> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hadis Eserleri > Kütübü Sitte > Hudud hadler bölümü
Sayfa: [1] 2 3 4 5   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hudud hadler bölümü  (Okunma Sayısı 3701 defa)
17 Nisan 2010, 11:17:15
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 17 Nisan 2010, 11:17:15 »



Hudud (hadler) Bölümü




HUDUD BÖLÜMÜ
BİRİNCİ BÂB
İRTİDAD VE YOL KESME HADDİ
UMUMİ AÇIKLAMA
TA´ZİR
TA´ZİRİN MAHİYETİ VE MEŞRUİYYETİ
TA´ZİRİN EHEMMİYETİ VE NEVİLERİ
MÜRTED,YOLKESEN VE BÂGİ (İSYANCI) HAKKINDA TAHLİL
1- MÜRTEDLER
2- BÂGİLER (SİYASÎ SUÇLULAR)
FİTNE-İSYAN
BÂGİLERE KARŞI TAKİP EDİLECEK SİYASET
Bâğilere Söz Hürriyeti
3- YOL KESENLER (KUTTÂU´T-TARİK)
TEVBEKÂR BİR EŞKİYA
YOL EMNİYETİ VE MEDENİYET
CEZA VE AF
İKİNCİ BÂB
ZİNÂ HADDİ
BİRİNCİ FASIL
ZİNÂ HADDİYLE İLGİLİ HÜKÜMLER.
ZİNÂ NEDİR?
CEZAYI DEVLET VERİR.
İKİNCİ FASIL
RESÛLULLAH´IN HADD TATBİK ETTİKLERİ KİMSELER
Hadisten Çıkarılan Bazı Hükümler
HADİSTEN ÇIKARILAN BAZI HÜKÜMLER
ÜÇÜNCÜ BÂB
LİVATA (Homoseksüalite) VE HAYVANA TEMASIN HADDİ
DÖRDÜNCÜ BÂB
KAZF (İFTİRA) HADDİ
BEŞİNCİ BÂB
HADD-İ SİRKAT (HIRSIZLIK HADDİ)
ALTINCI BÂB
HADDÜ´L-HAMR
HAMR NEDİR?
İÇKİ VE İDEOLOJİ VEYA SİNEGİ KARTALA HÂKİM KILAN SİLAH
YEDİNCİ BÂB
HADDLERDE ŞEFAAT VE MÜSAMAHA HAKKINDA
ÇOCUGUN CEZAÎ EHLİYETİ


HUDUD BÖLÜMÜ
Bu bölümde yedi bâb vardır
BİRİNCİ BÂB
İRTİDAD VE YOL KESME HADDİ
İKİNCİ BÂB
ZİNÂ HADDİ
BİRİNCİ FASIL
İRTİDADLA İLGİLİ HÜKÜMLER
İKİNCİ FASIL
HZ. PEYGAMBER´İN HADD TATBİK ETTİGİ KİMSELER
ÜÇÜNCÜ BÂB
LÛTÎLİK VE HAYVANA TEMAS HADDİ
DÖRDÜNCÜ BÂB
KAZF (İFTİRA) HADDİ
BEŞİNCİ BÂB
HIRSIZLIK HADDİ
ALTINCI BÂB
HAMR (İÇKİ) HADDİ
YEDİNCİ BÂB
HUDUDA GİREN SUÇLARDA ŞEFAAT VE MÜSAMAHA
BİRİNCİ BÂB
İRTİDAD VE YOL KESME HADDİ

 

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hudud hadler bölümü
« Posted on: 20 Nisan 2024, 02:58:48 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hudud hadler bölümü rüya tabiri,Hudud hadler bölümü mekke canlı, Hudud hadler bölümü kabe canlı yayın, Hudud hadler bölümü Üç boyutlu kuran oku Hudud hadler bölümü kuran ı kerim, Hudud hadler bölümü peygamber kıssaları,Hudud hadler bölümü ilitam ders soruları, Hudud hadler bölümü önlisans arapça,
Logged
17 Nisan 2010, 11:18:07
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #1 : 17 Nisan 2010, 11:18:07 »

UMUMİ AÇIKLAMA


Hudud kelimesi hadd´in cem´idir. Hadd, lügat olarak, sınır, iki şeyi birbirinden ayıran perde, bir şeyin son ucu gibi mânalara gelir. Dinî ıstılah olarak, dinin belirlediği bazı ağır cürümlere takdir edilen cezalara hadd denmiştr. Râğıb, Müfredât´ında: "Hudud´la, cürmün kendisi de kastedilir" der ve şu âyeti misal gösterir:

تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وََ تَقْرَبُوهَا

"...Bu (hükümler) Allah´ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın" (Bakara 187). Kur´ân-ı Kerim, hakkında takdir edilen bir hüküm bulunan fiillere de hudud kelimesini kullanmıştır.

وَتِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّهِ فَقدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ

"Bunlar Allah´ın hudududur. Kim Allah hududunu (çiğneyip) aşarsa muhakkak ki kendisine yazık etmiş olur" (Talâk 1). Bu âyetler, helâl ile haramı ayırdıkları için bunlara hudud denmiş olmaktadır. Bazı âyetler, fiilin yapılmasını zecrederken, bâzıları da fiile ziyade ve noksanda bulunmayı zecreder.

Hadd cezasını tam kavrayabilmek için onu, İslâm dininin derpiş ettiği cezalar arasındaki hiyerarşik yerine koymamız gerekir. İslâm başlıca dört çeşit ceza vaz´etmiştir: En ağırından başlamak üzere:

1- Hadd cezaları: (Zinâ, iftira, içki, hırsızlık, yol kesme ve irtidâd için takdir edilen cezalar.)

2- Kısas ve diyet cezaları: Şahıs aleyhine işlenen cürümlerin cezalarıdır.

3- Ta´zir cezaları: Az sonra genişçe açıklanacağı üzere, bunlar dinin yasakladığı fiilleri işleyenlere uygulanan cezalardır. Miktarı âyet ve hadislerle tesbit edilmemiş, devlet reisine bırakılmıştır. Şartlara, devirlere göre artar, eksilir, mahiyeti farklı kılınabilir.

4- Te´dib: Terbiyevî maksadlara yönelik, baba, hoca, efendi gibi büyüklerin selâhiyetine bırakılan cezalardır.

Had cezâları, bizzat Allah tarafından konulmuştur. Tesbit ve tayini insanlara bırakılmamıştır. İbn-i Âbidin gibi bazı hukukçular, "Allah´ın hakkı olarak konulup takdir edildiğini" belirtirler. Bunlar, insanlar tarafından artırılıp eksiltilemezler, affedilemezler, bir başka cezaya tebdil edilemezler.

Hadd ve kısas cezaları, dinin gerçekleştirmeye korumaya çalıştığı temel hedeflere taarruz mahiyetindeki suçların cezasıdır.

Bilindiği üzere dinin gayesi beştir:

1- Dini muhafaza,

2- Nefsi muhafaza,

3- Aklı muhafaza,

4- Nesli muhafaza,

5- Malı muhafaza.

Öyleyse hadd ve kısasdiyet cezalarını bu açıdan değerlendirecek olursak, her birinin, dinin bu ana gayelerinden bir veya ikisini korumaya yönelik olduğu görülür.

Hemen ifade etmek isteriz, kısas ve diyet cezaları da Kur´ân-ı Kerim tarafından tesbit edilmiş olmaları sebebiyle birçok vasıflarıyla hadd cezalarına benzerlik arzederler.

İslâm uleması hudud´a irtidâd, zinâ, kazf (iftira), şürbü´lhamr (içki içmek, sarhoş etmese bile) ve hırsızlığı dahil etmede müttefiktir. Ancak, âriyet, malın inkârı, hamr dışındaki içkilerden çoğu sarhoş eden şeylerden içmenin, zinâ dışındaki bir suçla kazf (iftira) etmenin, kazf ve livâta ithamını -ki kendisiyle nikahı caiz olan biriyle bile olsa- ta´riz (kinaye) yoluyla yapmak, hayvana temâs, kadının insanla temas kuran maymun gibi hayvanla ciması, sihir yapmak, tenbellikle namazın terki, Ramazan´da meşru bir özür olmadan oruç yemek gibi fiillerin hudud sayılması ihtilâflıdır. Bunlar, uğrunda mukâtele edilmesi caiz olan suçların dışında kalır. Sözgelimi bir kavm zekât borcunu ödemediği taktirde onlara karşı harp ilan edilir.

Hadid yâni demir kelimesinin de hudud kelimesiyle aynı kökten geldiğine dikkat çeken İbnu Hacer merhum,

إنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ

"Allah ve peygamberine muhalefet (mümânaat) etmekte olanlar, muhakkak ki, kendilerinden evvelkilerin uğratıldıkları zillet gibi zillete giriftar edilmişlerdir.." (Mücâdile 5) âyetinde hudud kelimesiyle aynı kökten gelen يُحَادّونََ kelimesinin mümânaat etmek, yani karşı koyup engel çıkarmak mânasına geldiğine, burada mukatele´ye (savaşa) işaret etmek için hadid kelimesinin kullanılmış olma ihtimaline parmak basar.

Şu halde hudud´a giren fiili işlemede Allah ve Resûlü´ne karşı bir savaş, bir engelleme olduğu gibi, bu fiillere, Kur´ân-ı Kerim´in takdir ettiği cezaları vermek de onlara karşı bir savaş, onların cemiyete sirayetini önlemek, engellemek mânasında bir tedbir olmaktadır.[1]



TA´ZİR:


Hudud bahsinde ve daha başka bahislerde sıkça kullanılacak olan ta´zir cezasının mahiyetini yeterince kavrayabilmemiz için, Ömer Nasuhi Bilmen merhumun, Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu´ndaki ilgili bahisten bir parçayı, -parantez içerisine almak suretiyle belirttiğimiz- bir kaç açıklayıcı kelime ilâvesiyle aynen iktibas etmeyi uygun bulduk.[2]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Nisan 2010, 11:18:41
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #2 : 17 Nisan 2010, 11:18:41 »

TA´ZİRİN MAHİYETİ VE MEŞRUİYYETİ:


Ta´zir kelimesi lügatte men, red, icbar, tahkir, te´dib mânalarını ifade ettiği gibi nusret, iâne, takviye, tevkir, ta´zim mânalarını da ifade eder.

Hukuk bakımından ta´zir: "Hakkında muayyen bir ukûbet, bir hadd-i şer´i mevcut olmayan cürümlerden dolayı tatbik edilecek te´dib ve ceza" demektir.

Bu kelimenin lügavî mânalarıyla, ıstılâhî mânası arasındaki münasebet ise hafi (kapalı) değildir. Çünkü ta´zir, müessir bir ibret teşkil ederek başkalarını cürümlere mücaseretten (cesaret etmekten) men edeceği gibi mücrimleri de tekrar cürme mücaseretten men eder.

Diğer bir itibar ile ta´zir, haklarına tecavüz edilen veya mazlum mevkiinde bulunan kimselere karşı bir yardım, bir takviye mahiyetinde tecelli eder.

Diğer bir itibar ile de ta´zir, mücrimleri zulümden, denaet (alçaklık) ve ma´siyetten men ile tehzib-i ahlâka (ahlakı güzelleştirmeye) nail, vakar ve nezahete mazhar eder.

İşte bu gibi mülâhazalara mebni bir kısım cezalara "ta´zir" adı verilmiştir. Cem´i "ta´zirat"dır.

Ta´zirin meşruiyeti, Kitab ile, sünnet-i nebeviyye ile ve icma-ı ümmet ile sabittir. Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) Efendimiz birisine "Ey muhannes" (kadınlaşmış) diye tahkirde bulunan bir şahsı ta´zir etmişti, diğer bir şahsı da töhmetten dolayı ta´zir olmak üzere habs buyurmuştu. Zeyleî.[3]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Nisan 2010, 11:19:24
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #3 : 17 Nisan 2010, 11:19:24 »

TA´ZİRİN EHEMMİYETİ VE NEVİLERİ:


Ta´zir, İslâm hukuku bakımından bir ceza, bir te´dib ve tehzib (güzelleştirme), bir siyaset-i şer´iyye mahiyetinde tecelli eder. Ta´zirin dairesi pek geniş, ehemmiyeti pek büyük, lüzumu pek âşikârdır.

Cemiyet hayatında bînihaye cürümler=günahlar, ma´siyyetler, memnu hareketler ve kusurlar vücuda gelebilir. Bunların bir kısmı hakkında muayyen, mahdud bir ceza-i şer´î yoktur, bir kısmı hakkındaki şer´î, muayyen cezalar da bazı şerâitin bulunmamasına mebni sükut edebilir. Halbuki herhangi bir cürmün, muzır bir hareketin mukabilinde bir ceza, bir mania bulunmaması içtimâî hikmete münafidir.

Binaenaleyh İslâm hukuku, bu husustaki pek geniş ceza ahkâmını ta´zir namı altında muhtevi bulunmuş, bunun takdirini ve tatbikini âmme riyasetini haiz olan ulü´l emrin ve onların naibleri olan hâkimler ile sair bir kısım devlet memurlarının rey ve ictihatlarına tevdi ve tefviz (emanet) eylemiştir.

Ta´zir ünvanı altındaki cezaların nevilerine gelince bunlar da başlıca şu on yedi kısma ayrılır:

1- Mücerred îlâm (duyurma): Bu, hâkimin mücrime "Sen şöyle yapmışsın" veya "Sen şöyle yapıyormuşsun" diye ihtar etmesidir.

Bu ihtar, hâkimin mücrime gönderilecek emini vasıtasıyla da yapılabilir.

2- Bilcelp îlam: Bu, hâkim tarafından mücrim, mahkemeye celb ve davet edilerek kendisine "Sen şöyle yapmışsın, veya yapıyormuşsun" tarzında bilmüvacehe (yüzyüze) yapılan ihtardır.

3- Vaaz ve nasihat: Bu hâkim tarafından mücrime intibahını calib olacak surette verilen öğütten ibarettir.

4- Sert yüz göstermek, meclisden çıkıp gitmek: Bu, hâkimin mücrime abusâne bir çehre ile bakmasından ve kendisinden münfail (tedirgin) olduğunu gösterir bir surette meclisi terk etmesinden ibarettir.

5- Tekdir ve tevbih: Bu hâkim tarafından mücrimi azarlamaktan ve kendisine sert lâkırdı söylemekten ibarettir.

6- Muvakkat habs: Bu, mücrimin ıslah-ı hâline medar olmak üzere muayyen bir müddet habs ve tevkif edilmesi demektir.

7- Müebbed habs: Bu, mücrimin fesadını def için ölünceye kadar habs edilmesi demektir.

8- Gayri muayyen habs: Bu, müddeti meçhul olup, mücrimin halini ıslah edeceği zamana kadar olan habs demektir. Buna "habsi meçhul" de denir.

Habs suretiyle ta´zir cezası, mücrimi resmî hapishanelerden birine koymak suretiyle olabileceği gibi kendi hanesinde tevkif ve ikamete memur etmek suretiyle de olabilir.

Habs müddetini takdir ve tayin ise hâkimin reyine muvaffezdir. Cinayetler ve hacr mebhaslerine de müracaat!

9- Nefy ve tağrib (sürgün etmek): Bu, mücrimin bir müddet bulunduğu beldeden başka bir beldeye uzaklaştırılmasından ibarettir. Bu müddeti tayin, hâkime aittir.

Ömer İbnu´l-Hattâb hazretleri, bazı kadınları fitneye düşürmesi melhuz bulunan "Nasr İbn-i Haccac" adındaki hüsn ve cemale malik bir genci Medine-i Münevvere´den nefy etmiş, bu mübarek beldeyi tathire (temizlemeye) lüzum gördüğünü söylemişti.

Mamafih Hazreti Ömer, başka bir şahsı da nefy etmişti, bu şahıs Rum diyarına iltihak ederek irtidad etmiştir. Bundan haberdar olan Hazreti Ömer: َ اَنْفِى بَعْدَهَا اَبَداً "Bundan sonra kimseyi nefy etmem" demiştir. İmam Ali Hazretleri de: كَفَى بِالنَّفى فِتْنَةً "Fitne için tağrib kafidir" demiştir, Bedayi.

Binaenaleyh nefy ve tağrib hususunda ihtiyatla hareket edilmesi lazımdır. Bir Müslümanı bir İslâm beldesine nefy etmek mahzurlu görüldüğünden onu ecnebi bir memlekete nefy etmek ise asla caiz görülemez.

(İmam Şafiî´ye göre ta´zir tarikiyle olan nefy müddeti hür hakkında bir seneden, rakik (köle) hakkında da altı aydan noksan olmak lazımdır.)

10- Teşhir: Bu, mücrimin yüzünü karaltarak veya kendisini bir merkebe tersine bindirerek şehir içinde dolaştırmak suretiyle olur. Yapılan cürmün bir münadi tarafından halka ilan edilmesi de bu kabildendir. Sirkat gibi, yalan yere şehadet gibi fazihaları (rezâletleri) irtikâb eden şahısları halka ilân etmeğe "tecris" adı da verilmiştir.

Tecris, bir nevi teşhir ve tefzih (rezil etme) demektir. Maamafih hadiselerin bir adamı tecribedîde (tecrübeli) kaviyyürrey bir hale getirmesine de "tecris" denilir.

11- Ukubetler ile tehdid: Bu, mücrime ıslâh-ı hal etmediği takdirde muhtelif ukubetlere maruz bırakılacağını ihtar etmektir.

12-Velâyetten me´muriyetten azl: Bu resmî veya gayri resmî vazifesini suistimal eden bir memurun, bir hâkimin, bir valinin memuriyetten azl ve menedilmesi demektir.

13- Kulak bükmek: Bu, mücrimin te´dib ve intihabı için kulağını çekip bükmekten ibarettir.

14- Darb=dayak: Bu mücrimin el ile veya bir değnek ile döğülmesinden ibarettir. Değnekle döğmenin miktarı, İmam-ı Âzam´a göre üçden nihayet otuz dokuz darbeye kadardır. İmam Ebu Yusuf´a göre hür hakkında üçden doksan beş veya doksan dokuz, rakik hakkında da üçden otuz dokuz darbeye kadardır.

İmamı Âzam hazretleri, rakikler hakkındaki haddi, İmam Ebu Yusuf hazretleri de hürler hakkındaki haddi mikyas tutmuştur.

Fukaha-i kiram, bir hadisi şerife mebni ta´zir darbelerini had darbelerinden biraz noksan olarak kabul etmiş bulunuyorlar.

Fukahadan bazıları, İmam Ebu Yusuf hazretlerinin reyini tercih etmiştir. Fakat ceza hususunda mücrimin lehine hareket edilmesi, ihtiyata daha muvafık olduğundan İmam-ı Âzam´ın re´yi mütün-i fıkhiyyeye (fıkhî metinlere) dahil daha müreccah bulunmaktadır, Bedayi.

(İmam-ı Mâlik´e göre bu ta´zir darbelerinin miktarı, İmamü´l-Müslim´in ve onun naibi olan hâkimlerin reylerine muhavveldir, bir maslahat görülürse had miktarından=yüz değnekten fazla da olabilir. Düsukî.)

(İbni Ebî Leylâ´ya göre ta´zirin en çoğu yetmiş beş değnektir. El-Muhallâ.)

("İmam Şâfiî´ye göre bunlar, hür hakkında kırkdan, rakik hakkında da yirmiden noksan olmalıdır. Bir kavle göre de yirmi darbeden noksan olmalıdır. Tuhfetü´l-Muhtac.)

(İmam Ahmed´e göre de bu darbelerin miktarı, ondan ziyade olamaz. Nitekim bir hadis-i şerifte:

َ يجلد احد فوق عشر جلدَات اّ في حد من حدود اللّهِ تعالى

"Bir kimseye -hudud-u İlâhiyye´den olan had müstesna olmak üzere- on değnekten fazla vurulamaz)" buyurulmuştur.

Ancak bu hususta bazı müstesnalar vardır. Şöyle ki: Müşterek veya başkasıyla evli olan cariyesine veya evlâdının cariyesine veya bir meyteye tekarrüb eden şahsa doksan dokuz değnek vurulur. Ramazan-ı şerifde gündüzün içki kullanan şahıs hakkında da had ile beraber ta´zir olarak yirmi değnek vurulur. Keşşafül Kına.)(Zahirîlere ve Leys İbni Sa´d´e göre de ta´zir suretiyle darbın en çoğu on değnektir, bundan ziyade olamaz. el-Muhalla.)

(Hanefîlerin eâzimine (büyüklerine) göre darb ile olan ta´zirin hadd-i asgarîsi, hâkimin reyine muvaffezdir. Bu, iki veya bir darbeden ibaret de olabilir.

Dayak cezası, insanların haysiyetine, izzet-i nefsine münafi görülebilir. Fakat cezaların hepsinde de bu hal mevcutdur. Filhakika insanların izzeti nefsini rencide etmemek, Müslümanlıkta bir esastır. Fakat cemiyet arasında bir takım fena şeyleri irtikab ederek halka kötü bir nümune olan, bu suretle izzet-i nefsini kendi eliyle imhaya çalışmış bulunan mütecaviz bir şahsı dayak ile ıslaha çalışmak, âmmenin selâmeti için kabulüne ihtiyaç görülen bir çaredir. Kaabiliyetler, ma´siyyetler, mütefavit olduğundan hâkim, hikmet ve maslahata göre hareket eder, kanaat getirdiği bir ihtiyaca mebni dayak suretiyle ta´zir cihetine gider, buna bazan pek ziyade lüzum görülebilir.

Maamafih İmam Serahsî´ye göre safı´=sille vurmak suretiyle ta´zir, caiz değildir. Bir şahsın kafasına veya boynuna açık el ile vurmak, istihfafın en son derecesidir, bundan ehl-i kıble siyanet olur. Zeyleî, Reddü´l Muhtar: Hudud mebhasine de müracaat!

15- Katl: Bu da fesadı itiyad edip, başka suretle münzecir (caydırılmış) olmayan herhangi bir şeririn öldürülmesinden ibarettir. Buna "hadden katl" de denir ki, memlekette fesada sa´y eden herhangi bir şahsın, emr-i veliyyil emîr ile siyaseten katl edilmesi demektir.

16- Hedm-i beyt: Bu, her türlü fesadı ihtiyat eden şerir bir şahıs üzerine, bulunduğu odayı yıkmaktan ibarettir.

İçerisinde memnuattan biri irtikab edilen bir hanenin hakk-ı hürmet ve masuniyeti sâkıt olacağından ledel´maslaha (maslahat olunca) veliyyül emrin emriyle içine girilmesi ve zaruret ânında hedm edilmesi caizdir. Nitekim bir takım şakilerin tahassun ettikleri (sığındıkları) yerler, ledel´icab (gerekince) top ile veya saire ile yıktırılmıştır.

17- Nakdî ceza: Bu , mücrimden bir miktar para almaktan ibarettir. Bu para muhafaza edilir, hâlini ıslah ederse mücrime iade edilir, etmezse âmme masalihine sarf olunur.

Para almak suretiyle ta´zirin cevazına yalnız İmam Ebu Yusuf kail olmuştur. Sair müctehidler buna kail değildirler. Kat-ı uzuv (uzvu kesmek) suretiyle ta´zir caiz olmadığı gibi mücrimin emvalini elinden almak, itlâf etmek suretiyle de ta´zir caiz görülmemektedir. Bu zevat, böyle bir ta´zir usulüyle halkın emvaline bir takım kimselerin musallat olmalarına yol açılmış olabileceğini dermeyan ediyorlar. Mebsut, Fethü´l-Kadir, Dürr-i Muhtar, Redd-i Muhtar.

(Hanbelî fukahası da diyorlar ki, ta´zir, mal ahziyle, bir malî itlaf ile olamaz. Bu hususta istinad edilecek bir emr-i şer´î yoktur. Maamafih ta´zir, te´dib içindir. Te´dib ise itlâf suretiyle olamaz.

Hanbelîlere göre bir ta´zir usulü daha vardır ki, o da müteezzi olacağı (huzursuz) olacağı anlaşılan bir mücrimin başındaki saçları traş ettirmekten ibarettir. Mücrimin bundan müteezzî (huzursuz) olması, hakkında intibahı mucib bir ceza mahiyetinde bulunur. Keşşâfül Kına).

(Şafiîlerce mücrimin sakalını traş etmek suretiyle ta´zir caiz görülmüyor. Şafiî ve Hanbelî fukahasınca kabul edilmiş olan ta´zir nevilerinden biri de mücrimi diri...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

17 Nisan 2010, 11:20:03
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« Yanıtla #4 : 17 Nisan 2010, 11:20:03 »

AÇIKLAMA:



Dinden çıkma hâdisesine irtidad veya ridde denir. İslâm dininden çıkana mürted denir. İrtidâd, büyük günahlardandır. Kişinin bütün hayır amellerinin sevabını yok eder. Hadisi açıklayan İmam Mâlik, esas itibariyle zındık oldukları halde Müslüman görünen kimselerin irtidâd etmeleri halinde, yakalanınca tevbesine güvenilmeyeceği kanaatindedir. Bu sebeple Mâlik´e göre onlara tevbe teklif edilmez, tevbekâr olup, İslâm´a geldiklerini beyan etseler bile bu tevbe onlardan kabul edilmez. İmam Şafiî tevbelerinin makbul olduğuna hükmeder. Ebu Hanife´nin onlar hakkında iki ayrı görüşü olmuştur.

Zındık, Kâmus´da: "Ahirete veya Rububiyete inanmayan veya küfrünü gizleyerek iman izhar eden kimse" diye açıklanır.

İmam Şâfiî (rahimehullah), hadisin âmm olan ifadesini biraz kayıtlayarak, zor karşısında dinini değiştiren kimseyi istisna tutar. Bu hükme giderken şu âyeti delil getirmiştir: إَّ مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنَّ بِاِيمَانِ "Kalbi iman üzere (sabit ve bununla) mutmain (ve müsterih) olduğu halde (cebr ü) ikrâhe uğratılanlar müstesna olmak üzere kim imanından sonra Allah´ı tanımaz, fakat küfre sine(-i kabul) açarsa işte Allah´ın gazabı o gibilerinin başınadır. Onların hakkı en büyük bir azabtır" (Nahl 106).

Hadisin hükmü bütün erkeklere şâmildir, bunda ulema icma eder. Kadına da şumûlünde Ahmed İbnu Hanbel, Şâfî, İmam Mâlik ve Cumhur ittifak ederse de İmam Âzam, öldürme hükmünü kadına teşmil etmez. Hanefîler, kadınların öldürülmesiyle ilgili nehye dayanarak: "Burada betahsis erkek zikredilmiştir, kadın hariçtir" demişlerdir. Keza: "Aslî küfürden tevbe kabul edilmediği gibi ârizî küfürden de kabul edilmez" derler.

Ancak İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´ın: "Kadın mürted de öldürülür" sözü delil getirilerek Hanefîlerin hükmüne itiraz edilmiş ve ilaveten: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)´in hilafeti sırasında irtidad etmiş olan bir kadını, henüz pek çok sahabe hayatta iken öldürttüğü, kimsenin buna itiraz etmediği" gösterilmiştir.

Hz. Muâz (radıyallahu anh), Yemen´e giderken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine, bu mevzu ile alâkalı olarak şunu söylemiştir: "İslâm´dan, herhangi biri vazgeçecek olursa, onu tekrar davet et, dönerse ne âlâ, dönmezse boynunu vur. Herhangi bir kadın İslâm´dan irtidad edecek olursa, onu da geri çağır, dönerse ne âlâ, dönmezse boynunu vur."

Zürkânî: "Kaydedilen bu Muâz hadisi, sadedinde olduğumuz ihtilâfta nassdır, hükmüne uyulması gerekir" der.

Buhârî ve başka bir kısım kaynaklarda rivayet edilen bir kıssa da konumuza ışık tutar: İkrime´nin rivayetine göre: "Hz. Ali´ye bir kısım zındık getirilmişti. O bunları yaktırdı. Haber İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)´a ulaşınca: "Onun yerinde ben olsaydım yaktırmazdım. Çünkü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in yasağı var: َ تُعَذِّبُوا بعَذَابِ اللّهِ "Allah´ın azabı ile azab vermeyin." Fakat öldürtürdüm, zîra Efendimiz مَنْ بَدَّلَ دِينَهُ فَاقْتُلُوهُ "Kim dinini değiştirirse öldürün" diye emrediyor."

Bu rivayetin, Ahmed İbnu Hanbel, Ebû Dâvud ve Nesâî´de kaydedilen vechinde şu ziyade mevcuttur: "İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)´ın bu sözü Hz. Ali´ye ulaşınca: "İbnu Abbâs´ın anası ağladı" der. Bu söz, bazılarına göre, İbnu Abbâs´ın kendisine itiraz etmiş olmasına Hz. Ali´nin memnun kalmadığını; Hz. Ali´nin hadiste gelen yasaklamayı tahrimî değil, tenzihî bir yasaklama anlamış olabileceğine delildir. Çünkü Hz.Ali (radıyallahu anh), yakmanın caiz olduğuna inanıyordu. Halid İbnu Velid ve diğer bazı Ashâb da bu görüşte idiler. Onlar bu davranışla, küffâra karşı şiddetli olmak, gözlerini yıldırmada mübâlağaya kaçmak gayesini güdüyorlardı.

Zürkânî der ki: Bu rivayet, Hz. Ali´ye nisbet edilen şu sözlere de muhalif değildir: "İbnu Abbâs´ın sözü Ali´ye ulaşınca, Ali: "İbnu Abbâs doğru söyledi" dedi." Çünkü bu rivayetteki tasdiki, nehyin tenzihî bir yasak olmasından ileri gelir.

Fakat İbnu Abdilberr der ki: "Hadis bir çok vecihte, Hz. Ali´nin onları öldürttükten sonra yaktırdığını belirtmektedir."

Şu halde, Hz. Ali, zındıkları diri diri yaktırmış değildir.

Son olarak Ukeylî´nin bir rivayetini kaydedelim: "Şia´dan bir grup Hz. Ali (radıyallahu anh)´ye gelerek:

"- Ey mü´minlerin emîri! Sen O´sun!" dediler. Hz. Ali:

"- (Anlayamadım) ben kim mişim?" diye sordu. Onlar yine:

"- Sen O´sun!" dediler. Hz. Ali tekrar:

"- Size yuh olsun, ben kim mişim?" dedi. Bu ısrar üzerine ağızlarından baklayı çıkarıp:

"- Sen Rabbimizsin!" dediler Hz. Ali (radıyallahu anh) onlara çıkışıp:

"- Yazık size, hemen bu düşünceyi terkedip tevbe edin!" dedi. Ancak onlar tevbeye gelmekten imtina ettiler. O da başlarını vurdurdu, sonra da:

"- Ey Kanber! Bana odun yığını hazırla!" diye emretti. Yerde onlar için hendekler kazdırdı ve cesetlerini oralarda yaktırdı."[6]



ـ2ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]كَانَ عَبْدُاللّهِ بْنُ سَعْدِ بْنِ أبِى السَّرْحِ يكْتُبُ لِرَسُولِ اللّهِ # فَأزَلَّهُ الشَّيْطَانُ فَلَحِقَ بِالْكُفّارِ، فَأَمََرَ بِهِ النَّبِىُّ # أنْ يُقْتَلَ يَوْمَ الْفَتْحِ فَاسْتَجَارَ لَهُ عُثْمَانُ بْنُ عَفَّانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، فَأجَارَهُ #[ أخرجه أبو داود، وتقدم في حديث طويل في تفيسر سورة النحل: من رواية النسائى .



2. (1586)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Abdullah İbnu Sa´d İbni Ebi´s-Sarh Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e kâtiplik yapıyordu. Şeytan ayağını kaydırdı; adam irtidâd ederek kâfirlere sığındı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Fetih günü, onun öldürülmesini emretti. Ancak, Hz. Osman (radıyallahu anh) onu himayesi altına aldı. Resûlullah da bu himayeyi tanıdı." [Ebu Dâvud, Hudud 1, (4358); Nesâî, Tahrimu´d-Dem 15, (7, 107). Bu hadis Tefsir bölümünde, Nahl sûresinin tefsiri sırasında Nesâî rivayeti olarak daha uzun bir hadiste geçmiştir.][7]

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4 5   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes