๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 28 Nisan 2010, 11:18:15



Konu Başlığı: Nefsle ilgili hadisler 10
Gönderen: Sümeyye üzerinde 28 Nisan 2010, 11:18:15
AÇIKLAMA:



Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), burada aynı manaya gelen iki kelimeden birini, kişinin kendisi için kullanmasını yasaklamaktadır. Yasaklanan kelime hubuset (= habis olmak) dilimize de girmiştir. Alimler hubuset kelimesinin Arapça´da itikad olarak batıl için, söz olarak yalan, fiil olarak çirkin için, hülasa gerek kavlî ve gerekse fiilî olan bütün haram ve mezmum olan sıfatlar için kullanıldığını belirtirler. Öylle ise Aleyhissalâtu vesselâm, kişinin nefsini kötülerken kötülük ifade etmekle birlikte nezaheti taşmayan kelimelerin seçilmesini tavsiye etmiş olmaktadır. Hubuset kelimesinin aynı manaya gelen lakisete nazaran çirkin ve kaba olduğu belirtilir.

Hattâbî: "Böylece Aleyhissalâtu vesselâm, ashabına, edeb ve mantık öğretmiş olmakta; güzeli kullanmaya, çirkini terketmeye irşad etmiş bulunmaktadır" der.[154]



ـ5925 ـ18ـ وعن مالك أنه بلغه عن يحيى بن سعيد: ]أنَّ عِيسى عَلَيْهِ السََّمُ مَرَّ بِخنْزِيرِ بِالطَّرِيقِ، فقَالَ لَهُ: انْفُذْ بِسََمٍ. فَقِيلَ لَهُ: تَقُولُ هذَا للخِنْزِيرِ؟ فقَالَ: إنِّى أخَافُ أنْ أعَوِّدَ لِسَانِى النُّطْقَ بِالسُّوءِ[ .



18. (5925)- İmam Malik´e Yahya İbnu Said´den ulaştığına göre "Hz. İsa yolda bir domuza rastlar. Ona: "Selametle yoldan çekil!" der. Yanında bulunanlar: "Bunu şu domuz için mi söylüyorsun.?" diye sorarlar. (O ise domuz kelimesini diliyle telaffuz etmekten çekindiğini ifade eder ve):

"Ben, dilimin çirkin şeyi söylemeye alışmasından korkuyorum!" cevabını verir." [Muvatta, Kelam 4, (2, 985).][155]



AÇIKLAMA:



Burada da bir nezahet örneği görmekteyiz. Hz. İsa aleyhisselam çirkin addedilen ve hakaret için kullanılan hınzır (=domuz) kelimesini ağzına almaktan çekiniyor. Şarih Zürkânî der ki: "Edebi Allah tarafından verilen o yüce zatta bu inceliği görmede şaşılacak bir şey yoktur."[156]



ـ5926 ـ19ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # إذَا بَلَغَهُ عَنِ الرَّجُلِ شَىْءٌ لَمْ يَقِلْ: مَا بَالُ فَُنٍ يَقُولُ: وَلكِنْ يَقُولُ: مَا بَالُ أقْوَامٍ يَقُولُونَ كَذَا وَكَذَا[. أخرجه أبو داود .



19. (5926)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adamdan kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit: "Falan niye böyle söylemiş?" demezdi. Fakat: "İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?" derdi." [Ebu Davud, Edeb 6, (4788).] [157]



AÇIKLAMA:



Bu hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hiç kimseyi kötü yönüyle teşhir etmediğini, yüzüne ayıbını vurmadığını, herhangi bir kimseden gördüğü veya duyduğu menfi bir duruma "İnsanlar niye şöyle söylüyorlar, niye şöyle yapıyorlar" diyerek umumi bir üslubla temas ettiğini belirtmektedir. Resulullah´ın insanlara af ve müsamaha ile davranması için şu ayet inmiştir: "Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, cahillerden yüz çevir" (A´raf 199), Rivayetlerde Cenab-ı Hakk´ın bu ayetle Resulüne, insanlara davranışında bu ahlak esaslarına göre hareket etmesini emrettiği sarih olarak belirtilir.[158]



ـ5927 ـ20ـ وعن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ تُكْثِرُوا الْكََمَ بِغَيْرِ ذِكْرِ اللّهِ تَعَالَى، فَإنَّ كَثْرَةِ الْكََمِ بِغَيْرِ ذِكْرِ اللّهِ تَعَالَى قَسْوَةُ الْقَلْبِ، وَإنَّ أبْعَدَ النَّاسِ مِنَ اللّهِ تَعَالى الْقَاسِي الْقَلْبِ[. أخرجه الترمذي .



