> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hadis Eserleri > Kütübü Sitte > Hz.Peygamber sav
Sayfa: 1 [2] 3 4 5   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hz.Peygamber sav  (Okunma Sayısı 5225 defa)
06 Nisan 2010, 14:57:03
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #5 : 06 Nisan 2010, 14:57:03 »



AÇIKAMA:



1- Bu rivayetler, Resulullah´ın saçlarında ağarmaolmadığını, çok az sayıda beyaz kılın bulunduğunu ifade etmektedir. Rivayetlerde bu az miktar farklı rakamlarla ifade edilmiştir. En az on beş diyen rivayet olduğu gibi, en ziyade otuz diyen de vardır. Bu miktar saç, sakal, başta bulunan beyazlıkların tamamını ifade eder.

Bazı rivayetler, keza ihtilaflı olarak Resulullah´ın saçını boyamasından bahseder. Bazılarına göre boyamıştır, bazılarına göre ise, boyamamıştır. Kuvvetli rivayet Hz. Enes´ten gelen ve boyamadığını ifade edendir. Çoğunluk bunu esas almıştır. Bazı alimler bu zıt rivayetleri: "Resulullah koku sürerdi. Resulullah´ın saça sürdüğü koku maddesini görüp bunu boya sanmıştır" diye te´lif cihetine gitmiştir. Nevevî, Resulullah´ın saçını bazan boyadığını, ravilerden herbirinin kendi gördüğünü rivayet etmiş olabileceğini söyler.

Ancak rivayetler, Aleyhissalâtu vesselâm, saçını bizzat boyamamış olsa da, ümmetine, siyah boya olmamak kaydıyla saçların boyanmasına cevaz vermiştir.

2- Son rivayet, Ashab´ın Resulullah´a ne kadar alâka gösterdiğini ifade etme yönüyle ayrı bir ehemmiyet taşır: Ashab, Resulullah´ın berber tarafından kesilen kıllarını bile yere düşürmeyip, teberrüken topluyorlar. Ashab´ın bu ilgisi sadece saç kıllarına müteveccih değildir. Aleyhissalâtu vesselâm´ın her bir maddî eseriyle teberrük ederlerdi: Abdest suyu, mübarek tükrükleri, terleri gibi. Bazı rivayetlere göre Ashab, soğuk günlerde bile su kaplarını göndererek, Aleyhissalâtu vesselâm´ın o suya mübarek ellerini batırıvermesini isterlerdi, o da bu çeşit talepleri reddetmezdi.

Ashab´ın maddî hatıralarına gösterdiği bu aşırı ilgi, onların dünya ve ahiret saadetinin düsturları olan sünnet, söz ve irşadlarına ne derece ehemmiyet vereceklerini anlamamızı kolaylaştırır. Aksi takdirde Ebu Eyyub el-Ensârî hazretlerinin kısa bir hadiste düştüğü tereddüdü gidermek için deve sırtında Medine´den kalkıp Mısır´a gitme hadisesini veya bir tek harfteki tereddüdü izale için bir aylık mesafeye seyahat etme hadiselerini anlamakta, kabulde zorlanırdık.

3- Bu sonuncu hadisten alimlerimiz, büyüklerin maddî eserleriyle teberrük edilebileceği hükmünü çıkarmışlardır. [26]



BEŞİNCİ FASIL


PEYGAMBERLİK MÜHRÜ VE MÜTEFERRİK ŞEYLER



ـ5542 ـ1ـ عن عبْدُ اللّهِ بن سَرْجِسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]أكَلْتُ مَعَ رَسُولِ اللّهِ # خُبْزاً وَلَحْماً، وَقُلْتُ يَارَسُولَ اللّهِ غَفَرَ اللّهُ لَكَ. قَالَ: وَلَكَ. فَقِيلَ لَهُ: اِسْتَغْفَرَ لَكَ رَسُولُ اللّهِ #. فقَالَ: نَعَمْ وَلَكَ. ثُمَّ تََ: وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ اŒية: قالَ: ثُمَّ دُرْتُ خَلْفَهُ فَرَأيْتُ خَاتَمَ النُّبُوَّةِ بَيْنَ كَتِفَيْهِ عِنْدَ نَاغِض كَتِفِيهِ الْيُسْرى جَمْعاً، عَلَيْهِ خَيَنٌ كَأمْثَالِ الثَّآلِيلِ[. أخرجه مسلم.»نَاغَضُ الْكتِفِ« طرف العظم العريض.و»الجمعُ« قال الحميدي لعله عنى جمع الكف وهو جمعها وعطف أصابعها الى باطن الكف.و»الْخِيَنُ« جمع خال وهو الشامة .



1. (5542)- Abdullah İbnu Sercis (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte ekmek ve et yedim ve: "Ey Allah´ın Resulü! Allah seni mağfiret buyursun!" dedim. Bana: "Seni de!" diye karşılıkta bulundu."

Ravi der ki: "(İbnu Sercis´e): "Resulullah sana istiğfarda mı bulundu?" diye soruldu. O: "Evet, "Seni de!" dedi" diye cevap verdi ve sonra şu ayeti okudu. (Mealen): "Kendi günahın için de, mü´min erkek ve mü´min kadınlar için de Allah´tan af dile..." (Muhammed 19). İbnu Sercis devamla dedi ki:

"Sonra etrafında döndüm, iki omuzu arasında peygamberlik mührünü gördüm. Sol kürek kemiğinin geniş tarafında idi, yumruk gibi ve üzerinde siğiller emsali benler vardı." [Müslim, Fezail 112, (2346).][27]



AÇIKLAMA:



Rivayetler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın iki omuzu arasında bir peygamberlik mühründen haber verir. Müslim´in bir diğer rivayetinde bunun, keklik yumurtası büyüklüğünde olduğu ifade edilir. Ancak sadedinde olduğumuz rivayet onu yumruya benzetmektedir. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), bu mührün Aleyhissalâtu vesselâm´ın ölümüyle birlikte kaybolduğunu belirtir.

Kâdi Beyzavî, eski ümmetlerin kitaplarında bu mühürden bahsedilip, tavsif edildiğini, geleceği haber verilen peygamberin bilinmesinde bir alâmet olarak ondan bahsedildiğini söyler. Kâdi, bu mührün, nübüvveti gelebilecek arazlardan korumaya matuf olduğunu belirtir, tıpkı mühürle koruma altına alınan vesaik gibi.

Bu mührü, Aleyhissalâtu vesselâm doğuştan mı getirdi, doğumla birlikte mi veya göğsü yarılınca mı veya peygamberlik gelince mi konulduğu hususlarında muhtelif görüşler var. İbnu Hacer, göğsün yarılması anında konmuş olma görüşünü daha sıhhatli bulur.[28]



ـ5543 ـ2ـ وعن جابِرِ بْنِ سَمُرَة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]كَانَ خَاتَمُ النُّبُوَّةِ بَيْنَ كَتِفِى رَسُولِ اللّهِ # غُدَّةً حَمْرَاءَ مِثْلَ بَيْضَةِ الْحَمَامِ[. أخرجه الترمذي .



2. (5543)- Cabir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın peygamberlik mührü, iki omuzu arasında idi. Tıpkı bir güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızı bir yumru (gudde=bez) idi." [Tirmizî, 42, (3647).][29]



AÇIKLAMA:



Bu hadiste, nübüvvet mührü guddeye benzetilmiştir. Gudde dilimizde bez kelimesiyle karşılanır. Vücutta, derinin altında hasıl olan yumruya denir. Üzerinden elle dokunulunca yerinde biraz oynar. Sözgelimi çıban yumrusu gibi sabit değildir.[30]



ـ5544 ـ3ـ وعن أبي هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]مَا رَأيْتُ أحْسَنَ مِنْ

رَسُولِ اللّهِ # كأنَّ الشَّمْسَ تَجْرِي في وَجْهِهِ، وَمَا رَأيْتُ أحَداً أسْرَعَ في مِشْيَتِهِ مِنْ رَسُولِ اللّهِ #. لَكَأنَّمَا ا‘رْضُ تُطْوَى لَهُ. كُنَّا إذَا مَشَيْنَا مَعَهُ نُجْهِدُ أنْفُسَنَا، وَإنَّهُ لَغَيْرُ مُكْتَرِثٍ[. أخرجه الترمذي .



3. (5544)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan daha güzelini hiç görmedim. Sanki güneş mübarek yüzlerinde yürüyor gibiydi. Yürürken Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan daha hızlı yürüyen kimse de görmedim. Sanki yer O´nun ayağı altında dürülüyor gibiydi. Biz O´nunla beraber yürürken kendimizi zorlardık. O ise, aldırmazdı." [Tirmizî, Menakıb 26, (3650).][31]



ـ5545 ـ4ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يُحَدِّثُ حَدِيثاً لَوْ عَدَّهُ الْعَادُّ ‘حْصَاهُ. كَانَ َ يَسْرُدُ الْحَدِيثُ كَسَرْدِكُمْ[. أخرجه الخمسة إ النسائي .



4. (5545)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) konuşurken (ağır ağır konuşurdu. Öyle ki) eğer biri çıkıp, kelimeleri saymak istese sayardı. O, sözü sizin gibi peş peşe getirmezdi." [Buharî, Menakıb 23; Müslim, Fezailu´s-Sahabe 19, (2493); Zühd 71; Tirmizî, Menakıb 20, (3643); Ebu Davud, İlim 7, (3654, 3655).][32]



ـ5546 ـ5ـ وعن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # يُعِيدُ الْكَلِمَةَ ثَثاً لِتُعْقَلَ عَنْهُ[. أخرجه الترمذي .



5. (5546)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), söylediği bellensin diye kelamını üç kere tekrar ederdi." [Tirmizî, Menakıb 21, (3644).][33]



ـ5547 ـ6ـ وعن عبداللّهِ بن سَمٍ قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # إذَا جَلَسَ يَتَحَدَّثُ يُكْثِرُ أنْ يَرْفَعَ طَرْفَهُ الى السَّمَاءِ[. أخرجه أبو داود .



