๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Nisan 2010, 12:40:52



Konu Başlığı: Nikah 11
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Nisan 2010, 12:40:52
Bazı Sahabelerin Birkısım Hadisleri İşitmemiş Olmaları


Mut´a bahsinin hakkıyla anlaşılması için bilinmesi gereken hususlardan biri, sahabelerin bazı hadisleri Resulullah´ın sağlığında işitmemiş olmalarıdır. Nitekim, mut´a nikahının yasaklandığını İbnu Mes´ud, Hz. Ali, Hz. Muaviye, Hz. Esma gibi bazı büyük sahabilerin işitmemiş olduklarını, bunun Hz. Ömer´in hilafeti zamanında ta´mim edildiğini gördük. İlk nazarda, böyle bir yasağın duyulmamış olması garip karşılanabilir. Ama bir kısım hadisleri sonradan öğrenme hadisesinin mut´a nikahına has bir durum olmayıp, başka pek çok meseleye şamil olduğu düşünülürse şaşılacak bir şey kalmaz.

Filhakika, başta dört halife: Hz. Sıddik, Hz. Faruk, Hz. Zinnureyn, Hz. Ali el-Mürtaza radıyallahu anhüm ecmain hazeratı olmak üzere diğer birçok sahabenin, bir kısım hadisleri Resulullah´ın vefatından sonra işittiklerine dair hadis kitaplarımızda nice örnekler var. Biz burada, mevzuyu uzatmamak için hepsini kaydedecek değiliz. Ancak, şu kadarını söyleyeceğiz: Vereceğimiz örnekler bizzat Kur´an-ı Kerim´de es-Sabikun el-Evvelun diye yadedilen ilk Müslümanlardan Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ile ilgili olacak. Bu zatlar sadece "ilkler" olmakla da kalmazlar, aynı zamanda Resulullah´ın en yakınları ve İslam´ın en büyükleridirler. Bunların üstelik Resulullah´la yakınlık ve beraberlikleri de fazla: Hz. Ebu Bekr Resulullah´ın eski bir dostudur, yâr-ı gârıdır yani hicret sırasında, mağarada bile beraberlikleri ayet-i kerime ile tescil edilmiştir (Tevbe 40). Resulullah her gün belli saatlerde bir akşam bir de sabah olmak üzere iki sefer muntazaman yanına uğramaktadır (128).

Hz. Ömeru´l-Faruk, Aleyhissalâtu vesselâm´ın en çok takdir ettiği, dirayet ve re´yine güvendiği biridir. Aynı zamanda kayınpederidir. Ayrıca Hz. Ömer, Resulullah´ın peşini hiç bırakmama hususunda azim, gayret ve şuurlu plan sahibidir. Buhârî´nin, bir rivayetinde anlattığına göre: "Bir ensarî kardeşiyle münavebe yapmıştır: Bir gün birisi Resulullah´ın yanında bulunmakta, diğeri de tarla işlerini yapmakta; akşam olunca Aleyhissalâtu vesselâm´dan görüp işittiklerini dinlemektedir. Ertesi günü öbürü tarla işlerine giderken, diğeri Resulullah´a mülazemet etmekte, akşam olunca Aleyhissalâtu vesselâm´dan görüp işittiklerini anlatmaktadır."(129)

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer´in Resulullah´tan hadisi daha çok, daha sağlıklı öğrenmelerine imkan tanıyan diğer bir durum, bu iki büyüğün, Aleyhissalâtu vesselâm´ın iki veziri durumunda olmalarıdır(130). Rivayetler Aleyhissalâtu vesselâm´ın sık sık onlarla -bazan sabahlara kadar de vam eden- istişareler yaptığını belirtir(131).

Hz. Osman (radıyallahu anh) da Resulullah´ın yakınlarından ve çok takdir ettiği zatlardandır. İki kızını ona vermiş olması, aradaki kayınpederdamatlık münasebeti, beraberlik ve yakınlığı anlamaya yeterli bir durumdur.

Hz. Ali, Resulullah´ın terbiyesinden geçen, yanında büyüttüğü, ilk çocuk Müslüman , amcaoğlu ve damadıdır. Kendi ihbarıyla Aleyhissalâtu vesselâm ile daima biri gece biri gündüz olmak üzere, günde iki sefer muttarıd, hususi görüşme programı olmuştur(132).

İşte, Aleyhissalâtu vesselâm´la böylesine beraber, böylesine içli dışlı olan bu büyükler, bu ilkler, birçok hadisi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın vefatından sonra işitmişlerdir.

Rivayetler, yeni bir hadis işitince, Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer´in, bazı durumlarda ihtiyatlı davranıp ikinci bir şahid istediklerini, Hz. Ali´nin ise yemin ettirdiğini belirtir.

Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)´e "cedde", yani büyükanneye torundan düşecek mirasın miktarı hakkında sorulmuştu. Bu mesele hakkında Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan birşey işitmediğini belirtti ve bir öğle namazından sonra cemaate sordu: "İçinizden kim ceddenin payı hususunda Aleyhissalâtu vesselâm´dan birşey işitti?"

Muğîre İbnu Şu´be kalkıp, Resulullah´ın ceddeye südüs (altıda bir) takdir buyurduğunu söylemiş, Hz. Ebu Bekr de: "Sizden kim buna şehadet edecek?" demiştir. Muhammed İbnu Mesleme kalkıp Muğîre´nin isabetli konuştuğunu te´yid etmiş, Hz. Ebu Bekr meseleyi buna göre hükme bağlamıştır(133).

Hz. Ömer, kapıyı üç kere çalarak izin istemek gerektiğini ifade eden hadisi Ebu Musa el-Eş´ari´den işittiği zaman: "Ya şahit getirirsin, ya da elimden çekeceğin var" diye çıkışmıştır. Hz. Ömer´in hiddetinden betibenzi atmış olarak Mescide geldiği zaman Ebu Musa hazretlerine: "Neyin var, rengin niye uçtu?" diye sorarlar. Durumu anlatınca: "Bunu hepimiz biliyoruz, en küçüğümüz gitsin!" derler ve Hz. Ömer´e Ebu Saidi´l-Hudrî´yi gönderirler (134) Hz. Ömer´le ilgili rivayetler çoktur: Veba çıkan bir yere girilmemesi, vebanın çıktığı yerden ayrılınmaması ile ilgili hadisi(135) Mecusilere ehl-i kitapla ilgili ahkamın uygulanması gerektiğine dair hadisi(136), mescid inşa edilecek bir yerin sahibi razı olmadıkça istimlak edilemeyeceğini beyan eden hadisi (137), hamile kadında düşüğe sebep olana takdir edilecek ceza ile ilgili hadisi Hz. Ömer hep, Resulullah´ın vefatından sonra işitmiştir. Düşüğe bedel Resulullah´ın erkek veya kadın bir köleye hükmettiğini Muğîre İbnu Şu´be haber verdiği zaman Hz. Ömer, buna şahid talep eder. Muhammed İbnu Mesleme şahitlik yapar(138).

Ehli nezdinde meşhur ve malum olan bu duruma başka misaller vererek asıl mevzumuzdan daha fazla uzaklaşmak istemiyoruz(139). Örneklerimize son verirken Hz. Ali´nin mevzuya giren bir beyanını kaydedeceğiz: "Ben, Resulullah´tan bir hadis işittim mi onunla amel ederek Allah´ın dilediği nisbette faydalanıyordum. Resulullah´tan bir başkası bana hadis nakledecek olsa yemin talep ediyordum. Yemin edince onu tasdik ediyordum. Ebu Bekir hadis rivayet edince (yemin talep etmiyordum, çünkü) Ebu Bekr, Sıddîk idi..."(140)

Şarihler, yukarıda kaydettiğimiz hadisleri açıklarken, Aşere-i Mübeşşere´ye mensup olanlar dahil, Ashab´ın büyüklerinin bile birkısım hadisleri bilmemesinin normal olduğunu, bu çeşit bilgi eksikliğinin onların büyüklüğüne bir noksanlık getirmeyeceğini belirtirler. İbnu Battal: "Bu hal Hz. Ömer hakkında caiz olursa başkaları hakkında haydi haydi caizdir" demiştir.(141)

Şu halde mut´a nikahını yasaklayan hadisi bazı sahabilerin Resulullah´ın sağlığında işitmeyerek sonradan işitmiş olması, normal, olağan bir hadisedir ve pek çok emsalinden sadece biridir. Ashab Resulullah´tan hadis bilmedikleri hususlarda ya eski bilgileriyle amel ediyorlardı, ya da içtihadlarıyla. Ama o meseledeki hadisi işittikleri taktirde, hadise uymayan tatbikatlarını derhal bırakıp sünnete rücu ediyorlardı. Buna da Hz. Ömer´den birkaç örnek verelim: O, parmakların diyetlerinin farklı olması gerektiği kanaatinde idi. Çünkü elde îfa ettikleri hizmet bir değildi. Öyleyse diyetleri de farklı olmalıydı. Fakat diyette parmaklara aynı değeri biçen hadisi işittiği zaman, derhal eski kanaatinden dönüp hadise göre uygulamaya geçmiştir (142). Keza zina yapan mecnuna had tatbik etmek isteyen Hz. Ömer, "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır... kendine gelinceye kadar mecnundan..." hadisini işitir işitmez, kanaatinden vazgeçer (143). Keza Abdullah İbnu Ömer, kendisinden farenin yenilip yenilmeyeceğinden sorulunca, En´am suresinin 145. ayetini okuyup orada zikredilen haramlar arsında olmadığını belirterek "Ye!" diye cevap veriyordu. Kendisine Resulullah´ın fare için: "O, murdarlardandır, habistir" dediği hatırlatılınca: "Resulullah böyle dediyse o öyledir" der ve fetvasından derhal rücu eder (144).

Yukarıda belirttiğimiz üzere, Hz. Ömer (radıyallahu anh), mut´a nikahının Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından haram edilmiş olduğunu hatırlatınca Ashab´tan hiç kimse buna itiraz etmemiş, bil-icma hepsi emre uymuştur.[116]



7- Şiî Kaynaklarına Göre Mut´a


Not:


1- Bu bahiste kullanacağımız kaynaklar Şiîlerin hadis kitaplarıdır: el-İstibsar, Men La Yahdaruhu´l-Fakih, Tehzibu´l-Ahkâm, el-Furu´ mine´l-Kâfi.

2- Rivayetlerin kaynağı: Bunlar da Hz. Peygamber değil, Şiî´lerin masum dedikleri imamlardır.

* Ebu Abdillah: Cafer es-Sadık rahimehullah (vefatı 148 hicri).

* Ebu Cafer: Muhammed İbnu Ali el-Bakır rahimehullah (vefatı 114 hicrî).

* Ebu´l-Hasen: Ali İbnu Musa er-Rıza rahimehullah (vefatı 203 hicrî).

* Emiru´l-Mü´minîn Hz. Ali (radıyallahu anh).[117]



Tarif Ve Tavsif


Mut´a ile ilgili rivayetler Şiî kaynaklarında daha çok yer tutar ve sayıca sünnî kaynaklarda geçenlerle mukayese edilemeyecek kadar çoktur (145).

Öncelikle belirtelim ki, Şia da, mut´ayı belirlenen ücret karşılığında, belirlenen müddet için yapılan bir nikah olarak tarif eder (146).

Burada kastedilen müddet, akitte belirtilmelidir. Belirtilmezse normal nikah ahkâmı cari olur. Bu durumda talaku´ssünne ile boşanabilir, miras terettüp eder ve iddet arasında nafaka gerekir (147). Mut´a nikahında Şia veraset tanımaz (149). Ancak şart koşulursa karşılıklı miras olabilir diyen olmuşsa da, "Şart koşsa da koşmasa da miras almaz" görüşü vardır. "Çünkü kadın zevce değil, müste´cere (kiralanmış kimse)dir" (150).

Ücret de anlaşılan miktardır, bir avuç buğday, bir dirhem nakit vs. olabilir (151).

Şia, mut´a nikahında şahid gerekmediğine inanır ve "Allah ve melekleri şahid olarak yeter" der (152). Ehl-i Sünnet, "Nikahta Allah ve Resulü´nün şahit" kılınması halinde nikahın mün´akid olmayacağına ve yapanın da -fiilinde Resulullah´a gaybı bilme nisbeti bulunmasına binaen-"Gaybı Allah´tan başka kimse bilemez" (Neml 65) mealindeki ayete muhalefet ettiği için- küfre düşeceğini kabul eder(153). Şia´ya göre, normal nikahta şahid, zaten çocuğun nesebi, miras -ve bir rivayette de hudud- için gereklidir(154). Tûsî "Resulullah zamanında şahitsiz nikah yoktu" itirazına: "O, efdal olanı ifade eder" diye te´vil ederek cevazın asıl olduğunu belirtir.(155)

Ehl-i Sünnet´in rivayetlerinde, Hz. Ömer´in yasaklamasına kadar, Ashab ve tabiinden, Resulullah´ın yasağını duymayanların mut´aya yer verdiğini belirtmiştik. Mut´a meselesine selefteki anlayışla Şia´nın anlayışını mukayese ederek bakınca, bazı ciddi farklar görülür:

1- Sünnî kaynaklar ruhsat tanıyan rivayetleri de, yasak getiren rivayetleri de Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e dayandırırken, Şiî kaynaklarda, pek nadir Resulullah´tan söz edilir. Onlar bu meseleyi hep imamlarına dayandırırlar. Mesela, İstibsar´da Hz. Peygamber´e nisbet edilen hemen hiçbir rivayet mevcut değildir.

2- Sünnî kaynaklarda cevaz, hep sefer haliyle ilgilidir, mukime de tecviz edildiğine dair rivayet yoktur. Halbuki Şiî kaynaklar bunu, mukim, misafir, evli, bekâr herkese "helal ve mübah" addederler (156). Kumî´de yer alan bir fetva söyle: "Kişi, dilerse mut´a yapar, hatta zevcesi olsa ve memleketinde zevcesiyle birlikte olsa bile" (157).

3- Bir kadınla pek çok erkek mut´a yapabildiği gibi, aynı erkek mükerrer seferler mut´a yapabilir. Kuleynî´nin bir rivayeti aynen şöyle: "Ebu Cafer Aleyhissalâtu vesselâm´a[118] sordum:

"Kurbanın olayım! Bir adam mut´a yapsa, şartı sona erse, sonra o kadınla bir başka erkek evlense, sonra ondan ayrılsa, sonra önceki erkek evlense, sonra ayrılsa, bu üç sefer cereyan etse, kadın üç erkekle evlense, birinci ile tekrar evlenmesi caiz olur mu?"

Bana şu cevabı verdi:

"Evet kaç sefer dilerse. Bu kadın hür kadın gibi değildir, bu kirayla tutulmuş (müste´cere) biridir; cariye kadın mesabesindedir" (158).

Şia, prensip olarak mut´ayı benimseyince kendi vicdanının da kabul etmeyeceği birkısım ayıplara fetva vermiş, tezadlara düşmüştür. Şiî kaynaklarında bu çeşit rivayetlere sıkça rastlanır.

Bir kısım rivayetler, kadının kocasına sadakati emrettiği (159), erkekkadın herkesi zinadan men ettiği (160) halde mut´a bahsinde evli kadınla da mut´aya müsamaha gösteren bir üsluba rastlanır. Ebu Abdillah, bir soru üzerine mut´a yapmaktan kaçınılacak kadınları şöyle sayar: "Kevâşif, devâî, begâyâ ve zevâtu´l-ezvaçtan kaçın!" Soru sahibi, bu tabirlerle neyi kasdettiğini sorunca, Ebu Abdillah açıklar: "Kevâşif, açıktan zina yapan, herkesçe bilinen zani kadınlardır; devai: Nefislerine erkekleri davet eden ve fesadı bilinen kadınlardır; begâyâ: Zina ile ma´ruf olanlar (fahişeler); zevatu´l-ezvac: Sünnete uygun olmayan şekilde boşanmış olanlar" (161). Burada evlilerin zikredilmemesi dikkat çekicidir. Esasen mut´a yapacağı kadının evli bir kadın olduğundan şüphelenip, tahkik edince evli çıktığını, bu durumda ne yapması gerektiğini soran kimseye, Ebu Abdillah: "Niye araştırıyorsun?" cevabını vererek evliyle de mut´aya gözyumucu bir cevap verir (162). Meselede temel prensip, kadının evli olup olmadığını araştırmamaktır (163). Ebu Abdillah: "Kadının evli olup olmadığını sorman gerekmez. Sana düşen, nefsi hususunda kadının beyanını tasdik etmektir" der(164).

Buna rağmen, bir başka tezada yer verir ve "mut´a yapılacak kadında iffet arar, güzel bile olsa zaniye ile mut´a yapılamaz" der (165). Ebu Abdillah´ın mut´a üzerine bir soruya cevap sadedinde "Helaldir, ancak afife kadınla nikahlan, Allah Teala hazretleri (mü´minleri tarif ederken): "Onlar ki ferclerini muhafaza ederler..." (Mü´minûn 5) buyurmuştur. Dirhemin hususunda itimadın olmayan yere fercini koyma" dediğini görürüz (166).

Şiî kaynaklarda bu hususta kesin bir hüküm yok. Nitekim bazı rivayetlerde sadece iffet değil, iman da aranır, mü´mine ile mut´anın mümkün olduğu, diğer bazılarında Yahudi ve Hıristiyanlarla da caiz olacağı, Mecusilerle caiz olmayacağı, ama bulunmamaları halinde Mecusi ile caiz olacağı ifade edilir.(167)

Mut´a nikahına bir hayız dönemi, 45 gün (ve bazılarına göre 4 ay 10 gün) (168) gibi bir iddet tanımaları (169), bir başka tezad olmaktadır. Gizlilik içinde mut´a yapan evli kadın mı iddete riayet edecek?

Bir rivayette mut´a yapılmayacaklar arasında zevatu´l-ezvac (kocalılar) da zikredilir, ancak bunun tarifi de yapılır: "Sünnete uymaz tarzda boşananlar" (170).[119]



Onlar Da Ayıbın Farkındalar


Şiî kitapların mut´a ile ilgili bahislerinde öyle pasajlara, fetvalara rastlanıyor ki, insanlık adına haya etmemek, iğrenmemek mümkün değil. Evli kadının bile, bir başka erkekle "Allah´ın kitabı ve Resulü´nün sünneti üzere (!)" mut´a yapmasına fetva verdirecek (171) ruh hali nedir diye insan sormadan edemiyor. Bırakın İslamiyet´i, evlilik müessesesinin kudsiyetine inanmış hangi din, fıtratı bozulmamış hangi insan böyle bir fetvayı verebilir? Aslında, bu fetvayı verenler de düştükleri ifratın, yaptıkları işin iğrençliğinin farkındalar: Abdullah İbnu Umeyr, mut´aya fetva veren (!) Ebu Ca´fer´e sorar: "Kendi kadınların, kendi kızların, kızkardeşlerin, amcanın kızları mut´a yapsalar bu seni memnun eder mi?"

Rivayet şöyle devam eder: "Ebu Ca´fer aleyhisselam kadınları ve amcasının kızları zikredilince yönünü çevirdi" (172).

Bir diğer rivayette Ebu´l-Hasen´in, bir kısım mevalisine (yardımcılarına) şöyle yazdığını görmekteyiz: "Mut´ada ısrar etmeyin, size sünneti ikame etmek düşer.[120] Odalıklarınız ve hür hanımlarınız varken mut´ayla meşgul olmayın; aksi takdirde, onlar sizleri inkar ederler, uzaklaşırlar, bunu emredene beddua ederler, bizlere lanet okurlar"(173).

Keza Ebu Abdillah´tan da: "Mut´ayı bırakın, ayıp iş yapmaktan haya etmiyor musunuz?" dediği rivayet edilmiştir.

Ancak Kuleynî te´vili yapıştırır: "Bu yasak, ashabından ve ihvanlarından salih olanlara hamledilir" (174). Yani havastan olanlara, salihlere ayıp; fakat avama, halka ayıp değil. Sünnî İslam´da, hadislerde böyle bir telakkiye rastlanmaz. "Ayıp" herkese ayıptır.[121]



Şia´nın Mut´ayı Tecviz Edişinin Bir Sebebi


Bazı rivayetler, Şia´nın bu utandırıcı ayıpta ısrarının sünnîliğe karşı yürüttüğü taassuptan ileri geldiğini göstermektedir. Öyle ki, onların kitabında da mut´a nikahının Hayber Seferi sırasında ehlî eşek etiyle birlikte haram edildiğine dair Hz. Ali´nin beyanı aynen yer alır(175). Hadisi kaydeden Tûsî, bunu takiyye[122] olarak yorumlar. Aynen şöyle der: "Bu rivayeti takiyyeye hamlederiz. Çünkü o, âmmenin mezhebine muvafıktır. (Mut´anın helal olduğuna delalet eden) önceki haberler ise, kitabın zahirine ve hakikat üzere olan(!) fırkanın bunun mucibiyle amel hususundaki icmaına muvafıktır. Böylece bu şazz rivayetle değil öbürleriyle amel etmek gerekir." (176) Bunun takiyye olduğunu Tehzibu´l-Ahkâm´da da tekrarlayan Tûsî orada "İmamlarımızın yolu, mut´anın ibahesidir. (Gerekçesini açıklamak için) sözü uzatmaya ihtiyaç yok" der.(177).

Ebu Abdillah´a nisbet edilen: "Mü´min kadınla mut´a yapma! Onu zelil edersin" şeklindeki rivayeti bu meselede ısrarlı olan Tûsî şöyle te´vil eder. "Bu rivayet mürseldir, senedi kopuktur. Bu çeşit rivayetle sıhhati olana itiraz edilmez. Rivayetin sabit olduğunu kabul edecek olsan, ondan murad: "Kadın asaletli bir ailedense" demektir. Çünkü böyle bir kadınla mut´a uygun olmaz. Zira kadının ailesine ar gelir, kendisine de züll isabet eder, her ne kadar mahzuru yoksa da" (178).

Bazı fetvalarda "Mut´a, onu bilene helal, bilmeyene haramdır" denmiş olması (179) da Şia´nın bu meseledeki temelsizliğine bir delildir. Hele Ebu Abdillah´dan nakledilen: "Allah Teala hazretleri, bize sarhoşluk veren bütün içkileri haram kıldı. Buna bedel olarak mut´ayı helal kıldı" fetvası (180) da bir tezat olarak karşımıza çıkar. Keza, bazı rivayetlerde ailesine getireceği ar sebebiyle bakire kızlarla, babalarının izni olmadan, mut´aya cevaz verilmezken (181), diğer bazılarında izinsiz tecvizi (182) Şia´nın bu meseledeki tutarsızlığına bir başka delil olmaktadır.

Tûsî ve diğer Şia ulemasını bu meselede taassuba sevkeden esprinin geri planını görmede şu rivayet daha açıktır: "Kureyşli bir erkek anlattı: "Amcamın kızının çok malı vardı. Buna (mut´a nikahı yapmamız için) haber göndererek: "Bilirsin benimle evlenmek isteyen çok erkek var. Ben onlarla evlenmedim. Ben sana, erkeklere olan sevdam için talip değilim. Ancak bana ulaştı ki, mut´ayı Allah kitabında helal kılmış, Resulü de sünnetinde beyan etmiş. Fakat Züfer de (Züfer´le Hz. Ömer´in kastedildiği belirtilir) haram etmiş. Ben de Arşı´nın fevkinde aziz ve celil Allah´a itaat etmek, Resulü´ne itaat etmek, Züfer´e de isyan etmek istedim. Benimle mut´a nikahı yap!" dedi. Ben de kendisine:

"Ebu Cafer´e gidip onunla istişare edeyim!" dedim. Sonra gidip haber verdim. Bana: "Yap! Allah ikinize de rahmet etsin!" dedi. (183)

Hz. Ömer´e ve sünnîliğe muhalefetteki taassub, Şia´yı sadece ulemanın değil, bütün fıtrat-ı selime sahiplerinin "zina" demekte icma edecekleri bir ayıp için "Mü´min, mut´a yapmadıkça kemale ermez" dedirtecek (184), buna akidevî bir mahiyet kazandıracaktır.

Resulullah´a nisbet edilen bir iftiraya göre Aleyhissalâtu vesselâm, haşa şöyle demiştir: "Ben miractayken Cibril aleyhisselam bana geldi vededi ki: "Ey Muhammed! Allah Teala hazretleri buyurdular ki: "Ben ümmetinden mut´a yapan kadınları mağfiret ettim!" (185)

İnsanlığın iftihar edeceği nadir dahilerden biri olan Hz. Ömer (radıyallahu anh)´e muhalefet taassubu, Şia´yı mut´a yapmaya ibadet dedirtecek noktaya getirmiştir. Aynen kaydediyoruz: "Salih İbnu Ukbe, Ebu Cafer aleyhisselam´dan rivayet etmiştir: "Kendisine: "Mut´a için bir sevap var mı?" dedim. Bana şu cevabı verdi: "Eğer mut´a ile Allah rızasını ve O´nu inkar edenlere muhalefeti murad etmişse (mut´a yolunda) konuştuğu her kelime için Allah ona sevap yazar. Elini kadına uzatınca, Allah ona mutlaka sevap yazar. Kadına temas etti mi, bu sebeple, günahını affeder. Yıkandı mı saçından geçen su miktarınca Allah ona mağfiret eder! Ben tekrar: "Saçı adedince mi?" dedim. "Evet, saçı adedince!" dedi." (186) Ali es-Sibaî, iğrenç ve hayırsız bularak, "bir daha mut´a yapmayacağım!" diye Allah´a yemin eder. Durumunu Ebu´l-Hasan´a sorunca şu cevabı alır: "Sen itaat etmeyeceğim diye Allah´a söz vermişsin. Allah´a yemin olsun (mut´a yaparak) O´na itaat etmezsen isyan etmiş olursun." (187)

Ve İslam uleması arasında meşhur olmuş bir sözü hatırlıyoruz: "Maksad Ali sevgisi değil, Hz. Ömer buğzudur." Evet mut´a meselesi de öyle: Hakkı ortaya çıkarmaktan ziyade, Ömer´e muhalefeti tahkim. Yani üzüm yemek değil, bekçiyi dövmek.

Taassub ve husumetin Şiî alimleri nerelere götürdüklerini görmek için bir başka örnek kaydedelim: "Ebu Ca´fer aleyhisselam dedi ki: "Aziz ve celil olan Allah, şehveti on cüz (parça) olarak yarattı. Bunun dokuzunu erkeklere birini kadınlara koydu. Bu hal Benî Haşim ve taraftarları için böyledir. Benî Ümeyye kadınları ve taraftarları için ise, şehvetin on cüzünden dokuzu kadınlara, biri erkekleredir." (188) Burada karalanan Benî Ümeyye, Şia´nın siyasî kavga yaptığı Emevîlerdir. Benî Haşim de Hz. Ali ve ahfadının geldiği hanedandır.[123]



Şiî Tavır


Burada bir noktayı okuyucuların insaf nazarlarına arzetmek isteriz. Yukarıda, mut´a nikahı bahsini sünnî kaynaklara göre incelerken gördük ki Ehl-i Sünnet uleması mesele üzerinde tamamen Hz. Peygamber´in hadislerine dayanmaktadır. Mut´anın Resulullah tarafından bir ara mübah kılındığını, bilahare yasaklandığını, son defa Mekke fethi sırasında yasaklanıp, Veda hutbesi sırasında yasağın bir kere daha hatırlatıldığını.. bu yasağı işitmemiş olan sahabi ve tabiinden bazılarının bunun lehinde fetva verdiğini, Hz. Ömer´in buna muttali olunca, Aleyhissalâtu vesselâm´ın haram kılma hadisesini hatırlatarak, meseleyi gündeme getirip yasağı ta´mim ettiğini belirttik. Yine gördük ki, şarihler bu hususta icmadan bahsederken, İbnu Abbas´tan bir ara varid olan lehindeki fetva sebebiyle tam bir icma hususunda tereddüt hasıl olduğunu, Şia´dan bazılarının mut´aya fetva verdiğini vs. hep kaydetmektedirler.

Halbuki Şia´nın dayandığı muteber kaynakları, meseleyi açıklarken Ehl-i Sünnet´in dayandığı sahih rivayetleri hiç görmezden gelir. Onlara atıfta bile bulunmaz. Tûsî´nin şu açıklamasına dikkat edilince, Şia dışında Müslümanın varlığının bile kabul edilmediği görülür: "...Mut´anın mübah oluşuna Müslümanların Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın onu bir zaman mübah kıldığı hususunda icmaları delalet eder. Onun bunu daha sonra yasakladığı hususunda kat´î bir delil getirilmemiştir. Öyleyse delil getirilinceye kadar önceki hali üzere mübah olması gerekir. Şeriatta ise buna delalet eden bir delil mevcut değildir. Buna keza Cenab-ı Hakk´ın şu kelamı da delalet eder..."

Tûsî, bundan sonra, yukarıda bilvesile zikrettiğimiz ayetleri, iddiasına delil olarak kaydeder (189).[124]



Bir Soru Ve Cevabı


Şimdi şöyle bir soru mâkuldur: "Şia da esas itibariyle Kur´an ve sünnete dayandığına göre, mut´a nikahı meselesinde niye bu kadar zıt görüşler ortaya çıkmıştır? Onların hiç mi haklılık tarafı yok?"

Bunun gerçek bir izahı uzun kaçar. Ancak kısaca bilinmesi gereken husus şudur: Ehl-i Sünnet bu meselede onların kendiliklerinden hadis uydurduğunu söylemiyor. Resulullah´ın mut´aya cevaz verdiğini, sağlığında bununla amel eden sahabilerin bulunduğunu kabul ediyor. Bu husus Ehl-i Sünnet nezdindeki sahih rivayetlerde sabittir. Ancak, diğer birçok meselede olduğu gibi Aleyhissalâtu vesselâm bunu sonradan yasaklamış, böylece neshedilmiştir. Ehl-i Sünnet, Resulullah´ın vefatından sonra, bu yasağı işitmemiş bulunan bazı sahabi ve tabiin tarafından da mut´a nikahının icra edildiğini de kabul eder. Ancak, Ehl-i Sünnet, bu tatbikatın Hz. Ömer´in meseleye müdahale edip yasağı ta´mim etmesiyle son bulduğunu ve Hz. Ömer´e hiçbir sahabinin itiraz etmediğini, böylece mut´anın haram olduğu hususunda icma hasıl olduğunu da kabul eder.

Şia ile Ehl-i Sünnet, hadis anlayışında farklıdır. Aradaki ayrılık temelde bundan kaynaklanır. Şöyle ki:

1) Ehl-i Sünnet sahabe arasında hiçbir ayırım yapmadan hepsinin rivayetini makbul addederken, Şia Al-i Beyt´e mensup çok az sayıda sahabenin rivayetini kabul eder, diğerlerini reddeder.

2) Ravi meselesindeki tefrikleri sahabe tabakasında kalmaz, sahabeden sonra gelen tabiin ve etbauttabiin gibi diğer ravi tabakalarında da ayırım devam eder. Sahabeden sonraki ravilerdeki ayırım, ravinin makbul olabilmesi için ravide aradıkları şartlardan ileri gelir. Gerçi Ehl-i Sünnet de her raviden hadis almaz, ravinin mü´min, dindar, doğru sözlü mürüvvet sahibi vs. olmasını şart koşar. Şia da benzer vasıfları şart koşar. Ama "mü´min" deyince, ravinin İmamiye-İsnaaşeriye mezhebinden olmasını kasteder. Yani ravide aranan şart objektif olmaktan çok subjektif bir hal alır[125]. Halbuki Ehl-i Sünnet, ravinin "mü´min olması gerekir" derken, bununla İslam´ın iman esaslarını dil ile ikrar kalp ile tasdiki kasteder, başka bir kayıt koymaz. Hatta Ehl-i Sünnet´ten olmasını da şart koşmaz. Diyanet ve sıdk vasıflarını taşıyan Şiî ravilerden de hadis alır. Şia ise, değil Ehl-i Sünnet isnaaşere dışında kalan, Şiî mezheplerine mensup kimselerden bile hadis kabul etmez.

3) Şiîlere göre, hadis, masum imamların söz, fiil ve takrirleridir.[126] Bir rivayetin hadis olabilmesi için mutlaka masum addettikleri bir imama ulaşması şarttır. Ona ulaşmadan gelen sözler hadis değildir, makbul değildir. Bu sebeple Şiîlerin hadis kitapları hep, masum olduğuna inandıkları imamların sözleriyle doludur. Resulullah´a nisbet edilen hadisler pek nadirdir.Hemen şunu belirtelim ki, masum imam inancı, Ehl-i Sünnet´te yoktur. Ne Kur´an, ne de sahih hadisler böyle bir akideye yer vermez, bu Şia´ya mahsus bir inançtır. Ehl-i Sünnet İsmet´i yani her çeşit hata ve günahtan korunmuş olma halini sadece peygamberlere tanır. Peygamberler dışında hiç kimse ismet sahibi yani günahsız ve hatasız olamaz, Allah namına hüküm beyan edemez.

Şu halde Ehl-i Sünnet ile Şia arasında bir kısım farklar, objektiflik, subjektiflik noktasında başlar. Ehl-i Sünnet Kur´an ve hadiste gelen objektif kıstaslarla hareket eder. Şia subjektiviteyi esas alır, aklı ve sağduyuyu tatmin etmeyen bir kısım peşin kabullerden hareket eder. Kur´an´la ilgili açıklamalarda olsun, Kur´an´da olmayan meselelerin zuhurunda koyacağı hükümde olsun Ehl-i Sünnet hep sünnete dayanmayı esas aldığı halde, sahabileri reddetmesi sebebiyle Resulullah´ın hadislerinden kendini mahrum bırakan Şia, ortadaki boşluğu masum imamla doldurmayı denemiş, Hıristiyanlıktaki kilise müessesesi gibi bir masum imam otoritesi kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu yüzden onlar masum imamın sözlerine, fiillerine ve takrirlerine sünnet demeye mecbur olmuşlardır. İşin içerisine siyasî taassup ve garazkâr muhalefet de girince, yukarıda kadettiğimiz örneklerde görüldüğü üzere, mut´a meselesinde kendiliğinden bir ayrılık ve kemikleşme ortaya çıkmıştır. Ashab´ı reddetme, kendi mezheplerinden olmayanları mü´min saymama ve Hz. Ömer buğzunu her şeyin üstünde tutma gibi bazı prensipler, onları objektiviteden uzaklaştırmış, birçok sahih rivayetlerden mahrum bırakmış, ölçülerinden geçen ve fakat işlerine gelmeyen rivayetleri de keyfî te´villere sevkederek hatalı sonuçlara atmıştır. Nitekim mut´a nikahının Hayber Seferi sırasında yasaklandığına dair Hz. Ali´den gelen rivayeti "takiyye" diye nasıl te´vil ettiklerini gördük.

Ehl-i Sünnet ulemasının uydurma veya çok zayıf addettiği bir kısım rivayetler vardır ki, Şiî kaynaklarında masum imamlardan sünnet olarak rivayet edilmektedir. Kadın üzerine gelen birkaç örnek kaydediyoruz.

Ebu Ca´fer kadınlar hakkında şöyle demiştir: "Kadınlarla hususi şekilde istişare etmeyin. Yakınlar hakkında onları dinlemeyin. Şurası muhakkak ki, kadın yaşlanınca onun iki yarısının da hayrı gider ve iki yarısının şerri kalır. Güzelliği gider, dili keskinleşir, rahmi kısırlaşır. Erkek ise, yaşlanınca iki yarısının da şerri gider, her iki tarafının hayrı baki kalır. Aklı sabitleşir, re´yi sağlamlaşır, cehaleti azalır."(190)

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) harbe çıkmayı irade edince kadınlarını çağırır, onlarla istişare eder, sonra onlara muhalefet ederdi."(191)

"Ebu Abdillah demiştir ki: "Kadınlarla istişareden kaçının. Zira onlarda za´f ve acz ve düşüklük vardır."(192)

"Emîru´l-Mü´minîn (Hz. Ali): "Kadınlara muhalefette bereket var" demiştir."(193)

Ebu Abdillah demiştir ki: "Mü´min kadın, siyah öküzdeki benek mesabesindedir (sayıca azdır)." (194)

"Kadınlar arasında salih olanlar iki kanadı da beyaz olan karga gibidir (yani yok gibidir)." (195) [127]



DİPNOTLAR

(1) Fıkıh açısından "had cezası"nı gerektiren zinadan başka olarak, bu zinaya zemin hazırlayıcı davranışlarda hadislerde zina olarak tavsif edilmiş ve "el"in, "dil"in, "göz"ün, "kulak"ın zinasından bahsedilmiştir. (Buhari, İsti´zan 12, Kader 9; Müslim, kader 20).

(2) İbnu´l-Arabî, Ahkamu´l-Kur´an 3, 1311; Cessas, Ahkamu´l-Kuran 5, 92.

(3) Küleynî, Füru 5, 364; Kumî, Menla 3, 297; Tusî, Tehzib 7, 240.

(4) el-Müttaki el-Hindî, Kenzu´l-Ummâl, 16, 328.

(5) Abdurrezzak, Musannaf 6, 195.

(6) İbnu Hazm, Muhalla 11, 24; İbnu Mace, Nikah 15.

(7) Abdurrezzak, a.g.e., 6, 198-199.

8) Dârakutnî, Sünen 3, 229.

(9) Abdurrezzak 6, 197, ibnu Mâce´nin rivayetinde bu tavsif merfudur (Hz. Peygamber´in sözü). Sünen, Nikah 15.

(10) Darakutni 3, 229.

(11) Abdurrezzak, 6, 196.

(12) A.g.e., 6, 197. Dul kadın nikah işlerinde bakire gibi değildir. Velinin izni fıkhen bakireler hakkındadır.

(13) Buharî, Nikah 50; Nesâî, Nikâh 72; Tirmizî, Nikâh 6; İbnu Mâce, Nikah 20.

(14) İmam Malik, el-Müdevvene 2, 194.

(15) A.g.e., aynı sayfa

(16) A.g.e., aynı sayfa.

(17) Dârekutnî, Sünen 3, 228; İbnu Mâce, Nikâh 15.

(18) Dârekutnî, Sünen 3, 228.

(19) Fetvâyı Kadıhan, 1, 331.

(20) Zürkani, Şerhu Muvatta, Mısır 1962, 4, 45.

(21) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari, Mısır 1959, 11, 70.

(22) Aynî, Umde 17, 246.

(23) Nevevî, Şerhu Muslim 9, 182.

(24) Ayni a.g.e., 17, 246.

(25) Kasani, Bedai 2, 272-273; Şerbîni, el-Muğnî 3, 142.

(26) İbnu Sad 1, 199.

(27) İbadetlerle ilgili tarihi gelişmeyi ve değişik safhaları Tahiru´l-Mevlevi merhum Müslümanlıkta İbadet Tarihi adlı eserinde göstermiştir (İstanbul 1963, 2 Baskı).

(28) Buhari, Fezailu´l-Kur´an 6.

(29) İbnu Sa´d, et-Tabakatü´l-Kübra, Beyrut 1960, 1, 263.

(30) Amidi, el-İhkam, 4, 142.

(31) Buhari, Nikah 36; ebu Davud, Talak 33.

(32) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari, 11, 88.(33) Geri kalan beş çeşit nikaha gelince:

1- İstibza nikahı: Daha asaletli bir nesil elde etmek gayesiyle, erkeğin hanımını, hayız halinden çıkınca, hamile kalması için bir başka erkeğe göndermesidir. Kadın hamile kalıncaya kadar, kocası ona temasta bulunmazdı.

2- Bedel Nikahı: Bu, iki erkeğin hanımlarını karşılıklı olarak değiştirmesidir.

3- Hıdn Nikahı: Bu, kadınların gizlice dost edinmeleri şeklinde hasıl olan nikahtır. Kur´an-ı

Kerim bu çeşit haram münasebete temas eder (Nisa 25, Maide 5).

4- Fahişeliği meslek yapan ve bunu kapısına diktiği bayrakla ilan eden kadınların nikahı: Çocuk sahibi olduğu takdirde kendisine temas eden erkekleri toplar, getirilen bir kaif´in hükmüyle onlardan biri baba tayin edilirdi.

5- On kişiden az bir grup, kadınla, sırayla temasta bulunur, hamilelik halinde kadın bunları çağırır, en ziyade hoşuna gideni baba ilan eder, erkek buna itiraz edemezdi.

(34) Müslim, Nikah 11, (1404).

(35) Nevevî, Şerhu Müslim 9, 181.

(36) Beyhâki, es-Sünenü´l-Kübra 7, 207. İleride görüleceği üzere İbnu Hibban bunu Resulullah´ın sözü olarak kaydeder.

(37) Tahavi Şerhu Meani´l-Asar, 3, 24; Nesaî, Nikah 71.

(38) Beyhakî, a.g.e., 7, 205.

(39) Tirmizî, Nikah 28.

(40) Nevevî, Şerhu Muslim 9, 182.

(41) Beyhaki a.g.e., 7, 205.

(42) Hattabi, Mealimü´s-Sünen (Ebu Davud´un hamisinde basılmıştır, Humus 1393/1973. Birinci Tab), 2, 559.

(43) İbnu Hazım´ın rivayetinde bu sarahat mevcuttur (s. 179).

(44) Tirmizî, Nikah 28, (1122, 4).

(45) Mübarekfuri, Tuhfetu´l-Ahvezî 4, 269.

(46) Tahavi, a.g.e., 3,24.

(47) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 78.

(48) Razi, Tefsir 10, 49.

(49) Müslim Hac 213, Nikah 7.

(50) Müslim, Nkah 16; Bkz. Dârakutnî, a.g.e., 3, 242.

(51) F.B., 11, 78.

(52) Tahavi a.g.e., 3, 26.

(53) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari, 11, 78.

(54) ibnu´l Arabî, Arızatü´l-ahvazi 5, 51.

(55) Buhari, Nikah 31,

(56) Müslim, Nikah 19, Nesai, Nikah 71.

(57) Müslim Nikah 21.

(58) Tahavî a.g.e., 3, 26.

(59) Müslim, Nikah 29; Nesai, Nikah 71.

(60) Müslim, Nikah 31.

(61) Beyhaki a.g.e., 7, 207.

(62) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 74.

(63) İbnu Hazım, a.g.e., s. 178.

(64) Müslim´de Sebre´den gelen sekiz rivayetten beşi (Nikah 20, 22, 23, 25, 26. hadisler) sarih olarak yasağın fetih gününde olduğunu belirtir, diğer üçünde (19,21, 24. hadisler) yer belirtmeksizin yasaklama zikreder.

(65) Müslim, Nikah 29, (1407).

(66) Müslim, Nikah 18.

(67) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari11, 73.

(68) Bkz. Nevevî, Şerhu Müslim 9, 181.

(69) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 73.

(70) İbnu Hibban, a.g.e., 6, 178.(71) A.e., 11, 73-74.

(72) Ebu Davud, Nikah 13.

(73) Bkz. İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 74; Nevevi, Şerhu Müslim 9, 180.

(74) ibnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 74.

(75) Nevevî, Şerh-u Müslim 9, 179.

(76) A.e., 9, 181.

(77) Nevevî, Şerh-u Müslim 9, 179.

(78) Zürkani a.g.e., 4, 48.

(79) ibnu Hibban, Sahih 6, 178.

(80) İbnu´l-Arabî, Arızatu´l ahvazi 5, 48.

(81) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 78.

(82) İbnu Hazm, el-Muhalla 11, 141.

(83) İbnu Hazım Ebu Bekr Muhammed el-Hemedani, Kitabu´l-İ´tibar fi Beyani´n-Nasih ve´l-Mensuh, Humus, 1386/1966, s. 177.

(84) Ayni, Umdetü´l-Kari 17, 246.

(85) Tahavi, a.g.e., 3, 24-25.

(86) Darakutni, 3, 259.

(87) Msuslim, Hacc, 162; Tahavi, a.g.e., 3, 26.

(88) Beyhaki, a.g.e., 7, 207.

(89) Beyhaki a.g.e., 7, 202.

(90) Tahavi, a.g.e., 3, 25.

(91) Heysemi, Mecmau´z-Zevaid 4, 265.

(92) Beyhaki, a.g.e., 7, 207.

(93) Daha önce Hz. Ali ile ilgili rivayetlerde kaydettiğmiz ürzere, Abdullah´ın tarizde bulunduğu bu zat İbnu Abbas olabilir.

(94) Müslim, Nikah 27.

(95) Nevevî, Şerhu Müslim, 9, 188.

(96) Aynî, umde 17, 246.

(97) İbnu Mace, Nikah 44.

(98) Muvatta, Nikah 41.

(99) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 76.

(100) A.e., 11, 77.

(101) İbnu Hazm, el-Muhalla 11, 141.

(102) Cessas, Ahkamu´l-Kur´an 5, 92.

(103) İbnu´l-Arabî, Ahkamu´l-Kur´an 3, 1311. İbnu´l-Arabinin bu üslubunu başka bazı meselede olduğu üzere Hanefilere karşı taşıdığı taassupla izah edebiliriz.

(104) İbnu´l-Arabî, Arızatu´l-Ahvazi 5, 49.

(105) Bu mevzuda daha geniş bilgi ve kaynaklar için Hz. Peygamber´in Sünnetinde Terbiye adlı kitabımız görülmelidir (s. 330-333).

(106) Şah Abdülaziz, Tuhfe 228.

(107) A.e., aynı sayfa.

(108) Şah Abdulaziz, a.g.e., 229-230.

(109) Tusi, Tehzib 7, 249-250.

(110) Kasani, Bedai 2, 273.

(111) Söylediğimiz hususa en güzel örneği Muhammed el-Hüseyn, Aslu´ş-Şia ve Usulüna adlı eserde vermektedir (s. 93-116).

(112) Zürkani, Şerhu Muvatta 4, 47; Hattâbi, a.g.e., 2, 558.

(113) Tahavi, a.g.e., 3, 27.

(114) Buhari, Nikah 31.

(115) İbnu Hacer, Fethu´l Bari 11, 77.

(116) A.e., aynı sayfa.

(117) Zürkani a.g.e., 4, 36.

(118) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 74.

(119) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 77. Onun rivayet ettiği hadisler yukarıda kaydettiğimiz çeşitten mensuh hadisler olmalıdır.

(120) Bahari, Nikah 31. Bab.

(121) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 11, 70.

(122) Nevevî, Şerhu Müslim 9, 182.

(123) Tahavi, a.g.e., 3, 27.

(124) Nevevî Şerhu Müslim 9, 182; Zürkani, Şerhu Muvatta 4, 47.

(125) Münavi, Feyzu´l-Kadir 1, 227.

(126) Nevevî a.g.e, 9, 182; Zürkâni a.g.e, 4, 47; Aynî a.g.e., 17, 246; İbnu Hacer, Fethu´l-Bari, 11, 78.

(127) Şah Abdülaziz, Gulam Hakim ed-Dehlevi Muhtasaru Tuhfeti´l-İsna Aşeriyye, s. 227 228.

(128) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 13, 110.

(129) Buharî, İlim.

(130) İbnu Kesir, Tefsir, 3, 143.

(131) Hakim en Neysaburi, el-Müstedrek, Haydarabad-Deken 1335, 2, 227.

(132) Nesâî, Sehv 17.

(133) Tirmizî, Feraiz 10; İbnu Mace, Feraiz 4, Ebu Davud Feraiz 5. Ashabın birbirlerinden şahid istemeleri yalancılık ithamından ileri gelmez. Meselenin mahiyetini Kütüb-i Sitte Muhtasarı adlı kitabımızda genişçe açıkladık (1. cilt 58-60).

(134) Buhari, İsti´zan 13; Tirmizî, isti´zan 3; Muvatta İsti´zan 3.

(135) Buharî, Tıbb 30.

(136) Muvatta, Zekat 42; Şafii, er-Risale, Beyrut, Tarihsiz, s. 240.

(137) İbnu Sa´d, et-Tabakatü´l-Kübra 4, 21-22.

(138) Müslim,Kasame 39, Dehlevi, el-İnsaf´ta başka örnekler de kaydeder.

(139) İmam Şafii hazretleri er-Risalesi´nde haber-i vahidle ihticac babından bu meseleye birçok örnek kaydeder. Orada topluca görmek mümkündür. Mezkur bab 401-471 sayfaları arasında yer alır. er-Risale Ahmed Muhammed Şakir merhum tarafından tahkik edildiği için rivayetlerin yaknağı bulunabilmektedir.

(140) Müsnedu Ahmed İbnu Hanbel 1, 2.

(141) İbnu Hacer, Fethu´l-Bari 13, 268, Zürkani, Şerhu´l-Muvatta, Mısır, 1962, 5, 411.

(142) Şafii, Risale s. 422.

(143) İbnu Mace, Talak 15.

(144) Şâtıbî, el-Muvafakat 4, 23.

(145) Mesela Tûsi´nin Tehzibu´l-ahkam´ında 32 sayfalık 57, 240-272 arası); İstibsar´da 14 sayfa (3, 141, 155 arası); Kuleynî´nin Fürû´da 20 sayfa (5, 448-468 arası) rivayet hep mut´a nikahı üzerinedir.

(146) Küleynî, el-Fürû 5, 455.

(147) Tusi İstibsar 3, 151; Küleynî, Fürû 5, 455.

(148) Tusi, İstibsar 3, 515; Küleynî, Fürû 5, 455.

(149) Tusi, İstibsar 3, 147, 151; Furû 5, 460.

(150) Tusi, İstibsar 3, 147.

(151) Tusi, İstibsar 3, 149.

(152) Tusi, İstibsar 3, 149; Küleynî, fürû 5, 457.

(153) Azimabadi, Avnu´l-Mabud 11, 306. Fetâvâyı Kadıhan 1, 334.

(154) Kuleynî, Furû 5, 387.

(155) Tusi, İstibsar, 148-149.

(156) Kuleyni, Furu 5, 452.

(157) Kumi, Men la yahdarahu´l Fakih 3, 296.

(158) Kuleyni, Furu 45, 460.

(159) Tusi, İstibsar 3, 143.

(160) Tusi, İstibsar 3, 142, 168.

(161) İstibsar 3, 143; Menla 3, 292. Zevatu´l-Ezvac tabiri ibare yönüyle "kocaları olan kadınlar" manasını ifade eder ise de, rivayetin metninde, yukarıda kaydettiğimiz manada açıklanır: "Dedim ki: Zevatü´l-Ezvac ne demektir? Dedi ki: Sünnete uygun olmayan bir tarzda boşanan kadınlardır."

(162) Tusi, Tehzibu´l-Ahkam 7, 453, 454.

(163) A.g.e, 7, 252.

(164) Kuleyni Furu 5, 462.

(165) Tusi, İstibsar 3, 143.

(166) A.e., 3, 142.

(167) İstibsar, 3, 144.

(168) Kumi, Men la Yahdarahu´l-Fakih 3, 296.

(169) Kuleyni, Furu 5 455.

(170) Tusi, Tehzib 7, 252.

(171) Kuleyni, Furu s. 462; Tusi İstibsar 3, 152.

(172) Tusi, Tehzibu´l-Ahkam 7, 250-251.

(173) Kuleyni Furu 5, 453.

(174) A.e. aynı sayfa.

(175) Tusi, İstibsar 3; Tehzibu´l Ahkam 7, 251.

(176) Tusi, İstibsar 3,142.

(177) Tusi, Tehzib 7, 251-252.

(178) Tusi, İstibsar 3, 143.

(179) Kumi, Men la 3, 292.

(180) A.e. 3, 298.

(181) Kuleyni, Furu 5, 393.

(182) Tusi, İstibsar 3, 145.

(183) Kuleyni, Furu mine´l-Ahkam 5, 465.

(184) Kumi, Men la Yahdarahu´l-Fakih 3, 297.

(185) A.e, 3, 295.

(186) A.e., 3, 295.

(187) Tusi, İstibsar 3, 142.

(188) A.e. 3, 298.

(189) Tusi, Tehzib 7, 249-250.

(190) Kumi, Men la 3 298.

(191) Kumi, a.g.e., 3, 299. Kadınlarla İstişare meselesini ayrı bir makalede inceledik (Sur dergisi, Şubat 1987, sayı 131).

(192) Kuleyni, Furu 5, 517.

(193) A.e., 5, 518.

(194) A.e., 5, 515.

(195) A.e., 5, 515.