Konu Başlığı: Hilafet ve İmamet Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Nisan 2010, 12:03:38 Hilafet ve İmamet BİRİNCİ BÂB HİLÂFET VE EMİRLİGİN AHKÂMI BİRİNCİ FASIL İMAMLAR KUREYŞ´TENDİR. İKİNCİ FASIL İMAMLIĞI VE EMİRLİĞİ SAHİH OLANLAR ÜÇÜNCÜ FASIL İMAM VE EMİRİN VAZİFELERİ DÖRDÜNCÜ FASIL EMİR OLMANIN KÖTÜLÜĞÜ. Umumî Açıklama BEŞİNCİ FASIL. İMAM VE EMİRE İTAATİN VACİB OLUŞU 1- CEMAAT MESELESİ CEMAATTEN MAKSAD NEDİR CEMAATTEN AYRILANLARI TEL´İN TEFRİKA ÇIKARACAK ŞEYLERDEN KAÇINMAK CEMAAT YOKSA 2- UMMİYE BAYRAK 3- ASABİYET ALTINCI FASIL. İMAMLARIN VE EMİRLERİN YARDIMCILARI İKİNCİ BÂB HÜLAFÂ-İ RAŞİDÎN VE ONLARIN SEÇİMLERİ BAZI HÜKÜMLER HADİSTEN ÇIKARILAN BAZI HÜKÜMLER HADİSİN İFADE ETTİGİ FAYDALAR HİLAFET VE İMAMETLE İLGİLİ BÖLÜM Bu bölümde iki bâb vardır. BİRİNCİ BÂB HİLAFET VE İMAMETİN AHKÂMI (Bu bâb 6 fasıldır) BİRİNCİ FASIL İMAMLAR KUREYŞ´TENDİR İKİNCİ FASIL İMAMLIGI, EMİRLİGİ SAHİH OLANLAR ÜÇÜNCÜ FASILİMAM VE EMİRİN VAZİFELERİ DÖRDÜNCÜ FASIL EMÎR OLMANIN KÖTÜLÜGÜ BEŞİNCİ FASIL İMAMA VE EMÎRE İTAATİN GEREGİ ALTINCI FASIL İMAMLARIN VE EMÎRLERİN YARDIMCILARI İKİNCİ BÂB HULEFÂU´R-RAŞİDÎN VE ONLARA BİAT ŞEKİLLERİ Umumî Açıklama: İslâm dini devlet dinidir. Bu sebeple devlet hayatını ilgilendiren bütün müesseselerin İslam´da yeri vardır. Onlardan her birine, devlet hayatındaki ehemmiyeti nisbetinde yer vermiştir. Hayatî önem taşıyanlara ağırlık olarak yer verir. İmamet, yani devlet reisliği meselesi bir milletin siyasî hayatının merkezinde yer alır. Bu sebeple İslâm dini, konuya fazlaca yer vermiş. İmamda aranacak vasıflardan, seçimine, azline, itaat, isyan bahislerine kadar hatıra gelebilecek her hususta esaslar, prensipler, hükümler koymuştur. Bunlar nazarî olarak işlenmekten başka çeşitli şekilleriyle tarih boyunca tatbik de edilmiş, ayrıca hukukşinaslar tarafından teşriata, kodifikasyona da tâbi tutulmuşlar ve madde madde kodifiye edilmişlerdir. İmamet konusuna giren mühim meselelere daha önce temas ettik, burada tekrar etmeksizin mevzu üzerine kitabın yer verdiği hadislere geçiyoruz. [1] BİRİNCİ BÂB HİLÂFET VE EMİRLİGİN AHKÂMI BİRİNCİ FASIL İMAMLAR KUREYŞ´TENDİR. ـ1ـ عن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: النَّاسُ تَبَعٌ لِقُرَيْشٍ في الخَيْرِ والشَّرِّ[. أخرجه مسلم . 1. (1705)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "İnsanlar hayırda da şerde de Kureyş´e tâbidir." [Müslim, İmâret 3, (1819).][2] ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رَسُولُ اللّهِ # النَّاسُ تَبَعٌ لِقُرَيْشٍ في هذا الشَّأنِ، مُسْلِمُهُمْ تَبَعٌ لِمُسْلِمِهِمْ، وَكَافِرُهُمْ تَبَعٌ لِكَافِرِهِمْ. النَّاسُ مَعَادِنُ، خِيَارُهُمْ في الجَاهِلِيَّةِ حِيَارُهُمْ في ا“سْمِ إذَا فَقُهُوا، وَتَجِدُونَ مِنْ خِيَارِ النَّاسِ أشَدَّ النَّاسِ كَرَاهَةً لهذَا الشَّأنِ حَتَّى يَقَعَ فِيهِ[. أخرجه الشيخان . 2. (1706)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İnsanlar bu işte Kureyş´e tâbidirler. Müslümanları Müslüman olanlarına, kafirleri kafir olanlarına tâbidirler. İnsanlar madenler gibidir. Cahiliyede hayırlı olanlar fıkhı öğrenirlerse İslam´da da hayırlıdırlar. Bu işe en çok nefret edenleri insanların en hayırlısı bulacaksın. Onlar (rızaları hilâfına) içine düşmedikçe buna tâlib olmazlar." [Buhârî, Menâkıb 1; Müslim, İmâret 2, (1818).][3] AÇIKLAMA: 1- Bu hadislerde geçen iş (ş´en)´den murad emîrlik ve hilafettir. Emîrlik idarecilik, valilik, devlet reisliği gibi mânalara gelir. Hilâfet daha ziyade Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in mânevî şahsının temsilciliğidir. 2- Kureyş, Mekke´de yaşayan Araplardır. Bunlar İslâm´dan önceki dönemden beri diğer Araplara nazaran itibarli ve nüfuzlu idiler. Birçok yönden üstünlükleri kabul edilmişti. Mekke´de ikamet edip, ataları Hz. İbrahim´den kalma mukaddes bina Kâbe´yi himaye etmeleri, hacca bağlı olarak Kâbe ile ilgili birçok hizmetleri îfa etmeleri, diğer Araplar arasında sağladıkları üstünlüğe yeterli bir sebep idi. Kaldı ki, bunların, bizzat Kur´an-ı Kerim´de yer verilen (Kureyş sûresi) ticârî hayatları, komşu ülkelerle sıkı bağlar kurmalarına, bu sâyede sâdece maddî yönden değil, kültür, görgü, tecrübe ve bilgi gibi mânevî yönden de zenginleşmelerine yol açmıştı. Onların câhiliye devrindeki üstünlüklerine bütün bu durumlarının müessir olduğu söylenebilir. Hadiste geçen "İnsanların kâfirleri Kureyş´in kâfirlerine tâbidir" ifadesi, cahiliye devrindeki durumlarını tesbit eder. Müslüman olduktan sonra da durumda bir değişiklik olmamıştır. Daha dikkat çeken husus, Mekke´nin fethine kadar bekleyiş içinde kalan taşra Araplarının, Mekke Müslüman olunca kitleler halinde İslâm´a girip Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e tâbi olmalarıdır. Kureyşli olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a tâbi olan Müslümanlar, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan sonra da yine Kureyşli olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Muâviye vs.´ye tâbi olmaya uzun müddet devam etmişlerdir. 3- Hayırlı kimselerin emîrlik ve hilafet gibi idârî sorumluluklardan nefretleri, o vazifelerin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmeme endişesinden ileri gelir. Onu kabul etmek, meşakkatin altına girmektir. Adaletle icraatte bulunup, insanların zulmüne mâni olmak zor işlerdendir. Aklı tam, diyâneten hassas kimsenin bu muhataralı (riskli) işe talib olmayacağı açıktır. "Onlar rızası hilâfına içine düşmedikçe buna tâlib olmazlar" şeklinde tercüme ettiğimiz ibârenin mefhumunda âlimler ihtilâf etmiştir. Bâzıları şöyle anlamışlardır: "Kim emîr olmak için hırs göstermeden, talibi olmadan, bu vazife uhdesine düşerse, emîrlikteki kerâhet ondan kalkar. Çünkü önceki ibâre, emîrlik talebini mutlak olarak mekruh ilân etmiştir. O ibareyi şöyle anlayan da olmuştur: "Âdet şöyle cereyan etmektedir: Kim bir şeyi elde etmek için hırs gösterir, fazla peşine düşerse nâdiren ona kavuşabilir. Kim de birşeyden yüzçevirir, ele geçirmek hususunda hırs göstermezse, umumiyetle o şeye daha rahat kavuşur."[4] ـ3ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسولُ اللّه #: َ يَزَالُ هَذَا ا‘مْرُ في قُرَيْشٍ مَا بَقَى مِنْهُمُ اثْنَانِ[. أخرجه الشيخان . 3. (1707)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bu iş (emîrlik) insanlardan iki kişi bâki kaldıkça Kureyş´te olmaya devam edecektir." [Buhârî, Menâkıb 2, Ahkâm 2, Enbiya 1; Müslim, İmâret 4, (1820).][5] AÇIKLAMA: Bu hadisteki "iş"ten de murad emîrlik ve hilafettir. Kıyamete kadar buna Kureyş sâhip olacak demektir. Hadis ıtlakı üzere alındığı takdirde, üstünlükte takvayı esas alan (Hucurat 13) İslâm´da Kureyş´e mutlak bir imtiyaz tanınması gibi bir durum ortaya çıkar. Aslında, bu işkâli bertaraf eden kayıtlar başka rivâyetlerde gelmiştir: اََ إِنَّ اْ‘ُمَرَاءَ مِنْ قُرَيْشٍ مَا اَقَامُوا ثََثًا: مَا رَحِمُوا إِذَا اسْتُرْحِمُوا وَقَسَطُوا وَعَدَلُوا اِذَا حَكَمُوا "Bilesiniz üç şeyi yerine getirdikçe umerâ Kureyş´tendir: Merhametli olmaları istendiği zaman merhametli oldukça, hükmettikleri zaman âdil ve hakka riâyetkâr oldukça." اَْ‘َئِمَّةُ مِنْ قُرَيْشٍ مَا إِذَا حَكَمُوا فَعَدَلُوا "Hükmedince adaletten ayrılmadıkça imamlar Kureyş´ten olacaktır." Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)´in de şu sözü rivâyet edilmiştir: إِنَّ هَذَا اَْمْرَ فِى قُرَيشٍ مَا اَطَاعُوا اللّهَ وَاسْتَقَامُوا عَلَى اَمْرِهِ "Kureyş Allah´a itaat edip, emri üzere doğru yolda oldukça, bu iş onlar üzerindedir." Bu hususu tahlil eden İbnu Hacer der ki: "İşâret ettiğim hususta vârid olan hadisler üç kısımdır: 1- Bir kısım hadisler, Kureyşliler´in, gösterilen vasıfları muhâfaza etmedikleri takdirde, "Allah´ın lânetine uğrayacaklarını haber verir. Meselâ "Bilesiniz üç şeyi yerine getirdikçe ümerâ Kureyş´tendir..." hadisi bunlardandır. Bu rivâyette şu cümle de yer alır: فَمَنْ لَمْ يَفْعَلْ ذَلِكَ مِنْهُمْ فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللّه "Kim bu söylenenleri yapmazsa Allah´ın lâneti üzerine olsun." Bu hadiste, "iş"in (emîrlik) onlardan çıkmasını gerektiren bir şey yok. 2- Onlara, aşırı şekilde eziyet edeceklerin musallat edilmekle tehdid edilmeleri Ahmed İbnu Hanbel ve Ebû Ya´la´da gelen şu hadiste olduğu gibi: يََا مَعْشَر قُرَيْشٍ إِنَّكُمْ اَهْلُ هَذَا اَْمْرِ مَا لَمْ تُحْدِثُوا فَإِذَا غَيَّرْتُمْ بَعَثَ اللّهُ عَلَيْكُمْ مَنْ يَلْحَاكم كَمَا يَلْحَى اْلقَضِيبُ "Ey Kureyşliler! Sizler bir kısım bid´atlere düşmedikçe bu "iş"in sahiplerisiniz. Şâyet bid´atlere düşerek (dinin getirdiklerini) değiştirecek olursanız Allah size öylelerini musallat eder ki, onlar ağacın dalını soydukları gibi sizleri soyarlar (derilerinizi yüzerler)..." Kezâ bu rivâyetlerde de -her ne kadar bir iş´ar (bir ihsas, bir imâ) varsa da- "iş"in Kureyşliler´in elinden çıkacağına sarih bir ifade yoktur. 3- Aleyhlerine kıyâma, onlarla savaşmaya izin veren ve "iş"in onların elinden çıkacağını ihbâr eden rivâyetler... Tayâlisî ve Taberânî´de gelen Sevbân hadisi gibi: اِسْتَقِيمُوا لِقُرَيْشٍ مَا اسْتَقَامُوا لَكُم فَإِنْ لَمْ يَسْتَقِيمُوا فَضَعُوا سُيُوفَكُمْ عَلَى عَوَاتِقِكُمْ فَاَبِيدُوا حَضْرَا ءَهُمْ فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَكُونُوا زَرَّاعِينَ اَشْقِيَاءَ "Kureyş sizin için istikametli oldukça siz de onlar için istikametli olun. Onlar istikamette olmazlarsa kılınçlarınızı omuzlarınıza koyup çoğunu helâk edin. Bunu yapmazsanız (çok çalışıp az kazanan) bedbaht çiftçiler olun."[6] İbnu Hacer bunu takviye sadedinde şu rivâyeti de kaydeder: كَانَ هَذَا اَْمْرُ فِى حِمْيَرَ فَنَزَعَهُ اللّهُ مِنْهُمْ وَصَيَّرَهُ فِى قُرَيْشٍ وَسَيَعُودُ اِلَيْهِمْ "Bu "iş" Himyerîler´in elinde idi. Allah onlardan alıp Kureyş´e verdi. Tekrar onlara dönecektir." Bu hadisler ifade eder ki Kureyşliler dini ikame etmezlerse "iş" onlardan çıkacaktır." İbnu Hacer şöyle devam eder: "Geri kalan hadislerden çıkarılan netice şudur: "İş"in onlardan çıkması, önce, onların lânetle tehdid edildikleri menfur hallere düşmeleriyle vaki olur. Bu zâten rüsvaylığa ve tedbirlerinin bozulmasına sebeptir. Bu durum Abbasî Devleti´nin başlarında vâki olmuştur. Arkadan, Kureyşliler´e eziyet verecek kimselerin musallat edilme tehdidi var. Bu durum da Abbasîlerde görülmüştür. Mevâlîler onlara galebe çalınca, ellerinde, üzerlerine hacr konmuş çocuklara döndüler. Çocuk gibi bazı basit şeylerle oyalandılar, işleri başkaları yürüttü. Sonra durum daha da kötüleşti. Deylemliler galebe çaldı. Her hususta onları sıkıştırdılar. Öyle ki, halifenin yetkisinde sadece hutbe okumak kaldı. Mütegallibe (zorbalar) her beldede memleketi aralarında paylaştılar. Böylece ard arda değişik tâifeler bunlara musallat oldu. Sonunda her yerde "iş" ellerinden çıktı. Bazı yerlerde halifenin kuru bir adı kaldı." Hilafetin Kureyş´le olan ilgisini tesbit eden hadisleri böylesi bir izaha kavuşturan İbnu Hacer, daha sonra, İslâmî grupların bu husustaki görüşlerine yer verir: "...Cumhur-u ulemâ -bu hususta Sahâbe´den vârid olan ittifak üzere- imam için Kureyşli olmanın şart olduğuna hükmetmiştir. Bazı tâifeler bunu Kureyş´ten belli bir grupla kayıdladılar. Bir tâife: "Hz. Ali evladları dışında kalanlardan imam câiz değildir" dedi. Şia bu görüştedir. Sonra, Hz. Ali´nin zürriyetinden kimlere câiz olduğu hususunda çok şiddetli ihtilâflar meydana geldi. Bir tâife: "Abbâs´ın çocuklarına has" dedi. Ebû Müslim Horasânî ve etbâı bu görüşteydi. İbnu Hazm´ın nakline göre bir taife: "Câfer İbnu Ebî Tâlib´in oğulları dışındakilere câiz olmaz" demiştir. Diğer bir tâife: "Abdulmuttalib´in evladlarından olmalıdır" demiştir. Bazılarının: "Benî Ümeyye dışındakilerden câiz değildir" dediği, diğer bazılarının: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh)´in evlatları dışındakilerden câiz değildir" dediği rivâyet edilmiştir. İbnu Hazm bu nakilleri yaptıktan sonra: "Bu gruplardan hiçbirinin lehine bir delil mevcut değildir" der. Hâricîler ve Mu´tezile´den bir tâife: "İmamın Kureyş dışında olması câizdir. İmamete, Kitap ve Sünnet´i ikâme eden herkes lâyıktır, Arap olmuş, acem olmuş farketmez" demiştir. Hattâ Dırâr İbnu Amr mübâlağaya kaçarak: "Kureyş dışında birinin başa geçirilmesi evlâdır, zîra, öyle birisi, aşîret (ve taraftarları) cihetinden az (ve dolayısıyla zayıf) olur, haddi aşıp azdığı takdirde azli kolay olur" der. Ebû Bekr İbnu´t-Tîb: "İmamlar Kureyş´tendir" hadisinin sübût bulmasından (sahih olmasından) sonra Müslümanlar bu söze itibar etmezler. Nitekim Müslümanlar asırlardır bununla amel etmiştir. Öyle ki, ihtilâf çıkmazdan önce, bu hadise itibar edilmesi hususunda icma vâki olmuştur" der. ...Kadı İyaz der ki: "İmam´ın Kureyş´ten olmasını şart koşmak, bütün âlimlerin mezhebidir. Hatta bunu, icma edilen meselelerden addetmişlerdir. Selefe mensub hiç kimseden bunun hilâfına görüş nakledilmemiştir. Seleften sonra gelenler de her tarafta bu hususta ittifak etmiş, muhâlif görüş beyan eden olmamıştır. Öyle ise, Hâricîlerin ve Mu´tezile´den onlara uyanların görüşlerine Müslümanlara muhâlefetleri sebebiyle itibar edilmez." İbnu Hacer, burada ihtirâzî bir kayıd koyar: "Bu hususta icma olduğunu söyleyen kimse, Hz. Ömer´den rivâyet edilen şu görüşü te´vil etmek zorundadır. Ahmed İbnu Hanbel sahih bir senedle şunu kaydeder: "Eğer ecelim geldiği zaman Ebû Ubeyde hayatta olsa onu halife seçerdim... Ebû Ubeyde´nin vefatından sonra ecelim gelecek olsa Muâz İbnu Cebel´i halife seçerdim." Burada adı geçen Muâz İbnu Cebel, Ensârî´dir. Kureyş´le hiçbir neseb bağı yok. İmamın Kureyş´ten olma şartı hususundaki icmâ muhtemelen Hz. Ömer´in vefatından sonra tahakkuk etmiştir. Ya da Hz. Ömer (radıyallâhu anh)´in bu husustaki ictihâdı değişmiştir. Hilafeti Kureyş´e mahsus görmeyip, kendisine delil olarak Abdullah İbnu Ravâha ve Zeyd İbnu Hârise ve Üsâme İbnu Zeyd vs.´nin harplerde askerî birliklere komutan tâyin edilmelerini gösterenlere şu söylenebilir: "Bu tâyin, el-imametu´l-uzma (=en büyük imamlık, yani devlet reisliği) tâyini değildir. Bu örneklerden şu hüküm çıkarılır: "Halife hayatında Kureyşli olmayanları kendisine nâib seçme yetkisine sahiptir." NETİCE: İmamların Kureyş´ten olması meselesi Ehl-i Sünnet ulemâsı arasında bâzı kayıtlarla kabul edilen, icmaya yakın bir ekseriyetle mütekaddim ve müteahhir herkesce benimsenen bir husustur. Bu mevzuda hadis kitaplarında pek çok rivâyet yer almış olmaktan başka fakihler, şârihler, tarihçiler.... de meseleye eğilip kitaplarında yer vermişlerdir. Hadisin, sâdece mutlak vechini sathî bir nazarla değerlendirerek keşfettiğini zannettiği teâruzun giderilmesini hadisi reddetmede arayan kimse ciddi bir hataya düşer. Böyle bir davranış, ulum-i İslâmiye´nin en ziyâde işlenmiş ve geliştirilmiş olan ve bir rivâyeti kabul veya redde tamâmen objektif mi´yarlara dayanan binlerce hadis ulemasının metoduna ters düşmekten başka, Ashab´tan günümüze, meseleye eğilmiş ve icmaya yakın bir ittifakla sıhhatini ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a nisbetini benimsemiş bütün eslaf-ı izâmı tekzib, onların techilini, tadlilini tazammun eden bir bilgiçlik iddiası olur, el-iyâzu billah. İslâm ulemâsının tamamen objektif metodlarla değerlendirip sıhhatine hükmettiği bir rivâyet, ilim semasında parlayan bir yıldız gibidir. Hiç kimse, onu dar aklına sığmadığı veya subjektif ölçülerine uymadığı için yerinden söküp atamaz, çünkü eli yetişmez. Onun bütün mülâhaza ve gayretleri, elindeki sapanından attığı taşlarla gökteki yıldızları düşürmeye kalkan çocuğun mantığından dışarı çıkmayacağı gibi, başarısı da onunkinden öteye geçemez. [7] ـ4ـ وعن سفينة)ـ1( رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: الخَِفةُ في أُمَّتِى ثََثُونَ سَنَةً، ثُمَّ مِلْكٌ بَعْدَ ذلِكَ. قال سَعِيدُ بْنُ جُمْهَانَ، ثُمَّ قال: أمْسِكْ خَِفَةَ أبى بَكْرٍ، وَخَِفَةَ عُمَرَ، وَخَِفَةَ عُثْمَانَ، وَخَِفَةَ عَلِيٍّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُم، فَوَجَدْنَاهَا ثََثِينَ سَنَةً. فقِيلَ: إنَّ بَنِى أُمَيَّةَ يَزْعُمُونَ أنَّ الخَِفَةَ فِيهِمْ، فقَالَ: كَذَبُوا بَنُوا الزَّرْقَاءِ بَلْ هُمْ مُلُوكٌ مِنْ شَرِّ المُلُوكِ[. أخرجه أبو داود، والترمذى، والمراد ببنى الزرقاء بنو مروان . 4. (1708)- Sefîne (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Hilâfet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir." Said İbnu Cumhân dedi ki: "Sonra ilâve etti: "Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)´in hilâfetine Hz. Ömer´in hilâfetini, Hz.Osman´ın hilâfetine Hz. Ali´nin hilâfetini (radıyallahu anhüm ecmain) ekle (parmaklarınla say) bak!" dedi. Bunları (sayınca hakikaten) otuz yıl bulduk." Sefîne´ye: "Emevîler, hilâfetin kendilerinde (devam ettiğini) zannederler" denmişti, şu cevabı verdi: "Benî´z-Zerkâ yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü krallar." [Ebû Dâvud, Sünnet 9 (4648, 4647); Tirmizî, Fiten 48, (2227).][8] AÇIKLAMA: 1- Sefîne, aslında bir lakaptır, gemi demektir. Burada Sefîne (radıyallâhu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın bir âzatlısıdır. Ebû Abdirrahman diye künyesi vardır. İsminin ne olduğu kesinlikle bilinmiyor, Mihrân vs. diyen olmuştur. Lakabı kendisine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vermiştir. Sebebi, bir yolculuk sırasında çok eşya taşımış olmasıdır. Şöyle anlatır: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte yolculuk yapıyorduk. Yolculardan yorulanlar oldu. Bunlar kılıçlarını, kalkanlarını üzerime koydular. Böylece çok sayıda kılıç ve kalkan taşıdım. (Bunu gören) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Sen sefînesin" diye iltifatta bulundular." 2- Rivâyetin Ebû Dâvud´da gelen bir vechinde: خَِفَةُ النُّبُوَّةِ ثََثُونَ سَنَةً "Nübüvvet hilâfeti otuz yıldır" denmiştir.______________)ـ1( هو مولى رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم وقيل: كان مولى أم سلمة، واسمه مهران، وقيل: رومان، وقيل: نجران، وقيل: غير ذلك. 3- Alkamî der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan sonra gelen otuz yıl içinde Dört Halife ile Hz. Hasan (radıyallâhu anhüm)´ın halifelikleri vardır. Şöyle ki: Hz. Ebû Bekir´in hilafeti 2 yıl 3 ay 10 gündür. Hz. Ömer´in hilafeti 10 yıl 6 ay 8 gündür. Hz. Osman´ın hilafeti 11 yıl 11 ay 9 gündür. Hz. Ali´nin hilafeti 4 yıl 9 ay 7 gündür. Hz. Hasan´ın hilafeti 7 aydır. Nevevî´nin verdiği rakamlarda ufak tefek fark mevcuttur. Bizce mühim değil. 4- Hadiste geçen: "Bundan sonra saltanat (kraliyet=mülk) gelecektir" demek, "nübüvvet hilâfetinden sonra..." demektir. Âlimler, bu hadise dayanarak Emevî ve daha sonraki devirlerde devlet başkanları "halife" ünvanını almış olsalar da, bu halifeliğin Dört Halife döneminde olduğu gibi nübüvvet hilâfeti olmadığını, sâdece bir isimden ibaret olduğunu söylemişlerdir. Nübüvvet hilâfetine bihakkın lâyık olabilmek için amel yönüyle sünnete uymak gerekir. Sefîne (radıyallâhu anh)´nin, Hz. Muâviye için: "Meliklerin birincisi" dediği rivâyet edilmiştir. Öyle ise nübüvvet hilâfetinden maksad kâmil mânada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a halef olmaktır ki, âlimler bunu beş halife ile sınırlarlar. 5- Benî´z-Zerkâ, Benî Mervân demektir. Zerkâ, Emevîler´in geçmişteki annelerinden biridir.[9] ـ5ـ وعن جابر بن سمرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: َ يَزَالُ هذَا الدِّينُ عَزيزاً مَنِيعاً إلى اثْنَىْ عَشَرَ خَلِيفَةً كُلُّهُمْ مِنْ قُرَيْشِ. قِيلَ: ثُمَّ يَكُونُ مَاذَا؟ قالَ: ثُمَّ يَكُونُ الْهَرْجُ[. أخرجه الخمسة إ النسائى إلى قوله من قريش.وأخرج باقيه أبو داود »الهَرْجُ«: الفتنة واختط . 5. (1709)- Hz. Câbir İbnu Semüre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bu din, hepsi Kureyş´ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a soruldu: "Sonra ne olacak?" "Sonra herc (fitne ve kargaşa) gelecek!" diye cevap verdi." [Buhârî, Ahkâm 51; Müslim, İmâret 5-9 (1821); Tirmizî, Fiten 46, (2224). Bu üç kitap, hadisin "Kureyş´ten" kelimesine kadar kısmını: "Ebû Dâvud da [Medhi 1, (4279), 4280)] tamamını tahric etmiştir.][10] AÇIKLAMA: On iki imamın geleceğinden haber veren bu hadis farklı vecihlerde rivâyet edilmiştir. Herbiri bazı noksan ve ziyadeler ihtiva etmektedir: "Bu "iş" ümmetim arasında on iki imam geçmedikçe sona ermez." "İnsanların işi, kendilerine on iki kişi hükmettiği müddetçe yürümekte devam edecektir." "Benden sonra on iki emîr gelecek... hepsi de Kureyş´ten olacak." "On iki imam üzerinizde halife oldukça din ayakta kalacaktır." "Hepsinin etrafında ümmetin toplanacağı on iki halife üzerinizde oluncaya kadar bu din ayakta kalacaktır." v.s. Görüldüğü üzere hadisler kendi aralarında farklıdır ve yeterli açıklıktan uzaktır. Bu yüzden şârihler, tatminkâr ve birbiriyle uyuşan açıklama sunamamışlardır. Kadı İyaz der ki: "Hadiste gelen 12 adedi, iki soru akla getiriyor: Birincisi: "Bu hadisin zâhiri Ashâb-ı Sünen tarafından tahric edilen -İbnu Hibban ve başkalarınca da sıhhatine hükmedilmiş olan- Hz. Sefîne (radıyallâhu anh)´nin rivâyet ettiği: "Hilâfet benden sonra otuz yıldır, ondan sonra krallık vardır..." (1708 numarada geçdi) hadisi bunun zâhirine muhalefet eder. Çünkü bu otuz yıl içerisinde sâdece Dört Halife ile az bir müddet de Hasan İbnu Ali (radıyallâhu anhüm ecmâin) halife olmuştur. İkincisi: Hilâfete geçenler sayıca bundan fazla. Birinci sorunun cevabı: Sefîne hadisinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nübüvvet hilâfetini kasdetmiştir, Câbir İbnu Semüre hadisinde böyle bir kayıt yoktur. İkinci sorunun cevabı: "Bu hadiste: "Benden sonra sadece on iki halife gelecektir" denmiyor, "...on iki halife olacak..." deniyor. Bu miktarda halife gelmiştir, daha fazla halifenin gelmesine de bir mâni yoktur." Kadı İyâz devamla der ki: "Mamafih bu söz, hilâfete her geçenin kastedilmesi halinde uygundur. Ancak bu sözde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın adâletle hükmeden ve hilafete gerçek mânada liyakat kazanan kimseleri kasdetmiş olması da mümkündür. Bu şartlara uygun olarak Dört Halife geçmiştir. Kıyamet kopmazdan önce bu miktar 12´ye tamamlanacaktır. Âlimlerden bazıları: "Bu on iki imam aynı zamanda zuhur edecek ve halk kısım kısım bunlara tâbi olacak" demiştir. Nitekim beşinci hicrî asırda sadece Endülüs´te altı adet sultan ortaya çıktı, hepsi de kendisini halife ilan etti. Bunların aynı asrında Mısır sultanı, Bağdad´da Abbâsî halifesi ve başka yerlerde Alevîler ve Hâricîler adına hilâfet iddia eden kimseler vardı. Bu te´vili te´yid eden bir rivâyet Müslim´de gelmiştir: سَتَكُونُ خُلَفَاءُ فَيُكْثِرُونَ "...Halifeler çıkacak ve sayıları da çok olacak..." Bazı âlimler: "Bundan hilâfetin izzet, İslâm´ın kuvvet ve işlerin istikâmet üzere gittiği, insanların halife etrafında birlik teşkil ettiği şartlar kastedilmiş olma ihtimali de var, nitekim hadisin bazı vechinde كُلُّهُمْ تَجْتَمِعُ عَلَيْهِ اُْمَّةُ "..hepsinin etrafında ümmet toplanır..." denilmiştir. Bu durum, Velid İbnu Yezid zamanında Emevîler´e kargaşa girip aralarında fitne çıkıncaya kadar gelen ve halkın etrafında birlik olduğu halifelerde görülmüştür. Kargaşa hâli, Abbasî Devleti´ne kadar devam etmiş, Abbasîler onları bertaraf etmiştir. Bu şekilde gelen halifeler nazar-ı dikkate alınırsa, hadiste gelen miktara ulaşılır ve hadisin ihbarı sıhhat kazanır. Hadisle ilgili başka ihtimaller de mevzubahistir. Gerçeği Allah bilir..." Kadı İyaz dışında başka âlimler meseleye eğilmiştir, farklı yorumlar dermeyân etmişlerdir. Biz hepsini burada kaydetmeyeceğiz. Şu kadarını söylememiz gerekir: Şiî an´anesinde zikredilen 12 imamla ilgili isimlerin Sünnî ve ittifâkî bir değeri yoktur. [11] |