6. (5547)- Abdullah İbnu Selam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), oturup konuştuğu zaman, (vahiy bekleyerek veya Mele-i A´la´ya iştiyak duyarak) çok sık nazarını semaya çevirirdi." [Ebu Davud, Edeb 21, (4837).][34]



ـ5548 ـ7ـ وعن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]كَانَتْ أُمُّ سُلَيْمٍ تبْسُطُ لِرَسُولِ اللّهِ # نِطْعاً فَيَقِيلُ عِنْدَهَا، فإذَا قَامَ أخَذَتْ مِنْ عَرَقِهِ وشَعْرِهِ فَجَمَعَتْهُ في قَارُورَةٍ، ثُمَّ جَعَلَتْهُ في سَكٍّ، فَلَمَّا حُضِرَ أنَسٌ رَضِيَ اللّهُ عَنه أوْصى أنْ يُجْعَلَ فِي حُنُوطِهِ مِنْ ذلِكَ السَّكِّ[. أخرجه الشيخان والنسائي. »السَّكُّ« شئ يتطيب به .



7. (5548)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Annem) Ümmü Süleym, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) için yere bir post serer, O da üzerinde kaylule (öğle uykusu) kestiridi. Aleyhissalâtu vesselâm uyanınca annem O´nun terini ve kıllarını toplardı. Bunları bir şişede toplar, sonra onu sürünme maddesine katardı."

(Ravi devamla der ki: "Hz. Enes (radıyallahu anh) muhtazar (can çekişme halinde) olunca kefenine sürülecek hanûta bundan katılmasını vasiyet etti." [Buharî, İsti´zan 41; Müslim, Fezail 84, (2331); Nesâî, Zinet 119, (8, 218).][35]



AÇIKLAMA:



1- İbnu Hacer, Resulullah´ın saç kıllarının toplanması ile terinin toplanmasını, başka rivayetlerdeki sarahate dayanarak, ayrı ayrı zamanlara hamleder: Sıcak mevsimde öğle uykusundaki terin toplanması ayrı bir hadisedir. Ümmü Süleym´e kocası Ebu Talha´nın Aleyhissalâtu vesselâm´ın tıraşından sonra elde ettiği saçları vermesi ayrı hadisedir. Rivayetten de anlaşılacağı üzere Ümmü Süleym bunları teberrüken biriktirmiştir. Resulullah´ın Haccetü´l-Veda´da, Mina´da tıraş olduğu gözönüne alınınca, hadiste mevzubahis olan kıssanın Veda haccında sonra cereyan ettiği anlaşılır.

Hadisin bir başka veçhinde, her toplama anında Aleyhissalâtu vesselâm´ın uyandığı ve: "Ey Ümmü Süleym! Nedir bu yaptığın?" diye sorduğu, "Bu terinizdir, bunu tîbımıza (sürünme maddesi) koyuyoruz, bu bizim en güzel tîbımız oluyor" cevabını aldığı belirtilir. Diğer bazı rivayetlerde Aleyhissalâtu vesselâm´ın, bu davranışı tebessümle karşıladığı ve te´yid ettiği tasrih edilmiştir.

2- Hadis, büyüklerin, tanıdığı kimselerin evlerinde kaylûle yapmasının cevazına delil olmaktadır. Bu davranışta sevginin te´yidi ve te´kidi vardır. Ayrıca hadis,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hz.Peygamber sav
« Posted on: 07 Mayıs 2024, 06:19:49 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hz.Peygamber sav rüya tabiri,Hz.Peygamber sav mekke canlı, Hz.Peygamber sav kabe canlı yayın, Hz.Peygamber sav Üç boyutlu kuran oku Hz.Peygamber sav kuran ı kerim, Hz.Peygamber sav peygamber kıssaları,Hz.Peygamber sav ilitam ders soruları, Hz.Peygamber savönlisans arapça,
Logged
06 Nisan 2010, 14:58:05
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #6 : 06 Nisan 2010, 14:58:05 »

İKİNCİ BAB


ALEYHİSSALATU VESSELAM´IN ALÂMETLERİ




ـ5557 ـ1ـ عن عليّ بن أبي طالبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]حَدّثنِى أبِى قال خَرَجْنَا الى الشّام في أشْيَاخٍ مِنْ قُرَيْشٍ، وَكَانَ مَعِىَ مُحَمّدٌ #، فأشْرَفْنَا على رَاهِبٍ في الطَّرِيقِ فَنَزَلْنَا وَحَلَلْنَا رَوَاحِلَنَا فَخَرَجَ إلَيْنَا الرَّاهِبُ، وَكانَ قَبْلَ ذلِكَ َ يَخْرُجُ إلَيْنَا فَجَعَلَ يَتَخَلَّلَنَا حَتّى جَاءَ فأخَذَ بِيَدِ مُحَمّدٍ، وَقالَ: هذَا سَيِّدُ الْعَالَمِينَ. فَقَالَ لَهُ أشْيَاخُ قُرَيْشٍ: وَمَا عِلْمُكَ بِمَا تَقُولُ؟ قَالَ: أجِدُ صِفَتَهُ وَنَعْتَهُ في الْكِتَابِ الْمُنَزَّلِ، وَإنَّكُمْ حِينَ أشْرَفْتُمْ لَمْ يَبْقَ شَجَرٌ وََ حَجَرٌ إَّ خَرَّ لَهُ سَاجِداً، وََ تَسْجُدُ الْجَمَادَاتُ إَّ لِنَبِِيٍّ، وَأعْرِفُهُ بِخَاتَمِ النُّبُوَّةِ أسْفَلَ مِنْ غُضْرُوفِ كَتِفِهِ مِثْلُ التُّفَّاحَةِ. ثُمَّ رَجَعَ فَصَنَعَ طَعاماً فأتَانَا بِهِ، وَكانَ مُحَمّدٌ في رَعْيَةِ ا“بِلِ! فَجَاءَ وَعَلَيْهِ غَمَامَةٌ تُظِلِّهُ. فَلَمَّا دَنَا وَجَدَ الْقَوْمَ قَدْ سَبَقُوهُ الى ظِلِّ الشَّجَرَةِ، فَجَلَسَ في الشَّمْسِ، فَمَالَ فَىْءُ الشَّجَرَةِ عَلَيْهِ وَضَحَوْاهُمْ في الشَّمْسِ. فقَالَ: انْظُرُوا مَالَ فَىْءُ الشَّجَرَةِ عَلَيْهِ فَبَيْنَمَا هُوَ قَائِمٌ وَهُوَ يُنَاشِدُهُمُ اللّهَ تَعالى أنْ َ يَذْهَبُوا بِهِ الى الرُّومِ، وَيَقُولُ: إنْ رَأوْهُ عَرَفُوهُ بِالصِّفَةِ فَيَقْتُلُونَهُ فَبَيْنَا هُوَ يُنَاشِدُهُمُ اللّهَ في ذلِكَ إذِ الْتَفَتَ فإذَا بِسَبْعَةِ مِنَ الرُّومِ مُقْبِلِينَ نَحْوَ دِيْرِهِ، فاسْتَقْبَلَهُمْ وَقَالَ: مَا جَاءَ بِكُمْ؟ قَالُوا: بَلَغْنَا مِنْ أحْبَارِنَا أنَّ نَبِيّاً مِنَ الْعَرَبِ خَارِجٌ نَحْوَ

بَِدِنَا في هذَا الشَّهْرِ فَلَمْ يَبْقَ طَرِيقٌ إَّ بُعِثَ إلَيْهِ بِأُنَاسٍ، وَبُعَثْنَا الى طَرِيقِكَ هذَا. قَالَ: وَهَلْ خَلَفَكُمْ أحَدٌ خَيْرٌ مِنْكُمْ؟ قَالُوا: إنَّمَا أُخْبِرَنَا خَبَرَهُ بِطَرِيقِكَ هذا. قَالَ: أفَرَأيْتُمْ أمْراً أرَادَ اللّهُ تَبَارَكَ وَتَعالى أنْ يَقْضِيَهُ. هَلْ يَسْتَطِيعُ أحَدٌ مِنَ النَّاسِ أنْ يَرُدَّهُ؟ قَالُوا: َ. قَالَ: فَبَايِعُوا هذَا الرَّجُلَ فَإنَّهُ نَبِىٌّ حَقّاً، فَبَايَعُوهُ، وَأقَامُوا مَعَ الرَّاهِبِ، ثُمَّ رَجَعَ إلَيْنَا فَقَالَ: أنْشُدُكُمْ اللّهَ أيُّكُمُ وَلِيُّهُ؟ فَقَالُوا: هذَا يَعْنُونَنِى. فَمَا زَالَ يُنَاشِدُنِي حَتّى رَدَدْتُهُ مَعَ رِجَالٍ كَانَ فيهِمْ بَِلٌ بَعَثَهُ أبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهما، وَزَوَّدَهُ الرَّاهِبُ كَعْكاً وَزَيْتاً[. أخرجه الترمذي. عن أبي موسى ا‘شعرى قال: خرج أبو طالب، وذكر نحو ما تقدم. وأخرجه رزين عن علي رَضِيَ اللّهُ عَنه عن أبيه باللفظ المتقدم.»غُضروف الكَتف« رأس لوحه.و»ضَحَوا في الشَّمْسِ« أي برزوا لها.و»ا‘حبارُ« جمع حبر بفتح الحاء وكسرها، وهو العالم .



1.(5557)- Hz. Ali İbnu Ebi Talib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Babam anlatmış ve demişti ki: "Kureyş büyüklerinden bir grupla Şam´a gitmiştik; beraberimde Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) de vardı. Yolda bir rahib(in manastırın)a yaklaştık ve yakınına konakladık. Develerimizi çözmüştük ki rahib yanımıza geldi. Daha önceki gelişlerimizde yanımıza hiç uğramamıştı. Aramızda dolaşmaya başladı ve Muhammed´i (bulup) elinden tuttu ve:

"Bu âlemlerin efendisidir!" dedi. Kureyş büyükleri ona:

"Bu söylediğini nereden biliyorsun?" diye sordular. Adam:

"Ben onun sıfat ve evsafını bize indirilen kitapta bulmuşum! Nitekim siz yaklaştığınız zaman, O´na secde etmedik ne taş, ne ağaç kaldı, hepsi de secde ettiler. Bu cansız şeyler ancak bir peygambere secde ederler. Ben O´nu ayrıca peygamberlik mührüyle de biliyorum, bu mühür omuz başındaki düz kemiğin baş kısmının aşağısında bulunur, elma büyüklüğündedir" dedi. Sonra bizden ayrıldı, yemek hazırlayıp getirdi. Muhammed o sırada, develeri gözetliyordu. Yanımıza geldiğinde üzerinde ona gölge yapan bir bulut vardı. Yaklaşınca, halkın kendinden önce ağacın gölgesini kaptıklarını gördü. O da güneşte oturdu. Ağacın gölgesi, üzerine meyletti, onlar güneşte kaldılar. Rahib:

"Bakın, ağacın gölgesi O´nun üzerine meyletti" dedi. Rahib onların yanında iken, bu çocuğu Allah aşkına Rum (diyarın)a götürmeyin diye ricada bulundu ve: "Eğer O´nu götürürseniz, taşıdığı sıfatlarıyla O´nu tanırlar ve öldürürler" dedi. O, bu hususta Allah´ın adını vererek onlara ricada bulunurken, yan tarafına bir göz attı. Manastırına doğru gelen yedi rum gördü. Onları karşıladı ve:

"Niye geldiniz?" dedi.

"Rahiplerimiz bize Araplar arasında çıkacak bir peygamberin bu ayda memleketimize doğru gelmekte olduğunu söylediler. (Buralara giriş sağlayan) her yola bir grup insan çıkarıldı. Biz de senin su yoluna gönderildik" dediler. Rahip: "Sizden daha hayırlı birini geride bıraktınız mı?" dedi. Onlar:

"O şahsın senin yolunun üzerinde olduğu bize haber verildi!" dediler. Rahip: "Allah´ın icra etmek istediği bir iş hakkında ne dersiniz, insanlardan bunu geri çevirebilecek biri var mı?" diye sordu. Onlar: "Hayır!" dediler. Rahip:

"Öyleyse şu kimseye biat edin. Zira bu , gerçek peygamberdir" dedi. Onlar da ona biat ettiler, rahiple birlikte orada kaldılar. Sonra rahip bize döndü, ve:

"Allah için söyleyin, bunun velisi kim?" dedi. Beni kastederek: "Şu" dediler. Rahib bana hususi şekilde, geri dönmemiz için ricada bulundu. Ben de O´nu içlerinde, Hz. Ebu Bekr´in gönderdiği, Bilal´in de bulunduğu bir grup kimse ile geri çevirdim. Rahip O´na kek ve zeytinyağından azık koydu."

Bu rivayeti Tirmizî, (Menakıb 5, (3624) Ebu Musa el-Eş´arî (radıyallahu anh)´den tahric etmiştir. Rivayete: "Ebu Talib Şam için yola çıktı..." diye başlar ve yukarıda kaydedildiği şekilde zikreder. Yukarıdaki metni Rezin, Hz. Ali (radıyallahu anh)´nin babasından rivayet olarak, kaydedilen elfazla tahric etmiştir.[46]



AÇIKLAMA:



1- Bu hadiste zikri geçen rahibin adı bazı rivayetlerde Buhayra diye tasrih edilir. İçerisinde, bazı hatalı unsurlar varsa da, rivayet Aleyhissalâtu vesselâm´ın nübüvvet öncesi hayatından bir sahneyi aydınlatmaktadır: Amcası Ebu Talib´le yaptığı Şam yolculuğu. Bu ticarî bir seyahatti. Mola verilen bu yerin Busra olduğu bazı rivayetlerde belirtilir.

Rahip, Şam´a gidildiği takdirde, orada Yahudiler tarafından, Muhammed´in beklenmekte olan peygamber olduğunun, kitaplarında mezkur olan alâmetlerle bilinerek öldürülebileceğinden korkuyor. Bu sebeple geri döndürülmesi için ısrarla ricada bulunuyor. Ebu Talib meseleyi kavrayarak Busra´dan geri çeviriyor, kendisi seyahatına devam ediyor.

2- Hadiste yadırganan bazı unsurlar var denmişti. O da Hz. Bilal ve Hz. Ebu Bekr´le ilgili pasajdır. Bu hususla ilgili olarak el-Cezerî der ki: "Hadisin isnadı sahihtir. Ravileri, Sahiheyn veya birinin ravileri gibi sîkadırlar. Hz. Ebu Bekr ve Hz. Bilal (radıyallahu anhümâ)´in zikredilmeleri mahfuz değildir (yani hadisi zayıflatan bir durumdur). Bu sebeple imamlarımız bu kısmı bir vehim addetiler. Bu gerçekten vehimdir. Zira, o sırada Aleyhissalâtu vesselâm´ın yaşı on ikidir. Ebu Bekir ise O´ndan iki yaş küçüktür. Muhtemelen Bilal o vakit henüz doğmadı bile." Hz. Ebu Bekr ve Bilal´in zikri sebebiyle, Zehebi de hadisi zayıf addeder ve henüz o sıralarda Hz. Ebu Bekr´in Hz. Bilal´i satın almadığına dikkat çeker. Hafız İbnu Hacer, el-İsabe´de şunları söyler: "Bu hadisin ravileri sîkadırlar. Hadiste bu lafızlar dışında reddi gereken bir husus yok. Muhtemelen o kısım bir derctir, bir başka hadisten alınma bir parçadır..." İbnu Hacer´in bu tahminini doğrulayan bir husus, hadisin Bezzar´ın Müsned´inde gelen veçhidir. O vecihte, hadis aynen kaydedilir; fakat "amcası onu Bilal´le geri gönderdi" denmez, "bir adamla" denir.

Başta muhakkik bir zat olan İbnu Hacer olmak üzere alimlerimiz, hadisin muhtevasını kabul edip buna siyer bahislerinde yer verirler.[47]



ـ5558 ـ2ـ وعن عَطاءِ بنِ يَسَارٍ. قال: ]لَقِيْتُ عَبْدَاللّهِ بْنَ عَمْرُو بْنِ الْعَاصِ رَضِيَ اللّهُ عَنهما، فَقُلْتُ: أخْبِرْنِى عَنْ صِفَةِ رَسُولِ اللّهِ # في التَّوْرَاةِ. فقَالَ: أجَلْ وَاللّهِ إنَّهُ لَمَوْصُوفٌ في التَّوْرَاةِ بِبَعْضِ صِفَتِهِ في القُرْآنِ، يَا أيُّهَا النَّبِىُّ إنَّا أرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذِيراً، وَحِرْزاً لِ‘ُمِّيِّينَ، أنْتَ عَبْدِى وَرَسُولِى. سَمَّيْتُكَ الْمُتَوَكِّلَ. لَيْسَ بِفَظٍّ، وََ غَلِيظٍ، وََ صَخّابٍ بِا‘َسْوَاقِ، وََ يَدْفَعُ بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةِ، وَلَكِنْ يَعْفُو وَيَغْفِرُ. وَلَنْ يَقْبِضَهُ اللّهُ حَتّى يُقِيمَ بِهِ الْمِلَّةَ الْعَوْجَاءَ، وَيَفْتَحَ بِهِ أعْيُناً عُمْياً، وآذَاناً

صُمّاً، وَقُلُوباً غُلْفاً[. أخرجه البخاري.»ا‘مِّيون« العرب ‘نهم كانوا يحسنون الكتابة.و»الفظّ« القاسى القلب الغليظ الجانب.و»الصَّخبُ« بالصاد والسين الصياح والجلبة، يشير بذلك الى عدم منافسته في الدنيا وجمعها فيحضر ا‘سواق لذلك ويصخب معهم فيها.و»الغُلفُ« بضم الغين وسكون اّم جمع أغلف، وهو الذي عليه غف .



2. (5558)- Atâ İbnu Yesar rahimehullah anlatıyor: "Abdullah İbnu Amr İbni´l-As (radıyallahu anhümâ)´a rastladım ve: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Tevrat´ta zikredilen vasıflarını bana söyle" dedim. Bunun üzerine hemen:

"Pekâla dedi ve devam etti: Allah´a yemin olsun! O, Kur´an´da geçen bazı sıfatlarıyla Tevrat´ta da mevsuftur (ve şöyle denmiştir): "Ey Peygamber, biz seni insanlara şahid, müjdeleyici ve korkutucu (Ahzab 45) ve ümmiler için de koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulum ve elçimsin. Ben seni mütevekkil diye tesmiye ettim. O, ne katı kalpli, ne de kaba biri değildir. Çarşı pazarda rastgele bağırıp çağırmaz. Kötülüğü kötülükle kaldırmaz, bilakis affeder, bağışlar. Allah, bozulmuş dini onunla tam olarak ikame etmeden onunla kör gözleri, sağır kulakları, paslanmış kalpleri açmadan onun ruhunu kabzetmez." [Buharî, Büyû 50, Tefsir, Feth 3.][48]



AÇIKLAMA:



1- Abdullah İbnu Amr İbni´l-As, sahabenin büyüklerindendir ve hadisleri, Resulullah´ın bilgisi tahtında yazanlardan biridir. Burada bizi ilgilendiren yönlerden biri, alim bir zat oluşu ve Ehl-i Kitap´tan çok miktarda kitap elde ederek onları okumasıdır. Bu sebeple İsrailiyatı ve Kitab-ı Mukaddes´in muhteviyatını iyi bilmektedir. Binaenaleyh, kendis...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

06 Nisan 2010, 14:58:50
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #7 : 06 Nisan 2010, 14:58:50 »

AÇIKLAMA:



Bu hadis, sarih bir şekilde Habeş Kralı Necasî´nin Müslüman olduğunu ifade etmektedir. İbnu´l-Esir Necaşî´nin Resulullah´ın sağlığında Müslüman olduğunu, kendisine muhacir olarak iltica eden Müslümanları himaye edip onlara iyi davrandığını belirtir. Kendisine iltica eden Müslümanları Kureyşliler geri almak üzere heyet gönderirler, hediyeler verirler. Fakat Necaşî taleplerini reddeder ve Müslümanları himaye eder. Necaşî Mekke´nin fethinden önce vefat etmiş, Resulullah da Medine´de onun cenaze namazını kıldırmıştır, (radıyallahu anh).[53]



ـ5561 ـ5ـ وعن ابن عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]حَدَّثَنِى أبُو سُفْيَانَ بْنُ حَرْبٍ قَالَ: اِنْطَلَقْتُ في الْمُدَّةِ الّتِي كَانَتْ بَيْنِي وَبَيْنَ رَسُولِ اللّهِ # الى الشَّامِ. فَبَيْنَا أنَا بِهَا إذْ جِئَ بِكَتَابٍ مِنَ النَّبِيِّ # الى هَرَقْلَ، جَاءَ بِهِ دِحْيَةُ الْكَلْبِيُّ فَدَفَعَهُ الى عَظِيمِ بُصْرَى، فَدَفَعَهُ الى عَظِيمُ الرُّومِ هِرَقْلَ. فَقَالَ هِرَقْلُ: هَلْ هُنَا أحَدٌ مِنْ قَوْمِ هذَا الرَّجُلِ الّذِى يَزْعُمُ أنَّهُ نَبِيُّ؟ قَالُوا: نَعَمْ. فَدُعِيتُ في نَفَرٍ مِنْ قُرَيْشٍ فَدَخَلْنَا عَلَيْهِ فَأجْلَسَنَا بَيْنَ يَدَيْهِ. فَقَالَ: أيُّكُمْ أقْرَبُ نَسَباً مَعَهُ؟ فَقُلْتُ: أنَا. فَأجْلَسَنِي بَيْنَ يَدَيْهِ، وأصْحَابِي خَلْفِي؛

ثُمَّ دَعَا بِتَرْجُمَانِهِ فَقَالَ: قُلْ لِهؤَُءِ: إنِّى سَائِلٌ هذَا عَنْ هَذا الرَّجُلِ الّذي يَزْعَمُ أنَّهُ نَبِيُّ فإنْ كَذَبَنِي فَكَذَّبُوهُ. قَالَ أبُو سُفْيَانَ: وَايْمُ اللّهِ لَوَْ أنْ يُؤْثَرَ عَليَّ الْكَذِبُ لَكَذَبْتُهُ. ثُمَّ قَالَ لِتَرْجُمَانِهِ: سَلْهُ، كَيْفَ نَسَبُهُ فِيكُمْ؟ قُلْتُ: هُوَ فِينَا ذُو نَسَبٍ. قَالَ: فَهَلْ كَانَ مِنْ آبَائِهِ مِنْ مَلِكٍ؟ قُلْتُ: َ. قَالَ: فَهَلْ كُنْتُمْ تَتَّهِمُونَهُ بِالْكَذِبِ قَبْلَ أنْ يَقُولَ مَا قَالَ. قُلْتُ: َ. قَالَ: فَهَلْ يَتَّبِعُهُ أشْرَافُ النَّاسِ أمْ ضُعَفَاؤُهُمْ. قُلْتُ: بَلْ ضُعَفُاؤُهُمْ. قَالَ: أيَزِيدُونَ أمْ يَنْقُصُونَ؟ قُلْتُ: َ، بَلْ يَزِيدُونَ قَالَ: هَلْ يَرْتَدُّ أحَدٌ عَنْ دِينِهِ بَعْدَ أنْ يَدْخُلَ فيهِ سَخَطَةً لَهُ؟ قُلْتُ: َ. قَالَ: فَهَلْ قَاتَلْتُمُوهُ؟ قُلْتُ: نَعَمْ. قَالَ: كَيْفَ كَانَ قِتَالُكُمْ إيَّاهُ؟ قُلْتُ: تَكُونَ الْحَرْبُ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُ سِجَاً، يُصِيبُ مِنَّا وَنُصِيبُ مِنْهُ، قَالَ فَهَلْ يَغْدِرُ؟ قُلْتُ: َ ، وَنَحْنُ مِنْهُ في هذِهِ الْمُدَّةِ مَا نَدْرِي مَا هُوَ صَانِعٌ. قَالَ أبُو سُفْيَانَ: فَوَاللّهِ مَا أمْكَنَنِي مِنْ كَلِمَةٍ أُدْخِلُ فيهَا شَيْئاً غَيْرَ هذِهِ. قَالَ: فَهَلْ قالَ هذَا الْقَوْلَ أحَدٌ قَبْلَهُ؟ قُلْتُ: َ. فَقَالَ لِتَرْجُمَانِهِ: قُلْ لَهُ إنِّي سَألْتُكَ عَنْ نَسَبِهِ فِيكُمْ فَزَعَمْتَ أنَّهُ فِيكُمْ ذُو نَسَبٍ، وَكذلِكَ الرُّسُلُ تُبْعَثُ في أنْسَابِ قَوْمِهَا؛ وَسَألْتُكَ هَلْ كَانَ في آبَائِهِ مَلِكٌ؟ فَزَعَمْتَ أنْ َ. فَقُلْتُ: لَوْ كَانَ في آبَائِهِ مَلِكٌ، قُلْتُ: رَجُلٌ يَطْلُبُ مُلْكَ أبِيهِ، وَسَألْتُكَ عَنْ أتْبَاعِهِ: أضُعَفَاؤُهُمْ أمْ أشْرَافُهُمْ؟ فَقُلْتُ: بَلْ ضُعَفَاؤُهُمْ، وَهُمْ أتبَاعُ الرُّسُلِ؛ وَسأَلْتُكَ: هَلْ كُنْتُمْ تَتَّهِمُونَهُ بِالْكَذِبِ قَبْلَ أنْ يَقُولَ مَا قَالَ؟

فَزَعَمْتَ أنْ َ فَعَرَفْتُ أنَّهُ لَمْ يَكُنْ لِيَدَعَ الْكَذِبَ على النَّاسِ وَيَكْذِبَ عَلى اللّهِ تعالى، وَسَأَلْتُكَ: هَلْ يَرْتَدُّ أحَدٌ مِنْهُمْ عَنْ دِينِهِ بَعْدَ أنْ يَدْخُلَ فيهِ سَخَطَةً لَهُ؟ فَزَعَمْتَ أنْ َ. فَكَذلِكَ ا“يمَانُ إذَا خَلَطَتْ بَشَاشَتُهُ الْقُلُوبَ؛ وَسَألْتُكَ: هَلْ يَزِيدُونَ أمْ يَنْقُصُونَ؟ فَزَعَمْتَ: أنَّهُمْ يَزِيدُونَ، وَكَذلِكَ أمْرُ ا“يمَانِ حَتّى يَتِمّ؛ وَسَألْتُكَ: هَلْ قَاتَلْتُمُوهُ؟ فَزَعَمْتَ أنَّكُمْ قَاتَلْتُمُوهُ، فَتَكُونُ الْحَرْبُ بَيْنَهُمْ سِجَاً، يَنَالُ مِنْكُمْ وَتَنَالُونَ مِنْهُ، وَكذلِكَ الرُّسُلُ تُبْتَلى، ثُمَّ تَكُونُ لَهُمُ الْعَاقِبَةُ، وَسَألْتُكَ هَلْ يَغْدِرُ؟ فَزَعَمْتَ أنَّهُ َ يَغْدِرُ، وَكذلِكَ الرُّسُلُ َ تَغْدِرُ؛ وَسَألْتُكَ هَلْ قَالَ هذَا الْقَوْلَ أحَدٌ قَبْلَهُ؟ فَزَعَمْتَ أنْ َ. فَقُلْتُ: لَوْ قَالَ هذَا الْقَوْلَ أحَدٌ قَبْلَهُ، قُلْتُ رَجُلٌ اِئْتَمَّ بِقَوْلِ قِيلَ قَبْلَهُ؛ ثُمَّ قَالَ: بِمَ يَأمُرُكُمْ؟ قُلْنَا: بِالصََّةِ وَالزَّكَاةِ وَالصِّلَةِ وَالْعفَافِ. فقَالَ إنْ يَكُ مَا تَقُولُ حَقّاً فإنَّهُ نَبِيٌّ، وَقَدْ كُنْتُ أعْلَمُ أنَّهُ خَارِجٌ، وَلَمْ أكُنْ أظُنُّهُ مِنْكُمْ، وَلَوْ أعْلَمُ أنِّى أخْلُصُ إلَيْهِ ‘حْبَبْتُ لِقَاءَهُ، وَلَوْ كُنْتُ عِنْدَهُ لَغَسَلْتُ عَنْ قَدَمَيْهِ، وَلَيَبْلُغَنَّ مُلْكَهُ مَا تَحْتَ قَدَمَيَّ، ثُمَّ دَعَا بِكِتَابِ رَسُولِ اللّهِ #، فَقَرَأهُ فإذَا فيهِ: بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ، مِنْ مُحَمّدٍ رَسُولِ اللّهِ إلى هِرَقْلَ عَظِيمِ الرُّومِ، سََمٌ عَلى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى. أمَّا بَعْدَ فَإنِّي أدْعُوكَ بِدِعَايَةِ ا“سَْمِ. أسْلَمْ تَسْلَمُ يُؤْتِكَ اللّهُ أجْرَكَ مَرَّتَيْنِ، فَإنْ تَوَلّيْتَ فَإنَّ عَلَيْكَ إثْمَ ا‘رِيسِيِّينَ، وَيَا أهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا الى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أنْ َ نَعْبُدَ إَّ اللّهَ وََ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئاً وََ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أرْبَاباً مِنْ دُونِ اللّهِ

فَإنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا أشْهَدُوا بِأنَا مُسْلِمُونَ. فَلَمَّا فَرَغَ مِنْ قِرَأةِ الْكِتَابِ ارْتَفَعتِ ا‘صْوَاتُ عِنْدَهُ وَكَثُرَ اللُّغَطُ فَأمَرَ بِنَا فَأُخْرِجْنَا، فَقُلْتُ ‘صْحَابِي: لَقَدْ أُمِرَ أمْرُ ابْنِ أبِي كَبْشَةَ إنَّهُ لَيَخَافُهُ مَلِكُ بَني ا‘صْفَرِ. فَمَا زِلْتُ مُوقِناً بِأمْرِ رَسُولِ اللّهِ # أنَّهُ سَيَظْهَرُ حَتَّى أدْخَلَ اللّهُ عَلَيَّ ا“سَْمَ؛ وَدَعَا هِرَقْلُ جَمْعَهُ فَجَمَعَهُمْ في دَارٍ لَهُ. فَقَالَ: يَا مَعْشَرَ الرُّومِ، هَلْ لَكُمْ في الْفََحِ وَالرُّشْدِ الى آخِرِ ا‘بَدِ، وَأنْ يَثْبُتَ لَكُمْ مُلْكُكُمْ، فَحَاصَوا حَيْصَةَ حُمُرِ الْوَحْشِ الى ا‘بْوَابِ فَوَجَدُوهَا قَدْ أُغْلِقَتْ، فَدَعَاهُمْ، فقَالَ: إنَّمَا اخْتَبَرْتُ شِدَّتَكُمْ عَلى دِينِكُمْ، وَقَدْ رَأيْتُ مِنْكُمُ الّذِى أحْبَبْتُ، فَسَجَدُوا لَهُ وَرَضُوا عَنْهُ[. أخرجه الشيخان.قوله »يؤثرُ عليّ الكذبُ« أي يروى عني وينسب إلي.و»الغدرُ« ضد الوفاء وهو نقض العهد.و»البشاشةُ« إنشراح القلب بالشئ والفرح بقبوله.وتقول »الحربُ بينهم سجَالٌ« إذا كانت متماثلة، تارة لهؤء، وتارة لهؤء.و»الصِّلَةُ« صلة ا‘رحام، وهي كل ما أمر به اللّه أن يوصل الى ا‘قارب من أنواع البر وا‘حسان.و»العفافُ« الكفّ عما يحل لك.و»ا‘ريسيّين« الفحون، وقيل ا‘تباع.و»اللّغط« اختط ا‘صوات واختفها.وقوله »أُمِرَ أمْرُ ابن أبي كبشةَ« يعنى النبي #: أي كبر شأنه وعظم واتسع. وكانوا ينسبون النبي

# الى أبي كبشة الخراعى ‘نه خالف قريشاً في عبادة ا‘وثان، وعبد الشعرى: النجم المعروف. فلما خالفهم النبي # في عبادة ا‘صنام نسبوه إليه، وقيل كان جدّاً له # من قبل ا‘م، أرادوا أنه نزع إليه في الشبه.و»بنُو ا‘صفر« هم الروم، سموا بذلك لما يعرض ‘بدانهم من الصفرة في الغالب.»وَحاصَوا« نفروا وجالوا من جهة الى أخرى .



5. (5561)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bana Ebu Süfyan İbnu Harb anlattı ve dedi ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile aramızda sulh(-u Hudeybiye) olduğu bir sırada Şam´a gitmiştim. Ben orada iken, Herakliyus´a, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan bir mektup getirildi. Mektubu Dıhyetu´l-Kelbî getirmişti. Onu Busra emîrine teslim etti. O da, Rum Kralı Herakliyus´a ulaştırdı. Herakliyus:

"Peygamber olduğunu zanneden şu adamın kavminden buralarda birileri var mı?" diye sordu. Ona "evet var!" dediler ve ben bir grup Kureyşliyle birlikte çağırıldım. Yanına girdik. Bizi önüne oturttu.

"Ona nesebce en yakın olan kimdir?" dedi. Ben atıldım:

"Benim!" dedim. Bunun üzerine beni, arkadaşlarım arkamda kalacak şekilde önüne oturttu. Sonra tercümanını getirtti.

"Şunlara söyle, ben şuna, o peygamber olduğunu zanneden kimse hakkında soracağım. Eğer cevaplarında bana yalan söylemeye kalkarsa, onu tekzib etsinler!" dedi. Ebu Süfyan der ki:

"Allah´a yemin olsun. Eğer yalanım, aleyhime tesir hasıl eder korkusu olmasaydı, cevaplarım sırasında yalan söylerdim. Sonra Herakliyus, tercümanına:

"Sor şuna! O zatın aranızdaki nesebi nasıldır?" dedi. Ben:

"O, aramızda asil bir nesebe sahiptir" dedim. O tekrar sordu:

"Onun ecdadı arasında kral var mı?"

"Yok!" dedim.

"Siz onu bu iddiasından önce hiç yalanla itham ettiniz mi?" dedi. Ben

"Hayır!" dedim.

"Ona insanların eşraf takımı mı tabi oluyor, zayıflar takımı mı?" dedi.

"Zayıflar takımı!" dedim.

"Artıyorlar mı azalıyorlar mı?" dedi. Ben:

"Eksilmiyorlar, bilakis artıyorlar" dedim. O tekrar sordu:

"Dine girdikten sonra hoşnutsuzlukla dininden vazgeçen, irtidad eden oldu mu?"

"Hayır!" dedim.

"Onunla hiç savaştınız mı?" dedi. Ben:

"Evet!" dedim.

"Onunla savaşınız nasıl oldu?" dedi.

"Harb onunla bizim aramızda münavebeli oldu. O bize karşı kazandı, biz de ona karşı kazandık!" dedim.

"Verdiği sözden caydığı oldu mu?" dedi.

"Hayır! Ancak, aramızda bir sulh var, bu esnada ne yapacak bilmiyoruz!" dedim.

Ebu Süfyan der ki: "Allah´a yemin olsun o konuşmamız esnasında, (aleyhte) bundan başka bir şey söyleme imkanı bulamadım." Herakliyus sormaya devam etti:

"Muhammed´den önce bu sözü söyleyen bir başkası var mıydı?" dedi.

"Hayır!" dedim. Bunun üzerine tercümanına:

"Söyle ona! Ben sana "aranızdaki nesebi" nden sordum, sen onun asaletli biri olduğunu söyledin. İşte peygamberler de böyledir, hep kavimleri arasında neseb sahiplerinden gönderilirler. Ben sana "ecdadı içinde kral var mı?" diye sordum "yok!" dedin. Ben de "eğer ecdadı arasında bir kral olsaydı bu ecdadının kraliyetini arayan bir adam" diyecektim. Ben, "O´na tabi olanlar"dan sordum: "Cemiyetin zayıf takımı mı yoksa eşraf kesimi mi?" diye. Sen "zayıflar!" dedin. Peygamberlere tabi olanlar işte bunlardır. Ben sana "bu iddasından önce onu hiç yalanla itham ettiniz mi?" diye sordum, sen "hayır!" dedin. Böylece anladım ki o, ne insanlara ne de Allah´a yalan söyleyecek biri değildir. Ben sana "dine girdikten sonra, hoşnut olmayarak dininden dönen oldu mu?" diye sordum, sen "hayır!" dedin. İman böyledir, onun neşesi kalplere bir girdi mi, bir daha solmaz. Ben senden "onlar artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?" diye sordum, sen arttıklarını söyledin. İman işi böyledir, tamamlanıncaya kadar artarlar. Ben sana "onlarla savaştınız mı?" diye sordum, sen savaştığınızı, savaşın aranızda münavebetli cereyan ettiğini, onların size, sizin de onlara galebe çaldığını söyledin. Peygamberler de böyledir, imtihandan geçirilir, sonunda akibet onların olur. Ben sana "verdiği sözden döndüğü olur mu?" dedim, sen olmadığını söyledin. Peygamberler de böyledir, sözlerinden dönmezler. Ben, "bu iddayı ondan önce söyleyen oldu mu?" diye sordum. Sen "hayır!" dedin. Ben "Eğer bu sözü ondan önce biri söylemiş olsaydı, Ôbu adam, kendinden önce söylenmiş bir sözü tamamlamaya çalışan birisi´ diyecektim."

Herakliyus sonra: "Size ne emrediyor?" diye tekrar soru sordu. Biz:

"Namaz, zekat, sıla-i rahim ve iffet" dedik. Bunun üzerine Herakliyus dedi ki:

"Eğer, senin söylediklerin gerçekse, O peygamberdir! Ben onun çıkacağını biliyordum. Ancak sizin aranızdan çıkacağını zannetmiyordum. Eğer, O´na kavuşabileceğimden emin olsam karşılaşmayı çok isterdim. Yanında olsaydım, ayaklarına su dökerdim. O´nun hakimiyeti, ayaklarımın altında olan şu diyarlara kadar uzanacaktır."

Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın mektubunu getirtti ve okuttu. Şöyle diyordu: "Bismillahirrahmanirrahim.

Allah´ın elçisi Muhammed´den Rum´un büyüğü Herakliyus´a,

Selam hidayete tabi olanlara olsun.

Emma ba´d! Seni İslam´a çağırıyorum. İslam´a gir, selameti bul! Allah da ecrini iki kat versin. Yüz çevirirsen, bütün tebeanın günahı üzerine olsun. "Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Allah´tan başkasına ibadet etmeyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah´ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmeyelim. Eğer onlar yüz çevirirse siz deyin ki: "Şahit olun, biz Müslümanlarız" (Al-i İmran 64).

Herakliyus, mektubun okunuşunu tamamlayınca, yanında sesler yükseldi ve gürültüler arttı. Bize emretti, çıkarıldık. Ben arkadaşlarıma:"

İbnu Ebî Kebşe´nin işi ciddidir.[54] Şu Benî Asfer´in (Rumların)[55] kralı ondan korkuyor!" dedim. Allah İslam´ı bana nasib edinceye kadar onun galip geleceği inancını taşıdım.

Herakliyus, ileri gelen cemaatini hep davet etti, kendine ait sarayların birinde toplandılar. Onlara:

"Ey Rum cemaati! Ebedî bir kurtuluşunuz ve şu saltanatınızın bekasına ne dersiniz?" dedi. Bunun üzerine, hep birden vahşi eşekler gibi ürküp kapılara koştular. Ancak hepsini kapatılmış buldular. Herakliyus onları geri çağırdı.

"Ben sizin dindeki salabetinizi imtihan ettim. Sizde gördüğüm durum hoşuma gitti!" dedi. Bunun üzerine, ona secde ettiler ve ondan razı oldular." [Buharî, Bed´ü´l-Vahy 1, İman 37, Şehadat 28, Cihad 11, 99, 102, 122, Cizye 13, Tefsir Al-i İmran 4, Edeb 8, İsti´zan 24, Ahkam 40; Müslim, Cihad 73, (1773); Tirmizî, İsti´zan 24, (2718).][56]



ـ5562 ـ6ـ وعن ابنِ عبّاسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]كَانَ الْجِنُّ يَصْعَدُونَ الى السَّمَاءِ يَسْتمِعُونَ الْوَحْيَ! فإذَا سَمِعُوا كَلِمَةً زَادُوا عَلَيْهَا تِسْعاً وَتِسْعِينَ. فَأمَّا الْكَلِمَةُ فَتَكُونُ حَقّاً، وَمَا زَادُوهُ يَكُونُ بَاطًِ. فَلَمَّا بُعِثَ رَسُولُ اللّهِ # مُنِعَتِ الْجِنُّ مَقَاعِدَهَا مِنَ السَّمَاءِ بِالشُّهُبِ، وَلَمْ تَكُنِ النُّجُومُ يُرْمَى بِهَا قَبْلَ ذلِكَ. فَقَالَ لَهُم إبْلِيسُ: مَا هذَا إَّ ‘مْرٍ حَدَثَ. فَبَعَثَ جُنُودَهُ فَوَجَدُوا رَسُولَ اللّهِ # قَائِماً يُصَلِّي بَيْنَ جَبَلَيْنِ بِمَكَّةَ فَأتَوْهُ فَأخْبَرُوهُ. فَقَالَ: هذَا الْحَدَثُ الّذِي حَدَثَ في ا‘رْضِ[. أخرجه الترمذي .



6. (5562)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Cinler semaya yükselip, orada vahyi dinliyorlardı. Bir tek kelime işitince, ona doksan dokuz tane de (kendilerinden) ilave ediyorlardı. O tek kelime hak, ilave edilenler batıldı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gönderilince, semadaki yerlerine yükselmeleri şihablarla (göktaşları) önlendi. Bundan önce gökte şihablar (bu kadar çok) atılmazdı. İblis onlara:

"Nedir bu? Herhalde mühim bir hâdise var!" dedi. Askerlerini gönderdi. Onlar Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ı Mekke´de iki dağın arasında namaz kılyor buldular. İblis´e tekrar dönüp gördüklerini haber verdiler. O da

:"Arzda meydana gelen hâdise işte bu! (Sizin semadan haber almanız bu sebeple engelleniyor)" dedi." [Tirmizî, Tefsir, Cin (3321).][57]



AÇIKLAMA:



Cinle ilgili bahis daha önce (3. cilt 229) geçtiği gibi az ileride de geçecek (5609. hadis). Bu sebeple burada açıklama yapmayacağız. [58]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

06 Nisan 2010, 14:59:23
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #8 : 06 Nisan 2010, 14:59:23 »

ÜÇÜNCÜ BAB


VAHYİN BAŞLANGICI




ـ5563 ـ1ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]أوَّلُ مَا بُدِئَ بِهِ رَسُولُ اللّهِ # مِنَ الْوَحْىِ الرُّوْيَا الصَّالِحَةُ في النَّوْمِ، وَكَانَ َ يَرَى رُؤْيَا إَّ جَاءَتْ مِثْلَ فَلَقِ الصُّبْحِ، وَحُبِّبَ إلَيْهِ الْخََءُ فَكَانَ يَخْلُو بِغَارِ حِرَاءَ فَيَتَحَنَّثُ فيهِ ـ وَهُوَ التَّعَبُّدُ ـ اَللَّيَالِى ذَوَاتِ الْعَدَدِ قَبْلَ أنْ يَنْزِعَ إلى أهْلِهِ، وَيَتَزَوَّدُ لذلِكَ ثُمَّ يَرْجِعُ إلى خَدِيجَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنها. فَيَتَزَوَّدُ لِمِثْلِهَا، حَتّى جَاءَهُ الْحَقُّ وَهُوَ في غَارِ حِرَاءَ. فَجَاءَهُ الْمَلَكُ فَقالَ: اِقْرأْ. فقَالَ: مَا أنَا بِقَارِئٍ. قَالَ: فَأخَذَنِي فَغَطَّنِي حَتّى بَلَغَ مِنِّي الْجَهْدُ، ثُمَّ أرْسَلَنِى فَقَالَ: اِقْرأْ. فَقُلْتُ: لَسْتُ بِقَارِئٍ. فَغَطَّنِي الثَّانِيَةَ حَتّى بَلَغَ مِنِّي الْجَهْدُ. ثُمَّ أرْسَلَنِي فقَالَ: إقْرَأْ. فَقُلْتُ: مَا أنَا بِقَارِئٍ. فَأخَذَنِي فَغَطَّنِي الثَّالِثَةَ حَتّى بَلَغَ مِنِّي الْجَهْدُ. ثُمَّ أرْسَلَنِى فقَالَ: اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الّذِي خَلَقْ خَلَقَ ا“نْسَانَ مِنْ عَلَقٍ اِقْرَأْ وَرَبُّكَ ا‘كْرَمُ الّذِى عَلَّمَ بِالْقَلَمِ عَلّمَ ا“نْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ. فَرَجَعَ بِهَا رَسُولُ اللّه # يَرْجُفُ فُؤَادُهُ، فَدَخَلَ عَلى خَدِيجَةَ، فَقَالَ: زَمِّلُونِِي زَمِّلُونِي. فَزَمَّلُوهُ حَتَّى ذَهَبَ عَنْهُ الرَّوْعُ. فقَالَ لِخَدِيجَةَ، وَأخْبَرَهَا الْخَبَرَ وقَالَ: لَقَدْ خَشِيْتُ عَلى نَفْسِي. قَالَتْ لَهُ خَدِيجَةُ: كََّ فَوَاللّهِ مَا يُخْزِيكَ اللّهُ أبَداً، إنَّكَ لَتَصِلُ الرَّحِمَ، وَتَصْدُقُ الْحَدِيثَ، وَتَحْمِلُ الْكَلَّ، وَتُكْسِبُ الْمَعْدُومَ، وَتَقْرِي الضَّيْفَ، وَتُعِينُ

عَلى نَوَائِبِ الْحَقِّ، ثُمَّ اَنْطَلَقَتْ بِهِ خَدِيجَةُ إلى وَرَقَةَ بْنِ نَوْفَلَ بْنِ أسَدِ ابْنِ عَبْدِالْعُزّى بْنُ قُصَيٍّ، وَهُوَ ابْنُ عَمَّ خَدِيجَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنها، وَكَانَ اِمْرَأَ قَدْ تَنَصَّرَ في الْجَاهِلِيّةِ، وَكَانَ يَكْتُبُ الْعِبْرَانِيَّ فَيَكْتُبُ مِنَ ا“نْجِيلِ بِالْعِبْرَانِيّةِ مَا شَاءَ اللّهُ أنْ يَكْتُبَ، وَكانَ شَيْخاً كَبِيراً قَدْ عَمَى. فقَالَتْ خَدِيجَةُ: يَا ابْنَ عَمِّ، اسْمَعْ مِنْ ابْنِ أخِيكَ مَا يَقُولُ، فقَالَ لَهُ وَرَقَةُ: يَا ابْنَ أخِى مَاذَا تَرَى؟ فَأخْبَرَهُ رَسُولُ اللّهِ # خَبَرَ مَا رَأى. فقَالَ لَهُ وَرَقَةُ: هذَا النَّامُوسُ الّذِي أُنْزِلَ عَلى مُوسى يَا لَيْتَنِي فِيهَا جَذَعاً، لَيْتَنِي أكُونُ حَيّاً إذْ يُخْرِجُكَ قَوْمُكَ. فقَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أوْ مُخْرِجِيَّ هُمْ قَالَ: نَعَمْ لَمْ يَأتِ رَجُلٌ قَطُّ بِمِثْلِ مَا جِئْتَ بِهِ إَّ عُودِيَ، وَإنْ يُدْرِكْنِي يَوْمُكَ أنْصُرْكَ نَصْراً مُؤَزَّراً. ثُمَّ لَمْ يَنْشَبْ وَرَقَةُ أنْ تُوُفِّيَ وَفَتَرَ الْوَحْيُ[. أخرجه الشيخان.»غَطّهُ« إذا ضمه بشدة كما يغطه في الماء إذا بالغ في حطه فيه.و»الكَلُّ« العيال والحوائج المهمة.و»تكسبُ المعدومَ« أي تصل الى كل معدوم وتناله، و يتعذر عليك لبعده، وقيل تكسب المعدوم: أى تعطيه غيرك وتوصله الى كل من هو معدومٌ عنده.و»الناموس« صاحب سر الملك الذي يحضر إ بخير، وسمى به جبريل ‘نه مخصوص بالوحي والغيب الذي يطلع عليهما أحد من المئكة غيره.و»الجذع« هنا كناية عن الشباب أي ليتني أكون شابا عند

ظهورك ‘نصرك وأعينك.و»المؤزَّرُ« المؤكد .



1. (5563)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua geliyordu. (Bu esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin birkaç gece tek başına kalıp, tahannüsde bulunuyordu. -Tahannüs ibadette bulunma demektir.- Bu maksadla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hz. Hatice (radıyallahu anha)´ye dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında Hak gelinceye kadar devam etti. Bir gün ona melek gelip:

"Oku!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Ben okuma bilmiyorum!" cevabını verdi. (Aleyhissalâtu vesselâm hadisenin gerisini şöyle anlatıyor: "Ben okuma bilmiyorum deyince) melek beni tutup kucakladı, takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar:

"Oku!" dedi. Ben tekrar:

"Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve "Oku!" dedi. Ben yine: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve:

"Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti" (Alak 1-5) dedi.

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme (bir korku) vardı. Hatice´nin yanına geldi ve:

"Beni örtün, beni örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle kaldı. (Sükunete erince) Hz. Hatice (radıyallahu anhâ)´ye başından geçenleri anlattı ve:

"Nefsim hususunda korktum!" dedi. Hz. Hatice de:

"Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın, misafire ikram edersin, Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (halka) yardım edersin!" dedi. Sonra Hz. Hatice, Aleyhissalâtu vesselâm´ı alıp Varaka İbnu Nevfel İbnu Esed İbnu Abdi´l-Uzza İbni Kusay´a götürdü. Bu zat, Hz. Hatice´nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde Hıristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma bilirdi. İncil´den, Allah´ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri âma olmuş yaşlı bir ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine:

"Ey amcaoğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor!" dedi. Varaka Aleyhissalâtu vesselâm´a:

"Ey kardeşim oğlu! Neler de görüyorsun?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm gördüklerini anlattı. Varaka da Ona:

"Bu gördüğün melektir. O, Hz. Musa´ya da inmiştir. Keşte ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka:

"Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, ona husumet edilmemiş olsun! O gününü görürsem, sana müessir yardımda bulunurum!" dedi. Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de fetrete girdi (kesildi.)" [Buharî, Bed´ü´l-Vahy, Enbiya 21, Tefsir, Alak Tabir 1; Müslim, İman 252, (160); Tirmizî, Menakıb 13, (3636).][59]



ـ5564 ـ2ـ وعن يَحْيى بِنْ أبي كَثِيرٍ قال: ]سَألْتُ أبَا سَلَمَةَ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمنِ عَنْ أوَّلِ مَا نَزَلَ مِنَ الْقُرآنِ. فَقَالَ: يَا أيُّهَا الْمُدَّثِّرُ. قُلْتُ: إنَّهُمْ يَقُولُونَ: اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الّذِى خَلَقَ. قَالَ أبُو سَلَمَةَ: سَألْتُ جَابِراً رَضِيَ اللّهُ عَنه عَنْ ذلِكَ فَقَالَ: َ أُحَدِّثُكَ إَّ مَا حَدَّثَنَا بِهِ رَسُولُ اللّهِ # قَالَ: جَاَوَرْتُ بِحِرَاءَ شَهْراً، فَلَمَّا قَضَيْتُ جِوَارِى هَبَطْتُ فَنُودِيتُ فَنَظَرْتُ عَنْ يَمِينِي فَلَمْ أرَ شَيْئاً، وَنَظَرْتُ عَنْ شِمَالِي فَلَمْ أرَ شَيْئاً، وَنَظَرْتُ خَلْفِي فَلَمْ أرَ شَيْئاً، فَرَفَعْتُ رَأسِى فَرَأيْتُ شَيْئاً فَلَمْ أثْبُتْ لَهُ. فَأتَيْتُ خَدِيجَةَ، فَقُلْتُ: دَثِّرُونِي. فَنَزَلَ: يَا أيُّهَا الْمُدَّثِّرُ، قُمْ

فَأنْذِرْ، وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ، وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ، وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ وذلِكَ قَبْلَ أنْ تُفرَضَ الصَّةُ[. أخرجه الشيخان والترمذي .



2. (5564)- Yahya İbnu Ebi Kesir anlatıyor: "Ebu Seleme İbnu Abdirrahman´a Kur´an´dan ilk inenin ne olduğunu sordum.

"Ya eyyühe´l-Müddessir (ey örtüsüne bürünmüş)! (suresi)dir!" dedi. Ben:

"İyi ama, başkaları ilk inenin İkra´ bismi Rabbikellezi halak (suresidir). diyorlar" dedim. Bunun üzerine Ebu Seleme:

"Ben bu hususta Hz. Cabir (radıyallahu anh)´e sormuştum. O bana:

"Sana, Resulullah Aleyhissalâtu vesselâm´ın söylediğinden başka bir şey söylemeyeceğim, Aleyhissalâtu vesselâm:

"Bir ay kadar Hira mağarasına mücavir oldum (itikafa girdim). Mücaveretimi (itikafımı) tamamlayınca, dağdan indim. Derken bana bir seslenen oldu. Sağıma baktım, hiçbir şey görmedim. Soluma baktım, yine bir şey görmedim. Arkama baktım bir şey görmedim. Derken başımı kaldırdım, bir şey gördüm, ama (bakmaya) dayanamadım. Hemen Hatice´nin yanına geldim:

"Beni örtün!" dedim. Derken şu ayetler nazil oldu. (Mealen): "Ey örtüsüne bürünen! Kalk! (insanları ahiretle) korkut! Rabbini büyükle, elbiseni temizle. Pislikten kaçın.." (Müddessir suresi). Bu vahiy namaz farz kılınmazdan önceydi." [Buharî, Bed´ü´l-Vahy, Bed´ül-Halk 6, Tefsir, Müddessir; Tefsir, Alak, Edeb 118; Müslim, İman 257, (161).][60]



ـ5565 ـ3ـ وعن عمر رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: ]كَانَ رَسُولُ اللّهِ # إذَا نَزَلَ عَلَيْهِ الْوَحْىُ يُسْمَعُ عِنْدَ وَجْهِهِ كَدَوِىِّ النَّحْلِ؛ فَأُنْزِلَ عَلَيْهِ يَوْماً فَمَكَثَ سَاعَةً. ثُمَّ سُرِّىَ عَنْهُ فَقَرَأَ: قَدْ أفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ الى عَشْرِ آيَاتٍ مِنهَا مِنْ أوَّلِهَا؛ وَقالَ: مَنْ أقَامَ هذِهِ الْعَشْرَ اŒيَاتَ دَخَلَ الْجَنَّةَ. ثُمَّ اسْتَقْبَلَ الْقِبْلَةَ وَرَفَعَ يَدَيْهِ وَقالَ: اللّهُمَّ زِدْنَا وََ تَنْقُصْنَا، وَأكْرِمْنَا وََ تُهِنَّا، وَأعْطِنَا وََ تَحْرِمْنَا، وآثِرْنَا وََ تُؤْثِرْ عَلَيْنَا، اللّهُمَّ أرْضِنَا وَاَرْضَ عَنَّا[. أخرجه الترمذي.



3. (5565)- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a vahiy indiği zaman, yüzünün yakınlarında arı uğultusu gibi bir ses işitilirdi. Bir gün, O´na vahiy indirildi. Bir müddet öyle kaldı. Sonra o hal açıldı. O da Mü´minun suresinden ilk on ayeti okudu:

"Mü´minler kurtuluşa ermiş, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar namazlarını Allah´tan korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tâdil-i erkan ile kılarlar. Onlar dünya ve ahiretlerine faydası dokunmayan her türlü şeyden yüz çevirirler. Onlar nail oldukları her türlü nimetin zekatını aksatmadan verirler. Onlar namuslarını korurlar. Ancak hanımlarına ve cariyelerine karşı müstesna, bunlarla olan yakınlıklarından dolayı kınanmazlar Kim helal sınırını aşarak bunların ötesine geçmek isterse, işte öyleleri haddini aşmış olanlardır. O mü´minler ki, Allah´a ve kullara karşı olan emanet ve mesul...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

06 Nisan 2010, 15:00:08
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #9 : 06 Nisan 2010, 15:00:08 »

DÖRDÜNCÜ BAB


İSRA




ـ5568 ـ1ـ عن أنسٍ رَضِيَ اللّهُ عَنه عَنْ مَالِكِ بْنِ صَعْصَعةَ رَضِيَ اللّهُ عَنه: ]أنَّ رَسُولَ اللّهِ # حَدَّثَهُمْ عَنْ لَيْلَةِ أُسْرِيَ بِهِ. قَالَ: بَيْنَا أنَا في الْحَطِيمِ، وَرُبَّمَا قَالَ في الْحِجْرِ مُضْطَجِعاً، زَادَ في رِوَايَةٍ: بَيْنَ النَّائِمِ وَالْيَقْظَانِ إذْ أتَانِي آتٍ فَشَقَّ مَا بَيْنَ هذِهِ. يَعْنِى ثُغْرَةَ نَحْرِهِ الى شِعْرَتِهِ؛ قَالََ: فَاسْتَخْرَجَ قَلْبِي، ثُمَّ أُتِيتُ بِطِسْتَ مِنْ ذَهَبِ مَمْلُوءٍ إيمَاناً. فَغُسِلَ قَلْبِي، ثُمَّ حُشِيَ، ثُمَّ أُعِيدَ، ثُمَّ اُتِيتُ بِدَابَّةٍ دُونَ الْبَغْلِ وَفَوْقَ الْحِمَارِ أبْيَضَ، هُوَ الْبُرَاقُ. يَضَعُ خَطْوَهُ عِنْدَ أقْصى طَرْفِهِ، فَحُمِلْتُ عَلَيْهِ. فَانْلَطَقَ بِى جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السََّمُ حَتّى أتَى السَّمَاءَ الدُّنْيَا فَاسْتَفْتَحَ، فَقِيلَ: مَنْ هذَا؟ قَالَ: جِبْرِيلُ. وَمَنْ مَعَكَ؟ قَالَ: مُحَمّدٌ #. قِيلَ: وَقَدْ أُرْسِلَ إلَيْهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قِيلَ: مَرْحَباً بِهِ. فَنِعْمَ الْمَجِئُ جَاءَ، ففُتِحَ، فَلَمّا خَلَصْتُ فإذَا فِيهَا آدَمُ عَلَيْهِ السََّمُ؛ فقَالَ: هذَا أبُوكَ آدَمُ، فَسَلِّمْ عَلَيْهِ، فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ: فَرَدَّ عَليَّ السََّمَ، ثُمَّ قَالَ: مَرْحَباً بِاِبْنِ الصَّالِحِ؛ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ؛ ثُمَّ صَعِدَ بِي حَتّى أتَيْنَا السَّمَاءَ الثَّانِيَةَ، فَاسْتَفْتَحَ. فَقِيلَ: مَنْ هذَا؟ قَال: جِبْرِيلُ. قِيلَ: وَمَنْ مَعَكَ؟ قَالَ: مُحَمّدٌ #. قِيلَ: وَقَدْ أُرْسِلَ إلَيْهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قِيلَ مَرْحَباً بِهِ وَلَنِعْمَ الْمَجِئُ جَاءَ. فَفُتِحَ، فَلَمَّا خَلَصْنَا فَإذَا أنَا بِيَحْيَى وَعِيسَى وَهُمَا ابْنَا الْخَالَةِ. قَالَ: هذَا يَحْيَى وَعِيسَى عَلَيْهِمَا السََّمُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِمَا، فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِمَا،

فَرَدَّا عَليَّ السََّمَ ثُمَّ قَاَ: مَرْحَباً بِا‘خِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ ثُمَّ صَعِدَ بِي إلى السَّمَاءِ الثَّالِثَةِ، فَاسْتَفْتَحَ فَقِيلَ: مَنْ هذَا؟ قَالَ: جِبْرِيلُ. قِيلَ: وَمَنْ مَعَكَ؟ قَالَ: مُحَمّدٌ قِيلَ: وَقَدْ أُرْسِلَ إلَيْهِ؟ قَالَ: نَعَمْ قِيلَ: مَرْحَباً بِهِ فَلَنِعْمَ الْمَجِيءُ جَاءَ، فَفُتِحَ لَنَا، فَلَمَّا خَلَصْنَا فإذَا يُوسُفُ عَلَيْهِ السََّمُ قَالَ: هذَا يُوسُفُ، فَسَلِّمْ عَلَيْهِ، فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ، فَرَدَّ عَلَيَّ. ثُمَّ قَالَ: مَرْحَباً بِا‘خِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ؛ ثُمَّ صَعِدَ بِي حَتّى أتَى السَّمَاءَ الرَّابِعَةَ، فَاسْتَفْتَحَ. فَقِيلَ: مَنْ هذَا؟ قَالَ: جِبْرِيلُ. قِيلَ: وَمَنْ مَعَكَ؟ قَالَ: مُحَمّدٌ. قِيلَ: أوَقَدْ أُرْسِلَ إلَيْهِ. قَالَ: نَعَمْ. قِيلَ: مَرْحَباً بِهِ فَلَنِعْمَ الْمَجِئُ جَاءَ فَفُتِحَ، فَلَمَّا خَلَصْنَا فإذَا إدْرِيسُ عَلَيْهِ السََّمُ. قَالَ: هذَا إدْرِيسُ، فَسَلِّمْ عَلَيْهِ، فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ. فَرَدَّ عَلَيَّ ثُمَّ قَالَ: مَرْحَباً بِا‘خِ الصَّالِحِ وَالنَّبِىِّ الصَّالِحِ. ثُمَّ صَعِدَ بِى حَتّى أتَى السَّمَاءَ الْخَامِسَةَ، فَاسْتَفْتَحَ. فَقِيلَ: مَنْ هذَا؟ قَالَ: جِبْرِيلُ. قِيلَ: وَمَنْ مَعَكَ؟ قَالَ: مُحَمّدٌ # قِيلَ: وَقَدْ أُرْسِلَ إلَيْهِ. قَالَ: نَعَمْ. قِيلَ: مَرْحَباً بِهِ فَلْنِعْمَ الْمَجِئُ جَاءَ فَفَتَحَ، فَلَمَّا خَلَصْنَا فَإذَا هَارُونَ عَلَيْهِ السََّمُ. قَالَ: هذَا هَارُونَ، فَسَلِّمْ عَلَيْهِ، فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَرَدَّ عَلَيّ. ثُمَّ قَالَ: مَرْحَباً بِا‘خِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ. ثُمَّ صَعِدَ بِى حَتَّى أتَى السَّمَاءَ السَّادِسَةَ، فَاسْتَفْتَحَ. فَقيلَََ: مَنْ هذَا؟ قَالَ: جِبْرِيلُ. قِيلَ: وَمَنْ مَعَكَ؟ قَالَ: مُحَمّدٌ. قِيلَ: وَقَدْ أُرْسِلَ إلَيْهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قِيلَ: مَرْحَباً بِهِ، فَلْنِعْمَ الْمَجِئُ جَاءَ. فَفَتَحَ. فَلَمَّا خَلَصْنَا فَإذا مُوسى عَلَيْهِ السََّمُ، قَالَ: هذَا مُوسَى، فَسَلِّمْ عَلَيْهِ، فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ، فَرَدَّ عَلَىَّ. ثُمَّ قَالَ: مَرْحَباً بِا‘خِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيَّ الصَّالِحِ فَلَمَّا جَاوَزْتُهُ بَكَى. فَقِيلَ لَهُ: مَا يُبْكِيكَ؟ قالَ:

أبْكِى ‘نَّ غَُماً بُعِثَ بَعْدِي يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مِنْ أُمَّتِهِ أكْثَرُ مِمَّنْ يَدْخُلُهَا مِنْ أُمَّتِي. ثُمَّ صَعِدَ بِي الَى السَّمَاءِ السَّابِعَةِ، فَاسْتَفْتَحَ. فَقِيلَ: مَنْ هذَا؟ قَالَ جِبْرِيلُ. قِيلَ: وَمَنْ مَعَكَ؟ قَالَ: مُحَمَّدٌ. قِيلَ: وَقَدْ أُرْسِلَ إلَيْهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قِيلَ مَرْحَباً بِهِ فَلَنِعْمَ الْمَجِئُ جَاءَ، فَفُتِحَ. فَلمَّا خَلَصْتُ فَإذَا إبْرَاهِيمُ عَلَيْهِ السََّمَ. قَالَ: هذا أبُوكَ إبْرَاهِيمُ، فَسَلّمْ عَلَيْهِ فَسَلّمْتُ عَلَيْهِ، فَرَدَّ السََّمَ. ثُمَّ قَالَ: مَرْحَباً بِا‘بْنِ الصَّالِحِ وَالنَّبِيِّ الصَّالِحِ. ثُمَّ رُفِعْتُ الى سِدْرَةِ الْمُنْتَهى، فإذَا نَبْقِهَا مِثْلُ قَِلِ هَجَرَ، وإذَا أوْرَاقُهَا مِثْلُ آذَانِ الْفِيلَةِ؛ قَال: هذِهِ سِدْرَةُ الْمُنْتَهى، وإذَا أرْبَعَةُ أنْهَارٍ: نَهْرَانِ بَاطِنَانِ وَنَهْرَانِ ظَاهِرَان؟ قُلْتُ: مَا هَذَانِ يَا جِبْرِيلُ؟ قَالَ: أمَّا الْبَاطِنَانِ فَنَهْرَانِ في الْجَنّةِ، وأمَّا الظَّاهِرَانِ فَالنِّيلُ والْفُراتُ، ثُمَّ رُفِعَ لِيَ الْبَيْتُ الْمُعْمُورُ. ثُمَّ أُتِيتُ بِإنَاءٍ مِنْ خَمْرٍ، وإنَاءٍ مِنْ لَبَنٍ، وإنَاءٍ مِنْ عَسَلٍ؛ فَأخَذْتُ الْلَّبَنَ. فَقَالَ: هِىَ الْفِطْرَةُ الّتِي أنْتَ عَلَيْهَا وَأُمَّتُكَ. قَالَ: ثُمَّ فُرِضَتِ عَلَىَّ الصََّةُ خَمْسُونَ صََةً كُلَّ يَوْمٍ. فَرَجَعْتُ فَمَرَرْتُ عَلى مُوسى عَلَيْهِ السَّمُ. فَقَالَ: بِمَ أُمِرْتَ فَقُلْتُ بِخَمْسِينَ صََةً في الْيَوْمِ وَاللَّيْلَةِ. فَقَالَ: إنَّ أُمَّتَكَ َ تَسْتَطِيعُ خَمْسِينَ صََةً كُلَّ يَوْمٍ، وإنِّي وَاللّهِ قَدْ جَرَّبْتُ النَّاسَ قَبْلَكَ وَعَالَجْتُ بَنِي إسْرَائِيلَ أشَدَّ الْمُعَالَجَةِ. فَارْجِعْ الى رَبِّكَ فَاسْأَلُهُ التَّخْفِيفَ ‘ُمَّتِكَ. فَرَجَعْتُ، فَوَضَعَ عَنِّي عَشْراً. فَرَجََعْتُ الى مُوسى. فَقَالَ: بِمَ أُمِرْتَ؟ قُلْتُ: وَضَعَ عَنِّى عَشْراً. فَقالَ: اِرْجِعْ الى رِبِّكَ فَاسْأَلُهُ التَّخْفِيفَ ‘ُمَّتِكَ فَرَجَعْتُ، فَوَضَعَ عَنِّى عَشْراً

فَرَجَعْتُ الى مُوسى. فَقَال: مِثْلَهُ، فَلَمْ أزَلْ بَيْنَ رَبِّي وَمُوسى، حَتّى أُمِرْتُ بِخَمْسِ صَلَوَاتٍ، فَرَجَعْتُ الى مُوسى عَلَيْهِ السََّمُ فقَالَ: بِمَ أُمِرْتَ؟ قُلْتُ: بِِخَمْسِ صَلَوَاتٍ كُلَّ يَوْمٍ. فَقَالَ: إنَّ أُمَّتَكَ َ تَسْتَطِيعُ خَمْسَ صَلَوَاتٍ كُلَّ يَوْمٍ فَارْجِعْ الَى رَبِّكَ فَاسْأَلْهُ التَّخْفِيفَ ‘ُمَّتِكَ. قُلْتُ؛ قَدْ سَأَلْتُ رَبِّي حَتّى اسْتَحْيَيْتُ، وَلَكِنَّ أرْضَى وَأُسَلِّمُ فَلَمَّا جَاَوَزْتُ مُوسى عَلَيْهِ السََّمُ نَادَى مُنَادٍ أمْضَيْتُ فَرِيضَتِي، وَخَفَفَّتُ عَنْ عِبَادِي. زَادَ روَايَةٍ: هُنَّ خَمْسٌ، وَهُنَّ بِخَمْسِينَ: َ يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَىَّ[. أخرجه الخمسة إ أبا داود، وهذا لفظ الشيخين .



1. (5568)- Hz. Enes (radıyallahu anh) Malik İbnu Sa´saa (radıyallahu anh)´dan naklen anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara, Mirac´a götürüldüğü geceden anlatarak demiştir ki,

"Ben Ka´be´nin avlusundan Hatim kısmında -belki de Hıcr´da demişti- yatıyordum, -bir rivayette şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık arasında idim- Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. -Bu sözüyle boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla [ve hikmetle] dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim [çıkarılıp su ve zemzem ile] yıkandı. Sonra içerisi (imanla) doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak´tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselam beni götürdü. Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.

"Gelen kim?" denildi.

"Cibril!" dedi.

"Beraberindeki kim?" denildi.

"Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)!" dedi.

"O´na Mirac daveti gönderildi mi?" denildi.

"Evet!" dedi.

"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!" denildi.

Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Adem aleyhiselam´ı gördüm.

"Bu babanız Adem´dir! Selam ver O´na!" dendi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra bana:

"Salih evlad hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti ve ikinci semaya geldik. Kapıyı çaldı.

"Bu gelen kim?" denildi

."Ben Cibril´im!" dedi."

Beraberindeki kim?" denildi.

"Muhammed!" dedi.

"O´na Mirac daveti gönderildi mi?" denildi.

"Evet!" dedi.

"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Derken bize kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimasselam ile karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hz Cebrail:

"Bunlar Hz. Yahya ve Hz. İsa´dırlar, onlara selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular. Sonra:

"Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber" dediler. Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı.

"Bu gelen kim?" denildi.

"Cibril´im!" dedi.

"Yanındaki kim?" denildi.

"Muhammed´dir!" dedi.

"O´na Mirac daveti gitti mi?" denildi.

"Evet!" dedi.

"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı bize açıldı. İçeri girince Hz. Yusuf aleyhiselam´la karşılaştık. Cebrail:

"Bu Yusuf´tur! O´na selam ver!" dedi. Ben de selam verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra:

"Salih kardeş hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!" dedi.Sonra Cebrail beni dördüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı.

"Bu gelen kim?" denildi.

"Cibril´im!" dedi.

"Beraberindeki kim?" denildi

"Muhammed!" dedi.

"Ona Mirac davetiyesi indi mi?" denildi.

"Evet!" dedi.

"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" dediler. Kapı açıldı. İçeri girdiğimizde, Hz. İdris aleyhisselam ile karşılaştık. Hz. Cebrail:

"Bu İdris´tir, O´na selam ver!" dedi. Ben selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra bana:

"Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!" dedi. Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı çaldı.

"Kim bu gelen?" denildi.

"Ben Cibril´im!" dedi.

"Beraberindeki kim?" denildi.

"Muhammed!" dedi.

"O´na Mirac daveti indirildi mi?" denildi.

"Evet!" dedi.

"Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!" denildi. Kapı açıldı. İçeri girince, Harun aleyhisselam ile karşılaştık. Cebrail aleyhisselam:

"Bu Harun aleyhisselam´dır. O´na selam v...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4 5   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes