๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kutul Kulub => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 09 Ocak 2010, 15:04:05



Konu Başlığı: Bidatler Sakalla İlgili Müstehaplar Sünnet Namazlar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Ocak 2010, 15:04:05

Kulda İslâm Güzelliği Müslümanın Müslüman Üzerindeki Hakları Bedenle İlgili Sünnetler Sakalla İlgili Günah Ve Bidatler Sakalla İlgili Müstehaplar Sünnet Namazlar



Kişinin müslümanhğınm güzelliği ve Allah Teala´mn ona muhab­betinin alametlerinin başında hayrı ve hayır ehlini sevmesi, serden ve onun ehlinden uzak durması gelir.İslamı güzel olan bir kul, Allah Teala´nm özendirdiği menduplara koşar, kaçırdıklarına ise üzülür. Kendisini ilgilendirmeyen söz ve fiilleri terkeder. Üzerine vazife olmayan işlerden uzak kalır ki bunlar, kendisine emredilmemiş, yapılıp yapılmaması hususunda teşvikte bulunulmamış şeylerdir. Beş vakit namazı, fitneden endi­şe etmiyorsa cemaatla kılar. Gıybetten ve insanları çekiştirmekten uzaklaşarak dinini Allah´a has kılar.

Kendi için istediğini herkes için de sever ve ister. Kendisi için hoş görmediğini diğerleri için de hoş görmez. Hayırlara ve iyi işle­re koşar. Uzun süreli suskunluğu tercih eder. Yumuşak başlı olur. Müminlere karşı alçakgönüllü, kibir ehline karşı izzetli durur. Ba­tıl hakkında münakaşa etmez. Dinde tavizkâr olmaz.

Haklı bir meselede, kendisi veya düşmanının aleyhine olsa bile öfkeye kapılmaz. Haksızlığı ve batılı da kendi lehine veya en yakını lehine olsa dahi istemez. Sevdiği kimsenin kendini övmesinden hoş­lanmaz. Kızdığı kimseye karşı nasihatkâr olur. Halktan kaynakla­nan övgü de yergi de, kalbinde aynı ağırlığa sahiptir. Kendine zarar verecek olsa dahi doğruluğu bırakmaz. Faydasını bir an önce elde etmek istediği hayır işlerinde yapmacıklıktan uzak durur.

İçi, dışından daha üstündür. İnsanların verdiği rahatsızlığa ta­hammül ederken onlardan gelen bela ve imtihanlara karşı sabırlı­dır. Hali ile başbaşadır. İnsanlarla çok sık birlikte oturup konuş­maktan uzak durur. Şüpheli işlere karışmaz. Kalbinin değişmesi

endişesiyle daima böyle davranır. Yaşadığımız şu çağda bu haslet­leri kendinde toplayan kimse, ahireti murad edenlerden sayılır. Bu da Allah Teala´nm ikinci derecede velayet ve ilgisine mazhar olan zümrenin halidir. Denildi ki: Her devrin abdal zümresi, zamanları miktarında olur. Her devirde de sabikun (=Öne geçenler) ve mukar-rebun (=yakın kılınanlar) mevcuttur.

Tefsir ehlinden bir zat, Allah Teala´nm "Siz mutlaka tabakalar­dan tabakalara bineceksiniz" (İnşikak/19) buyruğunun tefsirini yaparken şöyle demiştir: Yani her asırda insanların daha önce bu­lunmadıkları bir hal üzere bulunacakları bir tabakaya dahil ola­caksınız.

Asır (=Karn) kelimesi için söylenen en uzun süre yüz yıldır. En kısa süre ise kırk senedir. Bu sürelerin ortası ve konuyla ilgili ha­dis ve değerli sözlerin delaletine en yakın olanı ise yetmiş senedir.

Ali (kv) de bu görüşü beyan etmiştir. Bunun ilmi izahı da şöyle­dir: İkiyüz yılın başı, risaletten sonra üç karnın tamamlanmasıdır. Bugün biz altıncı damdayız. Altıncı karn, üçyüz kırkıncı yıldan dörtyüz onuncu yılın sonuna kadar olan süredir. Denir ki: Yedinci karnâan. sonra güneş batıdan doğacaktır. Bu da dörtyüz seksenin­ci yılın başıdır. Karnın yüz sene olduğunu söyleyenlere göre ise, gü­neşin batıdan doğması yediyüz sene sonradır.

Rivayete göre ölüm meleği mümin kulun ruhunu teslim almaya geldiği zaman onu gözleyen iki melek Azrail´e şöyle derler: Bize bi­raz mühlet ver de, onun kulaklarını güzel övgülerle dolduralım. Ar­dından da o mümine şöyle hitab ederler: Allah seni hayırla müka-faatlandırsın. Bizim bildiğimiz kadarıyla sen O´na taatte çok hızlı, O´na isyanda ise çok yavaştın. Hayır ve hayır ehlini severdin. Ha­yır namına da gücünün yettiğini yapardın. Bize işittirdiğin nice gü­zel sözler oldu. Bizi ortak ettiğin nice güzel meclislerin oldu. Müj­deler olsun sana ki sana vaadedilen doğru çıkacak ve Allah´ın hu­zurunda her ikimiz de senin lehinde şahitlik edeceğiz. [39]


Müslümanın Müslüman Üzerindeki Haklari:



Bunlar, İslam´ın müslüman üzerine vacip kıldığı saygıya dair hu­suslardır. Altı hadisin ihtiva ettiği hususlar toplanarak on hakkın vacip kılındıği ortaya çıkmıştır.

Bu altı hadis şunlardır: Ali (kv) tarafından rivayet edilen hadis: "Müslümanm müslüman üzerinde vacip olan hakkı altıdır"

Ebu Eyyub el-Ensari fra) tarafından rivayet edilen hadîs: "Müs-lümanm müslüman üzerindeki hakkı altıdır. Bunlardan herhangi biri terkedilirse, vacip olan bir şey terkedilmiş olur". [40]

Bera b. Azib (ra) tarafından rivayet edilen hadis: Allah Resulü (sav) bize yedi şeyi emretti, yedi şeyden de nehyetti". [41]

İbni Mesud (ra) tarafından rivayet edilen hadis: "Müslümanm müslüman üzerine vacip olan dört hakkı vardır"Sa´d (ra) ve Ebu Hüreyre´nin (ra) aynı manada rivayet ettikleri hadis.

Enes b. Malik (ra) tarafından rivayet edilen hadis: "Müslüma­nm senin üzerinde hak olan dört şeyi vardır". Ancak bu dört şeyde daha önce zikredilmeyen hususları nakledilmiştir.

Müslümanm müslüman üzerindeki haklarıyla ilgili bize ulaşan hadis ve rivayetlerde değişik lafızlar kullanılmasına rağmen ma­nalar benzerdir. Yukarıdaki hadislerden bir kısmının zikretmediği­ni diğer kısmı zikretmektedir. Biz, bu farklılıkları biraraya getire­rek sözkonusu hakların on hakta toplandığını gördük. Ancak Enes b. Malik (ra) tarafından rivayet edilenler bunun dışındadır. Çünkü onun tarafından rivayet edildiği söylenen hadis ´garib hadis´ hük­mündedir ve bir takım hususları ihtiva ederken bazıları da diğer hadislerde yer almamaktadır.

Rivayetlerin üzerinde ittifak ettiği on hak şunlardır:

1. Karşılaştığı zaman selam vermek;

2. Davet ettiği zaman icabet etmek;

3. Aksırdığı zaman merhamet dilemek;

4. Hastalandığı zaman ziyaret etmek;

5. Öldüğü zaman cenazesini teşyi etmek;

6. Üzerine yemin ettiği zaman gerçekleşmesini sağlamak; _

7. Öğüt istediği zaman öğüt vermek;

8. Uzakta olduğu zaman, yanında olduğu gibi korumak;

9. Kendi için istediğini, onun için de istemek;

10. Kendisi için istemediğini onun için de istememek.

Enes (ra) hadisine gelince, İsmail b. Ebi Ziyad-Eban b. Ayaş va­sıtasıyla Enes b. Malik´ten (ra) rivayet edildi ki: Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: "Dört şey vardır ki müslümanm diğer müslünıan üstündeki hakkındandır: Müslümanların ihsanda bulunanına yar­dım etmek; Onlar içinde günah işleyenin bağışlanmasını istemek; Arkada kalanını davet etmek; Tevbe edenlerini sevmek".

Görüldüğü gibi bu hususlar, yukarıda sayılan hakların kapsa­mında ve müslümanlara öğüt ve kendileri için isteneni müslünıan kardeşi için de hak talebi dairesinde değerlendirilecek hususlardır.

Ibni Abbas (ra) da müslümanlann birbirleri üzerindeki hakları konusunda benzer manada ifadelerde bulunmuştur. O, bu hakları helal/haram mahiyetinde görmüş ve "Onlar kendi aralarında mer­hametlidirler" (Fetih/29) ayetinin tefsirinde de bu hususları zikret­miştir. Cübeyr´in Dahhak vasıtasıyla ondan rivayet ettiği tefsirde de bunu görmekteyiz.

O üstteki ayetin tefsirini yaparken şöyle demiştir: Yani birbirle­rine sevgi beslerler. Fesad içindeki biri, salih bir kardeşini gördüğü zaman şöyle dua eder: Allahım, ona nasip ettiğin hayrı bereketli kıl, ´onu onun üzerinde sabit kıl ve bizi de ondan faydalandır.

Sarihleri ise, fesad içinde olanların düzelmesi için dua ederek şöyle derler: Allahım, ona hidayet et, tevbesini kabul et ve onu ba­ğışla. Ibni Abbas (ra) şöyle demiştir: Bu ayet, sizin için helal ve ha­ram babmdandır.

Sıralanan haklar, müslümanm müslüman üzerindeki haklan dairesine giren ve edası farz kılınmış hususlardır. Allah Resu-lü´nün (sav) özürlü gördüğü ve ilmin de bunu tasvip ettiği kimseler dışında bu hakları terketmek asla mazur görülmez. Bu haklardan bir kısmı diğerlerinden daha önemlidir.

Müminlerin iman bakımından en mükemmeli bu haklara en çok riayet eden ve bunları edada en hızlı davrananlarıdır. Bu hak­lara saygı duyulması noktasında birçok rivayet mevcuttur. Se­leften bir kısmı, asıl olarak halktan uzaklaştıkları için bu haklar­dan üçünü ihmal etmişlerdir. Bu üç hak; davete icabet, hasta ziya­reti ve cenaze teşyiidir. Bunlar evlerinden ayrılmayan kimselerdi. Evlerinden sadece Cuma namazı için çıkarlardı. İçlerinde cemaat­le namazı terkedenler de vardı. Bazıları da taşraya yerleşip şehirleri terketmişlerdi. Sehl (ra) şöyle derdi: İnsanların hakkından da­ha ağır bir şey bilmiyorum. Yine o şöyle derdi: İnsanlara rahatsız­lık vermeyen kişi, su üstünde bile yürüyebilir.

Ebu Yezid ve diğerleri şöyle demişlerdir: Akıl sahiplerinin asıl hedefi, Allah Teala´nm azabından selamette olmaktır. O´nun aza­bından selamette olmak isteyen kimse, halkın kendisinden sela­mette olmasını sağlamalıdır. Halkın, kendisinden selamette olma­sını isteyen kimse de, onlardan uzak durmalıdır. Bu manada şöyle bir şiir söylenmiştir:

İnsanlar derin bir denizdir, onlardan kurtulmak selamet, Nasihatimi dinle ve ibret al ki erişmesin sana nedamet.

Ömer b. Hattab´m (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Tea- ´ la´dan ve insanlardan korkun. İbni Abbas´dan (ra) da bu manada ; şöyle bir söz rivayet edilmiştir: Şeytanla başbaşa kalma korkusu olmasa insanların meclislerine katılmazdım. Onun konuyla ilgili bir diğer sözü de şudur: Nice beldelere misafir oldum da aşina birini , bulamadım. İnsanları, yine onlardan başka ifsad eden var mıdır? ;

Selef-i Salih´den bir zat şöyle demiştir: Tanıdıklar çoğaldıkça borçluların sayısı artar. Dostluk uzadıkça da haklar kesinleşir. Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Kendini bilen kimse rahat eder. İnsanları tanıyan ise sıkıntıya düşer. Bişr b. el-Hars ise bunun tam, aksini söylemiştir: İnsanları tanıyan rahat eder.

Allah Resulü´nün (sav) "İnsanlarla hoş geçinmek sadakadır"! buyruğunun tefsiri yapılırken şöyle denilmiştir: Buradaki hoş geçinme ilimleri konusunudadır. Akıllan noktasında ise onlardan ayrılmak daha iyidir. "Daha güzel olanla sav" (Müminun/96) buyru­ğunun muhtelif tefsirlerinden biri de, onlarla hoş geçinme şeklin­dedir.

Bu manada Allah Resulü´nün (sav) buyruklarından biri de şu­dur: "Şefkat ve yumuşaklıktan nasibi verilen kimseye, dünya ve ahiret saadetinden de nasip verilmiş olur. Şefkat ve yumuşaklıktan nasibi olmayan kimse de, dünya ve ahiret saadetindeki nasibinden mahrum edilmiş olur"[42]


Bedenle İlgili Sünnetler:



Bedenle ilgili sünnetler, on iki sünnetten ibarettir. Bu on iki sün­net, Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen üç hadise dayanmakta­dır. Bu hadislerden ilki, Allah Resulü´nün (sav) vahiy için Cebrail´i (as) beklediğini bildiren hadis-i şeriftir [43] Bedenle ilgili sünnetlerin beşi baş kısmıyla ilgilidir. Bu beş sünnet şunlardır: Ağza su vermek (=mazmaza), burna su vermek (=istinşâk), dişleri misvaklamak, bı­yıkları kısaltmak ve saçları ayırmak.

Bedenin alt kısmıyla ilgili olan yedi sünnet ise şunlardır: Sün­net olmak, avret mahallini tıraş etmek, istincâda bulunmak, kol­tuk altı kıllarını tıraş etmek, tırnakları kesmek, parmak mafsalla­rını temizlemek ve tırnak altlarını temizlemek.

Hadiste zikredilen parmak mafsallarını (=berâcinı) temizleme sünnetinin izahı şöyledir: Araplar yemekten sonra çoğunlukla el parmaklarının mafsallarının temizliğine itina göstermezlerdi. Maf­sal kıvrımlarında ise yemeğin artıkları birikirdi. Allah Resulü (sav) işte bu nedenle parmak mafsallarındaki kıvrımların itina ile temiz­lenmesini emretmiştir.

Ebu Hüreyre ve Suffe ashabından başka zatların (ra) şöyle de­dikleri rivayet edilmiştir: Biz kızarmış et yerdik. Namaza durula­cağı zaman parmaklarımızı çakıl taşının içine sokar, ardında da kuma sokarak iyice temizlerdik. Sonra da tekbir getirerek namaza dururduk.

Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir: Allah Resulü (sav) devrinde çöveni bilmezdik. Bizim mendillerimiz, ayaklarımızın iç kısımlarıy­dı. Yağlı et yediğimizde oraya sürterdik. Denildi ki: Allah Resu­lü´nden (sav) sonra ortaya çıkan ilk bidatler şunlardır: Elekler, çö-ven, sofralar ve tıka basa yemek yemek. Bütün bunlar, mideyle il­gilidir. Mide, boşluğun en kötü kabıdır.

Tırnak altlarının (=revâcib) temizliğine gelince, Araplar tırnak­larını kesmek için istedikleri zaman makas bulamazlardı. Allah Resulü (sav) tırnakları kesmek, koltuk altı ve avret mahallinin te­mizliği için kırk günlük bir süre koymuştu. Ama O, bu süre zarfın­da uzayabilen tırnakların altının temizlenmesini de emretmişti.

Rivayete göre Allah Resulü (sav) vahyi bekliyordu. Cebrail (as) inince O´na şöyle dedi: Siz, parmak kıvrımlarını yıkamıyor, tırnak altlarını temizlemiyor ve dişlerinizi mis vaki amıyorken size nasıl vahiy indirebiliriz? Ümmetine bunları yapmalarını emret.

Denir ki: Tırnak altındaki kirler için ´üf kelimesi kullanılmıştır. Bu meyanda ´üf-tüf kalıbı kullanılmıştır. ´Üf tırnak altındaki kirle­ri, ´tüf ise kulak içindeki kirleri ifade etmektedir. ´Tüf kelimesiyle ilgili olarak, kirden rahatsız olma noktasında mübalağa için kulla­nılan bir ilave kelime olduğu da söylenmiştir. Buna örnek olarak da Arapça´daki şu kullanımlar gösterilmiştir: ´câ´iun nâ´iun, atşânü netşânü´. İlk kelime olan ´câ´iun´ aç anlamına gelirken ona katılan ´nâ´iun´ açlığın ileri seviyede olduğunu göstermektedir. Diğerinde ise susuzluğun had safhada olduğu ifade edilmektedir. Bu meyan­da "O ikisine ´üf deme" (İsra/23) ayet-i kerimesi de örnek gösteril­miş ve ayete şu mana yüklenmiştir: Yani anababayı, tırnaklarının. altındaki kirlerden dolayı kınama. Ayetin bir diğer manası da şöy­le verilmiştir: O ikisini, tırnağın altındaki kir miktarınca olsun ra­hatsız etme.[44]


Sakalla İlgili Günah Ve Bidatler:



Sakalla ilgili nakledilen rivayetlerden birinde şöyle denilmektedir: Allah Teala´nm melekleri arasında bir zümre vardır ki şöyle yemin ederler: Adem oğullarını sakal nimetiyle süsleyen Allah´a yemin ol­sun. Sakal, erkeğin yaratılış tabiatını tamamlayıcı bir unsurdur. Erkekler, sakal vasıtasıyla kadınlardan ayrılırlar.

Allah Resulü´nün (sav) vasıfları nakledilirken de, O´nun kısa ve sık sakallı olduğu haber verilmiştir. Ebu Bekir (ra) ve Osman (ra), ince ve uzun sakallı idiler. Ali (kv) ise, iki omzunun arasını doldu­ran gösterişli bir sakala sahipti. Rivayete göre cennet ehli arasın­da sadece Musa´nın (as) kardeşi Harun (as) sakallı olacaktır.

Temim oğullarından biri, Ahnef b. Kays´ı tavsif ederken şöyle denildiğini nakletmiş tir: Ahnef için yirmi bin dirhem vererek bir sakal satın almak istedik. Bunu söyleyen kişi, onun ayağındaki ak­samayı ve gözündeki şaşılığı zikretmemiştir. O, Ahnefin sakal bı-rakmayışmı hoş görmediği için bu yönünü anlatmıştı. Halbuki Ah­nef, ilim ve hilim sahibi bir zat idi. "Yaratılışta dilediğini arttırır"

(Fatır/1) ayet-i kerimesinin pek bilinmeyen bir tefsirinde de ayette kasdedilen fazlalığın, sakal olduğu söylenmiştir. Bu ayetin farklı birçok tefsiri vardır.

Kadı Şüreyh´in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Onbin dirheme mal olsa dahi sakalımın olmasını isterdim. Edeb ehlinden bir zat de­di ki: Sakalın insana faydalı birçok yönü vardır. Bunlara misal ola­rak şunları zikredebiliriz: Sakallı kişinin saygıdeğer görülmesi, ona ilim sahibi gözüyle bakılması, meclislerde elde tutulması ve teveccü­he mazhar olması, cemaatte öne geçirilmesi ve lider kılınması.

Sakal, kişinin namusunu korumasına da katkıda bulunur. Çün­kü insanlar onu ayıplamak istediklerinde sakalını yüzüne vurur­lar. O da bu hale düşmemek için namusuna sahip çıkar. Kadı Ebu Yusuf dedi ki: Sakalı gösterişli olan kişinin bilgisi de değerli olur.

Sakalda varolan birtakım faydalı meziyetlerin yamsıra, heva-nın telkinlerinden ve nefsani afetlerden sayılabilecek kötülükler de mevcuttur. Sonradan ihdas edilen bu tür bidatler on iki noktada toplanabilir. Bunlar vehametlerine göre de farklı derecelerde yera-lırlar. Ama hepsinin de ortak noktası, mekruh kabul edilmeleridir.

Bu bidatlerden bir kısmını, Nefsin Afetleri başlığında özetlemiş­tik. Sözkonusu bidatleri şöyle sıralayabiliriz: Sakalların kına ile si­yaha boyanması. Bu, heva uğruna yapılan ve yaşlılığı Örtmeyi he­defleyen bir harekettir. Niyet olmaksızın sarihlere benzemek gaye­siyle kırmızı ve sarıya boyanması da bidattir. Sakallara kına yak­mak ise sünnettendir.

Sakalların, yaşlı görünmek veya gençliği gizlemek maksadıyla değişik maddelerle beyaza boyanması, eşraf nezdinde tazim ve ic-lale mazhar olma gayesini ihtiva ettiği için mekruh görülmüştür. Sakalları sun´i bir şekilde ağartmak, söylenen sözlerin saygınlığını ve inanılırlığını temin etme gayesini de güdebilir. Tanımayan kim­seler nezdinde yaşlıca bilinme gayesini de ihtiva edebilir.

Sakalların yolunması veya tıraş edilmesi ile beyaz kılların yo­lunması da yaşlılığı gizleme niyetini ihtiva ettiği için mekruh gö­rülmüştür. Sakalların süslenmesi ve berbeV tarafından şekillendi­rilmesi de mekruh sayılmıştır. Bu maksatla sakalı arttırmak veya eksiltmek de bu babda değerlendirilir. Sakalı arttırmak, göz ile ku­lak arasından çıkan saçları yanaklardan çıkan sakala katmak şeklinde olur. Yanak kısmında çıkan kılları yanakların yarısına kadar uzatmak ise sakalları eksiltme olarak tarif edilmiştir.

insanlara güzel görünmek gayesiyle sakalları tarayıp şekillen dirmek mekruh görüldüğü gibi zühd havası estirmek veya kendine bakmadığı zannımn oluşması için sakalları dağınık ve toz içinde bırakmak da mekruh görülmüştür. Sakalların siyahlığına övünerek bakmak da mekruhtur. Buna karşılık, sakalların beyazlığından dolayı yaş büyüklüğüyle övünmek veya gençlere üstünlük taslamak da mekruhtur.

Kişinin sakal üzerinde yoğunlaşması, bizzat kendisi üzerinde düşünmesine mani olup ilim ve Kur´an öğrenmesine imkan tanımaz. Halbuki bunların bilinmemesi asla hoş görülmemiştir. Sakal* lan ağarmış kimseler, bu hallerinin hissettirdiği bir yanlışlıkla bilmedikleri hususları kendilerinden genç olanlara sormaktan imtina edebilirler. Bunu, yaşlarından utandıkları veya tenezzül etmedikleri için de yapabilirler.

Onlar cehaletlerinin de tesiriyle, geçen yılların ağarttığı sakalı­larının kendilerine bir üstünlük kattığı veya ilim kazandırdığı gibi bir zanna da kapılabilirler. Halbuki akıl, beyindeki bir takım salgı--lardan, ilim de gaybin yegane Alimi olan Hak Teala´nm bağışından ibarettir. Kişinin beyninde hakim olan dürtü ahmaklık ve genel ta­biatı da cehalet ise, yaşı büyüdükçe ahmaklığı artıp derinleşecek, cehaleti de koyulaşacaktır.

Sakalla ilgili olarak zikrettiğimiz hususların hemen hepsini halk içinde görmekteyiz. Bunların tamamı, sonradan çıkma bidat­lerdir. Bunlar sayı bakımından da bedenle ilgili on iki sünnete denk sayıdadırlar. Sakalla ilgili mekruhlar hakkında zikrettiğimiz hususları özetle ihtiva eden bir hadis-i şerif mevcuttur. Bu hadisle­rinde Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Bıyıkları sınırla­yın, sakallan uzatın" [45]

Hadiste geçen ´haff-ı şârib bıyıklann dudak çevresiyle smırlan-dırümasıdır. ´Haff kelimesinin ´sınırlama, kuşatma´ manasıyla ilgi­li olarak Allah Teala´nm şu buyruğunu zikredebiliriz: "Meleklerin ´Arş´m etrafını çepeçevre kuşatarak Rablerini hamd ile teşbih ve tenzih ettiklerini görürsün". (Zümer/75)

Ulemadan bir zat, bıyıkların cildi gösterecek şekilde tamamen tıraş edilmesini mekruh görmüştür. Ona göre bu, sonradan ortaya çıkan bidatlardan biridir. Malik b. Enes (ra) ve Medine ulemasın­dan bazılarına göre bıyığın tıraşı, onun kırpılarak alınmasıdır. Alındığı kısım, üst dudağın üst kısmındaki hattır.

Konuyla ilgili bir başka hadiste ise ´Ahfû´ kelimesi kullanılmış­tır[46]Bu kelime ise, yoketmek ve kazımak anlamına gelmektedir. Bu, ilk hadisten daha kapsamlı bir mana ihtiva etmektedir. Bu me-yanda da Allah Teala´mn şu buyruğu misal verilebilir: "Eğer Allah, mallarınızın tamamını isteyip sizi sıkıştırsaydı, cimrileşir kinleri­nizi açığa vururdunuz". (Muhammed/37) Bu ayetteki ´ihfâ´ kelime­si sıkıştırma manasına gelmekte ve malın tamamının talep edilme­sini ifade etmektedir.

Allah Resulü´nün (sav) sahabilerinden birçoğu bıyıklarını tama­men keserlerdi. Tabiun´dan bir zat, bıyığını tamamen kesmiş birini görünce ona şöyle demiştir: Bana Allah Resulü´nün (sav) ashabını hatırlattın. Adam, ´Onlar bıyıklarını bu şekilde mi keserlerdi?´ diye sorunca o Tabii ´Evet, daha da ileri gidip tıraş ederlerdi´ demiştir.

Bıyıkların kesilmesi yani ´ihfâ´, onların kökten tıraş edilmesi değildir. Konuyla ilgili hadiste üç farklı lafız mevcuttur. Bu lafız­lardan ilki şöyledir: "Bıyıkları almak"[47]Allah Resulü (sav) bıyıkla­rından alırdı. İkinci lafız ise şöyledir: "Bıyıkları kesmek"[48]Üçün­cüsü de şudur: "Bıyıklan kırpmak"[49]

Bu lafızların üçü de mana bakımından aynı olup bıyığın kısmen alınması ve kısmen bırakılması şeklindedir. İhfa´ ise bunlardan farklıdır. Muğire b. Şu´be şöyle bir hadis nakletmiştir: Allah Resu­lü (sav) bana baktı. Bıyıklarım uzamıştı. Bana, ´Gel´ buyurdu ve ar­dından bıyıklarımı kesti. Bu, Allah Resulü´nün (sav) bıyıkların ke­silmesiyle ilgili fiili sünnetidir.

Bıyık konusunda garib bir hadis rivayet edilmiştir. Hadisin laf­zı şöyledir: "Bıyıkları tam olarak inceltin". Hadiste geçen bıyıkların alttan ve üstten kesilerek ince bir hat haline getirilmesi­dir. ´Tarr´, bıyığın uzun ve ince olma bakımından kendinden aşağı­da veya daha küçük bir şeyin tarifine taşınabilecek nitelikte olma­sıdır. ´Turra´ yani kakül de bu manada bol bir şeyden çıkartılmış daha hafif bir şeyin sıfatı haline dönüştürülmüş bir isimdir. Se­leften bazıları, bıyıkların orta kısmını alır, yanlarım uzatırlardı. Bu, Ömer (ra) ve diğerlerinden rivayet edilmiştir. Ebu Hasan b. Sa-lifla´in de böyle yaptığını görmüştüm.

Allah Resulü´nün (sav) "Sakalları uzatın" hadisine gelince, bu­radaki ´i´fâ´ kelimesi çoğaltma anlamında kullanılmıştır. Allah Teala´ın şu buyruğu da bunun delilidir: "Nihayet çoğaldılar"!

(A´raf/95) Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Ya hudiler bıyıklarını uzatır, sakallarını keserler. Siz aksini yaparak onlara muhalefet edin".

Ömer b. Hattab (ra) ile Medine Kadısı İbnu Ebi Leyla sakalım tıraş eden bir adamın şahitliğini reddetmişlerdir. Alt dudakla çene arasında çıkan tüylerin kesilmesi de bidattir. Alt dudağının altın­daki kılları tıraş eden biri Halife Ömer b. Abdülaziz´in huzurunda şahitlik etmek istemişti. Halife, bu halinden dolayı onun şahitliği! ni reddetti

Allah Resulü (sav) sakallardaki beyaz kılların yolunmasını neh-yetmiş ve şöyle buyurmuştur: "Beyaz kıl, müminin nurudur". [50]Al­lah Resulü (sav) sakallara siyah kına yakmayı nehyetmiştir. O, si­yah kınanın ateş ehlinin boyası olduğunu bildirmiştir.

Başka bir lafızda ise şöyle dediği rivayet edilmiştir: "(Sakalları) siyaha boyayan kına, kafirlerin kmasıdır". [51] Allah Resulü (sav), Ebu Bekir´e (ra) babasının sakallanndaki akların rengini değiştir­mesini emrederken siyah kınadan sakınmasını tenbih etmiş ve bu­nun cehennem ehlinin kınası olduğunu bildirmiştir.

Ömer (ra) devrinde sakallarını siyaha boyamış bir adam evlen­mişti. Bir süre sonra boya gidip beyazlık ortaya çıkınca kadının ya­kınları durumu Ömer´e (ra) şikayet etmişlerdi. O da, yapılan nika­hı geçersiz saydı ve adamı cezalandırarak şöyle dedi: Saçını siyaha boyayarak insanları kandırdın ve yaşım onlardan sakladın.

Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Sarı müs-lümanların, kırmızı ise müminlerin rengidir". Sahabe, sakallarını kırmızıya boyamak için kına kullanırlardı. Sarıya boyamak içinse, zaferan ve ketem bitkisi kullanılırdı. Denildi ki: Sakallarını siyaha boyayan ilk insan lanetli Firavun´dur.

Seri es-Sekatî dedi ki: Sakalda iki şirk mevcuttur: İnsanlara şi­rin görünmek için süslemek ve zahid intihası vermek için sakalı dağınık tutmak. Yine o şöyle demiştir: Yanıma biri gelip de onun için sakalımı sıvazladığımda şirke düştüğümü bilirim.

Ka´bül-Ahbar ve Ebu Celed, ahir zamanda ortaya çıkacak bir topluluğu tavsif edip şöyle demişlerdir: O kimseler, sakallarını gü­vercin kuyruğu gibi kesecek, nalınlarını da kalbur gibi delecekler­dir. Onların hayır adına hiçbir nasipleri yoktur. Ulemadan bir top­luluk da bu zümrenin ortaya çıkışını Kıyamet alametlerinden say­mıştır.

Said b. Cübeyr, İbni Abbas´m (ra) Allah Resulü´nden şöyle nak­lettiğini rivayet etmiştir: "Ahir zamanda sakallarını is gibi siyaha boyayanlar olacaktır. Onlar cennetin kokusunu asla duyamaz­lar". [52] Ebu´l-Mahzem Ebu Hüreyre´den (ra) şu rivayette bulunmuş­tur: "Deccal´m arkadaşları iri Hind çınarları gibidir. Bıyıkları horoz pençeleri gibidir ve nalınları da koni gibidir". Yani bıyıkları uzun­dur. Uzun ve sarkık olmaları bakımından horozun pençesinde ar­kadan sarkan ve kemik gibi duran kısma benzerler. Nalınları ise koni biçiminde, destilerin boyun kısmı gibi yukarı doğru uzarlar.

ibni Ömer (ra) kendini tıraş edecek berbere, bıyıkların bitim ye­rine kadar kesmesini söylerdi. Bıyıkları alırken bu mikdarı aşmak veya azaltmak bidat sayılmıştır.[53]



Konu Başlığı: Ynt: Bidatler Sakalla İlgili Müstehaplar Sünnet Namazlar
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 09 Ocak 2010, 15:11:44
Sakalla İlgili Müstehaplar:



Ulemadan bazıları Hac menasiki esnasında sakallarını kısmen al-dırırlardı. Kişinin avuçladığı mikdar kadarını aldırmasında bir mahzur yoktur. İbni Ömer (ra) ve Tabiun´dan bir topluluk böyle yapmışlardır. Şa´bi ve îbni Şirin bunu müstahsen görürken, Hasan ve Katade mekruh görmüşlerdir. Bize göre de sakalın tabiatı üzere bırakılması daha sevimlidir.

Bu hususta bize şöyle bir rivayet ulaştı: Kişinin saadeti, sakalı­nın hafifliğin dedir. Ancak ravilerden biri bunu başka bir manada rivayet etmiştir. Rivayet, musakkaf yani hatalı görülmese de garib olarak değerlendirilmiştir. Ona göre sakalların hafifliği ile kasde-dilen, KuYan-ı Kerim tilavetidir.

Allah Resulü (sav) ve O´nun ardından gelen salih müslümanlar sakallarını taramışlardır. Bunun sebebi, dinin ve sünnetin icabını yapmak ve temizliğe sahip çıkmaktı. Sakalları taramanın bir fay­dası da, arasında yaşaması muhtemel olan mikropların ve kökün­den çıkmış kılların sakaldan uzaklaştırılmasıdır. Buna rağmen za-hidlerden bazıları, sakallarını dağınık bırakır, nefs terbiyesinden sakalların bakımına vakit bulamazlardı. Bunların hallerindeki sıdk ve ihlas da müstahsen görülmüştür.

Zahidlerden biri şunu anlatmıştır: et-Taî´yi sakalları dağınık bir halde görmüş ve ´Ey Ebu Süleyman, sakallarını tarasan daha iyi olmaz mı?´ diye sormuştum. Bana şu karşılığı verdi: Öyle yapar­sam boş vakti olan biri olmuş olurum. Allah Resulü (sav) saçlarına yağ sürer ve gün aşırı tarardı. Ashabına da bunu emrederdi. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "(Saçlarınızı) günaşırı yağlayın"[54]Yine O şöyle buyurmuştur: "Saçı olan ona değer versin". [55]

Allah Resulü´nün (sav) huzuruna saçları kalkık, sakalları dağı­nık biri girmişti. Onun hakkında şöyle buyurdu: "Bu adamın saçla­rını yatıracağı yağı yok mudur?" Ardından şunu ilave etti: "İçiniz­den kimileri, meclise şeytan gibi giriyor". Konuyla ilgili rivayet edi­len garib hadislerden biri de şöyledir: "Allah Resulü (sav), sakalım günde iki kez tarardı". Bundan daha garib bir rivayette ise Aişe´nin (ra) şöyle dediği nakledilir: "Bir topluluk Allah Resulü´nün (sav) kapısında toplanmıştı. Onların yanma çıkmadan önce suya baka­rak saçını ve sakalını düzelttiğim gördüm".

Meşhur bir hadiste de "Allah Resulü´nün (sav) sakallarını her gün taradığı" rivayet edilmiştir. O, yolculukta da evinde iken de ta­rağım yanından ayırmazdı. Arapların bilinen sünneti de buydu ve Allah Resulü (sav) de bu sünneti devam ettirmişti. Bu, O´nun ahla­kının ayrılmaz bir parçası idi.

Bazı genç müslümanlar, yaşlılara saygı ve gençlikle övünme­mek babından yaşlılara özenir ve onlara benzemeye çalışırlardı. Konuyla ilgili bir rivayette de şöyle denilmektedir: "En hayırlı gençleriniz yaşlılarınıza benzeyenlerdir. En kötü yaşlılarınız ise gençlere benzeyenlerdir".

Bu meyanda Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Allah Teala´ya saygının icabı, bir müslüman için yaşlılara saygıdır" [56] O devirde yaşlılar gençleri öne geçirir, ilim ve din bakımından onla­rın üstünlüğüne inanırlardı. Böyle davranmalarının sebebi, tevazu ve Allah Teala´ya boyun eğişleri idi. Onlar, yaşlarından dolayı kibir ve aşırılığa kapılmayanlardı.

Ömer (ra), İbni Abbas´ı (ra) kendinden üstün tutardı. Halbuki îbni Abbas (ra) yaş bakımından birçok sahabiden daha gençti. Ama diğerleri dini konuları ona sorarlardı.

İbni Abbas (ra) ve başkaları şu sözü nakletmişlerdir: Allah Tea-la ilmi ancak gençlere verir. Hayrın tamamı da gençlerdedir. Ardın­dan da delil olarak şu ayet-i kerimeler zikredilmiştir: "Bazıları: ´İb­rahim denilen bir gencin onlara dil uzattığını işitmiştik´ dediler". (Enbiya/60); "Onlar Rab´lerine iman etmiş gençlerdi". (Kehf/13); "Biz hükmü ona çocuk iken verdik". (Meryem/12)

Enes b. Malik (ra) Allah Resulü´nün (sav) şemailini anlatırken şöyle demiştir: Allah Teala´mn lütfü sayesinde O´nun saçı ve saka­lında yirmi bir kıldan başka beyaz kıl yoktu. Ona, *Yaşı ilerlediği halde bu nasıl oldu ey Ebu Hanıza?´ diye sorduklarında şu cevabı verdi: Allah Teala O´nu ak saç ve sakalla kusurlu kılmadı. Bunun üzerine, ´Saç ve sakalın ağarması kusur mudur?´ denildi. O da şöy­le dedi: Hiç kimse saç ve sakalının ağarmasından hoşlanmaz.

Yahya b. Ektem yirmibir yaşında iken kadılığa tayin edilmişti. Bir gün onu utandırmak isteyen biri, ´Allah güç versin, kadı hazret­leri kaç yaşmdalar acaba?´ diye sordu. O da, ´Allah Resulü´nün (sav) Mekke´nin emirlik ve kadılığına tayin ettiği ibni Üseyd´in (ra) ya­şında´ diyerek adamın hevesini kursağında bıraktı.

Malik b. Mu´avvel´den nakledildi ki: Allah Teala´nm vahyettiği kitablarda şunu okudum: Sakallar sizi gurura sevketmesin. Unut­mayın ki tekelerin de sakalları vardır.

Edeb ehlinden bir zat dedi ki: Sakal uzadıkça akıl böbürlenir. Ebu Amr b. Ala dedi ki: Boyu uzun, başı küçük ve sakalı büyük bi­rini gördüğünüzde -Ümeyye b. Abdi Şems bile olsa- ahmaklığına hükmedin. Muaviye (ra) de dedi ki: Kişinin hamâkati boyunun uzunluğu ve sakalının büyüklüğünden anlaşılır. Bu onun künye­sinde mevcuttur ve mührüne de kazınmıştır.

İbrahim en-Nehai ve Seleften bazıları şöyle demişlerdir: Akıllı birinin aşırı uzun bir sakala sahip olmasına şaşarız. Böyle biri na­sıl olur da sakalım kısaltarak orta yolu tutmaz. İtidal, her hususta güzeldir.

Zarif söz söyleyenlerden biri dedi ki:

Kökleri büyümüş uzun bir sakala hayran olma,Çünkü rüzgarların şiddeti savurur onu at kuyruğu gibi.

Şeref, genç adama öyle bir günde ulaşır ki sakalı azken.

Bir Arap atasözünde de şöyle denmiştir:

Delikanlılık, sakal bırakmakta değildir, Aksine delikanlılık, cömert olan her gençtedir.

Selef devrinde yaşı ilerlemiş kimseler bilmedikleri hususları gençlerden öğrenmekten utanç duymazlardı. Yaşlarının küçüklü­ğünden dolayı da onları aşağı görmezlerdi. Çünkü onların inancına, göre lütuf Allah Teala´mn elindedir ve onu dilediğine nasip eder. Al: lah Teala´mn ilmi genç bir insana veya başkalarına vermesini en-r gelleyecek kimse yoktur. Allah Teala´nm yaşlı birinden veya başka1 lanndan mahrum ettiği şeyi de onlara verecek bir varlık yoktur.

Ebu Eyyub es-Sihistanî dedi ki: Yetiştiğim şeyhlerden biri sek­sen yaşındaydı. Ama bir köleye tabi idi ve ondan ilim öğrenmektey­di. Kendisine, ´Sen bundan mı ilim öğreniyorsun?´ diye sorulduğun­da şöyle demişti: Evet, ondan ilim öğrendiğim sürece ben onun kölesiyim.

Ali b. Hasan dedi ki: İlmin kendisine daha önce ulaştığı kimse, -yaş bakımından küçük de olsa- senin o ilimdeki imamındır. Ebu Amr b. Ala´ya şöyle bir soru sorulmuştu: Yaşlı bir şeyhin genç birinden ilim Öğrenmesi hoş olur mu? O şu cevabı vermiştir: Hayat ona hoş geliyorsa, ondan ilim Öğrenmesi de hoş gelmelidir. Çünkü kişi hayatta oldukça, ilme muhtaçtır.

Yahya b. Ma´in, Ahmed b. Hanbel´i İmam Şafii´nin katırının ar­kasından yürürken görmüştü. Ona şöyle dedi: Ey Ebu Abdullah, Süfyan´m naklettiği hadisleri ağzından işitmeyi bırakıyor da, şu gencin katırının ardından mı yürüyorsun? Ondan mı hadis dinli­yorsun? İmam Ahmed ona şöyle cevap verdi: Benim ondan öğrendi­ğimi buseydin, sen de bana katılır diğer taraftan gelirdin. Süf-yan´m ilmini onun ağzından dinleyemesem bile, ravilerden öğrene­bilirim. Fakat bu gencin aklından istifade edemezsem, ne kendi ağ­zından ne de ravilerden öğrenebilirim.

Ebu Bekr b. el-Cela şöyle derdi: Yaptığı şeyi güzelce yapan bir genç gördüğümde ona uyar ve kendisini o konuda imamım saya­rım. Hakikaten de ilim ve zühdünde ondan daha mütevazı olanı görmedik.

Konuyla ilgili rivayetlerden birinde farklı bir yaklaşım gibi gö­züken bir husus vardır. Bu rivayet şöyledir: "İlim büyük olanlardan geldikçe insanlar hayırda olacaklardır. İlim onlara küçüklerden geldiğinde ise helak olacaklardır". İbni Mübarek´e bu rivayetin ma­nası sorulduğunda şu cevabı vermiştir: Buradaki ´küçükler bidat ehlidir. Çünkü Ehli Sünnet arasında ilim sahibi olup da ´küçük´ ola­rak nitelenen yoktur. Bunun tek istisnası bidat ehlidir. Yaş bakı­mından küçük olan niceleri vardır ki onlardan ilmin büyüğünü al­mışızdır. ´Büyükler* ile kasdedilen ise Allah Resulü´nün (sav) asha­bıdır.

Rivayetin bu şekilde tefsiri, rivayet edilen şu hadise de uygun düşmektedir: "Ümmetim, içinde beni görenler bulundukça hayırda olacaktır. Onlar üstüne öyle bir zaman gelecektir ki, arzın her ye­rinde aranacak fakat beni görmüş biri bulunamayacaktır". Bu riva­yetin yukarıda zikrettiğimiz rivayete uygun olmasının sebebi, il­min Allah Resulü´nün (sav) ashabından ve büyüklerden geldiği müddetçe ümmetin hayırda olacağının belirtilmiş olmasıdır. iİlim onlara küçüklerinden gelmeye başladığı zaman da ümmet ıhelak olacaktır. Bunun izahı ise şu şekildedir: İlim yaş bakımından  gençlerde olunca, yaşı büyük olanlar bu gençlerden ilim öğrenme yoluna gitmeyecek, gurur, kibir ve haya gibi duyguların tesiri altın­da kalacaklardır.

Bize göre üstteki rivayette bir mecaz sözkonusudur. İslam´ın ilk devrinde ümmetin gençlerinin büyüklerden ilim öğrendikleri, son­rasında ise büyüklerinin gençlerden ilim öğrenecekleri bildirilmiş­tir. Durum böyle olunca, küçüklerin üstün tutulması ve İslam Üm-meti´nin geçmiş ümmetlerden daha yüksek kılınması sözkonusu ol­maktadır. Çünkü geçmiş ümmetler ilmi ancak rahipler, yaşlılar ve azizlerden Öğrenirlerdi.

Rivayete göre de bu Ümmet, dünya hayatının son devrinde ge­lecek ve yaşlılarının gençlerinden ilim öğrenmesi sebebiyle önceki ümmetlerden üstün kılınacaktır Allah Teala da bu meziyeti sebe­biyle ümmetimizi diğer ümmetlerden üstün tutmuştur. Allah Resu­lü´nün (sav) şu buyruğu bunun en açık delilidir: "Ümmetim yağmur gibidir. Başının mı yoksa sonunun mu hayırlı olduğu bilinmez". Bu hadisin tefsirini şu şekilde de teyid edebiliriz: Ümmetin başın­da Allah Resulü (sav), sonunda ise Mesih b. Meryem (as) buluna­caktır.

İlim sahipleriyle ilgili bir rivayette de şöyle denilmektedir: Al­lah Teala´nm ilim verdiği kulu hakir görömeyin. Çünkü Allah Tea­la onu hakir görmeyerek kendisine ilim vermiştir. Şu´be şöyle der­di: Her kimden bir hadis yazdıysam veya bir ilim öğrendiysem onun kölesi olurum. Bir defasında da şöyle demiştir: Bir kişiden ye­di hadis yazdığımda, beni köle edinmiş olur.

Saçı ve sakalı siyaha boyamayla ilgili nihai değerlendirmede ulemadan bir kısmına ait şu görüş rivayet edilebilir: Allah yolunda cihada çıkan kimseler, saç ve sakallarını siyaha boyarlardı. Ama onların boyaması, heva ve heves için ya da insanları kandırmak için değildi. Onlar bunu, Allah düşmanlarına karşı yapılması gere­ken hazırlıklardan sayar ve şu ayete dayandırırlardı: "Onlar için yapabildiğiniz kadar güç hazırlayın". (Enfal/60) Düşmanlara karşı genç görünmek de kuvvet hazırlığmdandır.

Allah Resulü (sav) ve ashabı da kafirlerin kendilerini heybetli görmeleri için süslenir, boya kullanırlardı. Herhangi bir şeyi, hali­sane ve salihâne bir niyetle yapan, bununla yalnız Allah rızasını uman ve gittiği yolu bilen kimse, ilim ve amelinde fazilet sahibi gö­rülür. Bu onun en düşük amellerinden biri de olsa, bu hususta ken­disinin taklid edilmesini istemez. Bu meyanda Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Allah katında makam bakımından insanla­rın en kötüsü, müminin kötü fiiline uyup onun güzelliğini terke-dendir". Müminin de kötü yanı olabilir. İnsanların en kötüsü, heva ve heveslerinde nefsine bahane ve özür bulandır. [57]


Sünnet Namazlar:



Allah Teala buyurdu ki: "Gecenin bir bölümünde de, yıldızların ba­tışında da O´nu teşbih et". (Tur/49) Rivayete göre Ali (kv) bu ayet-i kerimenin tefsirini yaparken, kasdedilenin Sabah namazının iki rekatı olduğunu söylemiştir. O, "Gecenin bir bölümünde ve namaz­lardan sonra da O´nu teşbih et" (Kaf/40) ayetini de akşam namazı­nın iki rekatlık sünneti olarak tefsir etmiştir.

Bu tefsir, ´edbârkelimesinin ´idbâr şeklinde şeklinde okunma­sına dayanmaktadır. ´Edbâr şeklinde okunması halinde ise, ayetin manası, ´namazların arkalarından´ şeklinde olmaktadır. Her iki ayette de geçen ´teşbih´ emri ise, sünnet namazları ifade etmekte­dir. Bunun sebebi de sünnet namazlarda bulunan tesbihattır.

´Nafile/Sünnet Namaz´, ´Sübha´ olarak da isimlendirilmiştir. Sünnet namazların bir kısmı farzlardan sonra, bir kısmı da önce­dir. Bize göre bunlardan herhangi birinin terkedilmesi hoş görül­mez. Sünnet namazlar müekked ve gayri müekked olmak üzere iki kısma ayrılmışlardır. Sünnet namazların toplamı onyedi rekattir ve şu beş hadise dayanmaktadır:

1. Ali (kv) Hadisi: Kendisine Allah Resulü´nün (sav) gündüz kıl­dığı namazlar sorulduğu zaman Ali (kv) bunların onaltı rekat oldu­ğunu bildirmiştir. [58]

2. İbni Ömer (ra) Hadisi: îbni Ömer (ra) konuyla ilgili şöyle de­miştir: "Allah Resulü´nden (sav) on rekat namaz öğrendim".

3. Ebu Eyyub el-Ensari (ra) Hadisi : O, Öğle namazının farzın­dan önce kılman dört rekat sünneti zikretmiştir.

4. Aişe (ra) ve Enes (ra) Hadisi : O ikisi de yatsı namazından sonra kılman sünnet namazı ve vitir namazını zikretmişlerdir.

5. Ümmü Habibe (ra) Hadisi : Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim farzlar dışında günde oniki rekat namaz kılarsa, Allah Teala ona cennette bir ev bina eder"[59]

Yukarıda zikrettiğimiz hadislere uygun düşmekle beraber Ehli Beyt´ten rivayet edilmiş garib bir hadis daha vardır ve şu şekilde­dir: "Muhakkak Allah Teala size gündüz ve gecede kılınacak onyedi rekat namazı farz kıldı. Ben de o kadarını sünnet edindim. Bunla­rın ilki de sabah namazının iki rekatlık sünnetidir. Bu ikisi müek­ked sünnettir. Dördü öğle namazından öncedir ve müstehabdır. İki rekatı öğlenin farzından sonradır ve sünnettir. Dördü ikindi nama­zından öncedir. Bunlar Allah Resulü´nün (sav) duasına dahil olma ümidiyle kılınır. İkisi akşam namazından sonra kılınır ki müekked sünnettirler. Üç rekat da vitir namazının rekatlarıdır ki bunlar da müekkeddir". Ali (kv) tarafından rivayet edilen hadise baktığımızda onun, Allah Resulü´nün (sav) kıldığı sünnet namazlarla ilgili başka­ları tarafından zikredilmeyen farklı bir husus içerdiğini görmekte­yiz. Ona göre Allah Resulü (sav) kuşluk vaktinin iki kısmında altı rekat namaz kılmaktaydı. Bunlardan ilki, güneşin doğşundan yük­selmesine kadar olan vakitti ki O bu vakitte iki rekat namaz kıl­maktaydı. Buna îşrak denilmektedir ki bu, günün ikinci virdidir.

Diğeri ise güneş tamamen yayılıp doğu yönünde semanın dört­te birine ulaşıp da ikindi vakti girdiğinde kıldığı dört rekattır. Bu da Duha-i A´lâ yani kuşluk vaktinin en yüksek kısmı ve günün üçüncü virdidir. Vakitlerine dikkat ederek bu iki namaza devam et­mek, azimet ve fazileti mucib olan amellerden sayılmıştır.

Ali´nin (kv) kızkardeşi olan Ümmü Hani´ (ra) onun ikindi vak­tinde toplam sekiz rekat namaz kıldığını, bunları uzatarak ve tâ-dil-i erkana tam riayetle eda ettiğini nakletmiştir. Bu sayı, Ümmü Hani´ (ra) dışında hiç kimse tarafından nakledilmemiştir.

Aişe (ra) tarafından rivayet edilen hadise gelince, Aişe (ra) validemiz, Allah Resulü´nün (sav) öğle namazım dört farz olarak kıl­dıktan sonra dilediği kadar ilavede bulunarak kıldığını bildirmiş, herhangi bir sınır koymamıştır. Münferid bir hadiste ise Allah Re­sulü´nün (sav) öğle namazını altı rekat olarak kıldığı rivayet edil­miştir.

Ebu Eyyub el-Ensarî (ra) ise, Allah Resulü´nün (sav) namazıyla ilgili sırf kendine mahsus bir sayı zikretmiştir. Ona göre Allah Re­sulü (sav), asla bırakmaksızın güneşin zevalinden sonra ve öğle na­mazından önce dört rekat kılmış ve bu rekatlarda Bakara suresi mikdarınca Kur´an okumuştur.

Ebu Eyyub el-Ensari (ra) şöyle demiştir: Bunu Allah Resulü´ne (sav) sorduğumda bana şöyle buyurdu: ""Göğün kapıları bu vakitte açılır ve dualar müstecab olur. Böyle bir vakitte benim için de sa-lih bir amelin semaya yükselmesini isterim.

Müminlerin annelerinden olan Ümmü Habibe (ra) ise Allah Re­sulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kim farzlar dı­şında günde oniki rekat namaz kılarsa, Allah Teala ona cennette bir ev bina eder. Bu on iki rekat şunlardan ibarettir: Sabah nama­zından önce iki rekat, öğle namazından Önce dört, sonra iki rekat, ikindi namazından önce iki rekat ve akşam namazından sonra iki rekat" [60]

İbni Ömer (ra) de rivayet ettiği hadiste Allah Resulü´nden (sav) sünnet namaz olarak on rekat namaz öğrendiğini bildirmektedir. O, yukarıdaki hadiste zikredilen namazlardan yalnızca sabah na­mazından önce kılman iki rekatı zikretmemiş ve bununla ilgili ola­rak da şöyle demiştir: Biz o vakitte Allah Resulü´nün (sav) yanma girmezdik. Ama kızkardeşim Hafsa (ra), O´nun evde iki rekat kıl­dıktan sonra mescide gittiğini haber vermişti. İbni Ömer (ra) tara­fından rivayet edilen hadisteki sünnet namazlar şu şekildedir: Öğ­le namazından önce iki rekat, yatsı namazından sonra iki rekat. Aişe validemiz (ra) ise şunu haber vermiştir: "Allah Resulü (sav) yat­sı namazından sonra dört rekat kılar ve uyurdu". [61]

Enes b. Malik (ra) dedi ki: "Allah Resulü (sav) yatsı namazın­dan sonra üç rekat vitir namazı kılardı. Bu rekatlardan ilkinde A´lâ suresini, ikincide Kâfirûn suresini, üçüncüde ise îhlas suresini okurdu". [62]Rivayete göre Allah Resulü (sav) vitir namazından son­ra oturarak iki rekat kılardı. Bazı rivayetlere göre ise bağdaş kura­rak kıldığı bildirilmiştir. Bir takım rivayetlerde ise yatağına girip

yorganın altına girdikten sonra iki rekat kıldığı ye bu rekat Zilzâl ve Tekâsür surelerim okuduğu bildirilmiştir. Başka bir riva­yette ise Kâfirûn suresini okuduğu- bildirilmektedir.

Kul, gün için belirtilen onyedi rekatı misli ile kılarak toplam otuz dört rekat halinde eda eder ve bunda sebat ederek günlük ev­radı haline getirirse kendisi için daha faziletli olur. Ehli Beyt´in mezhebi de bu istikamettedir.

Ehli Beyt bunu şu rivayete dayandırmıştır: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Allah Teala ümmetime gündüz ve gece vakitlerinde kı­lınmak üzere onyedi rekatı farz kılmıştır. Ben de bunların bir mis­lini kendime sünnet edindim". Hadis ehli içindeki hafız muhaddis-ler bu rivayeti zayıf bulmuşlardır. Ancak Allah Resulü´nden (sav) şöyle bir hadis de rivayet edilmiştir: "Namaz, vazedilmiş bir hayır­dır. Dileyen onu çoğaltır, dileyen de azaltır".

Her ezanla, kılman farz arasında bir namaz vardır. Dileyen bu­nu kılar ve tertib üzere devam ettirir. Bu, yukarıda zikrettiğimiz sünnet ve müstehaplara daha yakın düşmektedir. Beş vakit farz­dan önce ve sonra kılman namazlar da bu hükme tabidir.

Sünnet namazlar olarak bilinen bu namazları şöyle sıralayabi­liriz: Sabah namazından önce kılman iki rekat; Kuşluk vaktinde kılman dört rekat; Öğle namazından önce kılman dört rekat; Öğle namazından sonra kılman dört rekat; İkindi namazından önce kı­lman dört rekat; Akşam namazından sonra kılınan altı rekat; Yat­sı namazından önce kılman dört rekat; Yatsı namazından sonra kı­lman altı rekat ve bunlara ilave edilen tek rekat.

Netice itibarıyla yukarıda son olarak zikrettiğimiz gece ve gün­düz kılınması gereken namazlar, daha önce zikrettiğimiz hadis ve haberlere uygun ve benzer düşmektedir.

Bu namazlar, rivayet edilen hadislere ve Ehli Beyt´in yaşayan sünnetine dayanmaktadır. Allah Resulü´nün (sav) farzlar dışında kıldığı namazlar hakkında en çok rivayet edilen husus, akşam ile yatsı arasında kıldığı namazlardır. Bu iki vakit arasında kıldığı na­mazlar altı rekattır. Kuşluk vakti namazıyla ilgili olarak da en faz­la rivayet edilen miktar, sekiz rekattir.

Allah Resulü´nün (sav) gece kıldığı namazlar ise, on üç rekattır. Farklı sayı veren tek hadis Tavus kanalıyla İbnu Mübarek tarafın­dan rivayet edilmiştir. Bu rivayete göre Allah Resulü (sav) geceleri onyedi rekat namaz kılardı. Bize göre bu, senedi zayıf (=şâz) bir hadiştir. Bunun dışındaki hadisler isnad zinciriyle İbni Abbas (ra), Ai-şe (ra), Meymune (ra) ve Ümmü Habibe´ye (ra) dayanmaktadır ki bunlarda zikredilen sayı onbir ve onüç rekattır.

Kulun, -öncesinde veya sonrasında namaz kılınmayan namaz­lar dışında- her farz namazdan önce ve sonra dörder rekat namaz kılması müstehâb görülmüştür. Bunların peşinden de Allah Tea-la´nm kendisine nasip ettiği kadar fazla namaz kılar. Kuşluk vak­tinde sekiz rekat kılması ve bunda sebat etmesi de müstehaptır. Gücü yeterse bunları uzatarak kılabilir. Yorgun ise kısaltabilir.

Bir amel üzerindeki devamlılık, ikinci bir amel sayılır ve amel­lerin en hayırlısı olarak görülür. Allah Teala da böyle kullarını sev­diğini haber vermiştir. Eğer zaman ve güç bulamazsa, devamlı şe­kilde dört rekat kılmalıdır. Güneş batanından sonra akşam nama­zından önce iki rekat kılınması da bize göre mekruh değildir. Nite­kim Enes b. Malik (ra) şöyle demiştir: Sahabenin ileri gelenleri, ak­şam namazından önce, güneşin batmasından sonra iki rekat na­maz kılarlardı.

Übeyy b. Ka´b (ra), Ibade b. Samit (ra), Ebu Zer (ra), Zeyd b. Sa­bit (ra) gibi sahabenin büyükleri ve diğerleri bu namazı kılarlardı. Ibade (ra) ve diğerleri şöyle demişlerdir: Müezzin akşam namazı için ezan okuduğunda sahabe ellerini çabuk tutar ve iki rekat na­maz kılarlardı. Yine onlardan bir zat şöyle demiştir: Biz akşam na­mazının farzından önce iki rekat namaz kılardık. Bu namaz, Allah Resulü´nün (sav) şu hadisinin kapsamına girmektedir: "Dileyen her kimse için iki ezan arasında bir (nafile) namaz vardır"[63]

Ahmed b. Hanbel (ra) bu iki rekatı kılar ve insanlardan gizler­di. Bir defasında da şöyle demiştir: insanların bu iki rekatı kılma­dıklarını görünce onu (mescidde kılmayı) bıraktım. Kişi bu namazı evinde veya insanların görmediği bir yerde kılarsa daha güzel olur. Bize göre de müstehap olan böylesidir. [64]



[1] Buharı, Fezaüül-Kıu´an/17; Tirmizî, Sevabü´l-Kur;an/25; Dârimî, Fezailü´1-Kui´an/

[2] İbniHanbel, V/220, 221.

[3] Benzer manada hadisler için b. Tirmizî, İlim/16; Ebu Davûd, Sünnet/5; İbni Mâce, Mukad­dime/6; Dârimî, Mukaddime/16.

[4] İbni Mâce, Fİten/8; İbni Hanbel, IV/278, 357, 383

[5] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 398-412.

[6] Buhârî, İman/1,2; Müslim, îman/19-22; Tirmizî, tman/3; Nesa´î, İinan/13.

[7] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 412-414.

[8] İbni Hanbel, IH/135

[9] Buharı, İman/41, Nikah/5, Itk/6; Müslim, İmaret/155; Ebu Davûd, Talak/11; Tirmizî, Fe-zailü´I-cihad/16: Nesa´î, Taharet/59

[10] Buhârî, îman/37; Müslim, îman/5-7; Ebu Davûd, Sünnet/15; İbni Mâce, Mukaddime/9; îb­ni Hanbel, 1/27, 28, 51, 52 III/107, 426.

[11] Müslim, İman/236; Ebu Davûd, Sünnet/15; Nesa´î, İman/7

[12] İbni Mâce, Mukaddime/12; Bıılıârî, Menakıb/25, Edeb/95; Müslim, Zekat/142, 148; îbni Hanbel, 111/56, 65, 353-355.

[13] Buharı, İman/5, 6, 20 îsti´zân/9; Müslim, İman/63, 65; Ebu Davûd, Edeb/131; Nesa´î, îman/11, 12; İbni Mâce, Et´ıme/1; Dârimî, Rikak/4.

[14] Müslim, İman/100, 104; Buhârî, Mezalim/30, Eşribe/1, Hudûd/1, 19; Ebu Davûd, Sün­net/15; Nesa´î, Kat´üt-tarîk/1, Kasame/49; İbni Mâce, Fiten/3; DarimAi, Eşribe/11; İbni Hanbel, 11/317, 376.

[15] Buhârî, îman/3, 16 Edeb/77; Müslim, İman/57-59; Ebu Davûd, Sünnet/14; Tirmizî, ´Birr/56, 80.

[16] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 414-426.

[17] Buhârî, İman/5, 6, 20 îsti´zân/9; Müslim, İman/63, 65; Ebu Davûd, Edeb/131; Nesa´î, 1 İman/11, 12; îbni Mâce, Et´ıme/1; Dârimî, Rikak/4.

[18] Tirmizî, Zühd/11; İbni Mâce, Fiten/12; Muvatta´, Hüsnü´l-huluk/3.

[19] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 426-431.

[20] Buhârî, İman/24, Mezalim/17, Cizye/17; Müslim, İman/106; Ebu Davûd, Sünnet/15; Tir-mizî, İman/14; Nesa´î, îman/20.

[21] îbni Hanbel, 11/17

[22] Müslim, îman/58; Ebu Davûd, Sünnet/14; Tirmizî, İman/6; îbni Mâce, Mukaddime/9; İni Hanbel, H/379, 445.

[23] Müslim, îman/58; Ebu Davûd, Sünnet/14; Tirmizî, İman/6; îbni Mâce, Mukaddime/9; İbni Hanbel, H/379, 445.

[24] Müslim, Taharet/39, Cenaiz/103, 104; Ebu Davûd, Cenaiz/79; Nesa´î, Taharet/109, Cena-iz/103; İbni Mâce, Cenaiz/36, Zühd/36; İbni Hanbel, 11/300, 375, 408 V/353, 360

[25] İbni Mâce, Mukaddime/9.

[26] Ebıı Davûd, Edeb/34; Dâiimi, Rikak/51

[27] Buhârî, Edeb/52; Ebu Davûd, Edeb/34; Tirmizî, Eir/7S; Dârimî, Rikak/52.

[28] İbnİ Hanbel, IV/403.

[29] Benzer bir dua için b. Nesa´î, Sehv/61; Tirmizî, Da´avât/23; İbni Hanbel, IV/123, 125

[30] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 431-442.

[31] İbni Hanbel, IV/136.

[32] Buhârî, Talak/11, Hudud/22; Ebu Davûd, Hudud/17; Nesa´î, Talak/21; İbni Mâce, Talak/15; Dârimî, Hudud/1; tbni Hanbel, 1/118, 140, VI/101

[33] Tirmizî, Zühd/2; İbni Hanbel, 11/310

[34] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 443-448.

[35] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 448-449.

[36] İbni Hanbel, 1/387

[37] İbni Mâce, Mukaddime/18, Menâkıb/76; Dârimî, Mukaddime/24; İbni Hanbel, III/225,

IV/80, 82, V/183.

[38] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 449-450.

[39] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 451-452.

[40] Konuyla ilgili hadisler için b. Nesa´î, Cenaiz/352; İbni Hanbel, 11/321.

[41] Buhârî, Cenaiz/2, Mezalim/5, Nikah/71, Eşribe/28; Tirmizî, Edeb/45; Nesa´î, Cenaiz/52, ~X4. îbniMâce, Cenaiz/1; İbni Hanbel, V/273

[42] Tirmizî, Birr/67; İbni Hanbel, Vl/159, 451

Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 452-455.

[43] Müslim, Taharet/56; Ebu Davûd, Taharet/29; Tirmizî, edeb/14; Nesa´î, Ziynet/l; îbni Mâ-ce, Taharet/8; îbni Hanbel, IV/264, VI/138.

[44] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 456-457.

[45] İbni Hanbel, 11/52.

[46] Müslim, Taharet/52-55; Buharı, Libas/64; Tirmizî, edeb/18; Nesa´î, Taharet/14; İbni Han-bel, II/1C, 52, 229, 239, 283, 356, 365, 387, 410, 489.

[47] Tirmizî, Edeb/16; Nesa´î, Zinet/2, 6, Taharet/12; İbni Hanbel, IV/366, 368, V/410.

[48] Buhârî, isti´zân/51, Libas/63, 64; Müslim, Taharet749, 50, 56; Ebu Davıid, Taharet/29, Te-reccül/16; Tirmizî, Edeb/14; Nesa´î, Taharet/8-11, Ziynet/l, 55, 56; İbni Mâce, Taharet/8; Muvatta´, Sıfatü´n-Nebi/3; İbni Hanbel, 11/118, IV/264, VI/138

[49] Müslim, Taharet/55; İbni Hanbel, 11/365, 366.

[50] İbni Hanbel, 11/212.

[51] Siyah kına yakmanın nehyedUmesi hakkında b. Nesa´î, Ziynet/15

[52] Ebu Davûd, Tereccül/20; Nesa´î, Ziynet/15; İbni Hanbel, 1/2

[53] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 457-462.

[54] Saçların yağlanmasıyla ilgili hadisler için b. Buhârî, Cum´a/19, 6; Nesa´î, Hac/42; Dâri-mî, SaIat/191; Muvatta´, Cum´a/18; İbni Hanbel, V/438, 440, VI/236.

[55] Ebu Davûd, Tereccül/3

[56] Ebu Davûd, Edeb/20

[57] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 462-468.

[58] İbni Mâce, îkametf 109

[59] İbni Hanbel, W326, 327

[60] İbni Hanbel, VI/326, 327

[61] Benzer hadisler için b. Dârimî, Salat/43; İbni Hanbel, 1/341

[62] Nesa´î, Kıyamü´l-leyl/38; İbni Hanbel, 1/89.

[63] Buhâri, ezan/11, 16; Müslim, Müsafirûn/304; Ebu Davûd, Tatavvu´/ll; Tirmizî, Salat/22; Nesa´î, Ezan/39; İbıüMace, İkâmet/110; Dârimî, Salat/145; İbni Hanbel, IV/86, V/54, 56, 57.

[64] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 3/ 468-472.