๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kutul Kulub => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 29 Aralık 2009, 17:17:07



Konu Başlığı: Allah'a Yakınen İnanan Abidlerin Halleri
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Aralık 2009, 17:17:07
Mukarrebun´un Makamları, Allah´a Yakınen İnanan Abidlerin Halleri Ve Allah´ın Rızasından Uzak Tutulan Gafillerin Durumlar Hakkındadır

Bu fasılda mukarebun zümresinin makamlarını, yakini iman sa­hiplerinin hallerini ve Allah rızasından uzaklaştırılan gafillerin durumlarını mütalaa edeceğiz.

Kul, bir Önceki fasılda belirttiğimiz vasıflara sahip olduğu za­man Allah Teala´nm haklarında şu ayet-i kerimede buyurduğu in­sanlar arasında sayılır: "Onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. Onlar ki şehadetlerinde kaimdirler". (Me´aric/32-33) Arif­lerden bir zat şöyle demiştir: Kulun Ömrü, Allah Teala´nm bir ema­netidir. Öldüğü zaman Allah Teala kendisini bu emanet hakkında sorguya çekecektir. Eğer onu ihmal etmişse, Allah Teala´nm ema­netini zayi etmiş, O´nun ahdini terketmiş sayılacaktır. Eğer vakit­lerini gözetip saatlerini Allah Teala´nm itaat ve kulluğunda geçir-mişse Allah Teala´nm emanetini muhafaza etmiş, O´nun ahdine ve­fa etmiş sayılır. Bu durumda, Allah Teala da kendisine olan ahdin­de duracaktır. O, buyurdu ki: "Benim ahdime vefa edin ki, ben de sizin ahdinize vefa edeyim ve yalnız Ben´den korkun". (Bakara/40) Ahdinizi terketmeniz halinde doğacak neticeler bakımından yalnız Allah´tan korkmanız gerekir.

Allah Teala, başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Rabbinin açık bir delili üzerinde bulunup da ardınca yine Al­lah´tan bir şahid olarak (Kur´an) gelen, ondan önce de bir rehber ve bir rahmet olmak üzere Musa´nın kitabı gelmiş olan kimse gibi mi­dir?". (Hud/17) Ayetteki ´şahid´Allah Teala´nm ona karşı makamı­na beyan ile şahit olup yakini şehadette bulunan, nıanasmdadır.

Böyle biri, kötü ameli kendisine süslü kılınıp nevasına uyan ve he-vasım Allah´a itaata tercih eden kimse gibi olur mu? Ayette tavsif edilen kul, şehadeti ile kaim olup kendisine şahit olan Allah Tea-la´ya tabi olan ve mabudunun muhabbeti üzere müstakim olan bir kuldur. Allah Teala, aşağıdaki ayet-i kerimede bu kullarım vasfe-derek şöyle buyurmuştur: "Onların taptıkları da, Rablerine yakın olabilmek için vesile ararlar. O´nun rahmetini umar ve azabından korkarlar". (İsra/57)

Allah Teala, iman hakikatini idrak edenleri medhederken de şöyle buyurmuştur: "O´nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman imanlarını arttırırlar. Ve onlar Rablerine tevekkül ederler". (En-fal/2) Yani Rablerine olan imanlarını alamet ve delaletleri artar ve onlar sadece Allah´a güvenir, yalnız O´na bakar, her halükârda O´na itimad eder, O´nun huzurunda herşeyden mutmain olur ve yalnızca O´nun katında herşeyden azade olarak vecd bulurlar. Al­lah Teala, bundan sonra şöyle buyurur: "İşte hakiki müminler on­lardır. Onlara Rableri yanında dereceler vardır". (Enfal/4)

Hak Teala´nm haklı olarak medhettiği, yüce derecelere yerleş­tirdiği ve değerli rızıklar bahşettiği hakikat ehli tevekkül sahiple­ri, kesinlikle onların ardından zikrettikleri gafiller gibi değildirler: "Müminlerden bir fırka isteksizdirler ve kendilerine açıkça beyan olduktan sonra hak hususunda seninle mücadele ederler". (En-fal/5) Yine O, bu tür insanları tavsif ettiği başka bir ayette şöyle bu­yurmaktadır: "Allah´ın ayetleri üzerinde ancak inkar edenler mü­cadele ederler". (Mü´min/4) Allah Teala, bunların hallerini, düş­manlarının makamlarının benzer bir vasfı kılmıştır. Çünkü onlar da nevaları üzere gitmektedirler.

Allah Teala, salihlerin makamını da aşağıdaki ayette zuhdlerin-deki hakikiliğe dayanarak sıfatlarıyla bir tutmuştur: "Kim O´na mümin ve salih ameller işlemiş olarak gelirse, işte onlar için yü­ksek dereceler vardır". (Taha/75) Allah Teala Aliyy yani en yücedir. O´nun dostları da elbette, yüce mevkilerde olacaklardır. Onların yüce derecelerde olmaları, en yüce olan Allah Teala ile beraber ol­malarındandır. Bizler, en aşağıda olanlarız, çünkü bulunduğumuz dünya, adından anlaşılacağı üzere en aşağıda olan yerdir.

Allah Teala, kendi zikrinden yüz çeviren ve sadece dünya haya­tını isteyenleri de vasfetmiştir. Hak Teala, dünyadan yüz çevirmelerini emrettiği halde onlar, ya en aşağı olan dünyayı talep ettikle­ri, ya da cehaletleri ve imanlarının zayıflığından dolayı mağfireti sürekli erteleyerek yaşadıkları için bu emre riayet etmemişlerdir. Allah Teala, onları vasfederken şöyle buyurmaktadır: "Bunlar, al­çak dünya malını alıyorlar da: ´Bize mağfiret olunacak´ diyorlardı". (A´raf/169); "Bizim zikrimizden yüz çeviren ve sadece dünya haya­tını isteyen kimselerden yüz çevir". (Necm/129)

Allah Teala sadakat sahibi sadıkları vasfederken de şöyle bu­yurmuştur: "Müminlerden Allah´a verdikleri ahitte sadakat eden nice erkekler vardır". (Ahzab/23) Bunların mukabilinde yer alan kimseleri anlatırken ise şöyle buyurmaktadır: "Yapamayacağınız şeyleri niçin söylersiniz? (Bu) Allah katında çirkinlik bakımından çok ağırdır". (Safî/3) Ahitte sadakat ile vasfedüenlerle, sözünde durmamakla vasfedilenler arasındaki fark ne kadar da büyüktür!

Allah Teala başka bir taifeyi nitelerken de şöyle buyurmakta­dır: "Andolsun ki İblis, onlar aleyhindeki zannı doğru çikardı. İçle­rinde müminlerden ibaret bir topluluk dışındakiler ona uyuverdi-ler". (Sebe720) O, bu ayetinde, dostlarını iblise uyma derekesinden uzak kılmış, müminlerden bir kısmını ise ona uyanlar olarak gös­termiştir. Müminlerden bir topluluk iblisin zannını doğru çıkar­mışlardır. Ancak sıddıklar, şehitler ve salihler ona uymayarak ibli­sin zannını boşa çıkarmışlardır. Bunlar refik olarak en güzel insan­lardır. İşte bunlar, hakiki manada tevekkül eden müminlerdir.

Allah Teala bunları vasfederken şöyle buyurmuştur: Şeytanın onlar üzerinde hiçbir gücü yoktur ve onlar Rablerine tevekkül eder­ler". (Nahl/99) Canını ve malını Mevla´ya olan muhabbetlerinden dolayı satanlar, elbette Hak Teala´nm, cimrilik ederek kinlerini kusmamaları için kendilerinden canlarını istemediği kimseler gibi olmazlar.

Allah Teala müminler arasında böyle bir taifenin bulunduğunu haber vererek şöyle buyurmuştur: "Allah size ecrini verir, hem de sizden bütün mallarınızı istemez. Eğer sizden onların hepsini ister de, sizi buna zorlarsa; cimrilik edersiniz, bu durumda bütün kinle­rinizi meydan çıkarır". (Muhammed/36-37) Ayetteki ´Ihfâ´ kelimesi, tamamını isteme nıanasmdadır. Allah Teala, müminlerden malları­nın tamamını vermelerini istememiş aksine nefslerinde zühde davet ederek az olanla iktifa etmiştir. ´Edğân´ kelimesi ise, kinler ma-nasmdadır. Buna göre Allah Teala o kimselere şöyle demek iste­mektedir: Sizler, istenme makamında değilsiniz. Çünkü cimri olan, zühd sahibi olamaz. Zira zühdün başı, cömertliktir. Cömert olama­yan kimse zahid de olamaz. Dünyada zühd sahibi olmayan da Al­lah Teala tarafından sevilmez. Çünkü Allah Teala, kulu kızdıran şeyi sevip nefsinin hoşlanmadığı şeyi yapmasını diler.

Mevla´ya O´nun emrettiği ahlak gereği muamele etmeyen ve rı­zasına uygun olan işleri yapmayan kimse, O´ndan uzaklaştırılır ve sıfatlarını müşahede etmemesi için önüne perdeler gerilir. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Sizler dünya malını istiyor­sunuz, Allah ise ahireti ister". (Enfal/67) Aynı manada Allah Resu­lü de (sav) gidilecek yer hakkında tebliğde bulunarak şöyle buyur­muştur: "Allah´ın seni sevmesini istediğinde dünyada zühd sahibi ol". Bu taifeden olan müminlerin kalplerinin ne kadar boş olduğu­nu tarif edemezsiniz. Allah Teala da onları vasfederken ´Eğer onlar­dan bütün mallarını istese, kinleri meydana çıkar. Çünkü onlar, Al­lah´ın kendilerine giydirdiği kisveden dolayı O´na karşı büyük bir aldanış içindedirler" manasında buyurmuştur. Onların ecelleri gel­diğinde Allah Teala, kendilerini görür olacaktır. Ancak Allah Teala, sadece sevdiği kullarından fedakarlık ister. Bu, O´nun bu kullarına olan bir ikramı gereğidir. O kullar da istendiği zaman bütün mal­larıyla hayra koşarlar.

Allah Teala cömert ve ikram sahibidir. O´nun katında isteyince tamamını istemek de büyük bir şey değildir. İstediği şeylerin tama­mı, mallar ve canlardır, Allah Teala, ancak kendi ahlakı ile ardakl­andırdığı kimselerden ister. Kulun üzerinde Allah´tan gayrı bir şey olmadığında, Mahbubu olan Allah Teala onun herşeyini ister. Fani dünya malı kulun kalbinde daha ağır bastığında ise, kulun kini or­taya çıkar. Allah Teala da böyle bir kuldan hiçbir şey istemez. Ku­lun verecek bir nefesi ve azıcık da olsa malı kalmadığı zaman cö­mert olan Allah Teala onun bedeli olur. Cebbar olan Allah, onun ca­nına karşılık bedel olur. Şu var ki Allah Teala, mlaa karşılık cenne­ti vereceğini beyan ederken, cana karşılık kendi zatını vereceğini zikretmemiştir. Bunun sebebi, O´nun herhangi bir hüküm altına girmemesidir. Çünkü O, Hakim-i Mutlak´tır. Ayrıca bir bedele katılması da mümkün değildir, zira O, Ferd-i Mutlak´tır ve nefsini gizlemiştir. Yine O, bütün kulları için yol gösteren bir Delîl´div. O, yarattıklarını beyan ederek hepsinin de kendisine dönücü olduğu­nu zikretmiştir.

Velilerinin Allah hakkındaki anlayışları budur. Hiçbir şerikin ortak koşulmadığı ve kendisinden başka hiçbir varlığın dahil edil­mediği halis muhabbetin özü de işte budur. Allah Teala´yı bu şekil­de seven muhibbamn vasfedilmesi de doğru değildir. Çünkü onla­rın halleri, vasfedilemeyecek kadar ulvidir. Onların makamları da, akli ilimlerin ve zamanın kavrama hudutlarını aşacak mahiyette­dir. Allah Teala, şu ayetlerle de bunu teyid etmiştir: "Orada nefis­lerinin hoşlanacağı ve gözlerinin lezzetleneceği herşey vardır". (Zuhruf/71); "O´na kavuşacakları gün, sağlık dilekleri Selam´dır". (Ahzab/44); "Orada size canınız neyi çekerse vardır, ne isterseniz vardır. (Bütün bunlar) Gafur ve Rahîm olan Allah tarafmdn bir ağırlamadır". (Fussilet/31-32); "Eğer ölen kişi Allah´a yaklştırılmış-lardan ise artık rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır". (Va-kıa/88-89); "O, yaptıkları amellerden dolayı onların velisidir". (En´am/127); "Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onla­rın amellerini görmektedir". (Al-i İmran/163)

Görüldüğü gibi bu ayetlerde velayet ve muhabbet sahiplerinin vasıfları mevcuttur. Ayetteki ´Allah onların amellerini görmektedir´ ifadesinde ise derece ve yakınlık sahiplerinin medhi yapılmaktadır. Yani Allah Teala bu kullarını, yaptıkları amelleri sebebiyle katında türlü derecelere layık görmüştür. Yine O, yaptıkları bu güzel amel­lerden dolayı onları kendisine veliler edinip kendine yakın kullar­dan kılmıştır. Ayetin bir başka kıraatinde ise, nifak ehlinin zemme-dilmesine dair bir mana çıkmaktadır. Buna göre ayetteki ifade ´Al­lah yaptığınız işleri görmektedir şeklinde olmaktadır. Yani Allah Teala, sizin yaptıklarınızın müminlerin yaptıkları ameller gibi ol­madığını kesin olarak görmektedir.


Konu Başlığı: Ynt: ALLAH'a Yakınen İnanan Abidlerin Halleri
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Aralık 2009, 17:20:09
Bu manada Allah Teala´nm şu buyruğunu da zikredebiliriz: "Al­lah muhakkak ki onların kalplerindekini bildi ve onlara sekine in­direrek, kendilerini yakın bir fetih ile mükafatlandırdı". (Feth/18) Allah Teala başka bir ayette kalplerimizi vasfederken de şöyle bu­yurmuştur: "Muhakkak ki Allah, kalpleriniz dekini bilir. Allah her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olandır". (Ahzab/51) Daha son­ra hükmünü verirken bunun bir şaka olmadığını ve bu iki zümreyi denk tutmayacağını bildirerek şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah kalplerinizde bir hayır görmüş olsaydı size muhakkak ki bir hayır verirdi". (Enfal/70)

O, daha sonra bunların zıddı olan kimseler hakkında da, müc­mel bir buyruğu tefsir edip açıklama makamında şöyle buyurmak­tadır: "Eğer Allah, onlarda bir hayır bulunduğunu bilseydi, elbette onlara da duyururdu. Ve bu hallerinde duyursan da yine aldırmaz­lar, döner giderlerdi". (Enfal/23) Yani bu kimselerin hidayet adına hiçbir varlıkları ve hiçbir nasipleri yoktur. Çünkü Allah Teala, on­ların kalplerinde hayrın bulunacağı bir mekan yaratmamıştır. Bu husustaki en kesin ve en açık söz budur. Akıl sahipleri için bu ka­darı kafidir. Şu ayette de buyurduğu üzere Allah Teala, onlar hak­kında bu hususun şahididir: "İman edenler kafirlerden ümidi kesip anlamadılar mı ki, Allah dileseydi insanlara hep birden hidayet bu­yururdu". (Ra´d/31) Müminler de işte bu ayete binaen o kimselerin hidayetinden ümidi kesmiş ve bu hususta asla mücadeleye giriş­memişlerdir. Çünkü Allah Teala, yoldan çıkardıklarını hidayete er­direcek değildir.

Ayette geçen

Kalplerindeki bu benzeşmeden dolayı, Allah´ın buyruğu hakkın­da şüpheye kapılırlar. Allah´ın, kalbini sağlam kılıp ilimde derin­leşme nasip ettiği kimse ile, saptırdığı için tevil fitnesinin ardına düşen kimse arasında ne kadar da büyük bir fark vardır. Salih olduğu için Allah Teala tarafından dost edinilen kişiyle, Allah´dan yüz çevirdiği için sadece nefsinin arzularına meyleden kişi arasın­daki fark hakikaten çok büyüktür. Allah´a yakın kılınanların çeşit­li makamları olduğu gibi, O´ndan yüz çevirenlerin de kazandıkları­na göre yerleşecekleri dereceler vardır. Neticede bütün kullar, Al­lah Teala´mn şu iki hükmü arasında bir yerde olacaklardır. Onla­rın en üstünleri, O´nun lütuf ve inayetinin kapsamına girerken, en alttakiler de O´nun adaletinden kaçamayacaklardır.

Allah Teala bütün bunları beyan ederek şöyle buyurmuş-tur:"İman eden ve salih ameller işleyenleri, lütfuyla mükafatlan­dırması için". (Rum/45) İnsanların geneli için de şöyle buyurmuş­tur: "İman eden ve salih amel işleyenlere adilce karşılık vermek için". (Yunus/4) Görüldüğü üzere Allah Teala, velilerini ´Lütfü´ ile tahsis ederken, insanların umumunu ´Adaleti´ ile kuşatmıştır. Nice kalpler vardır ki, yalnız Allah´ı müşahede edip yalnız O´nu dinler ve sadece O´na meyleder. O kulların gayret ve kaygılarına galip ge­lecek olan da yalnız Allah Teala´dır. Yine onların kalplerine en ya­kın olan da O´dur.

Nice kalpler de vardır ki, sadece yaratılmışlarla dolu olup bü­tün tasası rızıktır. Onlar da sadece diğer insanlara bakar, yalnız onlardan menfaat umarlar. Yaratılmışlar, bunların en fazla iltifat ettikleri ve en yakın olduklarıdır. İşte bunlar, Allah Teala´mn rıza­sından uzaklaştırılan kimselerdir. Çünkü bunların sıfatlan, uzak­laşmadır. Bunlar, nefslerine mahkum olmuş kimselerdir. Nefsleri, bunlar üzerinde kafi bir hakimiyet kurmuş olup onun talimatla­rından uzaklaşamazlar. Bu da onların uzaklaşma (=bu´d) maka­mında olmalarına yol açmıştır.

Öncekiler ise, nefslerine boyun eğdirmiş ve onları kendi hü­kümleri altına alarak yakınlık (=kurb) makamlarına yerleşmiş kimselerdir. Kurb, bunların bariz sıfatıdır. Bu kimseler, Rablerine giden yolda öncülerdendir. Uzaklaştırılanlar ise, nefslerine bağla­narak Rablerinden uzak düşenlerdir. Allah Teala bu meyanda bu­yurdu ki: "Allah ile beraber başka bir ilah edinme, yoksa azap edi­lenlerden olursun". (Şu´ara/213)

Uzaklık, bir perdedir. Uzak kılman ise, azaptadır. Yakınlık, bir nimettir. Yakın kılınan ise, ziyadesiyle sevaptadır. Allah Teala´ın perdelenenlerin azap edilenler olacağına dair şu buyruğunu işitme­diniz mi? "Hayır, onlar o gün Rablerine karşı kesinlikle perdelen-mişlerdir. Sonra onlar kesinlikle cehenneme gireceklerdir". (Mutaf-fifm/15-16) Yakın kılınanların rahatları ve rızıklan hakkında ise şöyle buyurmaktadır: "Eğer ölen kişi Allah´a yakın kılınanlardan ise, artık rahatlık, güzel rızık ve Namı cenneti vardır". (Vakıa/88-89) Yakın olana rahatlık, sevgiliden güzel rızık ve nimet verenin yakınlığı sayesinde Naim cenneti vardır.

Ariflerden biri dedi ki rahatlık yakınlıkta, dirilme ise huzurdadır:

Hazır olduğumda gelir rahatım ve güzel rızkım Eğer gaip olursam, dünya bana mahpes olur. Senin arzunda rekabet etmeyip Senin için Kıskanç olmadığımda, ya kimin için rekabet edeyim?

Aynı zat, sıkıntının uzaklıkta, kederin ise kaybedişte olduğunu söyleyerek şöyle demiştir:

Sahibinin kovduğu kul neyler? Tabiblerin tıbbı ona fayda etmez ki. Boğazı düğümlenen su içerek bulur şifa, Ya boğazı suyla düğümlenen neyle bulur şifa?

Kendisini daima Rabbinin hizmetine adayan bir kul ile, kullara hizmetten geri durnıayrak sürekli onlann önünde eğilen kul ara­sındaki fark ne kadar da büyüktür! İnsanlardan uzaklaşıp kalbini anndıran kul ile ardı arkası kesilmeyen vesveselere mahkum olan kul arasındaki fark ne kadar da büyüktür! Mevla´ya karşı şevk ve özlem içinde olan bir kul, dünyaya kenetlenmiş ve nevasından baş­ka birşey düşünmeyen kuldan ne kadar da farklıdır!

İşte bunlar güzel amelleriyle Allah´a yaklaştırılan ve onlann zıddı olup kötülüklerle Allah´tan uzaklaştmlan kullann makamla­rıdır. Kul, hakiki manada takva üzere bir makamda bulunursa Al­lah Teala´dan medhü senayı hakeder ve nefsin nazlarından uzak durduğu için Karîb olan Allah´a yakınlık kazanır. Yüceler Yüce olan Hak Teala´mn medhü senasına mazhar olmak, talep sahiplerinin gayesi, rağbet sahiplerinin erişecekleri nihai noktadır. Bu fazilet, sadece takva sahibi velilerine, felah bulan hizbine ve salih kulları­na mahsustur. İşte onlar, pak ve temiz kalplere, titreyen ve zikre­den uzuvlara, üstün ve seçkin akıllara sahip olanlardır. Ashab-ı Ye­min arasında yer alan bu zevat üç makamda bulunurlar: Allah´ı bi­len ilim ehli; Allah´ı seven muhabbet ehli ve Allah´tan korkan kor­ku ehli. Bunlar, Allah Teala´nm yakın kılman has velileridir.

Allah Teala hazır olmlarını istediğinde hazır olan, hıfzetmeleri­ni istediğinde hıfzeden, şehadet etmelerini istediğinde şehadet edenler işte bunlardır. Bunlar, Allah Teala´nm ümmetine bahşetti­ği rehberleridir. Allah Teala da, kendisine götüren yolda onların Rehberi´dir. Kulları Allah Teala huzurunda toplayan da onlardır. Allah Teala da onları kendi huzurunda peygamberlerin abdalı, müttakilerin imamları, dinin direkleri, kuvvet ve metanet sahibi olan ve Kitab´m ilmine muttali olan rabbani alimlerle beraber Top-layıcı´dır. Allah Teala onları, kendisine götüren dosdoğru yola, sı-rat-ı müstakime iletmiştir. Onlar kalplerine daima nazar edilen, gece gündüz sürekli daha fazla sevaba mazhar kılınmak istenen kullardır.


Konu Başlığı: Ynt: ALLAH'a Yakınen İnanan Abidlerin Halleri
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Aralık 2009, 17:21:43
Bu zümrenin dışında kalanlar ise müslümanlarm umumunu teşkil ederler ki bunlar arasında Kur´an okuyucuları, abidler, mü-cahede, zühd ve vird ehli başta gelir. Allah Teala, onlara da muhte­lif velayetler bahsetmiştir. Onları ameller ve seyahatlarda farklı farklı yerlere koymuş, kalplerinin teskin olup huzur bulabilmesi için ayetlerinden bazılarını kendilerine izhar etmiştir. O, kalpleri­nin şüphelerle dolarak helak olmamaları, şehvetlerin cazibesine kapılarak hak yoldan geri dönmemeleri için böyle yapmıştır. Bun­lar zahirin izharı ile meşgul olup batma karşı muhtelif zahirlerle perdelenmiş kimselerdir. Önlerine gerilen perdeyle neşelenen bu kimseler, sebeplere sarılır ve makamların üzerinde titizlikle dura­rak, melekût alemi ve ayetlerle örtünürler. Bunlar dünya sakinle­rinin ölülerinin mutluları, İlliyyun´dan diri olanların merhamet gö­renleridir. Çünkü bunların yakınlığı, Mukarrebun nezdinde uzak­lıktır. Müşahede ehli nezdinde de bunların mükaşefeleri perdeler­den öte gitmez, Allah ile karşılaşanlara göre ise, onlara verilen as­lında reddir.

Şu var ki Rablerinden bir hikmet ve rahmet gereği olarak nefis­lerine bakmalarından dolayı Allah Teala da onlara bakmış ve onla­rı, bulundukları hal üzere teskin etmiştir. Kalplerinin dağılmama­sı ve akıllarının şaşırmaması için onları bulundukları makamdan razı kimseler kılmıştır.

Hayırda ilk ve öncü olanlar ise, en yüce mevkide yer alırlar. On­lar kopmaz bir bağa sıkıca sarılmış olanlardır. Allah Teala´ya ba­karlar. Allah Teala da onlara bakar.

Onlar, Allah Teala´nm şöyle vasfettiği kimselerdir: "Öyle insan­lar vardır ki, Allah´ın rızasına ermek için canlarını bile verirler. Al­lah, kullarına karşı çok merhametlidir". (Bakara/207) Onlar, dün­ya malına asla dönüp bakmazlar. Onların dikkat ettikleri tek şey, kendilerinin de Rablerinin de sevdiği ve rıza göstereceği bir hal üzere olabilmektir. Allah onlardan, onlar da Allah´tan razı olmuş­lardır. Bu, Rabbinden korkan kimse için geçerli olan bir haldir.

Bu kimseler daha önceki semavi kitaplarda da benzer şekilde vasfedilmişlerdir: Havariler dediler ki: Ey İsa, bize kendileri için korku olmayan ve üzülmeyecekleri bildirilen velilerin vasıflarını anlat. Dedi ki: Onlar, Kitab´m kendileriyle, kendilerinin de Kîtab ile konuştuğu, Kitab´m onlar ile bildiği, onların da Kitab ile bildik­leri, Kitab´m kendileri ile kaim olduğu, kendilerinin de Kitab ile kaim oldukları kimselerdir. İnsanlar eşyanın zahirine bakar iken, onlar eşyanın batınına bakarlar. Diğer insanlar, dünyanın geçici menfaatlarını tanırken, onlar dünyadan sonraki hali düşünürler. Dünyevi nimetler arasında kendilerini helak etmesinden endişe et­tikleri şeyleri öncelikle kendileri imha ederler. Kendilerini terkede-ceğini bildikleri şeyleri terkederler. Onların dünyevi lezzetlerle il­gili olarak nail oldukları kaybediş ve sevinçleri mahrumiyettir. Ön­lerine çıkan arızi dünyalıkları reddederler. Hak dışında kendileri­ne yönelen her şeyi yere vururlar.

Dünya onlar için yaratıldığında onu yenilemez, tahrib edildiğin­de ise imar etmezler. Dünya onların nefislerinde öldüğü zaman, onu diriltmeye çalışmazlar. Onlar dünyada iken ahiretlerini bina eder ve ölümün hatırasını sürekli canlı tutar, dünya hayatının zik­rini ise silmeye gayret ederler. Onlar Allah´ı ve O´nu zikretmeyi se­ver, O´nun nuruyla aydınlanıp görülmemiş hayırlara giden yolu onunla aydınlatırlar. Onlarda hayırların heryerde görülemeyecek kadar alışılmamış olanları vardır.

Söz bakımından Allah´dan daha güzel olan kimdir? Allah Teala da onları vasfederken şöyle buyurmuştur: "Zahitler ve alimler de Allah´ın Kitabı´nın muhafazasına memur edilmiş olmaları ve bu­nun üzerine şahit bulunmaları dolayısıyla". (Maide/44) Yine O, şöy­le buyurmaktadır: "Allah şu hakikata şehadet eyledi ki: Kendisin­den başka ilah yoktur. Bütün meleklerle adalet ve hakkaniyeti ayakta tutan ilim sahipleri de (bu hususta şehadet eylediler)". (Al-i İmran/18) Bu ayetin garib bir kıraatinde şahitlik edenlerin daha öncekilerle birleştirilmesine dair bir mana çıkmaktadır. Buna göre, bir önceki "Onlar sabredenler, sadakat gösterenler... ve seher vakit­lerinde Allah´tan mağfiret dileyenler" (Al-i İmran/17) ayetinde zik­redilen kimseler, şehadet bakımından Allah Teala, melekler ve ilim sahipleriyle birleştirilmektedirler.

Allah Teala buyurdu ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve kendilerinde Kitab ilmi bulunanlar yeter". (Ra´d/43) Mu­hakkak ki bu son vasıf, bütün vasıfların üstünde bir niteliğe sahip olup, bütün sıfatları ihtiva etmektedir. Yukarıda anlattığımız Mu­rakabe ve Müşahede´nin yedi makamını, iki hal cemetmektedir. Bu iki hal, aynı zamanda bütün makamların da mecrasını teşkil et­mektedir. Kerametlerin birçoğu da bu iki halden çıkartılmaktadır. Bunların ilki, ilim makamında korku hali, ikincisi ise amel maka­mında rica ve umut halidir.

Allah´ı bilme (=ma´rifetullah) makamına sahip olan ve Allah korkusu (=mehâfetullah) halini üzerinde taşıyan kul ile, Allah´tan ümit etme makamına sahip olan ve muamele hali üzere bulunan kul, bütün makamları kendinde toplamış sayılır. Allah Teala bu manada buyurdu ki: "Allah´tan ancak alim kulları (hakkıyla) kor­kar". (Fatır/28); "Kim Rabbinin karşılaşmasını umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbinin kulluğuna hiç kimseyi ortak koşmasın". (Kehf/110) [39]