๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Nisan 2010, 15:33:51



Konu Başlığı: Kıssalar 3
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Nisan 2010, 15:33:51
* MAĞARA ASHABININ KISSASI






ـ4995 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولَ اللّهِ #: انْطَلَقَ ثََثَةُ نَفَرَ مِمَّنْ كَانَ قَبْلَكُمْ حَتّى آوَاهُمُ الْمَبِيتُ الى غَارٍ، فَدَخَلُوا فيهِ، فَانْحَدَرَتْ صَخْرَةٌ مِنَ الْجَبَلِ، فَسَدَّتَ عَلَيْهِمُ الْغَار. فقَالُوا: إنَّهُ َ يُنْجِيكُمْ مِنْ هذِهِ الصَّخْرَةِ إَّ أنْ تَدْعُوا اللّهَ بِصَالِحِ أعْمَالِكُمْ. فقَالَ أحَدُهُمْ: إنَّهُ كَانَ لِي أبَوَانِ شَيْخَانِ كَبِيرَانِ، وَكُنْتُ أرْعَى عَلَيْهِمَا وََ أغْبَقُ قَبْلَهُمَا أهًْ وََ مَاً. إنَّهُ نَأى

بِي طَلَبُ الشَّجَر يَوْماً فَلَمْ أرُوحْ عَلَيْهِمَا حَتّى نَامَا فَحَلَبْتُ لَهُمَا غُبُوقَهُمَا. فَوَجَدْتُهُمَا قَدْ نَامَا، فَكَرِهْتُ أنْ أغْبُقَ قَبْلَهُمَا أهًْ وَمَاً، وَكَرِهْتُ أنْ أُوقِظهُمَا، وَالصِّبْيَةُ يَتَضَاغَوْنَ عِنْدَ قَدَمَيَّ، وَالْقَدَحُ عَلى يَدِي أنْتَظِرُ اسْتِيقََاظَهُمَا حَتّى بَرَقَ الْفَجْرُ: اللّهُمَّ إنْ كُنْتَ تَعْلمُ أنّي فَعَلْتُ ذلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَفَرِّجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فيهِ مِنْ هذِهِ الصَّخْرَةِ. فَانْفَرَجَتْ شَيْئاً َ يَسْتَطِيعُونَ الْخُروجَ؛ وَقَالَ اŒخَرُ: اللّهُمَّ إنَّهُ كَانَتْ لِي ابْنَةُ عَمٍّ هِيَ أحَبُّ النَّاسِ اليّ، فأرَدْتُهَا عَنْ نَفْسِهَا، فامْتَنَعَتْ مِنِّي حَتّى ألَمَتْ بِهَا سَنَةٌ مِنَ السِّنِينَ، فَجَاءَتْنِي، فأعْطَيْتُهَا مِائَةًَ وَعِشْرِينَ دِينَاراً عَلى أنْ تُخَلّي بَيْنِي وَبَيْنَ نَفْسِهَا فَفَعَلَتْ حَتّى إذَا قَدَرْتُ عَلَيْهَا قَالَتْ: َ يَحِلُّ لَكَ أنْ تَفُضَّ الْخَاتَمَ إَّ بِحَقِّهِ. فَتَحَرَّجْتُ مِنَ الوُقُوعِ عَلَيْهَا فانْصَرَفْتُ عَنْهَا وَهيَ أحَبُّ النَّاسُ اليّ وَتَرَكْتُ الذّهَبَ؛ اللّهُمَّ إنْ كُنْتُ فَعَلْتُ ذلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَأفْرِجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فيهِ. فَانْفَرَجَتِ الصَّخْرَةُ، غَيْرُ أنّهُمْ َ يَسْتَطِيعُونَ الْخُروجَ. فقَالَ الثّالِثُ: اللّهُمَّ إنِّى كُنْتُ اسْتَأجَرْتُ أُجَرَاءَ فأعْطَيْتُهُمْ أجْرَهُمْ غَيْرَ رَجُلٍ وَاحِدٍ تَرَكَ أجْرَهُ وَذَهَبَ، فَثَمَّرْتُهُ لَهُ حَتّى كَثُرَتْ مِنْهُ ا‘مْوَالُ، فَجَاءَنِي بَعْدَ حِينٍ فقَالَ: يَا عَبْدَ اللّهِ أدِّ اليّ أجْرِي. فَقُلْتُ: كُلُّ مَا تَرَى مِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ وَاِبِلِ وَالرَّقِيقِ أجْرُكَ، اِذْهَبْ فَاسْتَقْهُ. فقَالَ: يَا عَبْدَاللّهِ، َ تَسْتَهْزِئُ بِي فَقُلْتُ: إنِّي َ أسْتَهْزِئُ بِكَ، اِذْهَبْ فَاسْتَقْهُ فَأخَذَهُ كُلُّهُ. اللّهُمَّ إنْ كُنْتُ فَعَلْتُ ذلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَأفْرِجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فيهِ فأنْفَرَجَتِ الصَّخْرَةُ، فَخَرَجُوا يَمْشُونَ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .

»الغَبوقُ« شرب آخر النهار.و»يتضاغون« يضجون ويصيحون من الجوع.ومعنى »أردتُها« راودتها وطلبت منها ان تمكنني من نفسها.و»ألمّتْ بها سنةُ« أي أصابها الجدب.و»فَضُّ الخاتمِ« كناية عن الجماع.و»التحرُّجُ« الهرب من الحرج وا“ثم والضيق .



1. (4995)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı. Aralarında:

"Sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah´a yapacağınız dualar kurtarabilir!" dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:

"Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirine yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâlâ uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü:

"Ey Allahım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!"

Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.

İkinci şahıs şöyle dedi:

"Ey Allahım! Benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüz yirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada:

"Allah´ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!" dedi. Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.

Ey Allahım, eğer bunları senin rızayı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar."

Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.

Üçüncü şahıs dedi ki:

"Ey Allahım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi [bir farak pirinçten ibaret olan] ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve:

"Ey Abdullah! Bana olan borcunu öde!" dedi. Ben de:

"Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve, köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim. Adam:

"Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi. Ben tekrar:

"Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü.

"Ey Allahım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler." [Buhârî, Enbiya 50, Büyû 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100, (2743); Ebu Davud, Büyû´ 29, (3387).][8]



AÇIKLAMA:



1- Hadisin bazı vecihlerinde, bu üç yolcu, yaya giderken yağmura tutulurlar ve bu sebeple mağaraya iltica ederler. Sadedinde olduğumuz veçhinde, gece sebebiyle mağaraya girdikleri ifade edilmektedir. İkisinin birleşmesi mümkündür, akşam vakti yağmura tutulmuş olabilirler.

2- Hikâyede, İslam´ın ahlak-ı hasenesinden üç ahlakın Allah indinde makbuliyeti ifade edilmektedir.

1) Annebabaya hürmet, onların hukukuna riayet.

2) Allah rızası için insanların iffetlerine riayet.

3) Başkasının hakkına riayet... Başkasının maddî menfaatini kendi menfaati derecesinde gözetmek, hileye yer vermemek. Bu amelleri makbul kılan husus da, bunların ihlasla yani Allah rızası için yapılmış olmasıdır. Dolayısiyle, hadis, amelde ihlasın ehemmiyetine, tebliğde müstesna bir yer vermektedir.

3- Sadedinde olduğumuz rivayette ücretin miktarı kaydedilmiyor. Fakat, bazı rivayetlerde bu bir farak pirinç olarak belirtilmiştir. Hatta bir başka rivayette yer alan açıklayıcı bir ziyade, hem miktar hususunda, hem de işçilerden birinin ücretini almayış sebebi hususunda bize bilgi sunmaktadır: "Ben bir grup insan tuttum, her birine yarım dirhem yevmiye verecektim. İşleri bitince herkese ücretini verdim. Biri: "Vallahi ben iki kişilik iş yaptım, bana bir dirhem vermezsen ücretini almayacağım" dedi ve almadan çekip gitti. İşte ben bu yarım dirhemi nemalandırdım."

Bir farak pirincin, o günün piyasasında yarım dirhem değerinde olabileceğini belirttikten sonra, nemalandırılmaya tabi tutularak koyun, deve, sığır sürülerine ulaşılan bu taban sermayenin, günümüzdeki karşılığını bulmaya çalışırsak şu sonuca varırız: Bir farak, üç sa´ miktarında bir ölçektir. Bir sa´ ise 2,120 ile 2,650 litre arasında değişen bir hacim miktarı. Öyle ise bir farak 6,360 ile 7,950 litre arasında değişen bir ölçek olmaktadır. Daha yuvarlak hesapla 6,5 litre ile 8 litre arasında bir hacim tutmaktadır. Bir litre pirincin 888 gram kadar olduğu[9] gözönüne alınırsa, mezkur yarım dirhemlik pirincin yaklaşık 6 veya 7 kilo civarında olduğu anlaşılır.

Bazı rivayetlerde işçiye on bin dirhemlik para ödediği, yani verdiği deve, koyun, sığır vesairelerin bu değere ulaştığı belirtilmiştir. Hadisin muhtelif vecihleri gözönüne alınınca, mezkur zatın, işçisinin parasını önce ziraatle, sonra hayvancılık vs. ile nemalandırdığı anlatılmaktadır: Ekmiş, satmış satınalmış, doğurtmuş vs. Yani ticaret ve istihsal çeşitlerinden pek çoğuna başvurmuştur.

4- Hadis, sıkıntılı ve belalı anlarda salih amelleri zikrederek Allah´a iltica ve duanın müstehab olduğunu ifade eder. Bazı fakihler, yağmur namazında da aynı tarzda dua etmenin müstehab olduğuna hükmetmiştir.

5- Hadiste dikkat çeken bir edeb, üç şahıstan hiçbiri, zikrettiği amelin salih olduğu hususunda cezmetmemesidir. Her biri "bu amelim rızana uygunsa", "senin rızan için idiyse.." gibi amelin değerlendirilmesini meşiet-i İlahiyeye bırakan ihtiyatî ifadelere yer vermişlerdir. Hatta birinci konuşan zatın sarfettiği; "Ey Allahım, bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsun..." şeklindeki -itikad açısından- mahzurlu ifadenin de bu endişeye baktığı belirtilmiştir. Yani o sözün sahibi, ameli hususunda mütereddittir; bu ameli Allah katında makbul mü, değil mi? Şöyle demek istemiştir: "Eğer bu amelim makbulse şu duamı kabul buyur."

5- Hadis, günahı bir noktada terketmenin, o noktaya kadar olan evveliyatını affettireceğini de ifade eder; Amcasının kızına, son anda teması terketmesi, o ana kadarki günahlarını affettirdi ki, bu "terk"le yaptığı dua makbul oldu.

6- Tevbenin makbul olması halinde, geçmişi affettireceği de hadiste ifade edilmektedir.

7- İşçi ve patron tarafından bilinen belli bir miktar yiyecek mukabili ücretli tutmak caizdir.

8- Salih kimselerin keramete mazhar olması haktır.

9- Emaneti edada büyük fazilet vardır.

10- Fakihler, hadiste fuzuli şahsın bey´inde cevaz bulmuşlardır.

11- Bazı alimler, "Emaneti taşıyan (müstevde´) emanet malla ticaret yaparsa, kâr mal sahibine aittir" demiştir. Çoğunluk bu konuda başka görüşler ileri sürmüştür. "Mal, emaneti taşıyanın zimmetinde olduğu takdirde, izinsiz tasarrufta bulunsa, malın zimmeti üzerindedir, ticaret yaptığı takdirde kâr kendinin olur." Ebu Hanife "Kâr onun, ancak tasadduk eder" demiştir. Başka görüşler de var.

12- Geçmiş milletlerde cereyan eden hadiseler, dinleyenlerin ibret almaları için anlatılabilir.[10]



* KİFL KISSASI



ـ4996 ـ1ـ عن ابن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنْهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ # كَانَ فِيمَنْ كَانَ قَبْلُكُمْ رَجُلٌ يُسَمّى الْكِفْلَ، وَكَانَ َ يَنْزِعُ عَنْ شَىْءٍ فأتَى امْرَأةً عَلِمَ بِهَا حَاجَة فأعْطَاهَا سِتّينَ دِيناراً. فَلَمَّا أرَادَهَا عَلى نَفْسِهَا ارْتَعَدَتْ وَبَكَتْ. فقَالَ: مَا يُبْكِيكِ؟ فقَالَتْ: ‘نَّ هذَا عَمَلٌ مَا عَمِلْتُهُ قَط وَمَا حَمَلَنِى عَلَيْهِ إَّ الْحَاجَةُ. فقَالَ: أتَفْعَلِينَ أنْتِ هذَا مِنْ مَخَافَةِ اللّهِ تَعالى؟ فَأنَا أحْرَى بِذلِكِ. فاذْهَبِى، وَلَكِ مَا أعْطَيْتُكِ. وَوَاللّهِ

َ أُعْصِيهِ بَعْدَهَا أبَداً فَمَاتَ مِنْ لَيْلَتِهِ. فأصْبَحَ مكْتُوباً عَلى بَابِهِ: إنَّ اللّهَ تَعالى قَدْ غَفَرَ لِلْكِفْلِ. فَعَجِبَ النَّاسُ مِنْ ذلِكَ حَتّى أوْحى اللّهُ الى نَبِيِّ زَمَانِهِمْ بِشَأنِهِ[. أخرجه الترمذي .



1. (4996)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sizden önce yaşayanlar arasında Kifl adında biri vardı. Bildiğinden hiç şaşmazdı. İhtiyaç içinde olduğunu bildiği bir kadına gelerek, altmış dinar verdi. Kadından kâm almak üzere teşebbüse geçince kadın, titredi ve ağladı. "Niye ağlıyorsun?" diye sorunca, kadın:

"Bu benim hiç yapmadığım (haram) bir amel. Bu günaha beni razı eden de fakrımdır!" dedi. Adam da:

"Yani sen şimdi Allah korkusuyla mı ağlıyorsun? Öyleyse, Allah´tan korkmaya ben senden daha layıkım! Haydi git, verdiğim para da senin olsun. Vallahi ben bundan böyle Allah´a hiç asi olmayacağım!" dedi. Adam o gece öldü. Sabah, kapısında şu yazılı idi:

"Allah Kifl´i mağfiret etti!"

Halk bu duruma şaşırdı kaldı. Allah o devrin peygamberine Kifl´in durumunu vahyen bildirinceye kadar şaşkınlık devam etti." [Tirmizî, Kıyamet 49, (2498).][11]



* AD KAVMİNİ HELAK EDEN RÜZGÂRIN KISSASI



ـ4997 ـ1ـ عن أبي وائل عن رجل من ربيعة وهو الحارث بن يزيد البكري قال: ]قَدِمْتُ الْمَدِينَةَ فأتَيْتُ رَسُولَ اللّهِ #، وَالْمَسْجِدُ غَاصٌّ بِأهْلِهِ، وَإذَا رَاياتٌ سُودٌ تَخْفِقُ، وإذَا بَِلٌ مُتَقَلِّدُ السَّيْفَ بَيْنَ يَدي رَسُول اللّهِ #. فَقُلْتُ: مَا شأنُ النَّاسِ؟ فقَالُوا: رَسُول اللّهِ # يُريدُ أنْ يَبْعَثَ عَمْرُو بْنَ الْعَاصِ نَحْوَ رَبِيعَةَ فَقُلْتُ: أعُوذُ بِاللّهِ أنْ أكُونَ مِثْلَ وَافِدِ عَادٍ. فقَالَ #: وَمَا وَافِدُ عَادٍ. فَقُلْتُ: عَلى

الْخَبِيرِ بِهَا سَقَطْتَ. إنَّ عَاداً لَمَا قُحِطَتْ بَعَثَتْ قَيًْ يَسْتَسْقِي لَهَا فَنَزَلَ عَلى بَكْرِ بِنْ مُعَاوِيَةَ، فَسَقَاهُ الْخَمْرَ وَغَنَّتْهُ الْجَرادَتَانِ. ثُمَّ خَرَجَ يُرِيدُ جِبَالَ مُهْرَة. فقَالَ: اللّهُمَّ إنِّى لَمْ آتِكَ لِمَرَضٍ فأُدَاوِيَهُ، وََ ‘سِيرٍ فأُفَادِيَهُ، فاسْقِ عَبْدَكَ مَا كُنْتَ مُسْقِيَهُ وَاسْقِ مَعَهُ بَكْرَ بْنَ مُعَاوِيَةَ! يَشْكُرُ لَهُ الْخَمْرَ الّذِى سَقَاهُ؛ فَرُفِعَ لَهُ ثَثَ سَحَائِبَ حَمْرَاءُ، وَبَيْضَاءُ، وَسَوْدَاءٌ. فَقِيلَ لَهُ: اِخْتَرْ إحدَاهُنَّ، فَاخْتَارَ السَّوْدَاءَ مِنْهُنَّ. فَقِيلَ لَهُ: خُذْهَا رَمَاداً رِمْداداً َ تَذَرْ مِنْ عَادٍ أحَداً. فقَالَ # عِنْدَ ذلِكَ: إنَّهُ لَمْ يُرْسَلِ الرِّيْحُ إَّ مِقْدَار هذِهِ الحَلْقَةِ، يَعْنِى حَلْقَةَ الْخَاتَمِ. ثُمَّ قَرَأ: وَفِي عَادٍ إذْ أرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ الرِّيحَ الْعَقِيمَ مَا تَذَرُ مِنْ شَىْءٍ أتَتْ عَلَيْهِ إَّ جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ[. أخرجه الترمذي.»القحطُ« الغء، واصله من انقطاع المطر وهو سببه.و»الرَّمَادُ« معروف.و»الرَّمْدَادُ« المتناهي في احتراق والرقة.و»الرَّيحُ الْعَقِيمُ« التي تلقح و تأتي بالمطر .



1. (4997)- Ebu Vail, Rebîa kabilesinden el-Haris İbnu Yezid el-Bekrî adında bir adamdan naklen anlatıyor:

"Medine´ye gelmiştim, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanına gittim. Mescid, cemaatle dolu idi. Orada dalgalanan siyah bayraklar vardı. Hz. Bilal (radıyallahu anh) kılıcını kuşanmış, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın yanında duruyordu. Ben: "Bu insanların derdi ne, (ne oluyor)?" diye sordum."

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Amr İbnu´l-As´ı, Rebîa´ya doğru göndermek istiyor, (onun hazırlığı var)!" dediler. Ben:

"Âd elçisi gibi olmaktan Allah´a sığınırım" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm: "Âd elçisi de nedir?" buyurdular. Ben:

"Bunu çok iyi bilen kimseye düştünüz. Âd (kavmi) kıtlığa uğrayınca Kayl´ı kendileri için su aramaya gönderdi. Kayl da, Bekr İbnu Muaviye´ye uğradı. O, buna şarap içirdi ve Mekke´de o sıralarda seslerinin ve tegannisinin güzelliğiyle meşhur Cerade isminde iki cariye de şarkılar söyledi. [Bu suretle bir ay kadar kaldıktan sonra], Mühre (İbnu Haydân kabilesinin) dağına müteveccihen oradan ayrıldı. Dedi ki:

"Ey Allahım! Ben sana ne tedavi edeceğim bir hasta, ne de fidyesini ödeyeceğim bir esir için gelmedim. Sen kulunu, sulayıcı olduğun müddetçe sula. Onunla birlikte Bekr İbnu Muaviye´yi de sula. -Böylece kendisine içirdiği şarap için ona teşekür eder.-

Bunun üzerine onun için üç parça bulut yükseltildi. Biri kızıl, biri beyaz, biri de siyah. Ona: "Bunlardan birini seç!" denildi. O, bunlardan siyah olanını seçti. Ona:

"Âd kavminden tek kişiyi bırakmayıp helak edecek bu bulutu toz duman olarak al!" denildi."

Bunu söleyince (aleyhissalâtu vesselâm):

"(Onlara) sadece şu -yüzük halkası- miktarında rüzgâr gönderildi" buyurdular ve arkasından şu mealdeki ayet-i kerimeyi tilavet ettiler: "Âd (kavminin helak edilmesinde) de (ibret vardır). Hani onların üzerine o kısır rüzgârı göndermiştik. Öyle bir rüzgâr ki, her uğradığı şeyi (yerinde) bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savuruyordu" (Zariyat 41-42). [Tirmizî, Tefsir, Zâriyat, (3269, 3270).][12]



AÇIKLAMA:



1- Ebu Bekr İbnu´l-Arabi´nin hadisten çıkardığı bazı tesbitleri kısmen özetleyerek sunuyoruz:

1) Eski milletlerle ilgili haberler, dini ilgilendirmediği takdirde, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dışınaki kimselerden de dinlenebilir, bu caizdir.

2) Bu hadisin aslı uzun ise de, Tirmizî kısaltarak almıştır. Aslına göre Resulullah´a Ad elçisinin hikâyesini anlatan el-Haris İbnu Yezid el-Bekrî, Medine´ye, Aleyhissalâtu vesselâm´dan memleketindeki birkısım arazinin tasarruf yetkisini talep etmek üzere gelmiş birisi idi. Resulullah´ın yanında, aynı şeyi talep eden Temimli bir yaşlı kadın görünce: "Ey Allah´ın Resulü! Ben, Âd kavminin elçisi Kayl İbnu Anz gibi olmaktan Allah´a sığınırım!" der. Bunu nüzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Sen onların kıssasını biliyor musun?" diye sorar: Haris İbnu Yezid: "Evet!" der ve anlatır: "Biz, onların memleketine iyiliklerini talep etmek üzere gelenlerdeniz. Atalarımız bize onlarla ilgili haberler anlattılar. Bu haberleri küçükler büyüklerden öğrenip yeni gelenlere anlatırlar!" der. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine hadiste geçtiği üzere sorusunu sorar ve diğeri anlatır.

3) İslam, tevatür bulduğu takdirde, kâfirin haberini kabul eder, bu hadiste onun delili var.

4) Âd kavminin su talebi için elçi göndermelerinin meşru bir aslı mevcuttur. Nitekim bütün şeriatlerde buna rastlanır. Bizde de araziye çıkıp yağmur duasında bulunmak sünnettir.

5) O sıralarda Mekke´de Amalika kavmi vardı. Bunlar Bekr İbnu Muaviye kabilesine konakladılar. -Muaviye İbnu Bekr İbni Şübeym kabilesi de denmiştir.- Ama burada eğlenceye yöneldiler. Bekr´in meşhur iki çalgıcı cariyesi Ceradeler, Âd ve Semud için onlara şarkılar söylediler. Şiirlerinde, ne maksadla geldilerse onun yerine getirilmesini talep etmeyi teşvik eden sözler vardı. Bu şiiri, Muğribe İbnu Bekr, Âd kavmine helakın gelmesinden korktuğu için yazmıştı. Çünkü Âd onun dayıları idi. Muğribe İbnu Bekr, bu şiirin okunmasını o iki cariyeye söyledi. Kendisi okumaktan kaçındı. Ta ki, misafirlerinin aklına onları ağırlamaktan bıkkınlık geldi diye bir vehim gelmesin. Şiir üzerine elçiler, gafletlerinden uyandılar ve su talebinde bulundular.

6) Yüzük halkası gibi rüzgârın gönderilmesi rüzgârın da Allah´ın diğer mahlukatı gibi bir mahluku olduğunu, büyük bir cisim olduğunu, bu cismi, Allah´ın kudret-i şerifi ile dilediği gibi tasarruf ve tahrik ettiğini, rastladığı şeyi Allah´ın onda yarattığı şiddet nisbetinde itip sarstığını, bunun sonucu olarak alt-üst olmaların, dağılıp toz olmaların, daha da öte, yok olmaların meydana geldiğini gösterir.

7) Ayette geçen akim (kısır) rüzgâr, yağmur getirmeyen ve bitkileri ilkah etmeyen (döllendirmeyen) rüzgâr demektir.

8) Akim rüzgâr, rîhu´ddebur da denen garb yani batı rüzgârıdır. Doğu rüzgârı da denen sabâ rüzgârının zıddıdır. Aleyhissalâtu vesselâm: "Sabâ rüzgârı ile yardıma mazhar oldum. Debur rüzgârı ile de Âd kavmi helak edildi" buyurmuştur. Kezâ: "Sabâ rüzgârı bana yardım etti, ama o, benden öncekilere azab olmuştu" buyurmuştur.

9) İbnu´l-Arabî, son olarak bu hadisenin çarşamba günü cereyan ettiğini, bu yüzden halkın çarşamba gününü uğursuz addettiklerini belirtir ve bu inancın hiçbir esasa dayanmayan batıl tahayyülat olduğunu söyler.[13]



* KEL, ALATENLİ VE ÂMANIN KISSASI



ـ4998 ـ1ـ عن ابي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُول اللّهِ #: إنَّ ثََثَةً مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ: أبْرَصَ وَأقْرَعَ وَأعْمى، أرَادَ اللّهُ أنْ يَبْتَلِيَهُمْ، فَبَعَثَ إلَيْهِمْ مَلَكاً فأتَى ا‘بْرَصَ فَقَالَ: أىُّ شَىْءٍ أحَبُّ إلَيْكَ؟ قال: لَوْنٌ حَسَنٌ وَجِلْدٌ حَسَنٌ، وَيَذْهَبُ عَنِّى الّذِى قَذَرَنِى النَّاسُ. فَمَسَحَهُ، فَذَهَبَ عَنْهُ قَذَرُهُ وَأعْطِىَ لَوْناً حَسَناً وَجِلْداً حَسَناً. فقَالَ: أىُّ الْمَالِ أحَبُّ إلَيْكَ؟ قَالَ: ا“بِلُ. فَأعْطَاهُ نَاقَةً عُشَرَاءَ، فقَالَ: بارَكَ اللّهُ لَكَ فيهَا. ثُمَّ أتَى ا‘قْرَعَ. فقَالَ: أىُّ شَىْءٍ أحَبُّ إلَيْكَ؟ قَالَ: شَعْرٌ حَسَنٌ، وَيَذْهَبُ عَنِّى هذَا الَّذِى قَدْ قَذِرَنِى النَّاسُ. فَمَسَحَهُ فَذَهَبَ عَنْهُ. وَأُعْطِىَ شَعْراً حَسَناً. قَالَ: فأىُّ الْمَالِ أحَبُّ إلَيْكَ؟ قَالَ: الْبَقْرُ. فأعْطَى بَقَرَةً حَامًِ. وَقالَ: بَارَكَ اللّهُ لَكَ فيهَا. ثُمَّ أتَى ا‘عْمى. فقَالَ أىُّ شَىْءٍ أحَبُّ إلَيْكَ؟ قال: أنْ يَرُدَّ اللّهُ عَليّ بَصَرِي فَأبْصِرَ بِهِ النَّاسَ. فَمَسَحَهُ فَرَدَّ اللّهُ عَلَيْهِ بَصَرَهُ. قَالَ فأىُّ الْمَالِ أحَبُّ إلَيْكَ؟ قَالَ: الغَنَمُ. فأعْطِىَ شَاةً وَالِداً. فَأنْتَجَ هذَانِ، وَوَلَّدَ هذَا. فَكَانَ لهذَا وَادٍ مِنَ ا“بِلِ، وَلهذَا وَادٍ مِنَ الْبَقَرِ، وَلهذَا وَادٍ مِنَ الغَنَمِ. ثُمَّ إنَّهُ أتَى ا‘بْرَصَ في صُورَتِهِ وَهَيْئَتِهِ. فقَال: رَجُلٌ مِسْكِينٌ، قَدْ اِنْقَطَعَتْ بِىَ الْحِبَالُ في سَفَرِي، فََ بََغَ لِيَ الْيَوْمَ إَّ بِاللّهِ، ثُمَّ بِكَ، أسْألُكَ بِالَّذِي أعْطَاكَ اللَّوْنَ الْحَسَنَ وَالْجِلْدَ الْحَسَنَ وَالْمَالَ بَعِيراً أتَبَلَّغُ بهِ في سَفَرِي.

فقَالَ لَهُ: الْحُقُوقُ كَثِيرَةٌ. فقَالَ لَهُ: كَأنِّى أعْرِفُكَ؟ ألَمْ تَكُنْ أبْرَصَ يَقْذَرُكَ النَّاسُ، فَقِيراً فأعْطَاكَ اللّهُ. فقَالَ: إنَّمَا وَرَثْتُ هذَا الْمَالَ كَابِراً عَنْ كَابِرٍ. فقَالَ: إنْ كُنْتَ كَاذِباً فَصَيَّرَكَ اللّهُ الى مَا كُنْتَ. وَأتَى ا‘قْرَعَ في صُورَتهِ. فقَالَ لَهُ مِثْلَ ذلِكَ. وَرَدَّ عَلَيْهِ مِثْلَ مَا رَدَّ ا‘وَّلُ. فقَالَ: إنْ كُنْتَ كَاذِباً فَصَيَّرَكَ اللّهُ الى مَا كُنْتَ. ثُمَّ أتَى ا‘عْمى في صُورَتِهِ وَهَيْئَتِهِ. فَقَالَ لَهُ: رَجُلٌ مِسْكِينٌ وَابْنُ سَبِيلٍ وَتَقَطَّعَتْ بِىَ الْحِبَالُ في سَفَرِى فََ بََغَ الْيَوْمَ إَّ بِاللّهِ ثُمَّ بِكَ. أسْألُكَ بِالَّذِي رَدَّ عَلَيْكَ بَصَرَكَ شَاةً أتَبَلَّغُ بِهَا في سَفَرِي. فَقَالَ: قَدْ كُنْتُ أعْمى فَرَدَّ اللّهُ عَليّ بَصَرِي، وَفَقِيراً فَقَدْ أغْنَانِي. فَخُذْ مَا شِئْتَ، وَدَعْ مَا شِئْتَ. فوَاللّهِ َ أُجْهِدُكَ الْيَوْمَ لِشَىْءٍ أخَذْتَهُ للّه. فقَالَ: أمْسِكْ مَالَك، فإنَّمَا ابْتُلِيتُمْ. فقَدْ رُضِيَ عَنْكَ، وَسُخِطَ عَلى صَاحِبَيْكَ[. أخرجه الشيخان.»النَّاقَةُ العُشَرَاءُ« الحامل، وقيل التي أتى على حملها عشرة أشهر. و»الشَّاةُ الْوَالدُ« التي عرف منها كثرة الولد والنتاج.وقوله: »فأنتجَ هذانِ« أي صاحبا ا“بل والبقر.و»وَلَّدَ هذا« أي صاحب الشاة، ومعناه اعتنى بها وافتقدها عند الودة.ومعنى »انقطعتْ بِيَ الحِبَالُ« أي ا‘سباب.و»معنَى بغَ« أي ليس لي ما ابلغ به غرضي.وقوله »ورِثتُهُ كَابِرا عن كَابرِ« أي آبائِي واجدادي.ومعنى »َ أُجْهِدُكَ« أي أشق عليك في ا‘خذ وامتنان .



1. (4998)- Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Benî İsrail´den üç kişi vardı: Biri alatenli, biri kel, biri de âma. Allah bunları imtihan etmek istedi. Bu maksadla onlara (insan suretinde) bir melek gönderdi.

Melek önce alatenliye geldi. Ve: "En çok neyi seversin?" dedi. Adam:

"Güzel bir renk, güzel bir cild, insanları benden tiksindiren halin gitmesini!" dedi. Melek onu meshetti. Derken çirkinliği gitti, güzel bir renk, güzel bir cild sahibi oldu. Melek ona tekrar sordu:

"Hangi mala kavuşmayı seversin?"

"Deveye!" dedi, adam. Anında ona on aylık hamile bir deve verildi. Melek:

"Allah bunları sana mübarek kılsın!" deyip (kayboldu) ve kelin yanına geldi.

"En ziyade istediğin şey nedir?" dedi. Adam:

"Güzel bir saç ve halkı ikrah ettiren şu halin benden gitmesi" dedi. Melek, keli elleriyle meshetti, adamın keli gitti. Kendisine güzel bir saç verildi. Melek tekrar:

"En çok hangi malı seversin?" diye sordu. Adam:

"Sığırı!" dedi. Hemen kendisine hamile bir inek verildi. Melek:

"Allah bu sığırı sana mübarek kılsın!" diye dua etti ve âmanın yanına gitti. Ona da: "En çok neyi seversin?" diye sordu. Adam:

"Allah´ın bana gözümü vermesini ve insanları görmeyi!" dedi. Melek onu meshetti ve Allah da gözlerini anında iade etti. Melek ona da:

"En çok hangi malı seversin?" diye sordu. Adam:

"Koyun!" dedi. Derhal doğurgan bir koyun verildi."

Derken sığır ve deve yavruladılar, koyun da kuzuladı. Çok geçmeden birinin bir vadi dolusu develeri, diğerinin bir vadi dolusu sığırları, öbürünün de bir vadi dolusu koyunları oldu.

Sonra melek, alatenliye, onun eski hali ve heyetine bürünmüş olarak geldi ve:

"Ben fakir bir kimseyim, yola devam imkânlarım kesildi. Şu anda Allah ve senden başka bana yardım edecek kimse yok! Sana şu güzel rengi, şu güzel cildi ve şu malı veren Allah aşkına bana bir deve vermeni talep ediyorum! Ta ki onunla yoluma devam edebileyim!" dedi. Adam:

"(Olmaz öyle şey, onda nicelerinin) hakları var!" dedi ve yardım talebini reddetti. Melek de:

"Sanki seni tanıyor gibiyim! Sen alatenli, herkesin ikrah ettiği, fakir birisi değil miydin? Allah sana (sıhhat ve mal) verdi" dedi. Ama adam:"

(Çok konuştun!) Ben bu malı büyüklerimden tevarüs ettim!" diyerek onu tersledi. Melek de:

"Eğer yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin!" dedi ve onu bırakarak kel´in yanına geldi. Buna da onun eski halinde kel birisi olarak göründü. Ona da öbürüne söylediklerini söyleyerek yardım talep etti. Bu da önceki gibi talebi reddetti. Melek buna da:"Eğer yalancıysan Allah seni eski haline çevirsin!" deyip, âmaya uğradı. Buna da onun eski hali heyeti üzere (yani bir âma olarak) göründü. Buna da:

"Ben fakir bir adamım, yolcuyum, yola devam etme imkânı kalmadı. Bugün, evvel Allah sonra senden başka bana yardım edecek yok! Sana gözünü iade eden Allah aşkına senden bir koyun istiyorum; ta ki yolculuğuma devam edebileyim!" dedi. Âma cevaben:

"Ben de âma idim. Allah gözümü iade etti, fakirdim (mal verip) zengin etti. İstediğini al, istediğini bırak! Vallahi, bugün Allah adına her ne alırsan, sana zorluk çıkarmayacağım!" dedi. Melek de:

"Malın hep senin olsun! Sizler imtihan olundunuz. Senden memnun kalındı ama diğer iki arkadaşına gadap edildi" dedi (ve gözden kayboldu)." [Buhârî, Enbiya 50, Müslim, Zühd 10, (2964).][14]



AÇIKLAMA:



1- Hadiste, üç farklı arazın, insan mizacında hasıl ettiği haleti görmekteyiz. Âma yumuşak kalpli ve cömert, kel ve alatenli bencil ve merhametsiz. Kirmânî, bu durumdan şöyle bir netice çıkarır: "Âmanın mizacı, diğer iki arkadaşına rağmen daha sıhhatlidir. Çünkü alatenlilik, mizacın fesadından ve tabiatın bozulmasından husül bulan bir hastalıktır. Kel hastalığı da öyle. Âmalık ise bunlardan ayrıdır; bu, mizaçtaki bozulmanın bir neticesi değildir. Çoğu kere haricî bir sebepten meydana gelir. Bu sebeple âmanın tabiatı güze