๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Nisan 2010, 12:27:19



Konu Başlığı: Uğursuzluk ve Fal
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Nisan 2010, 12:27:19
 
Uğursuzluk ve Fal





UĞURSUZLUK VE FAL BÖLÜMÜ

Adva´
Tıyare
Fe´l
Safer
Gûl
Hâme
Iyâfe
Tark
Nev´


UĞURSUZLUK VE FAL BÖLÜMÜ


ـ4089 ـ1ـ عن بريدة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # َ يَتَطَيَّرُ مِنْ شَىْءٍ، وَكَانَ إذَا بَعَثَ عَامًِ سَألَ عَنِ اسْمِهِ، فَإنْ أعْجَبَهُ فَرِحَ بِهِ، وَرُؤِىَ بِشْرُ ذلِكَ فِى وَجْهِهِ وَإنْ كَرِهَ اسْمَهُ رُؤِىَ ذلِكَ فِي وَجْهِهِ. فَإذَا دَخَلَ قَرْيَةً سَألَ عَنِ اسْمِهَا، فَإنْ أعْجَبَهُ فَرِحَ بِهَا، وَإنْ كَرِهَهُ عُرِفَ ذلِكَ فى وَجْهِهِ[. أخرجه أبو داود .



1. (4089)- Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (halkın uğursuzluk çıkardığı) hiç bir şeyden uğursuzluk çıkarmazdı. Bir memur göndereceği zaman ismini sorardı, hoşuna giderse sevinirdi ve hatta bunun neşesi yüzünde görülürdü. İsimden hoşlanmazsa buda yüzünden belli olurdu. Bir köye girecek olsa onun da ismini sorardı, hoşuna giderse sevinirdi, hoşlanmazsa, bu yüzünden okunurdu." [Ebu Dâvud, Tıbb 24, (3920).][1]



AÇIKLAMA:



Bu rivayet, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Araplarda mevcut olan uğursuzluk inancını reddettiğini gösteren hadislerden biridir. Uğursuzluk inancı, farklı tezahürler altında pek yaygın olması sebebiyle, Resulullah bunu ortadan kaldırma sadedinde pek çok beyanlarda bulunmuş, tavırlar takınmıştır.

Tetâyur, teşâüm gibi kelimelerle ifade edilen uğursuzluğu reddeden Aleyhissalâtu vesselâm, tefâül denen hayra yormaktan hoşlanırdı. Göndereceği memurun veya gireceği köyün isminin güzel olmasından mennun olması bundandır. Kötü isimden hoşlanmaması uğursuzluk duymasından değil, tefâülün ortadan kalkmasındandır.

Resulullah tefâüle imkan tanımayan kötü isimleri güzelleriyle değiştirmiştir. Bunların bazı örneklerini daha önce kaydetmiştik.[2]

Resulullah sadece çirkin olan şahıs isimlerini değil, köy ve geçit gibi başka isimleri de değiştirmiştir. Aleyhissalâtu vesselâm´ın güzel isimle tefâül buyurmasının bir gayesinin, güzel isim koyma emrini mü´minlere benimsetme gayesine yönelik olduğu söylenebilir. Zira, çocuğa güzel isim verilmesine, çocuğun babası üzerindeki haklarından biri ilan edecek kadar ehemmiyet vermiştir. Bu emrin başka tedbirlerle de takviyesi gerekli idi.

Kötü ismin yasaklanmış olmasıyla ilgili olarak İbnu Melek bir başka yorum getirir. Kaydediyoruz: "Sünnet, kişinin çocuğu ve hizmetçisi için güzel isimleri tercih etmesini gerektirir. Zira kötü isimler de bazan kadere tevâfuk eder. Sözgelimi, Allah´ın kazası, çocuğunu Hasâret (zarar) diye isimlendiren kimseye de gelecek olsa bu adama veya çocuğuna gelen zararın, bazı kimseler, o isim sebebiyle geldiğine itikad ederler ve uğursuzluk çıkarmaya yeltenirler, onunla oturup kalkmaktan ve beraberlikten kaçınırlar."

Görüldüğü üzere, Resulullah´ın iyi ismi tercih etmesi, güzel isimlerden tefâül edip sevinç izhar etmesi, kötü isimden uğursuzluk çıkardığı ma´nâsına gelmez. Bilakis uğursuzluk çıkarma geleneği ile mücadele gayesini de taşır.[3]



ـ4090 ـ2ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # إذَا سَمِعَ كَلِمَةً أعْجَبَتْهُ قَالَ: أحَذْنَافَأْ لَكَ مِنْ فىكَ[. أخرجه أبو داود .



