๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Kütübü Sitte => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Nisan 2010, 12:42:02



Konu Başlığı: İddet ve istibra 3
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Nisan 2010, 12:42:02
AÇIKLAMA:







İbnu Hacer, bu rivayetin açıklaması sadedinde, önceden kaydettiklerimiz meyanında yer vermediğimiz bazı farklı nakillere yer verir. Onların mühimlerini zikrediyoruz:

* Hasan Basrî Hazretleri, istibra´dan önce câriyeyi öpme ve mübâşerette bulunma da bir beis olmadığı kanaatindedir ve ferci dışında cariyenin her tarafına dokunabileceğini söylemiştir. Ancak İbnu Sîrîn bunu mekruh addetmiştir.

* İbnu Ömer, "Bâkirede istibra aranmaz" görüşünü, bekâretin hâmileliğe mani olacağı veya hamileliğin bulunmadığına veya temasta bulunulmamış olduğunu delil teşkil ettiği kanaatine dayandırmıştır. [29]



DÖRDÜNCÜ FASIL

SÜKNÂ VE NAFAKA


ـ4203 ـ1ـ عن فاطمة بنت قيس رَضِيَ اللّهُ عَنْها: ]أنَّ زَوْجَهَا طَلَّقَهَا ألْبَتَّةَ وَهُوَ غَائِبٌ فَأرْسَلَ إلَيْهَا وَكِيلُهُ بِشَعِيرٍ فَسَخِطَتْهُ. فَقَالَ: وَاللّهِ مَالِكِ عَلَيْنَا مِنْ شَوْءٍ فَجَاءَتْ رسولَ اللّهِ # فَذَكَرَتْ ذلِكَ لَهُ. فَقَالَ: لَيْسَ لَكِ عَلَيْهِ نَفَقَةٌ، وَأمَرَهَا أنْ تَعْتَدَّ فِي بَيْتِ أُمِّ شَرِيكٍ ا‘نْصَارِيَّةِ رَضِيَ اللّهُ عَنْها. ثُمَّ قَالَ: تِلْكَ امْرَأةً يَغْشَاهَا أصْحَابِي. اعْتَدِّي عِنْدَ ابْنِ أُمِّ مَكْتُومٍ فَإنَّهُ رَجُلٌ أعْمى، تَضَعِينَ ثِيَابَكِ. فَإذَا حَلَلْتِ فَآذِنِينِي. فَلَمَّا حَلَلْتُ ذكَرْتُ لَهُ أنَّ مُعَاوِيَةَ بْنَ أبِى سُفْيَانٍ وَأبَا جَهْمٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما خَطَبَانِي. فَقَالَ #: أمَّا أبُو جَهْمٍ فََ يَضَعُ عَصَاهُ عَنْ عَاتِقِهِ، وَأمَّا مُعَاوِيَةُ: فَصُعْلُوكٌ َ مَالَ لَهُ. أنْكِحِي أُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما. فَكَرِهْتُهُ؛ ثُمَّ قَالَ: أنْكِحِي أُسَامَةَ. فَنَكَحْتُهُ فَجَعَلَ اللّهُ فِىهِ خَيْراً وَاغْتَبَطْتُ بِهِ[. أخرجه الستة إ البخاري.قوله: »يَغْشَاهَا أصْحَابِي« أي يأتون منزلها كثيراً.وقوله: »فآذنيني« أي أعلميني.وأراد بقوله: »َ يَضَعُ عَصَاهُ عَنْ عَاتِقِهِ« التأديب والضرب، وقيل أراد به كثرة ا‘سفار عن وطنه .



1. (4203)- Fâtıma Bintu Kays radıyallahu anhâ´nın anlattığına göre, "kocası kendisini talâk-ı bette ile boşamıştır. Kocası ortalıkta olmadığı halde, vekilini (bir miktar) arpa ile Fatıma´ya göndermiş, Fatıma da bunu pek az bulmuştu. (Veya vekile kızmıştı.) Vekil: "Vallahi bizim üzerimizde (nafaka hakkı olarak) bir şeyin yok!" demiştir. Fatıma da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelerek durumu anlatmış. Aleyhissalâtu vesselam da : "Senin onun üzerinde nafakan yok" buyurmuş ve Ümmü Şerik el-Ensâriyye radıyallahu anhâ´nın yanında iddetini geçirmesini emretmiştir. Sonra, Fatıma´ya: "Bu kadın, ashâbımın çokça uğradıkları birisidir. Sen iddetini İbnu Ümmi Mektûm´un yanında geçir. Zira o, âmâ birisidir, örtünü de (onun yanında) çıkarabilirsin. (İddetin bitip) helal oldun mu bana haber ver!" buyurdu. (Fatıma der ki): "Helal hale geldiğim zaman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelip Muâviye İbnu Ebî Süfyân ve Ebu Cehm (radıyallahu anhümâ)´nın benimle evlenmek istediklerini haber verdim. Aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki "Ebu Cehm, sopasını omuzundan indirmez. Muâviye ise fakirdir, parası yoktur. Sen Üsâme İbnü Zeyd radıyallahu anhümâ ile evlen!"

Üsame hoşuma gitmedi. (Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu seçmiş olacak ki tekrar): "Sen Üsame´yle evlen!" buyurdu. Ben de onunla evlendim. Allah Teâlâ Hazretleri onu bana hayırlı kıldı. Onunla mes´ud oldum." [Müslim, Talâk 36, (1480); Muvatta, Talâk 23, (2, 580, 581); Ebu Dâvud, Talâk 39, 40, (2284, 2285, 2286, 2287, 2288, 2289, 2290, 2291); Tirmizî, Nikâh 38, (1135), Talâk 5, (1180); Nesâî, Nikâh 21, (6, 74); Talâk, 69, (6, 207), 71, 72, (6, 210).][30]



AÇIKLAMA:



1- Rivayette, kocası tarafından boşanan Fatıma Bintu Kays radıyallahu anhâ´ya, kocasının nafaka vermediğini, vekille gönderilen arpanın pek az olması üzerine Fatıma radıyallahu anhâ´nın durumu Resûlullah´a şikayet ettiğini, ancak Aleyhissalâtu vesselâm´ın da Fatıma´nın nafakaya hakkı olmadığını söylediğini görüyoruz. Aleyhissalâtu vesselam, onu, iddeti tamamlanıncaya kadar, önce Ümmü Şerîk radıyallahu anhâ´nın yanına göndermek istemiş, ancak oranın sıkça uğranılan bir ev olduğunu hatırlayınca gözleri âmâ olan İbnu Ümmi Mektum´un yanına göndermiştir. Zengin bir Ensârî olan Ümmü Şerîk radıyallahu anhâ´nın evi, misafirlerin ağırlandığı bir merkez durumunda idi: Fatıma Bintu Kays´ ın, âmânın yanında kalabilmesine ruhsat veren bu rivayete dayanan bazı âlimler, kadının erkeğe bakabileceği, bunun haram olmayacağını söylemiş, ancak Cumhur bu görüşü reddetmiştir. Şöyle derler: "Erkeğin yabancı kadına bakması haram olduğu gibi kadının da yabancı erkeğe bakması haramdır. Çünkü âyette kadına bakmak erkeğe yasaklandığı gibi, erkeğe bakmak da kadına yasaklanmıştır" (Nur 30-31), Keza Ümmü Seleme hadîsinde de "(Âmâ sizi görmüyorsa) siz de mi onu görmüyorsunuz, (madem ki siz onu görüyorsunuz, öyleyse âmâ´nın yanında örtünün)" buyurulmuştur. Keza bu hadîste Fatıma´ya âmâya bakma ruhsatı yoktur. Bilakis, kadının onun yanında yabancı nazardan emniyette olacağı ifade edilmiştir. O zaten gözünü, ondan sakınmakla emredilmiştir.

2- Ebu Cehm´le ilgili olarak "sopasını omuzundan indirmez" tabiri iki ma´nâya muhtemel görülmüştür:

* Çok seyahat yapar.

* Çok döver. Bu ma´nâ esahh kabul edilmiştir, çünkü başka rivayette "kadınları çok döven kimse" olduğu tasrîh edilmiştir.

3- Nevevî: "Bu hadîs, istişare sırasında bir insanın kusurunu söylemenin, nasîhat taleb etmenin cevazına delildir. Bu, haram olan gıybet değildir, vacib olan nasîhattendir" der.

4- Resûlullah, Üsame´nin mümtaz vasıflarını yakînen bildiği için Fatıma´ya onu tavsiye etmiştir. Üsame, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın terbiyesinde yetişme şerefine eren nadir bahtiyarlardan biridir, radıyallahu anh. Nitekim, Fatıma da ondan hayır ve berekete ve saadete mazhar olduğunu kendisi itiraf etmiştir.

5- Hadîs üç talakla boşanan kadınların iddet esnasında, nafaka ve süknâ hakkı bulunmadığını söyleyenlere delil olmaktadır. Nevevî der ki:[31] "Bâin talakla boşanan, hâmile olmayan kadınlar hakkında ülemâ ihtilaf etmiştir: Bunların nafaka ve süknâ hakkı var mı yok mu?" diye...

* Ömer İbnu´l-Hattâb, Ebu Hanîfe ve başka bazı selef: "Kadın, nafaka ve süknâ hakkına sahiptir" demiştir.

* İbnu Abbâs ve Ahmed: "Nafaka hakkı da yok, süknâ hakkı da yok" demiştir.

* İmam Mâlik ve Şâfiî ve başkaları, "Süknâ gerekir, nafaka gerekmez" demiştir.

Süknâ ve nafaka, her ikisi de var diyenler, "Boşadığınız, fakat iddeti dolmamış kadınları gücünüz nisbetinde, kendi oturduğunuz yerde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için zarar vermeye kalkışmayın" (Talâk 6) âyetiyle ihticac ederler, "burada süknâ emri var" derler. Onlara göre kocanın yanında mahpus durumda olunca, nafaka verme gereği de anlaşılır. Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu meselede şöyle demiştir:

"Biz bilmeyen yahut unutmuş bulunan bir kadının sözüyle Rabbimizin Kitabını, Peygamberimizin sünnetini bırakacak değiliz." Âlimler, "Rabbimizin kitabındaki" ile süknâ´nın kastedildiğini söylerler.

"Süknâ ve nafaka vacib değildir" diyenler de sadedinde olduğumuz Fatıma Bintu Kays hadisiyle amel etmişlerdir.

Nafaka olmaksızın süknâ´ya vacib diyenler, az yukarıda kaydettiğimiz âyetin zâhiriyle amel ederler, çünkü orada kocanın beraberinde ikamet ettirilmesi emredilmektedir.

Fatıma hadîsinden başka, "Boşadığınız, fakat iddeti dolmamış kadınları gücünüz nisbetinde kendi oturduğunuz yerde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğurmalarına kadar nafakalarını verin..." (Talâk 6) mealindeki âyet de kadınlar hâmile olmadıkları takdirde nafaka verilmeyeceğini ifâde etmektedir.

* Hâmile kadın, bâin talakla boşandığı takdirde (iddet sırasında) hem süknâ, hem nafaka vâcib olur.

* Ric´i talakta her ikisinin de vacib olduğu bi´l-icma sâbittir. Kocası ölene de nafaka bi´l-icma vacib değildir.

"Bize (Şâfiîlere) göre esahh olan, kadına süknânın vacib olmasıdır, kadın hâmile de olsa meşhur görüşe göre nafaka yoktur, tıpkı gayr-ı hâmileye olmadığı gibi. Ancak nafaka da vacibtir diyen olmuş ise de, bu galattır." (Nevevî)[32]



ـ4204 ـ2ـ وعن نافع: ]أنَّ بِنْتَ سِعِيدِ بنِ زَيْدٍ كَانَتْ تَحْتَ عَبْدِاللّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ عُثْمَانَ فَطَلَّقَهَا ألْبَتَّةَ. فَانْتَقَلَتْ. فَأنْكَرَ ذلِكَ عَلَيْهَا عَبْدُاللّهِ بْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما[. أخرجه مالك .



2. (4204)- Nâfi´ rahimehullah anlatıyor: "Saîd İbnu Zeyd´in kızı Abdullah İbnu Amr İbnu Osmân´ın nikahı altında idi. Kadını, kocası talâk-ı bette ile boşadı. Kadın, kocasının evini (iddeti dolmadan) terketti. Onun bu davranışını Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) hoş karşılamadı." [Muvatta, Talâk 64, (2, 579).][33]



AÇIKLAMA:



Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhümâ kadının evini terketmesini ayet-i kerime´ye muhalif bulduğu için hoş karşılamamıştır. Çünkü önceki hadîsin açıklamasında kaydettiğimiz üzere, Talâk sûresinin altıncı âyetinde, boşanan kadınların (iddet boyunca) kocalarının yanlarında iskan ettirilmeleri emredilmiştir. Bu âyete dayanarak, çoğunlukla âlimlerimiz boşanan kadının süknâ hakkını kabul ederler (Önceki hadîste Nevevî´den kaydettiğimiz açıklama görülmelidir).[34]



ـ4205 ـ3ـ وعن جابر رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]طُلِّقَتْ خَالِتِي فَأرَادَتْ أنْ نَجُدَّ نَخْلَهَا فَزَجَرَهَا رَجُلٌ أنْ تَخْرُجَ. فَأتَتِ النَّبِىِّ #. فقَالَ: بَلَى، فَجُدِّي نَخْلَكِ، فَعَسى أنْ تَتَصَدّقِي أوْ تَفْعَلِي مُعْرُوفاً[. أخرجه مسلم وأبو داود والنسائي.»جَدَّ النَّخَلَ« إذا قطع ثمرها .



3. (4205)- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Teyzemi kocası [üç talakla] boşamıştı. Teyzem hurmalarının meyvesini kesmek istedi Bir adam onu evden çıkmaktan men etti. Teyzem de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a gelip durumunu arzetti. Aleyhissalâtu vesselâm: "Tabiî, hurmalarını devşir, ondan dilersen tasadduk eder, dilersen ma´ruf üzere tasarruf edersin!" buyurdu." [Müslim, Talak 55, (1483); Ebu Dâvud, Talâk 41, (2297); Nesâî, Talak 70, (6, 209).][35]



AÇIKLAMA:



Hattâbî der ki: "Hadisin hükmü şudur: "Boşanma iddeti bekleyen bir kadın gündüzleyin evden dışarı çıkabilir. Zira, hurma toplama işi, örfte ancak gündüzleri yapılabilir. Gece toplaması yasaklanmıştır." Ensâr´ın hurmalıkları evlerine yakındı. Kadın sabah erkenden bu maksadla çıktı mı, mesafenin yakınlığı sebebiyle akşama evinde olması mümkündü. Bu hüküm üç talakla boşanan kadınlar hakkındadır. Eğer talak ric´î ise, gece de çıkamaz, gündüz de." Ebu Hanîfe rahimehullah der ki: "Mebtûte[36] olan kadında, tıpkı ri´ciyye gibi gecegündüz de çıkamaz." Şâfiî hazretleri ise; "Hadisin zahirine göre, gündüz çıkar, gece çıkamaz" demiştir.

Aliyyu´l-Kâri der ki: "Hadiste zikredilen illet ya çıkmak içindir- böylece anlaşılır ki: "Eğer tasadduk olmasaydı, kadının çıkması da caiz olmayacaktı- ya da tenvî içindir. Bu ikinci durumda farz olan tasadduktan (zekât), farz olmayan hayır, hediye, komşuya ihsan gibi nafile tasaddukların arzu edilmiş olması esastır. Yani Aleyhissalâtu vesselâm, "Malın nisaba ulaşmışsa zekatını öde, değilse tasadduk, ihsan, hediye gibi iyilikler yap(mak kaydıyla çık)" demiş olur. Hadiste, malın muhâfazasına, onun hayırda harcanması için el altına alınmasına ruhsat verilmiş olmaktadır."

Talâk-ı bâinle boşanan kadının gece de gündüz de evinden çıkamayacağını söyleyen Hanefîler şu mealdeki âyete dayanırlar: "Onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar, ancak âşikar bir kötülük yapmışlarsa o başka" (Talâk 1).

Âyette temas edilen âşikar kötülük için "zina" denmiştir. Zâniye, hadd-ı şer´înin tatbiki için evden çıkarılır. Bazı hükümler: "Bundan murad "kadının itaatsizliği"dir, itaatsiz kadınlar süknâ (mesken) hakkını kaybederler" demiştir. Bununla "ağzı bozukluk" kastedildiğini söyleyen de olmuştur.

Şu halde kötülük hali olmadıkça kadın evinden çıkamaz, zaten nafakası kocasına aittir, çıkmaya ihtiyacı yoktur. Ancak, önce de belirtildiği gibi vefat iddetinde nafaka olmadığı için çıkabilir, geçimliğini temin eder. Bu maksadla çıkınca günün erken saatinden gecenin ilk saatlerine kadar dışarıda kalabilir.

Geceyi iddetini beklediği evde geçirmesi şarttır.[37]



ـ4206 ـ4ـ وعن مجاهد في قوله تعالى: ]وَالَّذِىنَ يُتَوفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ أزْوَاجاً اŒيةَ. قالَ: كَانَتْ هذِهِ الْعِدَّةُ، تَعْتَدُّ عِنْدَ أهْلِ زَوْجِهَا وَاجِباً فَأنْزَلَ اللّهُ تعالى: وَالَّذِىنَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ أزْوَاجاً وَصِيَّةً ‘زْوَاجِهِمْ مَتَاعاً إلى الحَوْلِ غَيْرِ إخْرَاجٍ فَإنْ خَرَجْنَ فََ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا فَعَلْنَ في

أنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍ. قَالَ: جَعَلَ اللّهُ تَعالى لَهَا تَمَامَ السَّنَةِ، سَبْعَةَ أشْهُرٍ وَعِشْرِينَ لَيْلَةً وَصِيَّةً، إنْ شَاءَتْ سَكَنَتْ فِي وَصِىَّتِهَا، وَإنْ شَاءَتْ خَرَجَتْ. وَهُوَ قَوْلُهُ تَعالى غَيْرَ إخْرَاجٍ فَإنْ خَرَجْنَ فََ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ. فَالْعِدَّةُ كَمَا هِيَ وَاجِبٌ عَلَيْهَا. قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما: نَسَخَتْ هذِهِ اŒيَةُ عِدَّتَهَا عِنْدَ أهْلِهَا فَتَعْتَدُّ حَيْثُ شَاءَتْ. قَالَ عَطَاءٌ: ثُمَّ جَاءَ الْمِيرَاثُ فَنَسَخَ السُّكْنَى فَتَعْتَدُّ حَيْثُ شَاءَتْ وََ سُكْنى لَهَا[. أخرجه البخاري وأبو داود والنسائي .



4. (4206)- Mücâhid rahimehullah, "İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler" (Bakara 234) mealindeki âyetle ilgili olarak demiştir ki: "Kadının, bu iddeti, kocasının yanında beklemesi vacibtir. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hazretleri şu âyeti inzal buyurdu: "İçinizden ölüp, eşler bırakacak olanlar, evlerinden çıkarılmaksızın senesine kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler. Eğer kadınlar çıkarlarsa kendilerinin meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur" (Bakara 240).

Mücahid devamla der ki: "Allah Teâlâ Hazretleri böylece kadına tam bir yıl (iddet) kıldı, bunun yedi ay yirmi günü vasiyet yoluyla tanınacak. Kadın dilerse bu vasiyet müddetinde kocasının evinde kalacak, dilerse terkedecek. Âyette geçen "evlerinden çıkarılmaksızın... Eğer çıkarlarsa... size sorumluluk yoktur" ibaresinin ma´nâsı budur. Esas iddet ise, onu beklemesi kadına vacibtir."

İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) der ki: "Bu âyet, kadının kocası yanında iddet geçirme mecburiyetini neshetmiştir, kadın dilediği yerde iddetini geçirir."

Atâ der ki: "Sonra miras âyeti geldi, o da, süknâyı neshetti. Böylece kadının, koca yanındaki süknâsı kalktı, artık dilediği yerde iddetini geçirir." [Buhârî, Tefsir, Bakara 41, Talâk 50; Ebu Dâvud, Talâk 42, 45, (2298, 2301); Nesâî, Talâk 60, (6, 200).][38]



AÇIKLAMA:



1- Görüldüğü üzere ülemânın ihtilaf ettiği bir mesele ile karşı karşıyayız. İbnu Hacer, Mücahid´in görüşüne ne müfessir ne fakih hiç kimsenin katılmadığını ve benzeri bir anlayışa hiç kimsenin yer vermediğini belirtir.

İddet meselesinde esas olan, bir yıllık iddetin mensuh olmasıdır. Ölen kocanın ailesinden kadının nafaka istemesi de mevzubahis olmamaktadır, çünkü miras âyeti, kocanın malına kadını da varis kıldığı için ayrıca birde nafakaya gerek kalmamıştır.

Esasen bir yıllık nafaka vasiyet etmeyi âmir olan 240 numaralı âyet, zevceye mirasın gelmediği ilk yıllara ait olmalıdır. Çünkü, miras âyeti inince hem "ölenin hanımını mirasa iştirak ettirip vâris kılmış, hem de varislere vasiyette bulunmayı yasaklamıştır." Öyleyse kocasının evinde bir yıllık iddetle ilgili âyet mensuhtur. Mezkur âyeti nesheden muahhar âyet de iddet müddetini dört ay on gün olarak tesbit eden âyettir.

2- Atâ´nın "miras âyeti süknâyı kaldırdı" demesi, miras âyetiyle nafaka kalktı demektir. Süknâ nafakanın bir parçası sayılmıştır. Miras hakkının verilmesiyle nafaka kalkınca, süknâ da kendiliğinden kalkmış oluyor. Sadece İmam Şâfiî nafaka ile süknâyı ayrı mütâlaa etmiş ise de, bu dirayeten zayıf görülmüştür. Keza bu meselede, yukarıda kaydettiğimiz Mücahid´in münferid kavlinin esas alınmış olması sebebiyle rivayeten de zayıf addedilmiştir.[39]



ـ4207 ـ5ـ وعن يحيى بن سعيد قال: ]جَاءَتِ امْرَأةٌ إلى ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما فَذَكَرتْ لَهُ وفَاةَ زَوْجِهَا وَذَكَرَتْ حَرْثاً لَهُمْ بِقَنَاةٍ، وَسَألَتْهُ: هَلْ يَصْلُحُ لَهَا أنْ تَبِيتَ فِىهِ فَنَهَاهَا عَنْ ذلِكَ. وَكَانَتْ تَخْرُجُ إلَيْهِ سَحَراً فَتَظَلُّ فِيهِ. ثُمَّ تَدْخُلُ الْمَدِينَةَ فَتَبيتُ في بَيْتِهَا[. أخرجه مالك .



5. (4207)- Yahya İbnu Saîd rahimehullah anlatıyor: "Bir kadın, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)´e gelip kocasının öldüğünü ve kendilerinin (Medine´nin) Kanât nam mevkiinde bir ekinlerinin olduğunu söyledi ve geceyi orada geçirmesinin kendisi için caiz olup olmadığını sordu.

"İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) kadını bundan nehyetti. Bu sebeple kadın, erkenden oraya gider, orada gölgelenir, sonra akşama Medine´ ye döner, evinde gecelerdi." [Muvatta, Talâk 88, (2, 592).] [40]