๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Nisan 2010, 12:23:55



Konu Başlığı: Nikah
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Nisan 2010, 12:23:55
Nikah


NİKAH BÖLÜMÜ
(Dört babtır)
BİRİNCİ BAB
NİKAHIN MUKADDEMELERİ
(Dört fasıldır)
BİRİNCİ FASIL
ALEYHİSSALATU VESSELAM´IN ZEVCELERİ
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)
Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ)
Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)
Zeyneb (radıyallahu anhâ)
Ümmü Habibe (radıyallahu anhâ)
Safiyye (radıyallahu anhâ)
Cüveyriye (radıyallahu anhâ)
İbnetu´l-Cevn
Ümmü Şerîk
İKİNCİ FASIL
NİKAHA TEŞVİK VE TERGİB
ÜÇÜNCÜ FASIL
KIZ İSTEME, NİKAH DUASI, KIZI GÖRME
DÖRDÜNCÜ FASIL
NİKAH ADABI
İKİNCİ BAB
NİKAHIN RÜKÜNLERİ
BİRİNCİ FASIL
AKİD
İKİNCİ FASIL
VELİLER VE ŞAHİDLER
KÜFÜVLÜK
ÜÇÜNCÜ BAB
NİKAHIN MANİLERİ
BİRİNCİ FASIL
MÜEBBED HARAMLIK
RAZA´ (SÜT EMME)
İKİNCİ FASIL
MÜEBBED HARAMLIK GEREKTİRMEYEN HUSUSLAR
DÖRDÜNCÜ BAB
NİKAHLA İLGİLİ MÜTEFERRİK HÜKÜMLER
BİRİNCİ FASIL
NİKAHI FESHEDEN HUSUSLAR
İKİNCİ FASIL
KADINLAR ARASINDA ADALET
ÜÇÜNCÜ FASIL
AZL VE GAYLE
DÖRDÜNCÜ FASIL
NÜŞUZ
BEŞİNCİ FASIL
NİKAH MEVZUUNA GİREN BAŞKA MESELELER

UMUMİ AÇIKLAMA

NİKAH



Nikah, tıpkı dil, din, kıyafet (ve mutfak) gibi beşerin başta gelen kültürel unsurlarından biridir. Bu müessese insanlıkla başlar. Kıyafetsiz bir beşer düşünülemeyeceği gibi, nikah müessesesi olmayan insanlık da düşünülemez.

Nikah çok yönlü bir vak´adır. İnsanların birçok ihtiyaçlarını karşılar. Umumi bir nazarla bakılınca, gayeleri arasında önceliğin, tenasüle yani neslin devamına ait olduğu sanılır. Şüphesiz bu gaye küçümsenemez. Zira insanlığın devamı nikah müessesesiyle gerçekleşmektedir. Ancak, ferdî plandan bakılınca ünsiyet sağlamanın, ehemmiyetçe öne geçtiği görülür. Zira insan, diğer mahluklara nazaran fıtrat itibariyle medenidir, yalnız yaşayamaz. Eski alimlerimiz insana medeniyyün bittab´ demişlerdir. Yani insanoğlu cemaat halinde, cemiyet içerisinde yaşamak zorundadır. İnsan cemiyetini, hayvan sürüsünden ayıran hususiyet organize olmasıdır. Burada iç içe daireler şeklinde teşkilatlanan bir bütün, bir cemaat mevzubahistir. En içte en küçük birim olan aile yer alır. Kur´an-ı Kerim´de de insanların bir erkekle bir kadından yaratılıp, küçük ve daha büyük üniteler halinde teşkilatlandırıldığı, kavim ve kabilelere ayrıldığı belirtilmiştir (Hucurat 13). Buna bir milletin askeri örnek yapılabilir. Asker, en küçük birim olan "takım"dan başlayarak bölük, tabur, tugay, tümen, ordu ve ordular şeklinde teşkilatlanmıştır. Bunun gibi, insanlık ordusu da irili ufaklı bir kısım ümmetlere (medeniyet gruplarına) kavimlere, aşiretlere ayrılmıştır. İşte bu silsilenin ilk halkasını, nikah bağıyla bağlanan bir erkekle bir kadın etrafında halelenen bir cemaat teşkil eder.

Şu halde, cemiyetin bu temel taşına inilip tahlil edilince, bunun öncelikle yalnızlıktan kaçış ve ünsiyet arayış maksadıyla teşkil edildiği görülür. Neslin devamını sağlamak üzere çocuk elde etmek, ünsiyeti takip eden mühim gayelerden bir diğeridir.

Nikahın bu temel ve asil gayeleri gözönüne alınınca insanın birkısım biyolojik ihtiyaçlarının tatmini daha tali bir planda kalır. Bu açıdan, meselenin şehevî yönü, "nikah"ın gayesi değil, (bir büyüğün yorumuyla) onunla îfa edilecek hizmetin peşin bir ücreti,[1] onun getireceği yükümlülükleri kabule bir teşvik vasıtası olmaktadır.

Bu noktada aldanan, vasıtayı gaye yaparak müessesenin kıymetini tenzil eder. Nitekim, beraberliğin biyolojik yönü sona ermiş yaşlılık ve sakatlık gibi hallerde de evlilik devam eder ve hatta yaşlılar arasında dayanışma daha da artar. Çünkü, her iki insan da ünsiyete, sohbete, birbirlerinin tesellisine muhtaçtır.

Burada maksadımız evlilik müessesesinin sosyolojik tahlilini yapma değildir. Ancak mevzumuzun anlaşılması bakımından şunu da belirtmemiz gereklidir: "Nikah" kültürel beşerî bir müessese olması hasebiyle, her bir kültürel sistemin, kendine has bir nikah tarzı ve bundan teşaub eden (dallanıp budaklanan) bir değerler örgüsü olacağı tabiidir: Manevî değerler, merasimler, inançlar, akrabalıklar, haramlar, helaller, usuller, adablar vs. yani günlük hayatımızı ilgilendiren kültürel unsurların büyük bir bölümü, "nikah müessesesi"yle ilgilidir.

İnsanların millî ve ferdî şahsiyetlerinde kültürel değerlerin yeri iyice bilinmektedir. İster ferdî planda isterse millet planında ele alalım, bizi diğerlerinden "başka" kılan, "şahsî" kılan, "millî" kılan, "müşterek ve benzer" kılan bu değerlerdir. Millî hususiyetimizi, milletimizin ferdleri arasındaki benzer yönlerimizi, birlik ve beraberliğimizi sağlayan yegane amil, asırlar boyu değişmemesi gereken hepimizde aynı olması gereken değerlerimizdir.

Öyleyse bizler Müslümanlar olarak İslamî hüviyetimizi koruyabilmek için beşerî kültürel hayatımızın büyük bir kısmını şekillendiren nikah müessesesinde İslamî değerleri korumak zorundayız. İslamî şahsiyetimizi temel yapısı buna bağlıdır. Nikahta, kıyafette, mutfakta (yenilip içilecek şeylerde) İslamî ölçülerden taviz verilirse geriye din olarak ne kalacak. Sadece itikad ve ibadetler.. Halbuki İslamiyet bir medeniyet dinidir. İnsanın medenî hayatta muhtaç olduğu cemiyet hayatının devamını sağlayan her hususta kendine has ölçüler, değerler verir; kalıplar, şekiller, tarzlar, kanunlar koyar, kişiyi hiçbir meselede yabana muhtaç etmez. Mü´min de bu İslamî sünnetleri şahsında temsil ettiği nisbette, İslamî, imanî kemale erer. Cenab-ı Hakk´ın kendisine vaad ettiği nusret ve üstünlüğe saadet-i dareyne liyakat kazanır.

İslam dini, Kur´an ve hadiste gelen değerlerin hepsiyle bir bütündür. Sadece itikad ve ibadetlerimiz değil, nikah, mutfak, kıyafet vs. her çeşit beşerî kültürel değerlerimiz bütün teferruatıyla bu iki kaynaktan teşkil edilmiştir. Müslümanlığımızın tamamiyet ve temelini, bunlara uymaktaki derecesi tayin edecektir.

Sırf Kur´an´ı esas alacak olsak bile, onda yer verilen emirlerin hepsi aynı değerde olduğu için, kıyafetimizi, "nikah"ımızı, mutfağımızı, ihmal ettiğimiz takdirde, sadece itikad ve ibadetlerimiz acaba Müslümanlığımızın bütünlüğüne yetecek midir? İbadet dışındaki Kur´anî emirlerdeki ihmal, gevşeklik ve umursamazlığımız, itikadımızı zedeleyen, imanımızı yaralayıp eksilten bir durum değil midir? Bu eksiklik ibadet hayatımıza da sirayet etmeyecek midir? Müslüman olduğu halde içki içen, haram ve -mesela domuz eti- yiyen veya kıyafette İslamî örtünmeye riayet etmeyen veya nikah dışı yollardan tatmin arayan bir kimsenin iman ve ibadeti ona ne derece faydalı olur? Onu nereye kadar götürür? Bu elbette münakaşaya değer bir husustur.

Şunu demek istiyoruz: Müslümanlığımız, tıpkı iman esaslarında olduğu gibi, nikah meselesinde de İslamî nikaha uymakla kemalini bulabilecektir.

Öyleyse İslamî nikah nedir?

Dininin ve imanının Allah nazarında makbul olmasını dileyen her Müslüman, nikah meselesinde Allah´ın koyduğu ölçünün ne olduğunu bilmek ve ona uymak zorundadır.[2]



İSLAMÎ NİKAH



İslamÔda nikah bizzat Kur´an- Kerim´de ele alınmış ve esasları belirtilmiştir.[3] Şu esasları sayabiliriz:

1- Kişi, büluğ çağına erince geciktirilmeden evlendirilmelidir (Nisa 6).

2- Mü´min kişi mü´min bir eşle evlenmelidir. Müşrik kişi (neseb, zenginlik, güzellik gibi sebeplerle) hoşumuza gitse bile onunla evlilik yapılmamalıdır. Çünkü mü´min kimse, (burnu kesik siyah) köle bile olsa, hoşumuza giden müşrikten daha hayırlıdır. Çünkü onlar cehenneme çağırırlar (Bakara 221).

3- Kadınlardan hoşa gidenle evlenilmelidir (Nisa 3).

4- Kadınlarla ailelerinin izniyle evlenilmelidir (Nisa 25)

5- Kadın namuslu, fuhuştan uzak ve gizli dostlar edinmeyenlerden olmalıdır (Nisa 25).

6- Kadına mehri verilmelidir (Nisa 25).

7- Cemiyet, bekâr olan (dul, yetim, köle) kimselerle ilgilenip, onları evlendirmelidir. Evlendirmede fakirlikten korkulmamalı, bekârlara yardım edilmelidir.

8- Nikah akdi alenî olmalıdır. Bu prensip bilhassa yukarıda işaret edilen Nisa 25. ayette sarihtir. Ayrıca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) nikahın alenî olmasını, bu maksadla ziyafet verilmesini ve hatta def ve sesle ilan edilmesini ısrarla emretmiştir.

9- Nikah kadın erkek arasında veraset hakkı te´sis eder (Nisa 12)

10- İslamî nikahın müddeti müebbettir, daimidir. Yani kadınla erkek hayat boyu beraber olmak üzere nikahlanırlar. Belli bir müddetle sınırlı olan nikah meşru değildir. Kişi, içinden muayyen bir müddete niyet etmiş olsa bile, bu müebbet kabul edilir. Boşanma dinimizde meşru ise de ciddi ve meşru bir sebebe dayanmayan boşama ve boşanmalar Allah´ın buğzettiği, sevmediği bir ameldir. Talak, hadiste "Allah´ın en çok buğzettiği helal" olarak tarif edilmiştir.[4]



BİRİNCİ FASIL


HZ. PEYGAMBER´İN ZEVCELERİ



UMUMİ AÇIKLAMA



Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın evlilik hayatı deyince ilk nazar-ı dikkate çarpan husus, birçok hanımla evlenmiş olmasıdır. Bu meseleye yeri geldikçe başka bahislerde de temas etmiş olmamıza rağmen burada da kısaca temas edeceğiz. Sebebi de, Teysir´in, ümmühatu´lmü´ minîn´den bilinen Hz. Hatice, Hz. Zeyneb Bintu´l-Zem´a, Reyhâne, Meymune Bintu´l-Haris radıyalahu anhünne gibi bazı isimlere yer vermezken, ümmühatü´lmü´minînden bilinmeyen İbnetu´l-Cevn, Ümmü Şerik gibi isimleri "Peygamberin Zevceleri" başlığına dahil etmesidir.

Hemen şunu belirtelim ki, yirmi beş yaşında iken, kendisinden 15 yaş büyük bir kadın olan Hz. Hatice ile evlenip elli küsur yaşına kadar onunla yetinen Hz. Peygamber´in İslam ahkâmının teşrî ve neşir safhası olan Medine hayatında çok sayıda kadınla evlenmesinin birinci sebebi peygamberlik vazifesi ile ilgilidir. Sünnetinin aile hayatında geçen safhasının tesbitini, onların kadınlara intikal ve neşrini bu hanımlar yapmıştır. Alimler, "Dünyanızdan üç şey sevdirildi..." diye açıklayıp bunlardan birinin, "kadın" olduğunu söyleyen hadisi açıklarken, kadınların Resulullah tarafından sevilmesini, onların "İslam´ın neşrine olan hizmetleri" sebebiyle izah ederler.

Çok kadınla evlenmede dikkat çeken bir diğer sebep siyasî yöndür. Müteakiben görüleceği üzere Hz. Safiyye ile evlilik, Hayber Yahudileri ile sıla-i rahm´a vesile olmuş. Cüveyriye ile evlilik Benî Müstalik´ten yedi yüz kadar harp esirinin bedava azadlıklarını sağlamıştır. Mekkelilerin lideri Ebu Süfyan´ın kızı Ümmü Habibe ile evlilik, Ebu Süfyan´ın bozulan Hudeybiye Sulhü´nü yenileyebilmek için, kızını bahane ederek Medine´ye gelmesine, Hz. Peygamber´in hane-i saadetlerine kadar girmesine yol açmış, bu durum onun hasmane duygularını törpülemiştir. Diğer evliliklerinin her birinde tıpkı neşr-i din gibi siyasî bir yönün dahi varlığı inkar edilemez.

Resulullah´ın evlilik bağının siyasî yönünü nasıl kullandığını anlayabilmek için İslam´ın ilk baştaki kuruluş ve neşrini sağlayan siyasî lider kadronun evlilik bağıyla birbirine nasıl kenetlendiğini ibretle tetkikte zaruret var: Hülefa-i Raşidîn denen bu çekirdek kadro, evlilik bağlarıyla birbirlerine perçinlenmiş gibidir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer´in kızlarını almış, onlara damat olmuştur. Hz. Osman ve Hz. Ali´ye kızlarını vermiş, onları kendine damat yapmıştır. Hz. Ali ile olan akrabalık bağının, Hz. Osman´daki eksikliğini, ona ikinci bir kızını da vererek telafi etmiştir. Hz. Hafsa ile evlenmeleri hususundaki teklife menfi cevap verdikleri için Hz. Osman ve Hz. Ebu Bekr´e karşı kırgınlık içine düşen Hz. Ömer´i memnun etmek ve öbürlerine karşı kalbinde yerleşecek bir gücenmeyi ve bunun merkezkurmay kadroda hasıl edeceği çatlağı bertaraf etmek için Resulullah´ın Hz. Hafsa´yla evlenmesi fevkalâde siyasî bir ameliyedir."[5]

Evliliğin -hatta nikahla noktalanmamış olan sade bir evlenme teklifinin bile-, hasıl edeceği siyasî neticelerin şümulü sebebiyle olacak, Aleyhissalâtu vesselâm´ın hayatında, -çalışmamızın aslını teşkil eden Teysir´de yeterince yer verilmeyen- zevceleri dışında başka birçok kadınların da ismi geçer. İbnu Sa´d Tabakat´ında bunları iki grupta sunar:

1- Hz. Peygamber´in nikahladığı halde zifaf yapmadıkları. el-Kilabiyye, Esma Bintu Nu´man, Kuteyle Bintu Kays, Müleyke Bintu Ka´b, Bintu Cündeb, Sena Bintu´s-Salt.

2- Hz. Peygamber´in evlenme teklifinde bulunduğu halde nikahlanmadıkları kadınlar: Leyla Bintu´l-Hatim, Ümmü Hâni Bintu Ebi Talib, Zubâ´a Bintu Amir, Safiyye Bintu Beşame, Ümmü Şerik Bintu Cabir, Havle Bintu Hakim, Ümâme Bintu Hamza, Havle Bintu´l-Huzeylî, Şerraf Bintu Halife.

Bunlar hakkında biraz daha teferruatlı bilgi edinmek isteyenler, siyer kitaplarına, sahabilerin hayatını inceleyen kitaplara başvurabilirler.

Hz. Peygamber´in evlilik hayatı ile başkaca teferruat daha önce geçtiği ve müteakiben geçeceği için burada bu kadarla yetiniyoruz.[6]



* HZ. AİŞE RADIYALLAHU ANHA[7]



ـ5610 ـ1ـ عن عُروة عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]قَالَ لِي النَّبِيُّ #: أُرِيتُكِ في الْمَنَامِ ثَثَ لَيَالِ، جَاءَنِي بِكِ الْمَلَكُ في سَرَقَةٍ مِنْ حَرِيرٍ، يَقُولُ: هذِهِ امْرَأتُكَ، فَاكْشِفْ عَنْهَا، فإذَا هِيَ أنْتِ، فَأقُولُ: إنْ يَكُ هذَا مِنْ عِنْدِ اللّهِ يُمْضِهِ[. أخرجه الشيخان والترمذي.»السَّرَقَةُ« شقة من حرير خاصة .

1. (5610)- Urve merhum, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´den şunu nakletmiştir: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana dedi ki:

"Rüyamda sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir ipek parçası içerisinde getirdi ve "Bu senin zevcendir, aç onu!" dedi. Ben de açtım, içindeki sendin. Ben: "Bu rüya Allah katında ise, onu gerçekleştirecektir" dedim." [Buharî, Nikah 9, 35, Tabir 20, 21; Müslim, Fezailu´s-Sahabe 79; Tirmizî, Menakıb (3875).][8]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadis, evlenmezden önce Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)´nin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e rüyasında gösterildiğini ifade etmektedir. Sadedinde olduğumuz hadis, Hz. Aişe´nin bir ipek parçası içerisinde getirildiğini ifade eder. Ancak, hadisin bir başka veçhinde "Cibril, avucundaki suretimle indi..." ibaresi yer alır. Şarihler bu farklı ifadeleri: "Cibril avucundaki ipek parçasında Hz. Aişe´nin suretini getirmiş olmalı" diye te´lif eder. Hadisin bazı veçhinde yer alan "iki kere" ibaresi nazar-ı dikkate alınarak "bir seferinde kendisini, bir seferinde de ipekli üzerinde resmini getirmiş olabilir" te´vili de yapılmıştır.

2- Açma hususu, "ipek kumaşın açılması", "yüzün açılması" gibi yorumlara tabi tutulmuştur. "Kız isteyene, görülmesi caiz olan miktarca açılması" tahmininde bulunanlara mukabil, "O zaman Hz. Aişe çocukluk yaşındaydı; avret olması mevzubahis olamazdı" diyenler de olmuştur. Şurası muhakkak ki, kadını, nikah akdinden önce görmede, akde raci maslahat bulunduğuna hükmeden alimler bu hadisten de delil çıkarmışlardır.

3- Bu görme hâdisesinin bi´setten sonra da olabilme ihtimali üzerinde duran Kadı İyaz, Resulullah´ın şekki ile ilgili üç ihtimalin mevzubahis olacağını söyler:

"Birincisi: Ahiretteki ve dünyadaki zevcesi mi, yoksa sadece ahiretteki zevcesi mi?

"İkincisi: Şekk lafzının zahiri murad değildir. Buna belağatta şekkin yakin ile mezci denmiştir.

Üçüncüsü: Bu rüya, zahiri üzere aynen çıkan rüyayı vahiy midir veya tabir gereken bir rüyayı vahiy midir? Peygamberler hakkında ikisi de caizdir."

Umumiyetle sonuncu ihtimal benimsenmiştir.[9]



ـ5611 ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]تَزَوَّجَنِي النَّبِيُّ # وَأنَا بِنْتُ سِتِّ سِنِينَ، فَقَدِمْنَا الْمَدِينَةَ فَنَزَلْنَا في بَنِى الْحَارِثِ بْنِ الْخَزْرَجِ، فَوَعِكْتُ فَتَمَرَّقَ شَعْرِى فَوَفَّى جُمَيْمَةُ، فَأتَتْنِي أُمِّي أُمُّ رُومَانَ، وَإنِّي لَفِي أُرْجُوحَةٍ وَمَعِي صَوَاحِبُ لِي. فَأتَيْتُهَا َ أدْرى مَا تُرِيدُ مِنِّي. فَأخَذَتْ بِيَدِي فَوَقَّفَتْنِي عَلى بَابِ الدَّارِ. فَإذَا نِسْوَةٌ مِنَ ا‘نْصَارِ في الْبَيْتِ، فَقُلْنَ: عَلى الْخَيْرِ وَالْبَرَكَةِ وَعلى خَيْرِ طائِرٍ. فَأسْلَمَتْنِى إلَيْهِنَّ فأصْلَحْنَ مِنْ شَأنِي. فَلَمْ يَرُعْنِي إَّ رَسُولُ اللّهِ # فَأسْلَمَتْنِى إلَيْهِ. وَأنَا يَوْمَئِذٍ بِنْتُ تِسْعِ سِنِينَ[. أخرجه الخمسة إ الترمذي.»تَمرقَ الشّعْرُ وامرّقَ« إذا سقط وانتثر من مرض أو علة تعرض له.و»الجُميمةُ« تصغير جمة، وجمة ا‘نسان مجتمع شعر الرأس.و»وَفّى« الشئ: إذا كثر.و»ا‘رجوحة« معروفة من لعب الصغار.



2. (5611)- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben altı yaşında iken benimle evlendi. Medine´ye geldik. Beni´l-Hâris İbnu´l-Hazrec kabîlesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. Annem Ümmü Rûman, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, ensârdan bir grup kadın vardı. "Hayırlı, bereketli olsun!", "Uğurlu mübarek olsun!" diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılıkkıyafetime çeki düzen verdiler. Beni, [kuşluk vakti aniden] Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O´na teslim etti. O gün ben dokuz yaşında idim." [Buhârî, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61; Müslim, Nikâh 69, (1422); Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933,4934,4935, 4936, 4937); Nesâî, Nikâh 29, (6, 82).][10]