2. (4090)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hoşuna giden bir kelime işitince: ("Amin!"; "Dediğin çıksın!"; "Allah muradını versin!" ma´nâsında olmak üzere): "Senin uğurunu kendi ağzından işittik!" buyururlardı." [Ebu Dâvud, Tıbb 24, (3917).][4]



AÇIKLAMA:



Bu hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, hoşuna giden bir şey işitince اَخَذْنَا فَأْلَكَ مِنْ فِيكَ buyurduğunu haber vermektedir. İbareyi kelimesi kelimesine tercüme edince ma´nâ şu olur: "Senin uğurunu ağzından aldık." Dilimizde bu, fazla birşey ifade etmez. Öyleyse ma´nâyı tam olarak anlamak için, bu sözü söylendiği makam ve muhatabı da göz önüne almamız, hatta aynı muhtevada gelmiş benzer başka rivayetleri de görmemiz gerekmektedir. Nitekim, Ebu Nuaym´ın et-Tıbb´da kaydettiği bir rivayette, Aleyhissalâtu vesselâm, hoşuna giden sözü sarfeden kimseye يَا لَبَّيْكَ نَحْنُ اَخَذْنَا فَأْلَكَ مِنْ فِىك karşılığında bulunuyor. Burada, baştaki "Yâ lebbeyk" ibaresi, dilimizdeki "Buyurun!"; "Başüstüne!"; "Tamam!" "Olsun!" gibi tabirlerin yerine geçen bir sözdür. Öyleyse Aleyhissalâtu vesselâm bu ifadeleriyle, güzel bir söz sarfeden muhatabını teşci etmek, ferahlatmak, ümidini artırmak maksadına raci olmak üzere "Senin uğrunu, karşılaşacağın iyi sonucu, senin ağzından işittik, muradına eresin!" ma´nâsında bu ifadeyi kullanmıştır. Metnin tercümesini bu telakki çerçevesinde yaptık.

Müteakip iki hadisle ilgili açıklamalar bu anlayışımızın isabetliliğine delil olacaktır.[5] رَبَّنَا َ تُؤاخِذْنَا إنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَأْنَا



ـ4091 ـ3ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ #: كَانَ يُعْجِبُهُ إذَا خَرَجَ لِحَاجَةٍ أنْ يَسْمَعَ يَا رَاشِدُ يَانَجِيحُ[. أخرجه الترمذي .



3. (4091)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir ihtiyacı görmek üzere (yola) çıktığı zaman yâ râşid (uğurlar olsun) yâ necîh (hayırlı muvaffakiyetler) temennîlerini işitmekten hoşlanırdı." [Tirmizî, Siyer 47, (1616).][6]



AÇIKLAMA:



Bir iş için çıktığı zaman Resulullah´ın işitmeyi arzu ettiği kelimeler "Yâ râşidyâ necîh"dir. Râşid, dilimizdeki rüşd´den gelir,doğru yolu bulan demektir. Necîh de ihtiyacı görülen yani muradına eren demektir.

Bu tabirlerin dilimizdeki tam karşılığını bulmak için bu makamda söylediğimiz tabirleri aramamız gerekir. Gayeli olarak yola çıkan kimseye, ayrılışı sırasında, "Uğurlar olsun! Allah rast getirsin!" deriz . Öyleyse yâ râşid, yâ necîh -bazı rivayetlerde, ya vâcid- gibi tabirleri "İstikametten ayrılmayasın"; "Doğrulukta muvaffak olasın!" "Güle güle"; "Hayırlı işler!"; "Hayırlı muvaffakiyetler!" gibi hem dua, hem nezaket, hem örf ve âdâb makamında söylenen sözlerimizle karşılamamız gerekecektir.[7]



ـ4092 ـ4ـ وعن عروة بن عامر القرشى رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]ذُكِرَتِ



الطِّيَرَةُ عِنْدَ رَسُولِ اللّهِ #: فقَالَ: أحْسَنُهَا الْفَألُ، وََ تَرُدُّ مُسْلِماً. فَإذَا رَأى أحَدُكُمْ مَا يَكْرَهُ فَلْيَقُلِ: اللَّهُمَّ َ يَأتِي بِالْحَسَنَاتِ إَّ أنْتَ، وََ يَدْفَعُ السَّيّآتِ إَّ أنْتَ وََ حَوْلَ وََ قُوَّةَ إَّ بِكَ[. أخرجه أبو داود .



4. (4092)- Urve İbnu Âmir el-Kureşî radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında uğursuzluktan bahsedilmişti. Buyurdular ki:

"Bunun en iyisi fe´l (uğur çıkarma)dır. (Uğursuzluk inancı) bir müslümanı yolundan alıkoymasın. Biriniz, hoşlanmadığı bir şey görecek olursa şu duayı okusun: "Allahümme la ye´ti bi´lhasenâtı illâ ente ,ve lâ yedfe´u´s-Seyyiâti illâ ente velâ havle ve lâ kuvvete illâ bike. (Allahım! Hayrı ancak sen verebilirsin, kötülüğü de ancak sen defedebilirsin. (İbadet, çalışma, korunma vs. için muhtaç olduğumuz) güç ve kuvvet de ancak sendendir.)" [Ebu Dâvud, Tıbb 24, (3919).][8]



AÇIKLAMA:



1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), yanında "uğursuzluk" bahsi açılınca, uğursuzluğa inanmanın değil, uğura inanmanın daha iyi olduğunu söyler. Bu hususu İbnu´l-Esîr, en Nihaye´de şöyle açıklar: "Resûlullah fe´l´i yani uğur çıkarmayı sevmiştir, çünkü insanlar, Allah´tan hayır geleceği emelinde olur ve her bir zayıf veya kuvvetli sebeple bile Allah´ın yardımını ümîd ederlerse hayır üzere olurlar. (Beklediklerine eremeyerek) ümidleri boşa bile çıkmış olsa ümid onlar için yine de daha hayırlıdır. Çünkü Allah´ın rahmetine emel etmeyip, ümidlerini kesecek olsalar bu onlar için mutlak şerdir. Uğursuzluğa gelince bunda Allah hakkında su-i zanda bulunmak, belanın gelmesini beklemek vardır. Tefâülün (uğura inanmanın) ma´nâsı şunun gibidir: Hasta bir adam varıp işittiği bir sözle tefâül eder, yâni bir başkasının "yâ sâlim (selamete eresin)" dediğini işitir veya yitiğini arayan bir adam da, bir başkasının "Yâ vâcid (aradığını bulasın)" dediğini işitir. O vakit birinin içine sıhhate kavuşacağı, diğerinin içine de yitiğini bulacağı hususunda bir ümid ışığı doğar... Nitekim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a: "Fe´l nedir?" diye sorulunca "Güzel sözdür" diye târif etmiştir.

2- Resûlullah, uğursuzluk inancının, müslümanı, yapacağı işten alıkoymamasını tavsiye etmektedir. Çünkü müslüman, hayır ve şer her şeyin Allah´tan olacağına inanması sebebiyle, ona terettüp eden ve muvafık olan şey, bütün, işlerinde Allah´a tevekküldür. Allah ve Resûlünün emirlerine uyarak meşru şekilde esbâba tevessül eder, aklın, şeriatın ışığında elinden geleni yapar, neticeyi tevekkülle Allah´a bırakır. Karşısına çıkan kimseden, kuşun sağa veya sola uçmasından uğursuzluk çıkararak başladığı işi yarıda bırakıp geri dönmez. "Uğursuzluk inancı bir müslümanı yolundan alıkoymasın"ın ma´nâsı budur.

3- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), insanlardaki bir zaaf sebebiyle, uğursuzluk inancından tamamen kurtulamıyabileceklerini nazar-ı dikkate alarak, bu hisse kapılanlara bir rukye (dua) tavsiye ediyor. Kişi öyle durumlarda bunu okuyup işine devam etmelidir.[9]



ـ4093 ـ5ـ وعن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: الطِّيَرَةُ شِرْكٌ قَالَهَا ثَثاً، وَمَا مِنَّا إَّ. وَلكِنَّ اللّه يُذْهِبُهُ بِالتَّوَكُّلِ[. أخرجه أبو داود والترمذي .



5. (4093)- İbnu Mes´ûd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir. (İhtiyarsız kalbine uğursuzluk vehmi gelip içinde bazı şeylere karşı neferet duyan) hâriç bizden kimsede bu yoktur. Lakin Allah onu tevekkülle giderir."[10] [Ebu Dâvud, Tıbb 24, (3910); Tirmizî, Siyer, 47, (1614).][11]



AÇIKAMA



1- Burada uğursuzluğa inanmak şirk ilan edilmektedir. Âlimler şöyle izah ederler: "Bir kimsenin kendisine zarar veren, fayda celbeden şeyler olduğuna inanması sebebiyle şirke düşer. Eğer bir de bu inancın mûcibiyle amel ederse sanki Allah´a şirk koşmuş olur ve buna şirk-i hafî denir. Bir de Allah dışında bir şeyin müstakillen zarar ve fayda vereceği itikadına düşerse bu şirk-i celî olur." el-Kâdî der ki: "Resulullah bunu şirk olarak isimlendirdi, çünkü Araplar uğursuz addettikleri şeyi kötülüğün hâsıl olmasında müessir bir sebep biliyorlardı. Esasen esbaba tesir vermek şirk-i hafîdir. Buna bir de cehâlet ve kötü itikad inzimâm edince durumun ne olacağı açıktır.

2- Resûlullah´ın "uğursuzluk çıkarmak şirktir" diye üç kere tekrarı, mesele hususundaki zecri mübalağalı kılmak, müessiriyeti artırmak içindir.

3- Hadîsin sonunda, kalbe eski alışkanlıktan ötürü veya ihtiyarsız olarak uğursuzluk düşüncesinin ârız olması sebebiyle hâsıl olacak zarar vehiminin Allah´a tevekkül sayesinde bertaraf olacağı belirtiliyor.[12]



ـ4094 ـ6ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسولُ اللّهِ #: َ عَدْوَى وََ طِيَرَةَ، وَيُعْجِبُنِي الْفَألُ قالُوا: وَمَا الْفَألُ؟ قالَ: كَلِمَةٌ طَيِّبَةٌ[. أخرجه الخمسة إ النسائي.وزاد البخاري، قال: ]وَيُعْجِبُنِي الْفَألُ الصَّالِحُ، الْكَلِمَةُ الْحَسَنَةُ[ .



6. (4094)- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ne sirayet (bulaşma), ne de uğursuzluk vardır. Benim fe´l hoşuma gider." Yanındakiler sordu: "Fe´l nedir?"

"Güzel bir sözdür!" buyurdu."

Buhârî´nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Benim, dedi, fe´l-i sâlih, güzel bir kelime hoşuma gider." [Buhârî, Tıbb 44, 54; Müslim, Selam 113, (2224); Ebu Dâvud, Tıbb 24, (3916); Tirmizî, Siyer 47, (1615).][13]



ـ4095 ـ7ـ وعن سهل بن سعد رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إنْ كَانَ )يَعْنِي الشُّؤْمَ( في شَىْءٍ فَفِي الْفَرَسِ وَالْمَرأةِ وَالْمَسْكَنِ[. أخرجه الثثة .



7. (4095)- Sehl İbnu Sa´d (radıyallahu anh): "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir şeyde (uğursuzluk) olsaydı, bu atta, kadında, meskende olurdu." [Buhârî, Cihad 47, Nikah 17; Müslim, Selam 119, (2226); Muvattâ, İsti´zân 21.][14]



ـ4096 ـ8ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ عَدْوَى وََ صَفَرَ وََ غُولَ[. أخرجه مسلم.يقال »الصَّفَرُ« حية في البطن تصيب ا“نسان إذا جاع فتؤذيه، وكانت العرب تزعم أنها تعدي، وقيل هو تأخير المحرم إلى صفر وهو النسئ الذي كانت الجاهلية تفعله فأبطله ا“سم .



8. (4096)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ne sirâyet, ne safer, ne de gûl vardır." [Müslim, Selam 109, (2222).][15]



ـ4097 ـ9ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: َ عَدْوَى وََ صَفَرَ وََ هَامَةَ. قَالَ أعْرَابِيٌّ: يَا رسولَ اللّهِ، مَا بَالُ ا“بِلِ تَكُونُ فى الرَّمْلِ كَأنَّهَا الظِّبَاءُ فَيَأتِىَ الْبَعِيرُ ا‘جْرَبُ فَيَدْخُلُ فِيهَا فَيُجْرِبُهَا. فقَالَ #: فَمَنْ أعْدَى ا‘وَّلَ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .



9. (4097)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ne sirâyet, ne safer ne de hâme vardır!" Bunu işiten bir bedevî atılıp:

"Ey Allah´ın Resulü! Öyle de, kumda geyik gibi olan develer, uyuzlu bir deve aralarına girince hepsine uyuz bulaşması nasıl oluyor?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm şu cevabı verdi: "Peki, birinciye kim sirâyet ettirdi?" [Buhârî, Tıbb 54; Müslim, Selam 101, (2220); Ebu Dâvud, Tıbb 24, (3911, 3912, 3913, 3914, 3915).][16]



ـ4098 ـ10ـ وعن قطن بن قبيصة عن أبيه رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سمعتُ رسولَ اللّهِ # يَقُولُ: الْعِيَافَةُ وَالطِّيَرَةُ وَالطّرْقُ مِنَ الْجِبْتِ[. أخرجه أبو داود.»العِيَافَةُ« زجر الطير والتفاؤل بها كانت العرب تفعله.و»الطَّرْقُ« الضرب بالحصى وقيل هو الخط في الرمل، وفي كتاب أبي داود: إن »الطَّرْقَ« الزجر.و»العيافة« الخط.و»الجبْتُ« كل ما عبد من دون اللّهِ وقيل هو الكاهن والشيطان .



10. (4098)- Katan İbnu Kubeysa babası (radıyallahu anh)´tan naklen anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın şöyle söylediğini işittim: "İyâfe, tıyere, tark sihirdendir." [Ebu Dâvud, Tıbb 23, (3907).][17]