๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 03 Mayıs 2010, 11:42:37



Konu Başlığı: Yiyecekler bölümü 8
Gönderen: Sümeyye üzerinde 03 Mayıs 2010, 11:42:37
AÇIKLAMA:






Bu rivayet, Ashâb´ın yılın ilk meyvesi çıktığı zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a getirerek dua ettirdiklerini göstermektedir. Böylece, ALLAH´ın bir nimetine ilk mazhar olunca, bunu bir şükür ve dua ile karşılamanın, bir merasimle istikbal etmenin cevazı anlaşılmaktadır.

Bu fırsatlarda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, çocukları ihmal etmeyip onlara ikramda bulunması manidar bir husustur. Bu Aleyhissalâtu vesselâm´ın, çocuklara olan şefkatinin derecesini gösterdiği gibi, bu çeşit merasimlere onların katılmalarını teşvik ma´nâsı da taşır. Çocuğun girdiği yer neşe ve hayattır. Öyleyse, turfanda meyvenin Resulullah´a taksimi hoş bir merasim fırsatıdır. Bu meseleye temas eden rivayetler birden fazladır. Bazılarında "yılın ilk turfandası", bazılarında "Her şeyin turfandası" geldiği zaman Efendimizin dua edip, üç defa sağ, üç defa sol gözüne sürerek öptüğünü, sonra cemaatteki en küçüğe verdiğini belirtir.[72]



ـ3902 ـ7ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّهُمْ ذَبَحُوا شَاةً قَالَتْ: فَجَاءَ سَائِلٌ فَاعْطُوهُ، فَجَاءَ آخَرُ فَاعْطُوهُ، فَجَاءَ آخَرُ فَأعْطُوهُ فَبَقِىَ مِنْهَا، فقَالَ #: مَا بَقِىَ مِنْهَا؟ قَالُوا مَا بَقِىَ مِنْهَا إَّ كَتِفُهَا قَالَ بَقِىَ كُلُّهَا إَّ كَتِفَهَا[. أخرجه الترمذي .



7. (3902)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ashâb bir koyun keşmişti. Bu sırada bir dilenci geldi. Etten bir miktar verdiler. Derken başka gelenler oldu, onlara da verdiler. Geriye yine de et kaldı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu: "Koyundan geri ne kaldı?" "Sadece omuzu kaldı!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm ise: "Omuzu hâriç geri tarafı kaldı!" buyurdular."[73] [Tirmizî, Kıyamet 34, (2472).]



AÇIKLAMA:



Burada koyunu kesen Hz. Âişe´nin ailesi mi, Ashâb mı? Rivayet bu hususta biraz mübhem. Rivayetten, omuz hariç her tarafının isteyenlere dağıtıldığı anlaşılmaktadır.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Omuzu hâriç geri tarafı (bize) kaldı" buyurmakla ALLAH yolunda verilen kısmın uhrevî hayat için tam bir yatırım olduğunu ifade buyurmuştur. Böylece bağışlanan kısım ebediyete mazhar olmuş, ebedî sahipliğine erişilmiş olmaktadır. Zira âyet-i kerimede "Sizin yanınızda olanlar tükenir ama ALLAH katında olanlar ebedîdir" (Nahl 96). ALLAH yolunda bağışlananlar bu âyete binâen ebediyete mazhar olmuştur. Hadis de, ALLAH yolunda harcayınca, harcadığı şeye hakikî ve ebedî sahiplik kazandığını beyan ediyorlar. Bu Rabbimizin büyük bir fazlıdır.[74]



İKİNCİ BÂB

MÜBAH VE MEKRUH YİYECEKLER


BİRİNCİ FASIL

HAYVANLARDAN MÜBAH VE MEKRUH OLANLAR

* KELER


ـ3903 ـ1ـ عن ابن عباس رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: ]أنَّ خَالِدَ بنَ الْوَلِيدَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه أخْبَرَهُ أنَّهُ دَخَلَ مَعَ النبىِّ # عَلى مَيْمُونََةَ زَوْجِ النبىِّ #، وَهِىَ خَالَتُهُ وَخَالَةُ ابنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهم فَوَجَدَ عِنْدَهَا ضَبّاً مَحْنُوذاً، قَدِمَتْ بِهِ أُخْتُهَا حُفَيْدَةُ بِنْتُ الْحَارِثِ مِنْ نَجْدٍ، فَقَدَّمَتْهُ الَيْهِ، وَكَانَ قَلَّمَا يُقَدِّمُ بَيْنَ يَديْهِ طَعَامٌ حتّى يُحَدَّثَ بِهِ، وَيُسَمَّى لَهُ فَأهْوَى بِيَدِهِ إلَيْهِ، فقَالَتْ: أمْرَأةٌ مِنَ النِّسْوَةِ الْحُضُورِ، أخْبِرْنَ رسُولَ اللّهِ #: بِمَا قَدمَتُنَّ لَهُ، فَقُلْنَ: هُوَ الضَّبُّ فَرَفَعَ يَدَهُ، فقالَ خَالِدٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: أحَرَامٌ هُوَ يَا رسولَ اللّهِ؟ قال: َ، وَلكِنَّهُ لَمْ يَكُنْ بِأرْضِ قَوْمِى، فَأجِدُنِى أَعافُهُ قَالَ خَالِدٌ: فَاجْترَرْتُهُ فَأكَلْتُهُ، وَرَسُولُ اللّهِ # يَنْظُرُ فَلَمْ يَنْهَنِى[. أخرجه الستة إ الترمذي .



1. (3903)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hâlid İbnu´l-Velid (radıyallahu anh)´ın bana bildirdiğine göre, Hâlid, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte, Resulullah´ın zevceleri Meymûne (radıyallahu anhâ)´nın yanına girerler. -Meymûne hem onun ve hem de İbnu Abbâs´ın teyzeleri idi- Meymûne´nin yanında kızartılmış bir keler görürler. Bunu, Necid´den, kız kardeşi Hufeyde Bintu´l-Hâris getirmişti. Meymûne (radıyallahu anhâ) keleri Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın önüne sürdü. Önüne bir yemek çıkarılıp da ondan bahsedilmeyip ve isminin de zikredilmediği durum nâdirdi."[75] [Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kelere elini uzatmıştı ki,] orada hazır bulunan kadınlardan biri:

"Resululah (aleyhissalâtu vesselâm)´a takdim ettiğiniz şeyden haber verin, ne olduğunu söyleyin! dedi. Bunun üzerine:

"O kelerdir!" dediler. Bunun üzerine Resulullah (uzatmış olduğu) elini derhal geri çekti. Hâlid (radıyallahu anh):

"Bu haram mıdır, ey ALLAH´ın Resulü?" dedi. Resulullah:

"Hayır, ancak o benim kavmimin diyarında bulunmuyor. Bu sebeple (Onu yemeye alışkın değilim), içimde tiksinme hissediyorum!" buyurdular. Hâlid (radıyallahu anh) der ki: "Ben keleri (önüme) çekip yedim. Resulullah bakıyor fakat beni yasaklamıyordu."[76] [Buharî, Et´ime 10, 14, Zebâih 33; Müslim, Sayd 43, 44, 45, (1945, 1946, 1948); Muvatta, İsti´zân 10, (2, 968); Ebû Dâvud, Et´ime 28, (3793, 3794), Eşribe 21, (37); Nesâî, Sayd 26, (7, 198, 199).]



ـ3904 ـ2ـ وعن أبي سعيد رَضِيَ اللّهُ عَنْهم: فقالَ: ]إنِّى في غَائِطٍ مُضِبَّةٍ، وَإنَّهُ عَامَّةُ طَعَامِ أهْلِى، فَلَمْ يُجِبْهُ، فَقُلْنَا: عَاوِدْهُ فَعَاوَدَهُ فَلَمْ يُجِبْهُ ثَثاً، ثُمَّ نَادَاهُ رسولُ اللّهِ # في الثَّالِثَةِ، فَقَالَ يَا أعْرَابِىُّ: إنَّ اللّهَ لَعَنَ، أوْ غَضِبَ عَلى سَبْطٍ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ، فَمَسَخَهُمْ دَوَابَ يَدِبُّونَ فِي ا‘رْضِ فََ أدْرِى، لَعَلَّ هذَا مِنْهَا، فَلَسْتُ آكُلُهَا وََ أنْهَى عَنهَا[. أخرجه مسلم.»الْغَائِطُ« المكان المطمئن من ا‘رض.و»المُضِبَّةُ« بضم الميم، وكسر الضاد المعجمة وتشديد الموحدة: الكثيرة الضباب .



2. (3904)- Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir bedevî Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek:

"Ben keleri bol olan bir bölgede yaşıyorum. Keler ailemin yiyeceğinin ekseriyetini teşkil ediyor (bunun bir mahzuru var mı; ne buyurursunuz?)" diye sordu. Ama Resulullah cevap vermedi. Biz: "Tekrar sor!" dedik. O tekrar sordu. Resulullah cevap vermedi. Adam üçüncü sefer sordu. Üçüncü de Resûllah adama seslenip yanına çağırdı ve:

"Ey bedevi! ALLAH, Benî İsrâil´den bir boya lânet etti veya gadab etti. (Ceza olarak) onları yeryüzünde yürüyen hayvanları haline çevirdi. Bilemem, ola ki bu, o lânete meshe uğrayan kimselerdendir. Bu sebeple ondan ne yerim ne de yiyenleri men ederim!" dedi.[77] [Müslim, Sayd 51, (1951).]



AÇIKLAMA:



1- Birinci hadiste geçen Hâlid İbnu´l-Velid´in annesinin adı Lübâbetu´s-Suğra´dır. İbnu Abbâs´ın annesinin adı Lükâbeti´l-Kübrâ´dır. Ancak Ümmü´l-Fadl diye, oğlu Fadl İbnu Abbâs´ın adıyla künyeleniyordu. Her ikisi de mü´minlerin anası Meymûne (radıyallahu anhâ)´nın kız kardeşi idiler.

2- Önceki hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kendisine bir yemek ikram edildiği zaman, bunun mahiyetini ve ismini sorduğunu belirtmektedir. Hatta Buhârî, bu hadise şöyle bir bab başlığı koymuştur: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (bir şeyi) ismi söylenip ne olduğunu öğrenmedikçe yemezdi." Şârihler bunu: "Araplar, yiyecek maddelerin azlığı sebebiyle, ne bulurlarsa yerler, hiç bir şeyden tiksinmezlerdi. Halbuki (aleyhissalâtu vesselâm) bazı yiyeceklerden tiksinirdi" diyerek açıklamışlardır. İbnu Hacer, bu hususta daha tatminkar bir açıklama sunar: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bunu sorma sebebi, muhtemelen, O´nun (şehirden) bâdiyeye[78] çok az çıkması sebebiyle, birçok hayvanı tanımamakta olması veya, şeriat´ın bazı hayvanları helal kılarken diğer bazılarını haram kılmasıydı. Halbuki cahiliye Arapları, haram kılınan şeyleri haram addetmeyip yiyorlardı. Bazan da onlar etleri, pişmiş veya kızartılmış olarak getiriyorlardı, bu sebeple, birbirinden tefriki ancak sormak suretiyle yapılabiliyordu."

Bu hususu daha da aydınlatacak bir rivayet Buhârî´nin el-Edebü´l-Müfred´inde zikredilmiştir: "Bedevî´nin biri, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir tavşan getirip hediye etmişti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), getirilen hediyeden, hediye sahibine ondan yemesini emretmedikçe yemezdi. Bunu Hayber´de kendisine hediye edilen zehirli koyun sebebiyle yapıyordu..."

3- Hadiste, sofradaki etin mahiyetini açıklayan kadının kim olduğu mübhemdir. Ancak rivayetin başka vecihlerinde Meymûne (radıyallahu anhâ) olduğu belirtilmiştir. Keza, başka rivayetlerde gelen tasrihte, Resulullah´ın, sofrada bulunan diğer hediye yiyeceklerden -keş, süt gibi- yediği belirtilmiştir.

4- Bazı şârihler, Resulullah´ın "Keler benim kavmimin diyarında bulunmuyor" sözüne takılarak: "Burada vak´a ile bir tezad var, çünkü Hicaz´da keler çokça bulunur" demiş ise de, Resulullah´ın Hicaz´ı değil, sadece Mekke ve yakın çevresini kastetmiş olacağı belirtilerek cevaplandırılmıştır.

5- İbnu Hacer, hadisin farklı vechilerini tahlil ederek Resulullah´ın keleri yememesine iki sebep gösterilebileceğini söyler: 1- Tiksinme; 2- Keler etinde bulunan pis koku.

6- Hadisten Çıkarılan Faydalar:

* Keler eti, kaydedilen hadislerde caiz görünüyor ise de ülemâ arasında bazı ihtilaflara da sebep olmuştur. Tahâvî, Şerhu Mâ´ani´l-Âsâr´ da Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve İmamı Muhammed rahimehümullah her üçününde mekruh addettiğini belirtir. Bu hususta İmam Muhammed´in delili bir başka rivayettir: Hz. Âişe anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a bir keler hediye edilmişti. Yemedi. Derken bir dilenci geldi. Âişe, dilenciye bu keleri vermek istedi. Resulullah kendisine: "Sen yemediğin şeyi mi vermek istiyorsun?" diye müdahale etti." Keza Ebû Davud´da kayda yer verilmeden "Resulullah´ın keler yemeyi nehyettiği" rivayet edilmiştir. Hülasa, İmam Muhammed gibi bazı Hanefîler, kerahetin tahrimî olduğuna hükmetmiş ise de çoğunluk tenzihî olduğuna meyleder ve şöyle derler: "Resulullah´ın sofrasında, huzurunda yenmiş olduğu halde müdâhele etmemesi, bunun mübah olduğuna delildir. Kerâhet ise, kerahet-i tenzihiyedir."

Görüldüğü üzere keler eti meselesi oldukça münakaşa edilmiş bir husustur. Daha ziyâde Hanefîler kesin bir üslubla "helal" demekten kaçınmışlardır.

* Hadiste şu husus da görülmektedir:

Bir meselenin hükmüne açıklık kazandırmak için, şüphe edilen cihetin açıklanması gerekir. Resûlullah öyle yapmıştır ki: Keler etinden yememiş, yemeyiş sebebini açıklamıştır.

* Yemekten nefret ve onu hoş bulmamak, o yemeğin tahrîmini gerektirmez.

* Yemeklerden tiksinme hususunda herkes bir değildir. Bazılarının sevdiğinden diğerleri nefret duyabilir.

* Bir et kokmuş ise bunun yenmesi haram olmaz. Bu halde yiyebilecek kimse çıkabilir, yenmesi haram değildir.

* Kadının akrabaları eve girebilir, yeter ki koca rıza göstersin, izin versin.

* Akrabanın, hısımın,dostun evinden yemek yenir, bu caizdir.

* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ashâbıyla birlikte yemek yer, fırsat düştükçe et de yerdi.

* Resulullah, gaybı ALLAH bildirmedikçe bilmezdi. Sorarak öğrenmeyi tercih ederdi.

* Hz. Meymûne akıllı ve tedbirli bir kadındı ve Resulullah hakkında fevkalâde hayırhâhtı. Zira o, zekası ile, kelerden Resulullah´ın hoşlanmayacağını derhal kavramış, bilmeden yiyip sonradan rahatsızlık izhar etmesine gönlü razı olmamış, haberdar etmiştir. Gerçekten de feraseti onu yanıltmamıştır.

* Birinin bir şeyden tiksineceği melhuz ise bu saklanmamalı, kendisine haber verilmelidir, ta ki ondan bir zarara maruz kalmasın. Bu hal bazılarında görülür, muziplik olsun diye çevresi gizleyebilir. Sünnet bunu tasvib etmiyor.

7- İkinci hadiste, temas edilmesi gereken husus Benî İsraîl´den bir kavmin meshedilmesi meselesi.

Mesh: Bir canlının fıtratının değiştirilmesi, bir başka canlıya döndürülmesidir. Bununla daha ziyade, canlının daha aşağı, daha çirkin bir hale çevrilmesi ifade edilir. Mesh ilâhî bir ceza çeşididir. Kur´an-ı Kerim, yahudîlerden bir cemaatin mesh cezasına çarptırılarak maymunlara dönderildiklerini belirtir: "İçinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara "aşağılık birer maymun olunuz" dedik. Bunu, muasırlarına ve sonradan geleceklere bir ceza örneği ve ALLAH´a karşı gelmekten sakınanlara öğüt olsun diye yaptık" (Bakara 65-66). Keza Mâîde suresinde de bir kısım insanların ALLAH´ın gadabına uğrayarak "Maymunlar ve domuzlara çevrileceklerine temas edilmiştir" (60. âyet)

Şu halde Cenâb-ı Hakk, bir ceza çeşidi olarak tarihen bazı insanlara meshi uygulamış, insanken maymun ve domuz hâline çevirmiştir.

Sadedinde olduğumuz rivayette, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın keleri yemeyişi, İsrailoğullarından bir neslin keler şeklinde meshedilmiş olması sebebiyle, sofradaki kelerin onların devamı olma endişesinden ileri geldiği ifade edilmektedir. Ancak bu husus ülemânın büyük çoğunluğuyla vârid görülmemiştir. Çünkü meshe uğrayan kimselerin neslinin devam etmeyeceği, yine hadislerde açıklanmıştır. Taberi der ki: "Esasen hadiste, o kelerin meshedilenlerden olduğu hususunda Resûlullah´ın cezm´i (kesin iddiası) mevcut değildir. Aleyhissalâtu vesselâm, bunun onlardan olmasından korktuğunu beyan etmiş ve yemekten geri durmuştur. Resulullah, bunu da Cenab-ı Hakk´ın, Resulüne, meshe uğrayanların neslinin devam etmeyeceğini bildirmesinden önce söylemiş olmalı." Tahâvî de, meseleye böyle bir yaklaşımla cevap vermiş ve arkadan İbnu Mes´ud´dan yapılan şu rivayeti kaydetmiştir: "Resulullah sallallahu aleyhi vessellem´e: "Şu maymun ve hınzırlar meshedilen yahudilerden kalma mıdır?" diye soruldu. Aleyhissalâtu vesselâm: "ALLAH bir kavmi helak veya meshetti mi artık onlara bir nesil de devam kılmaz!" diye cevap verdi.

İslam´da âyet ve hadislerle sabit olan insanın maymun, domuz, keler gibi hayvan olması inancı ile insanlığın maymundan geldiğini söyleyen evrimci iddialar arasında hiçbir irtibatın olmadığını belirtelim. Biri, insanlığın aslını, tesadüflerle tekamül denen maymuna bağlarken, öbürü, şımaran ve azan insanın ilahî irade ve ilahî kudretle, bir ceza olarak tenzilen maymuna, domuza, kelere çevrildiğini belirtir. Birinde tesadüfî tekâmül, öbüründe irâdî tenzil vardır, bu bir cezadır.

Keza mesh´i, tenasuhcuların iddiası ile de karıştırmamak gerekir. Onlar hiç bir ciddi delile dayanmadan, insan ruhunun hayvan cesetlerinde yeniden dünyaya geleceğini iddia ederler. İslamiyet, ölen kimsenin bir daha dünya hayatına dönmeyeceğini kesin bir üslubla söyler.[79]



* TAVŞAN


ـ3905 ـ1ـ عن خالد بن الحويرث قال: ]صَادَ رَجُلٌ أرْنَباً فَجَاءَ بِهَا إلى عَبْدِاللّهِ ابنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فقَال: مَا تَقُولُ؟ فقَالَ قَدْ جِئَ بِهَا إلى رسولِ اللّهِ # وَأنَا جَالِسٌ مَعَهُ فَلَمْ يَأكُلْهَا وَلَمْ يَنْهَ عَنْ أكْلِهَا، وَزَعَمَ أنَّهَا تَحِيضُ[. أخرجه أبو داود .



1. (3905)- Hâlid İbnu´l-Huveyris (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam bir tavşan avladı ve Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´ ya gelip: "Ne dersiniz (bunun eti yenir mi?)" diye sordu. Abdullah: "Tavşan Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a da (böyle avlanıp) getirilmişti. Ben de o sırada yanında oturuyordum. Ondan ne yedi ne de onun yenmesini yasakladı, tavşanın hayız gördüğüne inanıyordu" dedi."[80] [Ebû Dâvud, Et´ime 27, (3792).]



ـ3906 ـ2ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]مَرَرْنَا فَانْفَجْنَا أرْنَباً بِمرِّ الظَّهْرَانِ فَسَعَوْا فَلَغَبُوا قال: فَسَعَيْتُ حَتّى أدْرَكْتُهَا فَأخذْتُهَا، وَأتَيْتُ بِهَا أبَا طَلْحَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْه، فَذَبَحَهَا بِمَرْوَةٍ، فَبَعَثَ مَعِى بِفَخِذِهَا إلى رَسُولِ اللّهِ # فَأكَلَهُ قِيلَ لَهُ: أكَلَهُ؟ قَالَ: قَبِلَهُ[. أخرجه الخمسة.»أنْفَجْنَا«: أثرنا .



2. (3906)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Yürüdük ve Merri´z Zahrân´dan bir tavşan kaldırdık. Arkadaşlarımız peşinden koştular ve (sonunda yakalamaktan) âciz kaldılar. Bu sefer ben koştum, yetiştim ve yakaladım. Onu (babalığım) Ebû Talha (radıyallahu anh)´a getirdim. O, tavşanı keskin bir taşla kesti. Budunu benimle Resulullah´a gönderdi. Resulullah onu yedi."

Enes´e: "Yedi mi, (gördün mü yediğini?)" diye sorulmuştu. Yani kabul etti" dedi."[81] [Buhârî, Sayd 32, 10, Hibe 5; Müslim, Sayd 53, (1953); Ebû Dâvud, Et´ime 27, (3791); Tirmizî, Et´ime 2, (1790); Nesâî, Sayd 25, (7, 196).]