๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kutul Kulub => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 29 Aralık 2009, 18:32:42



Konu Başlığı: Dünya Alimlerinin Arasındaki Farklar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Aralık 2009, 18:32:42
Dünya Alimleri İle Ahiret Alimleri Arasındaki Farklar Ve Şer Ulemasının Zemmedilişi
Şer alimleri ilimlerini kullanarak dünya nimetlerini elde etmeye çalışırlar. Alimler ilmi, Allah Teala´yı bilme (İlmullah) ile Allah Teala´nm emrini bilme olarak ikiye taksim etmişlerdir. Onlar bu taksime dayanarak alimleri de ahiret ve dünya alimleri olarak iki zümreye ayırmışlardır.

Süfyan-ı Sevri de (ra) ulemayı üçe ayırmıştır: Allah Teala´yı ve O´nun emirlerini bilen alim ki bu, kâmil alimdir, ikincisi Allah Te­ala´yı bilen alimdir ki bu, korku ve takva ehlinden olan alimdir. Üçüncüsü ise Allah Teala´yı bilmeyip sadece O´nun emirlerini bilen alimdir ki bu da, fâcir alimdir. Denildi ki: Allah Teala için alim olan kimse, ilmiyle amel eden alimdir. Allah Teala´nm günlerini bilen alim ise, korku ve rica ehlinden bir alimdir.

Süfyan-ı Sevri´ye (ra) ilmin ne olduğu sorulmuştu. O da şu ce­vabı verdi: Vera´dır. ´Hangi şeyler vera´dır?´ diye soruldu. O da şöy­le dedi: ´Vera´ın bilinmesini sağlayan ilim talebidir. Vera´, ulema­dan bir topluluğa göre, uzun uzun sükut edilmesi ve az konuşulma-sıdır. Halbuki bu, bizce doğru değildir. Çünkü konuşan alim, susan­dan daha üstündür.

Lokman Hekim´in (as) vasiyetinde şunu görmekteyiz: ilmin üç alameti vardır: Allah´ı bilmek, Allah Teala´nm sevdiklerini bilmek ve O´nun çirkin gördüklerini bilmek. Lokman (as), bu üç hususu il­min hakiki çehresi ve mevcudiyet delili saymıştır.

Ahiret uleması ile dünya uleması arasındaki farkı şöyle anlaya­bilirsiniz: İlim sahibi bir alim, onu tanımayan biri tarafından gö­rüldüğü zaman, onun üzerinde ilmine delalet edecek bir alamet gö­rerek onun alim olduğunu anlayamazsa bu zat Allah Teala´yı bilen alimlerdendir. Böyle alimler, ancak simalarındaki huşu, sükunet, tevazu ve zilletten tanınırlar. Bu; Allah Teala´nm velilerine vurdu­ğu boya, onlara giydirdiği elbisedir. "Allah´ın boyasından daha gü­zel kimin boyası vardır?". (Bakara/138) Onların bu meyandaki mi­sali, zanaatkarlar gibidir. Bir zanaatkar, yolda yürüdüğü vakit za-naatıyla tanınır. Çünkü zanaatın eserleri onun üzerinde bariz ola­rak görülür. Zanaatı, şüpheye mahal bırakmayacak şekilde üzerin­de taşıdığı bir sıfat ve elbise halini almıştır. O zanaat zanaatkarın siması olmuştur.

Allah Teala´nm bir kula giydirdiği elbiseler arasında sükunet içindeki huşudan daha güzel bir giysi olabilir mi? Bu, peygamber­lerin giysisi, sıddıkların ve alimlerin simasıdır.

Kalp ehli, Allah Teala´nm sevdiği şeylerin en küçük olanlarını, O´nun çirkin gördüğü şeylerin en gizlilerini herkesten daha iyi bilir. Bunlar, Allah Teala´yı hakkıyla bilen ve O´nu fıkheden kimselerdfr. Sehl (ra) şöyle derdi: Alimler üçe ayrılır: Allah Teala´yı bilen; Al­lah Teala için bilen ve Allah Teala´nm hükmünü bilenler. O, Allah Teala´yı bilen ile, yakin sahibi arif kimseyi; Allah Teala için bilen ile, ihlas ilmini, halleri ve muameleleri bilen kimseyi; Allah Tea­la´nm hükmünü bilen ile de; helal ve haram ilminin tafsilatını bi­len kimseyi murad etmekteydi. Bu tefsirimiz, Sehl´in (ra) sözünün manalarını ve görüşlerini bilmemizden kaynaklanmaktadır.

Yine Sehl (ra) başka bir münasebette daha sade bir ifade kulla­narak şöyle demiştir: Allah Teala´nm günlerini ve emirlerini değil bizzat O´nu bilenler var ya işte onlar müminlerdir. Allah Teala´nm emirlerini bilip O´nun günlerim bilmeyenlere gelince onlar da, he-lal-haram bahislerinde fetva verenlerdir. Allah Teala´yı ve O´nun günlerini bilen alimlere gelince, bunlar sıddıklardır. Sehl ´Allah Te­ala´nm günleri´ ifadesiyle O´nun batini nimetlerini ve görünmez ce­zalarını kasdetmektedir. Sehl (ra) bu sözünün ardından şöyle bir söz de söylemiştir: Alimler dışında bütün insanlar ölüdür. Korkan­lar dışında bütün alimler ölüdür. Sevenler dışında bütün korkanlar

oturmaktan menedişine yönelik imalarıyla, onları ahiret yolların­dan saptırması zor da olsa anlaşılacaktır. Çünkü böyle kimseler, is-teseyerek ya da istemeyerek dünya sevgisine ve nevalarının baskı­sına teslim olmuşlardır.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: ´Allah Teala mütevazı alimi se­verken, azgın ve zorba alimlere buğzeder. Allah Teala, kendisi için tevazu göstereni hikmetine varis kılar. İbni Mesud´un (ra) rivayet ettiği bir hadiste Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala yağ bağlamış bilgine buğzeder".

