๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kutul Kulub => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 10 Ocak 2010, 18:43:49



Konu Başlığı: Din Kardeşliği
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Ocak 2010, 18:43:49
Din Kardeşliği, Din Kardeşlerinin Sevgi Ve Dostlukları, Kardeşliğin Hükümleri Ve Dostların Sıfatları Hakkındadır
Allah Teala, mümin kullarına ´din sayesinde büyük bir nimet lüt­fettiğini hatırlatarak ayrı ayrı iken kalplerini kaynaştırdığını ve O´nun nimeti sayesinde kardeş olduklarını, takva ve iyilik üzerin­de kucaklaştıklarını bildirmektedir. Ardından onlara lütfettiği tak­va nimetini hatırlatmakta, ipine ve hidayetine toptan sarılmaları­nı emretmekte ve dağılıp parçalanmadan sakındırmaktadır. Hepsi­nin aynı yurda toplanacaklarını haber vermekte ve bunu da Zat´ın-dan bir minnet olarak takdim etmektedir. Çünkü O, müminleri bir ateş çukurunun kenarından çekip kurtarmıştı. Bu, O´nun büyüklü­ğüne işaret eden delillerden ve hidayet yollarından biriydi.

Allah Teala bütün bu hususları ihtiva edecek şekilde şöyle bu­yurmaktadır: "Ey iman edenler! Allah´tan korkulması gerektiği gi­bi korkun ve ancak O´na teslim olan müslümanlardan olarak ölün!

Hepiniz toptan Allah´ın ipine sanlın bölünüp ayrılmayın!

Allah´ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi kaynaştırmış ve O´nun lütfü ile kardeş oluvermiştiniz.

Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor, ta ki hida­yete eresiniz". (Al-i îmran/102-103)

Allah için kardeşlik, yolculukta ve ikamette O´nun için dostluk ve karşılıklı sevgi, amel ehline gereken yollardandır. İhtiva ettiği faziletlerden dolayı her yolun kendine mahsus yolcuları vardır.

Bunlar, Allah Teala ve Allah Resulü (sav) tarafından tavsiye edil­miş ve özendirilmiş yollardır. Allah Teala için sevmek, imanın en kuvvetli kulplarından biridir. O´nun rızası için kaynaşmak, dost­lukta bulunmak ve ziyaretleşmek takva ehlinin en mühim vasıta­larından biridir.

Konuyla ilgili rivayetler hayli fazladır. Bunlar, din kardeşliğini, dostluk ve sevişmeyi teşvik eden ifadelerle doludur. Ancak burada sözkonusu rivayetlerin tamamını sıralamaya çalışmayıp her bahis­le ilgili olanları özetleyerek nakledeceğiz. Kardeşlik konusunda gü­zel görülen fiilleri ve bunlarla ilgili hususları etraflıca ele alacağız. İlk olarak tanışma (=Ta´arruf) konusunda Tabiun´dan farklı gö­rüşler aktarılmıştır. Mesela biri şöyle demiştir: Tanıdıkları azaltın, böylesi dininiz için daha güvenlidir, ahirette daha az rezil olmanı­zı sağlar ve üzerinizdeki hukukun az olmasını temin eder. Çünkü şöyle bir deyiş vardır: Tanıdıklar çoğaldıkça hukuk da çoğalır. Dostluk uzadıkça karşılıklı hukuka riayet daha da güç kazanır. Hatta biri şöyle demiştir: Tanıdığından daha kötü birini görebilir misin?! Bunlara göre tanıdıkların sayıca az olması, kişi için daha hayırlıdır.

Bu görüşte olanlardan birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ta­nığını tanımazlıktan gel, tanımadığınla tanışma! Bu görüşte olan­lar arasında; Süfyan-ı Sevri (ra), İbrahim b. Edhem (ra), Davud et-Ta´î (ra), Fudayl b. Iyaz (ra), Süleyman el-Hawas (ra), Yusuf b. Es-bat (ra), Huzeyfe el-Mar´aşi (ra) ve Bişr el-Hâfi (ra) gibi şahsiyetler vardır.

Tabiun´un çoğunluğu ise, din kardeşlerinin çokluğunun müste-hap olduğunu ifade etmişlerdir. Onlar, müminlerle kaynaşmayı ve sevişmeyi tavsiye edenlerdir. Çünkü bu, varlık zamanı bir güzellik, darlıkta ise bir destek, iyilik ve takva üzerinde yardımlaşma ve di­nî kaynşmadır.

Bu görüşte olanlardan bir zat şöyle demiştir: Dostlarınızın sayısı­nı arttırın. Her müminin bir şefaat hakkı vardır. Umulur ki mümin bir kardeşinizin şefaatine nail olursunuz. Bu görüşü paylaşanlar; birbirlerine din kardeşliğini emreder, kaynaşmaya teşvik ederlerdi.

Bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Mümine mağfiret edil­diği zaman diğer kardeşleri için şefaatte bulunur. Garib bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) "İman eden ve salih amel işleyenlere icabet eder ve onlara lütfundan daha fazla verir" (Şura/26) ayetinin tefsiriyle ilgili olarak şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Müminle­ri din kardeşleri için şefaatçi kılar ve hep beraber cennete girmele­rini temin eder.

Bu görüşte olanlara örnek olarak da, Said b. el-Müseyyeb (ra), eş-Şa´bi (ra), İbni Ebi Leyla (ra), Hişam b. Urve (ra), İbni Şübrüme (ra), Kadı Şüreyh (ra), Şüreyk b. Abdullah (ra), İbni Uyeyne (ra), İbnü´l-Mübarek (ra), İmam Şafii (ra) ve Ahmed b. Hanbel´i (ra) gös­terebiliriz.

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "(Kı­yamet günü) bana en yakın oturacak olanlarınız; ahlaken en güzel­leriniz, yardımsever ve herkese ısınıp ısıtanlarınız olacaktır". Bir başka hadislerinde de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Mümin ısınılan kimsedir. (İnsanlara) ısınmayan ve aralarını ısıtmayan kimseden hayır çıkmaz".[126]

Değerli bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu ümmetten kalrılıcak şeylerin ilki huşu, ikincisi vera´, üçüncüsü emanet duy­gusu, dördüncüsü de kaynaşma ve sıcaklıktır (=ülfet). Bir hadisle­rinde de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala hayır dilediği kuluna salih bir dost bahşeder; unuttu­ğunda hatırlatır, hatırladığında yapması için yardım eder". Başka bir hadiste de şöyle buyrulmaktadır: "İki din kardeşinin karşılaş­tıkları andaki durumları, biri diğerini yıkayan ellerin durumuna benzer. İki mümin bir araya geldiklerinde, Allah Teala onlardan bi­ri vasıtasıyla diğerine bir iyilik temin eder".

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim Allah için kardeş olursa, Allah Teala onu cennette bir derece yükseltir. Bu dereceyi amellerinden biriyle kazanması mümkün de-ğilir". Veciz bir sözde de şöyle denilmektedir:

iki din kardeşinden biri, diğerinden daha yüksek bir makamda ise, çocukların babalara, yakınların birbirlerine katılması gibi, din kardeşinin makamına yükseltilir. Çünkü din kardeşliği, gerçek do­ğum gibi sağlam bir bağdır.

Allah Teala bu mey anda şöyle buyurmuştur: "Onları zürriyetlerine kattık ve amellerinden de hiç bir şeyi eksiltmedik". (Tur/21); Bizim ne şefaatçilerimiz, ne de samimi bir dostumuz yok". (Şu-ara/101) Buradaki samimi ´hamım´ kelimesinin ´hemîm´ yani yakın­dan ilgilenen, özen gösteren manasında olması da mümkündür. Al­lah Resulü´nün de (sav) bir hadislerinde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Mümin, kardeşi çok olandır". Bu meyanda Ömer´den de (ra) şu iki söz rivayet edilmiştir: Kula islamdan sonra bahşedilen en büyük hayır salih bir din kardeşidir; Sizden biri din kardeşin­den bir sevgi gördüğünde ona sarılsın! Bu tür dostlara isabet ede­bilmek gedçekten de zordur.

Hikmet ehlinden bir zat da konuyla ilgili olarak şöyle bir man­zume söylemiştir:

Kavuşamaz nefs çok aramasına rağmen, Emin bir dosttan daha leziz bir tada, Salih bir din kardeşinin kaçırmışsa sevgisini, Durgunluğu kesindir o kimsenin istemese de.

Bu manzumenin ikinci mısrasında bahsedilen kimsenin, kesin olarak aldanmış biri olduğu söylenmiştir.

Geçmiş milletlerin kıssaları arasında şöyle bir hadise anlatıl­mıştır: Allah Teala, Musa peygambere (as) vahyederek şöyle buyur­muştu: Ey İmran´ın oğlu! Uyanık ol ve kendine gerçek kardeşler bul! Beni mutlu etme çabanda sana destek olmayan bütün dost ve arkadaş bildiklerin düşmanlarındır unutma!

Davud peygamberle (as) ilgili olarak da benzer bir kıssa nakle­dilmiştir: Allah Teala, ona şöyle vahyetmişti: Ey Davud! Ne oluyor da yalnız başına ve terkedilmiş olduğunu görüyorum?! Davud (as) şöyle dedi: Allahım, Senin için halkı terkettim. Bunun üzerine Al­lah Teala kendisine vahyetti: Ey Davud! Uyanık ol ve kendine din kardeşleri edin! Beni mutlu etme çabanda sana destek olmayan dosttan uzak dur ve Öylesiyle arkadaşlık etme! Çünkü o düşmanın­dır ve kalbini katılaştırarak seni Ben´den uzaklaştırır.

Allah Resulü´nün de (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Isıtanlar olun, soğutanlar olmayın". Bir başka hadis de şöyledir: "Allah Teala için en sevimli olanınız, kaynaşan ve kaynaştıranlardır. O´nun en çok buğzettiği ise, kovuculuk edenler ve kardeşlerin arasını açanlardır".[127]

Davud (as) hakkında rivayet edilen kıssalardan biri de şudur; O, Rabbine ´Ey Rabbim! Bütün insanların beni sevmeleri ve Seninle muamelemin sıhhatli olması nasıl mümkün olur?´ demişti. Allah Teala da şöyle buyurdu: İnsanlara onların tabiatlarına göre yaklaş ve Benimle arandaki ilişkiyi güzelleştir! Bir başka rivayette ise şöyle buyurduğu haber verilmektedir: Ehli dünyaya, dünya ahla­kıyla, ehli ahirete ahiret ahlakıyla yaklaş!

Şa´bi  Savhan´m yeğeni Zeydan´a şöyle dediğini nakletmiştir: Baban beni senden çok severdi. Ben de seni oğlum­dan çok severim. Sana tavsiye edeceğim iki hasleti iyi muhafaza et: Mümine içten bir ihlasla yaklaş! Günahkâr facirlere ise güzel ah­lak ile davran. Çünkü o, güzel ahlakından memnun kalacaktır. Mü­mine karşı ihlaslı ve samimi olman gerekir.

Ebu´d-Derda (ra) ise şöyle demiştir: Öyle kimseler vr ki yüzleri­ne teşekkür ederken kalplerimiz onları lanetliyor! Bunun açıkla­ması şöyle yapılabilir: Bazı kimselerin şerlerinden emin olmak için onlarla iyi geçinmek gerekebilir. Bunu şu ayet-i kerimenin tefsirin­de de görmekteyiz: "Daha güzel olanla sav". (Fussilet/34) Bunun, selam vermek olduğu söylenmiştir. Ayetin devamı şöyledir: "Bir de bakarsın ki seninle kendi arasında düşmanlık olan kişi candan, sı­cak bir dost oluvermiş". (Fussilet/34)

İbni Abbas (ra), Allah Teala´nın "Kötülüğü iyilikle savarlar" (Ra´d/22) buyruğunu tefsir ederken şöyle demiştir: Yani onlar se­lam vererek ve idare ederek eziyet ve çirkinliği savarlar. Kötülük çirkinlik ve eziyet, selam verip idare etmek ise iyilik anlamındadır, iyiliklerin en güzeli, mecliste oturanlara ikramda bulunmak ve on­lara değer vermektir. Bu manada Allah Teala´nın şu buyruğu hatır­lanabilir: "Allah´ın insanların bir kısmını bir kısmı savması olma­saydı, yeryüzünde fesad olurdu". (Bakara/251) Buradaki savma ile, arzu, korku, haya ve idare etme yollarının hepsi kas de dilmektedir. ´Müminlere samimi davranıp günahkârları idare edin´ sözünün açıklaması da bu şekildedir. Samimiyet; sevgiyle dolu kalplerin ih-lası, din kardeşliğine duyulan inanç ile tezahür eder. Bu noktada,muamelelerde dürüstlük ve hakkaniyetten ayrılmama gündeme gelmektedir. Bunu açıklama babında zikredilen bir söz de şudur: İnsanlara amelleriyle karışın, kalplerde onlardan ayrılın!

Muhammed b. el-Haneflyye (ra) şöyle demiştir: Geçinmek zo­runda olduğu kimseye iyilikle geçinmek dışında yaklaşan kimse hikmet sahibi sayılmaz. Halbuki Allah Teala kendisini ondan kur-tanncaya kadar böyle davranması gerekir. Takvadan uzak biriyle muamelede bulunmak veya onunla konuşmak ancak zaruret du­rumlarında olabilir. Takva sahibiyle geçinmek ve onunla yakınlaş­mak ise tercihlerin en güzelidir.

Musa (as) hakkında anlatılan kıssalardan birinde şöyle denil­mektedir: Allah Teala ona şöyle vahyetmişti: Bana itaat edersen, mümin kardeşlerin ne kadar çok olur! Bunun açıklaması şudur: Eğer insanları teselli eder, onlara acır, onlar hakkında kalbini temiz tutar ve çekememezlik etmezsen samimi kardeşlerin de çoğalır.

Konuyla ilgili şöyle denilmiştir: İki din kardeşinden biri diğerin­den önce vefat edip de kendisine ´Cennete gir* denildiğinde ´Karde­şimin yerini gösterin´ der.. Eğer o kendinden aşağıda ise cennete gir­mez ve ona da kendisiyle aynı derecenin verilmesini bekler. Onun için de kendisini için hazırlananlardan ister. Kardeşinin kendisi gi­bi amelleri olmadığı söylendiğinde ise, ´Ben hem kendim, hem de onun için amel ederdim´ der. Sonunda istediklerinin tamamı verilir ve kardeşi de onunla aynı dereceye yükseltilir. Gerçek din kardeş­leri, fani dünyanın geçici nimetleri için değil ahiretin ebedi nimet­leri için çalışır ve onları tadarken birlikte olmak isterler.

Ulemadan birinin de ifade ettiği gibi, kardeşliğin en faziletlisi; daimi muhabbet ve asla uzak durulmayan sıcaklık ve kaynaşmadır. Kardeşlik ve muhabbet, her şeyden önce uhrevi bir ameldir. Her amel için olduğu gibi onun da güzel bitirilmeye (=hüsn-i hatime) ih­tiyacı vardır. Amelin tamama ermesi için böyle bir son şarttır. Bu durumda amelden elde edilecek kazanç da tam olacaktır. Sonu ahi­ret olmayan kardeşlik ve dostluğun sonu da güzel olmayacaktır. Böyle bir kardeşlik, kötü bir sonla noktalanacaktır. Bu tür bir son, daha önceki dostluğu da hiç yokmuş hükmüne sokacaktır.

iki kişi, yirmi yıllık bir kardeşlik ve dostluğa sahip olabilirler. Ama bu beraberliğin sonu güzel takdir edilmemişse, yirmi yıllık dostlukları heba olacaktır. İşte bu nedenledir ki yukarıdaki alim, daimi muhabbeti ve ayrılmaz bir sıcaklık ve kaynaşmayı şart koş­muştur. Kardeşlik ve dostluğun güzellikle noktalanması için bun­lar gereklidir. Şeytanın en çok haset ettiği kimseler, din kardeşle­riyle iyilik ve takva üzerinde yardımlaş anlardır. O, birbirlerini Al­lah için seven kimseleri asla çekemez. Onların beraberliklerini boz­mak ve ilişkilerini berbat etmek hem kendisi, hem de ailesi var güçleriyle çalışırlar.

Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Kullanma, sözün en güzelini demelerini söyle. Muhakkak şeytan aralarını bozmaya çalışır". (İsra/53) Buradan anlaşılan, şeytanın her türlü ifsad giri­şiminden sonra müslümanların birbirlerine güzel sözlerle hitap et­meleri gereğidir. Allah Teala Yusuf (as) hakkında şöyle buyurmuş­tur: "(Yusuf dedi ki:) Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduk­tan sonra". (Yusuf/100)

Denilir ki: İki insan Allah rızası için kardeş olduklarında, onla­rın arası ancak ikisinden birinin günah işlemesiyle bozulabilir. Bişr (ra) bu koruda şöyle demiştir: Kul, Allah Teala´ya kulluğunda kusur ettiği zaman Allah Teala sevdiklerini ondan söküp alır. Şey­tan, mümin kardeşlerin aralarını açmakla görevlendirilmiştir. Onun tek vazifesi budur. O, kendini sırf bu işe adamıştır.

Kişinin takva sahibi oluşunun alameti, ayrılırken güzel konuş­mak, dargınlıkta bile yüzünü güleç tutabilmektir. İlim ve hikmet ehlinden bir zat, bu konuda şöyle bir şöyle bir şiir söylemiştir:

Kerem sahibi sevgisi bittiğinde dahi, Kabahati örtüp güzelliği gösterendir. Adi kimse ise ipler gerildiğinde, iyiliği saklayıp iftiraları sıralayandır!

Kerem sahibi değerli insanların bu şekilde nitelenmesi, Rububi-yet ahlakıyla ahlaklanmalarmdandır. Allah Resulü´nden (sav) riva­yet edilen şu duada da buna işaret edilmektedir: "Ol ki güzelliği açık edip kabahati gizleyen, suçu yargılamayıp perdeyi yırtma­yan!" Müminler de işte bu üstün niteliklere sahip olmalıdırlar.

Ebu´d-Derda (ra) şöyle demiştir: Dostun kınaması, yitirilmesin­den hayırlıdır. Kardeşin üzerinde haklı bir durumun dahi olsa ona karşı yumuşak ol, sertleşme ve sakın şeytana uyma! Yarın öldüğü zaman acı bakımından yokluğu sana yeter. Öldükten sonra gözya­şı dökeceğine hayatta niçin hatırım sormazsın?!

Bu konuda Ali (kv) de şöyle demiştir: Dostuna karşı daima yumu­şak başlı ol, umulur ki bir gün düşman olursunuz. Düşmanına kar­şı da yumuşak başlı ol, umulur ki bir gün dost olursunuz! Ömer b. Hattab (ra) da konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: Sevgin zorlayıcı, öfken helak edici olmasın! Bunun anlamı sorulduğunda ise şöyle de­miştir: Birine dost olduğun zaman kendini bir çocuğun sevdiği bir şeye sahip olmak için zorladığı gibi zorlama. Bir dostuna öfkelendi­ğin zaman da onun helak olmasını isteyecek kadar öfkelenme!

Büyük Halife Ömer´in (ra) Yahya b. Said el-Ensari tarafından ri­vayet edilen vasiyetinde şu ifadeler yeralmaktadır: Dostlarına kar­şı dürüst ol, gönüllerine yuva kur! Onlar varlıkta bir güzellik, dar­lıkta destektirler. Din kardeşinin işini olabilecek en güzel biçimde yap ki seni her halükârda sevsin. Düşmanını terket! Dostunu emin olmayan topluluğa karşı uyar. Emin, Allah korkusu taşıyandır. Gü­nahkârla arkadaşlık etme! Yoksa günahım sen de öğrenirsin. Öyle birini sırrına da muttali etme! İşinde Allah korkusu olanlara danış! İbrahim b. Said ise şunu nakletmiştir:

Yahya b. Ektem bize şunu anlatmıştı: Halife Memun´a şöyle bir nakilde bulunmuştum: Süfyan b. Uyeyne (ra), Abdullah b. el-Eb-cer*den şunu rivayet etmişti:

Alkame el-Atâridî´nin (ra) vefatı yaklaştığında oğlunu çağırmış ve şöyle demiştir:

Ey oğul, bir dosta ihtiyacın olduğu zaman; kendisine hizmet et­tiğinde seni koruyan, daraldığında destek olan biri olsun!

Öyle biriyle dost ol ki elini bir hayırla uzattığında o da uzatır, sende bir güzellik gördüğünde onu zikreder, bir kötülük gördüğün­de de ona mani olur!

Öyle biriyle dost ol ki bir şey istediğinde sana verir, sükut etti­ğinde söze başlar. Başına bir dert geldiğinde seni teselli eder.

Öyle biriyle dost ol ki konuştuğunda sana inanır, bir işe teşeb­büs ettiğinde sana omuz verir ve tartıştığınızda seni tercih eder.

Bunu dinledikten sonra Halife Memun şöyle demiştir: Böyle bir dost nereden bulunur ki?

Ahnef b. Kays´a (ra), ´Dostlarından hangisi daha sevimlidir?´ di­ye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: Gediklerimi tıkayan, hatalarımı gizleyen ve kusurlarımı kabullenen.

el-Esma´î de şöyle demiştir: Ala b. el-Cerir, babasından şunu nakletmişti: Ahnef (ra) şunu söylemişti: Hakiki dost şu üçüne ta­hammül edendir: Öfke sonucu yapılan haksızlık; Hatayla yapılan haksızlık; Şöhret tesiriyle yapılan haksızlık. Yine o, başka bir vesi­lede şöyle demiştir: Din kardeşliği çok hassas bir mücevher gibidir. Onu sakınıp iyi korumadıkça sürekli belaya maruz kalabilir. Din kardeşliğinin zemini zillettir, zirvesine ancak zilletle ve öfkeni yut­makla çıkabilirsin. Öyle ki sana haksızlık edeni bile mazur görmen gerekir. Her şeye de rıza göstermen gerekir. Böylece kendi lütfunu çok görüp kardeşini az ve kusurlu görmezsin.

Konuyla ilgili güzel sözlerden biri de şudur: Diğer insanlar için kendi nefsine zulmetmeyen, onlar için zulme tahammül edemeyen ve kusurlarını görmezden gelemeyen kimse insanlardan selamette olamaz.

Esma b. Harice el-Fezari şöyle demişti: Kişi benden bıkmadıkça ondan bıkmam. Benden bıkan ancak şü ikisinden biri olabilir: İşle­diği bir hata veya kusuru, onu affetmeye en layık kimse olmama rağmen hoş görmeyip öne çıkardığım kerem sahibi. Ya da malımı ve namusumu oyuncağı yapmadığım adi biri. Bunu söyledikten sonra da misal olarak şu şiiri okumuştur:

Kerem sahibinin kusurunu affet,

Adi kimseden de kerem edip uzak dur!

Muhammed b. Amirin de din kardeşleri için şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Haksızlık yüzünden kimseyi yargılama aceleyle,

Çünkü haksızlığın otlağı çok fenadır.

Öfkeyle dolsan da çirkinlik etme

Hiç kimseye, çünkü çirkinlik kınanmıştır.

Bir günah işledi diye terketme kardeşini,

Çünkü günahlar bağışlanır Kerem Sahibi tarafından.

Sen deliğini kapat bir yamayla,

Eski bir elbiseyi yamar gibi.

Zamanın doğurduğu bir şüpheyle hemen sızlanma,

Çünkü sabır, sonuç bakımından daha sıhhatlidir.

Ahmed b. Yahya b. Sa´leb de benzer bir şiiri Abdullah b. Şe-bib´den nakletmiştir:

Karışıktır insanların kardeşliği, İşlerinin çoğu da hoşgörüdür. Bir dargınlık çıkıverse karşına, Bil ki yoktur rahat tasanın ardında, ilişkiyle tut onları ayakta, Sıcak tutmazlarsa bağı, çarpılırlar. Zamanın getirdikleri bitip tükenmez, Onları bitiren ancak kalplerin kanıdır.

İkrime, İbni Abbas´tan (ra) şunu nakletmiştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Kardeşinle tartışma, alaycı şaka yapma ve tuta­mayacağın bir söz verme".[128] Ebu Hüreyre (ra) ise Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İnsanları malla rahatla-tamazsınız, ama güleç yüzler ve güzel ahlak ile rahatlatabilirsiniz".

Ebu Nüceyh, İkrime´nin (ra) "Affı yeğle ve onlara (hayırlı) örfün gereğini emret" (A´raf/199) ayetiyle ilgili olarak şöyle bir tefsir yap­tığını rivayet etmiştir: İnsanların ahlak ve amellerinden görünen kısmı -derinliğine araştırmaksızm- değerlendirmeye al.

Hikmet ehlinden biri de şöyle bir şiir okumuştur:

Dostundan pak olanı al,

Bırak bulanık olanı.

Çünkü kısadır ömür,

Dostu başkalarına kötülemeyecek kadar.

Din kardeşliğinin kıymetini ve Allah için sevişmenin yüceliğini bilen kimse kardeşine karşı tahammüllü olur, şükran duyar ve hoşgörülü davranır. Ümit edilen bir şeyi elde edinceye kadar ona kar­şı sabırlı olmalı, şükranda da devamlı olmalıdır. Bir işin bitirilme­si için sabır ne kadar gerekli ise, nimetin devamlılığı için de şükür gereklidir.

Değerli bir şey arayan, başka bir değerli şeyi tehlikeye atar. Bir şeyi arzulayan da arzulanan başka bir şeyi ortaya koyar. Allah Te-ala, kişiyi istediğine muvaffak kılacak olandır.

İbni Mesud´dan (ra) rivayet edilen bir hadiste Allah Resulü´nün şöyle buyurduğu bildirilmektedir: "Birbirlerini Allah için sevenler kızıl yakuttan bir sütunun üstündedirler. O sütunun tepesinde cen­net ehline bakılan yetmiş bin oda vardır. Güzellikleri, güneşin dün-yadakileri aydınlatması gibi cennet sakinlerini aydınlatır. Yeşil sündüsten yapılma giysileri vardır ve alınlarında ´Birbirlerini Al­lah için sevenler* yazılıdır".


Konu Başlığı: Ynt: Din Kardeşliği
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Ocak 2010, 18:51:38
Konuyla ilgili olarak rivayet edilen Muaz (ra) hadisi de şöyledir: Ebu İdris el-Havalani (ra) ona, ´Seni Allah için seviyorum´ demişti. Bunun üzerine Muaz (ra) şöyle dedi: Müjdeler olsun sana! Müjde­ler! Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu işittim: "Kıyamet günü arşın çevresine insanlardan bir zümre için oturacakları san­dalyeler konur. Yüzleri- ondördündeki ay gibi parlaktır. Bütün in­sanlar korku içindeyken onlar korkmazlar. Herkes endişe içindey­ken onlar endişelenmezler. Onlar Allah Teala´nın veli kullarıdır. Ne korku vardır onlar için, ne de üzüleceklerdir! Onların kimler oldu­ğu soruldu. Allah Resulü (sav) de, ´Birbirlerini Allah için sevenler* buyurdu".

Benzer bir hadis Ebu Hüreyre (ra) tarafından da rivayet edil­miştir: "Arşın çevresinde nurdan koltuklar vardır. Onların üzerin­de de giysileri nurdan bir topluluk olacaktır. Yüzleri de nur olan bu kimseler, ne peygamberler, ne de şehitler zümresindendirler. Pey­gamberler de, şehitler de onlara gıpta ederler. ´Ey Allah Resulü! Bi­ze onların kim olduğunu söyle´ dediklerinde ´Birbirlerini Allah için sevenler, Allah»için aynı meclisi paylaşanlar, birbirlerini Allah için ziyaret edenler buyurdu".

Ibade b. Samit´ten (ra) rivayet edilen hadis ise şöyledir: "Allah Teala buyurdu ki: Muhabbetim; birbirlerini Benim için seven, Be­nim için ziyaretleşen, Benim için birbirlerine harcayan ve birbirlerine Benim için sadaka verenlere haktır".[129] İbni Mesud (ra), "Yer­yüzünde olanların hepsini harcasan da onların kalplerini kaynaş-tıramazdın. Fakat Allah onları kaynaştırdı" (Enfal/63) ayetiyle ilgi­li olarak şöyle demiştir: Bu ayet, birbirlerini Allah için sevenler hakkında nazil olmuştur.

Ebu Bişr, Mücahid´den (ra) şunu nakletmiştir: Allah için sevi-şenler bir araya gelip de birbirlerine tebessüm ettiklerinde, kışın ağaç yapmaklarının kuruyup dökülmesi gibi günahları dökülüp gi­der.

Bir hadislerinde de Allah Resulü´nün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yedi kimse, arşın gölgesi dışında hiç bir gölgenin bu­lunmadığı günde Allah Teala tarafından gölgelenecektir: ... Allah için kardeş olan, bu niyetle bir araya gelip bu niyetle ayrılanlar"[130] Fudayl b. Iyaz (ra) ve diğerleri şöyle derlerdi: Müslümanın din kar­deşinin yüzüne sevgi ve merhamet hisleriyle dolu bir bakışı dahi ibadettir.

Allah için sevişme, ancak şu şartlara riayet edildiğinde sözkonu-su olabilir: Biraraya gelindiğinde karşılıklı merhamet; Uzaktayken biraraya gelme arzusu; Dürüstlük; Gıybetten sakınma; Vefakârlık; Aşinalık; Kabalık etmeme; Soğukluk hissine kapılmama; Güler-yüzlülük; Çekingenliğin kalkması;

Fudayl b. Iyaz (ra) şöyle derdi: Gıybet olduğunda kardeşlik de biter. Cüneyd (ra) ise şöyle demiştir: İki kişi, Allah için kardeş ol­duklarında, birbirlerinden çekinmez ve yalnızlık hissine kapılmaz­lar. Bu, ancak bir eksiklikten dolayı olabilir. Bu babda Allah Resu­lü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İki kişi birbirleri­ni Allah için sevdiklerinde, içlerinde Allah´a en sevimli geleni, kar­deşini en çok sevendir". Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu ri­vayet edilmektedir: "Allah için sevişenlerin O´na en sevimli geleni, kardeşine karşı daha çok şefkat gösterendir". Meşhur bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kişi, sevdiğini Allah için sevmedikçe imanın tadını alamaz".[131]

İbni Abbas (ra), İkrime´ye (ra) vasiyetinde şöyle demiştir: Karde­şini gıyabında, ancak işittiğinde hoşlanacağı şekilde konuş. Affedil­meni istediğin gibi onu da affet. Başka bir zat ise şöyle demiştir: Bir din kadeşim yanımda anılırken, orada oturuyor olduğunu canlan­dırmadan konuşmam ve işittiğinde hoşuna gitmeyecek bir şey söy­lemem. Bir diğeri ise şöyle demiştir: Bir din kardeşim gıyabında anıldığı zaman derhal kendimi onun yerine koyarım ve onun hak­kında kendi hakkımda konuşulmasını istediğim gibi konuşurum.

İslamda dürüstlüğün ve sıdkın ölçüsü de budur. Kişinin müslü-man olması, kendi için istediğini kardeşi için de isteyebilmesi, ken­disi için istemediğini din kardeşi için de istememesidir. Ediblerden biri şöyle demiştir: Bir dostundan, kendisinden isteyemeyeceği bir şey isteyen kimse ona haksızlık etmiştir. Kendisinden isteyebilece­ği bir şey isteyen kimse de onu yormuş olur. Böyle bir isteği olma­yan ise, dostuna lütufta bulunmuştur.

Aynı anlamda başka bir edip de şöyle demiştir: Dostlarının için­de kendini haketmediği bir yere koyan kimse günah işlediği gibi dostları da buna rıza göstererek günah işlemişlerdir. Kendini ha-kettiği yere koyan kimse hem kendini, lıem de dostlarını yormuş de­mektir. Hakettiği yerin altına koyan ise, hem kurtulmuş, hem de dostlarını kurtarmış demektir. İşte bu nedenledir ki eskiler din kar­deşliğine çok büyük bir değer vermişlerdir. Çünkü işin özü budur.

Konuyla ilgili rivayetlerden birinde şöyle denilmiştir: İki şey vardır ki çok yücedirler ve her keresinde daha da yücelirler: Helal para ve huzur bulunan emin bir dost.

Yahya b. Muaz (ra) ise şöyle demiştir: Devrimizde yüceltilen üç şey vardır: Biri de vefaya dayalı din kardeşliğidir. Vefa ile kasdedi-len; kişinin gıyabında, varlığında olduğu gibi konuşmak ve davran­maktır. Buna ölüm hali ve kendisinden sonra ailesi de dahildir. İş­te gerçek vefa budur. Allah Resulü (sav) vefanın bu türünü din kar­deşliğinin şartı olarak takdim etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Bunun üzerine biraraya gelir, bunun üzerine ayrılırlar". Böyle bir kardeş­liğin ödülünün de Kıyamet günü arş ile gölgelenmek olduğunu bil­dirmiştir.

Ediplerden biri de vefanın bu şekli hakkında şöyle demiştir: Öl­dükten sonra gösterilen az vefa, hayatta iken gösterilen çok vefadan hayırlıdır. Hasan (ra) ve diğerlerinin anlattıklarına göre Selef-i Salih de böyle düşünürlerdi. Bu meyanda şöyle denilmiştir: Se­leften bir zat ardında aile bırakarak vefat ettiğinde onun samimi dostu ailesine kırk yıl boyunca bakar ve aile reislerinin kaybından başka hiç bir hissetmemelerini temin ederdi.

Rivayete göre Mesruk (ra) ağır bir borca girmişti. Kardeşi Hay-seme´nin de borcu vardı. Mesruk (ra) Hayseme´nin alacaklısına gi­dip onun borcunu ödedi. Hayseme´nin bundan haberi yoktu. Hayse-me de bu esnada gizlice Mesruk´un borcunu ödemekteydi.

Din kardeşliğinin özü, kardeşini huzurunda da gıyabında da sa­mimi olarak sevmek, kalbi dille bir kılmak, içyüzüyle dışyüzünü is­ter toplum içinde ister yalnızken farkettirmemektir. Bu noktalarda farklılık olmadığı zaman, kardeşliğin samimiliği ortaya çıkmış olur. Eğer farklılaşma sözkonusu ise, o zaman kardeşlikte ikiyüzlü­lük, sevgide bölünme var demektir. Bu, dinde bir musibet, mümin­lerin yolları üzerinde bir tuzaktır. Böyle bir durum, imanın hakika-tıyla da bağdaşmaz.

Ebu Rezin el-Ukayli (ra), Allah Resulü´ne (sav) bir şey sormuş, O da bir takım şartlar koymuştu. Şartlardan biri de, nesep bağı bu­lunmayan birini Allah rızası için sevmekti.

Allah için sevmenin temel şartı, taraflar arasında bir akrabalık bağının veya bir iyiliğin bulunmasının gerekmemesidir. Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) şöyle bir hadise anlattığı rivayet edilmiştir: "Kişi, başka bir beldedeki din kardeşini ziyaret etmek için yola çık­tığında Allah Teala yolunun ortasına onu gözleyen bir melek koyar. Melek, ´Nereye gidiyorsun?´ diye sorduğunda ´Filan beldedeki din kardeşimin ziyaretine´ der. Bunun üzerine melek, ´Onunla aranda bir akrabalık veya sana dokunmuş bir iyiliği var mı?´ diye sorar. Adam ´Hayır, ben onu sırf Allah için sevdim´ der. Bu cevap üzerine melek, ´Ben Allah Teala´nın elçisiyim. Sen onu sevdiğin için Allah Teala da seni sevdi´ der".[132]

Ömer b. Hattab (ra) ve oğlu Abdullah´tan (ra) şu söz rivayet edil­miştir: Bir adanı, gündüz oruç tutup iftar etmeksizn gece boyunca namaz kılsa ve nefsiyle mücahede etse, birilerim Allah için sevip yine birilerine Allah için buğzetmedikçe yaptıklarının hiç bir faydasim görmez! Bu konuda Allah Resulü´nden (sav) şu hadis rivayet edilmiştir: "O, ashabına imanın en sağlam kulpunun hangisi oldu­ğunu sormuştu. Sahabe, ´Namaz´ dediler. ´Güzeldir, ama değil´ bu­yurdu. ´Hac´ dediler, ´Güzeldir, ama değil´ buyurdu. ´Cihad* dediler, ´Güzeldir, ama değil´ buyurdu. Bunun üzerine ´Sen söyle ey Allah Resulü!´ dediler. O da, ´İmanın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve O´nun için buğzetmektir buyurdu".

Sahabe, sevilen bir din kardeşinin hal bakımından değişmesi durumunda ne yapılması gerektiği, ona buğzedilip edilmeyeceği hususunda farklı görüş belirtmişlerdir. Bu konuda Ebu Zer (ra) şöyle demiştir: Sevdiğim kimsenin hali değişirse, daha önce sevdi­ğim gibi buğzederim.

Ebu´d-Derda (ra) hakkında ise şöyle bir hadise nakledilmiştir: Meclisine sürekli gelen ve Allah için sevdiği bir genç vardı. Ona yaşlılardan fazla değer verir ve kendisine yakın tutardı. Hatta genç adamı çekemeyenler bile vardı. Genç büyük bir günah işledi. Çeke­meyenler derhal Ebu´d-Derda´ya (ra) gelip durumu haber verdiler ve ´Onu meclisinden uzaklaştıracaksın değil mi?´ dediler. O da ken­dilerine şöyle cevap verdi: Allah´ı tenzih ederim! Dostumuzu, bir günah işledi diye nasıl terkederiz?

Sahabe´den ve Tabiun´dan da bu anlamda sözler ve hadiseler nakledilmiştir. Seleften birine bu husus sorulduğunda şöyle demiş­tir: Ona değil, ancak işlediği suça buğzederim. Kendisi din karde­şim olmaya devam eder.

Allah Teala da peygamberlerinden birine şöyle buyurmuştur: "Sana karşı çıkarlarsa de ki: Ben, yaptıklarınızdan beriyim". (Şu-ara/216) Dikkat edilirse, ´Sizden beriyim´ denilmemiştir. Çünkü aralarında nesep bağı vardır. Bu meyanda dostluk için de nesep ba­ğı türünden bir bağın bulunduğundan sözedilmiştir. Hakîm b. Mur-ra´ya şöyle bir soru sorulmuştu: Senin için hangisi daha sevimlidir; öz kardeşin mi? Yoksa dostun mu? O da şu veciz cevabı vermişti: Kardeşimi ancak dostum olduğu zaman severim.

Hasan el-Basri (ra) şöyle demiştir: Nice kardeşiniz vardır ki an­neniz doğurmamıştır! İşte bu nedenledir ki ´Akrabalık sevgiye muhtaçtır, sevgi ise akarabalığa muhtaç değildir´ denmiştir. Allah Resulü (sav) günah işleyen birine ağır sözler sarfeden bir topluluk görünce, ´Onu bırakın, kardeşiniz karşısında şeytana destek olma­yın´ buyurmuştur.

Ulemadan bir zatın da dostların kusurlarıyla ilgili olarak benzer anlamda şöyle dediği rivayet edilmiştir: Şeytan, kardeşinizi bu tür durumlara düşürür ki siz ona darılasınız ve kendisini terkedesiniz. Düşmanınız şeytanın istediğini yapmakla ne kazanacağınızı sanı­yorsunuz? Ebu´d-Derda (ra) başka bir vesilede şöyle demiştir: Din kardeşinizin hali değiştiğinde, sırf bu yüzden onu kendi haline bı­rakmayın. Çünkü kardeşiniz bir kere eğrilirse, sonra da düzelebi­lir. Başka bir seferinde de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kardeşi­nizi İslah edin, onunla ilgili olarak hasetçiye uymayın, aksi halde siz de onun gibi olursunuz.

İbrahim en-Neha´i (ra) şöyle demiştir: Günah işledi diyerek kar­deşinle bağını koparıp onu terketme! Bugün günah işlerse, yarın da o günahı terkeder. Yine o şöyle demiştir: Alimin küçük günahı­nı insanlara anlatmayın! Çünkü alim küçük bir günah işler, sonra onu terkeder. Konuyla ilgili bir rivayette de şöyle buyrulmaktadır: "Alimin küçük günahından sakının ve o yüzden alimle ilişkiyi ko-parmaym, onu düzeltmesini bekleyin".

Allah Resulü (sav) de bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: " Allah Teala´nın en şerli kulları, laf taşıyan, dostları birbirinden ayıran ve temiz insanlar için kötülük umanlarlardır"[133]Said b. el-Müsey-yeb´in de (ra) şöyle dediği nakledilmiştir: En çirkin gördüğüm dav­ranış, kaynaşmış insanları ayırmaktır. Bu sözün başka bir rivaye­tinde ´Seven insanları´ ifadesi geçmektedir.

Ömer´le (ra) ilgili olarak da şöyle bir hadise nakledilmiştir: Onun din kardeşliği esasıyla kardeş olduğu bir adam vardı. Soruş­turduğunda Şam´a gitmiş olduğunu öğrendi. Gidip gelenlerden bi­rine durumunu sorduğunda şu cevabı aldı: O senin kardeşin tam bir şeytan olmuş! Her türlü günahı işliyor, hatta şarap bile içiyor! Bunları anlatan adama ´Kes´ dedi. Ardından Şam´a gitmeye niyet­lendi. Fakat öncesinde bir mektup yazarak kardeşine gönderdi. Mektupta şöyle yazılıydı: Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla, "Hâ Mim. Bu Kitab´ın vahyedilip bölüm bölüm indirilmesi, Aziz ve Alim olan Allah tarafmdandır. O, aynı zamanda günahı bağışlayan ve tevbeyi kabul edendir". (Mümin/1-3)..." Mektupta kardeşini bir güzel azarlıyordu.

Şam´daki din kardeşi mektubu okuyunca, ´Allah Teala doğru bu­yurdu ve Ömer (ra) de bana nasihatta bulundu´ dedi. Bir süre son­ra tevbe edip halini düzeltti.

Allah için sevmenin en üstün yanı; imanın varlığının delili kılın­masıdır. Allah ve Resulü´nü (sav) sevmekle bir tutulması da büyük bir fazilettir. Bu meyanda Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Allah ve Resulü bütün diğer varlıklardan daha sevimli gelmedikçe kulum iman etmiş sayılmaz"[134]Bir diğer hadis de şöyledir: "Kul, sevdiği kimseyi Allah için sevmedikçe ima­nın tadını alamaz".[135]

Allah için sevmenin gereklerinden biri de, daha .önce belirttiği­miz gibi karşılıklı ziyaret, harcama ve Allah için yakınlaşmadır. Ubade b. Samit (ra) tarafından rivayet edilen hadiste bunu gör­müştük. Musa b. Ukbe (ra) şöyle demiştir: Din kardeşlerimden bi­riyle karşılışmıştım. Onunla buluşmamız birkaç gün sürdü. Cafer b. Süleyman ise şöyle demiştir: Nefsimde bir fetret gördüğüm za­man Muhammed b. Vâsi´a bakarak toparlanmaya çalışırdım. Mu-hammed b. Vâsi (ra) şöyle derdi: Dünyada lezzet alabildiğim üç şey kaldı: Cemaatla namaz; Teheccüd namazı ve din kardeşlerimle bi-raraya gelmek.

Selef-i Salih´ten bir zat da şöyle demiştir: Din kardeşleriyle bira-raya gelmek, kaygıları azaltıp hüzünleri giderir. Hasan ve Ebu Kı-labe (ra) ise şöyle demişlerdir: Din kardeşlerimiz, bizim için aile­mizden ve kendi çocuklarımızdan daha sevimlidir. Çünkü ailemiz bize dünyayı hatırlatırken, din kardeşlerimiz ahireti hatırlatmak­tadırlar.

Süfyan b. Uyeyne´ye (ra) ´Sizce en lezzetli şey nedir?´ diye sorul­muştu. ´Din kardeşleriyle aynı meclisi paylaşmak ve kendine yete­ne dönmek´ dedi. Konuyla ilgili bir hadiste de şöyle buyrulduğu ri­vayet edilmiştir: "Kişi, özlediği ve görüşmeye arzuladığı din karde­şini ziyaret ettiği zaman melek onun arkasından şöyle seslenir: Sen olgunlaştm, cennet de senin için olgunlaşsın!" Hasan (ra) şöyle demiştir: Bir din kardeşini uğurlamak için çıkan kimse için Al­lah Teala da Kıyamet günü cennete uğurlamaları için meleklerini gönderir.

Ata (ra) şöyle demiştir: Üç durumda kardeşlerinizin halini araş­tırın: Hasta olduklarında onları ziyaret edin! Dertleri varsa destek olun! (İlahi emirleri) unutmuşlarsa hatırlatın! Şa´bi (ra) ise meclis­te yanyana oturanlar hakkında şöyle derdi: Adamın simasını tanı­yor, ama ismini bilmiyorum. Bu, tevekkül makammdakilerin tanı­masıdır.

Konuyla ilgili olarak şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Allah Resulü (sav), Ömer´in (ra) bir sağa bir sola bakarak dolandığını gö­rünce durumu sordu. O da, ´Adamın biriyle dost oldum, onu arıyor ama bulamıyorum´ dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: Ey Ebu Abdullah! Birini sevip dost edindiğinde adını, ba­basının adını ve evini öğren. Hastalandığı zaman ziyaretine gider, daraldığı zaman destek olursun". Dahhak, İbni Abbas´tan (ra) şunu nakletmiştir: Ona, ´Senin için insanların en sevimlisi kimdir?* diye sorulmuştu. ´Meclisime oturan´ dedi. O şöyle derdi: Her kim mecli­sime bir ihtiyacı olmaksızın üç kez gelirse dünyevi mükafaatım ha­zırlarım.

Said b. el-As da şöyle demiştir: Meclisimde oturan kimsenin be­nim üzerimde üç hakkı oluşur: Bana yaklaştığında selamlanın, ko­nuştuğunda dinlerim ve oturduğunda yer açarım. Ahnef b. Kays ise şunu söylemiştir: İnsaf, sevgiyi sağlamlaştırır. Kerem dolu bir iliş­ki sayesinde dostluk uzun süreli olur. O şöyle derdi: Sevgiyi çeken üç haslet vardır: İlişkide insaflılık, sıkıntıda teselli ve sevgide yo­ğunlaşma. Ektem b. Sayn oğluna şöyle demişti: Ey oğul! Sevgi ile akraba olun ve akrabalığa güvenip kalmayın!

Ebu Hazim´e, "Yakınlık nedir?´ diye sorulmuştu. Şöy­le cevap verdi: Sevgidir.

Allah için sevmenin sıhhat şartlarını şöyle sıralayabiliriz: Böyle bir sevgisi bulunan kimse, bunun zıddı olan günahkâr kimseleri sevmemeli ve onlardan dost edinmemelidir. Dostluğunu dünyevi çı­karlara veya arzularına uygunluğuna da dayandırmamahdır. Bu sevgi, günlük çıkarlarına uygunluğu sebebine de yaslanmamalıdır. Sevgisi, kendisine yapılan bir iyiliğe karşılık verme ve bir nimetin şükranı olarak da tezahür etmemelidir.

Bütün bunlar, Allah Teala´ya götüren yolun dışındaki yollardır. Zira dünyevi sebep, kaygı ve arzulara dayanmaktadırlar. Bunlar­dan arınmış bir sevgi, Allah için sevmenin başlangıcını oluşturur ve din kardeşliğine de halel getirmez. Zira din kardeşliği ikinci bir şüphedir. Kişi, başka birini güzel ahlakı, edebi, hoşgörüsü, aklı, sa­bır ve tahammülü için de seviyor olabilir. Veya ona karşı sıcaklığı, içten yaklaşımı ve aralarındaki kaynaşma kendisini buna sevket-miş olabilir. Yukarıdaki hususlar gibi bunlar da, kişiyi Allah için sevme halinden çıkartır. Aksi halde din için bir musibet ve mümin­lerin yolları için bir tuzak sözkonusu demektir.

Kul, ondan ayrıldığı ve diğer lütuf ve nimetler gibi onunla biti­şik bulunmadığı takdirde böyle bir sevgi kalbinin din kardeşliği vecdini bulmasına engel olmayacaktır. Çünkü insan tabiatı bu şe­kilde şekillenmiştir. Bu durumda ona kötülüğü dokunan zıtlara da buğzedecektir. Bilinen sebeplerden rolayı böyle bir sevgiye sahip olan kimse ne günah işlemiş, ne de masiyette bulunmuş olacaktır. Buğzettiği zaman da, buğzu kendisini çizilen sınırların dışına çı­karmadıkça günah kazanmış olmayacaktır. Çünkü bu, beşeri cıbil-leyete dayanan bir sevgidir. Kişinin üstün kılınmasını sağlayan ise, sevdiğini nefsi için değil Allah için sevebilmesi, buğzettiğine O´nun için buğzedebihnesidir.

Sevginin bu türü mubahtır. Çünkü değişip yokolabilir. Belli bir karşılığı olan her sevgi, o karşılık ortadan kalktığı zaman kaybolup gidecektir. Allah için sevme ve O´nun için buğzetmede ise, sevginin kaynağında dünyevi veya nefsani çıkarlar yeralmadığı buğzetmede de nefse zarar verecek şeylerden kaynaklanmayan bir buğzetme sözkonusudur. Allah için sevmenin hakikati, din ve dünya bakı­mından haset edilmemesi gereğidir. Kişi, bu ikisi bakımından ken­di nefsine nasıl haset etmiyorsa, Allah için varolan sevgiye de ha­set edemez. Bilakis muhtaç olduğu bu iki unsuru tercih etmek du­rumundadır.

Son olarak zikredilen iki husus, Allah için sevmenin iki temel şartıdır. Bunlar, Allah Teala´nın şu buyruğunda da beyan edilmek­tedir: "Kendilerine hicret edenleri severler". (Haşr/9) O, bir haki­kati niteleme babında haklı olarak onların sevgilerini de nitele­mekte ve kendilerini överek şöyle buyurmaktadır: "Yüreklerinde verilenler için bir ihtiyaç hissetmezler". (Haşr/9) Yani din ve dün­ya adına verilenlere ihtiyaç duymazlar. Buradaki ihtiyaç, hasedi ifade etmektedir. Buna göre de mana şöyle şekillenmektedir: On­lar yüreklerinde kendi nefslerini çekememe babından bir ihtiyaç hissetmezler.

İkinci şart ise şu ayet-i kerimede vazedilmektedir: "Hatta kendi­leri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara veril­mesini tercih ederler". (Haşr/9) Bu, konumuzla ilgili nihai söz ve Allah için sevişenlerin tavsifiyle ilgili anlatılanların özüdür.

Kişi -ihtiyacı olduğunda- din kardeşini hem malı, hem de canı ba­kımından kendine tercih etmelidir. Bu dereceye yükselememiş ise sıddıklar makamında yer alır. Hali bakımından din kardeşine denk olursa, bu da sadıklar makamıdır. Din kardeşliğiyle ilgili makamla­rın en alt derecesi de budur. Bu da müminlerin ahlakındandır.

Allah Resulü (sav) zengin ile fakiri birbirine eşitleyerek kardeş yapmış ve aynı seviyede olmalarını temin etmiştir. Kişi, din karde­şini kendi ailesine ve çocuklarına tercih etmeli, onu ailesinden çok sevebilmelidir. Çünkü ailesine duyduğu sevgi dünya, heva ve nefs kaynaklıdır. Din kardeşlerine duyduğu sevgi ise ahiret kaynaklı olup Allah için ve inancı uğrunadır. Takva sahiplerine göre dini ve uhrevi hususlar daima öne geçirilmeye layıktır.

Hasan el-Basri´nin (ra) oğlu Abdullah, babasının meclisine gele­rek lüzumundan fazla kaldıklarına ve babasının da kendileriyle fazla meşgul olduğuna inandığı kimselere gitmelerini telkin ederek Taşlı adamı bıktırmayın* türünden sözler sarfederdi. Hasan (ra) bunu öğrendiği zaman oğluna çıkışarak şöyle demiştir: Akılsız! On­larla uğraşma! Onları sizden çok seviyorum. Çünkü onlar beni Al­lah için seviyorlar, sizse dünyalık için!

Ebu Muaviye el-Esved de şöyle demiştir: Din kardeşlerimin hep­si de benden daha hayırlıdır. ´Bu nasıl olur?´ diye sorulduğunda şu cevabı verdi: Hepsi de benim kendileri üstünde bir meziyetim bu­lunduğunu düşünüyor. Beni kendilerinden üstün tutanlar, tabii ki benden üstün olurlar!

Konuyla ilgili bir hadisinde de Allah Resulü´nun (sav) şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir: "Kişi, dostunun dini üzeredir. Kendisi­ne uygun gördüğünü size uygun görmeyenin dostluğundan hayır çıkmaz".[136] el-A´meş şöyle demiştir: Bir bidati bizden saklayan kim­se, aşinalığını bizden gizlemeyen kimsedir. Bunun anlamı, kişinin kaynaştığı dostlarına benzemesi ve hakkında dostlarına bakılarak hüküm verilebilmesidir.

el-Esma´î, Mücahid ve Şa´bi vasıtasıyla Ali b. Ebu Talib´in (kv) akılsız kimseyle dostluğu hoş görmediğini belirttikten sonra şöyle bir şiir okuduğunu rivayet etmiştir:

Cahille arkadaşlık etme, Cahilden uzak dur. Nice cahil rezil etmiştir, Kardeşlik ettiği hilim sahibini. Kişi kişiyle ölçülür, O istediği gibi olmadığında, Bir şey için bir şeye, Misaller ve kıyaslar yapılır. Kalbin de kalp üzerinde, Karşılaştığında bir hükmü vardır.

Fakih Muhammed b. Cami de şöyle bir şiir okumuştur:

Sırf şu kimsenin önünde zillet göster ki, Bunun aptallıktan değil faziletten olduğunu bilir. Öyle kimsenin dostluğundan da uzak dur ki, Hala kendini dostlarından üstün görür. Ediplerden biri de şöyle bir beyit söylemiştir: Dost sayesinde tanıdığım nice dost vardır ki, En kıymetli dostum olup çıkmıştır. Yolda gördüğüm bir yol arkadaşı da vardır ki, Benim için dostların en hakikisi olmuştur.

Hasan b. Ali´den (ra) de dostluk hakkında kısa ve özlü şu man­zume rivayet edilmiştir:

Gerçek dostun, beraberinde olan, Senin yararın içine kendine zarar veren,

Zamanın darbeleri seni vurduğunda, Senin toparlanman için kendini dağıtandır.

Bidatçı biriyle Allah için kardeş olunmaz. Bir günahkârla da bu hali üzereyken dostluk edilmez. Dünyalık çıkarı ve erişemediği ar­zuları için zenginlere özlem duyan fakire de sevgi beslenmez. Zen­gin ile fakir arasında sağlıklı bir dostluk ve kardeşlik olabilir. Bu­nun şartı, zenginin fakirle ilgili hakları yerine getirmese dahi, fa­kirin onu kendine tercih etmeye devam etmesi ve herhangi bir maddi talepte bulunmamasıdır.


Konu Başlığı: Ynt: Din Kardeşliği
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Ocak 2010, 19:00:39
Alim ile cahil ve salih ile günah işleyen arasında da Allah için kardeşlik ve dostluk oluşabilir. Bunun gayesi de, dindarlığın takvi­yesi ve taraflardan birinin diğerini Allah Teala´ya yaklaştırmaya çalışması olabilir. Bu noktada makam bakımından üstte olan dos­tuyla ilgili olarak bir takım niyetlere sahip olabilir. Bu niyetler, din kardeşinin ahlakını güzelleştirmek, amellerini İslah etmek ya da daha farklı güzellikler olabilir. Her müminin, amelini düzelten bir dostu vardır. Bu görevi yapması beklenen biri vardır. Mümin, bir anda ve tamamen helak olmaz. Kendisine şefkatle yaklaşan bir dostu, alim veya salih bir zatın tevazusu ona destek olur. O da bun­ları, kendi üstünde görür. Onlar, müminin ayıbını örter, başkaları­nın onu kınamalarına fırsat vermezler.

Din kardeşliğinde izlenen bunlar gibi bir çok yol daha vardır. Hepsinde de asıl olan güzel niyetlerdir. Bunları bilmeyen kimse, kendinden daha yukarıda birinden bunları öğrenmeli, o da hem il­miyle, hem de malıyla ona yardımcı olmalıdır. Fakirlikteki bilgisiz­lik, zenginlikteki bilgisizlikten çok daha zordur. Kişinin ilim ihtiya­cı, para ihtiyacından aşağı değildir.

Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: Dosta ´sadık´ denilmesi arkadaşı­na sadaka vermesinden, ´refik´ denilmesi ise iyi davranması ve re­fakatinden dolayıdır. Dostunuz daha fakirse ona paranızla rıfk ya­ni şefkat ve dostluk gösterin. Eğer ilim bakımından üstünseniz, o zaman da ilimle şefkat ve dostluk gösterin. Herkes dostuyla ilişki­sinde dürüst ve samimi olmalı, onu toplum içinde kınamamalı, ku­surunu araştırmamahdır. Denilmiştir ki: Müminlerin nasihatleri, kulaklarındaki küpeler gibidir.

Cafer b. Burkan şunu anlatmıştır: Meymun b. Mehran bana şöy­le demişti: İstemediğim şeyleri yüzüme karşı söyle! Müminin din kardeşine nasihati ve dürüstlüğü, hoşlanmadığı şeyleri yüzüne söylemedikçe ortaya çıkmaz. Eğer kardeşi samimi ise, bu sözlerden dolayı ona kızmayacaktır. Ama sevgisinde samimi değilse o zaman Öfkelenecek ve söylediklerinden hoşlanmayacaktır. Bu da dostlu­ğun yalan olduğunu gösterir.

Allah Teala yalancılar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Ama dü­rüst olanları sevmezsiniz". (A´raf/79)

Salihlerden bir zat şöyle demiştir: En sevdiğim kişi, ayıp ve ku­surlarımı gösteren kimsedir. Ömer b. Hattab (ra) din kardeşlerini bu şekilde yönlendirir ve emirler verirdi. ´Din kardeşine kusurları­nı gösteren kimseye Allah merhamet buyursun!´

Mus´ir b. Keddam´a, ´Kusurlarının sana bildirilmesini ister mi­sin?´ diye sorulmuş o da şu cevabı vermişti: Başbaşa iken söylen-mişse evet! Ama meclis içinde beni küçük düşürerek söylenirse ha­yır! Selef-i Salih´in güzel ahlakından biri de şuydu:

Onlar içlerinden birinin ahlakını beğenmediklerinde başbaşa iken kendisine söyler veya yazdıkları bir notla kendisine iletirler­di. İşte Öğüt vermek ile rezil etmek arasındaki fark! Gizlice yapılan nasihat, toplum içinde yapılan ise rezil etmedir. İkinci tür nasihat-larda niyet genellikle sıhhatli değildir. Çünkü onda, muhatabı zor duruma düşüren bir çirkinlik sözkonusudur. Kınamakla ayıplamak arasındaki fark da böyledir. Kınama (=îtâb) başbaşa iken yapılır. Ayıplama (=Tevbîh) ise insanların huzurunda yapılır.

Allah Teala da mümin kullarını huzurunda yalnız iken kınar ve onun bu halini örter. Günahlarını gizliden bildirir. Bunlar arasın­da kiminin amel defteri mühürlü olarak verilir ve cennete götürü­lürler. Cennete yaklaşıldığında mühürlü defterleri verilir ve oku­maları sağlanır.

Ayıplananlar ise şahitlerin huzurunda çağrılırlar. Orada bekle­yenlerin hepsi onların rezaletine muttali olurlar. Bu durum azap­larının arttırılmasına sebep olur.

İdare etmekle (=Müdârat) ile iki yüzlülük (=Müdâhenet) arasın­daki fark da böyledir. İdare etmek, Allah rızası için ve ahiret uğ­runda gösterilen davranış biçimidir. Bu, bir borç verilmesi, mümin kardeşinizin günahtan uzak tutulması ve kalbinin İslah edilmesi gibi ulvi gayelerle başvurulan bir yoldur. îki yüzlülük ise, dünyevi bir çıkar elde etmek ve nefsani arzuları tatmin etmek için yapılır. Gıpta etmek ile haset etmek arasında da böyle bir farklılık var­dır. Gıpta etmek, din kardeşinizde gördüğünüz bir şeyin sizde de ol­masını istemeniz ve onu yitirmesini temenni etmemenizdir. Bilakis onda kalmasını ve devamlı olmasını dilemeniz dir. Hased ise, din kardeşinizde gördüğünüz bir şeyin sizde de olmasını ve onunkinin elinden çıkmasını istemeniz, elinde kalmasından rahatsızlık duy-manızdır. Bu niyetle söz veya fiil türünden bir gayret göstermeniz haddi aşma ve zulümdür. Bu ise, büyük günahlardandır.

Feraset ile su-i zan arasında da fark vardır. Feraset, din karde­şinizde gördüğünüz bir şeyden dolayı bir kanaate varmanız ve onunla ilgili bir hisse sahip olmanızdır. Bu, kötü bir şey ise onu söy­lememek, açıklamamak, hüküm vermemek ve kesin olacak gibi davranmamak gerekir. Aksi takdirde günah işlenmiş olur. Su-i zan ise, bir din kardeşiniz hakkında kötü bir görüşünüz bulunması, içi­nizdeki bir kinden dolayı hakkında kötü düşünmeniz, kendinizde-ki bir kötülük veya çirkinliği din kardeşinize yüklemeye çalışmanız ve kendinizi onunla kıyaslamanız dır. İşte su-i zan budur.

Su-i zan kalbin gıybetidir. Bu da Allah Resulü´nün (sav) şu buy­ruğundan dolayı haram kılınmıştır: "Allah Teala, mümine mümi­nin canını, malını, namusunu ve hakkında su-i zanda bulunmasını haram kıldı".[137] Allah Resulü (sav) başka bir hadisinde de şöyle bu­yurmuştur: "Zandan sakının! Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır".[138] Buraya kadar beş temel kavramı ve onların zıtlarını tanımaya, aralarındaki farkları görmeye çalıştık. Bunları iyi bilin ve gereğini yapın. Müslüman, din kardeşine malıyla, diliyle, kalbiyle ve fiille­riyle yardım etmelidir. Allah için kardeşlik bu dört unsurla olur. Eğer fiili bir yardıma ihtiyacı olursa bedeninizle, sözlü bir haksız­lığa uğramışsa dilinizle, paraya ihtiyacı varsa malınızla yardımına koşmanız gerekir. Yardımın en alt derecesi kalp ile yardım olup sı­kıntı ve tasasında ona manen destek olmak, sıkıntısının gitmesini temenni etmek şeklinde yapılır. Mümin, din kardeşine karşı sürek­li hüsnü niyet beslemeli, gıyabında onu muhafaza etmeli, her fır­satta övgüyle anmalı, lütfunu geniş tutmalı, kusurlarım dürüp kü­çük hatalarını kabullenmelidir.

Konuyla ilgili olarak veciz bir sözde şöyle denilmiştir: Hiç bir in­san yoktur ki iyi ve kötü yönleri bulunmasın. İyi yönleri ağır bastı­ğında kötü yönleri sinecektir. Bu, orta yollu müminin halidir. Şef­katli bir din kardeşi, din kardeşinin bildiği güzel yönlerini anlatır. Adi münafıklar ise, kardeşiyle ilgili olarak bildiği en çirkin kusur ve ayıpları ortaya döker. Bu babda Allah Resulü´nün (sav) şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir: "Komşunun kötüsünden Allah´a sığı­nın. O, komşusunda bir hayır gördüğü zaman örter, bir kötülük gördüğünde ise açıklar".[139]

Bu hadis, bir anlamda Allah Resulü´nün (sav) şu buyruğunun açıklamasıdır: "Muhakkak ki büyüleyen söz de vardır". Çünkü her sözün sonunda, niçin söylendiğinin açıklaması vardır. Adamın biri Allah Resulü´nün (sav) huzurunda bir başkasını Övmüştü. Bir gün sonra aynı adam, evvelki gün övdüğü kimseyi tenkid edip ayıpladı. Allah Resulü (sav) de, ´Dün övüyordun, bugün ise yeriyorsun´ bu­yurdu. Adam da şöyle dedi: Allah´a yemin ederim ki dün doğru söy­lemiştim, bugün de yalan söylemiyorum. Çünkü dün beni memnun etmişti, ben de onunla ilgili olarak bildiğim her iyiliği anlatmıştım. Bugün ise beni kızdırdı. Ben de bildiğim bütün kötülüklerini sıra­ladım. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), şöyle buyurdu: Öyle bir söz vardır ki insanı büyüler".[140] Allah Resulü (sav), böyle buyur­mak suretiyle adamın sözünü beğenmediğini ifade etmiş ve onu si-hire benzetmiştir. Bilindiği üzere sihir haramdır.

O, bir başka hadisinde de şöyle buyurmuştur: "Çirkin konuşmak ve maksatlı beyan nifakın iki şubesidir".[141] Bir diğer hadis de şöy­ledir: "Allah Teala size maksatlı beyanı mekruh görmüştür".

İmam Şafii´den de (ra) adaletle ilgili bir söz nakledilmiştir. Mu-hammed b. Abdullah b. Hakem bize şunu rivayet etti: Şafii´nin (ra)şöyle dediğini işittim: Müslümanlardan hiç biri O´na isyanı terket-medikçe Allah´a etmiş olamaz. Onlardan hiçbiri de O´na itaati ter-ketmedikçe Allah´a isyan edemez. Her kimin ibadet ve taatleri is­yan ve günahlarından fazla ise o adildir. İbnu Abdi´l-Hakem bu sö­zün, çok zeki insanların söyleyebilecekleri sözlerden biri olduğunu belirtmiştir.

Yine Şafii (ra), arkadaşlık konusunda tam açılma ile tam kısma arasında tutulacak orta yolla ilgili olarak çok güzel bir söz söyle­miştir: İnsanlardan uzaklaşmak düşmanları çeker. Onlara tam açılmak ise bir çok kötü arkadaşı çeker. Siz, tamamen açılma ile tam daralma arasında bir yol tutun.

Allah Teala, müminleri sabır ve rahmetle niteleyerek şöyle bu­yurmuştur: "Birbirlerine sabrı tavsiye ederler, birbirlerine merha­meti tavsiye ederler". (Beled/17) Başka bir ayette de onları ´zilletle niteleyerek şöyle buyurmuştur: "Müminlere karşı zelil, inkar eden­lere karşı azizdirler". (Maide/54); "Kendi aralarında merhametli­dirler". (Feth/29) Bütün bunlar, mümine gösterilmesi gereken öze­ni göstermektedir. Dostluktaki samimiyetin özü de budur. Yine O şöyle buyurmuştur: "Ne de samimi bir dost". (Şuara/101) Yani ken­disiyle ilgilenecek bir dost bulamaz.

Rivayete göre İsa (as) havarilerine şöyle demişti: Bir din karde­şinizin uyurken rüzgar tarafından üstünün açıldığını görürseniz ne yaparsınız? ´Üstünü örteriz´ dediler. Bunun üzerine İsa (as) şöyle de­di: Hayır, gizlisini açarsınız! Havariler, ´Hâşâ, kim böyle yapar?´ de­yince İsa (as) şunu söyledi: Sizden biri, kardeşiniz hakkında bir söz işitip onu abartarak başkalarına anlatırsa onun gizlisini açmış olur.

Bunun kaynağı, nefste mevcut olan çekememezlik ve kalpte yer­leşik olan kindir. Kişinin işittiği bir şeyin üzerine bir şeyler ekleye­rek anlatması, bunlar tarafından desteklenir. Kişinin böyle bir yo­la tevessül etmesi, içindeki kinin açığa çıkarılmasının tezahürü­dür. Müminler, Allah Teala´nın şu ayetinde kinin bu türünden Al­lah´a sığınmaktadırlar: "Kalplerimizde, iman edenlere karşı kin va-retme". (Haşr/10) Mümin, kardeşine muhalefet etmemeli ve bir muradında yoluna çıkmamalıdır.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Bir mümin kardeşine, Haydi gidelim´ dediğinde, ´Nereye?´ derse onunla arkadaşlık etmez. Bir di­ğer alim ise şöyle demiştir: Mümin, bir kardeşine ´Bana para verdediğinde muhatabı ´Ne kadar? -veya- Ne yapacaksın?´ derse kar­deşlik hukukunun gereğini yapmamış olur. Ebu Süleyman ed-Da-rani (ra) şöyle demiştir: Irak´ta bir dîn kardeşim vardı. Bir ihtiya­cım olduğunda kendisine gider ve ´Bana biraz para ver derdim. Derhal kesesini bana uzatır, ben de istediğim kadarını içinden alır­dım. Bir gün yine kendisine gittim ve Tardıma ihtiyacım var de­dim. ´Ne kadar istiyorsun?´ deyince, kalbimde onun kardeşliğinden duyduğum tat kaçtı.

İbni Amr (ra) ve Ebu Hüreyre´den de (ra) şu söz nakledilmiştir: Kişinin dinar ve dirhemine din kardeşinden daha layık başka kim­se yoktur. Allah Resulü de (sav) konuyla ilgili olarak şöyle buyur­muştur: "Birbirinize buğzetmeyin, arkanızdan konuşmayın, birbi­rinize haset etmeyin, darılıp ilişkiyi koparmayın ve kardeşçe Allah Teala´nın mümin kullan olun".[142] "Müslüman, müslümanin karde­şidir, ona zulmetmez, onu mahrum etmez ve yardımsız bırak­maz".[143] Kişinin müslüman kardeşini hakir görmesi kötülüktendir.

Ali (kv) de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet et­miştir: "Her kim insanlarla teamülünde onlara haksızlık etmez, konuştuğunda yalan söylemez ve vaâdettiğinde vefasızlık etmezse; insaniyeti tam, adaleti mevcut, kardeşliği gerekli ve gıyabında say­gı duyulması icab eden kimselerden biri olur".

Ebu Üsame el-Bahili de (ra), şunu rivayet etmiştir: "Allah Resu­lü (sav) yanımıza geldi. Kendi aramızda münakaşa ediyorduk. Bi­ze öfkelendi ve şöyle buyurdu: Hayrının azlığı sebebiyle tartışmayı bırakın. Tartışmadan uzak durun. Onun faydası pek azdır. O, kar­deşler arasında düşmanlığı körükler"[144]Selef-i Salih´ten bir zat da bu meyanda şöyle demiştir: Her kim kardeşiyle tartışıp münakaşa ederse değeri azalıp eksilir.

Abdullah b. Hasan (ra) şöyle demiştir: İnsanlarla düşman ol­maktan sakın! Aksi halde hilim sahibinin tuzağından ve çirkef bi­rinin sürprizinden emin olamazsın! Hikmet ehlinden bir zat ise şöyle demiştir: Açıktan kınama, gizli gizli kin beslemeden daha hayirlıdır. Kinin fazlası, sizi dostunuzdan daha soğutmaktan öte bir işe yaramaz. Din kardeşlerine kin besleme konusunda çok ağır bir söz rivayet edilmiştir.

Bu söz, Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr vasıtasıyla babasın­dan nakledilmiştir: Bir vakitler Yemen´de idim. Yahudi bir komşum vardı. Bana Tevrat´tan bahisler aktarırdı. Bir gün başka bir yâhu-di geldi. Onunla sohbet ederken kendisine şöyle dedim: İçimizden bir peygamber gönderildi ve bizi İslam´a davet etti. Biz de O´nun davetine uyup müslüman olduk. Bize Tevrat´ı da tasdik eden bir Kitab indirildi. Bunun üzerine yahudi şöyle dedi: Doğru söylüyor­sun. Ama sizler, size gelen Kitabı tatbik edemiyorsunuz. Biz Mu-hammed´i (sav) ve ümmetinin sıfatlarını kendi kitabımızda da gö­rüyoruz. Bizde yazılı olana göre müslüman biri, kardeşinin kapısı­nın eşiğinden çıkarken kalbinde ona karşı en ufak bir kin dahi bu­lunmamalıdır.

Selef-i Salih´ten bir zat şunu söylemiştir: İnsanların en acizi, kardeş aramada kusurlu davranan, ondan da daha acizi, sahip ol­duğu kardeşini yitirendir. Hasan el-Basri de (ra) şöyle demiştir: Bin kişinin dostluğu pahasına bir kişinin dahi düşmanlığını kazan­ma! Ömer b. Abdülaziz (ra) ise şunu söylemiştir: Sana sevgisi, sa­na ihtiyacıyla orantılı olandan sakın! İhtiyacını gördüğünde sevgi­si de bitecektir!

Selef-i Salih´ten bir zat konuyla ilgili Selef ahlakım şöyle anlat­mıştır: Bizden biri yolculuğa çıktığında bineğindeki eşyalar için ´Bu filanın, şu falanın´ demezdi. Herkes ihtiyacı olanı alıp kullanır, bu­nun için izin istemeye dahi gerek duymazdı. Allah Teala da mümin­leri bu şekilde vasfederek şöyle buyurmuştur: "Onların işleri arala­rında şura iledir. Verdiğimiz nzıktan da infak ederler". (Şura/38) Ayetteki ´emrühum=işleri´ ifadesi ´umûruhum=işleri´ manasmda-dır. Buradaki ´şûra´ ise, şüyu yani ortaklı olma anlamına gelmekte­dir. Yani onların işleri taksim edilmemiş olup aralarında müşterek­tir. ´Verdiğimiz nzıktan harcarlar* ifadesiyle kasdedilen de, malla­rının birbirine karışmış olmasıdır. Onlar kendi yüklerini, başkala­rının yüklerinden ayırmaz, ortak kullanırlardı.

Utbetü´l-Gulam (ra), bir din kardeşinin evine gitmiş ve ´Dört bin dirheme ihtiyacım var* demişti. Kardeşi, ´İkibin al´ deyince oradan ayrıldı ve şöyle dedi: Dünyayı Allah Teala´ya tercih ettin. Allah için kardeşlik ettiğimizi iddia etmekten utanmadın mı? Nasıl böyle di­yebilirsin?

Feth el-Mavsıli de (ra), din kardeşlerinden birinin evine gitmiş­ti. Adam evde yoktu. Ailesine sandığı çıkarmalarını söyledi ve onu açıp içindeki keseden ihtiyacı kadar parayı aldı. Onun peşinden adamın cariyesi giderek efendisini durumdan haberdâr etti. Adam, ´Eğer doğru söylüyorsan Allah için hürsün!´ dedi. Din kardeşi, Feth´in (ra) yaptığına gerçekten çok sevinmişti.

Ibni Ebi Şübrüme (ra), bir din kardeşinin büyük bir ihtiyacını gidermişti. Adam buna karşılık çok değerli bir hediye verdi. ´Bu ne­dir?´ diye sorunca adam, ´Bana bahşettiğinize karşılık´ dedi. İbni Ebi Şübrüme (ra) buna tepki göstererek şöyle dedi: Malını al, Allah afiyet versin! Din kardeşinizden bir ihtiyacınızı görmesini isteyip onu karşılamak için çaba sarf etmediğini gördüğünüzde abdest alın ve onun adını anarak dört tekbir getirin ve kendisini ölmüşler ara­sında sayın!

Bunun üzerine başka bir zat şöyle demiştir: Bir din kardeşinizden ihtiyacınızı gidermesini isteyip Allah rızası için gidermediğini gö­rünce ona ihtiyacınızı ikinci kez hatırlatın. Belki unutmuş olabilir. Yine gidermezse üçüncü kez yineleyin. Belki mazur görülecek bir meşguliyetinden dolayı unutmuş olabilir. Yine gidermezse o zaman adını zikrederek dört tekbir getirin ve şu ayeti okuyun: "Ölüleri ise Allah diriltecek, sonra O´nun huzuruna çıkarılacaktır". (En´am/36)

Meymun b. Mehran (ra) şöyle demiştir: Yardımsız kardeşlik is­teyenler, kabir ehliyle kardeş olsunlar! Adamın biri Ebu Hüreyre´ye (ra) gelmiş ve şöyle demişti: Seninle Allah için kardeş olmak istiyo­rum. Ebu Hüreyre (ra), ´Din kardeşliğinin ne demek olduğunu bili­yor musun?´ diye sordu. Adam, ´Bana öğret´ deyince Ebu Hüreyre (ra) şöyle dedi: Kendi dinar ve dirhemine benden daha çok hak sa­hibi olmamandır! Bunun üzerine adam, ´Daha o dereceye yüksel-medim´ dedi. Ebu Hüreyre (ra) de, ´Öyleyse benden uzak dur!´ dedi.

Ali b. Hüseyin (ra) adamın birine şöyle demişti: Sizden birinin eli, din kardeşinin cebine veya kesesine girip ihtiyacı kadarını izin­siz alabilir mi? ´Hayırdeyince, ´Öyleyse sizler kardeş değilsiniz´ de­di. Hasan´ın (ra) huzuruna bir topluluk gelmişti. Kendisine Namazı kıldın mı ey Ebu Said?´ diye sorduklarında ´Evet´ dedi. Bunun üzerine, ´Pazar esnafı henüz kılmadılar^ dediler. O da şöyle dedi: Pazar esnafından kim borç alabilir ki? Duydum ki kardeşlerine bi­le dirhemi esirgerlermiş!

Muhammed b. Nasr anlattı ki: Beytü´l-Makdis´e gitmek isteyen İbrahim b. Edhem´e (ra) bir adam gelmiş ve "Yolda sana refakat et­mek istiyorum´ demişti. İbrahim, ´Sana ait olana senden daha layık olmam şartıyla olur* dedi. Adam, ´Hayır deyince, ´Dürüstlüğün ho­şuma gitti´ dedi.

Musa b. Tarif şunu nakletmiştir: İbrahim b. Edhem (ra), kendi­sine refakat eden kimseye karşı çıkmazdı. O, kafasına uymayan kimseyle yola çıkmazdı. Bir defasında fena bir adam onunla aynı kervanda yolculuk etmişti. Adam, molalardan birinde İbrahim´e ti­rit dolu bir tas ikram etmişti. Tası geri vermek isteyince arkadaşı­nın çuvalını açtı ve orada bulduğu bir tasmayı tirid tasının içine koyup geri verdi. Arkadaşı geldiğinde tasmanın nereye gittiğini sordu. O da tirit tasma koyup gönderdiğini söyledi. Arkadaşı, aynı adama üç tasma vermişti. Fena adam yanlarına gelince, ´HoşgÖr ki hoşgörülesin!´ dediler. Bir keresinde de arkadaşının iznini almaksı­zın onun eşeğini yayan giden birine vermişti. Arkadaşı geldiğinde sükut etmiş ve rıza göstermişti.

Avn b. Abdullah´tan rivayet edilmiştir ki İbni Mesud (ra) şöyle demiştir: Kişinin sana olan sevgisini sorma, kendi kalbine bak! Onun kalbinde de senin kalbindeki vardır. Rebia b. Ebu Abdurrah-man şöyle demiştir: Şehirde insanlık, mescidlere devamlılık ve din kardeşlerinin çokluğuyla yolculukta ise azığı bol koymak ve kar­deşlerinle ihtilaflarını azaltmakla ortaya çıkar.

Ehli Beyt kanalıyla rivayet edilen bir hadiste de Allah Resu-lü´nün (sav) şöyle buyurduğu bildirilmiştir: "Şehirde insanlığın ala­meti üçtür: Allah´ın Kitabı´nı okumak, mescidleri imar etmek ve kardeş sayısını çoğaltmak". Din kardeşliğinin ne kadar önemli ol­duğunu anlamak için bu hadis bile yeterlidir. Çünkü Allah Resulü (sav) onu, Kur´an tilaveti ve mescidlerinin ziyaretiyle bir tutmakta­dır. Mescidlere gitmek, kardeşliğin artmasını sağlayan hususlar­dandır, îbni Abbas (ra) ve Hasan b. Ali´den (ra) rivayet edilen bir hadiste de bu teyid edilmektedir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki:

Mescide gitmeye alışan kimse beş hasletten birini kazanır:.... Allah için kendisinden istifade edilen din kardeşi".[145]

Ebu Uyeyne de bu babda konuştuktan sonra şu şiiri okumuştur:

Devrin bütün musibetlerinin başında,

Kardeşlerin ayrılığı ve hutbelerin boşluğunu gördüm.

O, bir vesilede şöyle demiştir: Otuz yıldır ayrı olduğum nice top­luluklar var ki özlemlerinin kalbimden çıkacağını hayal bile ede­mem. Başka bir zat ise şöyle demiştir: Hiç bir şey dostlarımın vefa­tı kadar beni yıkamaz. Denilir ki: Kişinin dostu öldüğü zaman or­ganlarından birini yitirmiş gibi olur. el-Atebi de bir şiirinde şöyle demiştir:

İnsanları hep sınadım ve kendilerine bildirdim, Kopardıkları bağları birleştirmeye çalıştım. Gördüm ki akrabalık yaklaştırmıyor küskünleri, Sevgi, nesep bağlarının en yaklaştırıcı olanıdır.

Allah için kardeş olmuş iki zattan biri, hevası ile imtihan edil­miş ve kandeşine de bunu bildirerek, ´Ben bir illete kapıldım, ister­sen bana olan sevgi düğümünü çözebilirsin´ demişti. O da şöyle de­di: Bir kusurun sebebiyle kardeşlik düğümünü asla çözmem. Ar­dından kardeşini bu illetten kurtarması için yeme içmeden kesildi. Allah Teala da bu fedakârlığı sebebiyle kardeşini nevasının elinden kurtardı. Bu uğurda kırk gün aç kalmıştı. Her gün kardeşine, ´He-van ile aran nasıl?´ diye soruyor, o da ´Kalp eski halinde devam edi­yor7 diyordu. Kardeşi iyice zayıflayıp rahatsızlanmaya başlamıştı ki Allah Teala kardeşini nevanın elinden kurtardı. Bunu haber alır almaz yiyip içmeye başlamıştı. Çünkü biraz daha aç kalsa, Ölebile­cek durumdaydı-

Benzer bir kıssa Selef-i Salih´ten iki din kardeşiyle ilgili olarak da rivayet edilmiştir. Onlardan biri, istikametten ayrılmıştı. Bu­nun üzerine öbürüne, ´Ondan ayrılıp kendisiyle görüşmesen iyi olur* denilmişti. Ama o, bu isteklere şöyle karşılık verdi: Şimdi bana her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Bu zor anında elini tut­mam, hatasını güzellikle söylemem ve önceki haline dönmeye ça­ğırmam gerekir!

Konuyla ilgili olarak İsrailiyat kaynaklarında şöyle bir hikaye anlatılmıştır: Bir dağda yaşayan iki abid din kardeşi vardı. Birgün içlerinden biri et almak için şehre indi. Kasapta ahlaksız bir kadın gördü ve nefsi onu arzuladı. Kadınla anlaşıp onun evinde üç gün kaldı. İşlediği günahtan dolayı yüzü kızardığı için kardeşinin yanı­na dönmeye de cesaret edemiyordu.

Dağdaki kardeşi onu merak etti ve şehre inerek kendisini ara­maya başladı. Sonunda izini buldu ve kadınla beraber kaldığı eve geldi. İçeri girdiğinde kardeşi o ahlaksız kadınla birlikte oturuyor­du. Hemen onunla kucaklaştı ve silkeleyerek götürmek istedi. Ama diğeri işlediği suçu bildiği için utancından dolayı onunla gitmek is­temiyordu. Derin bir utanç içindeydi. Kardeşi kendisine şöyle dedi: Haydi kardeşim gidelim, ben her şeyi öğrendim. Bugün benim için çok daha önemli ve daha çok sevilmeye muhtaçsın. Günah işleyen abid, kardeşinin bu ısrarını görünce daha fazla dayanamadı ve onunla birlikte evden ayrıldı.

Bu hikayede anlatılmak istenen niyet, niyetlerin en güzellerin­den biri, izlenen yol da edep ve insanlık erbabı ariflerin yoludur.

Din kardeşlerinden biri kardeşini kendi için tercih ettiğinde ter­cih eder ve kardeşlik hukukunun beklentilerine girmezse bu da gü­zeldir. Abdurrahman b. Avf (ra) böyle yapmıştır. Ensar*dan Sa´d b. Rebî (ra), malım ve canını emrine sunduğunda ´Allah sahip olduk­larını bereketli kılsın!´ diyerek kardeşinin teklifini ger çevirmiştir. Kendi için tercih ettiğini, din kardeşi için de tercih etmiştir. Böyle davranmakla onun hibesini kabul etmiş gibi olmuştur. Çünkü Sa´d (ra), sırf cömertliği, zühdü ve sevgisindeki samimiyeti sebebiyle malını onun emrine sunmuştur. Burada eşitlik Sa´d (ra), kardeşini tercih ise Abdurrahman (ra) için geçerli olmuştur. Abdurrahman (ra), ona fazlasıyla ikramda bulunmuştur. Muhacirlerin Ensar üze­rindeki üstünlüklerinden biri de buydu. Çünkü kardeşi tercih et­mek, eşitlik isteğinden daha üst bir derecedir.


Konu Başlığı: Ynt: Din Kardeşliği
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Ocak 2010, 19:07:30
Madar b. İsa ve Süleyman (ra) şöyle demişlerdir: Her kim birini sever, sonra hukukunda kusur ederse sevgisinde yalancıdır! Ebu Süleyman ed-Darani (ra) ise aynı adam hakkında şöyle demiştir: O, sevgisinde samimi olabilir, ama hukuka riayette cimrilik etmiştir. Yine o şöyle demiştir: Dünyanın tamamı benim olsa ve onu din kar­deşlerimden birinin ağzına koyacak olsam, lokmasının küçük olma­sını isterdim. Başka bir vesilede ise şunu söylemiştir: Kardeşlerim­den birine ikram ettiğim lokmanın tadını kendi ağzımda hissederim. Din kardeşlerine ikramda bulunmak ve onlara yemek yedirmek, sevap bakımından sadakadan daha faziletli bir ameldir. Bundaki oran, akrabalara ve yakınlara verilen sadakanın, yabancılara veri­lenden katlarca fazla olması gibidir.

Ali (kv) şöyle demiştir: Din kardeşime verdiğim bir dirhem, fa­kirlere verdiğim yüz dirhemden daha sevimlidir. Onun bir başka sözü de şudur: Hazırladığım bir yemeğe din kardeşlerimi topla­mam, bir köle azat etmemden daha sevimlidir.

Hikmet ehlinden bir zat da oğluna şöyle öğütte bulunmuştu: Ey oğul, düşmanların arasına gir, dostların arasına ise sakın girme! ´Bu nasıl olacak?´ diye sorulduğunda şöyle demiştir: Düşmanların arasına girip aralarını bulmaya çalışmak onların dostluğunu ka­zandırır. Dostların arasına girmek ise düşmanlığı besler.

Hiç kimse bir din kardeşine gıyabında ihanet etmemeli, hoşlan­mayacağı şekilde konuşmamalıdır. -Sözkonusu şey mubah bile ol­sa,- o hoşlanmıyorsa söylememek gerekir. Kardeşinin yaptığı bir fi­ille ilgili olarak kesin bir ilme sahip değilse-hoşlanmasa bile- hak­kında konuşmamalıdır. Çünkü din kardeşi ondan daha bilgili ola­bileceği gibi, bildiği bir açıklama şekli de olabilir. Kardeşine hiç bir surette yalan söylememeli, sırrını ifşa etmemeli ve gıyabında kovu-culuk ya da gıybette bulunmamalıdır. Onunla ilişkisinde idarecili­ği gerektirecek biçimde davranmamalı, mazeret gerektirecek bir şeyler yapmamalı, sevmediği veya ona güç gelecek bir şey için onu zorlamamalıdır.

Abbas (ra), oğlu Abdullah´a (ra) şöyle demişti: -Ömer b. Hattab´ı (ra) ima ederek- Bu adamın seni yaşlıların önüne geçirdiğini ve kendisine çok yakın tuttuğunu görüyorum. Şu üç öğüdümü iyi ko­ru: Onun sırrını ifşa etme! Huzurunda kimseyi çekiştirme! Yalanı­na tanık olmasın! Bununla ilgili rivayetlerden birinde de şu ifade yeralmıştır: Onun emrine karşı çıkma ve ona asla ihanet etme!

İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: Bunu Şa´bi´ye anlattım, o da riva­yet etti. O şöyle demiştir: Her bir kelime bin kelimeden daha hayır­lıdır. Kimi kelime de onbin kelimeden daha hayırlıdır. Seleften bir zat kardeşlerinden birine bir sır vermişti. Ardından da, ´Onu hıfzet­tin mi yoksa unuttun mu?´ diye sormuştu. Kardeşi de, ´Unuttum´demişti.

Ediplerden birine şöyle denilmişti: Sırrı nasıl korursun? O da şu cevabı vermişti: Onun mezarı olurum! Aynı soru başka birine sorul­duğunda, o da şöyle karşılık vermişti: Haber vereni bilerek inkar eder, haber almak isteyene de yemin verdiririm. Sır koruma hak­kında işittiğimiz en güzel söz, şeyhlerimizden birinin bir kardeşin­den naklettiği şu rivayette geçmektedir. İkisi birlikte şair Abdullah b. Mu´tez´i ziyaret etmiş ve sırrı muhafaza etmek hakkında bir şiir söylemelerini istemişlerdi:

Sır emanetgâhımı saklamak için hazırlık yaptım, Ve onu sineme gömdüm; sinem sırrın mezarı oldu.

Onun yanından çıkmıştık ki Muhammed b. Davud el-İsbaha-ni´yle karşılaştık. Nereden geldiğimizi sorunca İbnü´l-Mu´tezz´in şi­irinden sözettik. Bizi durdurup az düşündü. Ardından da ´Şimdi be­nim sözümü dinleyin´ diyerek şu şiiri okudu:

Sır, ne sinemde yer alır ne de mezarda, Çünkü gömülenin bir gün çıkacağını bilirim, Ama ben, unuturum onu sanki, Daha önce öyle bir şey duymamış gibi. Sırrı kendimle aramda saklamak caiz olsaydı, İç organlarımdan başka hiçbiri onu bilmezdi.

Allah Resulü (sav), konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Ar­kadaşların en kötüsü, kendisini idare etmek zorunda kaldığın ve sürekli özür dilemeye sevkedendir". Yine O´nun şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Arkadaşların en kötüsü, kendisi için zorlamaya gidilendir". Fudayl b. Iyaz (ra) ise şöyle demiştir: İnsanları küstü­ren zorlamadan başkası değildir. Biri kardeşini ziyaret ettiğinde kendi yapmadığı tarzda zorlama ikramlara muhatap olduğu za­man onun evine bir daha gitmekten çekinir.

Aişe validemiz de (ra) şunu rivayet etmiştir: "Mümin, müminin kardeşidir. Onu istismar etmez ve ondan çekinmez". Din kardeşle­rini çoğaltma ve onlarla mutlu olma babında söylenmiş zarif bir ha­dise işittik. Hadiseyi yaşayanı hatırlamasak da Hars b. Muham-med, İbrahim b. Sa´id el-Cevheri´den nakletmişti: Hişam´a pahalı bir kürk hediye edilmişti. Yanındaki birine, ´Bunu Sa´id el-Cevhe-ri´ye götür ve kendisine şöyle de: Bu, Hüşevm tarafından gelen bir kürktür, onun adına satın al! Kürkü götüren adam onu satıp para­sını aldıktan sonra geri döndü. Hişam, kürkün parasını Hüşeym´e gönderdi. Böylece kürk de paralar da Hüşeym´in olmuş oldu.

Ali b. el-Medini şunu nakletmiştir: Ahmed b. Hanbel (ra) bana, ´Seninle Mekke´ye gitmek istiyorum ama tek düşüncem seni bıktır­mam veya senin beni bıktırman yönündeki endişem. Çünkü kar­deşleri bıktırmak, kerem sahiplerinin ahlakına uyan bir davranış değildir* demişti. Mekhul de (ra), Hasan´a (ra), ´Seninle Mekke´ye gitmek istiyorum´ demişti. Hasan´m (ra) cevabı şu oldu: Sana ikra­mı, aranızdaki ilişkiyi kopartacak tarzda olan kimseyle arkadaşlık etme!

Ebu Amr b. el-Ala şöyle demiştir: Dostun hakkında olması dışın­da sabır her konuda güzeldir. Yine o şöyle demiştir: Allah için kar­deş olmuş kimselerin günde en az iki kez biraraya gelmelerini müs-tehap görürüm.

Enes b. Malik (ra) şunu söylemiştir: Allah Resulü´nün (sav) as­habı, birlikte yürürlerdi. Karşılarına bir kaya veya çöp yığını çıktı­ğında ikiye ayrılır ve buluşurlardı. O buluşma anında dahi birbir­leriyle selamlaşırlardı. Hasan (ra) ve Ebu Kılabe (ra) ise şöyle de­mişlerdir: Kişinin din kardeşinden kâr etmesi asaletten değildir. Ibni Şirin de (ra) şunu söylemiştir: Kardeşine, ona ağır gelecek ik­ramda bulunma!

Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir meclisi paylaşan iki kişi, bunu güvenle yaparlar. Onlardan birinin diğerinin hoşlanmayacağı bir şeyi ifşa etmesi helal olmaz". İbnü´l-Mübarek (ra) bir sefere çıkmıştı. Beraberinde de bir topluluk var­dı. Yola çıkarken kendilerine şöyle demişti: Bende hoşunuza gitmeyen bir şey görürseniz söyleyin! Yolun bir noktasında ayrılmak is­tediklerinde, ´Bende hoşunuza gitmeyen bir şey mi gördünüz?´ diye sordu. İçlerinden bir genç, ´Ben gördüm´ dedi. O da, ´Ne gördün?´ di­ye sordu. Genç, ´Dişlerini misvakladığıru görmedik´ dedi. Bunun üzerine İbnü´l-Mübarek (ra) şöyle dedi: Ne yazık! Dişler dostların önünde misvaklanır mı?!

Bişr b. el-Hars (ra) şöyle derdi: İnsanlar arasında yalnız ahlakı güzel olanla içli dışlı olun. Öylesinden ancak hayır gelir. Kötü ah­laklıyla hemhal olmayın. Ondan ancak kötülük gelir.

İmam Şafii (ra) ise şöyle demiştir: Kızmasını beklediğimde kız­mayan eşek, memnun olmasını beklediğimde memnun olmayan ise şeytandır! Amr b. Dinar´ın da (ra) şu sözü nakledilmiştir: Seni arzu eden biri hakkında zühd sahibi olman nasibin azlığı, senin hakkın­da zühd sahibi olan birini arzu etmen ise nefsin zilletidir. Muham-med b. Şirin (ra) şöyle derdi: Kişi, kardeşinin günahları yetmiş gü­nah oluncaya kadar ona tahammül eder ve onlar için özür bekler. Kardeşi öyle yaparsa sabreder. Aksi halde, ´Kardeşimin benim bil­mediğim bir mazereti var herhalde´ der.

Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle demiştir: Bir kimseyle kardeş olmak is­tediğinde onu kızdır. Hakkında soru sorabileceği kimseleri ondan sakla. Eğer ´Tamam´ derse onunla dost ol. Aksi takdirde iyice sına­madığın kimseyle kardeşlik etme. Sınamak için ona sır ver, sert ko­nuş ve kızdırmaya çalış. Eğer sırrı ifşa ederse ondan sakın. Ebu Ye-zid´e (ra) ´Kiminle dost olayım diye bir soru sorulmuştu. Şöyle ce­vap verdi: Senin hakkında Allah´ın bildiğini bilen, O´nun örttüğü­nü örten kimseyi. Zünnun-i Mısri (ra) ise şöyle demiştir: Seni gü­nahsız gibi görmek isteyen kimsenin dostluğunda hayır olmaz. Ule­madan bir zata, ´Hangi tür insanlarla arkadaşlık edilebilir?´ diye sorulmuştu. Şöyle dedi: Zorlamanın ağırlığını kaldıran ve ilişkiniz­de çekince koyma sıkıntısı doğurmayan kimse

Cafer b. Muhammed es-Sadık (ra) şöyle demiştir: Din kardeşle­rim arasında bana en ağır gelen, benim için kendini zorlayan ve iliş­kimde çekince koyduğum kimsedir. Onların en hafifi ise, kendisiyle beraber iken yalnız başımaymışım gibi rahat olduğum kimsedir.

Bu ve benzeri sözlerin tamamından çıkan, din kardeşliği ve Al­lah için sevmenin taşıması gereken sıfatlardır. Din kardeşliği yapmacıklık ve şirin görünme çabalarından uzak, riyakârlık ve zorla­madan arınmış olmalıdır. Bu tür sıfatlar, dostluğun bereketini gö­türür ve kardeşliğin faydası sona erer.

Suülerden bir zat şöyle demiştir: insanlar arasında ancak şu kimselerle ilişki kur ki beraberken iyilik bakımından zenginleşir, kötülük bakımından azalırsınız. Günah işlediğinizde sizin yerinize tevbe eder, kötülük yaptığınızda özrünüzü kabul eder. Seni kendi sıkıntısıyla ve senin sıkıntınla yormaz. Bunlar da bu devirde dost­larda bulunabilecek en yüce değerlerdir.

Nitekim adamın biri Cüneyd´e (ra) şöyle demişti: Bu zamanda Al­lah yolunda kardeş olanlar iyice azaldı. Adam bir süre sustuktan sonra aynı sözü tekrarladı. Bunun üzerine Cüneyd (ra) şöyle dedi: Allah için bir kardeş aradığında sıkıntını hafifletmen ve çektiğin ezi­yete tahammül edebilmelidir. Evet böyleleri iyice azaldı! Allah için bir kardeş aradığında sıkıntısını gidermen ve eziyetine sabretmen gerekir. Bildiğim bir topluluk var. İstersen seni onlarla tanıştırayım. Böyle biri de kendini seven biri olacaktır. Çünkü kardeşinden böyle bir beklenti içinde olan, onu sırf Allah için seven biri olamaz. Din kardeşliği sadece eziyeti gidermek değildir. Bu, zaten farzdır.

Ama kardeşlik, eziyet, karşısında sabırlı olmaktır. Onun bahset­tiği bu topluluk sufüerdi. Sufîler şu dört esasa dayalı bir dostluk ilişkisine sahiptiler. Bu esasların bir kısmı bir kısmına tercih edil­mez. Bunlar hakkında biri diğerine itirazda bulunmaz. İçlerinden biri hiç oruç tutmasa dahi arkadaşı ona ´Oruç tut1 demez. Bütün ge­ce boyunca namaz kılsa, arkadaşı kendisine ´Biraz uyu´ demez. Dostunun her iki hali de onun gözünde birdir. Onların gözünde oruç ve teheccüd namazı fazlalık ifade etmediği gibi uyumak ve na­file oruç tutmamak da eksiklik ifade etmez.

Eğer kardeşinin yanında iken amelini arttırıp o yokken eksilti­yorsa, böyle biri için dini bakımından ayrılık daha emin ve nefsin riyaya düşmesi bakımından daha uzaktır. Çünkü nefsin yaralış ta­biatı, övülmeyi sevip yerilmekten hoşlanmamak üzere şekillenmiş­tir. O, bilindiği halin gizlenmesini ve halk nezdinde de olabildiğin­ce güzel olarak görülmesini ister. Kişi, bu tür kimselerle arkadaş­lık ederse sadıkların yolundan ve ihlas ehlinin gayelerinden uzak­laşmış olur. Bu gibi kimselerden uzak durmak, kalp için daha gü­zel, amel için daha ihlashdır. Bu tür kimselerin arkadaşlık ve birlikteliği ise kalplerin bozulmasına ve halin eksilip alçalmasına yol açar. Çünkü bu tür davranışlar, riya tezahürleridir. Riya ise, amel­lerin ve güzel sermayenin heba edilmesi, izzet ve celal Sahibi´nin gözünden düşmek demektir. Bundan Allah Teala´ya sığınırız.

Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle demiştir: İnsanlarla iyi geçinmek iste­yen, onları idare eder, onları idare eden onlar karşısında riyaya dü­şer, riyaya düşen ise, onların başına gelene maruz kalır ve onlar gi­bi helak olur.

Değerli bir zat da şöyle demiştir: Halk içinde ancak şu kimseyle kardeşlik et ki dört halde sana yaklaşımı değişmez: Öfkesinde, memnuniyetinde, tamahında ve nevasında. Çünkü bunlar, insanla­rın yaratılış tabiatları gereği bir anda değiştikleri hususlardır. Zi­ra bunlarda nefsin zararı veya yararlandığı bir şeyin yitirilmesi sözkonusudur.

Ediplerden biri de şunu söylemiştir: Ancak şu kimselerle arka­daşlık et ki sırrını saklar, iyiliğini yayar, aybını örter, zor anlarda yanında olur, güzelliklerde seni kendine yeğler. Böyle birini bula-mazsan, kendinden başkasıyla dostluk etme.

Ulemadan bir zat edebiyat erbabından şu şiiri nakletmiştir:

Kardeşimin dostluğu güvendir,

Sözü bana haberi idi.

Onun zahiri güzelliği seni mutlu eder,

Sınadığın hususlarda beğenirsin.

Dostluğuna yardımcı ol keremle,

Çünkü izi vardır ahlakında.

Bir güzellik saklı kalmışsa onu yayar,

Örter aybını dostunun,

Sonra örttüğünü de Örter.

Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Yalnız şu ikisinden biriyle arkadaşlık et: Ya kendisinden dinle ilgili bir şeyler öğrenip fayda­landığın ya da diniyle ilgili bir şeyler öğrettiğin kimse. Üçüncüsün­den uzak dur.

İbni Ebi´l-Havari (ra) şöyle demiştir: Hocam Ebu Süleyman ba­na şöyle derdi: Ey Ahmed, yalnız şu ikisinden biriyle arkadaşlık et: Bir kimse ki onun sayesinde dünyada yükselirsin ve bir kimse kisayesinde ahiret bakımından artar güçlenirsin. Bu ikisinin dışm-dakiyle vakit harcamak büyük ahmaklıktır.

Memun şöyle derdi: Kardeşler üç gruptur: İlki onsuz olmayan gıda gibidir; ikincisi zaman zaman ihtiyaç duyulan deva gibidir. Üçüncüsü ise asla ihtiyaç duyulmayan dert gibidir. Kul, bu üçün­cüyle imtihan edilir. Onda ne aşinalık, ne de bir fayda mevcuttur. İlki ise Allah Teala´nın bir nimet ve lütfudur. O, sıcaklık ve aşina­lığın bulunduğu kuldur. Kişi onun yamnda büyük faydalar görür ve kazanımlara ulaşır.

Ebu Zer (ra) şöyle derdi: Yalnızlık, kötü arkadaşla birlikte ol­maktan hayırlıdır. İyi arkadaş ise yalnızlıktan daha hayırlıdır. Bişr b. el-Hars (ra) şöyle demiştir: Kişinin üç tür kardeşi olabilir: Ahi-retlik kardeşi; Dünyalık kardeşi ve kanının kaynadığı kardeşi. O, üçüncü türdeki dostun, abidlerden olmayabileceğini söylemiştir. Çünkü üns ve kaynaşma hususi bir durumdur. Üns´ün ancak ke­rem sahibinde bulunan bir haslet olduğu söylenmiştir.

Yusuf b. Esbat (ra), kardeşleri arasında ünsiyete sahip olanlara daha çok değer verir ve şöyle derdi: Kendisine ünsiyet duyulan üç tür insan vardır. Her alimde üns bulunmadığı gibi her akıl sahibi veya her abidded de üns bulunmayabilir. Üns, bir takım unsurların varlığını gerektiren bir duygudur. Bunlar genellikle velide bulunur. Bu unsurların tamamını taşıyan kimse, üns bakımından kemale ermiş demektir. O, yalnızlık ve çekinmeden sıyrılmıştır. Bunları ta­şımayan kimse ise ünsten uzaktır. Bunların tam olarak varolmadı­ğı kimse ise kısmî ünse sahip demektir.

Üns duygusunda sıkıntılardan ve tasalardan kurtulma, sükunet ve kalp huzuru sözkonusudur. Üns, yedi hasleti gerektirdiği için çok ender bulunan bir haldir. Onun tam olarak varolabilmesi için ilim, akıl, edep, güzel ahlak, cömertlik, kalp selameti ve tevazünün onunla donanmış olması gerekir. Bunlardan bir kısmına sahip ol­mayan kimse, ünsün kemaline eremez. Üns halinin zıdlan tam bir yalnızlıktır. Çünkü cahilde üns olmadığı gibi ahmağa da üns hisse-dilemez. Cimri, kötü ahlakı sebebiyle ünsten mahrumdur. Adi ve kibirli kimselerde ünsten nasibi olmayanlardır. Bunları iyi bilin.

el-Esma´i´den rivayet edilmiştir ki, hikmet ehlinden bir zat şöy­le demiştir: Hür insanlarla mutlak sevgiye dayalı ilişki kurun, avam ile arzu ve korkuya dayalı ilişki kurun, sefilleri de korku ile idare edin. İnsanlar, ağaçlara benzer. Kimisinin gölgesi vardır, meyvası yoktur. Bunlar, dünyevi menfaat sağlanan kimseler olup ahirette hiçbir getirileri yoktur. Kiminin hem gölgesi hem de mey­vası vardır. Bunlar, hem dünya hem de ahiret bakımından verimli olanlardır. İnsanların en değerlisi de odur. Kimininse ne gölgesi, ne de meyvası vardır. Bunlar, kendilerine ihtiyaç duyulmayan ağaç­lardır. Seksek ağacı gibi. Mugaylan ağacı da böyledir. Bu, elbisele­ri yırtan bir ağaç olup ne yiyecek ne de içecek verir. Bu tür insan­lar, diğerlerine zarar verip yarar sağlamazlar. Kendileri için birik­tirip kimseye bir şey vermezler. Allah Teala bu tür insanlar hakkın­da şöyle buyurmaktadır: "Onlar zararı yararından çok olanlara dua ederler. Ne kötü bir dost! Ne kötü bir arkadaş".

Buna benzer bir tanım hayvanlar için de yapılmıştır. Mesela fa­re ve akrep hakkında şöyle denmiştir:

Tattığınızda insanların farklı olduklarını görürsünüz, Ağaçlar nasıl aynı değilse onlar da denk değildir. Kiminin gölgesi de vardır, meyvası da, Kimininse ne gölgesi ne de meyvası vardır.

Benzer bir şiir de şudur:

Bir görevin yapılması için ümit edilen biri değilsen, Haşr günü şefaat edilenlerden olamazsın. Malıyla cömertlik yapan biri de değilsen , Kardeşlik bağlarının bozulması daha faydalıdır.

Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Din kardeşiniz bir dostlu­ğa sahip olduğunda bununla sevginin yarısı, hatta fazlası kesinlik kazanır. Muhammed b. el-Kasım el-Kareşi (ra), Rebî b. Süleyman vasıtasıyla İmam Şafii´den (ra) şunu nakletmiştir: Kendisi Bağ­dat´ta biriyle kardeş olmuştu. Bilahare bu kardeşi Seyyibiler´e dost olmuş ve Şafii´ye karşı tavrı değişmişti. Bunun üzerine Şafii (ra) kendisine bir mektup göndererek şu beyitleri yazdı:

Git, sevgin sevgimden boş olsun! Bu boşama, talak-ı bain değildir.

Eğer vazgeçtiysen, o tek bir boşamadır. Kalan ikisi için sevgin devam eder. Eğer imtina edersen seni eskisi gibi severim. Kalan iki boşamada iki hayız olarak bekler. Uç boşama birden gelirse, işte o zaman, Seyyibiler´in dostluğu da sana yetmez.

Bu şiir, fıkıh ehlinden birine söylenmiş ve onun tarafından da hoş bulunmuştur. O, şöyle demiştir: Bu, fikhi bir boşamadır. Şu var ki Şafii (ra) nikah yapmaksızın boşamıştır.

İmam Şafii (ra), Muhammed b. Abdülhakem el-Mısri ile kardeş olmuştu. Kendisini sever ve yakınında tutarak şöyle derdi: O olma­sa, Mısır´da kalmazdım. Bir defasında Muhammed rahatsızlanmış -ti. Şafii de (ra) kendisini ziyarete gitti. el-Kareşî, Rebı´den şunu nakletmiştir: İmam Şafii (ra), Muhammedi ziyaretinde şöyle bir şi­ir okumuştu:

Dost hastalandı da onu ziyaret ettim,

Onun için duyduğum kaygıdan ben de hasta oldum,

Dost beni ziyarete geldiğinde ise,

Bakışıyla bir anda iyileşiverdim.

Şafii (ra), Mısır´dan ayrılırken halefi olarak Muhammed´i bırakı­yordu. Nitekim vefatından sonra da Mısır´daki halefi o olmuştur. Şafii (ra), ölüm hastalığında yatarken insanları yanına çağırmıştı. Kendisine, ´Ey Ebu Abdullah, senden sonra kimin meclisine otura­cağız? Halkanın başı kim olacak?´ diye sorduklarında Muhammed´i işaret ettiğini sandılar. Muhammed de bunu görmek için başını uzattı. Bir süre böyle beklenildi. Kendisi İmam´ın başucunda otu­ruyordu. Neden sonra İmam şöyle dedi: Allah´ı tenzih ederim, Ebu Yakub el-Bûtî tartışılır mı?

Bu söz üzerine Muhammed´in kalbi kırıldı. İçinde bir burukluk hissetti. Arkadaşları Ebu Yakub el-Butî´ye doğru yöneldiler. Mu­hammed, Şafii´nin ilmini mezhebini taşıyan kimseydi. Malik´in (ra) mezhebinden ayrılmıştı. Ebu Yakub el-Butî ise baştan beri Şafii´nin (ra) mezhebinden, zühd ve vera´ sahibi bir zattı. Müslümanlara öğüt verme ve mezhebini anlatma görevini ona vermişti. O, bu ko­nuda yakın ilişkisinin etkisinde kalmamış ve Muhammed yerine, Ebu Yakub el-Butî´yi geçirmişti. Çünkü o, bu göreve daha ehildi.

Şafii (ra) vefat ettiği zaman Muhammed b. Abdülhakem onun mezhebini terketti ve eski arkadaşlarından ayrılarak Maliki mez­hebine döndü. Babasının Malik´in (ra) görüşleriyle ilgili yazmış ol­duğu kitapları rivayet etti. Günümüzde İmam Malik´in (ra) mezhe­binin en bilgili şahsiyetlerinden de biridir (Hicri IV. asır). el-Butî (ra) ise, kendisini tasavvuf yoluna vererek insanlardan uzaklaştı. Mısır´ın taşrasından sayılan Bûta´ya yerleşti ve orada Rebî b. Sü­leyman´a nisbet edilen ´el-Ümm´ kitabını tasnif etti.

Halbuki bu kitabın tasnifi, tamamen Ebu Yakub el-Butî´ye art-tir. Fakat kitapta adının zikredilmesini istememiştir. Kitabın tas­lağını Rebî´e vermiş, o da kitapta bir takım ilaveler yaparak yayıl­masına vesile olmuş ve kitap kendisine maledilmiştir. el-Butî (ra),, hapishaneye götürülmüş, sultanın huzuruna çıkartılarak Kur*an yaratılmasıyla ilgili olarak sorgulanmış ve hapsedilmiştir. Rebî´den anlatılmıştır ki: el-Butî, bana hapisten gönderdiği mektupta ilim meclisleri toplamayı sürdürmemi, ilme devam etmemi ve ilim Öğ­rencilerine sevgiyle yaklaşıp kendileriyle ilgilenmemi ve. tevazu göstermemi teşvik etmişti. Mektubunda şöyle diyordu: Şafii´yi (ra) defalarca şu beyti söylerken işittim:

Nefsimi aşağılarım ki ona değer versinler, Aşağılamadığın nefse asla değer verilmeyecektir.

Seleften bir zat ise oğluna şöyle bir tavsiyede bulunmuştur: Ey oğul! Ancak şu kimselerle arkadaşlık et ki, fakir olduğunda sana yaklaşır, zengin olduğunda sana tamah etmez. Mertebesi senden yüksekse, sana büyüklük taslamaz. Ona zillet gösterdiğinde seni korur. Ona bir delil göstersen, sana minnet duyar. Kendisiyle bir araya geldiğinde seni süsler. Böyle birini bulamazsan hiç kimseyle arkadaşlık etmez.

Din kardeşliği hukukuyla ilgili olarak Selef-i Salih´ten nakledi­len hadiseleri misallendirmek için şunları zikredebiliriz: Seleften biri kardeşinin evine haber vermeksizin gider ve onu bulamazsa ev halkına, ´Ununuz var mı, yağınız var mı? Bir şeye ihtiyacınız var mı?´ diye sorardı. Herhangi bir şey için ´Evde yok´ derlerse, gidip sa­tın alır ve kendilerine verirdi.

Selef, kendi ailesi ile, din kardeşinin ailesi arasında ayrım yap­maz, sıkıntılarını paylaşırdı. Ama o kardeşiyle karşılaştığı zaman kendisine bunu bildirmezdi.

Said b Arube (ra), evindeki bütün giysileri ihtiyacı olanın alabil­mesi için dışarı asardı. Yemeği de aynı şekilde kapının hemen içine koyar ve canı çekenin yemesini temin ederdi. Kardeşleri acıktığı zaman onun evine gelir ve sofrada ne varsa yerlerdi. Kimi sulu ye­mek yerken kimi de sulu veya kızartılmış et yerdi. Bir elbiseye ih­tiyacı olan da kapının yanında asılı olan ipten dilediğini alır ve ev-sahibinin iznine gerek görmezdi. Çünkü kardeşleri onun ahlakını iyi bilirlerdi.

Sonrakiler arasında da Said´in ahlakına sahip olanlar vardı. Al­lah Teala kaynaşma ve sıcaklığı müminler arasına ayetlerinden bi­ri olarak koymuştur. Onların bu sıfatı övülmüş ve bu kaynaştırma, Resulü´ne (sav) bile izafe edilmeyerek yalnız Allah Teala´ya ait bir fiil olarak takdim edilmiştir: "Ve onların kalplerini kaynaştırdı. Sen yeryüzündeki servetlerin tamamını harcasan yine kalplerini kaynaştıramazdın. Ama Allah onları kaynaştırdı. Muhakkak O, Aziz ve Hakîm´dir". (Enfal/63)

Aziz´dir; çünkü O´nun kaynaştırdığını hiç kimse ayıramaz. O´nun ayırdığını da hiç kimse kaynaştıramaz. Hakîm´dir; çünkü kaynaştırma meselesinde hüküm tamamen O´nun elindedir. Ken­dini tanıtmadaki tekliği gibi bu hususta da Tek´dir. Aziz ve Ha-kîm´in bir diğer açıklaması da şudur: Aziz´dir; çünkü müminler arasındaki kaynaşmayı çok yüceltmiş ve yüksek bir değer vermiş­tir. Hakîm´dir; çünkü kaynaşmayı hikmet ehlinin salihlerinde bu­lunan bir hikmet kılmıştır.


Konu Başlığı: Ynt: Din Kardeşliği
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 10 Ocak 2010, 19:16:01
Ebu´d-Derda (ra), saban çeken iki Öküz görmüştü. Bir ara öküz­lerden biri durarak vücudunu sabana sürtmeye başlamıştı. Ebu´d-Derda (ra) bu sahneyi görünce ağlamaya başlamış ve şöyle demiş­ti: Allah´ın emrini yerine getirmek için yardımlaşan din kardeşleri de böyledir. İçlerinden biri durduğu zaman, diğeri de onun durma­sı sebebiyle durur. Ebu´d-Derda´nın (ra) ibadetinin ağırlığı tefekkürdü, O şöyle derdi: Secdemde, adlarıyla bildiğim kırk kardeşim için dua ederim.

Konuyla ilgili bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyur­duğu rivayet edilmiştir: "Din kardeşinin başka bir kardeşi için gı­yabında ettiği dua geri çevrilmez. Melekler de, ´Onun için istediğin senin de olsun´ der"[146]Hadisin başka bir lafzında ise şu ifade geç­mektedir: ´Allah Teala şöyle buyurur: Vermeye seninle başlayaca­ğım´. Meşhur bir hadiste de Allah Resulü´nün şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir: "Kişinin kendiyle ilgili kabul edilmeyip kardeşiy­le ilgili kabul edilen birçok duası vardır".

Din kardeşliğinin gereklerinden biri de, kardeşlerin gıyapların­da birbirleri için dua ve istiğfarda bulunmalıdır. Kardeşliğin bere­keti de ancak bu noktada gündeme gelmektedir. Muhammed b. Yu­suf el-İsbahani (ra), şöyle derdi: Salih bir din kardeşi mirasım pay­laşan ailen gibidir. O senin hasretinle yaşar, sunduğuna ilgi göste­rir, gecenin karanlığında senin için dua eder. Salih bir din kardeşi meleklere de benzetilmiştir. Çünkü konuyla ilgili bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Kul öldüğü zaman insanlar ´Acaba geride ne bırak­tı?1 diye sorarlar. Melekler ise, ´Acaba ne getirdi?´ diye sorar ve ge­tirdiği iyiliklere sevinir, onun üzerine titrerler".

Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Allah için kardeş edinme­nin başka hiç bir faydası olmasa, sadece şu yeter ki onlardan biri­ne kardeşinin vefat haberi ulaştığında ona merhamet diler ve ba­ğışlanması için dua eder. Belki de o kimse, bu kardeşinin hüsnü ni­yeti sayesinde bağışlanacaktır. Bir başka zat ise şöyle demiştir: Bir din kardeşinin vefat haberini alıp onun için merhamet dileyen ve istiğfarda bulunan kimse onun cenazesinde bizzat bulunmuş ve na­mazını kılmış gibi olur. Allah Resulü´nün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Mezanndaki Ölü, boğularak ölen gibidir, her şeye tu­tunmaya çalışır. Çocuğundan, babasından ve kardeşinden dua bek­ler. Canlıların duaları, Ölülerin mezarlarına nur dağları gibi iner". Denildi ki: Ölülere edilen dua, dirilere dünyada verilen hediye­lere benzer. Melek, ölünün yanına gelir. Elinde nurdan bir tabak ve üzerinde nurdan bir mendil vardır. Sonra o şahsa, ´Bu, falan kardesinizin hediyesi´ der. Ölü, dirilerin aldıkları hediyelere sevinmesi gibi bu hediye ile mutlu olur.

Kardeşler, birbirlerine gıyaplarında dua etmeyi tavsiye eder, ya-kini imanların güzelliği ve niyetlerinin dürüstlüğünden dolayı bir­birlerini buna özendirirlerdi. Serzenişin en büyüğü, bir din karde­şi bile olmaksızın dünyadan ayrılıp giden kimsenin serzenişidir.

Dien kardeşliğinin faziletleri açıkça görülmektedir. Kul, bu fazi­letler sayesinde Allah katında muhibbanın mertebelerine nail olur. Dünyada en yalnız insan, sıcaklığım hissedebileceği ve huzurla yaslanabileceği içten bir dostu olmayan kimsedir. Allah Resulü´nün de (sav) bu hususta şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dostu ol­mayan gariptir. Su-i zan sizi dostsuz bırakmasın". Şeyhlerden biri bu konuda şöyle bir şiir söylemiştir:

Garip, yurdu kendine ağır gelen değil, Öz yurdundan uzakta olandır garip! Eski bir bağı ve vefası olan ise, Setler aşmış olsa dahi yakındır!

Süfyan-ı Sevri´ye (ra), ´Kimde sıcaklık bulursun?´ diye bir soru sorulmuştu. ´Kays b. Rebî´de, kendisini iki senedir görmedim´ dedi. Başka bir zat ise şöyle demiştir: Uzaktaki bir kardeşimin sevgisi, günde iki üç kez yanıma gelen giden birinin sevgisinden çok daha sağlamdır. Muhammed b. Davud (ra) ise şöyle demiştir: Ziyaret-gahlann uzaklığına rağmen kalplerin yakınlığı, beldelerin beldele­re yakınlığından daha hayırlıdır.

Kişi, kardeşiyle ilişkisinde beş husustan sakınmalıdır. Bunlar, edep ve terbiye ile bağdaşmayan şeylerdir.

1.Zorluğundan dolayı hoşlanmadığı bir şeye zorlamak;

2.Kardeşiyle ilgili mübâlâyı dinlememek, söylediğine inanma­mak;

3.Nereden gelip nereye gittiğini sık sık sormamak;

4.Halini araştırmamak ´tecessüs´;

5.Onunla ilgili hususlardan haberdar olmaya gayret etmemek ´tahassüs´. hususu asla hoş görmemiş ve onların bu yaklaşımıyla ilgili birçok rivayet aktarılmıştır.

Muhammed b. Şirin (ra) şöyle demiştir: Kardeşine, ona ağır ge­lecek bir şeyi zorlama. Mücahid (ra) ise şöyle demiştir: Bir kardeşi­nizi yolda gördüğünüzde, nereden gelip nereye gittiğini sormayın. Hem doğru, hem de yalan söylemesi muhtemeldir. Yalan söylemek zorunda kaldığında onu buna zorlamış olursunuz.

Rivayete göre, hikmet ehlinden biri kendi gibi bir zata uğramış­tı. Ona, ´Sevgin için söz kesmeye geldim´ dedi. O da, ´Eğer mihrini şu üç şey yaparsan olur dedi. Diğeri, *Nedir onlar?´ diye sorunca öbürü şöyle dedi: İlki, hiçbir konuda bana muhalefet etmemen, ikincisi hakkımdaki mübalâğayı kabul etmemen, üçüncüsü de be­nim için kimseye rüşvet vermemendir. Bunun üzerine diğeri Teki, kabul ettim´ dedi. Mihir isteyen de, ´Seninle kardeş oldum´ dedi.

İnsanların hallerini araştırmak  ve haberlerini Öğ­renmeye çalışmak  Allah Resulü (sav) tarafından neh-yedilmiş davranışlardır. O, arkadan konuşma ve dargınlıkla bera­ber bu ikisinin terkini de kardeşliğin şartları arasında zikretmiş­tir: "Tecessüs etmeyin, tahassüs etmeyin, arkanızdan konuşmayın ve darılmayın. Allah´ın kardeş kulları olun".[147] Hadiste geçen ´Mu-kâta´a´, kişinin kardeşiyle ilişkisini kesmesi veya alışılan adetlerin dışına çıkarak ona karşı eski halini terketme sidir.

´Tedâbür ise, ´gıybet´in ´gayb´ kelimesinin türevi olması gibi ( arka´ kelimesinin türevidir. Buna göre kasdedilen, kişinin bir din kardeşine arkasını dönüp gittiğinde onun hakkında yüzyü-zeyken davrandığı gibi davranması, konuştuğu gibi konuşmasıdır.

Din kardeşleri, gecelerini zikir, ilim, amel ve tilavetle ihya eder­ler. Bunlarla dolu bir birliktelik, arkadaşlığı ve kardeşliği daha da güzelleştirip derinleştirir. Selef, bu tür dostluktan sevap umulaca­ğım söylerdi. Onlara göre bu, hem dünya, hem de ahiret bakımın­dan faydalı bir ameldi. Halvet ve yalnızlıkta ahlakın güzelleştiril­mesi, akılların aşılanması ve ilimlerin müzakeresinin yeterince ya­pılabileceğini düşünmezlerdi. Bunun ancak erbabına mahsus oldu­ğunu söylerlerdi.

Onlar, yürekleri selamette olup az ile razı olan, merhametle do­nanmış, hasetten arınmış, yardımlaşmaya gönül vermiş, gösteriş­ten uzak, zorlamacılıktan sıyrılmış ve sürekli kaynaşma halinde olan kimselerdi. Bu hasletler bulunmayıp zıtları hakim olduğu za­man, onlara sahip olanlar arasındaki farklılaşma belirgin olur. Ni­tekim bu konuda şöyle denilmiştir: Zorlamadan sıyrılan kimsenin sohbet ve ülfeti devamlı olur. Sıkıntısı az olan kimsenin sevgisi de sürekli olur.

Ali (kv) şöyle demiştir: Dostların en kötüsü, onun için kendini zora soktuğun kişidir. Rivayete göre dostları Yunus Peygamberi (as) ziyaret etmişlerdi. Onlara arpa ekmeği ve kendi yetiştirdiği sebzelerden ikram etti. Ardından da şöyle demiştir: Allah Teala´nm kendilerini lüzumsuz yere zorlayanlara lanet ettiğini bilsem, daha iyisini ikram etmek için kendimi zorlardım!

Allah Resulü de (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Ben ve ümmetimin takva sahipleri, lüzumsuz yere zorlamadan beriyiz". Kişinin kendini lüzumsuz yere zorlaması (=tekellüf), niyette olma­yan bir şeyi yapmak, kendisini ilgilendirmeyen bir şeye karışmak ve haset sebebiyle yetenden fazlasına yönelmektir.

Nefste yerleşik olan haset ve kin ise, beraberinde zıtlaşmayı ve farklılaşmayı getirir. Gösteriş ve büyüklerime ise soğumayı ve uzak durmayı doğurur. Çirkinlik ve tuzakçılık ise karşılıklı nefrete se­bep olur. Bütün bunlar, sıcaklığı ortadan kaldıran, muhabbeti ze­deleyen ve kardeşliği faziletini boşa çıkartan hususlardır.

Ehli Beyt´ten bir zat şöyle demiştir: Bana en ağır gelen kardeş; kendisinden çekindiğim, kendisinin de benden çekindiği kimsedir. Selef-i Salih´ten bir zat ise şöyle demiştir: Asr-ı Saadetteki kardeş­ler, birbirlerini istismar etmez ve birbirlerinden çekinirler. Hasan el-Basri´ye (ra), malı kendinden habersiz olarak yenilen bir dostun durumu sorulduğunda şöyle demiştir: Nefsin huzur, kalbin süku­net bulduğu kimseler için mallarını yerken izin istemeye gerek yoktur.

Zünnun-ı Mısri´ye (ra) üns hakkında bir soru sorulmuştu. Şöyle cevap verdi: Üns; her aydınlık yüze ve her güzel sese ısınman, ün-siyet göstermendir. Başka birinin malı alınırken, Allah Teala o kimseyle kardeşi arasında yer alır. Kardeşinizin bu durumdan memnun olduğunu veya mekruh görmediğini bildiğinizde böyle davranmak helal olur. Önceden izin verilmiş olmasa da sabık bilgi­niz izin yerine geçer. Bu bilginin alameti ise, yüreğinizin o kardeşi­nizle ferahlaması ve onun kalbinize hafif gelmesidir. Bu, aynı za­manda kardeşinizin bundan duyduğu mutluluğun da delilidir.

Buna kıyas ederek şöyle denebilir: Malından her hangi bir şeyi al­manızı hoşgörmediğini veya mizaç olarak cimri olduğunu bildiğiniz birinin malından almak, yemeğinden yemek mekruhtur. Buna izin vermesi de bu hükmü değiştirmez. Onun için almamanızın daha hoş olduğunu bilmenizden sonra hüküm asla farklı olamaz. Vera´ bakı­mından böyle birinin bizzat verdiğini de almamak gerekir. Çünkü onun ikramının samimi olmayıp boş olduğu ortadadır. Bunun delili de, yüreğinizin onunla daralması ve kalbinizde çekingenliğin bulun­masıdır. Konuyla ilgili bir rivayette de, ´Günah kalbe sahip olandır" denilmektedir. Günah, yüreğinizde sıkıntı yaratan davranıştır. İyilik ise, güzel ahlaktır. O, nefsin huzur bulup kalbin itmi´nana erdiği davranıştır. Bu husus, muhtelif hadislerde izah edilmiştir.

Allah Resulü (sav), Berire tarafından ikram edilen etten yemiş­tir. O gittiğinde Berire evde yoktu. Ama Allah Resulü (sav), etten ye­mesinin onun hoşuna gideceğini bildiği için iznini aramaksızın eti yemiştir. Bunun zıddıyla ilgili kıyasımıza delil olarak da şu hadise­yi nakledebiliriz: Haşim el-Evkas Hasan el-Basri´nin bir bakkal dükkanında şundan bundan yediğini görmüş ve şöyle demişti: Ey Ebu Said! Adamın malını izinsiz nasıl yersiniz? Hasan el-Basri (ra) ona kızarak şöyle karşılık verdi: Akılsız adama bakın! Yemekle ilgi­li ayeti bir okusana! Hasan (ra) bunun ardından şu ayeti okudu: "Si­zin de eşlerinize yahut çocuklarınıza ait evlerinizden.... veya arka­daşlarınızın evlerinden yemek yemenizde mahzur yoktur". (Nur/61) Muhammed b. Vâsi´ (ra) ile Ferkad es-Senecî´nin (ra) arkadaşla­rı Hasan´ın (ra) evine girer ve kendilerine izin verilmeksizin ye­meklerini yerlerdi. O da bunları görünce, ´Bana artık yaşamayan bir topluluğun ahlakını hatırlattınız! Biz de böyleydik. Ebu Süley­man ed-Darani´nin (ra) evine gittiğimizde bize türlü yemekler ik­ram eder, ancak kendisi yemez, ´Bunları sizin için hazırladım´ der­di. Biz de, "Nasıl olur bize leziz yemekler yediriyor, kendiniz yemi-yorsunuz´ derdik. O da şöyle derdi: Onları yemiyorum, çünkü o tür yemekleri bıraktım. Onları siz ikram ediyorum. Çünkü hoşlandığı­nızı biliyorum. Bizler el-Masisa ve sahil köylerinde İbrahim b. Ed-henı (ra) ile gecelerdik. Bize murma sürgünü, fındık ve badem tü­rü çerezler ikram ederdi. ´Namaz kılsanız, bunu bıraksanız´ denil­diğinde ise, ´Bu daha faziletlidir derdi.

Ariflerden biri, hiç beklemediği bir anda misafirle karşılaşmıştı. Evde yiyeceği olmadığı için hemen komşusunun evine gitti ve ora­dan ekmekle bir tencere yemeği alıp evine götürdü. Bu hadiseden sonra o komşusu ile karşılaştığında bu yaptığı güzel görülmüş ve komşusu bir daha benzer bir durum olursa çekinmeden girip alma­sı gerektiğini söylemiştir.

Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Kişi kardeşinin evinde şu dört şeyi yaptığı takdirde onunla arasındaki üns tamama ermiş olur: Kardeşinin evinde yemek, tuvalete gitmek, namaz kılmak ve uyumak. Bunu şeyhlerimizden birine anlattığımızda ´Beşinci bir şey daha kalmış´ dedi. ´O nedir?´ diye sorulduğunda ´Kardeşinizin evinde hanımınızla birlikte olabilmek. Onu da yaptığında kardeşiy­le arasındaki üns kemale ermiş olur. Çünkü evler bu beşi için mes­ken edinilir1 dedi. Aksi halde Allah Teala´nın evleri olan mescidler, daha rahat ve yaşamaya daha uygun olurdu.

Din kardeşiyle aranızdaki üns ve karşılıklı çekingenliğin kalk­ması, kişinin yalnız başına kalmasıyla kardeşiyle birlikteliği ara­sında fark kalmamasını gerektirir. Bunun karşıtı düşünüldüğünde ise üns halinin sona erdiği söylenebilir. Yukarıdaki beşinci unsur da şeyhlerinizden biri tarafından rivayet edilmiştir. Buna dayalı olarak Araplar´ın selamlaşmada kullandıkları deyimleri anlamak da mümkün olur. Buna göre ´Merhaba´ kelimesi, yürek açıklığı ve mekan genişliğinin bunduğunu ifade eder. ´Ehlen ve sehlen=Hoş-geldiniz´ ifadesinde ise kaynaşabileği bir ailenin bulunduğu, orada­ki kalışının ev sahiplerini zorlamayacağı kendisine bildirilmiş olur. Ziyaret ve görüşmenin bu şekilde kolay olması, aynı zamanda ge­nel ahlakın da gereğidir.

insanlar arasındaki tanışma ve ilişkiler yedi derecelidir. Bu de­recelerin bir kısmı bir kısmından daha üsttedir.

1. Tanışmanın ilk derecesi görme veya duyma yoluyla tanımadır. Bu mertebede islamın koyduğu hürmet ve avamın hukuku geçerlidir.

2. Komşuluk; bunda yalnız komşuluk hukuku anlatılır. Bu, isla­mın sosyal hayatla ilgili olarak vazettiği hakların ikincisidir. Bu, yan komşuluktur.

3. Bir yol veya yolculukta refakat etmek. İlgili ayetin iki anlamın­dan birine göre bu tanıma giren, yol arkadaşıdır. Böyle birinin kişi üzerinde üç hakkı vardır: İslam hürmeti, komşuluk hürmeti yolcu hürmeti. Bu hürmetler, bir tür dokunulmazlıklar anlamındadır.

4. Arkadaşlık (=es-Suhbet); bu birliktelik ve tabi olma hali olup öncekinin üstündedir.

5. Dostluk (=es-Sadâkat); din kardeşliğinin özüdür. Geçinmek (=mu´âşeret) de bu derecede gerçekleşir. Mu´aşere, bir bakıma ka­rışma ve kaynaşma anlamındadır. Gerekleri, karşılıklı ziyaretleş­me, birlikte geceleme ve yemeğini paylaşma şeklinde özetlenebilir. Muaşeretin özü de budur. Muaşere kelimesi, *aşîr=birlikte yaşanı­lan kimse´ kelimesinin türevidir.

Bu nedenledir ki eşlerden her biri için diğerinin ´aşîri´ tanımı kullanılmıştır. Allah Resulü´nün (sav) hadisinde de bunu görmek­teyiz: "Eş küfran-ı nimette bulunur".[148]Allah Teala da, ´mu´aşir* ke­limesini isim olarak kullanılması ve onun yakınlığını ifade etme noktasında şöyle buyurmuştur: "Ne kötü bir efendi ne kötü bir aşîr-dir o!w. (Hac/13) Yani birlikte yaşadıkları amca oğlu. Kelimenin açıklamasıyla ilgili şöyle bir değerlendirme de yapılmıştır. ´Muaşe­re´ vezin olarak ´mufaale´ veznindedir. Bu da, yaşama ve geçinme fi­ilinin asgari iki kişinin paylaştıkları bir fiil olmasından dolayıdır. Bu fiilin gerçekleşmesi için iki kişinin varlığı ve ikisinin de aynı fi­ili paylaşması şarttır. Yumruklaşma , sövüşme , ölümüne vuruşma  gibi. Tarafların her ikisi de aynı fiili yaptıklarında bu mana gerçekleşmiş olur.

6. Kardeşlik  dostluk derecesinin üzerinde bir iliş­kidir. Kardeşlik, hal bakımından birbirlerine denk, güzel ahlak ve davranış bakımından birbirlerine yakın kimseler arasında görülür. Buna göre kalp, himmet, ilim ve ahlak bakımından birinde bulu­nan meziyetler diğerinde de bulunur. Allah Teala´nın "Saçıp savu­ranlar şeytanların kardeşleridir" (îsra/27) buyruğunda olduğu gibi

zıt özelliklere sahipseler, aynı türden olmadıkları ve müşterek sı­fatları bulunmadığı için kardeşlik sözkonusu olamaz. Allah Te-ala´nın bazı kimseleri kardeş ilan etmesi, kalplerinin ve hallerinin benzeşmesinden dolayıdır. İşte bu hâl kardeşliğidir . Dostluğun özü de budur.

7. Sevmek  kardeşliği daha da özel bir derecesi­dir. Allah Teala bunu ülfet ve kaynaşmanın bir unsuru olarak ya­ratmış ve kalplerdeki karşılıklı üns olarak varetmiştir. Böyle biri­ni bizzat O dost edinir ve onu başkalarına bırakmaz. Bu da kalple­rin huzur, yüreklerin inşirah bulması, mutluluğa ulaşılması, yal­nızlık hissinin tamamen bitmesi ve çekingenliğin kalkmasıdır. Bu­nun ardından ´içten dost=el-Halıl´ gelir ki ´seven=el-habîb´in üze­rinde bir ilişkidir.

Muhabbet ve Hullet derecesindeki ilişkiler ancak akıl, ilim ve ir­fan sahibi kimseler arasında olabilir. Onların kıstası ve yolu birdir. İlişkinin bu türü pek nadir bulunur ve en zor rastlanır türüdür. İç­ten dostluk=Hullet´ kavramı, ´sırlan paylaşma=tehallul-i esrar" ke­limesinden gelmektedir. Bu yüzden de sevgi ve diğergamlığın özü­nü teşkil etmektedir. Her ´hain" ´habîb´ olmasına rağmen her ´habîb´ TıalîV değildir. Çünkü ´hullet1 daha fazla akıl, ilim ve dayanma kuv­veti demektir. Bunları her sevilende bulmak mümkün değildir. Bu sebeptendir ki onu arayan azalmış sıfatı da zor bulunur olmuştur.

Allah Teala, Resulü´nü (sav) muhabbet makamına yerleştirdik­ten sonra dedesi İbrahim´e (as) katılması için de ´hullet´ makamına yükseltmiştir. Hullet, elbette muhabbetin daha üstündedir. Konuy­la ilgili olarak Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir: "İnsanlar arasında bir halîl edinecek olsaydım Ebu Bekir´i halîl edinirdim. Ama -kendisini kasdederek- Arkadaşınız Allah Te-ala´nm halîlidir ve O´nun halîl edindiği kimse için, Yaratan´m hul-letine, yaratılanın hulletini ortak etmemek gerekir"[149]

İslam kardeşliği ise, hulletten farklıdır ve onda ortaklığa mani yoktur. Bu tür dostlukta, hâlin paylaşılması sözkonusudur. Bu an­lamda, nübüvveti Ali (kv) ile hulleti Ebu Bekir (ra) ile birlikte an-mıştır. Bir defasında da mutlu ve müjdeleyen bîr yüzle minbere çıkarak şöyle buyurmuştu: "Dikkat edin! Allah Teala İbrahim´i oldu­ğu gibi beni de ´Halîl´ edindi. Artık hem ´Habîbullah´ım hem de Ha-Hlullah´ım´ buyurdu".

Marifet yani tanıma gerçekleşmeden hüküm gerektirecek her hangi bir ilişki mevcut değildir. Böyle bir durum için cari olan; za­hirdeki müslüman oluştur. Aynı şekilde ´hahTden sonra da daha üstte bir ilişki derecesi mevut değildir. Ancak niteleme babından ol­mak üzer ´Muhib=Seven´ kelimesi kullanılmıştır.

Müslümanların bu tanışıklık derecelerinde farklı hukuk ve do­kunulmazlıkları sözkonusudur. Dostluk ilerledikçe karşılıklı hukuk da perçinlenir. Bu hukuk, tanışma faslından hullet derecesine doğ­ru artarak devam eder. Konuyla ilgili olarak şöyle denilmiştir: Bir yıllık arkadaşlık kardeşlik, on yıllık tanışma ise akrabalık gibidir.

Allah Teala da bir ayetinde ´dostu´ aileye katmış ve onlarla bir­leştirmiştir. Bunun ardından kardeşleri de dostlar mertebesine yükseltmiştir. Bunu Allah Teala´mn şu buyruğunda görmekteyiz: "Ya da anahtarlarına sahip olduğunuz.." (Nur/61) Görüldüğü gibi müslüman, kendi kasasının anahtarlarını din kardeşine vermekte, yolculukta ve ikamette dilediği gibi tasarrufta bulunmasını hoş görmekteydi. Onlar kardeşlerine şöyle derlerdi: Malımla ilgili vere­ceğin karar, kendi şahsi kararım gibidir. Mülküm mülkün gibidir.

Bu muameleye maruz kalan kardeşi de ezilip büzülür, uzaklara gitmemesini isteyerek şöyle düşünürdü: Eğer uzaklara gitmese, burada daha rahat bir rızkı olur ve vera´ sebebiyle günah tehlikesi daha az rızıklar yerdi. Allah Teala da bu ezilip büzülmeleri nede­niyle onlara merhamet buyurmuş ve vera´larını şükranla anarak kardeşlerinin mallarından yiyebilmelerine izin vermiştir.

Bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Sizin de eşlerinize yahut ço­cuklarınıza ait evlerinizden, babalarınızın evlerinden annelerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, da­yılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, yahut anahtarları­na sahip olduğunuz yerlerden veya arkadaşlarınızın evlerinden ye­mek yemenizde mahzur yoktur". (Nur/61) Allah Teala´nın mülkiyet fiiliyle ifade ettiği husus, kardeşinin anahtarlarına ve onların açtık­larına aynı kendisi gibi sahip olabilmesi durumudur. Çünkü O, din kardeşlerinden birini diğerini yerine koymuştur. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: "Ya da anahtarlarına sahip olduğunuz.." (Nur/61)

Görüldüğü gibi arkadaşı sonraya bırakmıştır. Çünkü onda, önceki­nin ilişkisindeki kuvvet mevcut değildir.

Allah Teala üstteki ayetin devamında şöyle buyurmuştur: "Hej) beraber veya ayrıyken de yemek yemenizde bir mahzur yoktur". (Nur/61) Yani kardeşleriniz evlerindeyken kendileriyle birlikte, on­lar yokken de gıyaplarında yemeklerini yiyebilirsiniz. Burada onla­rın varlığıyla yokluğu bir tutulmuştur. Çünkü Allah Teala o kar­deşleri ve onların mülklerini kendi aralarında eşit tutmuştur. Har­cama ve sevme noktasında kalpleriyle dilleri eşittir. Bu husus, "İş­leri aralarında şura iledir" (Şura/38) ayetinin de hakiki anlamdaki açılımıdır.

Ediplerden biri şöyle demiştir: Kardeşler bir cemaatta toplanıp kaynaştıklarında hepsi de bundan lezzet alır. İçlerinden birinin bu­lunmadığı bir mecliste ise tadılan lezzet eksik olur. Bu eksikliğin sebebi, ünsiyet ve birlikte zikrin sürekliliğidir. Bu meyanda Malik b. Dinar (ra) ve Muhammed b. Vâsi* (ra) hakkında şöyle bir hadise rivayet edilmiştir: O ikisi, evinde bulunmadığı bir sırada Hasan el-Basri´nin (ra) evine gitmişlerdi. Muhammed b. Vâsi´yatağın altın­dan içinde yiyecek bulunan bir sepet çıkardı ve yemeye başladı. O esnada Hasan (ra) eve geldi. Onu görünce, ´Biz de böyleydik, birbi­rimizden çekinmezdik´ dedi.

İki kardeş veya iki dostun arasında amelleri bakımından riya ol­maz. Birbirlerinin amellerini gözle görseler dahi gizli amel ve hal­vette yapılmış gibi sevap kazanırlar. Çünkü onlar, aynı evi payla­şan bir aile veya yolculuktaki arkadaş gibidirler. Kişiyle aile fertle­ri, yolcuyla yol arkadaşları arasında ameller bakımından riya ve gösteriş olmaz. Onlardan saklanmaları ve amellerini gizlemeye ça­lışmaları da gerekmez.

Kişinin yolculuktaki arkadaşı kardeşlerinden biri ise, onun hür­meti daha gerekli, hukukuna riayeti daha elzem olur. Ona muhale­fet etmemesi, bir yerde mola vermek istediğinde -hoşlanmasa da- iti­raz etmemesi gerekir. İkisinden biri yola çıkmak istediği halde diğe­ri kalmak istese, öbürü yola çıktığında diğerinin orada durmayıp ona katılması gerekir. Kardeşi durup bir şey satın aldığında ona ma­ni olmamalı, yediği veya içtiği bir şeyi ondan esirgememeli, onu ken­dinden çok düşünmelidir. Konuyla ilgili bir hadiste Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Yola, çıkan iki kişiden Allah´a en sevimli geleni, kardeşine karşı en şefkatli olanıdır".

Başka bir hadiste ise Allah Resulü´yle (sav) ilgili şöyle şöyle bir olay rivayet edilmiştir: "O, bir sahabisiyle ormana girmişti. Oradan iki adet misvak dalı kesti. Biri eğri diğeri doğru idi. Eğeri olanı kendine alıp doğru olanı sahabisine verdi. Sahabi, ´Ey Allah Resu­lü, doğru olana sen layıksın´ deyince O şöyle buyurmuştur: Arkada­şına günün bir saatinde olsun refakat eden hiç bir arkadaş yoktur ki Allah Teala arkadaşlığıyla ilgili hukuku eda edip etmediğini kendisine sormuş olmasın!".

Kardeşlik ve dostluk ettiği kimseye amellerinin çokluğuna göre değer veren veya ilişkisini hallerinin en mükemmel olanına göre değerlendiren kimsenin bu tutumu, girilmek istenen yolu bilmedi­ğini gösterir. Çünkü onun ilişkisindeki dayanak da sapma vardır. Hakikatte dayanılması gereken, kalbi hakikatler ve aklın selame­tidir. Çünkü kardeşlik ve dostluk ilişkisi bunlara dayandırılır.

Kişinin bu bilgisizliği, öbür tarafın bilgisizliğiyle de birleşirse, devreye gösteriş ve yapmacıklık gibi hastalıklar girer. Her ikisi de birbirleri için amel etmeye ve gösteriş yapmaya yeltenerek birbir­lerinin gözlerinde daha yüksek bir mertebeye yükselmek isterler. Bu ise şirke sürükler. Bilindiği üzere şirk, kulu tevhid hakikat£n-dan uzaklaştırır. Böylece sabit olan ayaklar kayar ve kul Rabbinin gözünden düşer. Rabbi, artık onu dost edinip işlerini üstlenmeye1-cektir. Çünkü o, övülmeyi sevme ve sıfatları izhar ederek mevki edinme gibi illetlere kapılmıştır. Böyle bir arkadaş, arkadaşların en tehlikesilisi ve en zararlısıdır. O, diğer arkadaşları için bir imti­han vasıtası kılınmıştır.

Bu durumdaki arkadaşlar derhal terkedilmelidir. Çünkü onlar cahil kimselerdir. Aksi takdirde kendileriyle arkadaşlık edenleri yıpratacak ve türlü illetlere maruz kalmalarına yol açacaklardır. Böyle kimseler, yalnız kalmalı, alçak veya yüksek, ulvi ya da süfli demeksizin hallerini dürüst olarak yaşamalıdırlar. Kendilerini kimseyle mukayese etmemelidirler. Böylesi, onlar için daha hayır­lı, akıbetleri bakımından da daha güvenlidir.

Bu gerçekten çok hassas bir noktadır. Çoğu insan, bu noktadaı olmaktan kurtulamamıştır.

Helak olanları iki zümreye ayırmak mümkündür.

Bunlardan ilki; sözkonusu illet ve afetlere dayalı olarak dostluk ve kardeşlik edenlerdir. Bu kimseler, yakini imanlarındaki zaaf, arzu ve hevalanndaki kuvvet sebebiyle o illet ve afetleri umursa-mamış, insanları gözlerinde büyütmüş, onlardan elde edecekleri dünyalıklara büyük değer atfetmiş, kapıldıkları gösteriş ve yapma-cıklık hastalıkları sebebiyle helaka duçar olmuşlardır. Kendileri helak olmakla da kalmayarak, dost ve kardeşlerini de helak etmiş­lerdir.

İkinci zümredekiler ise, iyi halleri ve gizlilikleriyle tanınan abidlerdir. Bunlar, duydukları korku sebebiyle hallerini açığa vur­mak istememiş, kınanmaktan ve kusurlu görünmekten çekindikle­ri için de gizlenmeyi tercih etmişlerdir. Kendilerini dostluk ve kar­deşlikle sınamak istememiş ve hallerinin içyüzünün öğrenilmesine firsat vermemişlerdir. Buna rağmen uzaktan sevilmek ve takdir edilmek istemiş, uzun görüşmeler olmaksızın ibadet haliyle tanın­maktan hoşlanmışlardır. Hal olarak, yalnızlık ve inziva içinde gö­rünmeyi yeğlemiş, dostluk ve ayrılık ilişkilerini kusurlu gördükle­rini ima etmişlerdir. Bu tutumlarıyla da benzerlerinden ayrışmak ve bütün insanlardan uzakta tek başlarına olarak tanınmak iste­mişlerdir. Kendilerine mahsus gördükleri hâl, gerçek anlamda hâl olmaktan uzaksa ve kendilerini Allah Teala´nm ibadetine adama-mışlarsa, sırf avamın hallerle ilgili cehaletini istismar ediyorlarsa, bu takdirde helaktan kaçmaları mümkün olmayacaktır.

Cemaattan ayrılına, davete icabet sünnetini terk etme, garip bir hâl iddiasında bulunma, ümmete karışmaktan kibir ve yükseklik taslama nedeniyle imtina etme gibi illetler bu zümrenin asıl helak sebepleridir. Onlar, halkın cehaletlerini istismar ederek kendileri­nin ibadet sebebiyle inzivada oldukları gibi bir hava estirmektedir­ler. Bu iddiayı ileri sürerken, işin hakikatinin da bu olmadığını iyi bilmektedirler. Bu tür fikirler, kendi kalplerinin fısıldadığı vesve­seler de olabilir. Her halükârda halleri sâdıklar tarafından iyi bili­nir. Arifler de tüm açıklığıyla hâllerine muttalidirler.

Müslümanlarla içice olmak, yemeklerde kardeşlerle buluşmak, çarşı pazarda dolaşmak, ihtiyaçları satın almak ve tevazu gereği aldıklarını taşımak, ibadet ve marifet ehlini küçülten değil daha da büyüten davranışlardır. Sahabe ve Tabiun (ra) da böyle davranmış­lardır. Mesela Ömer (ra) evine götüreceği su kırbasını sırtında ta­şırdı. Aym şekilde Ali (kv) hurma ve tuzu üstünde ve ellerinde ta­şır, bunu da şöyle değerlendirirdi:

Kemâl sahibi yitirmez kemâlini, Ailesine taşıdığı ihtiyaçlarla.

Übeyy (ra), İbni Mesud (ra), Huzeyfe (ra) ve Ebu Hüreyre de (ra) aynı şekilde odunları, un çuvallarını omuzlarında veya sırtla­rında taşırlardı. Peygamberlerin efendisi, müttakilerin imamı alemlerin Rabbinin elçisi olan Allah Resulü (sav) de, pazardan sa­tın aldıklarını eve kendisi götürürdü. Sahabemden biri, *Verin ben taşıyayım ey Allah Resulü!´ dediğinde şöyle buyururdu: "Bir şeyin sahibi, onu taşımaya daha layıktır!"

Hasan b. Ali (ra) yolda giderken birkaç dilenciye rastlamıştı. Önlerine koydukları çerezleri yiyorlardı. Hasan (ra) onlara selam verdi. Dilenciler, ´Ey Allah Resulü´nün kızının oğlu, haydi yemeği­mize katıl!´ diyerek kendisini davet ettiler. Hasan (ra) bineğinden indi ve onlar gibi yere oturarak yemeklerini paylaştıktan sonra tekrar bineğine bindi ve ayrılırken şöyle dedi: Allah Teala kibirle-nenleri sevmez! Ayrılmadan da onları evinde yemeğe davet etti. Ye-mekte hizmetçisine, ´Evde davetler için sakladığın ne varsa getir* diye talimat vermiş ve hazırlananları dilencilerle beraber yemiştir.

İsrailiyat kaynaklarında şöyle bir kıssa anlatılmıştır: Hikmet ehlinden biri, hikmetle ilgili üçyüz altmış kitap yazmış ve bunlar sayesinde Allah katında bir mertebeye ulaşmış olduğu zannına ka­pılmıştı. Allah Teala o kavmin peygamberine şöyle vahyetti: Filan kimseye şu buyruğumu ilet: Yeryüzünü nifakla doldurdun. Nifakla ilgili çalışmalarından hiç birini kabul etmiyorum. Hikmet sahibi kimse bunu Öğrenince yer altında bir çukurda yaşamaya başladı ve halktan uzaklaştı. Bir zaman sonra, ´Rabbimin muhabbetine nail oldum´ diye düşünmeye başladı. Bunun üzerine Allah Teala pey­gamberine şöyle vahyetti: Ona de ki: Benim rızama yine kavuşa­madın! Bunun üzerine o kimse çarşı pazara girdi ve insanlara ka­rışarak onlarla beraber oturup kalkmaya başladı. Yemeğini onlarla beraber yedi ve çarşı pazarda onlarla beraber yürüdü. Bir süre sonra Allah Teala peygamberine şunu vahyetti: O kuluma de ki: İş­te şimdi rızamı kazandın!

Halka şirin görünmeye çalışan, halkın elinde esir olan, sürekli bakışlarına gözeten bedbaht şunu bir bilse ki, o insanlar ne rızkını eksiltebilir, ne de ömrünü uzatabilirler, ne Allah katında yükselte­bilir, ne de alçaltabilirler! Bütün bunlar yalnız Allah´ın elinde olan hususlardır. O´ndan başka hiç bir gücün bunlar üzerinde etkisi ola­maz. Böyle biri Allah Teala´nm şu buyruklarına kulak verse bu tür gereksiz çabalarla kendini yormaktan kurtulacaktır: "Allah dışın­da taptıklarınız size rızık vermeye muktedir değillerdir. Rızkı Allah katında arayın ve O´na kul olun"; (Ankebut/17); "Allah dışında ça­ğırdıklarınız da sizin gibi kullardır". (A´raf/194)

Sözkonusu kimseler bu ilahi ikazları anlasalardı, bütün yaratıl­mışları kalplerinden söküp atarak kalpleri çekip çevirenle meşgul olurlardı. Kendi kaygılarına düşerek insanlardan yüz çevirirlerdi. Rablerinden aldıkları güçle kendi hallerini ve işlerini açığa vurur­lardı. O´nun verdiği ilimle müstağni pldukları için insanların ne gördüklerini pek umursamazlardı. Onun için aslolan Allah Te-ala´nın gördüğü halleri olurdu. Çünkü yalnız O´na tapar, zarar ve­ren ve yarar sağlayan olarak O´ndan başkasını düşünmezlerdi. On­lar kendilerini İslah edecek amellerde bulunur ve bu amellerin kendilerini halk katında aşağıya düşürüp düşürmediğine bakmaz­lardı. Yaratan katında kendilerini küçültmedikçe halkın nazarları­na önem vermezlerdi.

Ama inancı zayıf, halkın bakışma önem veren ve onlanoı gözün­de bir mevkiye sahip olabilmek için gizlenen, elde edeceği mevkiy-le gururlanıp övünecek olan kimsenin ne hâli sözkonusu olabilir, ne de makamı! Böyle kimselerin bunu fazilet sanmalarının, sebebi, bil-gilerindeki eksiklikten dolayıdır. Onlar, cehaletleri sebebiyle bil­diklerini ilim gibi vehmedebilirler. Halbuki Allah karşısında doğru ve samimî olsalar, kendileri için de daha hayırlı olacaktır.

Yunus b. Abdüla´la şunu nakletmiş tir: İmam Şafii (ra) bana şöy­le demişti: Sana, ancak nasihat olsun diye söylüyorum. İnsanlar­dan kurtulmak diye bir şeye imkan yoktur. Sen, kendini düzeltme­ye bak ve onu yap. Sevri´den de (ra) şunu nakletmişlerdir: İnsanları memnun etmek, ulaşılmaz bir gayedir. Ulaşılmaz bir şey için ça­lışan kimse, insanların en ahmağıdır.



Konu Başlığı: Ynt: Din Kardeşliği
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 11 Ocak 2010, 20:13:14
Hikmet ehlinden bir zat da aynı manada şöyle bir beyit söyle­miştir:

Sürekli insanları gözeten gamdan ölür, Cesaret sahibi yaşıtının gönlünü kazanır.

Ebu Muhammed Sehl (ra) fakir birine bakıp ´Şöyle şöyle yap´ de­miş, o da ´Hocam insanlar yüzünden bir şey yapamıyorum´ diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Ebu Muhammed (ra) arkadaşla­rına dönerek şöyle dedi: Yolumuzun hakikatine ermek isteyen kim­se, şu iki sıfattan birini haiz olmadıkça bunu başaramaz: . insan­ları gözünden düşürmüş kimse; böyle biri alemde kendisi ve Yara-tanı´ndan başkasını görmez. Bu kimse, Allah´tan başka hiç kimse­nin kendisine ne zarar verebileceğini, ne de yarar temin edebilece­ğini iyi bilir. 2. İnsanları kalbinden silmiş kimse; böyle biri de in­sanların kendisim ne halde gördüklerini umursamaz.

İmamlar imamı Hasan b. Yesar el-Basri´ye (ra) adamın biri şöy­le demişti: Ey Ebu Said, meclisine gelen bir topluluk var ki mak­satları ilminden istifade etmek değil seni kullanmaktır. Onlar sü­rekli sözünde bir düşüklük aryor, seni gözden düşürmek için olma­dık sorular soruyorlar. Hasan (ra) tebessüm ederek şöyle karşılık verdi: Sinirlenme yeğenim! Cennette kalmak istedim onu tattım, hurilere sarılmak istedim onu tattım, Rahman´a komşu olmak iste­dim onu tattım ama bir kez olsun insanlardan kurtulmayı isteme­dim, çünkü Onları Yaratan, Rızık Veren, Öldüren ve Dirilten Allah Teala´nm dahi onlardan kurtulamadığını gördüm. O kurtulama­mışken, ben kim oluyorum da böyle bir talepte bulunabiliyorum?

Bu anlamda bir rivayet de Musa (as) hakkında nakledilmiştir: O, Rabbine şöyle bir dua etmişti: Ey Rabbim, insanların dillerini benim hakkımda sustur! Bunun üzerine Allah Teala kendisine şöyle vahyetti: Kendim için yapmadığım bir şeyi senin için nasıl yapa­bilirim? Bu rivayetin başka bir lafzında ise şu ifade geçmektedir: Eğer bu özelliği birine verecek olsaydım, Zatıma verirdim. Ebu´d-Derda´nın (ra) da şöyle dediği rivayet edilmiştir:Canlı olarak sabahına erdiğim hiç bir gün ve gecesi yoktur ki in­sanların başıma açtıkları bir belayı Allah Teala´dan şahsıma lütfe­dilmiş bir nimet saymamayım. O, bu sözün ardından şu beyti oku­muştur:

İnsanlardan selamette sabahlayan ve akşama eren kimse yoktur ki Bahtiyar birinin devşirdiğinden mahrum olmasın.

Rivayete göre Allah Teala azizlerden birine şöyle vahyetmiştir: Nefs bakımından hoş olmazsan seni insanların ağzına sakız yapar ve katımdaki tevazu ehlinden yazmam. Rivayete göre İsa (as) şöy­le derdi: Ey Havariler, kardeş olmak istiyorsanız insanların Öfke ve düşmanlık göstereceği yerde olun!

Allah Teala, aksini gösteren bir hüküm olmadıkça müminlere karışmayı bereket kılmıştır. Bunda da sımr, yeterli olanla iktifa et­mektir. "Allah Resulü (sav), Kabe´yi tavaf ettikten sonra su içmek üzere su mataralarının bulunduğu bir çardağa yöneldi. Deri mata­ralarda hurma şırası vardı ve insanlar ondan elleriyle içiyorlardı. O da içmek istedi ve ´Bana da verin buyurdu. Abbas (ra), ´Ey Allah Resulü, bu içecek içine sokulan ellerle kirlenmiş olabilir, evden tes­tide mayalanmış daha temiz bir içecek getirsem iyi olmaz mı?´ de­di. Allah Resulü (sav) de, ´Hayır, bana insanların içtiği içecekten verin, müslümanlarm ellerinin bereketinden istifade edeyim´ bu­yurdu ve halkın içtiğinden içti."

Konuyla ilgili başka bir hadis de şöyledir: "Allah Resulü´ne (sav) şöyle denilmişti: ´Ey Allah Resulü, abdest almanız için testide bek­letilmiş su mu, yoksa insanların abdest aldıkları şu kaplar mı da­ha uygundur?´ O da şöyle buyurdu: Elbette bu kaplar". Burada da müslümanlann ellerinin bereketinden istifade endişesi vardı. Bir diğer hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "İki müslüman karşılaşıp ellerini sıktıklarında biri diğerine tebessüm ederse ikisinin günahları da dökülen yapraklar gibi dökülüp gider". Bu hadisin başka bir lafzında ise şu ifade ye-ralmaktadır: Yüz rahmet aralarında taksim edilir. Doksan dokuzu sıcaklık gösteren ve gülüşü daha güzel olana verilir".

Allah Resulü´nün (sav) bir başka hadisinde de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah katında dostların en hayırlısı, dostuna karşı en yumuşak ve şefkatli olandır. Komşuların en hayırlısı da komşusuna karşı en şefkatli olandır".

Cahil biriyle arkadaşlık etmekten sakının! Onunla arkadaşlık ederek sen de cehalete düşersin. Rabbiaden habersiz, nevasına uyan bir kimseyle de arkadaşlık etmeyin, yoksa sizi Allah´ın yolun­dan saptırır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "İstikamet üzere dosdoğru olun ve bilmeyenlerin yollarına tabi olmayın!". (Yu­nus/89)

İstikamet üzere olmanın başı, Allah Teala´yı hakkıyla bilen alimlerle arkadaşlık etmektir. Allah Teala bu meyanda şöyle bu­yurmuştur: "Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız ve nevasına tabi olmuş kimseye boyun eğmeyin". (Kehf/28); "Ona inanmayan ve ne­vasına tabi olan kimse seni şaşırtmasın yoksa alçalırsın". (Taha/16) Yani aşağı biri olursun. ´Helak olursun´ anlamına geldiği de söylen­miştir. Allah Teala buyurdu ki: "Zikrimize yüz çevirenden yüz çe­vir". (Necm/29) Bu ayetin delaletinden çıkan, Allah Teala´nın zikri­ne yönelenlerle dostluk ve arkadaşlığa rağbet etme gereğidir. O´na yüz çevirenden de yüz çevirmek gerekir.

Dost olmaya layık olan, ancak O´na samimi olarak yönelenler­dir. Allah Teala bu anlamda da şöyle buyurmuştur: "Bana teslim olanın yoluna tabi ol".(Lokman/15)

İnsanlar arasında şu beş zümre ile arkadaşlık etmekten sakı­nın:

1. Bidat ehli,

2. Fısk ve fücur ehli,

3. Cahiller,

4. Dünya için hırslananlar,

5. Çok gıybette bulunanlar.

Bunlar, kalpleri bozan, hâlleri silen, yaşanan anda ve gelecekte zararı dokunabilecek olan kimselerdir. Süfyan-ı Sevri (ra), şöyle de­miştir: Ahmak birinin yüzüne bakmak, yazılı bir günahtır. Said b. el-Müseyyeb (ra) ise şöyle demiştir: Zalimlere bakmayın, çünkü amellerinizi boşa çıkartır. Sa´sa´a b. Savhan ise şöyle demiştir: Mü­minle karşılaştığınızda onunla hemhal olun. Münafıkla karşılaştı­ğınızda ise ondan tamamen ayrışın.

Vasfedenlerin en güzeli Allah Teala ise muttaki dostlarını  federken şöyle buyurmuştur: "Cahiller onlara hitap ettikleri   ´Selam´ der (geçerler)". (Furkaia/63) Buradaki ´selam´ ile kagd dedilenin, ´onlardan selamette olma temennisi´ olması muhtemel­dir. Yani Rahman´ın kulları, kendilerine seslenen cahillere şöı demek istemektedirler: Biz sizin günahınızdan selametteyiz, siz bizim kötülüğümüzden selamette olun!

Ebu´d-Derda (ra) şöyle derdi: Bizim zamanımızın insanları dü-kensiz yapraklar gibiydi. Bugünün insanları ise yapraksızdikenlesri gibi. Tenkid ettiğinizde, onlar da sizi tenkid ederler. Ama kendile­rinden ayrıldığında peşini bırakmazlar. Bugün malınızdan borç ve-rin ki fakirlik gününüzde işe yarasın. Yine o şöyle demiştir: Canh olarak sabahına erdiğimhiç bir gün ve gecesi yoktur ki insanların* başıma açtıkları bir belayı Allah Teala´dan şahsıma lütfedilmiş bir nimet saymamayım.

Hikmet ehlinin öncüsü Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanlara karışan ve onların verdiği rahatsızlıklara karşı sabre­den kimse onlara karışmayan kimseden daha hayırlıdır"![150] Herşeyi Bilen, izzet ve celal Sahibi ise şöyle buyurmaktadır: "İşte onlar, sabretmelerinden dolayı ecirleri iki kez verilenlerdir. Onlar kötülü­ğü güzellikle savarlar". (Ra´d/22) Yâni onlar, kendilerine söylenen çirkin sözleri güzel sözlerle geçiştirirler. Allah Teala bunun beya­nında şöyle buyurmuştur: "Daha güzel olanla sav". (Fussilet/34) Burada daha güzel olan, sözün daha güzelidir.

Ayetin devamında şöyle buyrulmaktadır: "Bir de bakarsın ki se­ninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, Sıcak bir dost oluvermiş!" (Fussilet/34); "Ama kötülüğe karşı iyilik hasleti, ancak sabredenlerin kârıdır, faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır". (Fussilet/35) Kötülüğe karşı olan iyilik güzel söz, sabır; Allah´ın emrine gösterilen sabır, nasibin bol olması; ilim ve hilim babından takdir edilen lütf-u ilahi, Allah katındaki karşılığı da O´nun katın­daki büyük ödül ve sevabıdır.

Konuyla ilgili olarak Lokman´dan (as) orta yolu telkin eden gü­zel bir söz rivayet edilmiştir: Ey ğul, çok tatlı olma ki yutulmaym! Acı da olma ki atümayasın! Bu tavsiyenin izahı şudur: İnsan­larla ilişkinde aşırı istekli ve peşisıra koşucu olma yoksa üzerinde Burmaz ve önemsemezler. Onları tiksindiren ve sürekli karşı çıkan da olma, o zaman da içlerine sokmaz, zürekli dışlar ve reddederler, i Selef-i Salih´ten bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ancak i^ade ve istek sahibi ile arkadaş ol. Senin istediğini istemeyen kim­seyi dost edinme. Arap bilgelerinden biri de şöyle demiştir: Arkadaş, elbisedeki yama gibidir. Kumaşın cinsinden olmazsa sırıtır! Hikmet ehlinden bir zat da şöyle demiştir: Her insan kendi türüyle mevcut­tur. Tıpkı her kuşun kendi türüyle uçması gibi. İki kişi, on üzerin­de ittifak edemeyebilirler. İki kişinin arkadaşlığının devamı için bi­rinde bulunan sıfatın diğerinde de bulunması gerekir. İnsanlar da kuşlar gibi değişik türlere sahiptir. Malik b. Dinar (ra), birgün bir karga île güvercini birlikte gördüğünü ve buna çok şaşırdığını söy­lemiştir. Nasıl birlikte olduklarını düşünürken iki kuş havalanmış ve ikisinin de topal olduklarını farketmişti. Sonra da kendi kendi­ne, ´Bunları biraraya getiren topal oluşlarıymış´ demiştir.

Denilir ki: İki kişi belli bir zaman arkadaşlık ettikten sonra eğer hâl bakımından benzer değillerse ayrılmaları gerekir. Bir be­devi,´hikmet ehlinden birinin şu beytini okumuştu: Der ki Niçin ayrıldınız? Ben de ölçülü bir cevap verdim, Benim mizacıma uygun değildiıQ.yrıldık, Çünkü insanlar binlerce mizaçtadır.

Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ruhlar, toplanmış askerler gibidir. Birbirine ısınanlar kaynaşırlar. Isınamayanlar ayrılırlar. Havayı koklarlar".[151] Bunun açıklaması yapılırken ruhların yol ve ahlak bakımından kaynaştık­ları veya kaynaşamadıkları söylenmiştir. Bu hadisle ilgili bir takım ilaveler vardır. Mümin biri içinde yüz münafığın ve tek bir mümi­nin bulunduğu bir meclise girse derhal müminin yanına gider ve yanına oturur. Bu hadis için de bir sebep belirtilmiştir. Bu hadisle ilgili sebep şudur: Medine´de attarlık yapan bir kadın vardı. Mek­ke´den de şakacı bir attar kadın gelmişti. AllahiResulü (sav) ona,

Vasfedenlerin en güzeli Allah Teala ise muttaki dostlarını vas-federken şöyle buyurmuştur: "Cahiller onlara hitap ettikleri za­man, ´Selam´ der (geçerler)". (Furkan/63) Buradaki ´selam´ ile kas-dedüenin, ´onlardan selamette olma temennisi´ olması muhtemel­dir. Yani Rahmanin kulları, kendilerine seslenen cahillere şöyle demek istemektedirler: Biz sizin günahınızdan selametteyiz, siz de bizim kötülüğümüzden selamette olun!

Ebu´d-Derda (ra) şöyle derdi: Bizim zamanımızın insanları di­kensiz yapraklar gibiydi. Bugünün insanları ise yapraksız dikenler gibi. lenkid ettiğinizde, onlar da sizi tenkid ederler. Ama kendile­rinden ayrıldığında peşini bırakmazlar. Bugün malınızdan borç ve­rin ki fakirlik gününüzde işe yarasın. Yine o şöyle demiştir: Canlı olarak sabahına erdiğim hiç bir gün ve gecesi yoktur ki insanların başıma açtıkları bir belayı Allah Teala´dan şahsıma lütfedilmiş bir nimet saymamayım.

Hikmet ehlinin öncüsü Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanlara karışan ve onların verdiği rahatsızlıklara karşı sabre­den kimse onlara karışmayan kimseden daha hayırlıdır[152] Herşe-yi Bilen, izzet ve celal Sahibi ise şöyle buyurmaktadır: "İşte onlar, sabretmelerinden dolayı ecirleri iki kez verilenlerdir. Onlar kötülü­ğü güzellikle savarlar". (Ra´d/22) Yani onlar, kendilerine söylenen çirkin sözleri güzel sözlerle geçiştirirler. Allah Teala bunun beya­nında şöyle buyurmuştur: "Daha güzel olanla sav". (Fussilet/34) Burada daha güzel olan, sözün daha güzelidir.

Ayetin devamında şöyle buyrulmaktadır: "Bir de bakarsın ki se­ninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan,-sıcak bir dost oluvermiş!" (Fussilet/34); "Ama kötülüğe karşı iyilik hasleti, ancak sabredenlerin kârıdır, faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır". (Fussilet/35) Kötülüğe karşı olan iyilik güzel söz, sabır; Allah´ın emrine gösterilen sabır, nasfrbin bol olması; ilim ve hilim babından takdir edilen lütf-u ilahi, Allah katındaki karşılığı da O´nun katın­daki büyük ödül ve sevabıdır.

Konuyla ilgili olarak Lokman´dan (as) orta yolu telkin eden gü­zel bir söz rivayet edilmiştir: Ey oğul, çok tatlı olma ki yutulmayasın! Acı da olma ki atılmayasm! Bu tavsiyenin izahı şudur: İnsan­larla ilişkinde aşırı istekli ve peşisıra koşucu olma yoksa üzerinde durmaz ve önemsemezler. Onları tiksindiren ve sürekli karşı çıkan da olma, o zaman da içlerine sokmaz, zürekli dışlar ve reddederler. Selef-i Salih´ten bir zatın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ancak irade ve istek sahibi ile arkadaş ol. Senin istediğini istemeyen kim­seyi dost edinme. Arap bilgelerinden biri de şöyle demiştir: Arkadaş, elbisedeki yama gibidir. Kumaşın cinsinden olmazsa sırıtır! Hikmet ehlinden bir zat da şöyle demiştir: Her insan kendi türüyle mevcut­tur. Tıpkı her kuşun kendi türüyle uçması gibi. İki kişi, on üzerin­de ittifak edemeyebilirler. İki kişinin arkadaşlığının devamı için bi­rinde bulunan sıfatın diğerinde de bulunması gerekir. İnsanlar da kuşlar gibi değişik türlere sahiptir. Malik b. Dinar (ra), birgün bir karga ile güvercini birlikte gördüğünü ve buna çok şaşırdığını söy­lemiştir. Nasıl birlikte olduklarını düşünürken iki kuş havalanmış ve ikisinin de topal olduklarını farketmişti. Sonra da kendi kendi­ne, ´Bunları biraraya getiren topal oluşlarıymış´ demiştir.

Denilir ki: İki kişi belli bir zaman arkadaşlık ettikten sonra eğer hâl bakımından benzer değillerse ayrılmaları gerekir. Bir be­devi,-hikmet ehlinden birinin şu beytini okumuştu: Der ki Niçin ayrıldınız? Ben de ölçülü bir cevap verdim, Benim mizacıma uygun değildinıyrıtdık, Çünkü insanlar binlerce mizaçtadır.

Bir hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet •edilmiştir: "Ruhlar, toplanmış askerler gibidir. Birbirine ısınanlar kaynaşırlar. Isınamayanlar ayrılırlar. Havayı koklarlar".[153] Bunun açıklaması yapılırken ruhların, yol ve ahlak bakımından kaynaştık­ları veya kaynaşamadıkları söylenmiştir. Bu hadisle ilgili bir takım ilaveler vardır. Mümin biri içinde yüz münafığın ve tek bir mümi­nin bulunduğu bir meclise girse derhal müminin yanına gider ve yanma oturur. Bu hadis için de bir sebep belirtilmiştir. Bu hadisle ilgili sebet şudur: Medine´de attarlık yapan bir kadın vardı. Mek­ke´den de şakacı bir attar kadın gelmişti. Allah iResulü (sav) ona.

´Kime misafir oldun?´ diye sorunca, ´Filan attar hanıma* dedi. Bu­nun üzerine Allah Resulü (sav), ´Ruhlar, biraraya toplanmış asker­ler gibidir" buyurdu.

Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Allah Teala ruhları yarattığı zaman bazılarını yarmış, bazılarını ayrı yaratmış, sonra hepsini arşımn çevresinde gezdirmiştir. Aynı çekirdekten yarılmış iki ruh karşılaştıkları zaman orada tanışmış ve dünya hayatında da bir­birleriyle kaynaşmışlardır. Ayrı yaratılan iki ruh veya biri çekir­dekten yarılma, diğeri ayrı yaratılmış iki ruh karşılaştıklarında birbirlerine ısmamamış ve farklı düşmüşlerdir. Bu ruhlar, bugün ortaya çıktıklarında yine aynı şekilde davranacak ve birbirlerinden ayrışıp kaynaşmayacaklardır.

Arşın çevresindeki gezide tanışan ruhlar, dünyaya indiklerinde de birbirleriyle karşılaştıklarında hemen ısınacak ve kaynaşacak­lardır. Kaynaşma ve ısınma buluşma ve biraraya gelmeyle gerçek­leşmez. Aksine hâllerin kaynaşması ve ahlakın paylaşılması ile ge­lişir. Çünkü hikmet sahipleri insan türlerini, kuş türlerine benzet­mişlerdir. İki farklı türden kuş, her- hangi bir mekanda biraraya ge­lebilirler. Ama bu, hakiki anlamda kaynaşma sayılmaz. Çünkü ah­lak ve mizaç bakımından farklıdırlar. Kuşların kaynaşması, havada aynı seviyede uçmalarından anlaşılır. Biri yüksekte, diğeri alçakta uçuyorsa, er veya geç ayrılmaları kaçınılmazdır. Çünkü tür farklılı­ğından dolayı ayrışma zaruridir. Birleşmeye rağmen hal ve sıfatta­ki farklılıktan dolayı ayrışmanın kuşlardaki tezahürü açıktır.


Konu Başlığı: Ynt: Din Kardeşliği
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 11 Ocak 2010, 20:16:37
İki insan arasındaki ayrışma veya kaynaşma dört noktada kendi­ni gösterir. Bunlar; niyet, hâl, ilim ve ahlaktır. İki insan niyetlerinde denk, hâllerinde müşterek, ilim bakımından yakın ve ahlak bakımın­dan müttefik olduklarında tür ve yapı bakımından uyum var olur. Bunun tabii sonucu da aralarındaki birlik ve kaynaşmadır. Bunlann tamamında farklılaşma varsa, o zaman aralarındaki ilişki karşılıklı soğukluk ve nefretten ibaret olur. Bunu tabii sonucu da ayrılık ve farklılaşmadır. Sözkonusu noktaların bir kısmında uyum varken bir kısmında ayrışma varsa, o zaman uyum olan kısımda sıcaklık ve ya­kınlaşma, kalan noktalarda da ayrışma ve farklılık görülür.

Ruhların yaratılışlarındaki farklılıktan dolayı birbirlerinden soğumaları ve havayı koklayarak uyum sağlayabilecekleri ruhları aramalarının esası budur. Ruhların tanışmalarının başlangıcında­ki safha da bu arayıştır. Gerekli sıfatların bulunduğu ortamlarda ruhlar birbirleriyle tanışma zemini bulurlar.

Yakup b. Ebî Ma´ruf dan (ra) şu hadise nakledilmiştir: Esved b. Salim, amcam Ma´ruf el-Kerhi´nin (ra) yanına gelmişti. O, amca­mın samimi kardeşlerinden biriydi. Ona şöyle dedi: Bişr b. el-Hars (ra) seninle kardeş olmak istiyor, ama bunu şifahi olarak açıkla­maktan utanıyor. Bu yüzden de beni elçi olarak gönderdi. Senden, kendisiyle kardeşliği kabul ettiğine dair bir niyette bulunmanı ar­zu ediyor. Bundan sonra da o kardeşliği dikkate almak ve gerekle­rini yapmak istiyor. Fakat bir takım şartları da var. Öncelikle bu kardeşliği bilinmesini istemiyor. Biribirinizi ziyaret etmenizi arzu etmiyor. Karşılıklı görüşmede bulunmak istemiyor. Çünkü o, sık görüşmeyi mekruh görüyor.

Ma´ruf (ra) bunları dinledikten sonra şöyle dedi: Allah ona mer­hamet buyursun! Bana gelince, sevdiğim birinden gece gündüz ay­rılmak istemem. Onu daima ziyaret ederim. Her hâlimde onu ken­dime tercih ederim. Bunu söyledikten sonra din kardeşliğinin fazi­letine ve Allah için sevişmenin güzelliğine dair bir çok hadis nak­letti. Bu hadislerden birinde şöyle denilmekteydi: Allah Resulü (sav), Ali (kv) din kardeşi olmuş, ilmini paylaşmış, bedeninin bir parçası sayılan en değerli kızı Fatıma´yı (ra) onunla nikahlayarak onunla bütünleşmiştir. Kardeşliği sebebiyle bütün bu meziyetleri Ali´ye (kv) mahsus kılmıştır.

Şimdi söylevim: Bişri kardeşliğe kabul ettim. Onu, isteğinden dolayı din kardeşim görüyorum. Eğer istemiyorsa beni ziyaret et­meyebilir. Ama ben, istediğim zaman kendisini ziyaret edebilirim. Buluştuğumuz yerlerde kendisiyle görüşürüz. Şahsıyla ilgili hiç bir şeyi benden gizlememesi ve beni bütün hallerine muttali kılması gerekir. Esved b. Salim, Ma´rufun (ra) bu sözlerini Bişre (ra) oldu­ğu gibi iletti. O da memnun ve mutlu oldu.

Esved b. Salim, gerçekten de devrinin akıllı insanlarından ve fazilet erbabından bir şahsiyeti idi. Arkadaş çevresi çok genişti. Onlara karşı daima sabırlı ve tahammüllü olmuştu. Ma´ruf el-Ker-hi (ra), kendisine danışman tavsiye etmesini isteyen bir adama Es-ved´i göstermişti. Adamın biri Ma´ruf a (ra) şöyle bir soru sormuştu:

Ey Ebu Mahfuz, şu iki adam bu beldenin imamları. Hangisinin da­ha iyi arkadaş olabileceğini söyler misin? Tavsiye edeceğin imamın ahlakını benimseyeceğim. İmam Ahmed b. Hanbel (ra) mi yoksa Bişr b. el-Hars (ra) mı?

O da şöyle karşılık verdi: İkisini de tavsiye etmem. Ahmed (ra), hadisçidir. Hadis ehlinde sürekli insanlarla uğraşma sözkonusu-dur. Böylece kalbinde varolan zikir tadı ve halvet sevgisi kaybolup gidecektir. Bişr´e (ra) gelince, o seninle meşgul olacak vakit bula­maz, kendi haliyle meşguliyetinden dolayı sana dönüp bakmaz. Sen Esved b. Salim (ra) ile arkadaşlık et. O sana daha uygundur. Seninle de ilgilenir. Adam onun dediğini yaptı ve gerçekten de Es-ved´den (ra) istifade etti. Ma´rufun (ra) onu Esved´e (ra) katmasının sebebi, hal bakımından ona daha layık olması, sıfat bakımından daha benzer olmasıydı.

Kardeşlikle ilgili hadiste de Allah Resulü´nün (sav) böyle dav­randığı rivyet edilmiştir. Bu hadiste, Alîah Resulü´nün (sav) ilim ve hâl bakımından benzeyen sahabileri kardeş ilan ettiği anlatılmak­tadır. Mesela O, hal bakımından benzer olan Ebu Bekir (ra) ile Ömer´i (ra), Osman (ra) ile Abdurrahman´ı (ra), ilim ve zühd bakı­mından benzer olan Selman (ra) ile Ebu´d-Derda´yı (ra), Ammar (ra) ve Sa´d´ı (ra) ve Ali (kv) ile kendisini kardeş ilan etmiştir. Allah Teala, efendimiz Muhammed´e ve O´nun bütün yakınlarına salat etsin.[154]

Kardeşlik müessesesi Allah Resulü´nün (sav) en büyük fazilet­lerinden biridir. Çünkü O´nun ilmi Rabbinin ilminden, hâli de Rab-binin tavsifinden kaynaklanmaktadır. Allah Resulü (sav) fakir ile zengini de hallerinin denkleşmesi ve zenginin fakiri desteklemesi için kardeş ilan etmiştir.

Ebu Süleyman ed-Darani (ra), Ahmed b. Ebul-Havari´ye (ra) şöyle demişti: Bu devirde biriyle kardeş olduğun zaman, hoşlanma­dığın bir davranışı için kınama. En temel emirde dahi seni tatmin edecek insan bulma hususunda emin olamazsın. Ahmed (ra) der ki: İnsanları sınadığımda ne kadar da doğru söylediğini gördüm. Ule­madan bir zat şöyle demiştir: Kardeşin incitmelerine karşı sabretmek, onu kınamaktan daha hayırlıdır. Kınamak da ilişkiyi kesmek­ten daha hayırlıdır. İlişkiyi kesmek de kavgadan daha hayırlıdır.

Ulemadan bir zat da şöyle demiştir: Cemaatteki bulanma, ayrı­lıktaki duruluktan daha hayırlıdır. Kardeşlik, ince bir cama ben­zer. Onu iyi koruyup sakınmadığınız takdirde türlü belalara maruz kalması mümkündür. Kardeşliği ölümün hayırlı olmasıyla tamam­lamaya çalışmak, hayattayken başlatmaktan çok daha zordur.

Ediplerden biri şöyle demiştir: İnsanlar dört çeşittir: 1. Karın doyurmayacak kadar tatlı olanlar; 2. Yenilmeyecek kadar acı olan­lar; 3. Yenilebilecek derecede ekşi olan ki vakit geçirmeden onu alın. 4. Yenilebilecek derece tuzlu olan ki ihtiyacınız varsa onu da alabilirsiniz.

İmamlardan biri de şunu söylemiştir: İnsanlar dört türdür. Üçünü dost edinebilirsiniz. Birinden ise sakının. İlki bilen ve bildi­ğini bilen kimsedir ki o alimdir onu izleyin. İkincisi bilen ama, bil­diğinden haberi olmayandır ki o uyumaktadır. Onu uyarın. Üçün­cüsü, bilmeyen ve bilmediğini bilen kimsedir ki o da cahildir, ona öğretin. Dördüncüsü ise bilmeyen ama bilmediğini de bilmeyen kimsedir ki o da münafıktır, bundan sakının.

Dördüncüyle ilgili olarak Sehl (ra) şöyle demiştir: Allah´a karşı cehaletten daha büyük bir suç işlenemez. Cehaletin daha da ötesi, cehaletin cehlidir. Ediplerden biri şöyle demiştir: İnsanlar üç tür­dür, ikisiyle arkadaş ol, üçüncüden ise kaç! Senden daha bilgili olanla arkadaş ol; bir şeyler Öğrenirsin. Kendisinden daha bilgili ol­duğun ve senden öğrenmek isteyen biriyle dost o; ona birşeyler öğ­retirsin. Kendini beğenmiş ve bilmediği gibi Öğrenmek de isteme­yen birinden de kaç!

Muhamrned b. Hanefiyye (ra) ise şöyle demiştir: Maruf üzere geçinmeyen kimse dost değildir. Allah Teala bir çıkış gösterinceye kadar dostluğu zaruri ise, onun muamelisinden korunmak gerekir. Zaruret içindeki kardeşleri tercih etmekve müttakilerle ilişki kur­mak, ve onlarla yakınlaşmak ihsanın en güzelidir.

Ebu Mehran (ra) şöyle demiştir: Evimden şu üçünden birini ter­cih etmek üzere çıkarım: Kendimden daha bilgili birini gördüğüm­de bu benim faydalanma günüm olur ve o kimseden bir şeyler öğ­renirim. Kendi dengim biriyle karşılaştığımda o gün bildiklerimi tekrar etme günümdür. Bilgi bakımından daha aşağıda biriyle kar­şılaştığımda ise, o da sevap kazanma günümdür. Ona bir şeyler öğ­retir ve sevabını umut ederim.

Ebu Ca´fer Muhammed b. Ali (ra), oğlu Cafer b. Muhammed´e şöyle demiştir: İnsanlardan şu beş zümre dışındaki herkesi dost edinebilirsin:

1.Yalancı; çünkü onun yüzünden aklanabilirsin. O, çöldeki bir serap gibidir; uzaktakini yakında, yakındakini ise uzakta gösterir.

2.Ahmak; öyle biriyle hiçbir işin olamaz. Çünkü faydalı bir iş yapacağım derken sana zarar verebilir.

3.Cimri; en çok ihtiyacın olacak şey bakımından kesiktir.

4. Korkak; zoru gördüğü zaman kendi malını ve canım teslim ettiği gibi seni de yakalatır.

5.Facir/günahkâr; seni bir yemeğe, belki daha aşağısına sata­bilir. Bunların en azı hangisidir diye sorulunca tamahkârlıktır de­di.

Bir hadiste ise Allah Resulü´yle (sav) ilgili şöyle bir olay rivayet edilmiştir: O, bir sahabisiyle ormana girmişti. Oradan iki adet misvak dalı kesti. Biri eğri diğeri doğru idi. Eğeri olanı kendine alıp doğru olanı sahabisine verdi. Sahabi, ´Ey Allah Resulü, doğru olana sen layıksın´ deyince O şöyle buyurmuştur: Arkadaşına gü­nün bir saatinde olsun refakat eden hiç bir arkadaş yoktur ki Allah Teala arkadaşlığıyla ilgili hukuku eda edip etmediğini kendisine sormuş olmasın!".

Allah için kardeşlik ve Allah için sevişmek, Selef-i Salih´in izle­dikleri yollardandı. Bu gün bu tür kardeşliken eser kalmamıytır. Bun yolların gereğim yapanlar, artık takipçisi kalmamış bu yolları ihya etmiş olurlar. Onları ihya edenler için onlarla amel edenlerin ve edeceklerin sevabı kadar sevap sözkonusudur. Kendisine kalbi­ni huzurla dolduran ve emniyet telkin eden bir dost verilen kimse, bunun Allah Teala´nın bir lütfü olduğunu iyi bilmelidir. Bu, diğer nimetlerine izafe edilecek bir nimettir. Allah´a hamd, efendimiz Muhammed´e ve yakınlarına salat olsun![155]



[1] Her iki laüz için b. Müslim, Taharet/14-16; Ebu Davûd, Taharet/127, Salat/229; Tinnizi, Salat/46; Nesa´î, Cum´a/23; Ibni Mâce, Taharet/106, İkamet/79, 81, 83; îbni Hanbel, H/229, 359, 400, 414, 484, 506,111/39, V/75

[2] Benzer bir hadis için b. Ebu Davûd, Edeb/35; İbni Hanbel, I/190

[3] Müslim, Taharet/16; İbni Hanbel, H/359, 400, 414

[4] îbni Hanbel, IV/124, 126

[5] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/7-32.

[6] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/32-34.

[7] Benzer bir hadis için b. İbni Hanbel, 11/165, 219.

[8] Benzer bir hadis için b. Tinnizî, Dua/128

[9] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/34-38.

[10] Buharı, üinn/35, Tefsir-i Suret/84-1, Rikak/49; Müslim, Cennet/79, 80; Ebu Davûd, Cena-iz/8; .Tinriizî, Kıyametfö, Tefsir-i Suret/84-1; İbni Hanbel, VI/47, 48, 91, 108, 127, 185, 206.

[11] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/38-42.

[12] îbni Mâce, Mukaddime/18, Menasik/76; Dârimî, Mukaddime/24; İbni Hanbel, III/225,

IV/80, 82, V/183

[13] Buharı, Bed´ül-Vahy/1, İman/41, İkrah/Giriş, Nikah/5, Talak/11, Menakıbü´l-Ensar/45,

«k/6, Eyman/23, Hıyel/1; Müslim, İmaret/155; Ebu Davûd, Talak/11; Tirmizî, Fezailül-

Cüıad/16; Nesa´î, Taharet/59, Talak/24, Eyman/19; İbni Mâce, Zühd/26; İbni Hanbel,

[14] Buharı, Rikak/31; Müslim, İman/206, 207, 259; Dârimî, Rikak/70; ibni Hanbel, 1/279, 11 310, 361, 11/234, 411, 498, III/149

[15] Müslim, Birr/32; îbni Mâce, Zühd/9; İbni Hanbel, 11/285, 539

[16] Tİnnizî, Zühd/17; İbni Mâce, Zühd/26

[17] Buharı, Bed´ül-Vahy/1, İman/41, İkrah/Giriş, Nikah/5, Talak/11, Menakıbül-Ensar/45, Itk/6, Eyman/23, Hiyel/1; Müsüm, İmaret/155; Ebu Davûd, Talak/11; Tirmizî, Fezailül-Cihad/16; Nesat, Taharet/59, Talak/24, Eyman/19; İbni Mâce, Zühd/26. Bu paragraf, anlatım düzeni bakımından buraya ait görünmemekte olup Kûtü´1-Ku-lûb´un orjinal el yazmalarından sehven nakledilmiş olabilir. (Çev.)

[18] Nesa´i, Cihad/23; Darimî, Cihad/23; İbni Hanbel, V/315, 320, 329

[19] Bu meyanda hadisler için b. Ebu Davûd, Cihad/29, İbni Hanbel, 11/174

[20] Buharî, Rikâk/31; Müslim, îman/203, 204, 206, 207, 259; Tirmizî, Tefsir-i Suret-iVI/10; Darimî, Rikâk/70; İbni Hanbel, 1/227, 279, 310, 361, 11/234, 411, 498, III/149.

[21] İbni Hanbel, VI/19, 20.

[22] Bu anlamda başka hadisler için b. İbni Mâce, Zühd/32; İbni Hanbel, VI/140, 353.

[23] Nesa´î, Tahrîm/29; İbni Mâce, Fiten/11.

[24] Tirmizî, Biır/55; Darimî, Rikâk/74; İbni Hanbel, V/153, 158, 169, 228, 236.

[25] Buharî, Tefsir-i Sureti 31/2, İman/37; Müslim, îman/57; Ebu Davûd, Sünnet/16; Tirmizî, îman/4; îbni Mâce, Mukaddime/9; îbni Hanbel, 1/27, 51, 53, 319,11/107, 426; IV/129,164

[26] Müslim, Nikah/106; Bbu Davûd, Et´ime/1, Savm/75; İbni Hanbel, 11/507

[27] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/43-63.

[28] Benzer hadisler için b. Buharî, Savm/48, 50; Ebu Davûd, Savm/24, 25; Dârimî, Savm/14; İbnİ Hanbel, HI/S, 87, 96.

[29] Ibni Hanbel, 1/91, 141

[30] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/64-71.

[31] Tirmizî, Birr/72; İbni Hanbel, H/185, 111/22.

[32] Buharı, Et´ime/12; Müslim, Eşribe/182-186; Tirmizî, Et´ime/20; İbııi Mâce, Et´ime/3; Dârimî, Et´ime/13, 20; Muvatta´, Sifatü´n-Nebi/9, 10; İbni Hanbel, 11/21, 42, 74145, 257, 318, 375-

[33] İbnİ Hanbel, III/471

[34] İbni Mâce, Et´ime/50; Tinnizî, Et´ime/37

[35] Buhari, Ahkam/21, Bed´ü´I-Halk/11, rtikaf/11, 12; Ebu Davûd, Savm/78, SünneV17, Edeb/81; İbni Mâce, Sıyam/65; Dârimî, Rikak/66; İbni Hanbel, III/156, 285, 309, VI/337

[36] Tirmizî, Zühd/47; İbni Mâce, Et´İme/50; îbni Hanbel, IV/132

[37] îbni Mâce, Et´ime/50

[38] Müslim, Eşribe/179, 180; Tirmizî, Et´ime/21, İbni Mâce, Et´ime/2; Dârimî, Et´ime/14; İb­ni Hanbel, 11/407, III/301, 305, 382.

[39] Buhari, Bt´ime/30, Fazailü´l-Kuı´an/IY, 36, Tevhid/57; Müslim, Müsafiran/243; Ebu Da-vûd, Edeb/16; Tirmizî, Edeb/79; Nesa´î, İman/32; Dârimî, Fazailü´l-Kuı´an/8; İbni Han-bel, IV/397, 404, 408

[40] Buharî, İlim/4, 5, 50, Edeb/79; Müslim, Münafîkîn/61; Tirmizî, Edeb/79; İbni Hanbel, 11/31, 61, 157.

[41] ´Gizli şehvetten sözedilen hadisler için b. İbni Hanbel, IV/124, 126

[42] Ebu Davûd, Savm/71; Müslim, Sıyam/169, 170; Nesa% Sıyam/67; İbni Hanbel, VI/49, 207

[43] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/71-105.

[44] Buharı, Vasaya/2, Menakıbu´l-Ensar/49, Megazi/77, Nafakat/1, Paraiz/6; Müslim, Vasiy-yet/5; Ebu Davûd, Vasaya/2; Tirmizî, Vasaya/1; İbni Hanbel, 1/172, 173, 176, 177. 182

[45] Buharı, İman/6; Tirmizî, Tefsiri Suret-i 38/2, 4; Dârimî, Et´ime/39; İbni Hanbel, III/325, 334, IV/66, 385, V/243, 378

[46] Tirmizî, Tefsiri Suret-38/2, 4; îbni Hanbel, 1/368, IV/66, V/5243, 378

[47] İbni Hanbel, 11/103.

[48] Buharî, Et´ime/25, 30, Fazailu´s-sahabe/30, Enbiya/32, 46; Müslim, Fazailü´s-sahabe/70, 89; Tirmizî, Efime/31, Menakıb/62; Nesa´î, Nisa/3; ibni Mâce, Efime/14; Dârimî, Efİme/29; İbni Hanbel, III/156, 264, IV/394, 409, VI/159.

[49] Tirmizî, Zühd/47; İbni Mâce, Et´ime/50; îbni Hanbel, IV/122

[50] Buharı, Edeb/31, 85, Rikak/23; Müslim, Lakta/14, İman/74, 75, 77; Ebu Davûd, Et´ime/5; Tirmizî, Birr/43, Kıyamet/50; tbni Mâce, Edeb/5; Dârimî, Et´ime/ll; Muvatta", Sıfatü´n-Nebi/22; İbni Hanbel, 11/174, 267, 269, IV/31, V/412, Vl/69, 384

[51] İbni Mâce, Et´ime/17.

[52] Ebu Davûd, Edeb/7; Tirmizî, Birr/62; ; Muvatta´, Husnü´l-huluk/6.

[53] Buharı, Menakıb/23, Edeb/80, Hudud/10; Müslim, Fazail/77, 78; Ebu Davûd, Edeb/4; Tir-mizî, Menakıb/34; Muvatta´, Husnü´l-huluk/2; İbni Hanbel, VI/85 113, 116, 130, 209, 223, 262.

[54] Buharı, Et´ime/13; Ebu Davûd, Et´ime/16; Tirmizî, Et´ime/28; İbni Mâce, Et´ime/6; Dâri-mî, et´ime/31; İbni Hanbel, IV/308, 309.

[55] Buharı, Et´ime/8, 23; Tirmizî, Et´ime/1; İbni Mâce, Et´ime/20; İbni Hanbel, III/130

[56] Buharî, Zekat/61, 62, Hibe/7, Nikah/18, Talak/14, 17, Faraiz/19; Müslim, Zekat/170-172, Itk/10, 11, 14; Ebu Davûd, Zekat/30; Nesa´î, Zekat/99, Talak/6, BuyuV78; İbni Mâce, Ta­lak/29; Dârimî, Talak/15; Mııvatta´, Talak/25; İbni Hanbel, 1/281, 361, III/117, 130, 180, 276, VI/46, 115, 123, 150, 172

[57] Müslim, Nikah/107, Buharı, Nikah/72; Ebu Davûd, Et´ime/1; İbni Mâce, Nikah/25; Mu-vatta´, Nikah/50; tbhi Hanbel, 11/241, 267, 405, 406

[58] Müslim, Nikah/110; Ebu Davûd, Et´ime/1; İbni Mâce, Nikah/25

[59] Müslim, Nikah/110; Ebu Davûd, Et´ime/l; tbni Mâce, Nikah/25

[60] Buhari, Hibe/2, Nikah/73; Müslim, Nikah/104; ibni Hanbel, 11/424, 479, 481, 512

[61] İlgili hadisler için b. Buharı, Zekat/51; Nesa"î, Zekat/94; İbni Hanbel, VI/452

[62] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/106-138.

[63] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/138-139.

[64] İbni Mâce, Tıb/3

Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/139-142.



[65] Buharî, Nikah/72; Müslim, Nikah/107, 109, 110; Ebu Davûd, Et´ime/1; İbni Mâce, Ni­kah/25; Dârimî, Et´ime/28; Muvatta´, Nikah/50; İbni Hanbel, 11/241, 267, 405.

[66] Benzer hadisler için b. Ebu Davüd, Edeb/16, Tirmizî, Zühd/56; Dârimî, Et´ime/23; İbni Hanbel, 111/38

[67] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/143-151.

[68] İbni Mâce, Zühd/5

[69] Tirmizî, Zühd/37; İbni Mâce, Zühd/6; Dârimî, Rikak/118; îbni Hanbel, 11/296, 343, 451, 513, 519, V/366

[70] Tirmizî, Zühd/37; îbni Mâce, Zühd/7

[71] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/152-154.

[72] Ebu Davûd, Zekat/33; Muvatta´, Sadaka/3; tbni Hanbel, 1/201.

[73] Nesa´î, Zekat/70; Muvatta´, Sıfatü´n-Nebî/8; İbni Hanbel, IV/70, VI/435.

[74] Nesa% Zekat/89; îbni Hanbel, Hf/3, 9, 44, IV/138

[75] Nesa´î, Zekaf86; Ebu Davûd, Zekat/27.

[76] Müslim, Zekat/105; Ebu Davûd, Zekat/24; İbni Mâce, Zekat/26; îbni Hanbel, 11/231, VI/454.

[77] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/

[78] Tinnizî, Libas/38

[79] Buharı, Ezan/155, Fazailü´s-Sahabe/2; îbni Hanbel, 1/3

[80] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/154-164.

[81] . Buhari, Vasaya/9, Hums/19, Rikak/11, Zekat/50; Müslim, Zekat/96; Tirmizî, Kıyamet/29; Nesa´î, Zekat/50, 93; Dârimî, Zekat/20, Rikak/37

[82] Benzer manada bir hadis için b. Tirmizî, Minakıb/73

[83] Nesa´î, Zekat/94; Buharî, Zekat/51; îbni Hanbel, IV/221, VI/452

[84] Veren elin üstünlüğüne dair bu ve değir hadîsler için b. Buharı, Vasaya/9, Rikak/11, Ze­kat/18, Nafakat/2; Müslim, Zekat/94-97, 106; Ebu Davud, Zekat/28; Tirmızî, Zekat/38, Zühd/32, Kıyamet/29; Darimi, Zekat/22; Nesa´î, Zekat/50, 51; Muvatta´, Sadaka/8; tbni Hanbel, II/4, 37, 98, 122, 152, 230, 242, 288, 319, III/330, 346, 402, 403, 434, V/262.

[85] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/164-181.

[86] Ebu Davûd, Vıtr/12, Zekat/40; Nesa´C, Zekat/49; Darimi, Salat/135; Ibni Hanbel, 11/358, III/412, V/178

[87] Buharî, Hibe/25

[88] Iboj Hanbel, III/474

[89] Ebu Davûd, Edeb/41; Tirmizî, Birr/35; İbni Hanbel, 11/258, 295, 303, 388, 461, 111/32, 74, IV/278, 375, V/211, 212.

[90] İbni Mâce, Edeb/19.

[91] Buharı, Nikah/47, Tib/51; Müslim, Cum´a/47; Ebu Davûd, Bdeb/87; Tirmizî, Birr/81; Da-rimi, Salat/199; Muvatta´, Kelam/7; İbni Hanbel, 1/296, 303, 309, 313, 327,11/16, 59, 62, III/470, IV/263.

[92] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/181-190.

[93] tbni Hanbel, 1/166.

[94] İbni Mâce, Mukaddime/17.

[95] . Buharı, İlim/10; Ebu Davûd, İlim/l; Tirmizî, ilim/2, Kui´an/lO; İbni Mâce, Mukaddi­me/17; îbni Hanbel, 11/252, 325, 407.

[96] Buharî, Mescid-i Mekke/l, 6, Savm/67, Sayd/26; Müslim, Hac/415, 511, 512; Ebu Davûd, Menasik/94; Tirmizî, Saiat/126; Nesal, Mesacİd/10; Darimi, Salat/132; İbni Hanbel, 11/234, 238, 501, III/7, 34, 53, 64, 71, 77, VI/7, 398.

[97] Bu manadaki hadisler için b. Buharî, BuyuVlö; Nesa´î, Buyu´/l; îbni Mâce, Ticarat/1; Da­rimi, Buyu´/6; îbni Hanbel, VI/31, 42, 127, 193, 220.

[98] İbni Hanbel, IV/130,133

[99] İbni Mâce, Et´ime/55; Darimi, Et´ime/11.

[100] İbni Hanbel, 11/33

[101] Buharı, edeb/3l, 85, Rikak/23; Müslim, Lakta/14, 15; Ebu Davûd, Et´ime/5; Tinnizî, Birr/43; îbni Mâce, Edeb/5; Darimi, Et´ime/11; Muvatta´, Sıfatü´n-Nebî/22; İbni Hanbel, 11/288, 354, 431, III/8, 21, 37, 64, 76, IV/31, VI/385, 386.

[102] Ebu Davûd, Cihad/80

[103] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/189-202.

[104] Ebu Davûd, Salat/32; Tirmizî, Salat/39; İbni Mâce, İkamet/47; îbni Hanbel, 11/232, 382, 424, 472, IV/65, V/260.

[105] Tirmizî, Sala t/149

Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/203-204.

[106] Buharı, Gusül/17

[107] Tirmizî, Salat/41; Nesa´î, Ezan/32; İbni Mâce, Ezan/3; İbni Hanbel, IV/217.

[108] Sabah namazı kıraatiyle ilgili bazı hadisler için b. Buharî, Ezan/104; Ebu Davûd, Sa-lat/131; tbni Mâce, İkamet/5; Darimi, Salat/66, 146.

[109] İlgili hadisler için b. Buharı, edeb/80, Ezan/61; Müslim, Salat/168,169, Mesacid/227; Ebu Davûd, Salat/123, 124,126; Tirmizî, Sevabü´l-Kuı´an/l; Nesa´î, İmamet/36; Muvatta´, Ra­mazan/6; İbni Hanbel, 11/26, 40, 157, 413, 432, III/103, 154, 188, 182, 185, 188, 205, 212, V/91, 103-105, 384.

[110] Buharı, fim/28, Ezan/62; Müslim, Salat/183-186; Tirmizî, Salat/61; Nesa´î, İmamet/35; İbni Mâce, İkamet/48, 49; Darimi, Salat/46; Muvatta´, Cemaat/13; İbni Hanbel, 11/256, 317, 393, 111/75, 255, IV/118, 119, 216, 218.

[111] İlgili hadisler için b. Ebu Davûd, Salat/150; Nesa´î, Tatbik/76; İbni Hanbel, III/163.

[112] Nesa´î, Sehv/45; İbni Mâce, İkamet/24

[113] İbni Hanbel, VI/12, 15.

[114] Cuma günü sünnet olan kıraatla ilgili hadisler için b. Buhari, Cum´a/10, Sücud/2, 10; Müslim, Cum´a/50, 52, 61-66; Ebu Davûd, Sala t/211, 222, 235; Tirmizî, Cum´a/23, 33, Se-vabü´l-Kui´an/8; Nesal, îftitah/47, Cum´a/38, 39, 40; tbni Mâce, İkamet/2,90; Darimi, Sa-lat/22, 192, 197, 203, 221, Fezailü1-KuiWl6-18; Muvatta´, Cum´a/19, Kui´aiı/16; İbni Hanbel, 1/226, 272, 307, 316, 328, 334, 354,11/430, 467, 472, IV/270, 271, 273, 277, V/13, 14, 143, Vl/436, 463.

[115] İmamın liderlik sıfatıyla ilgili olarak b. Buharî, Cum´a/11, İstikraz/20, Itk/19, Vasaya/9, Nikah/81; Ahkam/1; Tirmizî, Ahkam/6; İbni Hanbel, 11/121

[116] Ebu DavÛd, Salat/32; Tirmizî, Salatf39; İbni Mâce, İkamet/47; İbni Hanbel, 11/232, 382," 424, 472, IV/65, V/260.

[117] Nesa´î, Ezan/14; İbni Mâce, Ezan/5; Ebu Davûd, Salatf31.

[118] Ebu Davûd, SalaU32; Tirmizî, Salat/39; İbni Mâce, İkamet/47; İbni Hanbel, 11/232, 382, 424, 472, IV/65, V/260

[119] Tirmizî, Salat/38; İbni Mâce, Ezan/5.

[120] ´Krmizî, Salat/29; Nesa´î, Ezan/42, îmamet/12

[121] Tinnizî, Mevakîl/29.

[122] Müslim, Mesacid/67; Ebu Davûd, Taharet/43; Darimi, Salat/137; tbni Hanbel, VI/43, 54, 73

[123] tbni Hanbel, 11/103

[124] Buharı, Ezan/54; Ebu Davûd, Salat/60; Tirmizl, Salat/60; Nesa´î, İmamet/3, 5, 11, 43, Kıble/16; tbni Mâce, Ezan/5, İkamet/46; tbni Hanbel, 111/48, 51, 84, 163, IV/118, 121, V/71, 272

[125] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/204-219.

[126] İbni Hanbel, 11/400, V/335

[127] İbni Hanbel, IV/227, VI/459.

[128] Tirmizî, Birr/58

[129] Muvatta´, Şa´r/16; İbni Hanbel, V/229, 233, 237, 239, 328.

[130] Buharı, Ezan/36, Zekat/16, Hudud/19; Müslim, Zekat/91; Tirmizî, Zühd/53; NeBa"î, Ku-dat/2; Muvatta´, Şa´r/14; îbni Hanbel, 11/439

[131] Benzer hadisler için b. Buharî, îman/9, Edeb/42; Müslim, İman/66; Tirmizî, tman/10; İb-ni Hanbel, III/103, 140, 141, 150, 156, 230, 241, 272, 275, 278.

[132] Müslim, Birr/38; İboi Hanbel, 11/292, 408, 462, 508

[133] Benzer bir hadis için b. İbni Hanbel, VI/459, IV/227

[134] Nesa´î, İman/2-4; İbni Mâce, Fiten/23; İbni Hanbel, IV/11

[135] Benzer hadisler için b. Buharı, İman/9, Edeb/42; Müslim, İman/66; Tirmizî, İman/10; İb­ni Hanbel, III/103, 140, 141, 150, 156, 230, 241, 272, 275, 278

[136] Benzer bir hadis için b. Tirmizî, Zühd/45

[137] Benzer bir hadis için b. Müslim. Birr/32; Ebu Davûd, Edeb/35; Tirmizî, Birr/18; İbni Mâ-ce, Fiten/2; İbnİ Hanbel, 11/277, III/491, IV/168.

[138] Buharî, Vasaya/8, Feraiz/2, Nikah/45, Edeb/57, 58; Müslim, Birr/28; Tİrmizî, Birr/56; Muvatta´, Husnül-huluk/15

[139] Benzer bir hadis için b. Nesa´î, İsti´aze/44; İbni Hanbel, 11/346.

[140] Buhari, Tıb/51, Nikah/47; Müslim, Cum´a/47; Ebu Davûd, Edeb/86, 87; Tinnizî, Birr/79; Darimi, Salat/199; Muvatta´, Kelam/7; İbni Hanbel, 1/269, 273, 303, 309, 313,11/16, 59, III/470, IV/263

[141] Tinnizî, Birr/78; İbni Hanbel, V/269

[142] Müslim. Birr/24, 31; Tirmizî, Birr/24; îbni Mâce, Dua/5; İbni Hanbel, 1/3, 5, 7, III/110, 165, 199, 209, 277

[143] Buharı, Mezalim/3; Müslim, Birr/32; Ebu Davûd, Edeb/38; THrmizî, Hudud/3, Birr/18; İbni Hanbel, II/9, 68, V/24, 71.

[144] Darimi, Mukaddime/29.

[145] Benzer bir hadis için b. İbni Hanbel, 11/418

[146] İlgili hadisler için b. Müslim, Zikir/86, 87, 88; Ebu Davûd, Vıtr/29; İbni Mâce, Mena-sik/5; îbni Hanbel, V/195

[147] . Buharî, Nikah/45, Feraiz/2, Edeb/57, 58, 62; Müsüm, Birr/23, 24, 28-32; Ebu Davûd, Edeb/47; Ibni Mâce, Et´ime/1, Dua/5; Muvatta´, Husnü´l-huluk/14, 15; îbni Hanbel, 1/3, 5, 7, 11/156

[148] Buharî, İman/21, Küsufi9, Nikah/88; Müslim, Küsuff 17; Nesa´î, Küsuf/17; İbni Hanbel, 1/298, 359

[149] İlgili hadisler için b. Buharı, Salat/80, Menakıbü´l-Ensar/45, Fazailü´s-Sahabe/3, 5, Fa-raiz/9; Müslim, Mesacid/28, Fazailü´s-Sahabe/2-7; Tîrmizî, Menakıb/14-16; İbni Mâce, Mukaddime/11; Darİmi, Faraiz/11; İbni Hanbel, 1/270, 359 111/18, 478, IV/4, 5, 212

[150] Benzer hadisler için b. tbni Mâce, Fiten/23; TirmiZÎ, Kjyamet/55; îbni Hanbel, 11/43, V/365

[151] Buharı, Enbiya/2; MiiKİİın, Birr/159,160; Ebu DavÛd, Edeb/16; İbni Hanbel, 11/295, 527, 537

[152] Benzer hadisler için b. tbni Mâce, Fiten/23; Tirmİzî, Kıyamet/55; Ibni Hanbel, 11/43, V/365

[153] Buharı, Enbiya/2; Müslim, Bırr/159,160; Ebu Davûd, Edeb/16; İbni Hanbel, 11/295, 527, 537

[154] Allah Resulü´nün (sav) Sahabe´den bazı zatları kardeş ilan etmesiyle (=mu´âhât) ilgili hadisler için b. Buharı, Menakıbu´l-Ensar/3, 50, BuyuVl, Kefalet/2, Edeb/67; Müslim, Fazailüs-Sahabe/203; Tirmİzî, Bİrr/22; İbni Hanbel, III/15Z, 190, 204, 271.

[155] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/220-286.


Konu Başlığı: Ynt: Din Kardeşliği
Gönderen: emine94 üzerinde 02 Aralık 2014, 15:28:28
Ödevime çok yardımcı oldunuz teşekkürler