๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 28 Nisan 2010, 14:00:24



Konu Başlığı: Namaz ile ilgili hadisler-1 devami 12
Gönderen: Sümeyye üzerinde 28 Nisan 2010, 14:00:24
AÇIKLAMA:



1- Neşîc boğazla göğüs arasında gidip gelerek çıkan sese denir. Normal çıkan sesde bu hal olmaz. Şu halde ağlamaklı bir sestir. Yani kişinin içinden tabiî olarak ağlamak gelir, o ise iradî olarak mâni olmak veya ağlamanın şiddetini asgariye düşürmek ister, işte bu halde, dilimizdeki boğuk boğuk diye ifade edilen bir ses çıkar, Araplar bunu neşîc olarak ifade etmiştir.

2- Rivâyetten Hz. Ömer (radıyallâhu anh)´in bu âyeti okurken -imâmeti esnasında- kendini tutamayıp ağladığını anlıyoruz. Esasen Buhârî, hadisi şöyle bir bâb başlığı altında kaydeder: "İmâm namazda ağlarsa..."

Namazda ağlamanın hükmü nedir, namazı bozar mı, bozmaz mı? Buhârî, münâkaşalı meselelere girerken, hükme delâlet eden kesin bir başlık atmaz, sadece meseleye dikkat çekici bir ifadeye yer verir. Burada da öyle yapmıştır. Nitekim:

* Şa´bî, Nehâî, Sevrî gibi bazılarına göre namazda ağlamak namazı bozar.

* Hanefîlere ve Mâlikîlere göre, cehennemi hatırlayıp, uhrevî istikbalden hâsıl olan korku sebebiyle ağlamışsa, bu namazı bozmaz.

* Şâfiîler´de üç ayrı durum mevzu bahistir:

* Ağlamaktan iki yabancı harf zuhur ederse namazı bozar, değilse bozmaz. Esahh görüş budur.

* Mutlak olarak bozmaz, çünkü ağlamak kelâm cinsine girmez. Ağlamaktan hiçbir gerçek harf hasıl olmaz, sadece bir ses benzerliği ortaya çıkar.

* Ağzı kapalı ise bozulmaz. Aksi takdirde iki harf zâhir olacak kadar ses çıkarsa bozulur.

3- Namazda ağlamayı tecviz ederek namazı bozmayacağını söyleyenlerin başka delilleri de var: Hz. Ebû Bekr ve Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın da namaz sırasında yanındakiler işitecek kadar ağladıklarına dair kavî senetli rivâyetler gelmiştir. Resûlullah´la ilgili olan bir rivâyet şöyle: عبداللّهِ بْنُ الشخير قال: رَاَيْتُ رَسُولَ اللّهِ # يُصَلّى بِنَا وفي صَدْرِهِ اَزِيزٌ كَاَزِيزِ الْمِرجَلِ مِنَ الْبُكَاءِ

"Abdullah İbnu´ş-Şıhhîr (radıyallâhu anh) der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı gördüm, ağlamaktan göğsünde, kaynayan tencerenin çıkardığı uğultu gibi uğultu olduğu halde bize namaz kıldırmıştı."[395]



ـ7ـ وعن سَمُرة بن جُندبُ رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]حَفِظْتُ سَكْتَتَيْنِ في الصََّةِ، سَكْتَةً إذا كَبّرَ ا“مَامُ حَتَّى يَقْرأ. وَسَكْتةً إذَا فَرَغَ مِنْ فَاتِحَةِ الْكِتَابِ وَسُورَةً عِنْدَ الرُّكُوعِ، قالَ: فَأنْكَرَ ذَلِكَ عَلَيْهِ عِمْرَانُ بنُ حُصَيْنِ. فَكَتَبُوا في ذَلِكَ إلى المَدِينَةِ إلى أُبَىٍّ فَصَدَّقَ سَمُرَةَ[. أخرجه أبو داود، واللفظ له، والترمذي.وفي أخرى: »وَسَكْتَةَ إذَا فَرَغَ مِنَ الْقِرَاءَةِ«.وفي أخرى: »إذَا اسْتَفْتَحَ وَإذَا فَرَغَ مِنَ الْقِرَاءَةِ« .



7. (2576)- Semüre İbnu Cündüb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Namazda iki sekte hatırımda kaldı. Biri, imam "Allahuekber" dedikten kırâata başladığı âna kadar geçen sektedir. Diğeri de Fatiha ve zamm-ı sûreyi okuyup bitirince rükûya gitme sırasındaki sektedir."

(Hadisi rivâyet eden Hasan Basrî) der ki: "Bunun üzerine İmrân İbnu Husayn ona karşı çıktı (ve tek sekte olduğunu söyledi). Sonunda Medîne´ye Übeyy (İbnu Ka´b)´e yazıp sordular. (Übeyy verdiği cevapta) Semüre´yi tasdik etti."[396]

Bir diğer rivâyette, "...Kırâatten çıkınca bir sekte" denmiştir. Bir diğer rivâyette: "...İftitah tekbiri alınca ve kırâatten çıkınca" denmiştir.[397]



AÇIKLAMA:



1- Bu hâdise, birkaç farklı tarikten rivâyet edilmiştir. Namazda sekte (durak) yerlerini belirtmektedir. Sekte, imamın, cemaatin işiteceği şekilde kırâatte bulunmaması, bir müddet sessiz kalmasıdır.

2- Görüldüğü üzere Semüre İbnu Cündüb, birinci rek´atte iki ayrı yerde Resûlullah´ın sekte yaptığını hatırlayıp bunu söyleyince, İmrân İbnu Husayn adında bir diğer sahâbî, "namazda tek sekte var" iddiasıyla Semüre´ye karşı çıkmıştır. Birbirlerini bu hususta ikna edemeyince, birçok meselede otorite durumunda olan Übeyy İbnu Ka´b´e -ki Medîne´dedir- yazarak meseleyi sorarlar. O, Semüre´nin doğru hatırladığını bildirir.[398]

Hadisin Tirmizî´de gelen vechinde şu ziyade var: "Katâde´ye: "Bu iki sekte nedir?" diye sorduk. Şöyle dedi: "Namaza girdiği zaman (biri), kırâatten çıktığı zaman (da diğeri)." Bunu söyledikten sonra dedi ki: "Veladdâllîn´i okuyunca." Der ki: "Kırâatı bitirince, nefsinde tefekkür için bir miktar sükût etmekten hoşlanırdı."

3- Sekte´nin mahiyetine gelince, Ebû Hüreyre´den Ebû Dâvud´da kaydedilen bir hadis bu meseleyi daha iyi açıklamaktadır: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz için (iftitah) tekbiri alınca, tekbirle kırâat arasında bir miktar sükût eder. (Bir gün kendisine): "(Ey Allah´ın Resûlü) annem babam sana feda olsun. Tekbirle kırâat arasındaki sükûtta ne söylüyorsun bana haber ver!" dedim. Bunun üzerine şunu okuduğunu bildirdi: اَللّهُمَّ بَاعِدْ بَيْنِى خَطَايَاىَ كَمَا بَاعَدْتَ بَيْنَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ. اَللّهُمَّ نَقِّنِى مِنْ خَطَايَاىَ كما يُنَقّى الثّوبُ اَبْيَضُ مِنَ الدَّنَسِ. اَللّهُمَّ اَغْسِلْنِى بِالثَّلْجِ وَالْمَاءِ وَالْبَرْدِ. "Allahım, benimle hatalarımın arasını, doğu ile batıyı uzak kıldığın gibi uzak kıl. Allah´ım, hatalarımı beyaz elbisenin kirden temizlenmesi gibi temizle. Allah´ım beni karla, su ile, soğukla temizle."

Şu halde, birinci sekte, iftitah tekbirinden sonra, kırâate geçmeden, imamın cemaatin işitmeyeceği şekilde dua etmesidir.

İkinci sekte´de bir ihtilaf sözkonusudur: Fatiha´nın bitiminde mi, zamm-ı sûrenin bitiminde mi? Ancak Tirmizî´nin Katâde´den kaydettiği açıklamadan bu ikinci sekte´nin Fatiha´nın bitiminde olduğu sarahat kazanmaktadır. Bu hususu te´yid eden başka rivâyetler de mevcuttur.



TA´DÎL-İ ERKÂN


ـ1ـ عن أبى مسعود البدرى رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: َ تُجْزِئُ صََةُ أحَدِكُمْ حَتَّى يُقِىمَ ظَهْرَهُ في الرُّكُوعِ وَالسُّجُودِ[. أجرجه أصحاب السنن .



1. (2577)- Ebû Mes´ûd el-Bedrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden biri, rükû ve secdelerde belini (tam olarak) doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz."[399]



AÇIKLAMA:



Namazda ta´dîl-i erkân, bir bakıma rükünlerin hakkını vermek mânasına gelir. Bu maksadla kıyâm, rükû ve secdeyi yaparken her uzvun belli bir sükûnete ermesi, sübhânallâhi´l-azîm diyecek kadar o halde kalması gerekmektedir. Şu halde rükû´nun kemâli, secdeye gitmezden önce beli tam olarak doğrultup kıyam vaziyetini almakla gerçekleşecektir. Keza secdenin kemâli de birinci secdeden sonra beli tam olarak doğrultup oturur vaziyetini almakla gerçekleşecektir. Gerek rükû´daki ve gerekse secdedeki bu tam doğrulma haline tuma´nîne de denmiştir.

Tirmizî´nin açıklamasına göre, İmam Şâfiî, Ahmed ve İshak tuma´ nîne´yi farz görerek: "Rükû ve secdede belini (yeterince) kaldırmayanın namazı fâsiddir." demişlerdir. Onlar bu hükme giderken sadedinde olduğumuz hadise dayanırlar.

Hanefîlerden Ebû Yûsuf da farz demiş ise de mezhep görüşü, ta´dîl-i erkânın vâcib olmasıdır. Buna riâyet edilmemesi halinde sehiv secdesi gerekir. Cumhurun farz demiş olmasını da nazar-ı dikkate alan bazı Hanefî âlimler, ta´dîl´in terki halinde namazın iadesini tavsiye ederler. Esasen Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed´in de ta´dîl için - Tahâvî´nin nakline göre - "farz" dedikleri rivâyet olunmuştur. Mamafih onlardan "sünnet" -Cürcânî´nin tahricine göre- ve vâcib -Kerhî´nin tahricine göre- gibi başka hükümler de rivâyet edilmiştir. Müteahhir ulemanın tahkikine göre Hanefî görüş vâcib olduğu merkezindedir.[400]



ـ2ـ وعن النعمان بن مُرَّةَ: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: مَا تَرَوْنَ في الشّارِبِ والزَّانِى وَالسَّارِقِ، وَذَلِكَ قَبْلَ أنْ يُنْزِلَ فِيهِمُ الحدودُ؟ قاَلُوا: اللّه وَرَسُولُهُ أعْلَمُ. قَالَ: هُنَّ فَوَاحِشُ وَفِيهِنَّ عُقُوبَةٌ، وَأسْوَأُ السَّرِقَةِ الَّذِى يَسْرِقُ صََتَهُ قَالُوا: وَكَيْفَ يَسْرِقُ صََتَهُ يَا رَسُولُ اللّهِ؟ قالَ: َ يُتِمُّ رُكُوعَهَا وََ سُجُودَهَا[. أخرجه مالك .



2. (2578)- Nu´mân İbnu Mürre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "İçki içen, zinâ yapan ve hırsızlıkta bulunan kimse hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Bu sual, bunlar hakkında henüz hadd cezası gelmezden önce sorulmuştu.

"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" diye cevap verdiler. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Bu fiiller ağır suçtur, onlar hakkında ceza vardır. Hırsızlığın en kötüsü de namazını çalmaktır" buyurdu. Bunun üzerine:

"Ya Resûlullah, kişi namazını nasıl çalar?" diye sordular. Şu cevabı verdi:

"Rükûsunu ve secdelerini tamamlamaz."[401]



AÇIKLAMA:



1- Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadiste, namazdaki ta´dîl-i erkânın ehemmiyetini zihinlerde tesbit maksadıyla teşbihe başvurmaktadır. Bu maksadla, herkes nazarında çirkinliği açık ve belli olan üç cürüm hakkında sual sorar. Ashâb, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın tebliğ sırasında umumiyetle bir soru sorarak dikkatleri çekmekle işe başladığını bildiği için, sualden maksadın kendilerinden cevap beklemek olmadığını müdrikdiler. Bu sebeple: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" diye cevapla yetindiler.

Resûlullah, hırsızlığın kötülüğünü hatırlattıktan sonra, onun dereceleri bulunduğunu telmîhan, en kötü derecesinin kişinin namazında yaptığı hırsızlık olduğunu söyler. Bu, merak uyandıran bir teşbihtir. Ashâb ister istemez soracaktır:

"Ya Resûlullah kişi namazını nasıl çalar?"

Tîbî der ki: "Resûlullah hırsızlığı ikiye ayırdı: Bilinen hırsızlık, bilinmeyen hırsızlık. Bilinmeyeni, namazdaki tuma´nîne ve huşû´nun eksiltilmesi olarak tarif etti. Sonra bilinmeyen hırsızlığın bilinenden kötü olduğunu belirtti."

2- Ta´dîl-i erkâna riâyet etmemenin nasıl hırsızlığın en kötüsü olduğu şöyle açıklanır: "Hırsız, başkasının malını alınca dünyada bazan ondan faydalanır. Yahut sahibinden helallik ister, yahud da hadd cezasını çekerek ahiret azabından kurtulur. Ama öbürü böyle değil. Zîra nefsinin sevab hakkını çalmış ve onu ahirette cezaya tebdil etmiştir."

3- Ebû´l-Velîd el-Bâcî namazda başkaca hatalara rağmen Resûlullah´ ın hassaten secde ve rükû üzerinde durmasını, ihlallerin çoklukla bu ikisinde vukûa gelmesiyle îzah eder ve devamla der ki: "Bu ihlali hırsızlık olarak isimlendirmesi, edası emanet edilmiş olan bir şeyi yapmanın ihanet mânası taşımasındandır."

4- Ahmed İbnu Hanbel ve Tayâlesî´nin Ebû Saîdi´l-Hudrî´den kaydettikleri bir başka rivâyet de sadedinde olduğumuz hadisi te´yid eder: اَسْوَأَ النَّاسِ سَرِقَةً الذي يَسْرِقُ صََتَهُ قَالُوا يَا رَسُولَ اللّهِ وَكَيْفَ يَسْرقُهَا قَالَ: َ يَتِمُّ رُكُوعَهَا وََ سُجُودَهَا وََ خُشُوعَهَا

Efendimiz: "Hırsızlıkta insanların en kötüsü namazını çalan kimsedir" buyurmuştu: "Ey Allah´ın Resûlü bu nasıl olur?" diye sordular da: "Namazda rükûyu, secdeleri ve huşûyu tamamlamaz" diye cevap verdi."[402]



ـ3ـ وعن سالم البراد قال: ]أَتَيْنَا أبَا مَسْعُودٍ فَقُلْنا لَهُ حَدِّثْنَا عَنْ صََةِ رَسولِ اللّهِ #، فَقَامَ بَيْنَ أيْدِينَا فَكَبَّرَ. فَلمَّا رَكَعَ وَضَعَ رَاحَتَيْهِ عَلى رُكْبَتَيْهِ وَجَعَلَ أصَابِعَهُ أسْفَلَ مِنْ ذلِكَ وَجَافَى بَيْنَ مِرْفَقَيْهِ حَتَّى اسْتَوَى كُلُّ شَىْءٍ مِنْهُ. ثُمَّ قالَ: سَمِعَ اللّهُ لِمَنْ حَمِدَهُ. فقَامَ حَتَّى اسْتَوَى كُلُّ شَىْءٍ مِنْهُ[. أخرجه أبو داود والنسائى.»المُجَافَاهُ« أن يرفع يديه عن جنبيه و يُلْصقها .



3. (2579)- Sâlim el-Berrâd anlatıyor: "Ebû Mes´ud´a gelerek:

"Bize Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın namazından anlat!" dedik. Hemen önümüzde kalktı, tekbir getirdi. Rükûya varınca ellerinin ayalarını dizlerinin üzerine koydu. Parmaklarını dizinin alt kısmına getirdi. Dirseklerini yan taraflarına uzattı. Bu halde her uzvu hareketsiz sâbit durdu. Sonra semi´allâhu limen hamideh dedi ve her uzvu düz oluncaya kadar doğruldu."[403]



ـ4ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسولَ اللّهِ # قالَ: اعْتَدِلُوا في السُّجُودِ، وََ يَبْسُطَنَّ أحَدُكُمْ ذِرَاعَيْهِ انْبِسَاطَ الْكَلْبِ[. أخرجه الخمسة.



4. (2580)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Secdede ta´dîle riâyet edin, kimse kollarını köpeklerin yayışı gibi yaymasın."[404]



ـ5ـ وعنه رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ النَّبىَّ # قالَ: أقِيمُوا الرُّكُوعَ وَالسُّجُودَ؟ فَوَاللّهِ إنّى ‘رَاكُمْ مِنْ بَعْدِى. وَرُبَّمَا قالَ مِنْ بَعْدَ ظَهْرِى، إذَا رَكَعْتُمْ وَسَجدْتُمْ[. أخرجه الشيخان والنسائى .



5. (2581)- Yine Hz. Enes anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Rükû ve secdeleri yerine getirin. Allah´a yemin olsun siz secde rükû ettikçe ben arkamda olanları da görüyorum." -Belki "sırtımın gerisini" demişti-"[405]



ـ6ـ وعن مالك بن الحُويرث رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّهُ قالَ ‘صْحَابِهِ: أَ أنْبِئُكُمْ بِصََةِ النَّبىِّ #؟ قالَ أبُو قَِبَةَ: فَصَلَّى بِنَا صََةَ شَيْخِنَا أبِى يَزِيدَ. فَكَانَ أبُو يَزِيدَ إذَا رَفَعَ رَأسَهُ مِنَ السَّجْدَةِ ا‘خِيرَةِ مِنَ الرَّكْعَةِ ا‘ولى والثّالِثَةِ اسْتَوَى قَاعِداً ثُمَّ نَهَضَ[. أخرجه البخارى وأبو داود والنسائى .



6. (2582)- Mâlik İbnu´l-Huveyris (radıyallâhu anh)´ten rivâyete göre, arkadaşlarına: "Size Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın namazını haber vereyim mi?" diye sormuştur. Ebû Kilâbe der ki: "(Böyle söyledikten sonra), bize şeyhimiz Ebû Yezîd´in namazı (gibi) namaz kıldırdı. Ebû Yezîd, başını birince ve üçüncü rek´atin ikinci secdesinden kaldırınca otururcasına doğrulur sonra kalkardı."[406]



AÇIKLAMA:



Yukarıda kaydedilen son dört hadis, namazda riâyet edilmesi gereken bazı hususları beyan ediyor. Onları sırayla şöyle açıklayabiliriz.

1- 2579 numaralı hadise göre rükû sırasında el ve parmakların vaziyeti: El ayası dizkapağının tam üzerine gelecek, bu sırada parmakla bacağın dizkapağına bitişen kısmını kavrayacak, dirsekler de yana doğru açılarak birbirinden uzaklaşacak. Bu esnada dirseklerin karna yapıştırılması, karınla bacaklar arasına sıkıştırılması mekruhtur.

Rükûda bel ve baş yere paralel, düz bir istikâmet teşkil edecek şekilde olmalıdır.

Rükûdan kalkınca vücut tabii dikliğini alacak, baş tam olarak doğrulacaktır. İşte bu vaziyette bir miktar -yani Rabbenâ ve leke´lhamd diyecek kadar- sâbit durulacaktır.

2- 2580 numaralı hadiste, secdede ta´dîle riâyet emredilmekte, kolların yere yayılmaması istenmektedir. Secdede ta´dîl, Resûlullah´ın tarif ettiği hususlara uymakla yerine getirilir. Bu hadiste mezkur hususlardan bir zikredilmiştir: Kolların yere yayılmaması... Rivâyetlerde başka teferruât da istenmiştir. Ellerin aralıklı olarak yere konması; baş eller arasında alın ve burun yere değecek şekilde secde mahalline bırakılması, kolların dirsekler havada olacak şekilde yan taraflara çıkarılması, karınla dizlerin birbirine yapışmaması ve arada bir mesafenin bulunması. Sadedinde olduğumuz hadis, kolların yere değecek şekide bırakılmasını, köpeklerin yatma sırasında bacaklarını yere sermesine benzetmektedir. Maksad bu tarzın terkini telkindir. Zîra, bir tavrın hasis bir şeye benzetilmesi onun terkini emretme mânası taşır.

3- 2581 numaralı hadiste, rükû ve secdelerin ta´dîl-i erkâna uygun olarak yapılması emredilmekte ve te´kîden (ilâhî bir mûcize olarak) arkasında namaz kılanların da kendisine gösterildiğini, kimin ta´dîle uygun şekilde, kimin aykırı şekilde namaz kıldığını bildiğini ifade etmektedir.

Bu mesele ulema arasında farklı yorumlara sebep olmuştur. Çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sarih bir şekilde arkada kalan cemaatini namaz sırasında gördüğünü ifade etmektedir. Bu ne demektir? Bir mecaz mı söz konusudur, kelamın zâhiri, hakikatı mı muraddır?

* Bazıları: "Bundan maksad bilmektir, yani cemaatin ahvalini gerek vahiy yoluyla bilmesi ve gerekse ilham yoluyla bilmesidir" demiştir. Ancak hadiste arka cihet söz konusu olduğuna göre, maksad "bilmek" değildir denmiştir.

* Bazıları: Bundan maksad, nadir de olsa arada sırada göz atmakla sağ ve solunda gözüne ilişenleri de görmesidir, buradakiler de "arkasındakiler" olarak tavsif edilebilir" demiştir. Bu te´vilde de açık bir tekellüf, gereksiz olarak hadisin zâhirinden uzaklaşma var.

* Cumhur -ki doğrusu da budur- hadisi zâhirine hamletmiştir. Burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a has fiilî bir görme durumu mevzubahistir. Bu meselede âdet ve âdiyât ortadan kalkmakta, bir mûcize olarak, hasâis´ten bir imtiyaz olarak Fahr-ı Kainat arka cihetini de görebilmektedir. Ehl-i Sünnet´in telakki ve kabulüne göre gerçek şudur: "Görmek için, aklen, husûsî bir uzvun varlığı, görülecek eşyanın önde olması, yakın olması da şart. Bunlar âdi umurlardır, bunların yokluğu halinde de idrak, aklen câizdir." Bu görüşten hareketle ehl-i sünnet, âhirette Allah´ın görüleceğine hükmetmişlerdir. Ehl-i bid´at "görme" hadisesini anlamada beşerî âdetin dışına çıkamadıkları için, (mekandan, cihetten, şekilden münezzeh olan) Allah´ın görülmesini reddetmişlerdir.

* Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın arkasındakileri görmesiyle ilgili olarak fazla değeri olmayan başka görüşler de ileri sürülmüştür:

* O´nun sırtının arka kısmında bir gözü vardı. Onunla gerisindekileri daima görürdü.

* Arkadakilerin sûretleri kıble cihetindeki duvarda, eşyanın aynadaki tecellîsi gibi tecellî ederdi, Efendimiz onların timsallerine burada bakar, fiillerini böylece görürdü.

* İki omuzu arasında iğnenin yurdusu büyüklüğünde iki gözü vardı, onlarla görürdü. Bunlara elbise vs. perde olmazdı.

* Resûlullah,önünü gördüğü kadar arkayı da gördüğünü muhtelif hadislerinde ifade etmiştir. Hadisler arkayı da görme vak´âsının sadece namaz haliyle kayıtlı olduğunu ifade etmektedir. Ancak, bütün ahvaline şâmil olması da ihtimalden uzak değildir. Mücâhid bu kanaattedir. Takîyyüddin İbnu Muhalled, Aleyhissalâtu vesselâm´ın karanlıkta da aydınlıktaki gibi gördüğünü hikaye etmiştir.

4- 2582 numaralı hadiste, Resûlullah´ın namazı nasıl kıldığı tarif edilmektedir. Hatta Ebû Dâvud´un bir rivâyeti şöyle başlar: "Mâlik İbnu´l-Huveyris mescidimize geldi ve dedi ki: "Vallahi namaz kılacağım. Aslında (burada) namaz çılmak heveslisi olduğum için kılmıyorum. Ancak size Resûlullah namaz kılarken onu nasıl gördüğümü göstermek istiyorum."

Bu ifade onun edâ, kaza, nafile nev´inden muayyen bir namazı kılmak için değil, Resûlullah´ın namaz tarzını öğretmek maksadıyla o namazı kıldığını anlatmaktadır. Çünkü Aleyhissalâtu vesselâm: صلُّوا كَمَا رَأيْتُمُونِى اُصَلّى "Beni namaz kılarken nasıl gördüyseniz siz de öyle kılın" buyurmuştur. Bu hadisin de râvisi olan Mâlik İbnu´l-Huveyris, gördüğünü göstermeyi vazife bilmiştir.

Ancak onun namazı, mescidin imamı bulunan Ebû Yezîd künyesiyle mâruf Amr İbnu Seleme´nin namazına benzemektedir. Rivâyete göre Resûlullah onu kavmine imam tayin ettiğinde 6-7 yaşlarında çocuk idi.[407] Kavminden Resûlullah´a gelen heyet içerisinde Kur´an´ı en çok bilen O olduğu için Aleyhissalâtu vesselâm onu imam tayin etmişti.[408]

Bu rivayette dikkat çekilen bir husus, birinci ve üçüncü rek´atlerin ikinci secdesinden sonra yani kıyama kalkma durumlarında önce oturma vaziyetine girilmiş olmasıdır. Hadisin Buhârî ve Ebû Dâvud´da kaydedilen bazı vecihleri bu meselede daha açık ifadelere yer verirler. Mesela Ebû Dâvud´da: "...birinci rek´atin ikinci secdesinden başını kaldırınca oturdu, sonra kalktı" denir. Buhârî´nin rivâyetinde: "...başını ikinci secdeden kaldırınca oturdu ve yere dayandı, sonra kalktı" denir. Fakihler buna celsetü´l-istirâha derler ve bazıları bu hadisten hareketle bu geçici oturmanın (celsetü´l-istirâha´nın) meşruluğuna hükmeder. Şâfiî ve bir grup ehl-i hadis bu görüştedir. Ahmed İbnu Hanbel de bu görüşü esas almıştır.

Ancak çoğunluk bu celsetü´l-istirâha´yı kabul etmez. Mesela Tahâvî hadisin bundan bahsetmeyen vechini esas alarak Mâlik İbnu´l-Huveyris´in bir rahatsızlık sebebiyle böyle bir oturmaya yer vermiş olabileceğini söyler. Öyle ise onun oturması, bu oturuş sünnet olduğu için değil, rahatsızlığı sebebiyledir.

Tahâvî´ye itiraz edenler olmuş- Mâlik İbnu´l-Huveyris´in hasta olmadığını, onun Resûlullah´ın namazıyla ilgili bu tasvirinin, kendi rivâyeti olan "Beni namaz kılarken nasıl gördü iseniz siz de öyle kılın" emrini yerine getirmeye yönelik olduğunu söylemişlerdir. Ancak Tahâvî´nin esas aldığı vecihle de istidlal ederek, celsetü´l-istirâha´nın vâcib olmadığını, terketmenin de câiz olduğunu göstermek için terkettiğini söyleyen olmuştur.

Celsetü´l-İstirâha´nın müstehap olmadığını söyleyenlere gelince, bunlar şu hadisle istidlâl etmişlerdir: َ تُبَادِرونِى بِالْقِيَامِ وَالْقُعُودِ فَاِنِّى قَدْ بَدَّنْتُ "Gerek oturmada ve gerekse kıyamda benden evvel davranmayın. Ben artık yaşlandım (bunları yapmakta gecikebilirim)." Öyle ise Resûlullah´ın gecikmesi bu sebepten ileri gelmekteydi. Bu durumda aynı şekilde mazereti olmayanın celsetü´l-istirâha´da bulunması meşrû olmaz. Şu halde çok kısa bir müddete şâmil olan bu oturuş, kıyâmlarda meşrû olan yeni bir tekbiri gerektirmez, zaten o da kıyâma geçiş safhalarına dahildir.

Görüldüğü üzere, bu hadis muhtelif yorumlara, münâkaşalara sebep olmuştur. Daha fazla teferruâta girmeyi gereksiz görüyoruz.[409]



RÜKÛ VE SECDELERİN MİKTARI


ـ1ـ عن سعيد بن جبير قال: ]سَمِعْتُ أنَسَ بْنَ مَالِكٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه يقولُ: مَا صَلَّيْتُ وَرَاءَ أحَدٍ بَعْدَ رسولِ اللّهِ # أشْبَهَ صََةً بِرسُولِ اللّهِ # مِنْ هذَا الْفَتى، يَعْنِى عُمَرَ بنَ عَبْدِ الْعَزيزِ. قالَ: فَحَزَرْنَا في رُكُوعِهِ عَشَرَ تَسْبِيحَاتٍ، وَفي سُجُودِهِ مِثْلَهُ[. أخرجه أبو داود والنسائى .



1. (2583)- Saîd İbnu Cübeyr (rahimehullah) anlatıyor: "Enes İbnu Mâlik (radıyallâhu anh)´i dinledim şöyle diyordu: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan sonra, namazı Resûlullah ´ın namazına bu derece benzeyen, şu gençten yani Ömer İbnu Abdilaziz´den başka birinin ardında namaz kılmadım."

Enes (devamla) dedi ki: "Rükûsunda on tesbihât, secdelerinde de o kadar tesbihat tahmin ettik."[410]



AÇIKLAMA:



Hz. Enes, Ömer İbnu Abdilaziz´in rükû ve secdelerinde on kadar tesbihât tahmin ettiklerini söyler. Bu ifadeden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´n rükû ve secdelerde tesbihâtı onar aded tekrar ettiği anlaşılır. Böylece bu rivâyet, rükû ve secdenin kemâli için tesbihâtı onar aded tekrar etmek gerekir hükmünde olanları te´yid eder.

Bu hususta esas olan şudur: Namazını yalnız kılan kimse tesbihâtı ne kadar çok tutarsa evlâdır. Resûlullah´ın tesbihâtı uzun tuttuğunu beyan eden rivâyetler Aleyhissalâtu Vesselâm´ın tek başına kıldığı namazlarla ilgilidir. Cemaati sıkmadığından emin olan imam için de hüküm böyledir. Resûlullah´ın bazı rivâyetlerde "Rükû yaptığınız zaman en az üç kere Sübhâne Rabbiye´l-Azîm deyin, secde yapınca da en az üç kere Subhâne Rabbiye´l-a´lâ deyin" buyurmuştur.[411]



ـ2ـ وعن السعدى عن أبيه عن عمه قال: ]رَمَقْتُ رسولَ اللّهِ # في صََتِهِ فَكَانَ يَتَمَكَّنُ في رُكوُعِهِ وَسُجودِهِ قَدْرَ مَا يَقُولُ سُبْحَانَ اللّهِ وَبِحَمْدِهِ ثََثاً[. أخرجه أبو داود.



2. (2584)- es-Sa´dî babasından veya amcasından naklediyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a namazını kılarken dikkatle baktım, rüku ve secdelerinde üçer kere subhânallâhi ve bihamdihi diyecek kadar duruyordu."[412]



AÇIKLAMA:



Bu hadise göre musalli, rükû ve secdelerde tesbihât yaparken üçten az söylerse sünneti terketmiş olmaktadır. Mâverdi, rükû ve secdelerin mükemmel olması için tesbihât sayısının onbir veya dokuz veya bunun ortası olan beş olmasını tavsiye eder, "Bir kere söylemek de kâfidir" der. Tirmizî´nin İbnu´l-Mubârek, İshâk İbnu Râhûye´den yaptığı rivayete göre, "imamın beş kere tesbihâtta bulunması müstehabtır." Şu da bir gerçek ki, tesbihâtın kemalini gösteren rakam ileri sürmek delile dayanmaz. Namazın uzunluğuna göre tesbihâtın sayısı artırılabilir, bunun rakamla kayıdlanması gerekmez. Neylü´l Evtâr´da tesbihât dokuzdan fazla olursa sehiv secdesi gerekir, üçten fazla yapıldığı takdirde çift olmayıp tek olması müstehabtır" gibi hükümlerin de delile dayanmadığı belirtilir.[413]



ـ3ـ وعند غُندر قال: ]غَلَبَ عَلى الْكُوفَةِ زَمَنَ ابْنِ ا‘شْعَثِ مَطَرُ بنُ نَاجِيَةَ فأمَرَ أبَا عُبَيْدَةَ بن عَبْدِ اللّهِ أنْ يُصَلِّى بِالنَّاسِ. فَكَانَ إذَا رَفَعَ رَأسَهُ مِنَ الرُّكُوعِ قَامَ قَدْرَ مَا أقُولُ: اللَّهُمَّ رَبَّنَا وَلَكَ الحَمْدُ مِلْءَ السَّمَواتِ وَمِلْءَ ا‘رْضِ وَمِلْءَ مَا شِئْتَ مِنْ شَىْءٍ بَعْدُ أهْلَ الثَّنَاءِ وَالمَجْدِ. َ مَانِعَ لِمَا أعْطَيْتَ، وََ مُعْطِى لِمَا صَنَعْتَ، وََ ينْفَعُ ذَا الجَدِّ مِنْكَ الجَدُّ[.قال: الحكم: فذكرت ذلك لعبد الرحمن بن أبى ليلى. فقال: ]سَمِعْتُ البَرّاءَ ابنَ عَازِبٍ يَقُولُ: كانَتْ صََةُ رسولِ اللّهِ #، قِيَامُهُ وَرُكُوعُهُ وَإذا رَفَعَ رَأسَهُ مِنَ الرُّكُوعِ وَالسُّجُودِ وَمَا بَيْنَ السَّجْدَتَيْنِ قَر ِيباً مِنَ السَّوَاءِ. قالَ شُعْبَةُ: فََذَكَرْتُهُ لِعَمْرِو بنِ مُرَّةَ. فقَالَ: قَدْ رَأيْتُ ابنَ أبى لَيْلَى فَلَمْ تَكُنْ صََتُهُ هكذَا[. أخرجه الخمسة .

3. (2585)- Gunder´in bir rivayetinde denir ki: "İbnu´l-Eş´as zamanında Kûfe´ye Mataru´bnu Nâciye (adında biri) galebe çaldı. (İbnu Abbâs´ın oğlu) Ebû Ubeyde İbnu Abdillah´a halk´ın önüne geçip namaz kıldırmasını emretti. Ebû Ubeyde, (namaz kıldırırken) başını rükûdan kaldırdığı zaman ben: "Allahümme Rabbenâ ve leke´lhamdü mil´e´ssemâvât ve mil´e´l-ardı ve mil´e mâ şi´te min şey´in ba´du. Ehle´ssenâi ve´lmecdi, Lâ mâni´a limâ a´tayte ve lâ mu´tiye limâ mena´te. Ve lâ yenfe´u zâ´lceddi minke´lceddü" duâsını okuyuncaya kadar kıyamda dururdu."[414]

el-Hakem der ki: "Bunu ben Abdurrahman İbnu Ebî Leylâ´ya zikrettim. Dedi ki: "Berâ İbnul-Âzib (radıyallâhu anh)´i işittim: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın kıldığı namazın rükûsu, secdesi, rükû ve secdeden başını kaldırdığı zamanki ve iki secde arasındaki (fâsılaları) birbirine yakın uzunlukta idi" demişti."

Şu´be der ki: "Ben bunu Amr İbnu Mürre´ye söyledim. O da: "Ben, İbnu Ebî Leylâ´yı gördüm, onun namazı böyle değildi" dedi."[415]



ـ4ـ وفي أخرى للشيخين قال: ]كانَ رُكُوعُ النَّبىِّ # وَسُجُودُهُ وَبَيْنَ السَّجْدَتَيْنِ وَإذَا رَفَعَ رَأسَهُ مِنَ الرُّكُوعِ، مَا خََ الْقِيَامَ وَالْقُعُودَ، قَرِيباً مِنَ السَّوَاءِ[ .



4. (2586)- Sahiheyn´in diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın rükû ve secdesi ve iki secde arasındaki (fâsıla ile), rükûdan başını kaldırdığı zamanki (fâsıla) -kıyam ve ku´ûd (oturma) hariç- birbirine yakın miktardaydı."[416]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadisler rükû ve secde ile bunlar arasındaki fâsılaların uzunluk miktarını tesbite mahsus rivayetlerdir. Bunlar, namazda kırâat ve teşehhüd´ün hafif; rükû, sücûd ve onlar arasındaki tume´nîne denen fâsılaları uzunca tutmaya delildir.[417]

2- Hadiste geçen "birbirine yakın miktardaydı" tabiri, rükû ve secde ve arasındaki tuma´nîne fâsılalarının uzunlukça tam eşit olmayıp bazılarının azçok kısa, bazılarının da azçok uzun olduğunu gösterir. Ancak, pek bâriz farklılık yoktur. Bu ifade açık şekilde kırâat ve teşehhüdün uzatılmadığını, ama rükû ve secdelerin de aceleye getirilmeyip ta´dîle uygun şekilde ağır ağır yapıldığını gösterir.

Ancak, daha önce kaydettiğimiz üzere Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın uzun sûreler okuması (2540, 2550 vs.) da mevzubahistir. Bu rivayetlerle onlar arasında bir teâruz mevcut değildir. Âlimler Resûlullah´ın bazan öyle, bazan böyle kıldığını, şartlara göre hem uzun hem de kısa sûreler okuduğunu belirtmişlerdir.[418]



ـ5ـ وعن زيد بن وهب قال: ]رَأى حُذَيْفَةُ رَجًُ يُصَلِّى نَطَفَّفَ. فقَالَ لَهُ حُذَيفةُ: مُذْكَمْ تُصلِّى هذِهِ الصََّةَ؟ قالَ: مُنْذُ أرْبَعِينَ سَنَةً. قالَ: مَا صَلَّيْتَ مُنْذُ أرْبَعِينَ سَنَةً. وَلَوْ مُتَّ وَأنْتَ تُصَلِّى هذِهِ الصَََّةَ مُتَّ عَلى غَيْرِ فِطْرَةِ مُحَمَّدٍ # ثُمَّ قالَ: إنَّ الرَّجُلَ لَيَخَفِّفُ وَيُتِمُّ ويُحْسِنُ[. أخرجه البخارى والنسائى، واللفظ له .



5. (2587)- Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallâhu anh) bir adamın namaz kılarken hîle yaptığını görmüştü.

"Sen bu namazı ne zamandan beri kılıyorsun?" diye sordu. Adamcağız:

"Kırk yıldan beri!" dedi. Huzeyfe? "Öyleyse kırk yıldan beri namaz kılmadın (bütün kıldıkların boşa gitmiş). Şâyet bu şekilde namaz kılarak ölecek olursan Muhammed´in fıtratından başka bir fıtrat üzere öleceksin!" dedi ve ilave etti:

"Kişi namazı hafif kılar (ama buna rağmen) tam kılar, güzel kılar!"[419]



AÇIKLAMA:



1- Hîle diye çevirdiğimiz kelimenin aslı tatfîfdir ve ölçüde, tartıda eksik yaparak hîle yapmak mânasına gelir. Burada namazı eksik bırakmak, rükünlerin hakkını vermemek mânasına gelir. Buhârî, hadisi iki ayrı bâbta kaydeder. Bir bâbın ismi "musalli rükûyu tamamlamazsa"; diğer bâbın ismi "musalli sücûdu tamamlamazsa" dır. Şu halde hîle´den maksad rükû ve secdeleri alelacele yapıp eksik bırakmaktır. Huzeyfe (radıyallâhu anh) bu şekilde kılınan namazı "sanki kılınmamış" olarak tavsif etmektedir. Nitekim Resûlullah da rükû ve sücûdu gerekli şekilde yapıp, tamamlamadan eksik bırakan Hallâd İbnu Râfi´e: اِرْجِعْ فَصَلِّ فَاِنَّكَ لَمْ تُصَلِّ "Dön, yeniden kıl, zîra sen namaz kılmadın" demiştir.

Gerek Resulûlullah´ın ve gerekse Huzeyfe´nin namazı inkarları, bir rüknünün eksikliği sebebiyledir. Bazı âlimler, bu hadisten hareketle "namazı terkeden kâfir olur" hükmüne varmıştır. Ayrıca, hadiste geçen "Muhammed´in fıtratından başka bir fıtrat üzerine öleceksin" tabiri de dikkat çekmiştir. Fıtrat kelimesi dîn mânasını da taşır. Bu duruma göre, namazın şartlarına uymadan kılınması "Muhammed´in dininden başka bir din üzere ölmek" gibi bir mâna ifade etmiş olmaktadır. Bu mâna da namazı terkeden kimseyi tekfir edenlere bir delil olmaktadır.

Ancak bir kısım âlimler bunu zecrde mübâlağa olarak değerlendirmiş, tekfire taraftar olmamıştır. Bunlar, fıtrat´ın sünnet mânasını da hatırlatarak "Muhammed´in sünnetinden başka bir sünnet üzere ölmek" diye te´vili daha muvâfık bulmuşlardır. Bazı âlimler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın burdaki nefyini kemalin nefyi olarak anlarlar ve misal olarak: َ يَزْنِى الزَّانِى حِينَ يَزْنِى وَهَوَ مُؤْمِنٌ "Zânî, mü´min olarak zinâ etmez" hadisinde zinâ edenden îman nefyedilmiş gibi görünürse de "kâmil mânada imanın nefyedildiği tahkîk sonucu ortaya konmuştur. Öyle ise burada da namazın aslı değil, kemâli nefyedilmiş olmalıdır demişlerdir. Hattâbî der ki: "Burada fıtrat´ın mânası milletdir (din). Aleyhissalâtu vesselâm, bu sözüyle adamı kötü davranışı sebebiyle tevbîh etmek istemiştir, tâki gelecekte bu davranıştan vazgeçsin. Bununla dinden çıktığını kastetmemiştir." et-Teymî de: "Namaz, fıtrat olarak tesmiye edilmiştir, çünkü îman bağlarının en büyüğü odur" der.

Hadisin sonunda namazın mükemmel olması için mutlaka uzun kılınması gerekmediğine de dikkat çekilmiştir: "Kişi hafif bile kılsa tam ve güzel yapabilir namazını" denmektedir.[420]



ـ6ـ وعن عبدالرحمن بن شِبْل قال: ]نَهى رَسولُ اللّهِ # عَنْ نَقْرَةِ الْغُرَابِ، وَافْتَراشِ السَّبُعِ، وَأنْ يُوَطِّنَ الرَّجُلُ بِالمَكَانِ الَّذِى في المَسْجِدِ كَمَا يُوطِّنُ الْبَعِيرُ[. أخرجه أبو داود والنسائى.»نقرةُ الغرابِ« المتابعة بين السجدتين من غير طمأنينة بينهما.»وافتراشُ السبعِ« أن يضع ساعديه على ا‘رض في السجود كالكلب وغيره من السباع.وقوله: »وأنْ يُوطِّنَ الرَّجُلُ بِالمَكانِ كَما يُوطِّنُ البَعِيرُ« معناه أن يألف مكاناً معلوماً من المسجد يصلى فيه يعدوه كالبعير يأوى من عَطَن ا“بل إ إلى مكان قد اعتاده.



6. (2588)- Abdurrahman İbnu Şibl (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) karga gagalamasından, vahşi hayvanlar gibi kolları yaymaktan, kişinin mescidde deve gibi mekân tutmasından nehyetti"[421]



AÇIKLAMA:



Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadiste namazla ilgili üç âdâb beyan etmektedir:

* İki secde arasında bir miktar oturmaya (tuma´nîne) yer vermeden çabucak ikinci secdeye gitmeyi karga gagalaması olarak tavsif etmiştir. Çünkü karga da bir leşe rastlayınca gagalarını peş peşe aralıksız saplar.

* Musalli´nin secde sırasında kollarını yere yaymasını da vahşi hayvanların yatma sırasında (ön ve arka) bacaklarını yere yaymasına benzetmiştir. Halbuki kollar yana doğru çıkmış ve dirsekler havada olmalıdır.

* Namaz kılan kimse mescidde aynı yere alışıp, her gelişinde orada namaz kılmamalıdır. Bu davranış hadiste "deve gibi mekan tutmak" tabiriyle yasaklanmıştır. Çünkü develer ağıllarda her seferinde aynı alıştıkları yere ıharak yatmayı tercih ederler. [422]



RÜKÛ VE SUCÛDUN ŞEKLİ


ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]عَلّمْنَا رَسولُ اللّهِ # الصََّةَ فَكَبَّرَ وَرَفَعَ يَدَيْهِ. فَلَمَّا رَكَعَ طَبّقَ يَدَيْهِ بَيْنَ رُكْبَتَيْهِ. قالَ: فَبَلَغَ ذَلِكَ سَعْداً. فَقَالَ: صَدَقَ أخِى كُنَّا نَفْعَلُ هذَا ثُمَّ أُمِرْنَا بِهذَا، يَعْنِى ا“مْسَاكَ عَلى الرَّكْبَتَيْنِ[. أخرجه أبو داود والنسائى .



1. (2589)- İbnu Mes´ûd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize namazı şöyle öğretti: "Önce tekbir getirdi iki elini kaldırdı. Rükûya gittiği zaman ellerini dizlerinin arasında kavuşturdu."

Râvi der ki: "Sa´d´a bu haber ulaşınca:

"Kardeşim doğru söyledi. Biz böyle yapardık, sonra şununla emredildik dedi ve bununla diz kapaklarını kavrayıp avuçlamayı kastetti."[423]



AÇIKLAMA:



Burada, rükû sırasında elleri, tatbîk denen bir şekilde koymak mevzubahis olmaktadır. "Tatbîk", ellerin avuçlarını -parmakların arasını açmaksızın- birbiri üzerine kapamaktır. Şu halde İbnu Mes´ûd rükûda ve teşehhüdde birbirine kapanmış vaziyetteki elleri dizlerinin arasına koymuştur. Nevevî der ki: "Bizim ve bütün ulemanın bu meseledeki mezhebi şudur: Sünnet ellerin diz kapakları üzerine konmasıdır. "Tatbîk" ise mekruhtur. Sadece İbnu Mes´ud ve onun iki arkadaşı Alkame ve Esved bu meselede istisnâdırlar. Bunlar "tatbîk"in sünnet olduğunu söylerlerdi. Zira onlara bunun neshedildiği ulaşmamış idi. Halbuki Sa´d İbnu Ebî Vakkâs (radıyallâhu anh)´ın rivayeti neshi ifade etmektedir. Doğrusu, cumhurun benimsemiş olduğu sarih nesihtir."[424]



ـ2ـ وعن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]سُنَّتْ لَكُمُ الرُّكَبُ فَأمْسِكُوا بِالرُّكْبِ[ أخرجه الترمذي والنسائى.



2. (2590)- Hz. Ömer (radıyallâhu anh) demiştir ki: "Diz kapağı(nı tutmak) sizin için sünnet kılınmıştır. Öyle ise rükûda diz kapaklarını kavrayın."[425]



AÇIKLAMA:



Hz. Ömer de rükû sırasında ellerle diz kapaklarının kavranacağını rivayet etmektedir. Bir başka rivayette: "(Rükûda) sünnet, diz kapaklarından yakalamaktır" demiştir. Tirmizî´deki rivayette ise şöyle buyurmuştur: "Diz kapakları peygamberinizin sünnetidir, öyleyse (rükûda) diz kapaklarını yakalayın." Rivayet Beyhakî´de şöyle gelmiştir: "Biz rükûya gittiğimiz zaman ellerimizi dizlerimizin arasına koyardık. Hz. Ömer: "(Namaz) sünnetlerinden biri de dizlerden tutmaktır" dedi." İbnu Hacer bu rivayetin merfû olduğunu belirtir ve: "Çünkü der, Sahâbî, şu sünnettir, şöyle yapmak sünnettir dedi mi bu ref´e delâlet ed