20. (5927)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah´ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah´ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah´a en uzak olanı kalbi katı olanlardır." [Tirmizî, Zühd 62, (2413).][159]

ـ5928 ـ21ـ وعن أبى مالك ا‘شعري رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أرْبَعٌ في أُمَّتِى مِنْ أمْرِ الْجَاهِلِيَّةِ، َ يَتْرُكُونَهُنَّ: الْفَخْرُ بِا‘حْسَابِ، وَالْطّعْنُ فِي ا‘نْسَابِ، وَا“سْتِسْقَاءُ بِالنُّجُومِ، وَالنِّيَاحَةُ؛ وَقَالَ: النَّائِحَةُ إذَا لَمْ تَتُبْ قَبْلَ مَوْتِهَا تُقَامُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَعَلَيْهَا سِرْبَالٌ مِنْ قَطِرَانٍ وَدِرْعٌ مِنْ جَرَبٍ[. أخرجه مسلم .



21. (5928)- Ebu Malik el-Eş´ari (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ümmetimde dört şey vardır, cahiliye işlerindendir, bunları terketmeyeceklerdir:

* Haseble iftihar,

* Nesebi sebebiyle insanlara ta´n,

* Yıldızlardan yağmur bekleme,

* (Ölenin ardından) matem!"

Resulullah sözlerine şöyle devam etti: "Matemci kadın, şayet tevbe etmeden ölecek olursa, kıyamet günü üzerinde katrandan bir elbise, uyuzlu bir gömlek olduğu halde (kabrinden) kaldırılır." [Müslim, Cenaiz 9, (934).][160]



AÇIKLAMA:



Haseb, kişinin mal, mevki, zenginlik gibi dünyevî maddî sebeplerle sahip olduğu itibara denir. Dinimiz bu sebeple övünmeyi, böbürlenmeyi yasaklamıştır. Üstünlük takvadadır. Ehl-i takva Allah karşısındaki, insanlar karşısındaki haddini hududunu bileceği için, ne kadar zengin de olsa mütevazi olur, böbürlenme olmaz, olsa zaten müttaki değildir.

Niyâha yas etmek, ölünün arkasından yüksek sesle feryad u figan etmektir.

Hadis, sayılan ve cahiliye devrine nisbet edilen bu hasletlerin haram olduğuna delildir.

Hadis, ayrıca son nefese kadar tevbelerin makbul olacağına bir müjdedir.[161]



ـ5929 ـ22ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]اسْتَأذَنَ رَجُلٌ عَلى رَسُولِ اللّهِ # فقَالَ: بِئْسَ أخُو الْعَشِيرَةِ، فَلَمَّا دَخَلَ انْبَسَطَ إلَيْهِ وَأَنَ لَهُ الْقَوْلَ. فَلَمَّا خَرَجَ قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ حِينَ سَمِعْتَ الْرَّجُلَ قُلْتَ كَذَا وَكَذَا، ثُمَّ تَطَلَّقْتَ فِي وَجْهِهِ وَانْبَسَطْتَ إلَيْهِ؟ فَقَالَ: يَا عَائِشَةُ مَتَى عَهِدْتَنِي فَاحِشاً؟ إنَّ مِنْ شَرِّ النَّاسِ عِنْدَ اللّهِ تَعالى مَنْزِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَنْ تَرَكَهُ النَّاسُ اتِّقَاءَ فُحْشِهِ[. أخرجه الستة إ النسائي .



22. (5929)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir adam, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın huzuruna girmek için izin istemişti. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bir aşiretin kardeşi ne kötü!" buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince:

"Ey Allah´ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı mültefit oldun, iyi davrandın" dedim. Şu cevabı verdi:

"Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah Teala hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendini terkettiği kimsedir." [Buharî, Edeb 38; 48; Müslim, Birr 73, (2591); Muvatta, Hüsnü´l-Hulk 4, (2, 903, 904); Ebu Davud, Edeb 6, (4791, 4792, 4793); Tirmizî, Birr 59, (1997).][162]



AÇIKLAMA:



1- Bazı rivayetlerde, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına gelen kimse Uyeyne İbnu Hısn İbnu Huzeyfe el-Fezari´dir. Kendisine el-Ahmaku´l-Muta´ (itaat edilen ahmak) denmiştir. Yanına geldiği zamanki Resulullah´ın iltifatını, birkısım şarihler, onun kalbini kazanarak kavminin Müslüman olmasını sağlama ümidiyle izah etmiştir. Çünkü U-yeyne, kavminin reisi idi.

2- Alimler, Resulullah´ın davranışının mezmum olan gıybete girmediğini, dış güzelliğine aldanan bir kısım insanlara ondan herhangi bir zarar gelmesinden korkan kimseye, insanları onun şerrinden kurtarmak için, muttali olduğu bu durumu haber vermesi gerektiğini belirtirler. Ancak bunu paraya binaen değil, hayırhahlık niyetiyle yapmalıdır.

3- Kurtubî: "Hadiste, fısk ve fuhşu bilinen her kimsenin, keza verdiği hükümde adaletsizlik yapan, insanları bid´alara çağıran kimselerin de gıybetlerinin caiz olduğu hükmü vardır, ne var ki, şerlerinden korunmak için bunları idare etmek (müdara) da caizdir, yeter ki bu idare Allah Telanın dininde müdahaneye müncer olmasın." Sonra der ki: "Müdahane ile müdara arasında şu fark vardır: Müdara dünyanın veya dinin veya her ikisinin de salahı için dünyalığın harcanmasıdır, bu mübahtır, bazan da müstehabtır. Müdahane ise dünyanın salahı için dinin terkidir. Aleyhissalâtu vesselâm, Uyeyne için, dünyalık harcadı, münasebetini güzel kıldı, konuşmasında rıfka yer verdi. Bununla birlikte onu sözleriyle övmedi, böylece kavli ile fiili arasıda tenakuz girmedi. Zira onun hakkında söylediği söz doğrudur, ona olan davranışı iyi münasebettir."

4- İyaz der ki: "Allah bilir ya, o sırada Uyeyne henüz Müslüman değildi, bu sebeple onun hakkındaki söz gıybet sayılmaz veya Müslümandı ama Müslümanlığı samimi değildi. Aleyhissalâtu vesselâm bu durumu açıklamak istedi. Ta ki, onun batınını bilmeyenler aldanıp zarara uğramasınlar. Nitekim, ondan, gerek Resulullah´ın sağlığında ve gerekse vefatından sonra, imanının zaafına delalet eden bazı işler sadır olmuştur. Böylece, onun hakkında Resulullah´ın söyledikleri, peygamberliğine delil teşkil eden mucize olur. Huzuruna girince onu yumuşak sözle karşılaması, onu kazanma gayesine matuftur."

5- Bu hadis müdarada, kâfir ve fasıkların gıybet edilmesinin cevazında asıldır. [163]



ـ5930 ـ23ـ وعن عدي بن حاتم رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]خَطَبَ رَجُلٌ عِنْدَ النَّبِىِّ # فقَالَ: مَنْ يُطِعُ اللّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ رَشَدَ، وَمَنْ يَعْصِهِمَا فَقَدْ غَوَى. فَقَالَ #: بِئْسَ الْخَطِيبُ أنْتَ، قُلْ وَمَنْ يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائي .



23. (5930)- İbnu Hatim (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında bir adam bir hitabede bulundu ve dedi ki: "Kim Allah ve Resulü´ne itaat ederse doğru yolu bulmuştur, kim de o ikisine isyan ederse doğru yoldan sapmıştır."

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Sen ne kötü hatipsin. Şöyle söyle: "...Kim Allah ve Resulüne isyan ederse..." buyurdular." [Müslim, Cum´a 48, (870); Ebu Davud, Edeb 85, (4981), Salat 229, (1099); Nesâî, Nikah 40, (6, 90).][164]



AÇIKLAMA:



Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hatibin: "Allah ve Resulü" tabirini zikredeceği yerde, onlar yerine "ikisi" diyerek kısaltmış olmasını tenkid etmiştir. Nevevî, bu yasağın sebebini şöyle izah eder: "Hutbenin şe´ni meseleyi açmak ve izah etmek, imkan nisbetinde remz ve işaretlerden kaçınmaktır. Nitekim bu sebeple Aleyhissalâtu vesselâm´ın bir şey söylediği vakit anlaşılsın diye onu üç kere tekrarladığı rivayetlerde sabittir." Bir kısım alimler de: "Resulullah, hatib eşitlik gerektiren bir zamirde Allah´la Resulü´nü beraberce zikrettiği için müdahale etmiş, tazim için Allah´ın ismini önce zikredip, ona atfen kendi ismini zikretmesini emretmiştir" demiştir. Müteakiben kaydedilecek hadiste de görüleceği üzere, Resulullah: "Sizden kimse "Allah´ın istediği ve falan kimsenin istediği" demesin, aksine Allah´ın istediği, sonra da falanın istediği desin" buyurmuştur. Bunlar birkısım kelimelerin kullanılmasında bile dikkatli olmanın gereğine işaret ederler. Hülasa, Resulullah Allah´la peygamber arasında bir eşitlik anlayışının doğması muhtemel olan bir ifade tarzına karşı uyarmış, böyle bir itikadın yanlışlığının bilinmesi için Allah´ın isminin, Resulü´nün isminden önce zikredilmesini emretmiş olmaktadır.[165]



ـ5931 ـ24ـ وعن حذيفة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ تَقُولُوا مَاشَاءَ اللّهُ وَشَاءَ فَُنٌ. وَلَكِنْ قُولُوا مَا شَاءَ اللّهُ ثُمَّ شَاءَ فَُنٌ[. أخرجه أبو داود.



24. (5931)- Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah´ın istediği ve falanın istediği" demeyin, lakin şöyle deyin: "Allah´ın istediği , sonra da falanın istediği." [Ebu Davud, Edeb 84, (4980).][166]



AÇIKLAMA:



Yukarıda Hattâbî´den kaydettiğimiz üzere, cümlede iki şeyi "ve" ile birleştirdiğimiz zaman o iki şeyin müsaviliği ve söylenende ortaklığı ifade eder. Halbuki sümme eşitlik ve ortaklığı değil, biri önce biri sonra olmak üzere yan yana dizilmeyi ifade eder. Böylece, sadedinde olduğumuz hadis, İlahî meşietin başka meşietlere tekaddüm ettiğini, diğerlerinin onun peşinden geldiğini ifade etmektedir.[167]



مسلم ومالك وأبو داود.وروى »أهلكَهُمْ« بضم الكاف وفتحها. ومعناه بالضم أشدهم هكاً، وبالفتح أنه هو الذي أيأسهم من الرحمة بتجرئتهم على ارتكاب الذنوب ومقارفة المعاصى .



25. (5932)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bir kimsenin "İnsanlar helak oldu!" dediğini duyarsanız, bilin ki o, kendisi, herkesten çok helak olandır." [Müslim, Birr 139, (2623); Muvatta, Kelam 2, (2, 989); Ebu Davud Edeb 85, (4983).][168]



AÇIKLAMA:



Hadiste geçen اَهْلَكُ kelimesi اَهْلَكَ şeklinde de okunmuştur. Birinci okunuş daha yaygın olduğu için manada onu esas aldık. İkinci okunuşta mana, "insanları, böyle söyleyen kimse helak etmiştir" olur.

Her iki mana da doğrudur. Şöyle ki: "İnsanlar helak oldu, iyi kalmadı" sözünün içinde, herkesi kötülerken kendisini övme manası vardır. Bu mana hem ye´si, hem ucbu , hem de zulüm ve gıybeti ifade eder. Dolayısıyla böyle söyleyeni, Resulullah, herkesin kötüsü olarak ilan edip, zemmetmektedir. Aslında kimin kimden üstün olduğunu Allah bilir. Alimler, kişi bu sözü, din hususundaki kendi hatalarını ve diğer insanların eksikliklerini gördüğü vakit üzüntüsünü ifade etmek maksadıyla söylemişse, bunun bir mahzuru olmayacağını belirtirler.

İkinci okunuşa göre de mana doğrudur. Çünkü: "İnsanlar helak oldu" diyen kişi bu sözüyle insanları kendisi helake mahkum etmiştir, onları helak eden Allah değildir. Allah´ın rahmeti geniştir, dilediğine rahmetiyle muamele edecektir. Öyleyse herkesin helak olduğunu söyleyen kimse, herhangi bir delile dayanmadan, zannıyla, zu´muyla bu hükmü vermiştir, böyle bir hükme itibar edilmez. Ayrıca böyle hükmeden kimse, bu sözüyle insanları ye´se atarak taati terketmeye ve günahlara girmeye sevkedebilir. Bu da onların helaka atılmasıdır" (en-Nihaye)."[169]



ـ5933 ـ26ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: كُلُّ أُمَّتِى مُعَافَى إَّ الْمُجَاهِرُونَ، وَإنَّ مِنَ الْمُجَاهَرَةِ أنْ يَعْمَلَ الرَّجُلُ بِاللّيْلِ عَمًَ ثُمَّ يُصْبِحُ وقَدْ سَتَرَهُ اللّهُ تَعالى عَلَيْهِ فَيَقُولُ: يَا فَُنُ عَمِلْتُ الْبَارِحةَ كَذَا وَكَذَا، وَقَدْ بَاتَ يَسْتُرُهُ رَبُّهُ، فَيُصْبِحُ فَيَكْشِفُ سِتْرَ اللّهِ عَلَيْهِ[. أخرجه الشيخان.



26. (5933)- Yine Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı alenî işleyenler hariç. Kişinin geceleyin işlediği kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: "Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!" der. Böylece o, geceleyin Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah´ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı alenî işlemenin bir çeşididir." [Buharî, Edeb 60; Müslim, Zühd 52, (2990).][170]



AÇIKLAMA:



Hadis, bu ümmetten herkesin aff-ı İlahî´ye mazhar olacağını, bu umumi aftan sadece günahını aşikâr yapıp ilan edenlerin hariç kalacağını ifade etmektedir. Bazı alimler mananın: "Ümmetimden herkesin gıybeti terkedilir, alenî işleyenler (mücahir) hariç" olduğunu söylemiştir. Bu manayı verenler muafa kelimesinin metruk manasında olduğunu, bunun aslı olan afvın terk manasına geldiğini söylerler.

"Günahı alenî işleyen" diye tercüme ettiğimiz mücahir, "günahını izhar eden, Allah´ın üzerine çektiği örtüyü kaldırıp günahını başkasına anlatan" diye tarif edilmiştir.

Nevevî: "Fıskını veya bid´asını açığa vuran kimsenin, açığa vurduğu günahlarıyla yadedilmesi caizdir, diğerleriyle yadedilmesi caiz değildir" der.

Günahın izhar edilmesini bazı alimler: "Allah, Resulü ve salih mü´minlerin hakkını istihfaftır (hafife almak)" diye değerlendirmişlerdir.

Günahların setri, istihfaftan selamettir. Çünkü günahlar kişiyi alçaltır. Ayrıca, işlenen günah, haddi gerektiriyorsa, örtme haddi önler, had gerektirmiyorsa tazirden kurtarır. Eğer günah sırf Allah´ın hakkına müteallik bir günah ise, Allah´ın rahmeti gadabını getirdiği için, Ekremü´l-ekremin olduğu için onları evleviyetle affeder. Bu sebeple Allah, dünyada örttüğü bir günahı ahirette de teşhir etmeyecek demektir. Şu halde günahını açığa vuran kimse bu imtiyazdan mahrum kalacaktır.

Resulullah bütün bu faziletleri sebebiyle günahların gizli kalmasını, açığa vurulmamasını emretmiştir: "Allah´ın yasakladığı şu pisliklerden kaçının. Kim de bunlardan bir şey işleyecek olursa onu Allah´ın örtmesiyle örtsün" buyurmuştur.

Resulullah başka hadislerinde de sarih olarak dünyada günahını açığa vurmayıp gizleyen kimseyi Allah´ın kıyamet günü affedeceğini müjdeler.[171]



ـ5934 ـ27ـ وعن عوف بن مالك رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: َ يَقُصُّ عَلى النَّاسِ إَّ أمِيرٌ أوْ مَأمُورٌ أوْ مُخْتَالٌ[. أخرجه أبو داود.أراد أن من لم ينصبه ا‘مير وخطب الناس بنفسه مستبداً بذلك طلبا للرياسة من غير أن يأمره أحد من أولي ا‘مر بذلك فهو مختال: أي مراء .



27. (5934)- Avf İbn Malik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Halka kıssa (mevize, nasihat) anlatma işini emîr veya (emîrin tayin edeceği) memur veya tekebbür sahibi yapar." [Ebu Davud, İlm 13, (3665).] [172]



AÇIKLAMA:



1- Hadiste geçen kıssa anlatmadan murad halkı irşad etmek üzere yapılan konuşmalardır. Va´z, nasihat gibi. Bazıları "Bundan murad sadece hutbedir" demiştir.

2- Hadis bu işin rastgele insanlara bırakılamayacağını, öncelikle emîrin hakkı olduğunu belirtir. Emîr, her yerde her hutbeye (veya va´z u nasihata) yetişemeyeceğine göre, o işi yapacak kimseleri tayin eder, kendi adına o memurları konuşur. Me´mur kelimesiyle: "Allah tarafından memur edilen bazı alim ve velilerin kastedildiği" de söylenmiştir.

3- Muhtal ile, makam talib eden mütekebbir, müftehir kimsenin kastedildiği belirtilmiştir. Va´zetmeye, kimse onu tavzif etmediği halde o, kendi kendine bu işe girişmiştir.

4- en-Nihaye´de şöyle denir: "Hadisin manası şudur: "Bu iş, ya emîre mahsustur, ki ibret alsınlar diye halka va´zeder ve geçmiş şeyleri onlara haber verir, yahut da bu işle memur kimseye mahsustur. Bunun hükmü de emîrin hükmü gibidir, kendiliğinden anlatmaz. Kıssacı bunlardan biri değilse, bu işi insanlara karşı kibirlenmek, kendini satmak veya söz ve davranışıyla halka mürailik yapmak için riya olarak yapar, bunun vaazı ve sözleri gerçek vaaz değildir."

5- Hattâbî´ye göre, hadisten şu mana da çıkarılmıştır: "Halka konuşanlar üç kısımdır: "Müzekkir, vaiz ve kass (kıssacı):

* Müzekkir: İnsanlara Allah´ın nimetlerini hatırlatıp bunlarla onları şükre sevkeden kimsedir.

* Vaiz: İnsanları Allah´la korkutan, Allah´ın cezalarını hatırlatan bununla onları measiden caydıran kimsedir.

* Kass (kıssacı): İnsanlara geçmiş insanların haberlerini anlatan kimsedir. Bunlar kıssalar anlattıkları için bunların gerçekle ilgisi olmayan şeyleri ilave edeceklerinden, eksiklikler bırakıp bırakmayacaklarından emin olunmaz. Ama, müzekkir ve vaiz hakkında bu endişe yoktur." [173]



DÖRDÜNCÜ FASIL


MUHTELİF NEVLER


ـ5935 ـ1ـ عن أبي سعيد الخدري رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]صَلّى بِنَا رَسُولُ اللّهِ # يَوْماً صََةَ الْعَصْرِ. ثُمَ قَام َخَطِيباً، فَلَمْ يَدَعْ شَيْئاً يَكُونُ إلى قِيَامِ السَّاعَةِ إَّ أخْبَرَنَا بِهِ حَفِظَهُ مَنْ حَفَظَهُ، وَنَسِيَهُ مَنْ نَسِيَهُ، وَكَانَ فِيمَا قَال: إنَّ الدُّنْيَا خَضِرَةٌ حُلْوَةٌ وَإنَّ اللّهَ مُسْتَخْلِفُكُمْ فِيهَا فَنَاظِرٌ كَيْفَ تَعْمَلُونَ؟ أَ فَاتَّقُوا الدُّنْيَا وَاتَّقُوا النِّسَاءَ، أَ َ يَمْنَعَنَّ رَجًُ هَيْبَةُ النَّاسِ أنْ يَقُولَ بِحَقٍّ إذَا عَلِمَهُ. قَالَ: فَبَكَى أبُو سَعِيدٍ رَحِمَهُ اللّهُ، وَقَالَ: قَدْ وَاللّهِ رَأيْنَا أشْيَاءَ فَهِبْنَا، وَكَانَ فِيمَا قَالَ: أَ إنَّهُ يُنْصَبُ لِكُلِّ غَادِرٍ لِوَاءٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِقَدْرِ غَدْرَتِهِ، وََغَدْرَةَ أعْظَمُ مِنْ غَدْرَةِ إمَامِ عَامّةٍ، يُرْكَزُ لِوَاؤُهُ عِنْدَ اُسْتِهِ، وَكَانَ فِيمَا حَفِظْنَا يَوْمَئِذٍ، أَ إنَّ بَنِي آدَمَ خُلِقُوا عَلى طَبَقَاتٍ شَتَّى فَمِنْهُمْ مَنْ يُولَدُ مُؤْمِناً، وَيَحْيَا وَيَمُوتُ مُؤْمِناً؛ وَمِنْهُمْ مَنْ يُولَدُ مُؤْمِناً، وَيَحْيَا مُؤْمِناً؛ وَيَمُوتُ كَافِراً؛ ومِنْهُمْ مَنْ يُولَدُ كَافِراً وَيَحْيَا كَافِراً، وَيَمُوتُ مُؤْمِناً؛ وَمِنْهُمْ مَنْ يُولَدُ كَافِراً وَيَحْيَا كَافِراً، وَيَمُوتُ كَافِراً؛ أَ وَإنَّ مِنْهُمُ الْبَطِئَ الْغَضَبِ سَرِيعَ ألْفَيْءِ، وَالسَّرِيعَ الْغَضَبِ سَرِيعَ الْفَيْءِ، وَالْبَطِئَ الْغَضَبِ بَطِئَ الْفَىْءِ، فَتِلْكَ بِتِلْكَ، أَ وَإنَّ مِنْهُمْ بَطِئَ الْفَيْءِ سَرِيعَ الْغَضَبِ، أَ وَخَيْرُهُمْ بَطِئُ الْغَضَبِ سَرِيعُ الْفَيْءِ؛ وَشَرُّهُمْ سَرِيعُ الْغَضَبِ بَطِئُ الْفِيْءِِ، أَ وَإنَّ مَنْهُمْ حَسَنَ الْقَضَاءِ حَسَنَ الطَّلَبِ، وَمِنْهُمْ سَيِّءُ الْقَضَاءِ

حَسَنُ الطَّلَبِ، وَمِنْهُمْ سَيِّءُ الطَّلَبِ؛ حَسَنُ الْقَضَاءِ، فَتِلْكَ فَتِلْكَ، أَ وَإنَّ مَنْهُمْ السَّىيّءَ الْقَضَاءِ السَّيّءَ الطَّلَبِ؛ أَ وَخَيْرُهُمْ الْحَسَنُ الْقَضَاءِ الْحَسَنُ الطَّلَبِ، وَشَرُّهُمْ سَىِّءُ الْقَضَاءِ سَيّءُ الطَلَبِ، أَ وَإنَّ الْغَضَبَ جَمْرَةٌ في قَلْبِ ابْنِ آدَمَ، أمَا رَأيْتُمْ إلى حُمْرَةِ عَيْنَيْهِ وَانْتِفَاخِ أوْدَاجِهِ؛ فَمَنْ أحَسَ بِشَىْءٍ مِنْ ذلِكَ فَلْيَلْصَقْ بِا‘رْضِ. قَالَ: وَجَعَلْنَا نَلْتَفِتُ الَى الْشَّمْسِ، هَلْ بَقِىَ مِنَ الْنَّهَارِ شَيْءٌ؟ فَقَالَ #: أَ إنَّهُ لَمْ يَبْقَ مِنَ الدُّنْيَا فِيمَا مَضَى مِنْهَا إَ كَمَا بَقِيَ مِنْ يَوْمِكُمْ هذَا فِىمَا مََضَى مِنْهُ[. أخرجه الترمذي.»الْفَىْءُ« الرجوع .



1. (5935)- Ebu Saidil-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize ikindi namazı kıldırdı. Sonra bir hutbede bulundu. Bu hutbede, kıyamet vaktine kadar olacak her şeyi bize haber verdi. Bunu belleyen belledi, unutan unuttu. Söyledikleri arasında şu da vardı:

"Dünya caziptir, tatlıdır. Allah sizi buraya halife olarak göndermiştir, nasıl amel edeceğinize bakmaktadır.

* Aman uyanık olun! Dünyadan kaçının, kadından kaçının.

* Aman uyanık olun! Kimseyi, insanların korkusu, bildiği bir hakikati söylemekten alıkoymasın!"

Ravi der ki: "(Bunu söyleyince) Ebu Said merhum ağladı. Sonra sözlerine devam etti:

"Vallahi öyle şeyler gördük ki, korktuk. Resulullah´ın söyledikleri arasında şu da vardı:

* Haberiniz olsun! Kıyamet günü, her bir vefasız için vefasızlığı nisbetinde bir bayrak dikilecektir. Baş imamın (devlet reisinin) vefasızlığından daha büyük bir vefasızlık olmayacaktır. Onun bayrağı kıçının yanına dikilir."

O günkü bellediklerimiz meyanında şu da vardı:

* Haberiniz olsun! İnsanoğlu çok çeşitli tabakalar halinde yaratılmıştır:

* Kimisi vardır, mü´min olarak doğar, mü´min olarak yaşar, kâfir olarak ölür.

** Kimisi vardır, kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar, mü´min olarak ölür.

** Kimisi vardır, kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar, kâfir olarak ölür.

** Haberiniz olsun kimisi vardır yavaş öfkelenir, (öfkesinden) çabuk döner; kimisi vardır çabuk öfkelenir, çabuk döner; kimisi vardır, yavaş öfkelenir, yavaş döner. İşte bunlar birbirlerini dengeler.

** Haberiniz olsun onlardan bir kısmı vardır; çabuk döner, çabuk kızar. Bilesiniz bunların en hayırlısı ağır öfkelenen, çabuk dönendir; en şerlileri de çabuk öfkelenip yavaş dönendir.

* İnsanlardan borcunu iyi ödeyen, (başkasındaki alacağını) iyi talep eden vardır. Kimisi de kötü öder, iyi talep eder; kimi de kötü talep eder, iyi öder, bunlar birbirlerini dengeler. Bilesiniz birkısmı vardır kötü öder, kötü talep eder. Bilesiniz bunların en hayırlısı iyi ödeyen, iyi talep edendir; en kötüleri de kötü ödeyen, kötü talep edendir.

* Bilesiniz! Öfke ademoğlunun kalbinde bir kordur. Gözlerinin kızarmasını, avurtlarının şişmesini görmüyor musunuz! Kim, öfkeden bir başlangıç hissederse, yere yaslansın, (öfkesi geçinceye kadar öyle kalsın)."

Ebu Said dedi ki: "Biz (bu sırada) gündüzün aydınlığı devam ediyor mu diye güneşe bakmaya başladık. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:

"Haberiniz olsun! Dünyanın ömründen geçmiş kısmına nisbeten geri kalan kısmı, şu gününüzden geçen kısma nazaran geri kalan kısmına nisbeti gibidir." [Tirmizî, Fiten 26, (2192).][174]



ـ5936 ـ2ـ وعن عياض بن حمار رَضِيَ اللّهُ عَنه قَالَ: ]قَالَ #: إنَّ رَبِّي أمَرَنِي أنْ أُعَلِّمَكُمْ مَا جَهِلْتُمْ مِمَّا عَلّمَنِي يَوْمِي هَذَا؛ كُلُّ مَالٍ نَحَلْتُهُ عَبْداً حََلٌ، وَإنِّي خَلَقْتُ عِبَادِي حُنَفَاءَ كُلّهُمْ، وَإنَّهُمْ أتَتْهُمُ الْشَّيَاطِىنَ فَاجْتَالَتْهُمْ عَنْ دِينِهِمْ وحَرَّمَتْ عَلَيْهِمْ

مَا أهْلَلْتُ لَهُمْ، وَأمَرَتْهُمْ أنْ يُشْرِكُوا بِى مَالَمْ أُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَاناً، وَإنَّ اللّهَ تَعالى نَظَرَ إلَى أهْلِ ا‘رْضِ فَمَقَتَهُمْ، عَرَبَهُمْ وَعَجَمَهُمْ، إ بَقَايَا مِنْ أهْلِ الْكِتَابِ، وَقَالَ: إنَّمَا بَعَثْتُكَ ‘بْتَلِيَكَ وأبْتَلِيَ بِكَ، وَأنْزَلْتُ عَلَيْكَ كتَاباً َ يَغْسِلهُ الْمَاءُ، تَقْرَؤُهُ نَائِماً وَيَقَظَانَ؛ وَإنَّ اللّهَ تَعَالَى أمَرَنِي أنْ أُحَرِّقَ قَرُيْشاً. فَقُلْتُ: رَبِّ إذاً يَثْغَلُوا رَأسِي فَيَدَعُوهُ خَبْزَةً. فَقَالَ: اسْتَخْرِجْهُمْ كَمَا أخْرَجُوكَ، وَاغْزُهُمْ نُغْزِكَ. وَأنْفِقْ فَسَنُنْفِقْ عَلَيْكَ. وَابْعَثْ جِيْشاً نَبْعَثْ خَمْسَةً مِثْلَهُ، وَقَاتِلْ بِمَنْ أطَاعَكَ مَنْ عَصَاك. قَالَ: وَأهْلُ الْجَنَّةِ ثَثَةٌ: ذُو سُلْطَانٍ مُقْسِطٌ مُتَصَدِّقٌ مُوَفَقٌ، ورَجُلٌ رَحِيمٌ رَقِيقُ الْقَلْبِ لِكُلِّ ذِي قُرْبى وَمُسْلِمٍ، وَعَفِيفٌ مُتَعَفِّفٌ ذُو عَيَالٍ. قَالَ: وَأهْلُ النَّارِ خَمْسَةٌ: الضَّعِيفُ الّذِى َ زَبْرَ لَهُ، الّذِِينَ هُمْ فيكُمْ تَبعاً َ يَتْبَعُونَ أهًْ وََ مَاً، وَالخَائِنُ الّذِي َ يَخْفِى لَهُ طَمَعٌ، وَإنْ دَقَّ، إّ خَانَةَ، وَرَجُلٌ َ يُصْبِحُ وََ يُمْسِي إَّ وَهُوَ يُخَادِعُكَ عَنْ أهْلِكَ وَمَالِكَ، وَذَكَرَ الْبُخْلَ وَالْكَذِبَ، وَالشَّنْظِيرَ الْفَحّاشَ، وَإنَّ اللّهَ تَعالى أوْحَى إليَّ أنْ تَوَاضَعُوا حتّى َ يَفْخَرُ أحَدٌ عَلى أحَدٍ، وََ يَبْغِي أحَدٌ عَلى أحَدٍ[. أخرجه مسلم.»اجْتَالَتْهُمُ الشَّيَاطِينُ« بالجيم: أي استخفتهم فجالوا معهم.وقوله »أنْ أحرِّقَ قُرَيْشاً« هو كناية عن القتال.و»يَثْغلُوا رَأسِي« أي يشدخوه.و»َ زَبَرَ لَهُ« أي عقل و تماسك.و»َ يخفى« بالكسر: أي يظهر، من خفي البرق إذا لمع لمعاناً خفيفاً .

و»الشَّنْظِيرُ« السيء الخلق.و»بالفحّاش« المبالغ في الفحش .



2. (5936)- İyaz İbnu Hımar (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Rabbim, bugün bana öğrettiği şeylerden bilmediklerinizi size öğretmemi emretti. (Ve buyurdu ki): "Benim bir kula verdiğim bir mal helaldir. Ben bütün kullarımı hanif (=Müslüman, hakka taraftar) olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip, (fıtrî) dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar. Kendisine bir güç vermediğim şeyi bana şirk koşmalarını emrettiler."

Allah Teala hazretleri arz ehline baktı ve Ehl-i Kitap´tan bir kısmı hariç onların Arap, acem hepsine öfkelendi ve dedi ki:

"Ben seni imtihan etmek ve seninle de (başkasını) imtihan etmek üzere gönderdim. Sana, suyun yıkayıp (yok edemeyeceği) bir kitap gönderdim. Ta ki sen onu uyurken de uyanıkken de okuyasın!"

Allah Teala hazretleri bana, Kureyş´i ateşe vermemi (onlarla savaşmamı) emretti. Ben:

"Ey Rabbim, bu durumda onlar başımı yararlar ve bir ekmek parçasına çevirirler!" dedim.

"Öyleyse, seni çıkardıkları gibi sen de onları (Mekke´den) çıkar! Onlara karşı gazada bulun da biz de sana yardım edelim; infakta bulun biz de sana infak edelim. Sen bir ordu gönder, biz de sana onun beş misli (yardımcı melek ordusu) gönderelim. Sana itaat edenlerle birlik ol, asilere karşı savaş!" buyurdu. Cennetlikler üç kısımdır:

* Kuvvet sahibi, adaletli, sadaka veren ve muvaffak olanlar.

* Bütün yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli olanlar.

* İffetli, namuslu ve çoluk çocuk sahibi olanlar."

Resulullah devamla dedi ki:

"Cehennem ehli de beş kısımdır:

* Aklı olmayan zayıflar. Bunlar, aranızda tabi olarak bulunurlar, hiçbir ehle ve mala tabi değildirler.

* Tamahkârlığını izhar etmeyen hain kişiler. Böylesi, bir kapıyı çalsa mutlaka ihanet eder.

* Akşam, sabah her fırsatta malın ve ehlin hususunda seni aldatan adamlar.

* Cimrilik ve yalanı da zikretti.

* Bir de kötü huylu kaba sözlü insan."

Resulullah devamla buyudular ki:

"Allah Teala hazretleri, bana mütevazi olmanızı emretti. Öyle ki, hiç kimse hiç kimseye karşı böbürlenmesin, hiç kimse hiç kimseye karşı tecavüzde bulunmasın." [Müslim, Cennet 63, (2865).][175]



ـ5937 ـ3ـ وعن أبي أم