๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Nisan 2010, 12:30:02



Konu Başlığı: Nikah 2
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Nisan 2010, 12:30:02
AÇIKLAMA:



1- Hz. Aişe´nin Resûlullah ile evlenme yaşı ihtilaflıdır. Yapılan tahkiklere göre en ziyade kabul gören ve en sahih addedilen rivayetlere nazaran altı yaşında iken nikahlanmış, dokuz yaşında iken zifaf edilmiş olmasıdır. Resûlullah´la evlendiği zaman Hz. Aişe´nin 16-17 ve hatta 18 yaşlarında olduğuna dair yapılan bazı açıklamalar varsa da tatminkâr değildir. Sahih rivayetlerin zahirine uygun gelmemektedir. Bu sebeple ihtiyatla karşılanması daha muvafıktır.

Resûlullah vefat ettiği zaman Hz. Aişe on sekiz yaşında idi. İbnu İshak´a göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Hatice´nin vefatından sonra Hz. Sevde ile evlenmiş, Sevde´den sonra Hz. Aişe ile evlenmiştir. Ancak bazı rivayetlere göre, Hz. Hatice´den sonra Hz. Aişe ile evlenmiştir. Yapılan tahkikler, İbn-i İshak´ın kaydını haklı çıkarmıştır. Resûlullah, henüz hicret etmezden önce Hz. Sevde ile evlenmiştir. Hz. Aişe´nin evliliği hicretten sonra Medine´de vukûa gelmiştir.

2- Bu hadise dayanan İslâm ulemâsı, küçük yaşta bulunan kız çocuğunun babası tarafından nikahlanabileceği hükmünü çıkarmıştır. Nevevî, bu cevaz hususunda İslâm ulemâsının icma ettiğini belirtir. Hanefîlere göre bu câizdir. Ancak kızın büluğa erince seçme hakkı vardır, dilerse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz. Şâfiî, Mâlikî gibi Hicaz ulemâsı bu seçme hakkını tanımazlar. İmam Şâfiî, Mâlik, Ahmed, Ebu Yusuf gibi birkısım ulemâ büluğa ermeyen küçüğü nikahlama yetkisine sadece babanın sahip olduğunu, diğer velilerin bu hakka sahip olmadığını söylerler. Ebu Hanife, Evzâi ve diğer birkısım ulemâ velilerin de evlendirebileceğine hükmetmiştir.

3- Hadis, gerdekten önce gelinin hususî bir hazırlığa tabi tutularak süslenmesinin müstehab olduğunu gösterir. Başka rivayetlerde, câhiliye devrinde, mâşıta denen kadın berberlerinin varlığını, bunların gerdeğe girecek kadınları -aynen günümüzde olduğu gibi- hususî bir hazırlık ve süslemeden geçirdiklerini, İslâm´dan sonra, aynı mesleğe devam edip edemeyeceklerini Aleyhissalâtu vesselâm´dan sorduklarını, Resûlullah´ın da "kadınları süsleyin, kocalarına hazırlayın" diyerek cevaz verdiğini görmekteyiz.

4- Gerdeğe girecek kızın yanında kadınların toplanıp ilgi göstermeleri, zifaf âdâbını öğretmeleri, hayır ve bereket duasında bulunmaları müstehabtır.

5- Bu hadisin bazı vecihlerinde, Resûlullah´ın kuşluk vakti zifafa girdiği tasrîh edildiğine göre, gündüzleyin de zifaf caizdir.[11]



İSTİDRAD:



Sadedinde olduğumuz hadisten çıkarılan mühim bir hüküm, erkek veya kız, küçük çocukların evlendirilmesiyle ilgilidir. Bu husus, başta köylerimizde olmak üzere, bilhassa dindar ve muhafazakâr çevrelerde tatbikattadır. Meselenin Hanefî fıkhındaki yerini biraz daha etraflıca öğrenme ihtiyacı duyacaklara yardımcı olmak üzere, Muhammed İbnu Muhammed el-Üsrûşenî´nin (vefatı 632 hicrî, 1235 miladî) Ahkâmu´s-Sıgâr adlı eserinden ilgili bahsi aynen iktibas etmeyi uygun gördük[12].[13]



Hıyarü´l-Büluğ (Büluğda Muhayyerlik Hakkı)


Eğer küçük kız veya oğlanı evlendiren kimse baba veya dede ise, bülûğa erdikleri vakit evliliği kabul veya red hususunda çocuklara muhayyerlik hakkı mevcut değildir. Eğer evlendiren baba veya dede dışındaki velilerden biri ise, büluğa erince çocukların muhayyerlik hakkı vardır.

el-Münteka´da zikredildiğine göre, kız çocuğunun baba veya dedesi varsa çocuğu kadı evlendiremez. Eğer baba veya dede fâsık ise, bâliğ oldukları zaman çocuklar muhayyerlik hakkına sâhiptirler.

Şayet kızçocuğunu kadı evlendirecek olursa, Ebû Hanîfe´den (rahimehullah) gelen iki rivayetten ezher olanına göre, kız muhayyerlik hakkına sahiptir. Bu aynı zamanda İmam Muhammed´in (rahimehullah) sözüdür.

Şayet vasi, veli ise kız veya erkek çocuğunu evlendirdi ise, kadının onu küfüv birisiyle evlendirmesi gerekir. (Bu hüküm ez-Zâhire´de gelmiştir.)

Şâyet kız veya erkek çocuk, velilerinden izin almaksızın evlendirilirse, nikah(ın meşrûiyeti) velilerin iznine mütevakkıftır ve baliğ oldukları zaman da muhayyerlik hakkına sahiptirler.İzni veren baba veya dede dışında biri olduğu durumundaki hüküm daha önce geçti.

Ebu Ca´fer el-Üsrûşenî´nin el-Câmiu´l-Kebîr adlı eserinde zikredildiğine göre, baba veya dede dışında biri, kız çocuğunu bülûğa ermeyen biriyle evlendirecek olsa ve kız kocasından evvel bülûğa erse, ayrılığı tercih etse ve mes´elesini kadıya götürse, kocanın büyümesi beklenilmez, kadı´nın bunları ayırma hakkı vardır. Ancak oğlan çocuğunun babası veya vasîsi var ise, onu çağırır ve çocuğun hücceti varsa, hüccetini getirmesini emreder. Aksi halde aralarını, oğlanın velisinin huzurunda ayırır.

Kız büluğa erince, zevci gâib iken ayrılmak istese, el-Câmi´de işaret edildiği üzere, kadı, gâib koca hazır olmadıkça, onları ayırmaz. Zira bu, gâib üzerine verilmiş bir hüküm olur.

Kız veya erkek çocuğu kadı evlendirdiği tadirde, çocuklar büluğa erince, zâhirü´rrivayeye göre, muhayyerlik hakkına sahiptirler. Halid İbnu Sabîh´in Ebû Hanîfe´den (rahimehullah) rivayetine göre, çocukların muhayyerlik hakkı mevcut değildir.

Büluğda kızlar için sabit olan muhayyerlik hakkı, erkekler için de sabittir. Ebû Hanife ve İmam Muhammed´in (rahimehumallah) kavillerine göre, baba ve dede dışındakilerin evlendirmelerinde, kız ve erkek çocuklarına büluğla birlikte tanınan muhayyerlik hakkı sebebiyle, onlar nikahı tercih edecek olurlarsa, eski nikahları devam eder, ayrılmayı tercih edecek olurlarsa, kadı, aralarında ayrılıkla hükmedince ayrılırlar.

Bu muhayyerlik hakkı, bâkire kız hakkında fevridir. Büluğa erer ermez veya nikahtan sonra, nikaha vâkıf olduğu mecliste hemen nikahı feshettiğini bildirmelidir. Meclisin sonuna kadar ihtiyar hakkı devam edemez. Öyle ki, bâkire olduğu halde büluğa eren kız, sükût edip, muhayyerlik hakkını hemen kullanmazsa, bu hakkı kaybeder.

Eğer aslında dul idiyse veya bâkire olmakla beraber zevci kendisi ile gerdek yaptı ve bu gerdekten sonra kocasının yanında büluğa erdi ise, muhayyerlik hakkı, sükutu ile veya bulunduğu meclisi terketmesiyle batıl olmaz. Onun bu hakkı sarih bir şekilde nikaha razı olduğunu ifade etmesiyle veya kendisinden, razı olduğuna delalet eden bir davranışın zuhur etmesiyle batıl olur. Bu davranış cimaya müsaade etmesi, nafaka talep etmesi ve benzer bir harekettir. Fakat eskide olduğu gibi, kocanın yemeğinden yemesi, ona hizmet etmesi bu hakkını iptal etmez.

Oğlanın muhayyerlik hakkı ise, (fevrî değil, ömrîdir, dul kadın hakkında olduğu gibi) sukutuyla ortadan kalkmaz. Bu hak, onun razı olduğunu sarih bir şekilde ifade etmesiyle veya kıza yakınlık, onu techiz, mehrini kendisine teslim gibi rızaya delalet eden fiilleriyle ortadan kalkar.

Bu tercih hakkı cehalet sebebiyle de ortadan kalkabilir. Şöyle ki: Kız baliğ olduğu zaman önceden kıyılmış nikahı bilir, fakat kendisinin muhayyerlik hakkına sahip olduğunu bilmezse ve bu sebeple sukut ederse bu hakkı kaybolur. Fakat büluğ anında nikah akdini bilmezse muhayyerlik hakkı devam eder, yeter ki bu hakkın varlığını bilsin.

Büluğla tanınan muhayyerlik hakkı ile ayrılık vaki olunca, erkek, kıza temas etmemiş ise mehir gerekmez, bu ayrılık vaki olsa da hüküm böyledir. Gerdek yapmış ise, ayrılma kocanın veya kadının arzusu ile de vaki olsa mehrin tam olarak koca tarafından ödenmesi gerekir.[14]



* HZ. HAFSA RADIYALLAHU ANHA



ـ5612 ـ1ـ عن ابن عُمر رَضِيَ اللّهُ عَنهما: ]أنَّ عُمَرَ حِينَ تَأيَّمَتْ حَفْصَةُ مِنْ خُنَيْسِ بْنِ حُذَافَةَ السَّهْمِيّ رَضِيَ اللّهُ عَنه، وَكَانَ مِنْ أصْحَابِ النّبِيّ # مِمَّنْ شَهِدَ بَدْراً، وَتُوُفِّىَ بِالْمَدِينَةِ. قَالَ عُمَرُ: فَلَقِيْتُ عُثْمَانَ بْنَ عَفَّانَ، فَعَرَضْتُ عَلَيْهِ حَفْصَةَ. فَقُلْتُ: أنْ شِئْتَ أنْكَحْتُكَ حَفْصَةَ بِنْتَ عُمَرَ؟ فَقالَ: سَأنْظُرُ في أمْرِي، فَلَبِثْتُ لَيَالِيَ، ثُمَّ لَقِيْتُهُ!

فَعَرَضْتُ عَلَيْهِ. فَقَالَ: قَدْ بَدَا لِي أنْ َ أتَزَوَّجَ يَوْمِي. فَلَقِىتُ أبَا بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه. فَقُلْتُ لَهُ: إنْ شِئْتَ أنْكَحْتُكَ حَفْصَةَ ابْنَةَ عُمَرَ؟ فَصَمَتَ، ولَمْ يَرْجِعْ إليَّ شَيْئاً. فَكُنْتُ عَليْهِ أوْجَدَ مِنّي عَلى عُثْمَانَ فَلَبِثْتُ لَيَالِيَ. ثُمَّ خَطَبَهَا رَسُولُ اللّهِ # فَأنْكَحْتُهَا إيَّاهُ، فَلَقِىَنِي أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه. فَقَالَ: لَعَلَّكَ وَجَدْتَ عَلىَّ حِينَ عَرَضْتَ عَليّ حَفْصَةَ فَلَمْ أرْجِعْ إلَيْكَ شَيْئاً. فَقُلْتُ: نَعَمْ. فَقَالَ: فإنَّهُ لَمْ يَمْنَعْنِي أنْ أرْجِعَ إلَيْكَ فِيمَا عَرَضْتَ عَليَّ إَّ أنِّي كُنْتُ عَلِمْتُ أنَّ رَسُولَ اللّهِ # قَدْ ذَكَرَهَا فَلَمْ أكُنْ ‘فْشي سِرَّ رَسُولِ اللّهِ #، وَلَوْ تَرَكَهَا لَقَبِلْتُهَا[. أخرجه البخاري والنسائي.»تَأيَّمت« المراد: إذا مات زوجها أو فارقها، وقيل ا‘يّم التي زوج لها تزوجت أو لم تتزوج، والرجل أيضاً أيّم .



1. (5612)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "(Kızkardeşim) Hafsa (radıyallahu anhâ), Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Bedir Gazvesi´ne katılan ashabından olup, Medine´de vefat etmiş bulunan Huneys İbnu Huzafe es-Sehmî (radıyallahu anh)´den dul kalınca (babam) Hz. Ömer (radıyallahu anh), (kızkardeşimi evlendirmek için harekete geçerek bazı teşebbüslerde bulunmuştur. Bu teşebbüslerini bana şöyle) anlattı:

"Önce Hz. Osman İbnu Affan (radıyallahu anh)´a rastladım. Hafsa´yı ona teklif ettim ve: "Dilersen sana Hafsa Bintu Ömer´i nikahlayayım" dedim.

"Hele bir düşüneyim!" dedi. Birkaç gece bekledim. Sonra ona rastladım, teklifi tekrar arzettim.

"Şimdilik evlenmemeyi uygun gördüm!" dedi. (Ben bu menfi cevaba kızdım.) Sonra Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)´e rastladım. Ona da: "Dilersen sana Hafsa Bintu Ömer´i nikahlayayım!" dedim. Hz. Ebu Bekr sustu ve bana hiçbir cevap vermedi. Osman´a kızdığımdan daha çok Ebu Bekr´e kızdım. Birkaç gün aradan geçti. Sonra Hafsa´yı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) istedi ve O´na nikahlayıp verdim. Sonra bana Hz. Ebu Bekr rastladı ve: "Hafsa´yı bana teklif ettiğin zaman sana hiçbir cevapta bulunmayışımdan dolayı belki de bana kızdın" dedi. Ben de: "Evet kızmıştım!" deyince şu açıklamayı yaptı:

"Sen o teklifi yaptığın zaman beni cevap vermemeye sevkeden şey Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Hafsa´yı zikretmiş olduğunu bilmemdi. Aleyhissalâtu vesselâm´ın sırrını ifşa etmek istemedim. Eğer Hafsa´yı o terketseydi teklifinizi ben kabul edecektim." [Buharî, Nikah 33, 36, 46 Megazî 11; Nesâî, Nikah 30, (6, 83).][15]



AÇIKLAMA:



1- Hz. Hafsa, Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)´in kızı, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın zevcesidir. Hz. Aişe´den sonra evlenmiştir. Rivayetler Hz. Hafsa´nın bi´setten beş yıl önce doğduğunu bu sebeple, bi´setin üçüncü veya dördüncü yılında doğmuş olan kardeşi Abdullah´tan 8 veya 9 yaş büyük olduğunu belirtir. Hz. Hafsa hicrî 41 yılında Hz. Hasan´ın Hz. Muaviye (radıyallahu anhümâ)´ye biat ettiği sırada (Cemadiye´l-Ûla ayında) vefat etti, (radıyallahu anhâ).

2- Aleyhissalâtu vesselâm, Hafsa ile önceki kocasının vefatı üzerine dul kalınca evlenmiştir. Rivayetten de anlaşılacağı üzere, önceki kocası Huneys İbnu Huzafe´dir ve Bedir Gazvesi´ne katılan bahtiyarlardandır. Bazı rivayetler Huneys´in, Uhud Gazvesi´ne de katıldığını, bu savaşta aldığı yaranın tesiriyle öldüğünü söyler. Ancak, Aleyhissalâtu vesselâm´ın Hz. Hafsa ile hicretten yirmi beş ay sonra evlendiği belirtilen r ivayetler gözönüne alınınca Huneys (radıyallahu anh)´in Bedir´den sonra vefat ettiğine dair haberlerin daha doğru olduğu anlaşılır. Esasen, Vakidî´nin bir rivayeti de, Hz. Ömer´in Hafsa´yı, Hz. Osman´a, zevcesi Rukiyye Bintu Resulullah´ın vefatı üzerine teklif ettiğini belirtir. Rukiyye Bedir sırasında vefat ettiğine göre Huneys´in vefatı, Uhud değil Bedir sonrasına rastlamalıdır. Rukiyye, Bedir´e çıkıldığı sırada hastalanmış, Hz. Osman, onun tedavisiyle ilgilenmek için sefere katılamamıştı.

3- Hz. Hafsa´nın Resulullah´la evlenmesini İzzeddin İbnu´l-Esir, Üsdü´l-Gâbe nam meşhur eserinde biraz farkla şöyle anlatır: "...Hz. Hafsa dul kalınca, Hz. Ömer onu Hz. Ebu Bekr´e zikrederek evlenmesini teklif etti. Ebu Bekr tek kelimelik cevata bulunmadı. Hz. Ömer bu duruma öfkelendi. Rukiyye Bintu Resulullah´ın vefatı ile dul kalan Hz. Osman´a gidip Hafsa´yla evlenmesini teklif etti. Ama Osman: "Şimdilik evlenmeyi düşünmüyorum!" diye cevap verdi. Ömer, bunun üzerine Peygamber´e gitti, Osman´ı şikayet etti. Aleyhissalâtu vesselâm: "Hafsa, Osman´dan daha hayırlı olan biriyle evlenecek, Osman da Hafsa´dan daha hayırlı biriyle evlenecek!" buyurdu. Sonra Hafsa´yı kendisi evlenmek üzere istedi ve o da kızını Resulullah Aleyhissalâtu vesselâm´a nikahladı.

Sonra Hz. Ebu Bekr, Ömer´e rastladı ve: "Sakın kızmayasın! Zira Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hafsa´yı zikretmişti. Ben Resulullah´ın sırrını ifşa etmek istemedim (bu sebeple senin teklifine hiçbir cevap vermedim). Eğer o Hafsa´yı terketseydi ben alacaktım" dedi. Resulullah bir ara Hafsa validemizi boşamıştır. Ancak Hz. Ömer´in fazlaca üzülmesi üzerine, Cebrail gelerek Hz. Hafsa´yı "O, çok oruç tutan, namaz kılan biridir, cennette de zevcenizdir" diye övmüş ve geri almasını söylemiştir. Aleyhissalâtu vesselâm da talaktan rücu etmiştir. Hz. Hafsa okuma yazma bilirdi, rukye yoluyla hastaları tedavi etmeyi de sonradan öğrenmişti.

4- Rivayette Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekr´e Hz. Osman´dan daha çok kızdığını söylemektedir. Bu, iki sebeple izah edilir:

1) Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekr´i kendine daha yakın bir kardeş hissediyordu. Çünkü, Resulullah onları kardeşlemişti. Dolayısıyla daha fazla bir anlayış beklemekte idi. Ayrıca Hz. Osman, muhtemelen Hz. Ebu Bekir´den önce bu teklifi reddetmiş idi ve aralarında sebkat eden hukuk daha sınırlı olduğu için Hz. Osman´a fazla gücenmemişti.

2) Hz. Osman, Hz. Ömer´in teklifini cevapsız bırakmamış, düşüneyim demiş, bilahare düşündükten sonra "şimdilik evlenmeyeceğim" diye cevap vermişti. Menfi de olsa bu, bir cevaptı. Ama suküt, cevap değildi. Hz. Ömer bu sebeple de fazla kızmıştı. Hatta, İbnu Sa´d´ın bir rivayetinde Hz. Ömer şöyle der: "...Hz. Ebu Bekr sükut edince, ona, Osman´dan daha çok kızmıştım." İbnu Sa´d´dan gelen bir başka rivayete göre, Hz. Ebu Bekr şöyle demiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Hafsa ile ilgili olarak bir bahiste bulunmuştu, bu sırdı. Şu halde, bu sır olan bilgisi sebebiyle Hz. Ömer´e cevap vermemişti.[16]

5- Hadisten Çıkarılan Bazı Fevaid:

* Sırrı gizlemek fazilettir. Sır sahibi açıklayınca açıklamanın mahzuru kalkar.

* Kişi, kardeşini itab edebilir, öbürü de özrünü beyan etmelidir.

* Hz. Ebu Bekr´in bildiği sır, Hafsa ile ilgili olarak Aleyhissalâtu vesselâm´ın Ebu Bekir´le istişarî olarak o meselede konuşmuş olmasından veya hiçbir sırrını ondan saklamayıp açmasından ileri gelebilir.

* Küçük olan kimse, büyüğün evlenme arzusu izhar ettiği bir kadınla evlenmeyi düşünecek olsa, büyük bu meseleden açıklıkla vazgeçmeden araya girip o kadını talep etmemelidir.

* Hz. Peygamber´in evlenme arzusu izhar ettiği bir kadınla evlenmemesi halinde bir başkasının evlenmesi caizdir, haram değildir. Çünkü Hz. Ebu Bekir: "Aleyhissalâtu vesselâm terketseydi ben onu kabul edecektim" demiştir.

* Kişi kızını, kızkardeşini ve velayeti altında bulunan diğer kadınları salih kimselere teklif edebilir. Bunda utanılacak bir durum yoktur.

* Bir başkasının sırrını faş etmemek üzere bir kimse yemin etse, sır sahibi kendisi sırrını faş ettikten sonra yemin eden kimse o sırrı açıkladığı takdirde hanis olmaz.

* Baba, erkeğe dul kızını teklif edebileceği gibi, bâkire kızını da teklif edebilir. Ancak bakire kız erkeğe teklifte bulunamaz.[17]



ـ5613 ـ2ـ وعن عمر بن الخطاب رَضِيَ اللّهُ عَنه: ]أنَّ النّبِيَّ #: طَلَّقَ حَفْصَةَ ثُمَّ رَاجَعَهَا[. أخرجه أبو داود والنسائي .



2. (5613)- Hz. Ömer İbnu´l-Hattab (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hafsa (radıyallahu anhâ)´yı boşamıştı, sonra geri döndü." [Ebu Davud, Talak 38, 2283); Nesâî, Talak 75, (6, 213).][18]



AÇIKLAMA:



Yukarıdaki açıklamada da geçtiği üzere, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Hafsa´yı bir kere boşamıştır. Hz Ömer bunu işitince son derece üzülmüş, üzüntü ifadesi olarak başına toprak saçmış ve: "Artık bundan sonra Allah ne Ömer´e ne de kızına itibar etmez, değer vermez!" demiştir. Bunun üzerine ertesi gün Cebrail aleyhisselam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına gelerek: "Allah, Ömer´e merhameten Hafsa´ya dönmeni emrediyor!" demiştir. Bir başka rivayete göre, Hz. Ömer, bir gün Hz. Hafsa´nın yanına girer. Ancak Hafsa ağlamaktadır. Şöyle der:"

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) seni boşamış olmasın? Daha önce de bir kere boşamıştı. Sonra benim sebebimle, rücu etmişti. Eğer bir kere daha boşamışsa ebediyen seninle konuşmayacağım."

Ancak, Resulullah Hz. Hafsa´yı boşamış değildir. Bu îlâ yani bütün hanımlarıyla bir aylık ayrı kalma kararının üzüntüsünden hasıl olan ağlamadır. [19]



* HZ. ÜMMÜ SELEME RADIYALLAHU ANHA



ـ5614 ـ1ـ وعنها رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]لَمَّا انْقَضَتْ عِدَّتِي بَعَثَ الىَّ أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه يَخْطِبُنِي فلََمْ أتَزَوَّجْهُ. فَبَعَثَ رَسُولُ اللّهِ # عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ يَخْطُبَهَا عَلَيْهِ، فَقَالَتْ: أخْبِرْ رَسُولَ اللّهِ # أنِّي امْرَأةٌ غَيْرَي، وَأنِّي مُصْبِيَةٌ، وَلَيْسَ أحَدٌ مِنْ أوْلِيَائِي شَاهِدٌ. فَذَكَرَ ذلِكَ لَهُ. فَقَالَ: اِرْجِعْ إلَيْهَا، فَقُلْ لَهَا: أمَّا غَيْرَتُكِ فسَأدْعُو اللّهَ أنْ يُذْهِبَهَا عَنْكِ، وَأمَّا صِبْيتُكِ فَسَتُكْفَيْنَ أمْرَهُمْ؛ وَأمَّا أوْلِيَاؤُكِ فَلَيْسَ أحَدٌ مِنْهُمْ شَاهِدٌ وََ غَائِبٌ يَكْرَهُ ذلِكَ. فَقَالَتْ ُبْنِهَا: يَا عُمَرُ! قُم فَزَوِّجْ رَسُولَ اللّهِ # فَزَوَّجَهُ[. أخرجه النسائي.»امرأةُ غَيْرَى« كثيرة الغيرة.و»المُصْبِيةُ« ذات صبيان وأود صغار .



1. (5614)- Hz. Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "İddetim sona erince, Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) bana (bir elçi göndererek) istetti ve evlenme teklif etti. Ben kabul etmedim. Derken Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ömer (radıyallahu anh)´i göndererek kendisi için Ümmü Seleme´yi istetti. Ümmü Seleme, Ömer´e: "Resulullah´a haber ver. Ben çok kızkanç bir kadınım ayrıca benim çok çocuğum var, bir de velilerimden hiçbiri burada hazır değil!" dedi. O da gidip Resulullah´a aktardı. Aleyhissalâtu vesselâm, Ömer´e:

"Ona dön ve kendisine söyle ki: "Kızkançlığına gelince, senden onu gidermesi için Allah´a dua edeceğim. Çocuklarına gelince, onların himayesi de görülecektir. Velilerin meselesine gelince, onlardan hazır veya gaib hiç biri bu evliliği yadırgamayacak" buyurdular. Bunun üzerine Ümmü Seleme oğluna: "Ey Ömer! Kalk! Resulullah´la beni nikahla" dedi. O da nikahladı." [Nesaî, Nikah 28, (6, 81).][20]