๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Nisan 2010, 12:25:25



Konu Başlığı: Misafirlik ve ziyafet bölümü 2
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Nisan 2010, 12:25:25
AÇIKLAMA:






1- Bu hadis Tirmizî´nin rivayetinde birazcık farkla şöyle gelmiştir: "..Dedim ki: "Ey Allah´ın Resûlü! biz bir kavme uğruyoruz, onlar bizi misafir etmezler ve üzerlerinde bize karşı olan ağırlama vazifesini yerine getirmezlerse, biz de onlardan bunu almayalım mı?" Şu cevabı verdi:

"Eğer zorla almanızı gerektirecek kadar imtina ederlerse, zorla alın."

Tirmizî, hadisle ilgili olarak şu açıklamayı sunar: "Onlar gazve için sefere çıkıyorlardı. Yol esnasında bir kavme uğradıkları zaman, parayla satın alacak yiyecek bulamıyorlardı. İşte bunun için Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Onlar şayet [satmaktan] imtina edecek olurlar ve size de zorla almaktan başka çare kalmazsa zorla alın" buyurmuştur. Hadis, bazı rivayetlerde bu şekilde müfesser (açıklanmış olarak) rivayet edildi."

2- Tirmizî´nin de açıkladığı üzere, "zorla alma" işi, Resûlullah devrinde, henüz beytu´lmal´in yani devlet hazinesinin kurulmadığı devirde, gazveye çıkan orduların erzakları tükendiği zaman takip edecekleri yolu göstermektedir. Resûlullah bu talimiyle, muzdar kalan ordunun yağmacılığa düşmesine meydan vermemiştir. Zira ağırlama çerçevesinde yapmaları gereken ikram kadarını alın, fazlasını değil, ma´nâsında bir talimat vermektedir. Ağırlama vazifesi de "bir gün"le sınırlandırıldığına göre, sefer halinde muzdar kalan ordunun, bulunduğu bölge ahalisinden zorla alabileceği miktar fevkalâde tahdid edilmiş olmaktadır.

Tirmizî, hadisi "Ehl-i zimmenin malından helâl olan miktar hakkında gelen rivayet" adını verdiği bir babta kaydeder. Böylece, gayr-ı müslim bile olsa, insanların malından ızdırar halinde zorla alma miktarı böylece tahdid edilmiş, yağmacılık yasaklanmış olmaktadır. Tirmizî´nin başlığına rağmen, şârihler hükmün müslümanlar için de aynı şekilde muteber olduğunu belirtirler.

Hattâbî başta olmak üzere bir kısım âlimler bu hükmün Resûlullah devrinin bidâyetleriyle kayıtlı olduğunu belirttikten sonra: "Bugün ise, ordunun erzakı beytü´lmal´a aittir, müslümanların malında hakkı yoktur"der. Daha önce de belirttiğimiz gibi, hadisin hükmünü mensuh kabul etmek hem usul yönünden hemde vak´a yönünden muvafık değildir. Günümüzde sefere çıkan İslâm ordusu şu veya bu sebeple muzdar kalsa, komutan eratını her halde telef olmaya veya vazifesini yapmasına imkân tanımayacak derecede açlığa terketmeyecek, bulunduğu mahalde sivil halk varsa, onlardan ihtiyacını görecektir. Sivil halk yardıma, parayla vermeye yanaşmazsa?.. Elbette ki zorla da olsa alacaktır. Belirtilen bu durumda zorla almayı Resûlullah´ın yasaklaması, eşyanın tabiatına zıt olurdu. Aynı hali tek başına olan bir yolcu içinde düşünebiliriz. Kendini helak olmaya mı terketsin, yardımdan kaçınan insanlardan zorla alsın mı? İşte Resûlullah´ın bu tabiî durumda irşadı ve rehberliği var: "Alınan miktar yağma ve hırsızlık mahiyetinde olmamalı, günlük ihtiyacın karşılanması ve ev sahibinin yapacağı ikrâm ölçüsünde olmalıdır."

Şu halde bu nebevî ölçü bugün de muteberdir, yarın da muteber olacaktır.[6]



ـ3489 ـ4ـ وعن عوف بن مالك رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ: يَا رَسولَ اللّهِ، الرَّجُلُ أَمُرُّ بِهِ فََ يُقْرِينِى ثُمَّ يَمُرُّ بِى أفَأُجَازِيهِ قالَ: بَلْ أقْرِهِ، وَرَآنِى رَثَّ الثِّيَابِ فقَالَ: هَلْ لَكَ مِنْ مَالٍ؟ قُلْتُ: مِنْ كُلِّ المَالِ قَدْ أعْطَانِى اللّهُ تَعالى مِنْ ا“بِلِ وَالغَنَمِ قال فَلْيُرَ عَلَيْكَ[. أخرجه الترمذي وصححه. »الثِّيَابُ الرَّثّةُ«: الخلقة الردية .



4. (3489)- Avf İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor:

"Ey Allah´ın Resûlü dedim, ben bir adama uğrasam, o beni ağırlamasa, sonra o bana uğrasa ben ona yaptığını yapayım mı?"

"Hayır!"dedi, sen onu ağırla!"

Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni eskimiş bir elbise içerisinde görmüştü.

"Senin malın yok mu (da böyle giyiniyorsun)?" diye sordu.

Allah bana deve, koyun, [sığır, at, köle] her maldan verdi!" dedim.

"Öyleyse buyurdular, üzerinde görülmelidir!"[7]



AÇIKLAMA:



Bu rivayet iki ayrı kısım ihtiva etmektedir: Birinci kısım misafir ağırlamakla ilgili. Burada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), "sizi ağırlamaktan kaçınan kimseyi bile ağırlayın" ma´nâsında ifade-i kelâmda bulunarak misafirperverliğe teşvik buyurmaktadır. Bu meselede, kötü davranana iyi davranarak mukabele etme prensibi hatırlatılmaktadır. Esâsen, âyet-i kerime bunu her hususa şâmil olacak şekilde mutlak olarak vaz´etmiştir: "Kötülüğü en iyi ile sav.." (Mü´ minûn 96).

İkinci kısım, kişinin zenginliğiyle mütenasib şekilde giyinmesiyle ilgili... Zengin kişi eski, pejmürde kıyafet taşımamalıdır. Bir rivayette: "Allah sana nimet vermişse, Allah´ın nimetinin ve ikrâmının eseri, üzerinde görülmelidir: فَاِذَا اَتَاكَ اللّهُ مَاًً فَلْيُرَ اَثَرُ نِعْمَةِ اللّهِ عَلَيْكَ وَكَرَامَتِهِ buyrulmuştur.

Böylece Resûlullah: "Allah´ın sana çeşitli nimetleriyle lütuflarda bulunduğu ve dolayısıyla zengin olduğunun bilinmesi için yeni elbise giy" buyurmuş olmaktadır.

Begavî der ki: "Bu hadis, imkân olduğu takdirde, mübâlağaya kaçmadan yeni ve temiz elbiselerle güzel giyinmenin meşru olduğunu takrir etmektedir." Âlimler, bazı hadislerin de tasrihatına dayanarak, elbise ile tefâhuru, dikkatleri çekecek kadar elbiseye itina göstermeyi mekruh addederler. Bunun Acemlere mahsus bir âdet olduğunu belirtirler. Ancak Aliyyu´l-Kârî, bu meselede Arapların Acemleri geçtiğini belirtir. Beyhakî´nin Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh)´tan kaydettiği bir rivayette Aleyhissalâtu vesselâm elbisede iki şöhreti (dikkat çekiciyi) yasaklamıştır: Çok ince olmasıçok kalın olması, çok yumuşakçok sert olması, çok uzunçok kısa olması, ikisi ortası olmaktır, mutavassıd olmaktır."

Libasla ilgili geniş bilgi giyeceklerle ilgili (libas) bölümünde ele alınacaktır. Hususen Umumî Açıklama kısmında derli toplu bilgi verilecektir. (5233-5304. hadisler).[8]



ـ3490 ـ5ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: اَلضِّيَافَةُ ثََثَةُ اَيَّامٍ. فَمَا سِوَى ذَلِكَ فَهُوَ صَدَقَةٌ[. أخرجه أبو داود .



5. (3490)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Misafirlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır."[9]



AÇIKLAMA:



1- Hadisin Ebû Dâvud´daki aslı daha uzundur. Hadis buraya kaydedilirken terkedilen kısımları daha önce geçti ise de, rivayeti mealen bütün halinde kaydediyoruz: "Kim Allah´a ve âhirete inanıyorsa misafirine ikrâm etsin. Onun câizesi bir gün ve bir gecedir. Misafirlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır. Ev sahibine sıkıntı verecek kadar ikâmet, misafire helâl değilir."

2- Hadis hakkında İbnu´l-Esîr, en-Nihâye´de şu açıklamayı sunar: "Yolcu üç gün misafir edilir. Birinci gün misafir için külfete katlanılır, iyilik ve ikramda elden geldiğince cömert davranılır. İkinci ve üçüncü günde ise, mevcut olun sunulur, evin âdetinin dışına çıkılıp ziyade bir ikrâmda bulunulmaz. Sonra ev sâhibi, misafire bir gün ve gece yetecek bir şeyler verir. Buna câize denir. Bu, yolcunun bir konaktan diğer bir konağa kadar yürümesine yetecek miktardır. Bundan fazlası, sadaka ve iyiliktir, dilerse yapar, dilerse yapmaz. Hadis, misafirin üç günden fazla kalmasını mekruh addetmiştir, tâ ki ikâmeti ev sâhibine sıkıntı sebebi olmasın. Aksi takdirde sadaka, minnete ve ezâya dönüşür."[10]



ـ3491 ـ6ـ وَعَنْ أبي شريح العدوي رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قَالَ: ]قال رسولُ اللّهِ #: مَنْ كَانَ يُؤمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ اŒخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ جَائِزَتَهُ. قالُوا: وَمَا جَائزَتُهُ يَا رسولَ اللّهِ؟ قال: يَوْمُهُ وَلَيْلَتُهُ، وَالضِّيَافَةُ ثَثَةُ أيَّامٍ، وَمَا وَرَاءَ ذلِكَ فَهُوَ صَدَقَةٌ، وََ يَحِلُّ لَهُ أنْ يُقِيمَ عِنْدَهُ حَتّى يُؤْثِمَهُ. قالُوا: كَيْفَ يُؤْثِمُهُ؟ قالَ: يُقِيمُ عِنْدَهُ وَلَيْسَ لَهُ شَىْءٌ يُقْريِهِ بِهِ[. أخرجه الستة إ النسائي.»الجائزةُ«: العطية. قال ا“مام مالك: يكرمه ويتحفه ويحفظه يوماً وليلة ويضيفه ثثة أيام.ومعنى »يؤثمه« يوقعه في ا“ثم .



6. (3491)- Ebû Şüreyh el-Adevî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim Allah´a ve âhirete inanıyorsa, misafirine "câize"sini ikrâm etsin."

Yanındakiler sordular:

"Ey Allah´ın Resulü! Câizesi de nedir?" Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:

"Bir gecesi ve gündüzüdür. Misafirlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır. Misafire, ev sahibini günaha sokuncaya kadar yanında kalması hoş değildir.

Tekrar sordular:

"Misafir ev sahibini nasıl günaha sokar?" Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:

"Adamın yanında ikâmet eder kalır, halbuki kendisine ikrâm edecek bir şeyi yoktur."[11]



AÇIKLAMA:



1- Hadisteki "iman"dan maksad kâmil imandır. "Yani "Kim kâmil ma´nâda Allah´a ve âhirete inanıyorsa" demektir. Yani misâfire gönlünden koparak yapılabilen ikrâm, kişinin mükemmel bir iman sahibi olduğunun delillerinden biridir.

2- Âlimler, hadiste zikredilen "misafire ikrâm"ın güler yüz, tatlı söz ve üç gün yemek yedirmekle gerçekleşeceğini belirtir. İlk gün imkân nisbetinde genişçe ikram edilecek, diğer iki gün de külfete girmeden, tekellüfe yer vermeden ne varsa o ikrâm edilecektir.

3- Câize, ikrâm atâ ma´nâsına gelir. Misâfire ilk gün ve gecede yapılan ikrâm diğer günlerde yapılandan farklı olduğu için bu adı almıştır. Çünkü diğer iki günde mutad şeyler takdim edilecektir.

Nevevî der ki: "Müslümanlar misafir ağırlamanın meşruiyyeti ve onun İslâm´ın te´kid ettiği meseleler arasında yer aldığı hususunda icmâ ederler. Şâfiî Mâlik, Ebû Hanîfe merhumlar ve cumhur bunun sünnet olduğu hususunda müttefiktirler." Ahmed İbnu Hanbel ve Leys: "Bu, kırlarda ve köylerde yaşayanlara bir gün ve gece vacibtir, şehirlerde yaşayanlara değil." Cumhur, bu ve benzeri hadisleri istihbâb´a ve mekârim-i ahlâka hamletmiştir. Hattâbî ve bazılarının da bunu muzdar durumdakilere hamlettiklerini daha önce kaydetmiştik.

4- Misafirin ev sâhibini günaha sokması, çeşitli şekillerde olabilir. Misâfir üç günden fazla kalacak olsa, ev sahibi "Niye kalıyor?" diye gıybetini yapabilir. Onun sebebiyle, kendisine rahatsızlık verici bazı şeyler ârız olabilir, hatta misafir hakkında su-i zanna düşmesi de mümkündür. Hadiste, ev sahibinin misafire ikrâm edecek bir şeylerinin olmaması sebebiyle darlanacağı da belirtilmiştir.[12]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/295.

[2] Ebû Dâvud, Et´ime: 5, (3750); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/296.

[3] Ebû Dâvud, Et´ime: 5, (3751); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/296.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/296-297.

[5] Buhârî, Edeb: 85, Mezâlim: 18; Müslim, Lukâta: 17, (1727); Ebû Dâvud, Et´ime: 5, (3752); Tirmizî, Siyer. 32, (1589); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/298.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/298-299.

[7] Tirmizî, Birr: 63, (2007); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/299-300.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/300.

[9] Ebû Dâvud, Et´ime: 5, (3749); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/300.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/301.

[11] Buhârî, Edeb: 85, 31, Rikâk: 23; Müslim Lukata: 77, (48); Muvatta, Sıfatu´n-Nebiyy: 22, (2, 929); Ebû Dâvud, Et´ime: 5, (3748); Tirmizî, Birr: 43, (1968, 1969); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/301-302.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/302.