Allah Resulü (sav), Yahudi din bilginlerinden biri olan Malik b. Sayfa şöyle buyurmuştur: "Senden Allah Teala´nın hakkı için rica ediyorum: Allah Teala´nın Musa´ya (as) indirdiği kitapta O´nun yağ bağlamış bilgine buğzettiğine dair bir nas görmedin mi? İbni Sayf, yağlı bir bünyeye sahipti. Bu yüzden Allah Resulü´nün (sav) sözü­ne kızdı ve şöyle dedi: Allah Teala hiç kimseye içinde böyle bir ayet bulunan bir kitap indirmemiştir. Bu da onun "De ki: Musa´nın in­sanlar için nur olarak getirdiği kitabı kim indirdi?" (En´am/91) aye­ti karşısındaki şaşkınlık ve çaresizliğini göstermekteydi. Arkadaş­ları kendisine şöyle dediler: Vay canına, sen ne diyorsun? Böyle de­mekle Musa´nın kitabını inkar etmiş oluyorsun. O da kendini mü­dafaa etmek için şöyle dedi: O, benimle münakaşayı uzatacağı için böyle dedim".

İlim ehli arasında şöyle denir: Allah Teala hiç kimseye bir ilim vermemiştir ki onunla beraber kendisine hilim, tevazu, güzel ahlak ve yumuşaklık vermemiş olsun. İşte bunlar, faydalı ilmin alametle­ridir. Bu manada şöyle bir hadis de rivayet edilmiştir: "Allah Tea­la´nın zühd, tevazu ve güzel ahlak nasip ettiği kimse, müttakilerin imamıdır".

Hasan el-Basri de (ra) şöyle derdi: Hilim, ilmin veziri, yumu-şakbaşlılık onun babası, tevazu ise sırdaşıdır. Davud´dan (as) riva­yet edilen haberlerden birinde şöyle dediği rivayet edilmiştir: ´Al­lah Teala bana şöyle nida etti: Ey Davud! Benden dünyanın sarhoş ettiği bir alim isteme. Yoksa seni muhabbetimin yolundan saptırır. Böyle alimler, Beni murad eden kullarımın yollarını kesen yol ke­sicilerdir. Ey Davud, şehvetini muhabbetime tercih eden bir alime reva göreceğim azabın en hafifi, onu Bana münacaatm lezzetinden mahrum etmenidir. Ey Davud, Bana talip olan birini gördüğünde onun hizmetkarı ol. Ey Davud, kim Bana kaçarak dönerse onu da katımda mütehassıs alim olarak yazarım. Katımda mütehassıs alim olarak yazdığımı kimseye de asla azap etmem´.

Bu meyanda İsa Peygamberden de (as) şöyle bir söz rivayet edilmiştir: ´Şer alimleri, nehrin ağzına düşmüş kaya gibidir. Ne kendisi su içer, ne de ekinlerin suya kavuşmalarına izin verir. Dün­ya alimleri de böyledir. Ahiret yolunun üzerine oturan bu kimseler, ne kendileri dinin hükümlerini tatbik eder, ne de diğer insanların Allah Teala´ya giden yola girmelerine müsaade ederler. Yine o şöy­le demiştir: ´Şer uleması, samandan yapılmış sopaya benzer. Dış görüntüsü güzel, içi ise bozuktur. Onlar yüksek yapılı mezarlara da benzerler. Bu kabirlerin dışları mamure, içleri ise ölülerin kemik­lerinden ibarettir´.

Bişr b. el-Hars (ra) şöyle derdi: ´Ulema arasında önder olmak is­teyip de Allah Teala´ya O´nu buğzettirecek şeylerle yaklaşan kimse, göklerde ve yerde Allah Teala´nın öfkesine maruz kalan kimsedir5. Evza´i de (ra) Bilal b. Sa´d´m şöyle dediğini rivayet etmiştir ´Sizden biri zabıta amirine ve onun yardımcılarına baktığı zaman onun ha­linden Allah´a sığınıp ona karşı öfkeyle dolar. Dünya alimine baktı­ğında ise, onun halka karşı yapmacık hareketlerde bulunduğunu, hırs ve önderlik peşinde koştuğunu görür. Buna rağmen ona karşı öfke duymaz. Halbuki bu alim, öfke duyulmaya o zabıta amirinden daha fazla layıktır

Ebu Muhammed şöyle derdi: ´Din ve dünya ile ilgili hiçbir işini­zi ulemaya danışmadan kesinleştirmeyin. Kendisine şöyle dediler: Ey Eba Muhammed, ulema kimlerdir? Dedi ki: Ahireti dünyaya, Allah Teala´yı nefslerine tercih edenlerdir Ömer (ra), vasiyetinde şöyle demiştir: ´İşlerini, Allah korkusu taşıyanlarla istişare et´.

İsrailiyat kaynaklı haberler arasında şöyle bir hadise nakledil­miştir: ´Hikmet ehlinden bir zat, hikmet hakkında üçyüz altmış ki­tap tasnif etmiş ve Hakem olarak nitelenmeye başlamıştı. Allah Te­ala o kavmin peygamberine vahyederek şöyle buyurdu: Falancaya de ki: Sen yeryüzünü nifakla doldurdun ve bunlardan hiçbirinde Allah´ın rızasını murad etmedin. Allah da senin nifakındn hiçbir Şeyi kabul etmeyecektir. Peygamber bunu o zata anlatınca, huzurunda yere yıkıldı. Çok kederlendi ve bu halini bırakarak halkın arasına karıştı. Pazarlarda dolaştı. İsrailoğullarma karşı zayıf düş­tü, kendine karşı da tevazu sahibi oldu. Allah Teala bir zaman son­ra aynı peygamberine şöyle vahyetti: O şahsa de ki: Artık Allah Te-ala´nın rızasına nail oldun´.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: İlim ehli iki sınıftır: Avam ali­mi ve Havas alimi. Avam alimi, helal-haram bahislerinde fetva ve­ren kimsedir. Bu gibiler, köşk halkındandır. Havas alimi ise, Tev-hid ve marifet ilimlerini bilen kimsedir. O da, münzevi halde yaşa­yan tekke sakinlerindendir´. Alimler şöyle derlerdi: Ahmed b. Han-bel (ra) herkesin bildiği Dicle nehrine benzer. Bişr b. el-Hars fra) ise, üzeri örtülü bir tatlı su kuyusuna benzer. Ona ancak birer bi­rer yaklaşılır.

Hammad b. Zeyd şunu nakletmiştir: ´Eyyub´a şu soru sorulmuş­tu: İlim, bugün mü fazladır, yoksa geçmişte mi? Şu cevabı verdi: Geçmişte ilim daha fazlaydı. Bugün ise, konuşma daha fazladır5. Eyyub, bu sözüyle ilmi konuşmadan ayırdetmiştir. Selef bu ayrımı yaparak şöyle derdi: ´Falan alimdir, falan da kelamcı yani konuş­macıdır. Falan ilimce fazladır, falan da konuşma bakımından fazla­dır.

Ebu Süleyman Darani şöyle derdi: ´Marifet, konuşmadan çok sükuta daha yakındır´. Ariflerden bir zat da şöyle demiştir: ´İlim iki kısma ayrılır: Onun yansı sükut, yarısı da nerede sükut edeceğini­zi bümemzdir\ Başka biri de bu taksime şunu ilave etmiştir: ´İlmin yarısı vecd, diğer yarısı da nazar, yani tefekkür ve ibret almadır´.

Süfyan-ı Sevri´ye fra) kimin alim olduğu sorulmuştu. Şöyle ce­vap verdi: ´İlmi yerli yerine oturtan ve herşeye hakkını veren kim-sedir\ Hikmet ehlinden bir zat da şöyle demiştir: ´İlim arttığı za­man kelam azalır1. İbrahim Havvas (ra) şöyle derdi: ´Sufi, ilim ba­kımından arttıkça toprak kaynaklı tabiatı zayıflar*. Yine o şöyle de­miştir: ´Şeyhlerimizden biri şunu söylemişti: Cüneyd-i Bağdadi´ye dedim ki: Ey Eba Kasım, dil kalpsiz olur mu? ´Çok´ dedi. ´Peki kalp dilsiz olur mu?´ dediğimde şu cevabı verdi: ´Evet, ama kalpsiz dil, kul için bir imtihan ve bela iken dilsiz kalp onun için bir nimettir ´Peki her ikisi de beraber olduğunda ne olur?´ dediğimde şöyle kar­şılık verdi: ´İşte bu, tereyağıyla bal gibidir

Süfyan-ı Sevri (ra) Malik b. Muğavvel´den maktu´ olarak şu ha­disi nakletmiştir:

"Denildi ki: Ey Allah Resulü, amellerin en faziletlisi hangisidir?

Buyurdu ki: Haramlardan kaçınmak ve dilinin Allah´ın zikriyle devamlı yaş kalmasıdır.

Denildi ki: Ey Allah Resulü, arkadaşların en hayırlısı kimdir?

Buyurdu ki: Öyle bir arkadaştır ki; Allah´ın emrini hatırladığın­da onu yapman için sana yardım eder, unuttuğunda ise sana onu hatırlatır.

Denildi ki: Ey Allah Resulü, arkadaşların en kötüsü hangisidir?

Şöyle buyurdu: Öyle bir arkadaştır ki; sen sükut ettiğinde sana hatırlatmaz, hatırladığın zaman da sana yardım etmez.

Denildi ki: İnsanların en bilgilisi kimdir?

Buyurdu ki: Allah Teala´dan en fazla korkanlarıdır.

Denildi ki: Ey Allah Resulü, bize aynı meclisi paylaşacağımız kimselerin en hayırlılarını bildir.

Buyurdu ki: Görüldükleri zaman Allah Teala´yı zikredenlerdir.

Denildi ki: Ey Allah Resulü, insanların en kötüleri kimlerdir?

Buyurdu ki: Allahım mağfiret et.

Dediler ki: Ey Allah Resulü, bize onları bildir.

Buyurdu ki: Bozulmuş alimlerdir".

Ali (kv), rey ve hevalfarma dayanarak konuşan dünya alimlerini oldukça ilginç bir şekilde tavsif etmiştir. Bu haber, Halid b. Talik-babası-dedesi-İmran b. Husayn (ra) senediyle rivayet edilmiştir:

İmran (ra) şöyle dedi: Ali b. Ebi Talib (kv) bize hitab ederek de­di ki: ´Zimmetim rehin olsun ve kefil olurum ki takva üzere olan hiçbir kavmin ekinleri kuramaz ve hidayet üzere olan hiçbir asim ihtirası azmaz.

İnsanların en cahili, kendini bilmeyendir. Kişiye cehalet olarak, kendini bilmemesi yeter. Halk arasında Allah Teala´mn buğzuna en fazla müstehak olan; ilim devşirdikten sonra düzenin gıyabmdaki hakikatları görmeksizin fitnenin karanlıklarına saldıran kimsedir. Benzer insanlar ve düşük seciyeli kimseler böyle birini ´alim´ olarak isimlendirebilir. Halbuki o bir gün bile ilmiyle hücum edememiştir.

O kendi ilmini çok görür. Ama onun ilminden az olan kısım, çok olan kısmından daha hayırlıdır. Çünkü o, bozuk bir sudan içmiş ve gereksiz olan şeylere kafasında fazla yer vermiştir. İnsanlar için fetva vermek üzere oturduğu zaman onları, başkalarına şüpheli ge­len meselelerden kurtarmaya çalışır.

Müphem meselelerden biriyle karşılaştığında zayıf görüşüyle derhal ona atılır. O, Örümceğin ağandaki gibi şüpheleri, kati gören, hata mı yoksa isabet mi ettiğini bilmeyen biridir.

O, cahilliklerini birbiri üstüne yığan, karanlıklarda sağa sola çarparak gitmekten vazgeçmeyen biridir. Bilmediği hususlarda özür dileyerek teslim olma faziletini gösteremez. İlme azı dişiyle sahip çıkarak onu ganimet bilmez. Kan sahipleri onun yüzünden ağlarken, mirasçılar da haksızlıklarından dolayı çığlığa boğulurlar.

Onun verdiği hükümle haram olan şeyler helal görülür. Allah Teala da kendisine mühlet verir. Bu kimse, dünya hayatında göz­yaşı ve hıçkırıklara boğulan o kimselerin öldürmelerine dahi layık değildir..´

Ali (kv), Küheyl b. Ziyad tarafından rivayet edilen bir haberde, ahiret alimlerini de vasfetmiş ve şöyle demiştir:

´İnsanlar üç sınıftır: Rabbani alim; yani Allah Teala´nm rububi-yetini bilen kimsedir. -Bu yüzden de Rab Teala´ya nisbet edilmiştir-. Allah Teala da, bir ayet-i kerimesinde onları böyle isimlendirmiş­tir: "Kitab´ı öğretmekte olduğunuz için Rabbaniler olun". (Al-i İm-ran/79) Allah Teala´nm Kitabı´nı öğreten ve onunla ders yapan kim­seler ´Rabbani´ olarak anılmıştır. Rabbani alim; ilim ile ameli cerae-den alimdir. ´Rabbani alim´, işte bu şekilde ilim ve amel sahibi ola­rak insanlara hayır öğretenlere, denir.

Ali (kv) dedi ki: ´İşte bu, semavat mülkünde ´Azim´ olarak adlan­dırılan alimdir".

Allah Teala da onların öncülüğünü beyan ederek şöyle buyur­muştur: "Hiç olmazsa onların Rabbanileri ve din bilginleri onları ... alıkoysalardı ya". (Maide/63) Allah Teala, bu ayetinde, Rabbanileri, Kitab alimleri olan ´Ahbar´m önüne geçirmiştir.

Mücahid´den de bu manada bir görüş rivayet ettik: ´Rabbaniler, Ahbar´ın bir derece üstündedirler´. Başka bir alim de şöyle demiş­tir: ´Ahbar, Ruhban´m bir derece üzerindedir´. Bu söz ile kasdedilen, kalp alimlerinin dil alimlerinden üstün oluşudur. Kitab alimleri de, abidlerden bir derece üstündür.

Allah Teala, kendisine yardım etmeleri ve uğrunda sabretmele­ri noktasında onları Peygamberleriyle bir tutmuş ve şöyle buyur­muştur: "Nice peygamberler gelip geçti ki beraberlerinde Allah´a kulluk vazifesine son derece bağlı birçok Rabbaniler harp ettiler". (Al-i İmran/146) Allah Teala ayetin devamında da bu kimseleri O´nun emrinde sebatkarlık, dininde metanet ve hükmünde sabır ile tavsif etmektedir: "Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeyip zaaf göstermediler. Miskinlik edip düşmana boyun da eğ­mediler. Allah, hiç şüphesiz sabır ve sebat edenleri sever". (Al-i İm­ran/146) Ayette geçen ´Rabbiyyun´ kelimesi, ´Rabbiyy´ kelimesinin çoğulu olup Rabbani manasında olduğu söylenmiştir. ´Rabbiyy´in çoğulu ´Rabbiyyun´ iken ´Rabbani´ kelimesinin çoğulu da ´Rabbaniy-yun´dur.

Allah Resulü de (sav) bu sıralamaya riayet derek şöyle buyur­muştur: "Kıyamet günü önce peygamberler, ardından alimler, ar­dında da şehitler şefaat ederler".[19] Görüldüğü üzre Allah Resulü de (sav) alimleri şehitlerin önüne geçirmiştir. Çünkü alim ümmetin imamıdır. Ona verilen ecir ümmetin ecrinin mislidir. Şehidin ame­li ise, sadece kendinedir.

Başka bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu bildirilmektedir: "Alimin mürekkebi, şehidin kanıyla tartılır". Şe­hidin hallerinin en yükseği döktüğü kandır. Alimin hallerinin en aşağısı ise kullandığı mürekkebidir. Allah Resulü (sav) yukarıdaki hadisinde bu ikisini denk tutmuş ve bu suretle de alimin halini, şe­hidin halinden üstün tutmuştur.

Ali (kv) şöyle derdi: Alim, oruç tutan, gece ibadete kalkan ve Al­lah yolunda cihad edenden daha üstündür. Alim vefat ettiği zaman İslam´da ancak onun halefinin doldurabileceği bir gedik açılır. Bu­nunla ilgili olarak şu mealde müsned bir hadis rivayet edilmiştir: "Alim vefat ettiği zaman İslam´da öyle bir gedik açılır ki geceyi ve gündüzü kaplayan hiçbir şey onu dolduramaz. Dikkat edin bir ka­bilenin ölümü dahi bir alimin vefatından daha hafiftir".

Ali (kv) Küheyl´in rivayet ettiği haberin başka bir yerinde de şöyle demektedir: felah ve kurtuluş yolu üzere ilim öğrenen´. Bununla kasdedilen, müridlik halinde bulunup Allah Teala´yı bilen ulemadan ilim talep eden kimsedir. O bu ilmi, selamete erebilmek gayesiyle hüsn-ü muamele ve ihlas ile talep eder. Talep ettiği ilmin, kendisini dünyada cehaletten, ahirette ise azaptan kurtarmasını niyaz eder.

Ali (kv) sözüne devam ederek şöyle demiştir: ´Ve şaşkın bir sü­rü´. ´Hemec´, bilmediği için ardarda ateşe düşen sinekler manasına gelir. Müfredi ´Hemecetün´dür. İfadede geçen ´Ru´a´ kelimesi ise, ha­fif, akılsız ve şaşkın kimse manasına gelir. Böyleleri, tamahkarlı­ğın kışkırttığı, öfkenin hafiflettiği, Övünmenin azdırdığı ve kibirin böbürlendirdiği kimselerdir. Ali (kv) üstteki ifadeyi söyledikten sonra ağladı ve şöyle dedi: ´ilim de işte bu şekilde hakiki ilim ehli­nin ölümüyle birlikte ölüp gidiyor5. Rabbanileri vasfederken de de­rin bir nefes alarak şöyle dedi: ´Onları -yani Rabbani alimleri- gör­meye Öyle hasretim ki´.

Ali´ye (kv) ait olan bu hitabeyi daha önce tam olarak zikretmiş­tik. Ali´nin (kv) kendilerini özlediğini belirterek gözyaşı döktüğü o kimseler, daha önce Allah Resulü (sav) tarafından da özlenmişler-dir. Allah Resulü (sav) bu hususla ilgili hadisinde şöyle buyurmak­tadır: "Kardeşlerimle buluşmaya öyle hasretim ki. Kardeşlerimi görmeyi ne kadar da isterdim. Onlar sizden sonra gelecek bir top­luluktur". O, bundan sonra kardeşleri olarak zikrettiği kimselerin sıfatlarını anlatmaya başlamıştır.

Onların ´kardeşler1 olarak tavsif edilmelerinin sebebi, kalpleri­nin peygamberlerin kalpleri üzere, ahlaklarının da imanın esasla­rına dayanıyor olmasıydı. Onlar, bu ümmetin abdal zümresidir. Onların sıfatlarıyla ilgili olarak, çok açık hususlar zikredilmiştir. Onlar, üç tabakadırlar: Sıddıklar, şehitler ve salihler. Onlar arasın­da kalpleri İbrahim-i Halil´in (as) kalbi üzere olanlar vardır. Yine onlar arasında kalpleri Musa-i Kelim (as) ve Isa-i Ruh (as) ve Mu-hammed-i Habib´in (sav) kalpleri üzere olanlar vardır. Onlar ara­sında kalpleri, Cebrail, Mikail ve israfil´in (as) kalpleri üzere olan­lar da vardır.

İki kişi arasındaki kardeşlik (=uhuwet), fiil ve ahlaktaki çok yakın benzerlik ve tecanüsten kaynaklanabilir. Nitekim Allah Tea-la şöyle buyurmaktadır: "Nifaklık edenleri görmüyor musun? Kar­deşleri olan inkar edenlere diyorlar ki.." (Haşr/11) Bu iki zümrenin kalplerindeki şüphe ve inkara dair his ve fikirler onların kardeş kı­lınmasına yetmiştir.

Allah Teala başka bir ayet-i kerimesinde de şöyle buyurmuştur: "Saçarak dağıtan, ancak şeytanların kardeşleridir". (İsra/27) Bu kimselerle şeytanlar arasında yaratılışı bakımından hiçbir benzer­lik olmadığı gibi analık-babalık cihetinden de hiçbir bağları yoktur. Çünkü şeytanlar, İblis´in çucuklarıdır. Saçıp dağıtanlar ise, Adem´in (as) çocuklarmdandır. Ama ahlak ve fiilleri noktasında kalpleri benzeşmiştir. Allah Teala da işte bu sebeple bu iki zümre­yi kardeş ilan etmiştir.

Ahiret ulemasından olan bir zatın aklı, kalbinden gelen nurlar­la aydınlanır. Anlayışı, ilim ve müşahedesinin istidlalinden bilgile­nir. Ahlakı, sahip olduğu yakini imanın sıfatlarıyla şekillenir. Gü­cü, yolu ve süluku da, O´nun yolu ve sünneti üzeredir. Böylelikle O´nun kardeşlerinden biri olmuştur. Peygamberlerin kardeşleri de Allah Resulü´nün (sav) görmeyi özlediği kimselerdir.

Onlar, Allah Resulü´nün de (sav) bir hadisinde buyurduğu gibi halk içindeki gariplerdir. O buyurdu ki: "İslam, garip olarak başla­dı ve sonunda tekrar garip olacaktır. Ne mutlu gariplere! Denildi ki: Garipler kimlerdir? Buyurdu ki: İnsanlar bozuldukları zaman İslah edenlerdir". Bu hadisin başka bir lafzında da şu ifade yeral-maktadır: "Onlar, insanların benim sünnetimden ifsad ettiklerini İslah eden, benim sünnetimden öldürdüklerini ihya edenlerdir".[20] Yani onlar, Allah Resulü´nün (sav) insanlar tarafından .bilinmeyen ve terkedilmiş olanı yolunu tekrar ortaya çıkaranlardır.

Allah Resulü (sav) başka bir rivayette de şöyle buyurmaktadır: ´Sünnetime ve sizin bugün üzerinde bulunduğunuz yola sıkı sıkıya sarılanlardır. Bir diğer rivayette ise şu ifade geçmektedir: ´Garip­ler, kötü bir insan topluluğu içinde yaşayan azınlık ve salih kimse­lerdir. Onlara kızanlar, onları sevenlerden çoktur. İşte onlar, Allah Teala´nm kendilerine nimette bulunarak illiyyunun en üst merte­besinde peygamberlere yoldaş kıldığı kimselerdir Onlar, Allah Te­ala tarafından kendilerine lütufta bulunulan peygamberlere refik olacaklardır.

Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle derdi: ´Bir alimin yamndakilerin kalaba­lık olduğunu gördüğünde bil ki o, bir dalkavuktur. Yine o şöyle de­miştir: ´Bir kimsenin çevresi tarafından çok sevilen, komşuları tara­fından çok övülen biri olduğunu gördüğünüzde bilin ki o, riyakârdır

Allah Teala, şer alimlerim ilimlerini kullanarak dünyalık ka­zanmakla suçlarken, ahiret alimlerini de huşu ve zühd sıfatlarıyla zikretmiştir. O, dünya alimlerini vasfederken şöyle buyurmuştur: "Allah, kendilerine kitap verilmiş olanların şöyle ahdini aldı: Mu­hakkak onu insanlara hakkıyla beyan edip anlatasınız ve onu giz-lemeyesiniz. Derken onlar, o kitabı arkalarına attılar. Onu az bir değere değiştiler". (Al-i İmran/187)

Allah Teala, ahiret ulemasını vasfederken de şöyle buyurmuş­tur: "Şüphesiz Kitab ehli içinden öyle kimseler vardır ki, Allah´a iman ettikleri gibi, Allah için hakka boyun eğerek kendilerine indi­rilene de, size indirilene de iman ederler. Allah´ın ayetlerini az bir pahaya satmazlar. İşte onlar, Rableri katında kendileri için müka-faat olanlardır". (Al-i îmran/199)

Dahhak, İbni Abbas (ra) kanalıyla Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bu ümmetin alimleri şu iki kişidir: Bir kişi vardır ki Allah Teala ona ilim vermiş, o da bu ilmi insanla­ra dağıtmıştır. Bunun için onlardan hiçbir şey tar^.ah etmemiş ve onu hiçbir pahaya satmamıştır. îşte bu, gökteki kuşların, sudaki balıkların, karadaki canlıların ve değerli Katib meleklerin kendisi­ne salat ettikleri alimdir. Kıyamet günü, Allah Teala´mn huzuruna peygamberlerin refakatinde şerefli bir efendi sıfatıyla gelir.

