikirle dağ tepe dolaşıyor­dum Bir dağın tepesinde yedi gün kaldım. Bu süre zarfından hi çir yiyecek gelmedi. Artık ölmek üzereydim. Rabbime şöyle niyazda bulundum: Ey Rabbim! Bana can verdiysen nasip ettiğin rızkı da ver! Yoksa beni yanına al.

Allah Teala şöyle vahyetti
: İzzetim hakkı için! Şehirlere geri dö­nüp insanlar arasında yaşamaya başlayıncaya kadar sana rızık vermeyeceğim! Bu emir üzerine tekrar şehire döndüm ve halkın içinde yaşamaya başladım. Biri ekmek, biri katık, başka biri içecek getirdi. Gelen rızıkları yiyip içtikten sonra içimden şöyle bir ses işittim: Dünya hakkındaki zühdün sebebiyle Benim hikmetimin kaybolmasına yol açacaktın. Kulumu, diğer kullarımın eliyle besle­memin kudret elimle beslememden daha sevimli olduğunu bilmez misin?

Kendini Allah Teala´ya adamış arif kullardan biri şöyle demiş­tir:
İyi bir zanaatım vardı. Bu zanaatımın terkedilmesi istendi. Bu­nun üzerine kalbimden nasıl geçineceğim sorusu geçti. Bunun üze­rine içimden şöyle bir ses geldi: Kendini Bana adadığını gormüyorum. Nasıl olur da rızkın hususunda Beni töhmet altında bırakır­sın? Dostlarımdan birini hizmetine vermek veya düşmanlarımdan birmünafiğı geçiminize tahsis etmek düşer!

Seleften bir zat şöyle bir bilgi nakletmiştir: Allah Teala dünya­ya vahyederek şöyle buyurmuştu: Bana hizmet edenlere hizmet et ve bu hizmetinle yorul!

Kabe´ye komşu olanlardan bir zat şunu anlatmıştır:
  Allâh  yo-lunda infak için ayırdığım birkaç dirhemim vardı. Bir gece zifiri ka­ranlıkta Kabe´yi tavaf eden bir fakir gördüm. Davranışı güzel, va­karlı biri idi. O tavaf ederken ben de ayak izlerini takip ediyordum. Hissedemeyeceği şekilde arkasından yürüyordum. Yedi tavafını bi­tirdikten sonra Kabe kapısı ile Hacer-i Esved´in arasında durdu.

Gizli bir sesle dua ediyordu. Sesini işitmek için kulak verdiğim­de şöyle dediğini duydum: Gördüğün gibi açım, gördüğün gibi çıp­lağım, ey gördüğünü gören, ey Gören fakat Görülmeyen! Dikkatli­ce baktığımda üzerindeki elbisenin çok eski olduğunu ve vücudunu zor örttüğünü gördüm. Sadaka için ayırdığım dirhemlerin, bundan daha iyisine verilemeyeceğini düşündüm. Arkasından gittiğimde Zemzem kuyusunun üstündeki kubbenin bir kenarında tavaf na­mazı kıldığını gördüm.

Hemen eve gittim ve parayı aldım. O zatı bulup paraları kendi­sine verdim ve şöyle dedim: Allah size şu mukaddes mekanda ve bu güzel halde merhamet buyurdu. Bunları alın ve ihtiyaçlarınız için kullanın. Parayı izannm cebine bıraktığımda, cebi delik olduğu için paralar yere saçıldı. Onlara baktı ve sadece beş dirhem aldık­tan sonra şöyle dedi: Dört dirheme iki izar alırım, bir dirhemi ile de üç gün geçinirim. Kalanına ihtiyacım olmaz.

Ertesi gece baktığımda yeni izan ile tavaf ettiğini gördüm. Ken­di kendime onun durumunu düşünürken elimi kavradı ve bana ye­di kez tavaf ettirdi. Ayaklarımızın altında yeryüzünün en değerli madenleri, altın, gümüş, elmas ve yakutlar kaynıyordu. İçlerinde insanlar tarafından henüz bilinmeyen taşlar bile vardı. Sonra ba­na şöyle dedi: Bunların tamamı bize verildi, ama biz zühdü tercih ettik. Halkın elinden almak bizim için daha sevimlidir. Çünkü Al­lah Teala için daha sevimli ve bizim için de istemek bakımından daha kolaydır. Ayağımızın altındakiler ise ağırlık ve fitneden başka bir şey değildir. Anlayış sahibi kullar için bunda bir çok rahmet ve^ıimetler gizlidir.

