๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Nisan 2010, 15:50:49



Konu Başlığı: Kıyametle İlgili Meseleler 11
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Nisan 2010, 15:50:49
AÇIKLAMA:






1- Başka hadislerde beyan edildiği üzere, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bütün ümmetine şamil olmak üzere umumi bir şefaati vardır. Hz. Enes (radıyallahu anh), burada hususi bir şefaat talep etmiş olmalıdır.

2- Tîbî, burada Hz. Enes´in şunu sormayı kasdetmiş olacağını tahmin eder: "Hangi kritik mevkilerde ben sizin şefaatinize en ziyade muhtaç durumda olacağım?" Soru bu olunca Aleyhissalâtu vesselâm´ın cevabı şu manayı ifade eder: "Sen benim şefaatime en ziyade şu mevkilerde muhtaç olacaksın: Sırat üzerinde, mizanın yanında ve havzın başında." Tîbî´nin bu yorumuna hayran kalmamak mümkün değil. Gerçekten uhrevi´ maceranın belli başlı kritik ve hatarlı yerleri buralardır. Önceki rivayette de geçtiği üzere havzın başından kovulmak var, hem de hayvanların kovulurcasına kovulmak... Nitekim, müteakip rivayette (aleyhissalâtu vesselâm), bu üç yerin hassasiyetine dikkat çekmiştir. Hz. Aişe sorar: "Kıyamet günü ehlinizi hatırlayacak mısınız?" Aleyhissalâtu vesselâm: "Üç yer var ki oralarda kimse kimseyi hatırlayamaz." buyurur.

Hz. Aişe hadisi ile Enes hadisi arasındaki tearuzu bazı alimler şöyle te´lif ederler: "Resulullah, Hz. Aişe´ye, "Resulullah´ın zevceleri olmaları sebebiyle hususi ilgiye mazhar olacağız" diye aşırı güvenle ibadet ve tazarruda noksanlık göstermesinler diye böyle cevap vermiş, ye´se düşürmemek için de Hz. Enes´e öyle cevap vermiştir." Başka yorumlar da var.

3- Hadis, ahirette önce sırat, sonra mizan, sonra da havzın geldiğini ifade etmektedir. Ancak bazı rivayetlerden havzın sırattan önce olduğu anlaşılmaktadır. Bu müşkili Kurtubî: "Resulullah´ın havzı ikidir: Biri mevkıfta sırattan önce, diğeri de cennetin içindedir, her ikisine de Kevser denir" diyerek te´lif eder. Ancak İbnu Hacer bu görüşe katılmaz.[165]



ـ5088 ـ9ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]ذَكَرْتُ النَّارَ فَبَكَيْتُ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: مَا يَبْكِيكِ؟ قُلْتُ: ذَكَرْتُ النَّارَ فَبَكَيْتُ. فَهَلْ تَذْكُرونَ أهْلِيكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ؟ قَالَ: أمَّا في ثَثَةِ مَوَاطِنَ فََ يَذْكُرُ أحَدٌ أحَداً: عِنْدَ الْمِيزَانِ، حَتّى يَعْلَمَ أيَخِفُّ مِيزَانُهُ أمْ يَثْقُلَ،

وَعِنْدَ تَطَايُرِ الصُّحُفِ، حَتّى يَعْلَمَ أيْنَ يَقَعُ كِتَابُهُ، في يَمِينِهِ أم في شِمَالِهِ أمْ وَرَاءَ ظَهْرِهِ. وَعِنْدَ الصّرَاطِ إذَا وُضِعَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْ جَهَنَّمَ، حَتّى يَجُوزَ[. أخرجه أبو داود .



9. (5088)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp ağladım. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Niye ağlıyorsun?" diye sordu.

"Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim.

"Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar, sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defterini nereye düşecek, öğreninceye kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar." [Ebu Davud, Sünen 28, (4755).][166]



AÇIKLAMA:



Gaybî olan hakikatlerden biri mizandır. Ahirete imanın bir cüz´üdür. Ehl-i Sünnet ve´l-Cemaat, bi´l-icma "Mizan haktır" demiştir. Hadislerden başka, Kur´an´la da sabittir. Ayet-i kerimede: ونَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ. "Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa onu getiririz (mizana koyarız). Hesapçılar olarak da biz yeteriz" (Enbiya 47).

Mizan, kıyamet günü kurulur. Kulların amellerinin yazılmış olduğu defterler mizanda tartılır. Bu mizanın iki kefesi vardır; biri hasenatın tartılması için, diğeri de seyyiatın. Hasan Basrî´den gelen bir rivayete göre mizanın bir de dili vardır. [167]



BEŞİNCİ FASIL


ŞEFAAT HAKKINDADIR



UMUMİ AÇIKLAMA:



Şefaat, en-Nihaye´ye göre, lügat olarak insanların arasında cereyan eden cürüm ve zünubun affını taleb etmektir. Bu talebi, yani şefaatte bulunmayı kabul edene şâfî, şefi´ ve müşeffi´ denir. Dilimizde kısaca şefaatci deriz. Şefaati kabul edilene de müşeffa denir.

Hadislerde dünya ve ahiret işleri için şefaat meselesi sıkça geçer. Kelimenin burada anlaşılan manası dışında başka kullanışları da var. Ancak mevzumuzun dışında kalır. Şefaatle ilgili açıklamalar, başka vesilelerle daha önce de geçti. Bu kısımda şefaatle ilgili hadislerin açıklaması zımnında da bazı teferruata yer vereceğiz.

* Resulullah dünyevî işlerde şefaatte bulunmayı tavsiye ve teşvik eder. Sadece hududa giren cürümlerin affı, tahfifi gibi hususlarda şefaat yasaklanmıştır. Bunun dışındaki her çeşit meselede -yeter ki başkasının hukukunu zayi etmeye müncer olmasın- şefaat teşvik edilmiştir.

* Uhrevî şefaat meselesinde Ehl-i Sünnet icma eder. Bazı dalalet fırkaları uhrevî şefaati inkâr etmiştir. Ahirette şefaatin hak olduğunda ihtilaf yoksa da, bazı teferruatta Ehl-i Sünnet de ihtilaf etmiştir. Kadı İyaz der ki: "Ehl-i Sünnete göre, şefaat aklen caiz, şu ayetlerin sarahatine göre de rivayeten vacibtir: "O gün Rahman´ın izin verip sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez" (Tâ-Ha 109). Keza: "Onlar, ALLAH´ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler..." (Enbiya 28). Başka ayetler de var." Bu hususta Sadık Zat (aleyhissalâtu vesselâm)´ın haberi de çoktur. Öyle ki, miktarı tevatür derecesine ulaşmıştır. Ahirette Aleyhissalâtu vesselâm´ın günahkâr mü´minlere şefaat edeceği hususunda selef, halef ve daha sonra gelen Ehl-i Sünnet icma etmiştir.

Günahkârların cehennemde ebedî kalacağı itikadında olan Haricîlerle bir kısım Mu´tezile mensupları şefaati reddederler. Delilleri şu ayettir: "Şefaat edeceklerin şefaati onlara bir fayda vermez" (Müddessir 48). Keza: "Onları o yakın gün ile korkut ki, yürekleri ağızlarına gelir ve dehşetle yutkunur dururlar. Artık zalimler için ne bir samimi dost vardır ne de sözü dinlenir bir şefaatci" (Mü´min 18). Bu ayetler kâfirler hakkındadır.

Bunların şefaatle ilgili hadisleri "ahirette derecelerin artmasına mütealliktir" şeklindeki te´villerine gelince, bu te´vil batıldır. Hadislerin elfazı onların görüşlerinin batıl olduğu ve ateş vacib olanların cehennemden çıkarılacakları hususunda sarihtir. Ancak şunu da belirtelim ki, şefaat beş kısımdır:

1) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a mahsus olan: Bu şefaat, Mevkıf´ın korkusundan teskin ve hesabın tâcili ile ilgilidir.

2) Bir grup insanın hesapsız olarak cennete girmesiyle ilgili olanı. Müslim´de gelen bir rivayet bunun da Peygamberimiz Aleyhissalâtu vesselâm´a has olduğunu belirtmektedir.

3) Ateş vacib olan bir kısım insanlara Resulullah ve ALLAH´ın dilediği başka kimselerin yapacağı şefaat.

4) Günahkârlardan ateşe girenler hakkındaki şefaat. Bunların cehennemden Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)´in, meleklerin ve mü´min kardeşlerinin şefaatiyle çıkacakları hususunda pek çok hadis gelmiştir. Nitekim şu hadiste ifade edildiği üzere Lailaheillallah diyen herkesi ALLAH ateşten çıkaracaktır. "Cehennemde sadece kâfirler kalır."

5) Cennet ehlinin, cennetteki derecesinin artmasını sağlayacak şefaat.[168]



ـ5089 ـ1ـ عَنْ أبِي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: لِكُلِّ نَبِىٍّ دَعْوَةٌ مُسْتَجَابَةٌ، فَتَعَجَّلَ كُلُّ نَبِيّ دَعْوَتَهُ، وإنِّي اخْتَبَأتُ دَعْوَتِي شَفَاعَةً ‘ُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ، فَهِيَ نَائِلَةٌ إنْ شَاءَ اللّهُ تَعالى: مَنْ مَاتَ مِنْ أُمَّتِي َ يُشْرِكُ بِاللّهِ شَيْئاً[. أخرجه الثثة والترمذي .



1. (5089)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Her peygamberin müstecab (ALLAH´ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır." [Buhârî, Da´avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur´an 26, (1, 212); Tirmizî, Daavat 141, (3597).][169]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadise göre "her peygamberin müstecab olan sadece bir duası var olduğu" manası çıkmaktadır. Halbuki, başta Resulullah olmak üzere bütün peygamberlerin nice duaları makbul olmuştur. Ortada bir müşkil gözükmekte ise de, alimler: "Burada kastedilen kabul edileceği kesin olan duadır, diğer dualarında esas olan kabulü hususunda ümiddir, "kesinlik" yoktur" diyerek cevap vermişlerdir.

“Her peygamberin müstecab bir duası vardır” ibaresini, alimler farklı yorumlara tabi tutmuştur:

* Bazısı: "En efdal duasıdır, başka duaları da var" demiştir.

* Bazısı: "Herbirinin ümmeti hakkında müstecab umumi bir duası vardır; ya helak olmaları, ya da kurtuluşa ermeleri için. Hususi dualara gelince, bunların bir kısmı müstecabtır, bir kısmı değildir" demiştir.

* Bazısı: "Her bir peygamberin bir duası vardır, onu şahsı veya dünyası için kullanır. Tıpkı Hz. Nuh aleyhisselam´ın: "Ey Rabbim, kâfirlerden yeryüzünde tek bir kişi bırakma" (Nuh 26) diye yaptığı dua, Hz. Zekeriya aleyhisselam´ın: "(Rabbim) sen yüce katından bana bir veli bağışla!" (Meryem 5) diye yaptığı dua ve Hz. Süleyman aleyhisselam´ın "Benden sonra kimseye nasib olmayacak bir mülkü bana ihsan et!" (Sad 35) diye yaptığı gibi" demiştir.

2- Hadis, bütün duaların -peygamberler bile yapmış olsa- istendiği şekilde kabul edilmeyeceğini gösteriyor. Ancak her duaya bir cevap olacağını daha önce belirtmiştik.

Resulullah, ümmetinden (yani ümmet-i da´vetten, ümmet-i icabetten değil) bir kısmına beddua ettiği vakit, "Kullarımın tedbir ve idaresinden senin elinde bir şey yoktur ve sen onların inkârlarından mes´ul değilsin. ALLAH dilerse onlara tevbe nasib eder, dilerse zalim oldukları için azab verir" (Al-i İmran 128) ayeti nazil olmuş ve bundan Resulullah´ı menetmiştir.[170]

3- İbnu Battal der ki: "Bu hadiste, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın diğer peygamberlere olan bir üstünlüğü beyan edilmektedir: "Makbul duada, ümmetini kendisine ve ehl-i beytine tercih etmektedir. Keza diğer birkısım peygamberler kavimlerinin helaki için bu duayı kullanırken, Aleyhissalâtu vesselâm helak-ı ümmet için de bunu kullanmamıştır." İbnu´l-Cevzî de şu yorumu ilave eder: "Bu, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın hüsn-i tasarrufunun ve kesret-i kereminin de bir ifadesidir. Çünkü duayı en uygun yerde kullandı. Şöyle ki: Ümmetini kendine tercih etti; isabetli karar vermesinin de bir ifadesidir, çünkü duasını, ümmetinden, bu duaya en çok muhtaç olanlara yani günahkârlara ayırdı. Gerçekten günahkârlar ona, muti olanlardan daha ziyade muhtaçtır."

Nevevî de şöyle der: "Bu hadis, Aleyhissalâtu vesselâm´ın ümmetine karşı duyduğu kemal mertebesindeki şefkat ve re´fetini, ümmetin menfaatine olan hususlarda itina ve dikkatini göstermektedir. Ümmetine olan bu şefaati ve yakın ilgisi sebebiyle, müstecab duasını, ümmetin en mühim ihtiyaç anına sakladı."

4- Hadiste geçen "Şefaatim ümmetimden şirk koşmadan ölenlere ulaşacaktır" ibaresinden, Ehl-i Sünnet "Kebairde ısrar bile etmiş olsa, mü´min olarak ölen, cehennemde ebedî kalmayacaktır" hükmüne bir delil bulmuştur.[171]



ـ5090 ـ2ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: شَفَاعَتِي ‘هْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي[. أخرجه أبو داود والترمذي.وزاد الترمذي قال جابر: ]مَنْ لَمْ يكُنْ مِنْ أهْلِ الْكَبَائِرِ فَمَالَهُ وَلِلشَّفَاعَةِ[ .



2. (5090)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir." [Tirmizî, Kıyamet 12, (2437); Ebu Davud, Sünnet 23, (4739); İbnu Mace, Zühd 37, (4310).]

Tirmizî, şu ziyadeyi kaydeder: "Hz. Cabir (radıyallahu anh) dedi ki: "Kebair (büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!"[172]



AÇIKLAMA:



Hadis, kebair işlemiş olması sebebiyle kendisine cehennem gereken kimseye şefaat sebebiyle ateşe girmeyeceğini, Lailahe illallah Muhammederrasulullah diyenlerden günahı sebebiyle ateşe girenlerin yine şefaat sayesinde cehennemden çıkarılacaklarını ifade etmektedir. Hadisi Tîbî: "Helak olanları kurtaracak olan şefaatim büyük günah işleyenlere hastır" diye anlamıştır. Şefaatle ilgili bazı teferruatı umumî açıklamada kaydettik.[173]



ـ5091 ـ3ـ وعن أنس رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: إذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ مَاجَ النَّاسُ بَعْضُهُمْ الى بَعْضٍ، فَيَأتُونَ آدَمَ عَلَيْهِ السَّمُ، فَيَقُولُونَ: اشْفَعْ لِذُرِّيَّتكَ. فَيَقُولُ: لَسْتُ لَهَا وَلكِنْ عََلَيْكُمْ بِإبَْرَاهِيمَ عَليْهِ السَّمُ، فإنَّهُ خَلِيلُ اللّهِ، فيَأتُونَ إبْرَاهِيمَ، فَيَقُولُ لَسْتُ لَهَا، وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِمُوسى، فإنَّهُ كَلِيمُ اللّهِ تعالى. فيُؤْتَى مُوسى عَليْهِ السَّمُ: فَيَقُولُ: لَسْتُ لَهَا، وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِعِيسى، فإنَّهُ رُوحُ اللّهِ تعَالى وَكَلِمَتُهُ فَيُؤْتى عِيسى عَليْهِ السَّمُ. فَيَقُولُ: لَسْتُ لَهَا، وَلَكِنْ عَلَيْكُمْ بِمُحَمّدٍ #. فَيَأتُونِي، فأقُولُ: أنَا لَهَا. فأنْطَلِقُ، فأسْتَأذِنُ عَلى رَبِّي، فَيُؤذَنَ لِي فأقُومُ بَيْنَ يَدَيْهِ، فأحْمَدُهُ بِمُحَامِدَ َ أقْدِرُ عَليْهَا اŒنَ، يُلْهِمُنِيهَا اللّهُ. ثُمَّ أخِرُّ لِرَبِّي سَاجِداً، فَيَقُولُ: يَا مُحَمّدُ! ارْفَعْ رَأسَكَ، وَقُلْ يُسْمَعْ لَكَ، وَسَلْ تُعْطَهُ، وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ فأقُولُ: يَا رَبِّ أُمَّتِي أُمَّتِي. فَيَقُولُ انْطَلِقْ فَمَنْ كَانَ في قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ بُرَّةٍ أوْ شَعِيرَةٍ مِنْ إيمَانٍ فأخْرِجْهُ مِنْهَا. فَانْطَلِق فَأفْعَلُ. ثُمَّ أرْجِعُ الى رَبّيّ فأحْمدُهُ بِتِلْكَ الْمَحَامِدِ ثُمَّ أخِرُّ لَهُ سَاجِداً فَيُقَالُ لِي مِثْلُ ا‘ولى. فأقُولُ: يَا رَبِّ أُمَّتِي أمَّتِي. فَيُقَالُ لِى انْطَلِقْ، فَمَنْ كَانَ في قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ مِن إيمَانٍ فأخْرِجْهُ مِنْهَا. فأنْطَلِقُ، فأفْعَلُ. ثُمَّ أعُودُ الى رَبِّي، فأفْعَلُ كَمَا فَعَلْتُ. فَيُقَالُ لِي: ارْفَعْ

رَأسَكَ مِثْلَ ا‘ولى، فأقُولُ: يَا رَبِّ أُمَّتي أُمَّتِي. فَيُقَالُ: انْطَلِقْ، فَمَنْ كَانَ في قَلْبِهِ أدْنَى مِنْ مِثْقَالِ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ مِنْ إيمَانٍ فأخْرِجْهُ مِنَ النَّارِ. فأنْطَلِقُ فأفْعَلُ ثُمَّ أرجِعُ الى رَبِّي في الرَّابِعَةِ، فأحْمَدُهُ بِتِلْكَ الْمَحَامِدِ. ثُمَّ أخِرُّ لَهُ سَاجِداً. فَيُقَالُ لِي: يَا مُحَمَّدُ ارْفَعْ رأسَكَ، وَقُلْ يُسْمَعْ لَكَ، وَسَلْ تُعْطَهُ، وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ؛ فأقُولُ: يَا رَبِّ ائذَنْ لِى فِيمَنْ قَالَ: َ إلَهَ إَّ اللّهُ. قَالَ: لَيْسَ ذلِكَ لَكَ، أوْ قَالَ لَيْسَ ذلِكَ إلَيْكَ، وَلَكِنْ وَعِزَّتِي وَجََلِي وَكِبْرِيَائِي وَعَظْمَتِي ‘خْرِجَنَّ مِنْهَا مَنْ قَالَ: َ إلَهَ إَّ اللّهُ[. أخرجه الشيخان .



3. (5091)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Adem aleyhisselam´a gelip: "Evlatlarına şefaat et!" diye talepte bulunacaklar. O ise:

"Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam´a gidin! Çünkü o Halilullah´tır" diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim´e gidecekler. Ancak o da:

"Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa´ya gidin. Çünkü o Ruhullah´tır ve O´nun kelamıdır!" diyecek. Bunun üzerine O´na gidecekler. O da:

"Ben buna yetkili değilim. Lakin Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)´e gidin!" diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara:

"Ben şefaate yetkiliyim!" diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, ALLAH´ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle ALLAH´a medh u senada bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teala:

"Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine gelecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!" buyuracak. Ben de:

"Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!" diyeceğim. Rab Teala: "(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa denesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!" diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senalarla hamd ve senalarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine:

"Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi:

"Başını kaldır!" denilecek. Ben de kaldırıp:

"Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine:

"Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senada bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!" denilecek. Ben de: "Ey Rabbim! Bana Lailahe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teala:

"Bu hususta yetkin yok! -veya: Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim, celalim, kibriyam ve azametim hakkı için lailahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak." [Buhârî, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322, (193).][174]



ـ5092 ـ4ـ وفي رواية لَهُمَا وللترمذي عن أبِي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]كُنَّا مَعَ النَّبِىِّ # في دَعْوَةٍ فَرُفِعَ إلَيْهِ الذِّرَاعُ، وَكَانَتْ تُعْجِبُهُ، فَنَهَشَ مِنْهَا نَهْشَةً؛ وَقَالَ: أنَا سَيِّدٌ وَلَدِ آدَمَ يوْمَ الْقِيَامَةِ. هَلْ تَدْرُونَ لِمَ ذَاكَ؟ يَجْمَعُ اللّهُ ا‘وَّلِىنَ وَاŒخِرِينَ في صَعِيدٍ وَاحِدٍ، فَيَنْظُرُهُمُ النَّاظِرُ، وَيَسْمَعُهُمُ الدَّاعِي، وَتَدْنُو مِنْهُمُ الشَّمْسُ، فَيَبْلُغُ النَّاسَ مِنَ الغَمِّ وَالْكَرَّبِ مَا َ يُطِىقُونَ وََ يَحْتَمِلُونَ. فَيَقُولُ النَّاسُ: أَ تَرَوْنَ الى مَا أنْتُمْ فيهِ؟ أَ تَنْظُرُونَ مَنْ يَشْفَعُ لَكُمْ؟ فَيَقُولُ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ: أبُوكُمْ آدَمُ فَيَأتُونَهُ فَيَقُولُونَ: يَا آدَمُ أنْتَ أبُو الْبَشَرِ، خَلَقَكَ اللّهُ بِيَدِهِ، وَنَفَخَ فِيكَ مِنْ رُوحِهِ، وَأسْجَدَ لَكَ مََئِكَتَهُ، وَأسْكَنَكَ الْجَنَّةَ. أَ تَشْفَعُ لَنَا الى رَبِّكَ،

أَ تَرَى مَا نَحْنُ فيهِ وَمَا بَلغْنَا؟ فَيَقُولُ آدَمُ عَلَيْهِ السَّمُ: إنَّ رَبِّي قَدْ غَضِبَ الْيَوْمَ غَضَباً لَمْ يَغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ، وَلَنْ يَغْضَبَ بَعْدَهُ مِثْلَهُ، وَإنَّهُ نَهَانِي عَنِ الشَّجَرَةِ فَعَصَيْتُ. نَفْسِي، نَفْسِي، نَفْسِي، اِذْهَبُوا الى غَيْرِي، اِذْهَبُوا الى نُوحٍ عَلَيْهِ السَّمُ. فَيأتُونَ نُوحاً عَلَيْهِ السَّمُ، فَيَقُولُونَ: يَا نُوحُ، أنْتَ نُوحٌ أوَّلُ الرُّسُلِ الى أهْلِ ا‘رْضِ، وَقَدْ سَمَّاكَ اللّهُ عَبْداً شَكُوراً، أَ تَرَى الى مَا نَحْنُ فيهِ؟ أَ تَرَى الى مَا بَلَغَنَا؟ أَ تَشْفَعُ لَنَا الى رِبِّكَ؟ فَيِقُولُ: إنْ رَبِّي قَدْ غَضِبَ الْيَوْمَ غَضَباً لَمْ يَغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ وَلَنْ يَغْضَبْ بَعْدَهُ مِثْلَهُ، وإنِّي قَدْ كَانَتْ لِي دَعْوَةٌ دَعَوْتُ بِهَا عَلى قَوْمِي. نَفْسِي، نَفْسِي ، نَفْسِي، اِذْهَبُوا الى غَيْرِي، إذْهَبُوا الى ابْرَاهِيمَ. فَيأتُونَ إبْرَاهِيمَ عَلَيْهِ السَّمُ، فَيَقُولُونَ: يَا إبْرَاهِيمُ أنْتَ نَبِىُّ اللّهِ وَخَلِيلُهُ مِنْ أهْلِ ا‘رْضِ. اِشْفَعْ لَنَا الى رَبِّكَ، أ َتَرَى الى مَا نَحْنُ فيهِ؟ فَيُقُولُ لَهُمْ: إنّ رَبِّي قَدْ غضِبَ الْيَوْمَ غَضَباً لَمْ يَغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ، وَلَنْ يَغْضَبَ بَعْدَهُ مِثْلَهُ، وإنِّي قَدْ كُنْتُ كَذَبْتُ ثَثَ كَذَبَاتٍ، فَذَكَرهَا. نَفْسِي، نَفْسِي، نَفْسِي. اِذْهَبُوا الى غَيْرِي، اِذْهَبُوا الى مُوسى. فَيَأتُونَ مُوسى، فَيَقُولُونَ: يَا مُوسى، أنْتَ رَسُولُ اللّهِ، فَضَّلَكَ اللّهُ بِرِسَاَتِهِ وَبِكَمِهِ عَلى النَّاسِ. اِشْفَعْ لَنَا الى رَبِّكَ، أَ تَرى الى مَا نَحْنُ فيهِ؟ فَيَقُولُ: إنَّ رَبِّي قَدْ غَضَبَ الْيَوْمَ غَضَباً لَمْ يَغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ وَلَنْ يَغْضَبَ بَعْدَهُ مِثْلَهُ، وإنِّى قََدْ قَتَلْتُ نَفْساً لَمْ أُوْمَرْ بِقَتْلِهَا. نَفْسِي، نَفْسي، نَفْسِي، إذْهَبُوا الى غَيْرِي؛ اِذْهَبُوا الى عِيسى، فَيَأتُونَ عِيسى فَيَقُولُونَ: يَا عِيسى! أنْتَ رَسُولُ اللّهِ

وَكَلِمَتُهُ ألْقَاهَا الى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُ، وَكَلّمْتَ النَّاسَ في الْمَهْدِ. اِشْفَعْ لَنَا الى رَبِّكَ، أَ تَرى الى مَا نَحْنُ فيهِ؟ فَيَقُولُ عِيسى: إنَّ رَبِّي قَدْ غَضَبِ الْيَوْمَ غَضَباً لَمْ يَغْضَبْ قَبْلَهُ مِثْلَهُ، ولَنْ يَغْضَبَ بَعْدَهُ مِثْلَهُ، وَلَمْ يَذْكُرْ ذَنْباً. نَفْسِي، نَفْسي، نَفْسِي؛ اِذْهَبُوا الى غَيْرِى، اِذْهَبُوا الى مُحَمّدٍ # فَيَأتُونَ مُحَمّداً #؛ وَفي رواية: فَيَأتُونِى فَيَقُولُونَ: يَا مُحَمّدُ: أنْتَ رَسُولُ اللّهِ وَخَاتَمُ ا‘نْبِيَاءِ، وَقَدْ غَفَرَ اللّهُ لَكَ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأخَّرَ؛ اِشْفَعْ لَنَا الى رَبِّكَ، أَ تَرَى الى مَا نَحْنُ فيهِ؟ فَأنْطَلِقُ الى تَحْتِ الْعَرْشِ، فأقَعُ سَاجِداً لِرَبِّي، ثُمَّ يَفْتَحُ اللّهُ علىّ مِنْ مَحَامِدِهِ وَحُسْنِ الثِّنَاءِ عَلَيْهِ شَيْئاً لَمْ يَفْتَحْهُ عَلى أحَدٍ قَبْلِي، ثُمَّ يُقَالُ: يَا مُحَمّدُ، اِرْفَعْ رَأسَكَ، وَسَلْ تُعْطَه، وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ. فأرْفعُ رَأسِى، فأقُولُ: أُمَّتِِى يَا رَبِّ، أُمَّتِي يَا رَبِّ أُمَّتِي يَا رَبِّ فَيُقَالُ: يَا مُحَمّدُ، أدْخِلْ مِنْ أُمَّتِكَ مَنْ َ حِسَابَ عَلَيْهِ مِنَ الْبَابِ ا‘يْمَنِ مِنْ أبْوَابِ الْجنّةِ، وَهُمْ شُركَاءُ النَّاسِ فِيمَا سِوَى ذلِكَ مِنَ ا‘بْوَابِ. ثُمَّ قَالَ: وَالّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ إنَّ مَا بَيْنَ الْمِصْرَاعَيْنِ مِنْ مَصَارِيعِ الْجَنَّةِ كَمَا بَيْنَ مَكَّةَ وَهجَرَ، أوْ كَمَا بَيْنَ مَكَّةَ وَبُصْرَى[.وزاد في رواية، في قصة ابراهيم: ]وَذَكَرَ قَوْلُهُ في الْكَوْكَبِ: هذَا رَبِّي، وَقَوْلُهُ Œلِهَتِهِمْ: بَلْ فََعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هذَا. وَقَوْلَهُ: إنِّي سَقِيمٌ[.قلت: ذكر البارزي في تجريده حديث أنس وحديث أبي هريرة هذين في الشفاعة باختصار جداً، وقد أثبتهما بكمالهما حرصاً على الفائدة واللّه اعلم.»ا“لهام« ضرب من الوحي الذي يلقيه اللّه في قلوب عباده الصالحين.و»النّهشُ« أخذ اللحم بمقدم اسنان.



4. (5092)- Yine Sahiheyn ve Tirmizî´nin Ebu Hureyre´den kaydettikleri bir rivayet şöyledir: "Biz bir davette Resulullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(ndan bir parça) ikram edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve:

"Ben kıyamet günü ademoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım): "ALLAH o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükle toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:

"İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?" demeye başlarlar. Birbirlerine:

"Babanız Adem var!" derler ve ona gelerek: "Ey Adem! Sen insanların babasısın. ALLAH seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. [Bütün isimleri sana öğretti]. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. [ALLAH katında itibarın, makamın var.] Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Adem aleyhisselam da:

"Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, ALLAH) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. [Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter]. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nuh aleyhisselam´a gidin!" diyecek. İnsanlar Nuh aleyhisselam´a gelecekler:

"Ey Nuh! sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. ALLAH seni çok şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh aleyhisselam da şöyle diyecek:

"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam´a gidin!" diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam´a gelecekler:

"Ey İbrahim! Sen ALLAH´ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne Halilisin. Bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara:

"Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!" deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek:

"Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa aleyhisselam´a gidin!" İnsanlar, Hz. Musa aleyhisselam´a gelecekler ve:

"Ey Musa! Sen ALLAH´ın peygamberisin. ALLAH seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize ALLAH nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Hz. Musa da:

"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. [...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.] Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselam´a gidin!" diyecek. İnsanlar Hz. İsa´ya gelecekler ve:

"Ey İsa, sen ALLAH´ın peygamberisin ve Meryem´e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselam da:

"Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- ( Bir başka rivayette): ["Beni, ALLAH´tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter."] Nefsim! Nefsim Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalatı vesselam´a gidin!" diyecek. İnsanlar Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)´e gel