Diğer kişi de, Allah Teala´mn dünyada kendisine verdiği ilmi Al­lah´ın kullarından kıskanan bir alimdir. O, bu ilim için onlardan birşeyler tamah eder ve ilmini belli bir pahaya satar. Bu da kıya­met günü ağzına ateşten bir gem vurulmuş olarak gelecektir. Mah-lukatm başında duran biri şöyle nida edecektir: İşte bu, falan oğlu falandır. Allah Teala kendisine bir ilim vermiş, o da bu ilmi Allah´ın kullarından kıskanarak onun için tamahta bulunmuş ve onu bir paha karşılığı satmıştır. Bu alim de bütün insanların hesapları ta­mamlanıncaya kadar azap görecektir".

İlmini kullanarak dünyalık kazananlar hakkında işittiğim en ağır söz, Utbe b. Vakıd tarafından Osman b. Ebi Süleyman´dan rivayet edilen şu haberdir: ´Musa Peygamberin hizmetlisi olarak ça­lışan bir adam vardı. Çok geçmeden ´Musa Neciyyullah bana bildir­di ki... Musa Kelimullah bana nakletti ki..1 demeye başladı. Çok geçmeden zenginleşti ve serveti arttı. Musa Peygamber bir müddet sonra bu adamın izini kaybetti. Adamı merak edip insanlara onu soruyor, fakat izine bir türlü rastlayamıyordu.

Günlerden bir gün, adamın biri elinde siyah bir ipe bağlanmış bir domuzu sürüyerek Musa Peygamberce geldi ve hizmetçisini kas-dederek ´Falanı tanır mısın?´ diye sordu. O da ´Evet´ dedi. Bunun üzerine ´İşte bu domuz odur5 dedi. O zaman Musa (as) Rabbine dua ederek şöyl dedi: Ey Rabbim, bu adamı eski haline döndürmeni ni­yaz ediyorum. Ta ki başına gelenleri kendisine sorabileyim. Allah Teala da ona şöyle vahyetti: Ey Musa, bana Adem´in (as) ettiği du­ayı hatta onun daha fazlasını etsen dahi yine isteğine icabet edecek değilim. Ama sana bu kişiyi niçin böyle kıldığımı bildireyim: O, di­ni kullanarak dünyalık kazanmaya çalışıyordu.

Hasan el-Basri´den de (ra) şu hadise rivayet edilmiştir: ´Bir gün meclisinden ayrılmak üzereyken Horasan ahalisinden bir kişi önü­ne, içinde beş bin dirhem bulunan bir kese koymuş ardından da çantasından içinde Horasan işi on giysi bulunan bir bohça çıkartıp uzatmıştı. Hasan (ra) ´Bu nedir?´ diye sorduğunda adam şöyle dedi: Ey Eba Sa´id, bu harcaman, bu da giysindir. Hasan el-Basri dedi ki: Allah sana afiyet versin. Paranı da, kisveni de kendinde tut. Bizim onlara ihtiyacımız yoktur. Şunu unutma ki, şu meclisim gibi bir meclise oturan ve insanlardan bu tür şeyleri kabul eden kimse, Kı­yamet günü Allah Teala ile karşılaştığında hayır ve iyilikten tama­men nasipsiz kalır.

Bu babda rivayet edilen bir haber de şöyledir: ´Kula yapılan öv­gü ve sena, doğudan batıya kadar yayılır. Allah katında sivrisinek ağırlığındaki suç bile tartılır. Dünya alimleri, ilim ile dünyayı talep edip din ile dünyalık yerler. Dünyacılardan dostlar ve arkadaşlar edinip onlara izzet ve ikramda bulunurlar. Onlara müjdeci ve he-veslendirici bir yüzle yönelirler. Böyleleri her devirde sıfatlarıyla, sözlerindeki eğrilikle ve simalarıyla tanınırlar.

Şer alimlerinin makamları hakkında çok ağır bir hadis daha ri­vayet edilmiştir. Bu makamların sahiplerinden Allah Teala´ya sığınırken, bizleri bu makamlardan biriyle imtihan etmemesini niyaz ederiz. Bu hadis, biri müsned diğeri mevkuf olmak üzere iki yolla rivayet edilmiştir. Mevkuf olarak Muaz b. Cebel´den rivayet edil­miş olup bizce daha makbuldür. Münzir b. Ali-Ebu Nu´aym eş-Şa-mi-Muhammed b. Ziyad kanalıyla Muaz b. Cebel´den (ra) nakledil­di ki: "Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: Alimin fitnesi, konuşmayı dinlemekten çok sevmesidir". Çünkü konuşmada süsleme ve ilave­de bulunma vardır. Konuşmayı seven kimse, hataya düşmekten emin olamaz. Sükut ise selamet ve gerçek ilim demektir.

Ulema arasında, ilmi depolayıp başkalarıyla paylaşmak isteme­yenler de vardır. Bunlar, cehennem ateşinin ilk katında yer alacak şer alimleridir.

Ulema arasında ilmini güç ve saltanat gibi görenler vardır. Bun­lar, ilimlerinden bir hususun reddedilmesi veya hafife alınması ha­linde öfkelenirler. Böyleleri ise, ateşin ikinci katında yeralırlar.

Şer uleması arasında, sohbet ve ilminin incelikleri eşrafa ve zenginlere hasreden ve fakirleri bunlara layık görmeyenler vardır. Bunlar da cehennemin üçüncü katında yeralırlar.

Bir diğer zümre ise, kendilerini fetva makamına atayarak hata­lı fetva verirler. Allah Teala, üstüne vazife olmayan işlere bulaşan­lara gazap eder. Bunlar da cehennemin dördüncü katındaki yerle­rini alacaklardır.

Şer uleması arasında ilmiyle böbürlenebilmek için yahudiler ve hıristiy ani arın sözlerini nakledenler vardır. Bunlar da cehennemin beşinci katında yeralırlar.

Şer uleması arasında ilimlerini asalet, şöhret ve şeref kaynağı olarak görenler vardır. Bunlar da cehennem ateşinin altıncı katına yerleşirler.

Bu tür ulema arasında gurur ve kibirin azdırdığı kimseler var­dır ki bunlar, vaaz verdikleri zaman sertleşir, vaaz edildikleri za­man beğenmezler. Bunlar da cehennem ateşinin yedinci katında yeralırlar.

Sükutu seçin ki şeytana galip gelebilesiniz. Hoşlanmaksızm gülmekten ve maksatsız yürümekten sakının.

Rivayet edilen başka bir hadiste de ahiret ulemasının vasıfları­na delalet edecek hususlar bulunmaktadır. Yine bu hadiste, onların insanları davet ettikleri iman makamlarının, din ve yakin vesilele­rinin usulüne işaret edilmektedir. Şakik b. İbrahim el-Belhi, İbad b. Kesir-Ebu´z-Zübeyr vasıtasıyla Cabir´den (ra) -tamamen katıldığım bir manada- Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Her alimin meclisinde oturmayın. Ancak sizi beş şeyden beş şeye çağıran alimin meclisinde oturun: Şüpheden yakine; riyadan ihlasa; hevadan zühde; kibirden tevazuya ve düşmanlıktan nasihata".

Yukarıda zikredilen ve Selef-i Salih tarafından kasdedilen il­min; yakin ve takva, marifet ve hidayet ilimleri oluşuna delalet eden bir diğer husus da Sahabe ve Tabiun´un bu ilmin yitiriri sinden dolayı duydukları hüzün ve yokolmasmdan duydukları korku ve endişedir. Onlar ahir zamanda bu ilmin azalıp zayıflayacağını bil­dirmişlerdi. Kasdettikleri ilim de, Kalp ve Müşahede ilmiydi. Çün­kü sadece bu ilim, takvanın neticesi olarak teşekkül eden bir ilim­dir. Marifet ve yakin ilimleri de imanın ziyadesi ve hidayetin seme­resi olarak görülürler. Takva sahipleri yitirilir, korku ehli azalır ve zahidler yokolursa, bu ilimler de gidecektir. Çünkü bu ilimler, böy­le insanlarla ayakta duran ve onlarla varolan ilimlerdir. Bu ilimle­rin erbabı, onlardır. Onları dile getirenler de böyle insanlardır. Bu ilimler, onların halleri ve yollarıdır. Onlar da bu yollara giren ve onları ayakta tutan kimselerdir.

Sahabe ve Tabiun, bu ilimlerin değerim gayet iyi bildikleri için yitirilmelerinden dolayı gözyaşı döküyorlardı.

Allah Teala ahiret alimlerini şu sıfatlarla tavsif etmiştir: Onlar dünyada zühd sahibidirler ve onu önemsemezler. Salih ameller iş­ler ve bunlara iman ederler.

Dünyacıları ise şöyle tavsif etmiştir: Onlar dünyayı arzulayan ve onu yücelten kimselerdir. Allah Teala bu manada şöyle buyur­muştur: "Derken bütün debdebesiyle halkının karşısına çıktı. Dün­ya hayatını arzu edenler: Ne olurdu şu Karun´a verilen (servet) gibi bizim de olsa. O gerçekten çok bahtiyar biridir dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: Yazıklar olsun size, iman edip salih amel işleyenler için Allah´ın sevabı daha hayırlıdır, dediler. (Allah Teala da) Ona ancak sabredenler kavuşturulurlar (buyurdu)". (Kasas/79-80) Yani bu hikmete ancak, Karun´un sahip olduğu ve halkına teş­hir ettiği dünya zinetlerine karşı sabırlı olanlar nail kılınırlar.

Cündüb b. Abdullah´dan (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Allah Resulü´nün (sav) yanında cahil gençler olarak oturur O da bize -Kur´an´dan önce imanı öğretirdi. Kur´an´ı daha sonra öğrendik ve imanımız daha da arttı". İbni Mesud´dan da (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: "Kur´an, amel edilmek için indirilmişti. Ama siz onun tedrisatını amel edindiniz. Öyle bir topluluk gelecek ki onu şarkıyı güzelleştirir gibi güzelleştirecektir. İşte onlar sizin hayırlılarınız değildir". Bu hadisin başka bir rivayetinde ise şu ifade yeralmakta-dır: "Onu kumar oklarının yerine koyacak ve erteleyici değil acele­ci davranacaklardır".

İbni Amr (ra) ve diğerlerinden şu hadis nakledilmiştir: "Biz, za­manımızda şöyle kısa bir devir yaşadık: Bu devirde bizden birine Kur´an öğrenmeden Önce ilim verilirdi. Sure indiği zaman kişi onun helal, haram, emir ve nehyi ile ona karşı ne yapması gerektiğini öğ­renirdi. Siz de bugün Kur´an öğreniyorsunuz. Ama ben öyle kimse­ler gördüm ki onlara imandan önce Kur´an öğretilmiştir. Bunlar Fatiha´dan sonuna kadar bütün Kur´an´ı hatmettikleri halde ne emri, ne nehyi ve ne de o surelerde ne yapılması gerektiğini bilir­ler. Bütün yaptıkları, onu bozuk hurmalar gibi saçıp dağıtmaktır". Bu anlamda rivayet edilen başka bir hadiste ise şöyle buyrul-maktadır: "Bizler Allah Resulü´nün (sav) sahabileri, Kur´an´dan ön­ce imanla karşılaştık. Sizden sonra öyle bir kavim gelecektir ki imandan önce Kur´an öğrenecek ve onun okuma şekillerini doğru bilecek ama hükümlerini kaybedeceklerdir. Onlar ´Biz Kur´an oku­duk, kim bizden daha iyi okuyabilir. Biz ilim sahibi olduk, kim biz­den daha bilgili olabilir?´ diyeceklerdir. İşte bunların Kur´an´dan al­dıkları nasip de bu olacaktır". Bu hadisin başka bir rivayetinde şu lafız geçmektedir: İşte onlar, bu ümmetin en şerlileridir´.

Halefin seleften naklederek taşıdığı rivayet ilmine ve kitap sa-hifelerinde yazılı olarak başkalarına intikal eden yazılı nakillere gelince, bunlar umumiyetle hüküm, fetva, ilm-i İslam ve kaza mü­essesesiyle ilgili malumatı ihtiva ederler. Sem´î yani işitmeye daya­nan malumatın anahtarı istidlal, deposu ise akıldır. Bunlar kitap­larda yazılmış, sayfalarda mürekkebe dökülmüştür. Küçükler bun­ları büyüklerin ağızlarından dinleyerek öğrenirler. Bu tür bilgiler, İslam baki oldukça baki kalır ve müslümanlar varoldukça mevcu diyetlerini muhafaza ederler. Bunlar, Allah Teala´nın kulları karş] smdaki hücceti ve halkın umumunun da dayanağını teşkil ederleı Allah Teala, bunların ortada olmasını teminat altına almıştır. Eğe: onları taşıyan ve nakleden alimleri varetmemiş olsaydı, bunlar di böyle açık bir halde mevcut olmazlardı. Allah Teala bu meyandf şöyle buyurmaktadır: "O, Resulü´nü hidayet ve hak din ile bütür dinlere üstün kılmak için gönderendir. Müşrikler isterse hoşlanma­sınlar". (Tevbe/33)

Allah Resulü de (sav) bu manada şöyle buyurmuştur: "Bir de dilde olan zahiri ilim vardır ki bu, Allah Teala´nın yarattıklarına karşı hüccetidir". Yine O, ashabına şöyle buyurmuştur: "Siz benden işitiyorsunuz. Sizden de işitilecek ve sizi işitenlerden de işitilecek-tir".[21] Allah Resulü (sav), sağlam ve kendisine tevdi edilmiş bir il­me dayanarak İslam´ın zahiri olan Kitab´m açıklığını haber vermiş ve onun bilinmeyişini ya da yokluğunu şirk olarak tesbit etmiştir. Allah Teala da, müşriklerin hoşnutsuzluğuna rağmen İslam´ın be­kasını teminat altına aldığını haber vermiştir.

Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah bizden bir hadis duyup da onu işittiği gibi başkasına tebliğ edene merhamet etsin. Nice fıkıh taşıyıcısı vardır ki fakih değildir. Nice fıkıh taşıyıcısı da vardır ki onu kendinden daha fakih olana taşır [22] Burada sözedi-len ve ´Fakih olmayan fıkıh taşıyıcısı´ olarak vasfedilen kişi, ilmiy­le amel etmediği için kalben fakih olmayan kimsedir. Böyle biri, ona ulaşan ilmi, kendisinden daha fakih olan birine taşıyabilir. O kimse de, o ilmi güzelce özümseyip onunla amel eder.

Nitekim başka bir hadiste Allah Reulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Kendisine tebliğ ediln nice kimseler vardır ki ilk dinleyenden da­ha iyi koruyucudur" [23] Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav) ilmi işittiği zaman, onu özümseyip üzerinde tefekkür eden kimseyi, ha­disi kendisinden duyan kişi olmadığı halde övmüştür.

Allah Teala da bu meyandaki bir ayet-i kerimesinde şöyle bu­yurmuştur: "Kavrayıcı kulaklar onu kavrasın diye". (Hakka/12)

Burada zikredilen kulak, işittiği şeyi muhafaza eden kalp kulağı ve onu kavrayıp saklayan hafızadır. Allah Teala başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz bunda kalbi olan, yahut şahit ola­rak kulak veren kimse için uyandıracak bir öğüt vardır". (Kaf/37) Yani kulak vererek dinlediği şeyi iyice duyan ve ona kalbiyle de şa­hit olduğu için iyice kavrayan kimse elbette öğüt alacaktır.

Yukarıda zikrettiğimiz "Kavrayıcı kulaklar onu kavrasın diye" (Hakka/12) ayetinin tefsirinde şunlar söylenmektedir: Burada sö-zedilen kulak, Allah Teala´mn emir ve yasağını akledip onu iyice kavrayan ve onunla amel eden bir kulun kulağıdır. Nitekim Allah Teala müminlerin umumi vasıflarını sıralarken şöyle buyurmuş­tur: "Allah´ın koyduğu sınırları muhafaza ederler". (Tevbe/112)

Ali (kv) bu babda şöyle demiştir: İlmi talep edin ki onunla tanı­nın, ilminizle amel edin ki onun ehlinden olun. Yine o başka bir münasebette şöyle demiştir: İlmi işittiğiniz zaman onu içinizde tu­tun ve onu boş sözlerle karıştırmayın. Aksi halde kalpler onu püs­kürtüp atacaktır.

Selef-i Salih´den bir zat şöyle demiştir: Kim bariz bir şekilde gü­lerse ilminden bir kısmını atmış olur\ Halil b. Ahmed de (ra) şöyle demiştir: ´İlim, kitaplığın ihtiva ettiği malumat değildir. Hakiki ilim, kalbin kavradığı bilgilerdir. Alim, şu üç sıfatı cemettiğinde, öğrencisine karşı nimetini tamamlamış olur: Sabır, tevazu ve güzel ahlak. Öğrenci de şu üç sıfatı taşıdığında alime karşı nimetini ta­mamlamış olur: Akıl, edeb ve güzel anlayış. Allah Teala elbette en iyisini bilendir. [24]