Konuyla ilgili bir rivayette de şöyle denilmiştir: Beldeler, Al­lah´ın beldeleri, insanlar O´nun kullarıdır. Rızkınızı nerede bulur­sanız orada oturun ve Allah´a hamdedin!

İbni Abbas´ın (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: İnsanlar, rızık ve ecel dışında farkıl farklı düşünürler. Buna rağmen Allah´tan baş­ka Rızık Veren (=er-Râzık) ve O´ndan başka Can Alan (=el-Mümît) bulunmadığı hususunda hemfikirdirler. Yine onun şöyle dediği riva­yet edilmiştir: Allah Teala nzıkları yarattığı zaman rüzgarlara, on­ları parçalara ayırmalarını ve her memlekete payına düşeni götür­melerini emir buyurmuştur. Sonra da bu nzıkları insanlar arasında taksim etmiştir. Kiminin nzkı yüzbin, kiminin onbin, kiminin yüz, kiminin de bir noktaya yerleştirilmiş, kiminin de yok denecek kadar az kılınmıştır. İnsanlar arasından bazılarının nzkı da evinin kapı­sına bırakılmıştır. Sabah çıkıp akşam girdikçe onu bulur. Her kul, kendi için kısmet edilen nzkın peşinde koşar ve onu elde eder. Rız­kı sona erdiğinde ölüm meleği gelerek canını teslim alır.

Kul ana karnında yaratılıp ortaya çıktıktan sonra nzkı asla ke­silmez. Ana karnında iken aldığı gıda, hayız kanından süzülüp çıka-nlan bir besindir. Vücudu bu şekilde hayat bulur. Midesi, bir kor­donla ana karnına bağlanır ve bununla hayatiyetini devam ettirir. Allah Teala yeryüzüne çıkması için izin verdiğinde, meleği ona gön­derir ve meleğe anne ile yavru arasındaki kordonu kesmesini emre­der. Dünya hayatına çıktığında ise nzkını dünyadan sağlar. Dünya­dan aynlırken de, oradaki son nzkı, ahiretteki nzkının başı olur.

Kulun ahiretteki nzkı ise, Berzah aleminden olur. Bu alemdeki beslenme de, farklı şekillerde olmasına karşın dünyadaki gibi olur. Ardından Kıyamet günü gelir. Oradaki nzkı da, beklediği mevkiye göre belirlenir. Bekleme mevkisinden çıktığında iki yurttan birine, cennete veya cehenneme girer. Böylelikle nzkı da oraya intikal eder. Orada sonsuz bir nzık sözkonusudur.

Kul, bütün bunlan yakini bir iman ile müşahede ettiği zaman, kalbi mutmain olur ve nzık ile ecel onun gözünde eşitlenir. Bu iman sayesinde şunu kafi olarak bilir ki, rızık da ecel de gerekli­dir. Ona düşen ise, kendisiyle ilgili hükümlere riayet etmektir. Butür bir müşahedeye sahip olan kimse, ömrün ne bir saat uzamaya­cağını, ne de bir saat kısalmıyacağmı iyi bilir. Bunu bildiğinde ise, Rabbine ihlas ile amel etmekten başka bir şeyle meşgul olmaz.

Rızık sayısız şekilleri ve vasıtaları olmasına karşın genel olarak iki usul üzerinde şekillenir:
1. Kul, sükunet ve hareketsizliğini mu­hafaza etmesine rağmen rızık onun ayağına gelir. Bu, rızkın kula doğru hareketlendiği türdür. Rızkın bu türü için kulun hareket et­mesi ve onu kovalaması gerekmez. 2. Kul, hareket ve çalışma vası­tasıyla rızkın ardına düşer. Bu da sebep ve vasıtayla ulaşılan rızık türüdür.

Rızkın her iki türünde de rızık ve Rızık Veren aymdır. Hareket edip çalışanın durumuyla hareketsiz kalıp oturanın durumunda rızkın kaynağı olan Hikmet ve Kudret yine aynıdır. Ancak bu iki durumla ilgili hükümler farklıdır. Diğer taraftan eşya da insan açı­sından iki türdür. Biri, insanın emrine verilen türü, diğeri ise insa­nı emri altına alan türüdür.

İnsanın emrine verilen eşya üzerinde tasarrufta bulunurken siz belirleyici olursunuz. Bunlar, size verilmiş nimetler olup bunlar se­bebiyle Rabbinize şükretmeniz gerekir. Bu rızık konusunda bilinen şükür makamıdır. İnsanın, emri altına verildiği şeyler ise ona yö­nelen imtihan ve musibetlerdir. Bunlar için de sabretmek gerekir. Bu da imtihan halinde sabır makamıdır.

Yukarıda anlattıklarımıza hakkıyla şahid olan kimseler, bulun­dukları hali iyi bilir ve hallerinin ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

10 Ocak 2010, 13:36:17
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« Yanıtla #2 : 10 Ocak 2010, 13:36:17 »

Hakikat ehli, bağış alırken ve verirken işte böyle davranırlardı.

Her hangi bir işte çalışmayan kimse, çalışmayı sırf Allah için bı­rakmış olmalıdır. İşsiz oturma halinde de Allah Teala´nm ilgili hü­kümlerini bilmeli, halinin ilminin icaplarını yerine getirmeli ve Müsebbib´e güvenerek işsiz oturuş zamanını en güzel şekilde geçir­melidir. Kişinin, belli bir rızık için çalışmayı her şeyi Bilen Rabbi-ne olan yakini imanı sayesinde terketmesi ancak bu şartlarda he­lal olabilir.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Sadece sana takdir edilmiş rız­kını yediğini ve bunun için Rabbinden başkasına şükretmemen ge­rektiğini bilmeyen kimselerin yemeğini yeme! Adamın biri Şakik el-Belhi´yi (ra) elli arkadaşıyla birlikte yemeğe davet etmişti. Sofra çok mükellefti ve hiç bir şey esirgenmemişti. Şakik ve arkadaşları sofraya oturduklarında Şakik dostlarına şöyle dedi: Bu adam şöyle düşünüyor: Böyle bir sofra hazırlattığımı görmek istemeyen ve bu yemekleri kendisine benim sunduğumu itiraf etmeyen kimseye ye­meklerim haram olsun! Bu sözü üzerine hep birden ayağa kalktılar ve yemeğe el sürmeden oradan ayrıldılar.

Davet sahibi Şakik´e yetişerek, *O kadar da ileri gitmemiştim, Allah size merhamet buyursun!´ deyince Şakik şöyle dedi: Buraya gelerek sırf dostlarımın imanlarını denemek istemiştim. Gördüm ki şu genç dışında hiç biri yemeğin nasıl yapıldığına ve kendilerine neyin sunulduğuna bakmıyorlar!

Musa peygamberle (as) ilgili olarak şöyle bîr rivayette bulunul­muştur: Musa (as) Rabbine şöyle demişti: Ey Rabbim! Rızkımı böy­le İsrail oğullarının elinden mi kıldın? Hep bu şekilde öğle yemeği­ni birinin evinde, akşam yemeğini başka birinin evinde mi yiyece­ğim? Bunun üzerine Allah Teala ona şöyle vahyetti: Dostlarıma bu­nu takdir ederim. Onların rızıkJarım, kullarım arasındaki talepkâr olanların ellerinden verdirerek sevap kazanmalarını isterim.

Oturan bir alim, çahşan bir cahilden daha hayırlıdır. Rızık için çalışan alim, oturan cahilden daha üstündür. İradesinin kuvvetisayesinde çalışan kimse, çalışmayı bırakmış zayıf iradeliden daha faziletlidir.

Allah Teala, bağış almayı hakedenleri altı zümreye ayırmış ve bunları şu üç ayet-i kerimede zikretmiştir:


1. Sadakalar, ancak fakirler, miskinler... içindir". (Tevbe/60)

2. Onların mallarında isteyen ve mahrum bırakılmış olan için bir hak mevcuttur". (Zariyat/19)

3. O mallardan yeyin, kanaat sahibine ve sormadan alana yedi-rin". (Hac/36)

Bilinen bir ticareti ve geçim vasıtası olmayan kimse, bu ayetle­rin kapsamına en kolay giren ve bağış verilmeye en fazla ihtiyacı olan kimsedir. Bunun dışında belli bir geçim imkanı olan kimse, harcamalarının çokluğu veya ailesinin geçimi için ondan daha faz­lasına ihtiyaç duyabilir. Böyle biri de, taşıdığı özellikler bakımın­dan bu zümreler arasına dahi olabilir.

Ibni Abbas (ra) ilk ayetin tefsiriyle ilgili olarak şöyle demiştir: Bu ayet, Suffe ashabı ve Kıyamet´e dek onlar hükmünde yaşayacak olanlar hakkında nazil olmuştur. Suffe ashabı, dörtyüz elli erkek­ten oluşmaktaydı. Ensar ve muhacirlerin aksine Medine´de aileleri ve malları yoktu. Bunlar, kabile bağı olmayan kimselerdi. Allah Re­sulü (sav) kendilerini Mescidin sofasına yerleştirmiş, Allah Teala da rızıklarmı belli yollarla takdir etmişti.

Bu altı zümre dışında bağış alabilecek yedinci bir zümre daha vardır. Bunlar, en güzel sıfatlarla anılmış, takva sahiplerine bunla­ra verdiklerine karşılık büyük sevaplar vaadedilmiştir. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: vE iman edenler! Kazandığını­zın temizlerinden mfakta bulunun". (Bakara/267) Başka bir ayet-i kerime ise şöyledir: "Hayır adına her harcadığınız size verilir". (Ba­kara/272) Bu ayet, O´nun şu ayetiyle bitişik ve ilintilidir: "Bu yar­dımlar, kendilerini Allah yoluna adayan fakirler içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşma imkanı bulamazlar". (Bakara/273)

Allah Teala, yedinci zümrede yer alan bu fakirleri, Kendi yoluna adanmışlıkla tavsif etmektedir. Onlar, dünyadan ve dünya ehlin­den iyice kopmuş kimseler olup ehli dünyanın çevresine üşüşmez­ler. Bulundukları hal, tam bir zühddür. Onların sıfatlarını bilme­yen kimse, katıksız cahildir.

Bu son zümre, bağışı hakeden zümreler içinde en üstte yeralan zümredir. Hatta Allah Teala müminlere onlara infakta bulunmala­rını bizzat emretmiş ve kazandıklarının temizlerini onlara verme­lerini tavziye etmiştir. Allah Teala, yüce kitabında ancak sevdiği kullarını tavsif etmiştir. Bir kulunu her hangi bir sıfatla övdüğü ve ona senada bulunduğu zaman, ona karşı muhabbeti kesinleşmiş olur. O´nun tavsifi, muhabbetinin delilidir. Muhabbeti de, büyük lütfa delalet eder. Nitekim şu ayet-i kerimede bunu görmekteyiz: "Bu Allah´ın lütfudur, onu dilediğine verir". (Maide/54)

Sufilerden bir zat, Allah Resulü´nün (sav) "Verenin eli üstte, ve­rilenin eli alttadır"[84] hadisini açıklama mahiyetinde şöyle demiştir: Burada Veren´ fakir, Verilen´ ise zengindir. Buradan çıkartılması gereken asıl mana şudur: Bağışta bulunma ve verme fiili, hakikati bakımından ahiret nasiplerinden biridir. Bağışın, ahiret rızkından verilmesi, hakikatte verenin ´fakirverilenin ise ´zengin´ olmasını gerektirmektedir. Netice itibarıyla fakir Veren´, zengin ise Verilen´ olmaktadır.

Bu görüşe delil olarak şu iki rivayet de zikredilebilir: Allah Re­sulü (sav) buyurdu ki: "Sadaka, isteyenin eline gelmeden önce Al­lah Teala´nın eline gelir. Onu, istek sahibinin eline koyan Allah Te­alidir". Buna göre, fakirin eli üstteki olmaktadır, ikinci hadis ise şudur: "Allah´ın eli en üsttedir, verenin eli ortancadır". Bu hadis de hakiki ´veren´in fakir olduğunu teyid etmektedir. Allah Teala´nın eli, onun elinin üstündeki eldir, çünkü bağışı fakirin eline koyan O´dur. Böylelikle fakirin eli, ortanca el olmaktadır.

Konuyla ilgili olarak şöyle de denebilir:
Ellerin sıralaması, şu ayet-i kerime ile yapılmıştır: "Allah´ın eli onların ellerinin üstünde­dir". (Fetih/10) Buna göre Allah´ın eli en üstte, verenin eli ortada, verilenin eli de alttadır. Veren, zengin olmalıdır. Çünkü bağış, üst­teki gibi bir sıralamaya bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu du­rumda şöyle denilebilir: Allah Teala´nın eli, her ikisinin elinin de üstündedir. Dolayısıyla O´nun elini bu sıralamaya sokmak müm­kün değildir. O´nun eli tartışmasız hepsinin üstündedir. O da bunu beyan ederek "Allah´ın eli onların ellerinin üstündedir" (Fetih/10) buyurmuştur.

Bu ayetten anladığımız, insanların ellerinin birbirlerinin üstün­de olduğudur. Allah Teala, buna işaret ettikten sonra Kendi elinin hepsinin üstünde olduğunu bildirmiştir. Çünkü O, her ikisine de İlk Veren´dir. Verme bakımından O´ndan daha önce bir İlk yoktur. Aynı şekilde verme makamında da O´nun elinin üstünde bir el yok­tur. Burada tartışılan sıralama, zengin ile fakirin elleri arasındaki sıralamadır. Allah Teala´nm elinden hemen sonra veren el, hangi­sinin elidir?

Bize göre hakiki anlamda verilen, baki ve devamlı olandır. Veri­len şey, fani ve kaybolup gidici olmamalıdır. Bu da ancak, baki olan ahiret mülkünden verilen bir bağış olabilir. Buna göre ´veren´, ta­raf, fakir olmaktadır. Zengin, fakire dünyada sahip olduğu fani şey­lerden bir kısmını vermektedir. Fakir ise, bağışını almak suretiyle ebedi olarak kalacağı ahiret mülkünden bir şey vermektedir. Zen­gin, fakire şefkat göstererek fani dünya mülkünden bir şeyler ver­mektedir. Halbuki dünya ´lâ şey´=Hiçbir şey* olarak vasfedilmiştir. Ondan ne verilebilir ki?

Allah Teala´nın elinin; onların ellerinin üstünde olmasına gelin­ce, gerçekten de O´nun eli her şeyi ilk verendir. Çünkü O´nun eli, üstün de, altın da üstündedir. O´nun için ´üst veya ´alt* gibi sıfatlar kullanılamaz. O´nun yüce sıfatları, beşerin düşük nitelemelerinden çok uzaktır. O, kıyas ve teşbihe tabi kılınamaz.

Dostlarımızdan biri, kendi şeyhiyle ilgili şöyle bir hadise anlat­mıştı
: Ebu Hasan en-Nuri´yi şehrin bir yerinde elini açmış insan­lardan dilenirken gördüm. Bu bana çok dokundu ve kendi kendime bu davranışı çirkin gördüm. Cüneyd´in (ra) yanına gittiğimde bunu haber verdim. Bana şöyle dedi:

Bu sana dokunmasın. Çünkü onun istemesi, insanlann ahiret sevabı kazanmaları ve kendisinin zarar görmeyeceği şekilde ecir-lenmelerini sağlamaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Şimdi bana bir terazi getirin.

Ardından teraziye yüz dirhem koydu ve onları tarttıktan sonra keseye yerleştirdi ve bir avuç dirhemi de tartmadan attı. Bana, ´Bunu Ebu Hasan en-Nuri´ye götür!´ dedi.

Kendi kendime, bir şeyin ancak miktarını bilmek için tartıldığı-nı, oysa Cüneyd´in (ra) bir avuç daha atarak karıştırdığını ve bu yüzden de miktarın belirsiz hale geldiğini düşünüyordum. Kesede kaç gram dirhem olduğu belli değildi. Sebebini sormaktan haya et­tim. Keseyi Ebu Hasan´a götürdüm. O da, Cüneyd gibi ´Terazi geti­rin´ dedi. Ardından yüz dirhemi tartıp ayırdı ve´Bunlan geri götür ve ona şöyle dediğimi ilet: Özellikle senden hiç bir bağış kabul et­meyeceğim.´ Bunu söyledikten sonra kalan dirhemleri aldı.

Bu davranış, şaşkınlığımı daha da arttırdı ve kendisine ´Niçin böyle yaptınız?´ diye sordum. Şöyle karşılık verdi: Cüneyd, hikmet sahibi bir zattır. İpi iki taraftan da tutmak istiyor! O, şu yüz dirhe­mi kendisi için ahireti sevabı olması niyetiyle tarttı. Üzerine...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

21 Mart 2016, 21:05:39
Selma 8
Öğrenci Grubu
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 1.284



« Yanıtla #3 : 21 Mart 2016, 21:05:39 »

Bismillah
Paylaşım için Allah razı olsun
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

TESETTÜR TARZ DEĞİL FARZ
24 Mart 2016, 17:09:15
sultan aktay
Öğrenci Grubu
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 417


« Yanıtla #4 : 24 Mart 2016, 17:09:15 »

paylaşım için allah razı olsun
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: [1] 2 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes