๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 01 Mayıs 2010, 13:20:55



Konu Başlığı: Sohbet
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 01 Mayıs 2010, 13:20:55
Sohbet


BİRİNCİ FASIL
ERKEĞİN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKLARI
İKİNCİ FASIL
KADININ KOCA ÜZERİNDEKİ HAKKI
ÜÇÜNCÜ FASIL
SOHBET ÂDÂBI
DÖRDÜNCÜ FASIL
MECLİS (OTURMA) ÂDÂBI
BEŞİNCİ FASIL
ARKADAŞIN VASFI
ALTINCI FASIL
KARŞILIKLI SEVME VE SAYMA
YEDİNCİ FASIL
DAYANIŞMA VE YARDIMLAŞMA
SEKİZİNCİ FASIL
İZİN TALEBİ
DOKUZUNCU FASIL
SELAMLAŞMA
ONUNCU FASIL
MÜSAFAHA
ONBİRİNCİ FASIL
HAPŞIRMA VE ESNEME
ONİKİNCİ FASIL
HASTA ZİYARETİ VE FAZİLETİ
ONÜÇÜNCÜ FASIL
BİNME VE TERKİYE BİNDİRME
ONDÖRDÜNCÜ FASIL
KOMŞULUK HAKKI
ONBEŞİNCİ FASIL
KÜSÜŞME
ONALTINCI FASIL
KUSURLARI ARAŞTIRMA VE ÖRTME
ONYEDİNCİ FASIL
KADINLARA BAKMAK
ONSEKİZİNCİ FASIL
MÜTEFERRİK HADİSLER


UMUMİ AÇIKLAMA


Arapçadaki aslî mânasına oldukça yakın bir kullanışla dilimize de girmiş bulunan sohbet, beraber olmak, arkadaşlık etmek, karşılıklı münâsebette bulunmak, mülâzemet etmek gibi mânalara gelir. Dilimizde daha ziyade karşılıklı olarak dostça, samimi duygularla konuşmaya sohbet deriz. Sözgelimi telefonla konuşma sohbet´e girmez, daha ziyade beraberlik aranır. Tatsız bir konuşmaya da sohbet demeyiz, hattâ resmiyetin girdiği konuşma da sohbetin dışında kalır. Sadedinde olduğumuz bölümde sohbet´e daha geniş bir mana ile, insanî beraberlikler girmektedir. Karı-koca beraberliği, bu beraberlikten doğan haklar, komşuluk, yolculuk beraberlikleri, bu beraberliklerde ortaya çıkan hukuk, âdab; ziyâretler, ziyaret âdabı; dayanışma, selamlaşma, küsüşme, barışma; kadınlara bakmak, dedikodu, tecessüs, kusurları araştırmak vs...

Bölümün fasıl başlıklarından da anlaşılacağı üzere sohbet´le, medeniyyü´n-bıttab yani yaratılış icabı medenî kabul edilen insanın medeniliği gereği hasıl olan içtimaî münâsebetlerin pek çoğu kastedilmektedir. İnsan hayatının her safhasına ışık tutup en iyi tarzı, en güzel istikâmeti, her hususta ilahi değerleri beyan eden din-i mübin-i İslâm, beşeri sohbetin Allah´ın rızasına uyacak, insanları kâmil mânada saadet ve maâliyata götürecek edeb ve âdabı da beyan etmiştir. Şu halde sadedinde olduğumuz bölümde bu âdabı açıklayan hadisleri göreceğiz. "Sohbetler"imizi bu âdab çerçevesinde yürüttüğümüz ölçüde imanî samimiyetimiz ortaya çıkacak ve İslamımız tezahür edecek ve Allah´ın mü´minlere vaadettiği nimetlere yine o nisbette mazhar olma liyakatını kazanacağız.

Tevfik Allah´tandır.[1]



BİRİNCİ FASIL

ERKEĞİN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKLARI


ـ3293 ـ1 -عن أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَوْ كُنْتُ آمِرًا أَحَدًا أَنْ يَسْجُدَ ‘َمَرْتُ الزَّوْجَةَ أَنْ تَسْجُدَ لِزَوْجِهَا[. أخرجه الترمذي .



1. (3293)- Hz. Hüreyre (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim."[2]



AÇIKLAMA:



Dinimiz, Allah´tan başkasına secdeyi şiddetle yasaklamış ve haram kılmıştır. Resulullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) İslamî esaslara göre işleyecek, ailedeki kocanın hanımı karşısındaki hukukunun büyüklüğünü ifade etmek için böyle mübalağalı bir üslûba başvurmuştur. İslam´da âile dirliği kocanın hakimiyetine dayandırılmıştır. Ayet-i kerime, âilede erkeğin reisliğini esas kılmıştır, ama bunu nafaka temin etme sebebine bağlamıştır. Nafakanın te´mini itaati gerektiren bir hukuk getirmektedir. Ayet aynen şöyle: "Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. O sebeple ki, Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadından) üstün kılmıştır. Bir de (erkekler kendi) mallarından infak etmektedirler. İyi kadınlar itaatli olanlardır..." (Nisa 34).

Aile dirliği büyük ölçüde itaate dayandığı için, itaat meselesi birçok hadiste tekrar tekrar ele alınarak te´yid edilmiştir. Tirmizî yukarıdaki hadisi kaydettikten sonra bu mevzuda Mu´az İbnu Cebel, Sürâka İbnu Mâlik, Hz. Aişe, İbnu Abbâs, Abdullah İbnu Ebi Evfâ, Talk İbnu Ali, Ümmü Seleme, Enes ve İbnu Ömer (radıyallahu anhüm ecmâîn)´den de rivayetler olduğunu belirtir. Bunların hepsini burada kaydetmek uzun kaçar. Abdullah İbnu Ebi Evfâ´nın rivayeti şöyle:

"Mu´az İbnu Cebel (radıyallahu anh) Şam´dan dönmüştü, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a secde etti.

"Ey Muaz bu da ne?" diye sorunca:

"Şam´a gitmiştim. Orada insanların piskopos ve patriklerine secde ettiklerini gördüm. Bunu sana yapmak, içimden geçti" dedi. Bunu işiten Efendimiz:

"Sakın bunu yapmayın. Eğer ben bir kimsenin Allah´tan başka birine secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed´in nefsi kudret elinde olan Zât´a yemin ederim, kadın kocasına olan hakkını eda etmedikçe Rabbine olan hakkını eda edemez. Kocası, nefsini taleb etse, kadın havid üzerinde bile olsa bunu men edemez."

Hz. Enes´in rivayeti de şöyle: "Bir insanın diğer bir insana secdesi doğru olmaz, şayet doğru olsaydı, üzerindeki hakkının büyüklüğü sebebiyle kadının kocasına secde etmesini emrederdim..."[3]



ـ3294 ـ2 -وَعَنْ أم سلمة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قَالَت: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَيُّمَا امْرَأةٍ مَاتَتْ وَزَوْجُهَا عَنْهَا رَاضٍ دَخَلَتِ الْجَنَّةَ[. أخرجه الترمذي .



2. (3294)- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer."[4]



ـ3295 ـ3 -وَعَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ مَا مِنْ رَجُلٍ يَدْعُو امْرَأَتِهِ إِلَى فِرَاشِهِ فَتَأْبَى عَلَيْهِ إَّ كَانَ الَّذِي فِي السَّمَاءِ سَاخِطًا عَلَيْهَا حَتَّى يَرْضَى عَنْهَا زَوْجُهَا[ .



3. (3295)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl´e yemin ederim, bir erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan râzı oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler."[5]



ـ3296 ـ4 -وفي رواية: ]إِذَا دَعَا الرَّجُلُ اِمْرَأَتَهُ إِلَى فِرَاشِهِ فَأَبَتْ أَنْ تَجِئَ فَبَاتَ غَضْبَانَ لَعَنَتْهَا الْمََئِكَةُ حَتَّى تُصْبِحَ، وَفِي رِوَايَةِ. حَتَّى تَرْجِعَ[ .



4. (3296)- Bir başka rivâyette şöyle denmiştir: "Erkek, kadınını yatağına çağırır, kadın da gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir rivayette yatağa gelinceye kadar- kadına lânet okurlar."[6]



ـ3297 ـ5 -وفي رواية: ]إِذَا بَاتَتْ الَمْرَأةُ مُهَاجِرًَ فِرَاشَ زَوْجِهَا لَعَنَتْهَا الْمََئِكَةُ[. أخرجه الشيخان وأَبُو دَاوُد .



5. (3297)- Bir başka rivâyette: "Kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lanetler" denmiştir.[7]



AÇIKLAMA:



Bazı hadislerde kadının başta gelen vazifeleri arasında zikredilen taat´ın mühim maddelerinden biri, yatağa icâbettir. Erkek yatağa dâvet edince, buna icabet etmesi gerekmektedir. Bazı hadîslerde: "Fırın üzerinde olsa bile.." veya "Havıd (deve semeri) üzerinde olsa bile..." diye, yani "yanda bırakılması zor olan bir işte bile olsa mutlaka emre icabet etsin" manasında te´kid edilmiştir.

Yukarıdaki rivâyetler sebepsiz, meşru olmayan bir mâzerete emre icâbet etmeyen, kocasının yatak dâvetine uymayan kadının bu davranışına terettüp eden mânevî müeyyideyi beyan etmektedir: Kocasının davetine icâbet edinceye, kocasını razı ve memnun kılıncaya kadar meleklerin lânetine maruz kalmak... Mü´mine bir kadın için bu pek büyük bir hasâret ve zarardır.

Şârihler, "yatak" kelimesiyle münâsebet-i cinsiye´nin kinaye edildiğini belirtirler. Utanma vesilesi olan meselelerin zikrinde Kur´an ve hadiste sıkça kinâyeye başvurulmuştur, örneği çoktur...

Hadiste geçen "sabah oluncaya kadar..." ibâresi, imtina hâdisesinin geceye mahsus olduğu intibâını vermekte ise de, bu hal, kadının gündüzleri olacak davete imtinaına cevaz vermez. Gecenin zikri, istirahat ve yatma vaktinin gece olması, gündüzleri maişet kazanma meşguliyetinin galebe çalması sebebiyledir. Ayrıca bazı hadislerde, "gece" veya "gündüz" ayırımına yer verilmeden aynı durum mevzubahis edilmiştir.

Hz. Câbir´in bir rivayeti şöyle: "Üç kişinin namazı kabul edilmez ve hiçbir hayırları semaya yükseltilmez:

* Geri dönünceye kadar, kaçan köle;

* Ayılıncaya kadar, sarhoş;

* Râzı edinceye kadar, kocasını darıltan kadın."

3296 numaralı rivayette geçen "erkek öfkeli olarak sabahlarsa" ifadesi, kadının her icâbet etmeme hâlinin aynı derecede olmadığını belirtir. Yani erkek, kadının gelmeyişini mâzur addetmiştir veya çağırma hakkından vazgeçmiştir ve hanımına bu davranışı sebebiyle kızmamıştır. Şu halde yatağa gelmeme halleri, aynı mânevî müeyyideyi icâb ettirmemektedir. Kadının yataktan ayrı sabahlaması meselesi de böyle.

Mühelleb, sadedinde olduğumuz hadislerden hareketle: "Bedenlerdeki olsun, mallardaki olsun hukukun men edilmesi, mağfiretiyle örttükleri hariç, Allah´ın gadabını gerektiren durumlardır" der ve hadisten şu hükmü çıkarır:

"Hadis, müslüman âsiye, eyleme geçmesini önlemek için, korkutma maksadıyla lânette bulunmanın câiz olduğunu göstermektedir. Şâyet fiili işlerse, ona lânet değil, af ve hidâyet duasında bulunmak gerekir."

Bazı âlimler bu istidlali hoş karşılamamışlar ve demişlerdir ki: "Müslüman için, rahmetten uzak olması mânasına lânet okumak uygun değildir. Muvafık olanı, onun için hidayet, af ve mâsiyetten dönmesi için dua etmektir. Lâneti tecviz edenler, lânetin örfi mânasını düşünmüş olmalıdırlar: Bu da, kötü söz söylemek mânasına olan sebbetmektir. Bunun da caiz olduğu durum, günaha düşenin bu kötü sözden ders alıp, utanma ve dönüş yapma hâline bağlıdır. Sadedinde olduğumuz hadiste meleklerin bunu yapmış olması, insanların da lânet okumasına mutlak cevâzı ifade etmez."

Bazı âlimler hadisten şu hükümleri de çıkarmıştır:

* Melekler, mâsiyet ehline, mâsiyete devam ettikleri müddetçe beddua etmektedirler. Bu onların, itaat edenlere de taatte oldukları müddetçe hayır dua ettiklerini ifâde eder.

* Meleklerin duası, hayra da olsa şerre de olsa makbuldür. Bu sebeptendir ki, Aleyhissalâtu vesselâm, onların duasıyla korkutmuştur.

* Kocaya yardım ve rızasını aramaya irsâd var.

* Erkeğin cimayı terketmeye sabrı, kadınların sabrından daha zayıftır.

* Erkeğe en kuvvetli teşviş nikah yönünden gelmektedir. Bu sebeple Şârî bilhassa bu hususta kadının yardımcı olmasına ehemmiyet atfetmiş, teşriatta bulunmuştur.

* Hadis, hiçbir meselesini ihmâl etmeyip, herhangi bir, arzusuna mümânaat edeni bile meleklerin bedduasına mazhar etmek suretiyle alakasını gösteren, hukukunu koruyan Allah´a, erkeğin bu nimetlerine bedel, itaat etmesi, ibadetlerine sabır göstermesi gereği anlaşılır. Evet kula düşen, Rabbinin kendinden taleb ettiği hakları yerine getirmektir. Aksi takdirde onun davranışı, ihsanı bol bir zengine muhtaç durumda olan fakirin gösterdiği kabalık ve nankörlükten daha çirkin kaçar.[8]



ـ6 ـ69 -وَعَنْه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قِيلَ يَا رَسُولَ للّهِ أَيُّ النِّسَاءِ خَيْرٌ؟ قَالَ الَّتِي تَسُرُّهُ إِذَا نَظَرَ، وَتُطِيعُهُ إِذَا أمَرَ، وََ تٌخَاِلِفُهُ فِي نَفْسِهَا وَمَالِهَا بِمَا يَكْرَهُ[. أخرجه النسائي .



6, (3298)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah´ın Resulü! dendi, hangi kadın daha hayırlıdır?"

"Kocası bakınca onu sürura garkeden, emredince itaat eden, nefis ve malında, kocasının hoşuna gitmeye şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!" diye cevap verdi."[9]



ـ3299 ـ7 -وَعَنْ عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ يُسْأَلُ الرَّجُلُ فِيمَ ضَرَبَ امْرَأَتَهُ؟[. أخرجه أَبُو دَاوُد .



7. (3299)- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz."[10]



AÇIKLAMA:



1- Dinimiz, bazı şartlarla kadınların dövülebileceğini kabul eder. Bu husus Kur´an-ı Kerim´in şu âyetiyle sabittir:

"Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihâyet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerinde yol aramayın..." (Nisa 34).

* Görüldüğü üzere, kadın keyfi değil, itaatsizliği sebebiyle -Bagavi´nin ifadesiyle "Nikah´ın getirdiği hakların yerine getirilmemesi halinde" - dövülebilecektir. Âyette geçen nüşûz, sivrermek, karşı gelmek, dik başlılık etmek gibi mânalara gelir.

* Nüşûz´undan korkulan kadınlar hemen dövülmez:

** Önce nasihat edilir.

** Nasihattan anlamazsa, ceza olarak yatakta yalnız bırakılır.

** Bundan da anlamazsa en son safhada dövülür. Veda hutbesinde, kadınların şiddetli (yaralayıcı) olmayacak şekilde dövülmesi emredilmiştir.

* Dövmede İslâm´ın vaz´ettiği başka kayıtlar da var:

** Başa vurulmamalıdır.

** Vücudun tehlikeli noktalarına da vurulmamalıdır.

** Çubuk, bükülü mendil gibi yaralayıcı olmayan bir şeyle vurulmalıdır.

** Darbe sayısı had cezası miktarından aşağı olmalıdır. Sayı hususunda ûlemâ ihtilaf eder. Te´dibî vurmaların üç darbeyi geçmemesi umumiyetle benimsenmiştir. Ona kadar vurulabileceğini, hatta daha fazla sayıda vurulabileceğini de söyleyenler olmuştur.

2- Kocasına, niçin dövdüğünün sorulamayışını âlimler kayda bağlamışlardır. Bu yasak mutlak değildir: "Eğer, dinin cevaz verdiği hudud çerçevesinde dövmüşse" denmiştir.

Şu halde dinin meşru kıldığı şartların dışına çıkarak dövülmesi halinde erkek muâheze edilebilir. Sözgelimi, yaralayıcı şekilde dövmüşse meşru hududu dışarı çıkmış demektir.[11]



ـ3300 ـ8 -وَعَنْ أَبِي سَعِيدِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]جَاءَتْ امْرَأَةُ صَفْوَانَ بنِ الْمُعَطِّلِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ إِلَى رَسُولِ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَصَفْوَانُ عِنْدَهُ. فَقَالَتْ: يَا رَسُولَ للّهِ زَوْجِي يَضْرِبُنِي إِذَا صَلَّيْتُ، وَيُفَطِّرُنِى إِذَا صُمْتُ، وََ يُصَلِّي صََةَ الْفَجْرِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ. فَسَأَلَهُ عَمَّا قَالَتْ. فَقَالَ يَا رَسُولَ للّهِ: أَمَّا قَوْلُهَا يَضْرِبُنِي إِذَا صَلَّيْتُ! فَإِنَّهَا تَقْرَأُ بِسُورَتَيْنِ وَقَدْ نَهَيْتُهَا. فَقَالَ لَهَا رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَوْ كَانَتْ سُورَةً وَاحِدَةً لَكَفَّتِ النَّاسِ، وَأَمَّا قَوْلُهَا يُفَطِّرُنِي إِذَا صُمْتُ فَإِنَّهَا تَنْطَلِقُ تَصُومُ وَأَنَا رَجُلٌ شَابٌّ َ أَصْبِرُ. فَقَالَ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: َ تَصُومُ امْرَأَةٌ إَِ بِإِذْنِ زَوْجِهَا، وَأَماَّ قَوْلُهَا إِنِّي أُصَلِّي حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ فَإِنَّا أَهْلُ بَيْتٍ قَدْ عُرِفَ لَنَا ذَلِكَ َ نَكَادُ نَسْتَيْقِظُ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ. فَقَالَ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. فَإِذَا اسْتَيْقَظْتَ يَا صَفْوَانُ فَصَلِّ[. أخرجه أَبُو دَاوُد .

8. (3300)- Ebu Sa´îd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Safvân İbnu Muattâl (radıyallahu anh)´ın hanımı, yanında Safvân´da bulunduğu bir anda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek:

"Ey Allah´ın Resulü, namaz kıldığım zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttuğum zaman da orucumu bozduruyor, güneş doğuncaya kadar da sabah namazını kılmıyor!"dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hanımının bu söyledikleri hakkında Safvân´a sordu. Safvân:

"Ey Allah´ın Resulü! "Namaz kıldığım zaman dövüyor" sözüne gelince, o zaman (bir rekatte uzun) iki sûre okuyor. Halbuki ben bunu yasakladım" dedi. Resulullah kadına:

"İnsanlara tek surenin okunması yeterlidir" buyurdu. Safvân devam etti:

"Oruç tuttuğum zaman bozduruyor" sözüne gelince, "Hanımım oruç tutup duruyor.

Ben gencim, hep sabredemiyorum." dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Bir kadın kocasının izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!" buyurdular. Safvân devamla:

"Güneş doğuncaya kadar sabah namazı kılmadığım sözüne gelince, biz (gece çalışan) bir âileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakın yatınca) güneş doğuncaya kadar uyanamıyoruz" diye açıklama yaptı. Aleyhissalatu vesselam:

"Ey Safvân, uyanınca namazını kıl!" buyurdular."[12]



AÇIKLAMA:



1- Safvân (radıyallahu anh)´ın hanımı namazda iki uzun sûre okur olmalı ki müdahale mevzuu olmuştur. Tîbî: "Tek surenin okunması mevzubahis ise, bu Fatiha suresi olmalıdır" der.

2- Hattâbî bu hadîste bazı fıkhî bilgilerin bulunduğuna dikkat çeker:

* Erkeğin hanımından istifadesi için belli bir vakit yoktur, bütün ahvâlde caizdir.

* Erkeğin hakkını kullanmasına kadın mümânaat edecek olursa, erkek onu şiddetli olmayacak şekilde dövebilir.

Kadın hacc için ihrama girecek olursa erkek ona mâni olabilir, hacca göndermeyebilir. Zira, erkeğin kadın üzerindeki hakkı muacceldir, Allah´ın hakkı ise muahhardır. Atâ İbnu Ebî Rebah böyle hükmeder. Bütün imamlar, nâfile haccına erkeğin mâni olabileceğinde ittifak ederler.

3- Safvân İbnu Muattal ailesi geceler boyu su çeker, sabaha doğru yatarlardı. Bu hadisi bir kısım şarihler ihtiyatla karşılamıştır. Hem senetçe zayıf, hem de metinde nekâret vardır: Namazda tek sureye ruhsat, sabah namazının güneşin doğmasına kadar te´hir edilmesine ruhsat gibi. Azîmâbâdî şu açıklamayı dermeyan eder: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın: "Uyanınca namazını kıl!" sözü -hadisin sahih olması halinde- dikkat çekici bir ruhsattır. Cidden ilâhî bir lütuftur, Resulullah´tan ümmetine bir rıfkı, bir şefkatidir. Safvân´ın işi sanki fıtrî bir meleke haline gelmiş ve çalışma âdeti onu istilâ etmiş ve artık ondan vazgeçmesi imkânsız hale gelmiş gibidir. Bu durumda, bu halin sahibi, kendisine baygınlık gelen kimse menzilesindedir, mazur addedilir, ayıplanmaz. Mamafih bu halin her zaman değil, bazen ârız olması da muhtemeldir. Bu da yanında uyandırıp uykusunu açacak birilerinin olmamasından ileri gelebilir. Böylece uyku, güneş doğuncaya kadar devam etmiş olabilir. Bu durum her zaman değil arada sırada olan bir haldir. Çünkü insanın her vakit böyle olması ihtimalden uzaktır. Dolayısıyla arada sırada bu durumla karşılaşan insan hakkında namazı vaktinde kılmaktan kaçıyor diye düşünmek câiz olmaz".

4- Şunu da kaydedelim ki, hadisi bazı alimler sened yönüyle ihticac edilemeyecek kadar zayıf addedmiş, metnindeki hüküm yönüyle de münker bulmuştur: "Bilhassa sabah namazının güneş doğduktan sonra kılınmasına Resulullah´ın ruhsat vermesi oldukça uzak bir ihtimaldir, bir yanlışlıktır" demişlerdir.[13]



ـ3301 ـ9 -وَعَنْ أَبِي الورد بن ثُمامة قَالَ: ]قَالَ عَلِيٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ِبْنَ أغْيَدَ أَ أُحَدِّثُكَ عَنِّي وَعَنْ فَاطِمَةَ بِنْتِ رَسُولِ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَكَانَتْ مِنْ أَحَبِّ أَهْلِهِ إِلَيْهِ؟ قُلْتُ بَلَى. قَالَ: إِنَّهَا جَرَّتْ بِالرَّحى حَتَّى أَثَّرَتْ فِي يَدِهَا. وَاسْتَقَتْ بِالْقِرْبَةِ حَتَّى أَثَّرَتْ فِي نَحْرِهَا. وَكَنَسَتِ الْبَيْتَ حَتَّى اغْبَرَّتْ ثِيَابُهَا. فَاُتِيَ النَّبِيُّ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِخَدَمٍ. فَقُلْتُ لَهَا: لَوْ أتَيْتِ أَبَاكِ فَسَألْتِهِ خاَدمِاً؟ فَأْتَتْهُ فَوَجَدْتُ عِنْدَهُ حُدَّاثًا فَرَجَعَتْ. فَأَتَاهَا مِنَ الْغَدِ فَقَالَ: مَا كَانَتْ حَاجَتُكِ؟ فَسَكَتَتْ. فَقُلْتُ: أَنَا أُحَدِّثُكَ يَا رَسُولَ للّهِ! إِنَّهَا جَرَّتْ بِالرَّحَى حَتَّى أَثَّرَتْ فِي يَدِهَا، وَحَمَلَتْ بِالْقِرْبَةِ حَتَّى أَثَّرَتْ فِي نَحْرِهَا. فَلَمَّا أَنْ جَاءَ الْخَدَمُ أمَرْتُهَا أَنْ تَأْتِيكَ تَسْتَخْدِمُكَ خَادِمًا يَقِيهَا حَرَّ مَاهِيَ فِيهِ. فَقَالَ: إِتَّقِ اللّهِ يَا فَاطِمَةُ. وَأَدِّي فَرِيضَةَ رَبِّكَ، وَاعْمِلِي عَمَلَ أَهْلِكِ، إِذَا أَخَذْتِ مَضْجَعَكِ فَسَبِّحِي ثََثًا وَثََثِينَ، وَاحْمِدِي ثََثًا وَثََثِينِ، وَكَبِّرِي أَرْبَعًا وَثََثِينَ. فَذَلِكَ مَائَةٌ هِيَ خَيْرٌ لَكَ مِنْ خَادِمِ. قَالَتْ: رَضِيتُ عَنِ اللّه وَعَنْ رَسُولِهِ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَلَمْ يُخْدِمْهَا[. أخرجه الخمسة إ النسائي .



9 (3301)- Ebu´l-Verd ibnu Sümâme anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh) İbnu Ağyed´e dedi ki: "Sana kendimden ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kızı Fâtıma (radıyallahu anhâ)´dan -ki o, babasına, ailesinin en sevgili olanı idi- bahsedeyim mi?"

"Evet, bahsedin!" dedim. Bunun üzerine:

"Fâtıma radıyallahu anhâ değirmen çevirirdi; elinde yaralar meydana gelirdi. Kırba ile su taşırdı. Bu da boynunda yaralar açtı. Evi süpürüyordu. Üstü başı toz-toprak oldu. (Bu sıralarda) Resûlullah´a bir kısım köleler getirilmişti. Fâtıma´ya:

"Babana kadar gidip bir köle istesen!" dedim. Gitti. Aleyhisselâtu vesselâm´ın yanında bazılarının konuşmakta olduklarını gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah Fâtıma´ya gelerek:

"Kızım ihtiyacın ne idi?" diye sordu. Fâtıma sükût edip cevap vermedi. Ben araya girip:

"Ben anlatayım Ey Allah´ın Resûlü" dedim ve açıkladım: "Fâtıma´nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine, size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını söyledim. Bu açıklamam üzerine Resulullah:

"Ey Fâtıma, Allah´tan kork, Allah´a olan farzlarını eda et, âileyin işlerini yap. Yatağına girince otuzüç kere sübhanallah, otuzüç kere elhamdülillah, otuzdört kere Allahekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.." buyurdular. Fâtıma (radıyallahu anhâ):

"Allah´dan ve Allah´ın Resulünden razıyım" dedi. Resulullah ona hizmetçi vermedi."[14]



AÇIKLAMA:



1- Burada, bidayet-i İslâm´da kadınların ev işlerinde çalıştıklarını görmekteyiz. Hatta Hz. Peygamber´in en sevgili kızı Fâtıma´nın, ev işlerinin en ağırını, en çok rahatsız edenini bile yaptığını, bu yüzden ellerinin yara, omuzlarının ezik ve bere içinde kaldığını görmekteyiz. Bu çeşit rivayetler çoktur. Resulullah´ın baldızı Esmâ (radıyallahu anhâ)´nın tarlada çalıştığı, ata yem hazırladığı, at tımar ettiği rivayetlerde belirtilmiştir.

Sadedinde olduğumuz rivayet, bu işleri bir peygamber kızının yaptığını, hizmetçi istediği zaman Resulullah´ın hizmetçi vermeyip ondan daha hayırlı olan bazı tesbihâtı tavsiye ettiğini göstermektedir. Şu halde bu işlerin kadınlar tarafından yapılmasını, Efendimiz normal ve tabiî karşılamış olmaktadır.

Hadisin bazı vecihlerinde, Resulullah, "Suffa Ashabı ihtiyaç içerisinde kıvranırken ben size hizmetçi veremem..." mealinde cevap vermiş, "fazla köle olsa satıp, parasıyla Suffa Ashâbı´nın bazı ihtiyaçlarını karşılamaya çalışacağım" belirtmiştir. Bazı rivayetlerde: "Bedir yetimleri (ihtiyaçta) sizi geçti"; bir başka rivayette: "Ey Fâtıma sabret, kadınların en hayırlısı ailesine faydalı olandır" der. Hülasa hadis, çok farklı vecihlerle rivâyet edilmiştir. Hepsinde pek faydalı ziyadeler var.

2- Bazı Fevaid: Alimler, muhtelif vecihlerindeki ziyadeleri de nazar-ı dikkate alarak bu hadisten pek çok ibretler, düsturlar, hükümler çıkarmışlardır. Bazılarını kaydediyoruz:

* Resulullah uyku sırasında muhtelif zikirlerin okunabileceğini belirtmiştir.

İsteyen bunlardan birini veya birkaçını okuyabilir. Şartlara, ahvâle, eşhasa ve evkâta göre bunlardan her birinin ayrı bir fazileti vardır.

* İbnu Battâl: "Bu hadîste, fakirliği zenginlikten üstün addedenlere delil var. çünkü Resulullah: "Size hizmetçiden daha hayırlı olanı söyleyeyim mi?" demiş ve onlara zikir öğretmiştir. Eğer zenginlik üstün olsaydı onlara hizmetçi verirdi ve zikri de öğretirdi. Şu halde hizmetçi vermeyip zikir talimiyle yetinmesi, Efendimizin onlara Allah indinde daha hayırlı olanı tercih ettiğini gösterir" demiştir.

İbnu Hacer buna itiraz eder ve der ki: "Bu iddia, Hz. Peygamber´in yanında fazla hizmetçi olmasına rağmen böyle yapması halinde doğrudur. Halbuki rivayetler açıkça ifade ediyor ki, Resulullah, satıp parasını Ehl-i Suffe´nin veya Bedir yetimlerinin nafakasına harcamak için bunlara hizmetçi vermemiştir." Buradan hareketle Kadı İyaz: "Bu hadiste "Fakir zenginden efdaldir" hükmünü çıkaranlara delil yoktur" der.

* Hadiste gelen "hayırlı olma" meselesinde de ihtilaf edilmiştir. Kadı İyaz, hadisin zâhirine göre: "Resulullah, onlara âhiretle ilgili amelin, her hâl ve kârda dünya işlerinden daha hayırlı olduğunu öğretmek istemiştir. Onlara hizmetçi vermek mümkün olmayınca, bununla yetindi, sonra istekleri olmayınca, onlara istediklerinden daha efdal ecir hâsıl edecek bir zikir öğretti" der.

Kurtûbi de: "Onları zikre havale etti, tâ ki bu, ihtiyaç halinde, duanın yerine geçsin yahut da Resulullah kendisi için sevdiğini kızı için de sevmesi sebebiyle böyle yaptı, çünkü Aleyhissalatu vesselam, ecri büyük olması sebebiyle fakrı ve sabrederek onun sıkıntısına katlanmayı tercih ediyordu" der.

Mühelleb de şöyle der: "(Aleyhissalâtu vesselâm) kızına, âhirette ona daha çok fayda verecek olan zikri öğretti. Ehl-i Suffe´yi ise, onlar nefislerini karın tokluğuna, ilim dinlemeye ve sünnet öğrenmeye vakfettikleri, mal ve iyâl kesbini düşünmedikleri için tercih etti."

* Bu hadis, humus´un taksiminde ilim talebelerinin öne alınması gereğini ifade eder.

* Hadis Selef-i Sâlihin´in içinde bulunduğu geçim darlığı, kıtlık ve sıkıntıyı gösterir. Allah onları, dünyaya tabi olmaktan korumak için, elde etme imkanına rağmen dünyaya bulaştırmamış, ondan uzak tutmuştur. Bu, enbiya ve evliyanın büyük çoğunluğunun yoludur.

* İsmaîl el-Kâdi: "Bu hadis, humusu İmamın dilediği gibi taksim edeceğini gösterir. Çünkü köleler, humus´tandır. Humus´un beşte dördü ganimetçilerin hakkıdır" der. İmam Malik ve Bazıları böyle hükmetmiştir.

* Mühelleb der ki: "Hadîste, kişinin âhireti dünyaya tercihte kendi gittiği yola, ehlini de sevketmesinin örneği vardır, yeter ki onların da bu işe gücü yetsin."

* Bazı âlimler: "Kişi, kızının ve kocasının evine izin almadan girebilir, yataklarına oturabilir" demiş ise de, diğer bir kısım alimler rivâyetin bir veçhinde "izin alarak girdi" kaydını göstererek "izinsiz girme" istidlâline karşı çıkmıştır. [15]



İKİNCİ FASIL

KADININ KOCA ÜZERİNDEKİ HAKKI


ـ3302 ـ1 -عن أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قَالَ رَسُولُ للّهِ صَلَّي اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اِسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ فَإِنَّ الْمَرأةَ خُلِقَتْ مِنْ ضِلَعٍ وَإِنَّ أَعْوَجَ مَا فِي الضِّلْعِ أَعَْهُ. فَإِنْ ذَهَبْتَ تُقِيمُهُ كَسَرْتُهُ، وَإِنْ تَرَكْتَهُ لَمْ يَزَلْ أَعْوَجَ، فَاسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْرًا[. أخرجه الشيخان والترمذي .



1. (3302)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kadınlara hayırhah olun, zira kadın bir eyeği kemiğinden yaratılmıştır. Eyeği kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayırhah olun."[16]